pontus'ludur. beni linç etmeye kalkışmayın, pontus bütün dünya'nın haritalarında doğu karadeniz olarak geçer. bir etnik köken ifade etmez. neyse trabzonludur diyim ben yine de. en beyefendi ulusal kahramanlarımızdan biridir. fenerliler bu güzel insanın canına kast etmişler, sonrasında da şımarık sığ zekalarıyla 70 yaşında adamın yara beresiyle dalga geçmişlerdir. hepsine yazıklar olsundur.
yine bu fenerlilere göre hocamız fetöcüdür. onlar ne demek istediğimi anlarlar. buradan fenerlilere sormak istiyorum, başlatmayın artık fetönüzden. anlı şanlı türkiye takımı galatasaray'a da aynı iftiraları atıp duruyorsunuz hasetinizden. sormak istiyorum, şenol güneş önderliğinde trabzonspor'un şampiyon olduğu sezon aziz yıldırım şike yapmış mıdır? yapmamış mıdır? iyi düşünün cevap verin, hukuki donanımım tamdır.
konuyu aslında çok sevdiğim yazar ayşe hür ortaya attı ilk olarak. ayşe hanım attığı twitte konuyu kendisine hiç yakıştıramadığım sığlık ve biçimde ele alarak yaptı bunu.
'' 'solcu arkadaşlar 'imamoğlu'nun çizgisini biliyoruz, yıldırım'a karşı kerhen destekliyoruz, çünkü artık devrime inanmıyoruz, parlamenter sistemden başka yol görmüyoruz, belediye başkanlığını chp'nin kazanmasını düzen değişikliği sanıyoruz, yetmez ama evet' desinler sesimi keserim''
kanaatimce tüm demokrasi güçlerinin tartışması gereken bir mesele olsa da bu konu, ayşe hanım olaya genel toptancı zihniyetten yaklaşmış. dün gazete duvar'da hdp'li siyasetçi ahmet saymadi konuyu çok güzel şekilde özetlemiş. yazının başlığı da ahmet beyin yazısından alıntıdır. ben de ahmet beyden aldığım ufukla konu hakkında bir kaç kelam etmek isterim.
bir kere imamoğlu'nun, solun yetmez ama evet'i olduğu mevzusuna kesin bir dille hayır diyorum. ekrem beyi burada daha önce defalarca övmüşlüğüm vardır. lakin gün sonunda imamoğlu'da kapitalizme makyaj için öne sürülen bir liderden başka bir şey değildir. erdoğan'da ilk zamanlarda aynı ölçüdeydi. üslübu tabii ki o günlerden beri çok farklıydı. fakat siyasette ve özellikle dış politikada çözüme dayalı rasyonel politikalar geliştirdiği hafızamdadır. 2002-2013 yılları arasında bu ülke demokrasisi hiç olmadığı kadar nefes almıştır. ne dediğimi biliyorum, fakat uzun bir dönem ''işkenceye sıfır tolerans'' politikası gerçekten de bu iktidar döneminde uygulanmıştır. gerçi, rahip santaro, hrant dink ve zirve yayınevi katliamları da bu dönemdedir. 2005 yılında cemaatin desteğiyle yasalaşan ucube terörle mücadele yasası da. taa o zamanlardan sesimin yettiği yerde gün gelecek bu yasa grev yapan işçilere uygulanacak diye haykırıyordum. havalanı işçileri direnişinde uygulandı da. sonradan fetö'ye karşı da kullanıldı. tamam fetö'ye ve diğer terör örgütlerine tabii ki uygulansın. fakat işte yasanın garabeti, kim terorist kim değil üzerine bir ayrım yapamayacak yanından gelmektedir.
imamoğlu artık türkiye burjuvazisinin önlenemeyecek lideridir. kendisinin döneminde de makyaj bir kaç demokrasi adımı atılacaktır. bugünkü kendisine desteğim, faşist olanla olmayan arasında kalıp, faşist olmayana güç vermek üzerinedir. sonrasında emekçilerin onla da göreceği kalıcı bir hesabı olacaktır.
girimi sykp eski genel başkanı tuncay yılmaz'ın bir yazısından alıntıyla bitirmek istiyorum.
'' ''31 mart ve yenilenecek istanbul seçimleri dolayısıyla yaptığımız bu tartışmayı kendi kavramlar seti üzerinden yapacak olursak; (…) faşist akp-mhp bloku'nu geriletmek için batıda chp adaylarını destekleme taktiğini "chp'ye yamanmak" olarak tanımlayanlar dahil herkes 1 nisan sabahı ve sonrasında kitle hareketinde ortaya çıkan yükselişten moral almış, faşizme karşı mücadele umudu büyümüştür. hem "seçimlerle olmaz" deyip bu taktiği küçümseyen, hem de sonuçtan kendine pay çıkaran ama ders çıkarmayan "politik zavallılaşma" ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor. gücümüz ve örgütlülüğümüz olsaydı ve aktüel bir faşizm tehdidiyle yüz yüze olmasaydık imamoğlu gibi bir düzen içi seçeneğe mahkum kalmadan, seçimlere yönelik yapılan darbeye izin vermeden ve hatta bu kadar maniple edilmiş seçimlere dahi izin vermeden halk meclislerinin iktidarını ilan ederdik.(..) bir yandan faşizmi istemeyen düzen içi güçlerle birlikte anti-faşist mücadele vereceğiz, aynı zamanda ve bu mücadelenin içerisinde kitlelere gerçek kurtuluşun ancak demokratik ve sosyal bir cumhuriyette, sosyalizmde olduğunu anlatacağız. yani kimi burjuva siyasetlerle faşizme karşı aynı tarafta kalsak da, o taraf içerisinde de başka bir hegemonya mücadelesi devam ediyor olacak. formüle edecek olursak, binali'ye (faşizmi kurumsallaştırmak isteyenlere) karşı imamoğlu'nu, imamoğlu'na (kapitalizmi kalıcılaştırmak isteyenlere) karşı sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz eşit ve özgür bir dünyayı, yani sosyalizmi savunacağız.''
'' 'solcu arkadaşlar 'imamoğlu'nun çizgisini biliyoruz, yıldırım'a karşı kerhen destekliyoruz, çünkü artık devrime inanmıyoruz, parlamenter sistemden başka yol görmüyoruz, belediye başkanlığını chp'nin kazanmasını düzen değişikliği sanıyoruz, yetmez ama evet' desinler sesimi keserim''
kanaatimce tüm demokrasi güçlerinin tartışması gereken bir mesele olsa da bu konu, ayşe hanım olaya genel toptancı zihniyetten yaklaşmış. dün gazete duvar'da hdp'li siyasetçi ahmet saymadi konuyu çok güzel şekilde özetlemiş. yazının başlığı da ahmet beyin yazısından alıntıdır. ben de ahmet beyden aldığım ufukla konu hakkında bir kaç kelam etmek isterim.
bir kere imamoğlu'nun, solun yetmez ama evet'i olduğu mevzusuna kesin bir dille hayır diyorum. ekrem beyi burada daha önce defalarca övmüşlüğüm vardır. lakin gün sonunda imamoğlu'da kapitalizme makyaj için öne sürülen bir liderden başka bir şey değildir. erdoğan'da ilk zamanlarda aynı ölçüdeydi. üslübu tabii ki o günlerden beri çok farklıydı. fakat siyasette ve özellikle dış politikada çözüme dayalı rasyonel politikalar geliştirdiği hafızamdadır. 2002-2013 yılları arasında bu ülke demokrasisi hiç olmadığı kadar nefes almıştır. ne dediğimi biliyorum, fakat uzun bir dönem ''işkenceye sıfır tolerans'' politikası gerçekten de bu iktidar döneminde uygulanmıştır. gerçi, rahip santaro, hrant dink ve zirve yayınevi katliamları da bu dönemdedir. 2005 yılında cemaatin desteğiyle yasalaşan ucube terörle mücadele yasası da. taa o zamanlardan sesimin yettiği yerde gün gelecek bu yasa grev yapan işçilere uygulanacak diye haykırıyordum. havalanı işçileri direnişinde uygulandı da. sonradan fetö'ye karşı da kullanıldı. tamam fetö'ye ve diğer terör örgütlerine tabii ki uygulansın. fakat işte yasanın garabeti, kim terorist kim değil üzerine bir ayrım yapamayacak yanından gelmektedir.
imamoğlu artık türkiye burjuvazisinin önlenemeyecek lideridir. kendisinin döneminde de makyaj bir kaç demokrasi adımı atılacaktır. bugünkü kendisine desteğim, faşist olanla olmayan arasında kalıp, faşist olmayana güç vermek üzerinedir. sonrasında emekçilerin onla da göreceği kalıcı bir hesabı olacaktır.
girimi sykp eski genel başkanı tuncay yılmaz'ın bir yazısından alıntıyla bitirmek istiyorum.
'' ''31 mart ve yenilenecek istanbul seçimleri dolayısıyla yaptığımız bu tartışmayı kendi kavramlar seti üzerinden yapacak olursak; (…) faşist akp-mhp bloku'nu geriletmek için batıda chp adaylarını destekleme taktiğini "chp'ye yamanmak" olarak tanımlayanlar dahil herkes 1 nisan sabahı ve sonrasında kitle hareketinde ortaya çıkan yükselişten moral almış, faşizme karşı mücadele umudu büyümüştür. hem "seçimlerle olmaz" deyip bu taktiği küçümseyen, hem de sonuçtan kendine pay çıkaran ama ders çıkarmayan "politik zavallılaşma" ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor. gücümüz ve örgütlülüğümüz olsaydı ve aktüel bir faşizm tehdidiyle yüz yüze olmasaydık imamoğlu gibi bir düzen içi seçeneğe mahkum kalmadan, seçimlere yönelik yapılan darbeye izin vermeden ve hatta bu kadar maniple edilmiş seçimlere dahi izin vermeden halk meclislerinin iktidarını ilan ederdik.(..) bir yandan faşizmi istemeyen düzen içi güçlerle birlikte anti-faşist mücadele vereceğiz, aynı zamanda ve bu mücadelenin içerisinde kitlelere gerçek kurtuluşun ancak demokratik ve sosyal bir cumhuriyette, sosyalizmde olduğunu anlatacağız. yani kimi burjuva siyasetlerle faşizme karşı aynı tarafta kalsak da, o taraf içerisinde de başka bir hegemonya mücadelesi devam ediyor olacak. formüle edecek olursak, binali'ye (faşizmi kurumsallaştırmak isteyenlere) karşı imamoğlu'nu, imamoğlu'na (kapitalizmi kalıcılaştırmak isteyenlere) karşı sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz eşit ve özgür bir dünyayı, yani sosyalizmi savunacağız.''
barış manço'nun az değil belki de hiç bilinmeyen muhteşem şarkısıdır. büyük ustanın 2 tane ''al beni'' şarkısı vardır. asıl itibarıyla ikisi de birbirinden güzeldir. fakat değmesin yağlı boya albümündeki bu çalışması daha güzeldir. mutlaka bir şans verip dinlemenizi öneririm. daha ilk tınısından itibaren sizi saracak.
özü itibariyle kaliteli bir senaryo yazardır. 90'lar efsanesi kaygısızlar dizisini yazdı adam daha ne yazsın. şimdi hatırladığım kadarıyla 90'larda böyle başarılı bir kaç işi daha vardır.
2000'lerde türkiye televizyonlarında yeteneksizlik kollektiflinin kaptan dümenine geçmiştir. gerçi yılmaz erdoğan sonraları bayrağı ondan devir almıştır.
son attığı twitt nedir öyle? benim okurken beynim yandı, senin yazarken ellerin yanmadı mı gani müjde? bu yaşından sonra biz mi öğreteceğiz sana, taciz ve tecavüzün hiç bir zaman mizah öğesi olarak kullanılmaması gerektiğini?
2000'lerde türkiye televizyonlarında yeteneksizlik kollektiflinin kaptan dümenine geçmiştir. gerçi yılmaz erdoğan sonraları bayrağı ondan devir almıştır.
son attığı twitt nedir öyle? benim okurken beynim yandı, senin yazarken ellerin yanmadı mı gani müjde? bu yaşından sonra biz mi öğreteceğiz sana, taciz ve tecavüzün hiç bir zaman mizah öğesi olarak kullanılmaması gerektiğini?
niye yapmış ki böyle bir şey? ülkemizde zaten ele başı olduğu gladio terör örgütünün yargılanma hadisesi yeterince sulandırılıp içinden çıkılmaz hale getirildi ki. kendisi de bu vıcık vıcıklığa bir damla su taşımak istemiş demek ki.
kitlesel olarak hiç bir sorunum olmadığı insanlar topluluğudur. zira ırkçı değilim. bireysel olarak da hepimiz kadar insanlardır, hepimiz kadar insan değillerdir.
fakat halkımızın bir yere kadar suriyeli dostlarımıza tepkisini anlıyorum. ülkemizin kıt kaynakları bize yetmezken, şehirlerin alt yapısından, eğitim sistemimizin 95 yıldır iyi veya makul bir düzeye getirilememesine kadar yüzlerce sorunumuz varken, bir yıl içinde sınırlarımızdan giren üç buçuk milyon insan çok fazladır. lakin benim tepkim bu halin sorumlusu iktidaradır. zira sığ düşünmenin kolaycılığında debelenen bir korkak değilim.
leş sosyal medya platformlarına günde onlarca asparagas haber düşmekte. vay efendim suriyeliler şunu kesimiş, bunu biçmiş. kaçı doğrudur kaçı yalandır bilmiyorum lakin bunlar kirli provokasyanlardır.
yazık ki kesin emin olduğum bir kaç konu var. geçen sene biz türklerden (bunu yapan hiç bir milettin veya insanlığın mensubu olamaz gerçi) suriyeli bir insanın karısına tecavüz ederek çocuklarını öldürmesi konusunun yargıda olması. yahut 2 sene önce yine adına türk denen birinin, 5 yaşında bir çocuğu 25 bıçak darbesiyle öldürme hadisesi.
fakat halkımızın bir yere kadar suriyeli dostlarımıza tepkisini anlıyorum. ülkemizin kıt kaynakları bize yetmezken, şehirlerin alt yapısından, eğitim sistemimizin 95 yıldır iyi veya makul bir düzeye getirilememesine kadar yüzlerce sorunumuz varken, bir yıl içinde sınırlarımızdan giren üç buçuk milyon insan çok fazladır. lakin benim tepkim bu halin sorumlusu iktidaradır. zira sığ düşünmenin kolaycılığında debelenen bir korkak değilim.
leş sosyal medya platformlarına günde onlarca asparagas haber düşmekte. vay efendim suriyeliler şunu kesimiş, bunu biçmiş. kaçı doğrudur kaçı yalandır bilmiyorum lakin bunlar kirli provokasyanlardır.
yazık ki kesin emin olduğum bir kaç konu var. geçen sene biz türklerden (bunu yapan hiç bir milettin veya insanlığın mensubu olamaz gerçi) suriyeli bir insanın karısına tecavüz ederek çocuklarını öldürmesi konusunun yargıda olması. yahut 2 sene önce yine adına türk denen birinin, 5 yaşında bir çocuğu 25 bıçak darbesiyle öldürme hadisesi.
barış manço'nun en ruha dokunan şarkılarından biridir. burada "ruha dokunmak" nitelemesi çok klişe olabilir fakat benim üzerimde yarattığı etki tam olarak budur.
barış abinin her şeye rağmen kadri kıymeti tam olarak da bilinmediğini düşündüğüm şarkısıdır. büyük usta bu eserde, kol düğmeleri üzerinden yaşanan bir aşk ve ayrılığı eşsiz biçimde anlatmaktadır. harika bir soyutlama örneğidir. benzerini bob dylan yapınca nobel edebiyat ödülü alıyor.
benzer hazin bir hikayenin izleri bende de mevcuttur. bundan uzun yıllar evvel çok sevdiğim bir varlık babasından hatıra bir çift kol düğmesini bana hediye etmişti. o zaman kıymetini anlamamıştım bu hediyenin. kol düğmeleri denen olayın gömlekten bağımsız da satılan bir çift aksesuar olduğunu yeni öğrenmiştim. meğer zaten ömür boyunca beraber olacağımız sanrısından böyle değerli bir hediyeyi layık görmüş. ayrılırken sadece bir tekini verdim ona. bir tekinin bende kalmasına izin vermesi ömrümde biçilmiş en büyük onur payelerden biridir.
bu da böyle bir hikayemdir.
barış abinin her şeye rağmen kadri kıymeti tam olarak da bilinmediğini düşündüğüm şarkısıdır. büyük usta bu eserde, kol düğmeleri üzerinden yaşanan bir aşk ve ayrılığı eşsiz biçimde anlatmaktadır. harika bir soyutlama örneğidir. benzerini bob dylan yapınca nobel edebiyat ödülü alıyor.
benzer hazin bir hikayenin izleri bende de mevcuttur. bundan uzun yıllar evvel çok sevdiğim bir varlık babasından hatıra bir çift kol düğmesini bana hediye etmişti. o zaman kıymetini anlamamıştım bu hediyenin. kol düğmeleri denen olayın gömlekten bağımsız da satılan bir çift aksesuar olduğunu yeni öğrenmiştim. meğer zaten ömür boyunca beraber olacağımız sanrısından böyle değerli bir hediyeyi layık görmüş. ayrılırken sadece bir tekini verdim ona. bir tekinin bende kalmasına izin vermesi ömrümde biçilmiş en büyük onur payelerden biridir.
bu da böyle bir hikayemdir.
cem uzan akp'ye yakın bir dil tutturduğundan beri hapis şoku yaşamıyor. bahoz erdal, her sene düzenli ölüm şoku yaşıyor. allahtan bir 5-6 sene "lucesku bu sefer tamam" haberleri görmeyiz. kılıştar bu sene de ssk'yı batırmaya devam edecek.
çocukluğumuzun yerli kahramanlarındandı. gerçi beraber büyüdük sayılır. o 17 yaşında bir dünya yıldızı olma yolunda fileleri havalandırırken, ben de 15 yaşımda müptezel bir lise 1 öğrencisiydim.
bir buçuk nesil öncesi sergen'di emre'nin. bir söz vardır, urfa'dan iki ibrahim çıktı. allah birinin ahlakını diğerinin sesine vermiş. ama ahlak ise hiç vermemiş. iddia ediyorum ki, sergen azıcık disiplinli bir çocuk olsaydı bugün ronaldo, messi ile değil, pele ve maradona ile anılıyor olurdu. sergen disiplinsizdi ama terbiyesiz değildi. emre ise gençliğinden bu yaşına kadar hep terbiyesiz bir çocuktu.
ne kendisinin savunulacak yanı var, ne de izlanda'da uğradığı terbiyesizliğin tabii ki. umarım bundan sonra azıcık empati yapar.
bir buçuk nesil öncesi sergen'di emre'nin. bir söz vardır, urfa'dan iki ibrahim çıktı. allah birinin ahlakını diğerinin sesine vermiş. ama ahlak ise hiç vermemiş. iddia ediyorum ki, sergen azıcık disiplinli bir çocuk olsaydı bugün ronaldo, messi ile değil, pele ve maradona ile anılıyor olurdu. sergen disiplinsizdi ama terbiyesiz değildi. emre ise gençliğinden bu yaşına kadar hep terbiyesiz bir çocuktu.
ne kendisinin savunulacak yanı var, ne de izlanda'da uğradığı terbiyesizliğin tabii ki. umarım bundan sonra azıcık empati yapar.
hakkında basında çıkan bütün haberleri okuduğum savunma sistemleridir. özü itibarıyla ruslar aşmış olayı. çok sağlam sistemlerdir. fakat okuduğum bütün haberlerden edindiğim bir özet de şöyledir.
alırsak abd yaptırımlar yoluyla hemen sevecek. almazsak rusya ses çıkartmayacak lakin uzun vadede her alanda kopartacağı orantısız imtiyazlarla sabaha bırakacak.
alırsak abd yaptırımlar yoluyla hemen sevecek. almazsak rusya ses çıkartmayacak lakin uzun vadede her alanda kopartacağı orantısız imtiyazlarla sabaha bırakacak.
yaa öleydim de, bir chp'li yöneticiye bu kadar aşırı bir sevgiyle muhabbet besleyeceğim günleri görmeseydim. çok değil 6 ay evvel ki ben'e bugünleri şimdiki ben'i ıslak odunla döverdi. 17 yıllık akp iktidarının bünyemdeki tahribatlarından biridir. abi seni seviyorum, geleyim de konuşalım dediğim harika bir varlıktır.
fakat kendisine bir çift sözüm var bu kanalla. sevgili ekrem abi, eko başkan; topal osman'a bağlıyım diye bir açıklama yapmışsın. bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır. senin bu bağlı olduğun adam ankara'da milletvekili katletmiş bir çetecidir. bir diğer bağlı olduğun insan olan gazi kemal'in yerini yurdunu çetesiyle basıp, canına kast etmeye girişmiş bir varlıktır. gazi paşa'nın muhafızları kafasına o kadar çok kurşun sıkmıştır ki bir kafası kalmamıştır. daha sonra cumhuriyet mahkemeleri tarafından idamla cezalandırılmıştır. artık bir yüzü olmadığı için ulus meydanında ayağından sallandırılmıştır.
fakat kendisine bir çift sözüm var bu kanalla. sevgili ekrem abi, eko başkan; topal osman'a bağlıyım diye bir açıklama yapmışsın. bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır. senin bu bağlı olduğun adam ankara'da milletvekili katletmiş bir çetecidir. bir diğer bağlı olduğun insan olan gazi kemal'in yerini yurdunu çetesiyle basıp, canına kast etmeye girişmiş bir varlıktır. gazi paşa'nın muhafızları kafasına o kadar çok kurşun sıkmıştır ki bir kafası kalmamıştır. daha sonra cumhuriyet mahkemeleri tarafından idamla cezalandırılmıştır. artık bir yüzü olmadığı için ulus meydanında ayağından sallandırılmıştır.
bugün spor yaparken aklıma düşen acayip bir şarkı. ben bugüne kadar hep tırt bir oyun havası sanıyordum meğer ki antep türküsüymüş. sahilde koşarken içimden deli gibi söylüyordum bu türküyü. hayatımda en mutsuzluktan geberdiğim dönemde neden içimde oyun havaları çalıyor lann diye aptalca bir sorgulamaya giriştim. bu terapistime anlatmalıyım diye düşünmeye başlarken, terapistim de yok lan benim diye iç geçirdim. bir yandan çevremdeki tanımadığım insanlar içimden oyun havası söylediğimi duyuyorlar mı acaba diye korkmaya başladım.
ben bu sahnenin tıpkısını hatırlıyorum 2-3 sene öncesinden. hastanede yeni görev yapmaya başladığım günlerde bahçede bir dayı geldi yanıma. ''kardaş düşüncelerimi diğer insanlar duyuyor diye çok korkuyorum'' dedi. yarım metre uzaklaştım. o yanaştı ''kardaş insanlar ne düşündüğümü duymuyorlar değil mi? diye sordu. ''yok abii duymuyorlar'' deyip görev yerime kaçtım. o gün o dayı'dan kaçtım ama şimdi kendimden nereye kaçayım ben? neyse, en tehlikeli deli ben deli değilim diyen delidir. benim acil bir terapist edinmem lazım kendime.
spordan eve gelince türküyü araştırdım. muhteşem bir zeki müren yorumunu buldum. dinleyin bence. (düşüncelerimi duyabiliyor musunuz?)
ben bu sahnenin tıpkısını hatırlıyorum 2-3 sene öncesinden. hastanede yeni görev yapmaya başladığım günlerde bahçede bir dayı geldi yanıma. ''kardaş düşüncelerimi diğer insanlar duyuyor diye çok korkuyorum'' dedi. yarım metre uzaklaştım. o yanaştı ''kardaş insanlar ne düşündüğümü duymuyorlar değil mi? diye sordu. ''yok abii duymuyorlar'' deyip görev yerime kaçtım. o gün o dayı'dan kaçtım ama şimdi kendimden nereye kaçayım ben? neyse, en tehlikeli deli ben deli değilim diyen delidir. benim acil bir terapist edinmem lazım kendime.
spordan eve gelince türküyü araştırdım. muhteşem bir zeki müren yorumunu buldum. dinleyin bence. (düşüncelerimi duyabiliyor musunuz?)
çok iyi bir kumarbaz ve çevresindekilerden zeki bir insan. başıma bir şey gelmeyecekse malum uzun boylu sevgi insanımızdan bile zeki olduğunu ifade etmek isterim.
ben şimdi burada sadece tarihsel nitelikte bir çalışma olarak ''kürdistan'' terimini kullanırken 2 defa düşünürüm. yani hiç siyasi yanı olmayan bir çalışmadan bahsediyorum. hani bizim halkımızın ekseriyeti kürt düşmanı değildir ya, pkk'ye düşmanlardır. mesela 1000 bin sene önce anadolu'da olan bir savaşla ilgili yazıda, haritadan örnek versem ve o haritada ''kürdistan'' varsa ne olur ne olmaz? o bölge 1000 sene öncesinde bir isimle daha anılır o ismi yazsam halım zaten perişan. gel de bu ülkede bilim yap işte. pontus mesela, bu vesileyle söyleyeyim uluslar arası haritalarda doğu karadeniz demektir. yılanın başı falan demek değildir. aynı kapadokya'nın ''özgür atlar ülkesi'' demek olduğu gibi.
dediğim gibi binali bey iyi bir kumarbaz. seçimleri kazanmanın tek yolunun kürt oyları olduğunun farkında. bu uğurda şal şepik giyip stran bile söyler iyi bir siyasetçi. işe yarar mı? yaramaz artık bu saaten sonra. zaten giydirmezler de o kadarını. halkı kürtçe selamladığı konuşmayı izlerseniz hemen arkasında sağ tarafında duran derinlerin temsilcisi olan bıyıklı, düz saçlı, gözlüklü dayı'yı görürsünüz. bir de ''pekeke'' diyor konuşmada. ilgili silahlı örgütün ismini ''pekeke'' olarak okumanın örgüte yakınlık duymakla hiç bir ilgisi yoktur. bilimsel olarak türkçede ''k'' harfi ''k'' diye okunur çıldırtmayın beni. ''ka ka'' ney?
binali bey seçimleri kaybettikten sonra üzerine pelikan tayfasını salarlarsa hiç şaşırmam. şöyle başlıklar görebiliriz sabah gazetesinde ''seçimleri bu kripto pekkalı'' yüzünden kaybettik. o zaman düşünce özgürlüğünün evrenselliği adına yerimi binali beyin yanında alırım. yok lan almam tabii ki skmde bile olmaz. bakanlığı döneminde, dünya emek tarihinin en dip sömürü mekanizması olan taşeronluğu mükemmeleştiren adamın yanında ne duracağım?
ben şimdi burada sadece tarihsel nitelikte bir çalışma olarak ''kürdistan'' terimini kullanırken 2 defa düşünürüm. yani hiç siyasi yanı olmayan bir çalışmadan bahsediyorum. hani bizim halkımızın ekseriyeti kürt düşmanı değildir ya, pkk'ye düşmanlardır. mesela 1000 bin sene önce anadolu'da olan bir savaşla ilgili yazıda, haritadan örnek versem ve o haritada ''kürdistan'' varsa ne olur ne olmaz? o bölge 1000 sene öncesinde bir isimle daha anılır o ismi yazsam halım zaten perişan. gel de bu ülkede bilim yap işte. pontus mesela, bu vesileyle söyleyeyim uluslar arası haritalarda doğu karadeniz demektir. yılanın başı falan demek değildir. aynı kapadokya'nın ''özgür atlar ülkesi'' demek olduğu gibi.
dediğim gibi binali bey iyi bir kumarbaz. seçimleri kazanmanın tek yolunun kürt oyları olduğunun farkında. bu uğurda şal şepik giyip stran bile söyler iyi bir siyasetçi. işe yarar mı? yaramaz artık bu saaten sonra. zaten giydirmezler de o kadarını. halkı kürtçe selamladığı konuşmayı izlerseniz hemen arkasında sağ tarafında duran derinlerin temsilcisi olan bıyıklı, düz saçlı, gözlüklü dayı'yı görürsünüz. bir de ''pekeke'' diyor konuşmada. ilgili silahlı örgütün ismini ''pekeke'' olarak okumanın örgüte yakınlık duymakla hiç bir ilgisi yoktur. bilimsel olarak türkçede ''k'' harfi ''k'' diye okunur çıldırtmayın beni. ''ka ka'' ney?
binali bey seçimleri kaybettikten sonra üzerine pelikan tayfasını salarlarsa hiç şaşırmam. şöyle başlıklar görebiliriz sabah gazetesinde ''seçimleri bu kripto pekkalı'' yüzünden kaybettik. o zaman düşünce özgürlüğünün evrenselliği adına yerimi binali beyin yanında alırım. yok lan almam tabii ki skmde bile olmaz. bakanlığı döneminde, dünya emek tarihinin en dip sömürü mekanizması olan taşeronluğu mükemmeleştiren adamın yanında ne duracağım?
İlk gün
"hoop müdür ne yapıoon?''
hiç unutmuyorum, uzun yıllar evvel bana tanıştıktan sonra attığın ilk mesajdı. dünya başıma yıkılmıştı oradan hatırlıyorum çünkü. çok hoşlanmıştım o gece daha önce hiç gelmediğim o şehirde senden. bir kankanı öylesine merak etmiş gibi ''hoop müdür ne yapıoon'' mesajı dünyamı karartmıştı. bu kadar güzel ve dişi bir şeyin parmaklarından böyle bir hitap çıkması da şaşırtmıştı beni orası ayrı konu. açıklamasını, aşkın bize bir elbise hırsızı olduğunu ilk ispat ettiğinde yapmıştın. ''sen de benden hoşlanmış, ama sana o gözle bakmayacağımdan korkmuş aşkın da verdiği el ayak dolanmasıyla bunu yazmışsın'' içimden ve dışımdan sormuştum da laf kaynamış, dudaklar da diller konuşmuştu cevap verememiştin; ''hangi göz'' çünkü seni ilk gördüğümde o kadar çok gözle bakmıştım ki, gözlerim güzelleşmişti. gözlerim güzelleşmişti kızıl kıvırcık saçlarına bakmaktan. ürkek heyecanlı gözlerine bakmaktan. asi ve asil teninden, teslimiyetçi gözlerinden reformcu ve devrimci güzel kalbine kadar görmüştüm ben o ilk gün.
Vedamız
Vedalar elbette ki her bünyede ömürlük tahribatlar bırakır. Fakat benim bünyem kadar duygusal bir metabolizmaya sahipseniz daha gerçek üstü hallerde tahribatlara hazırlıklı olmalısınız. Hem vedaların hem de daha sonrasının.
Barış Manço'nun arkadaşım eşek şarkısını dinleyip hüzünlenecek, hatta bazen ağlayacak kadar duygusal bir maddeden meydana gelen bünyenin tekinden bahsediyorum.
Yıllar yıllar evveli, rüyaların yapıldığı maddeden yapılmış bir insanla olan, yıllarca süren bir ikili yaşamın sonundaydım. Şairin dediği gibi bir tel kopmuş bütün ahenk bozulmuştu. Bitmesi gerekiyordu artık. Benim bünye baya eşeksel bir metabolizma. Sadece sevdiğim kadını değil, bütün şehri de terk ediyorum aşkların sonunda.
O şehir ki nam-ı diğer Ankara'dır. Ankara'yı bilenler bilir, çiftlik kavşağında otururduk. Dinozor manzaralı küçücük bir evimiz vardı yıllar boyu. Vedadan sonra binlerce kez uzakta olacaktı binlerce kez dokunduğum ten.
O Erciyes'in en güzel kızını, her gün doğum günü kızı ilan ettiğime dair şahit gösterebileceğim dinozorun da söküleceği konuşuluyordu yakın zamanlarda.
O dinozor ki, içerken efkarlanacak bir şey bulamaz, onun üşüdüğüne efkarlanırdık. Hatta onun yalnızlığına üzülüp kar topu oynamışlığımız bile olmuştu.
Artık nam-ı diğer Ankara'da onu dayanılmaz sinüs ağrılarına tek iyi gelen ilaç baş masajı ve kitap okuyarak uyuttuğum geceler olmayacaktı. Gece yan yana uyuyan biz değilmişiz gibi sabah hasretle birbirini öpen biz olmayacaktı.
Arabayı Kocatepe'ye park edip, Selanik caddesine de yürüyemeyecektik. Ben kesin gün içinde bir eşeklik etmiş olurdum. Ama yolda surat asarsan, yolun ortasında Barış Manço taklidi yapmakla tehdit ederdim onu. Veya ben ona kahirliysemve hemen barışmazsam, Müjde Ar filmindeki ayı kız dansı yapmakla tehdit ederdi beni. İşte onlar bir daha hiç olmayacaktı nam-ı diğer Ankara'da.
Selanik'ten Kızılay, Maltepe üzerinden, Tandoğan'a el ele yürümelerimiz olmayacaktı.
Bahçeli'nin uzun çınarlı sokaklarının hafızasında bile eskiyecektik artık. O çınarlar ki, sohbet etmek isteyene hem deniz olur hem martı ankara'da. Eğer gerçekten iyi bir aşıksanız, yakamoza bile dokunabilirsiniz kulaklarınıza yapraklarının hışırtılarında.
Sarhoş olunca diline dolanan Ankara havaları olmayacaktı. ''ali dayı ali dayı, bi gecede yidin tarlayı dayı''
Akşamları odtü'de ki bitmek bilmeyen seminerleri kırıp, kah ormanda, kah çimenlerde, hazırlık bebeleri gibi, kırmızı şarap eşliğinde sevişmelerimiz olamayacaktı.
Yine şairin dediği gibi,
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir,
Bir hançer gibi çekersin sevgini,
Onu ancak öldürmeye yarar
Uçarı kuşu sevdanın, alıp başını gitmiştir
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken
Veda gününün öncesinde haftalarca konuşmadan neden bitmesi gerektiğini anlatmıştım. Sonunda o da anladı. Vedalar benim bünyemde nüklüeer patlama gibi bir tahribat yaratıyor. Genelde vedalaşmamayı tercih ederim bu yüzden. Lakin o aşk bir veda anısı ve bedelini hakketmekteydi.
Aşti'ye geldik. O gün ben mi aşti'nin üzerindeydim, yoksa, tonlarca demiri, betonu, insanıyla aşti'mi benim üzerimdeydi bilmiyorum. Bendeki hiçbir izi sonsuza dek silinmeyecek güzel insan bir sürü şey söylüyordu. Bense içimden bir attila ilhan ayeti okuyordum üst üste.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
En güzel birliktelikler bile yozlaşabilir. Fakat hiçbir ayrılık ve de veda yozlaşıp dejenere olmamalıdır.
Bahar'a azıcık girilen günlerdeydik. Güney'de bir kumsalda buldum kendimi. Suriye'li çocuklar su satıyorlardı. Onlarca israrlarına direndim almadım. Aralarından bir tanesi ''allah seni sevdiğin ablaya kavuştursun'' demez mi? Bütün sularını aldım. Bir tanesi daha aynı taktiği kullandı yine direndim. En son cebimdeki bütün parayı verdim onlara. Su da istemediğimi söyledim. Sığdıracak yerim yoktu o suları. Sığdıracak bir gezegenim yoktu kendimi. Aralarından yağız bir erkek çocuğu, parayı suratıma fırlattı ağlayarak gitmeye başladı. Bu bir film sahnesi değildi. Bizzat yaşadım. Koşa koşa gittim sarıldım ona. Bir daha vatanını göremeyecek olanların öksüzlüğü, hiç bir öksüzlük ya da yetimliğe benzemez. Fakat her vedadab, her göz yaşından, hatta her savaştan yaşam yeniden bir hakikatle patlar. Yaşam inadına fışkırmaya devam edecek.
"hoop müdür ne yapıoon?''
hiç unutmuyorum, uzun yıllar evvel bana tanıştıktan sonra attığın ilk mesajdı. dünya başıma yıkılmıştı oradan hatırlıyorum çünkü. çok hoşlanmıştım o gece daha önce hiç gelmediğim o şehirde senden. bir kankanı öylesine merak etmiş gibi ''hoop müdür ne yapıoon'' mesajı dünyamı karartmıştı. bu kadar güzel ve dişi bir şeyin parmaklarından böyle bir hitap çıkması da şaşırtmıştı beni orası ayrı konu. açıklamasını, aşkın bize bir elbise hırsızı olduğunu ilk ispat ettiğinde yapmıştın. ''sen de benden hoşlanmış, ama sana o gözle bakmayacağımdan korkmuş aşkın da verdiği el ayak dolanmasıyla bunu yazmışsın'' içimden ve dışımdan sormuştum da laf kaynamış, dudaklar da diller konuşmuştu cevap verememiştin; ''hangi göz'' çünkü seni ilk gördüğümde o kadar çok gözle bakmıştım ki, gözlerim güzelleşmişti. gözlerim güzelleşmişti kızıl kıvırcık saçlarına bakmaktan. ürkek heyecanlı gözlerine bakmaktan. asi ve asil teninden, teslimiyetçi gözlerinden reformcu ve devrimci güzel kalbine kadar görmüştüm ben o ilk gün.
Vedamız
Vedalar elbette ki her bünyede ömürlük tahribatlar bırakır. Fakat benim bünyem kadar duygusal bir metabolizmaya sahipseniz daha gerçek üstü hallerde tahribatlara hazırlıklı olmalısınız. Hem vedaların hem de daha sonrasının.
Barış Manço'nun arkadaşım eşek şarkısını dinleyip hüzünlenecek, hatta bazen ağlayacak kadar duygusal bir maddeden meydana gelen bünyenin tekinden bahsediyorum.
Yıllar yıllar evveli, rüyaların yapıldığı maddeden yapılmış bir insanla olan, yıllarca süren bir ikili yaşamın sonundaydım. Şairin dediği gibi bir tel kopmuş bütün ahenk bozulmuştu. Bitmesi gerekiyordu artık. Benim bünye baya eşeksel bir metabolizma. Sadece sevdiğim kadını değil, bütün şehri de terk ediyorum aşkların sonunda.
O şehir ki nam-ı diğer Ankara'dır. Ankara'yı bilenler bilir, çiftlik kavşağında otururduk. Dinozor manzaralı küçücük bir evimiz vardı yıllar boyu. Vedadan sonra binlerce kez uzakta olacaktı binlerce kez dokunduğum ten.
O Erciyes'in en güzel kızını, her gün doğum günü kızı ilan ettiğime dair şahit gösterebileceğim dinozorun da söküleceği konuşuluyordu yakın zamanlarda.
O dinozor ki, içerken efkarlanacak bir şey bulamaz, onun üşüdüğüne efkarlanırdık. Hatta onun yalnızlığına üzülüp kar topu oynamışlığımız bile olmuştu.
Artık nam-ı diğer Ankara'da onu dayanılmaz sinüs ağrılarına tek iyi gelen ilaç baş masajı ve kitap okuyarak uyuttuğum geceler olmayacaktı. Gece yan yana uyuyan biz değilmişiz gibi sabah hasretle birbirini öpen biz olmayacaktı.
Arabayı Kocatepe'ye park edip, Selanik caddesine de yürüyemeyecektik. Ben kesin gün içinde bir eşeklik etmiş olurdum. Ama yolda surat asarsan, yolun ortasında Barış Manço taklidi yapmakla tehdit ederdim onu. Veya ben ona kahirliysemve hemen barışmazsam, Müjde Ar filmindeki ayı kız dansı yapmakla tehdit ederdi beni. İşte onlar bir daha hiç olmayacaktı nam-ı diğer Ankara'da.
Selanik'ten Kızılay, Maltepe üzerinden, Tandoğan'a el ele yürümelerimiz olmayacaktı.
Bahçeli'nin uzun çınarlı sokaklarının hafızasında bile eskiyecektik artık. O çınarlar ki, sohbet etmek isteyene hem deniz olur hem martı ankara'da. Eğer gerçekten iyi bir aşıksanız, yakamoza bile dokunabilirsiniz kulaklarınıza yapraklarının hışırtılarında.
Sarhoş olunca diline dolanan Ankara havaları olmayacaktı. ''ali dayı ali dayı, bi gecede yidin tarlayı dayı''
Akşamları odtü'de ki bitmek bilmeyen seminerleri kırıp, kah ormanda, kah çimenlerde, hazırlık bebeleri gibi, kırmızı şarap eşliğinde sevişmelerimiz olamayacaktı.
Yine şairin dediği gibi,
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir,
Bir hançer gibi çekersin sevgini,
Onu ancak öldürmeye yarar
Uçarı kuşu sevdanın, alıp başını gitmiştir
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken
Veda gününün öncesinde haftalarca konuşmadan neden bitmesi gerektiğini anlatmıştım. Sonunda o da anladı. Vedalar benim bünyemde nüklüeer patlama gibi bir tahribat yaratıyor. Genelde vedalaşmamayı tercih ederim bu yüzden. Lakin o aşk bir veda anısı ve bedelini hakketmekteydi.
Aşti'ye geldik. O gün ben mi aşti'nin üzerindeydim, yoksa, tonlarca demiri, betonu, insanıyla aşti'mi benim üzerimdeydi bilmiyorum. Bendeki hiçbir izi sonsuza dek silinmeyecek güzel insan bir sürü şey söylüyordu. Bense içimden bir attila ilhan ayeti okuyordum üst üste.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
En güzel birliktelikler bile yozlaşabilir. Fakat hiçbir ayrılık ve de veda yozlaşıp dejenere olmamalıdır.
Bahar'a azıcık girilen günlerdeydik. Güney'de bir kumsalda buldum kendimi. Suriye'li çocuklar su satıyorlardı. Onlarca israrlarına direndim almadım. Aralarından bir tanesi ''allah seni sevdiğin ablaya kavuştursun'' demez mi? Bütün sularını aldım. Bir tanesi daha aynı taktiği kullandı yine direndim. En son cebimdeki bütün parayı verdim onlara. Su da istemediğimi söyledim. Sığdıracak yerim yoktu o suları. Sığdıracak bir gezegenim yoktu kendimi. Aralarından yağız bir erkek çocuğu, parayı suratıma fırlattı ağlayarak gitmeye başladı. Bu bir film sahnesi değildi. Bizzat yaşadım. Koşa koşa gittim sarıldım ona. Bir daha vatanını göremeyecek olanların öksüzlüğü, hiç bir öksüzlük ya da yetimliğe benzemez. Fakat her vedadab, her göz yaşından, hatta her savaştan yaşam yeniden bir hakikatle patlar. Yaşam inadına fışkırmaya devam edecek.
devlet'e katil dediği için hakkında terör soruşturması başlatılan 84 yaşındaki dev sanatçı. şimdi biz 84 yaşındaki sanatçılarımızı hapse tıktığımızda devletin katil olmadığını ispat mı etmiş olacağız?
hrant dink'in abisi orhan dink canının yangınıyla her yerde kardeşinin katilinin devlet olduğunu söylüyordu cinayetin ilk zamanlarında. o zamanki cumhurbaşkanı köşke davet etti kendisini. devlet'e katil demeyi kendisine yakıştıramadığını söylemiş.
orhan bey de çıkışta şöyle bir açıklama yapmıştı ''bugüne kadar devlete katil diyerek anlatım bozukluğu yapmışım. zira anladım ki devlet seri katildir''
adamın 50 küsur yaşındaki, ayakabısı delik kardeşi işe giderken arkadan vurulmuş öldürülmüş. ergenekonundan, fetö'süne kadar bütün çeteler birleşmiş bu kirli cinayette. şimdi orhan dink'i de mi yargılayacağız?
devlete katil demek nasıl bir terör suçu olabilir dostlar? kitaplarına incil'den sonra en çok atıf yapılan chomsky türkiye'de yaşasa adamı ayaklarından mı sallandıracağız o zaman ulus meydanında? yahut foucault'un bütün kitaplarını şu saniyeden itibaren cayır cayır yakalım mı?
hayır devlete katil demek suç olamaz. bu 1000 yıldan fazladır tartışılan felsefi bir önermedir. felsefeyi de mi yasakladık hayırdır? devlet'in katil olduğunu iddea ederek devlet kurumlarına şiddet eylemlerinde bulunmak tabii ki terör suçudur. 84 yaşında alpay'ın hiç de öyle bir şey yaptığını veya yapacağını sanmıyorum.
hrant dink'in abisi orhan dink canının yangınıyla her yerde kardeşinin katilinin devlet olduğunu söylüyordu cinayetin ilk zamanlarında. o zamanki cumhurbaşkanı köşke davet etti kendisini. devlet'e katil demeyi kendisine yakıştıramadığını söylemiş.
orhan bey de çıkışta şöyle bir açıklama yapmıştı ''bugüne kadar devlete katil diyerek anlatım bozukluğu yapmışım. zira anladım ki devlet seri katildir''
adamın 50 küsur yaşındaki, ayakabısı delik kardeşi işe giderken arkadan vurulmuş öldürülmüş. ergenekonundan, fetö'süne kadar bütün çeteler birleşmiş bu kirli cinayette. şimdi orhan dink'i de mi yargılayacağız?
devlete katil demek nasıl bir terör suçu olabilir dostlar? kitaplarına incil'den sonra en çok atıf yapılan chomsky türkiye'de yaşasa adamı ayaklarından mı sallandıracağız o zaman ulus meydanında? yahut foucault'un bütün kitaplarını şu saniyeden itibaren cayır cayır yakalım mı?
hayır devlete katil demek suç olamaz. bu 1000 yıldan fazladır tartışılan felsefi bir önermedir. felsefeyi de mi yasakladık hayırdır? devlet'in katil olduğunu iddea ederek devlet kurumlarına şiddet eylemlerinde bulunmak tabii ki terör suçudur. 84 yaşında alpay'ın hiç de öyle bir şey yaptığını veya yapacağını sanmıyorum.
dizisini izlemedim. fakat basından okuduğum kadarıyla iyi para dökülmüş bir yapım. bir o kadar da anti komünist propaganda sosuyla işlenen bir hikaye.
fakat mersin'de 2-3 seneye faliyete geçmesi öngörülen nüklüeer santral yapılırsa, zamanında karadenizde nenelerimizin gördüğü chernobyl'in kat be kat büyüğünü biz de göreceğiz yakın zamanda. anlayacağınız tehlike hiç de 30 sene önce geçen bir dizide değil. burnumuzun dibindedir.
fakat mersin'de 2-3 seneye faliyete geçmesi öngörülen nüklüeer santral yapılırsa, zamanında karadenizde nenelerimizin gördüğü chernobyl'in kat be kat büyüğünü biz de göreceğiz yakın zamanda. anlayacağınız tehlike hiç de 30 sene önce geçen bir dizide değil. burnumuzun dibindedir.
ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin bugüne kadar hiç görmediğim trollüklerde söylem bulduğu mekan. ne açın okuyun ne de üye olun dostlar.
barış manço'nun çok az bilinen muhteşem bir şarkısıdır. hayatımın en dispotik günlerini geçiriyorum. benim kadar ütopik ve yaşamı boyunca ütopyalarının yüzde 60 kadarını gerçekleştirebilen bir insan kendini bu hallere nasıl düşürebildi işin içinden çıkamıyorum. eskiden böyle zamanlarımda elimden geldiğince kaos içeren her şeyden uzak dururdum. sit com'ların bile şakadan kaos içeren atlayarak izlerdim. hayatımın hiç bir evresinde şimdiki düştüğüm durumun yanına bile yaklaşmamıştım.
bu ruh şeraitimde kendimi daha beter kaotik anlamlara salıyorum artık. bir kaç gün önce sarı mersedes filmini izledim. bugün de 1985 yapımı ''14 numara'' filmini. bu barış manço eseri o filmde sıklıkla fonda çalar. baya da uyumlu haldedirler. son zamanlarda dünyada dispotik sinema büyük ilgi görüyor. bence bahsettiğim iki film dünya sinema okullarında ders olarak okutulmalıdır.
deste deste gül topladim
gül dalında bülbül nerede
enginlere yelken açtım
yelkenimde rüzgar nerede
şifa bulmaz derde düştüm
derdime dermanım nerede
hiç kapanmaz bir yârem var
yâreme tek çârem nerede
yıllar önce telli duvaklı
bana koşan karım nerede
kâh üzüntüm, kâh sevincim
can yoldaşım kadınım nerede
bu ruh şeraitimde kendimi daha beter kaotik anlamlara salıyorum artık. bir kaç gün önce sarı mersedes filmini izledim. bugün de 1985 yapımı ''14 numara'' filmini. bu barış manço eseri o filmde sıklıkla fonda çalar. baya da uyumlu haldedirler. son zamanlarda dünyada dispotik sinema büyük ilgi görüyor. bence bahsettiğim iki film dünya sinema okullarında ders olarak okutulmalıdır.
deste deste gül topladim
gül dalında bülbül nerede
enginlere yelken açtım
yelkenimde rüzgar nerede
şifa bulmaz derde düştüm
derdime dermanım nerede
hiç kapanmaz bir yârem var
yâreme tek çârem nerede
yıllar önce telli duvaklı
bana koşan karım nerede
kâh üzüntüm, kâh sevincim
can yoldaşım kadınım nerede
sezen abla normalde ince ince doğramaz insanı. aynı ''seni kimler aldı'' şarkısındaki gibi bezbol soppasıyla girişir önce. sonra durur durur o şarkıda,
''deli gözlerin gelir aklıma
gülüşün, öpüşün, iç çekişin gelir
seni kimler aldı kimler öpüyor seni
dudağında dilinde
ellerin izi var''
diyerekten kafana mermiyi sıkar.
yahut ''gitme'' şarkısında olduğu gibi ''git git git gitme kal ne olursun, gitme kal yalan söyledim...'' de yaptığı gibi insanı elleriyle boğar yavaş yavaş öldürür.
fakat bu şarkısı fakat bu ''tutsak'' şarkısında öyle bir yer var ki cana kast etmiyor. kağıt kesiği acısı misali sürünmenizi istiyor. ''2,05'' dakikadan sonrası dinlendiğinde demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
''deli gözlerin gelir aklıma
gülüşün, öpüşün, iç çekişin gelir
seni kimler aldı kimler öpüyor seni
dudağında dilinde
ellerin izi var''
diyerekten kafana mermiyi sıkar.
yahut ''gitme'' şarkısında olduğu gibi ''git git git gitme kal ne olursun, gitme kal yalan söyledim...'' de yaptığı gibi insanı elleriyle boğar yavaş yavaş öldürür.
fakat bu şarkısı fakat bu ''tutsak'' şarkısında öyle bir yer var ki cana kast etmiyor. kağıt kesiği acısı misali sürünmenizi istiyor. ''2,05'' dakikadan sonrası dinlendiğinde demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
sevgili sözlük, bundan yaklaşık yedi ay önce hüseyin isimli en iyi dostlarımdan birini kaybetmenin acısını ''arkadaşın ölümü'' başlığında paylaşmıştım seninle. artık o dostumu sağlığında olduğundan daha çok görüyorum. iş yerimin yolu onun yattığı mezarlıktan geçiyor. ilk aylarda büyük bir ızdıraptı. vefatının haberini aldığımda aklıma gelen ilk şey yine onu arayıp acımı paylaşmaktı. o ilk zamanlarda, yolum o acılı yerden geçerken sarılıp hasret gideriyormuşçasına içime içime ağlıyordum. bir süredir artık eskisi gibi şakalaşmaya başladık.
bu geceki hastane nöbetimde rahmetlinin bir komşusuna rastladım. acılı olaydan sonra dayanamamış o apartmandan taşınmış. acısı benden bile fazlaydı. dostumu benden bile fazla seven bir insana rastlamak bile başlı başına büyük bir mutluluk sebebiydi benim için. doğan çocuğun ismini ne koyacaksın diye sordum, ''hüseyin'' dedi. hüseyin'in yaşarken yaşamı boyunca bir asgari ücretten başka bir şeyi olmamıştı. çocuklarına bıraktığı onurlu bir ismi de vardı tabii. çıkarlar uğruna cumhurbaşkanlarının, patronların adını çocuklara koymak toplumumuzda alışılagelmiş bir şeydir. bu toplum zaten ekseri itibariyle güce tapar ya, o ayrı mesele. fakat hala vefanın, dostluğun güzelliğine tapıp yaşayan insanlar görmekten daha sevinç dolu başka kaç şey olabilir ki insan yaşamında?
sevincimi paylaşmak için elimi gayri ihtiyari telefonuma götürdüm. sevincimi paylaşacağım kişi artık maddesel bütün kapsama alanlarının dışındaydı. sabah işten eve dönerken çok uzun zaman sonra tekrar içime doğru ağladım bu sefer.
rahat uyu yüreği güzel, ağzında yaşamımız boyunca küfürler karanfile dönüşen dostum. senin kadar değerli bir insanımız daha geldi.
bu geceki hastane nöbetimde rahmetlinin bir komşusuna rastladım. acılı olaydan sonra dayanamamış o apartmandan taşınmış. acısı benden bile fazlaydı. dostumu benden bile fazla seven bir insana rastlamak bile başlı başına büyük bir mutluluk sebebiydi benim için. doğan çocuğun ismini ne koyacaksın diye sordum, ''hüseyin'' dedi. hüseyin'in yaşarken yaşamı boyunca bir asgari ücretten başka bir şeyi olmamıştı. çocuklarına bıraktığı onurlu bir ismi de vardı tabii. çıkarlar uğruna cumhurbaşkanlarının, patronların adını çocuklara koymak toplumumuzda alışılagelmiş bir şeydir. bu toplum zaten ekseri itibariyle güce tapar ya, o ayrı mesele. fakat hala vefanın, dostluğun güzelliğine tapıp yaşayan insanlar görmekten daha sevinç dolu başka kaç şey olabilir ki insan yaşamında?
sevincimi paylaşmak için elimi gayri ihtiyari telefonuma götürdüm. sevincimi paylaşacağım kişi artık maddesel bütün kapsama alanlarının dışındaydı. sabah işten eve dönerken çok uzun zaman sonra tekrar içime doğru ağladım bu sefer.
rahat uyu yüreği güzel, ağzında yaşamımız boyunca küfürler karanfile dönüşen dostum. senin kadar değerli bir insanımız daha geldi.
Bu karanlık çağ elbette geçip gidecek. Bu çağı en çok kirleten olgu 1984 romanını aratmayan paradoksal bir kötülük taşıması. O zavallı bebeler topluma pompalandığı gibi saygıdan kaynaklı olarak duvara dönüp yemiyor dondurmalarını. Yahut toplumun zekasıyla dalga geçildiği gibi. Bu çağın daha da korkunç bir yanı herkes zekasıyla dalga geçilmesinden oldukça memnun.
Bu çağ bitmeden ölürsem bilinsin ki bu aptallığa ses yükseltenlerdendim. Ve kabul etmeyenlerden.
Bu çağ bitmeden ölürsem bilinsin ki bu aptallığa ses yükseltenlerdendim. Ve kabul etmeyenlerden.
rutin berbatlığımın en dibindeyim. epeydir rutin berbatlığımı zekaya dayalı ironilerle yönetip aşabiliyordum. yılların tortusallığı saçmalıklarımı, ızdıraplarımı, hatalarımı gözmezden gelebiliyordum. çok uzun zamandır dram içeren hiç bir şey izlemiyorum mesela. hakiki bileylerle sivriltilmiş şarkılar dinlememeye dikkat ediyorum. bugün her şeyin boka sardığı ve geriye dönmeye iplik yetmeyecek kadar bir keşmekeşte hissediyorum kendimi. işten geldim yemektir falan filan derken sarılacak yarım kiloya yakın tütünüm olduğunu farkettim. sararken dedim bir de film izleyeyim. youtube'de önerilen videolarda sarı mercedes filmi çıktı. harkülade bir filmdir. 20 seneye yakın olmuştur ilk defa izleyeli. bugün en berbat anlamsızlığımda harmanlı günümde en yapmayacağım şeyi yaptım açtım izledim. tortular tortular üzerine bindi. açtım bir de bu şarkıyı dinliyorum. ruh halimin özet arzı bu şarkıdır.
tanım: her şey çok kötü ve nah her şey iyi olacak.
tanım: her şey çok kötü ve nah her şey iyi olacak.
sertap erener'in bu kadar az bilinmesi gerçek anlamda canımı yakan muhteşem bir akustik çalışmasıdır. 90'lardan sonra da güzel kadın sesleri geldi geçti popüler müziğimizden. fakat sertab ve candan erçetin ayrı bir kalitede seslerdir. belki aşkın nur yengi'yi de bu isimler içinde sayabiliriz. nilüfer'i kesin sayarız lakin o daha bir 70'lerden muhteşem bir kalitedir. bu ses sanatçılarımız, seslerinin özgün güzelliğine şan eğitimi denen bilimi adeta bir merhemişçesine yedirmişlerdir. bu da çok yüksek bir emek işidir. şimdiki pop müzik icraacılarımızın her şeye çok acelesi var bu kadar acelede emek çok gerekli görünmez. lakin toplumda da kalite diye bir talep de yok artık zaten.
erkin babanın ruha dokunan muhteşem eseridir. burada ''ruha dokunmak'' tanımı çok klişe gibi gelebilir kulaklara ama bende yarattığı etki tam anlamıyla budur.
koray'ın müziğimizde ''baba'' diye anılması boşuna değildir. davudi sesi gerçekten insana işler. ve şarkıları genelde doğru zamanda doğru öğütler gibidir. mesela bu şarkısıyla ''anma arkadaş'' şarkısı birbirinden zıt öğütler taşısa da ruh ne zaman hangi öğüdü alacağını bilir.
koray'ın müziğimizde ''baba'' diye anılması boşuna değildir. davudi sesi gerçekten insana işler. ve şarkıları genelde doğru zamanda doğru öğütler gibidir. mesela bu şarkısıyla ''anma arkadaş'' şarkısı birbirinden zıt öğütler taşısa da ruh ne zaman hangi öğüdü alacağını bilir.
zat-ı şahaneleri devletlülerinin iyi niyetli temennilerini sıraladığı basın toplantısı olmuştur. aynı damat devletlülerinin ekonomi sunumları kadar bir işe yarayacak anlatımlardır.
cezaevlerinde 300 bin mahkum var bugün itibarıyla. bu sayı bir çok ab ülkesinin toplamının üzerinde üzerinde bir sayıdır. savım şudur ki 1 milyona yakın insan da yargıtayda şurada burada bekleyen dosyalarıyla 1 milyon kişi de girmek için sırada beklemekte. bir hakime ayda 100'den fazla dosya düşmekte. ama yargı reformumuzda bu konuların çözümüne yönelik hiç bir ibare yer almamakta.
israil devleti filistinli tutsaklara 3-4 aya bir tahliyen geldi çıkıyorsun diyerek hazırlanmalarını söyler. fakat tam hapishane kapısında tahliye emrinin geri çevrildiği söylenir. bu mossadımsı bir işkence tekniğidir. mhp tarafından da tam bir yıldır mahkum yakınlarına af 3-4 güne çıkıyor diye umut salınmakta. bir çok ülkenin toplamından çok fazla mahkuma sahipsek radikal bir islahat ivedidir. fakat bizde bu islahatın temennisi bile yoktur.
cezaevlerinde 300 bin mahkum var bugün itibarıyla. bu sayı bir çok ab ülkesinin toplamının üzerinde üzerinde bir sayıdır. savım şudur ki 1 milyona yakın insan da yargıtayda şurada burada bekleyen dosyalarıyla 1 milyon kişi de girmek için sırada beklemekte. bir hakime ayda 100'den fazla dosya düşmekte. ama yargı reformumuzda bu konuların çözümüne yönelik hiç bir ibare yer almamakta.
israil devleti filistinli tutsaklara 3-4 aya bir tahliyen geldi çıkıyorsun diyerek hazırlanmalarını söyler. fakat tam hapishane kapısında tahliye emrinin geri çevrildiği söylenir. bu mossadımsı bir işkence tekniğidir. mhp tarafından da tam bir yıldır mahkum yakınlarına af 3-4 güne çıkıyor diye umut salınmakta. bir çok ülkenin toplamından çok fazla mahkuma sahipsek radikal bir islahat ivedidir. fakat bizde bu islahatın temennisi bile yoktur.