ışıklar içinde yatsın, libya lideri kaddafi, muhalefet partileri için ''pusuda bekleyen diktatörlüklerdir'' nitelemesini kullanırdı. bizim gibi, kendine müslüman olmayı yeri geldiğinde, kendine demokrat olma şeklinde deforme eden toplumlar için haklı bir nitelemedir bu.
demokrasinin, sağlıklı bir diyalektik düzlemde içselleştirdiği toplumlarda işler böyle yürümez. ben kendi ülkem için de bir gün mutlaka böyle bir çağa ulaşacağımız adına sonsuz umutluyum.
saadet partisi denen şeriat savunucuları birliğini de, günümüzde içinden geçtiğimiz otoriter rejim altında jelibon gibi tatlı satmakta çok zorlanmıyorlar. aynı, chp'yi kemalist, tkp'yi komünist maçoğlu'nu lenin olarak satmakta zorlanmadıkları gibi.
lakin, chp özü itibariyle nihat erim, maçoğlu, lumpen bir fırsatçı, saadet partisi de idris naim şahindir.
mustafa suphi'lerin şehit edildiği günden beri sınıf karşıtı politikaların parçası olan partidir. bugün bazı üyeleri, hdp'nin cesedinden, efendileriyle birlikte nasıl bir kaç ısırık kopartırım derdindedir. fakat açlıkları o kadar gözlerini ve burunlarını köreltmiş ki, hdp'nin binlerce üyesinin hapiste olmasına rağmen dimdik ayakta olduğunu bile görmüyorlar.
yapmayın, etmeyin kardaşlar. bugünler geçecek ve elbette doğru bir tarih yazımı yapılacaktır. utanmanızı hiç istemem.
yapmayın, etmeyin kardaşlar. bugünler geçecek ve elbette doğru bir tarih yazımı yapılacaktır. utanmanızı hiç istemem.
ercüment uçarı şiiridir;
öpüp başıma koyuyorum özgürlüğü
ekmek gibi
yere atılmış bulunca.
öpüp başıma koyuyorum özgürlüğü
ekmek gibi
yere atılmış bulunca.
her cümlesine imza atılabilecek bir ferhat tunç şarkısıdır;
sevmek bir eylemdir yavrum
o karşına çıktığında
nazlı bir gül gibi koru
avucunda tut bırakma
sevmek bir eylemdir yavrum
nefret üste çıktığında
mantığın ne derse desin
kalbine danış unutma
kayıp bir ülke olsa da
aramaktan yorulsan da
sevmek bir eylemdir yavrum
tek başına kalsan da
suya bir taş atar gibi
bir iksiri yutar gibi
sevmek bir eylemdir yavrum
gökyüzünü tutar gibi
sevmek bir eylemdir yavrum
o karşına çıktığında
nazlı bir gül gibi koru
avucunda tut bırakma
sevmek bir eylemdir yavrum
nefret üste çıktığında
mantığın ne derse desin
kalbine danış unutma
kayıp bir ülke olsa da
aramaktan yorulsan da
sevmek bir eylemdir yavrum
tek başına kalsan da
suya bir taş atar gibi
bir iksiri yutar gibi
sevmek bir eylemdir yavrum
gökyüzünü tutar gibi
kötü bir haber spikeri, vasat bir gazeteci ama bize belki de daha güzelleri bir daha hiç yapılamayacak ölçüde mükemmel yakın siyasi tarih belgeselleri armağan etmiş güzel insandır.
ölü
hangi mahallede imam yok,
ben orada öleceğim.
kimse görmesin ne kadar güzel,
ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.
ölüler namına, azade ve temiz,
meçhul denizlerde balık;
müslüman değil miyim, haşa,
fakat istemiyorum, kalabalık.
beyaz kefenler giydirmesinler,
sızlamasın karanlığım havada.
omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
ki bütün azalarım hülyada.
hiçbir dua yerine getiremez,
benim kainatlardan uzaklığımı.
yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
çılgınca seviyorum sıcaklığımı...
fazıl hüsnü dağlarca.
hangi mahallede imam yok,
ben orada öleceğim.
kimse görmesin ne kadar güzel,
ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.
ölüler namına, azade ve temiz,
meçhul denizlerde balık;
müslüman değil miyim, haşa,
fakat istemiyorum, kalabalık.
beyaz kefenler giydirmesinler,
sızlamasın karanlığım havada.
omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
ki bütün azalarım hülyada.
hiçbir dua yerine getiremez,
benim kainatlardan uzaklığımı.
yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
çılgınca seviyorum sıcaklığımı...
fazıl hüsnü dağlarca.
erkan oğur'un muhteşem seslendirdiği halk türküsüdür.
bu türküde ne zaman ''leyla'dan haber aldım gitmiş mısır'a'' dese yüreğime mermer indiyorlarmış gibi oluyor.
''kuzu olup meleesem arkası sıra...''
bu türküde ne zaman ''leyla'dan haber aldım gitmiş mısır'a'' dese yüreğime mermer indiyorlarmış gibi oluyor.
''kuzu olup meleesem arkası sıra...''
her zaman söylerim ki, insanın kendisiyle ilişkisi aynı zamanda başkalarıyla ilişkisidir. başkalarıyla ilişkisi de, kendisiyle ilişkisi. mutluluğun tanımlarından biri de, yaşamın farkında olarak yaşamaktır. zannediyorum ki toplumda birey, yukarıda vurguladığım hususu gün içinde gerektiğince aklına getirerek yaşamalıdır. bu sayede, en önemli benlik ilişkimiz olan öz saygının, toplumsal ilişkilerdeki en derin katman olduğu daha da iyi anlaşılacaktır.
söylediklerimde bazı şeyleri bazı şeylere bağlayamazsam affola. adı üzerinde işte, lakırdılarımızı döküyoruz buraya.
bugün, çok da sevmediğim bir çalışma arkadaşımın el yazısı pusulasını aldım. yazdığının muhtevasından önce şu geçti aklımdan ''kadına bak yaa, kaç yıl okul okumuş, el yazısı kıllı kaba etlerimden de çirkin''
sonra kendi el yazımı düşündüm. mesai arkadaşımın yazısı, olabilecek en iyi şekilde tanımladığım gibi olsa da en azından okunabiliyordu. benim öyle bir el yazım var ki, yazı değil sanki esmeralda oyunundaki quasimodo. allahtan şu bilgisayarlar falan epeydir hayatımızdaki, el yazımı uzun süredir güneş altında hiç bir beşere göstermek zorunda kalmıyorum. yazı yazı değil mübarek, böyle bir insani zaaf işte.
mesai arkadaşımı hiç sevmediğim için, kendi çirkinliğime bakmadan oluşturduğum yargıdan çok utandım. ama hayır, sırf bu yüzden o arkadaşımdan özür dileyecek erdemde bir insan da değilim.
diyeceklerimi çok dağınık anlatmış olabilirim fakat ne önemi var. başlık var dediniz yazdık işte. iyi de oldu, rahatladım ama.
söylediklerimde bazı şeyleri bazı şeylere bağlayamazsam affola. adı üzerinde işte, lakırdılarımızı döküyoruz buraya.
bugün, çok da sevmediğim bir çalışma arkadaşımın el yazısı pusulasını aldım. yazdığının muhtevasından önce şu geçti aklımdan ''kadına bak yaa, kaç yıl okul okumuş, el yazısı kıllı kaba etlerimden de çirkin''
sonra kendi el yazımı düşündüm. mesai arkadaşımın yazısı, olabilecek en iyi şekilde tanımladığım gibi olsa da en azından okunabiliyordu. benim öyle bir el yazım var ki, yazı değil sanki esmeralda oyunundaki quasimodo. allahtan şu bilgisayarlar falan epeydir hayatımızdaki, el yazımı uzun süredir güneş altında hiç bir beşere göstermek zorunda kalmıyorum. yazı yazı değil mübarek, böyle bir insani zaaf işte.
mesai arkadaşımı hiç sevmediğim için, kendi çirkinliğime bakmadan oluşturduğum yargıdan çok utandım. ama hayır, sırf bu yüzden o arkadaşımdan özür dileyecek erdemde bir insan da değilim.
diyeceklerimi çok dağınık anlatmış olabilirim fakat ne önemi var. başlık var dediniz yazdık işte. iyi de oldu, rahatladım ama.
fikret demirağ şiiridir;
seviyorsun. neye göre? ölçün ve nedenin ne?
neden o'nu değil de beni? paylaşmak mı talan mı;
herkes bir başkasında 'kendini' mi seviyor biraz?
sorular ve kuşkular arasında geçip gidiyor hayat.
"seni kendime istiyorum! seni kendime ayırdım!"
aşk'ın ve sevişmenin bu mu -yoksa- anlamı?
sonunda her şeyin gelip dayandığı
hormonal bir salgı mı? ve geçip gidiyor hayat.
birer soru işareti olarak yaşadık ve gidiyoruz
kendimiz, birbirimiz ve birçok şey için;
yazısız bir taş istiyorum, sen de isteyebilirsin
bütün acılarımız, yağmalanmalarımız için.
kesinlikle bir ozan'ım ben. kesinlikle bir aşk'sın;
kimler için, hangi zamanlar için olursa olsun-
sen önsözünü yazarken, sonsözümü yazıyorum ben;
-hayat nasılsa 'aramızı' dolduracak!
seviyorsun. neye göre? ölçün ve nedenin ne?
neden o'nu değil de beni? paylaşmak mı talan mı;
herkes bir başkasında 'kendini' mi seviyor biraz?
sorular ve kuşkular arasında geçip gidiyor hayat.
"seni kendime istiyorum! seni kendime ayırdım!"
aşk'ın ve sevişmenin bu mu -yoksa- anlamı?
sonunda her şeyin gelip dayandığı
hormonal bir salgı mı? ve geçip gidiyor hayat.
birer soru işareti olarak yaşadık ve gidiyoruz
kendimiz, birbirimiz ve birçok şey için;
yazısız bir taş istiyorum, sen de isteyebilirsin
bütün acılarımız, yağmalanmalarımız için.
kesinlikle bir ozan'ım ben. kesinlikle bir aşk'sın;
kimler için, hangi zamanlar için olursa olsun-
sen önsözünü yazarken, sonsözümü yazıyorum ben;
-hayat nasılsa 'aramızı' dolduracak!
fikret demirağ şiiridir;
acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni
dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmur.
yüreğimde bir müzikle uyandır beni
tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir.
saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah.
sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim.
sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgârda
ben yanında yaralı bir dize gibi durayım.
aşk ve şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni.
acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni
dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmur.
yüreğimde bir müzikle uyandır beni
tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir.
saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah.
sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim.
sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgârda
ben yanında yaralı bir dize gibi durayım.
aşk ve şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni.
kanaatimce ahmet abinin en güzel şarkısıdır. her şarkısı güzel bir müzikkalite evreninin en güzel şarkısı yani. ahmet abinin ruhu, sevenlerinin gönlü şad olsun gülsün.
bu hasretlik kalır gitmez teninden
eksilmez acılar ezik yüreğinden
alma başını nasırlı ellerimden
sen istedin gültenimde yaralar
bu ayrılık hem seni
hem beni yaralar
sel dağda birleşince
dağda güller ezilince
yara açtı gültenimde
ağlar dağlar
dağlar ağlar
yüreğimi sancı sarar
sel dağda kalır gitmez
bu hasretlik kalır gitmez teninden
eksilmez acılar ezik yüreğinden
alma başını nasırlı ellerimden
sen istedin gültenimde yaralar
bu ayrılık hem seni
hem beni yaralar
sel dağda birleşince
dağda güller ezilince
yara açtı gültenimde
ağlar dağlar
dağlar ağlar
yüreğimi sancı sarar
sel dağda kalır gitmez
2. dünya savaşından sonra hiç bir devletle gerginlik yaşadığını okumadığım ülke. bizimle bile gerginlik yaşamadılar henüz. insan gerçekten hayret ediyor.
yağmur kaçağı
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
attila ilhan
dizelerinin büyük şairidir.
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
attila ilhan
dizelerinin büyük şairidir.
hüzünlü bir attila ilhan şiiridir;
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
çok güzel bir akgün akova şiiridir;
çimenlerin içinde bekledim seni sırtı dikenli bir böcek gibi
orkidelerin arasında kara nanelerin fesleğenlerin
kardelenlerin köklerinde
ve yapraklarında
arıların ayak izlerini taşıyan gelinciklerin
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı aralık kapılara anlattığın
çıkıp gitmelerin aşktı
aşktı dönüp gelmelerin
sonra yasemin, güzelim
likenli kayaların üzerine adını yazdım
ve okuma yazma öğrettim kertenkelelere
sersem gibiydiler, yeni uyanmışlardı kış uykularından
sarı saçlarından söz edince onlara, ilkbahardan dayak yedim
çünkü hem annen hem babandı ilkbahar
allahtan arkadaşım yaz vardı, çok yakındaydı, geldi beni kurtardı
yaşadığın bütün evleri bir bir gezdim o yaz
ebene teşekkür ettim doğduğun evin bahçesinde
"bir zeytin dalına benziyordu elime aldığımda,
sonra birden bir çiçeğe dönüşüverdi,"
dedi ve sordu,
"yeniden zeytin dalı mı oldu yoksa?"
sonra yasemin, güzelim
taşbebeğine yeni elbiseler giydirdim
ahşabını kokladım merdivenlerinde bakıştığımız evin
ve bir avuç yem bıraktım havuzun yanına ardıç kuşları için
sonra yasemin, güzelim
kendimi de bıraktım orda
yitirdiğim
ve yitireceğim bütün kadınlar için
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı uçmak ve konmak
varmak ve dönmek aşktı
memelerinin arasından
bulutlara tırmanan
bir çocuk olarak duruyor aşk
bugün bile
belleğimde
çimenlerin içinde bekledim seni sırtı dikenli bir böcek gibi
orkidelerin arasında kara nanelerin fesleğenlerin
kardelenlerin köklerinde
ve yapraklarında
arıların ayak izlerini taşıyan gelinciklerin
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı aralık kapılara anlattığın
çıkıp gitmelerin aşktı
aşktı dönüp gelmelerin
sonra yasemin, güzelim
likenli kayaların üzerine adını yazdım
ve okuma yazma öğrettim kertenkelelere
sersem gibiydiler, yeni uyanmışlardı kış uykularından
sarı saçlarından söz edince onlara, ilkbahardan dayak yedim
çünkü hem annen hem babandı ilkbahar
allahtan arkadaşım yaz vardı, çok yakındaydı, geldi beni kurtardı
yaşadığın bütün evleri bir bir gezdim o yaz
ebene teşekkür ettim doğduğun evin bahçesinde
"bir zeytin dalına benziyordu elime aldığımda,
sonra birden bir çiçeğe dönüşüverdi,"
dedi ve sordu,
"yeniden zeytin dalı mı oldu yoksa?"
sonra yasemin, güzelim
taşbebeğine yeni elbiseler giydirdim
ahşabını kokladım merdivenlerinde bakıştığımız evin
ve bir avuç yem bıraktım havuzun yanına ardıç kuşları için
sonra yasemin, güzelim
kendimi de bıraktım orda
yitirdiğim
ve yitireceğim bütün kadınlar için
sonra yasemin, güzelim, senin son yaprağın aşktı
aşktı uçmak ve konmak
varmak ve dönmek aşktı
memelerinin arasından
bulutlara tırmanan
bir çocuk olarak duruyor aşk
bugün bile
belleğimde
çok güzel bir akgün akova şiiridir;
bir ırmak seni çağırıyor ayşegül
hitit tapınaklarını aşıp anadolu'nun tüylerini ürperten rüzgar
bir gökdürbünü çağırıyor
ve samanyolunu ıslatan gözyaşları yıldızların
ilk aşkından beri arayıp durduğun o anlam çağırıyor seni
o anlam,
yaşamı gözlerinden öpmek için sabahın buğulu aynasında
bir kuş çağırıyor seni, dünyaya kanat takman için
ve nereye varacağını kestiremediğin yollar
ki sen ayakkabılarını arıyorsun ve bulamıyorsun
bir zürafa çağırıyor, boynundaki kravat ağrılarını geçirmen için
bir tren çağırıyor, öküzlerin şaşkın bakışlarından kurtarasın diye onu
ayşegül seni,
seni cervantes çağırıyor,
"don kişot artık neden okunmuyor ayşegül hanım?
bakın, üzüntüsünden ülkenizin milli eğitim bakanı'na benzedi
dostum sanço!"
bir ateş çağırıyor seni
inebahtı'da batan tek kollu bir kadırga
ve
çanakkale'de bataryaların önünde diz çöküp ağlayan ay
kırmızı bir yağmur çağırıyor seni ayşegül
çatalhöyük'te kapısı yıldızlara açılan evler
ıssız adalar ve devrim yürüyüşleri çağırıyor seni aynı anda
ellerin başka yerlere gidiyor ayakların başka yerlere
ilkokul öğretmenin şaziye hanım çağırıyor,
"ayşegül, yavrum, nereye gitti güzelim türkçemiz?"
yoksul bir çocuk çağırıyor seni, oyuncağı olur musun diye
bir yaprak, bak o niye çağırıyor vallahi bilmiyorum
bir dudak çağırıyor seni,
gözlerin çay bahçelerine benziyor diye
ayşegül, farkında mısın, bu şiir çağırıyor seni
seni ve
bir dağ yolundan başka bir şey olmayan
ve yalnızca çıplak ayakla yürününce tadına varılan
aşkı
bir ırmak seni çağırıyor ayşegül
hitit tapınaklarını aşıp anadolu'nun tüylerini ürperten rüzgar
bir gökdürbünü çağırıyor
ve samanyolunu ıslatan gözyaşları yıldızların
ilk aşkından beri arayıp durduğun o anlam çağırıyor seni
o anlam,
yaşamı gözlerinden öpmek için sabahın buğulu aynasında
bir kuş çağırıyor seni, dünyaya kanat takman için
ve nereye varacağını kestiremediğin yollar
ki sen ayakkabılarını arıyorsun ve bulamıyorsun
bir zürafa çağırıyor, boynundaki kravat ağrılarını geçirmen için
bir tren çağırıyor, öküzlerin şaşkın bakışlarından kurtarasın diye onu
ayşegül seni,
seni cervantes çağırıyor,
"don kişot artık neden okunmuyor ayşegül hanım?
bakın, üzüntüsünden ülkenizin milli eğitim bakanı'na benzedi
dostum sanço!"
bir ateş çağırıyor seni
inebahtı'da batan tek kollu bir kadırga
ve
çanakkale'de bataryaların önünde diz çöküp ağlayan ay
kırmızı bir yağmur çağırıyor seni ayşegül
çatalhöyük'te kapısı yıldızlara açılan evler
ıssız adalar ve devrim yürüyüşleri çağırıyor seni aynı anda
ellerin başka yerlere gidiyor ayakların başka yerlere
ilkokul öğretmenin şaziye hanım çağırıyor,
"ayşegül, yavrum, nereye gitti güzelim türkçemiz?"
yoksul bir çocuk çağırıyor seni, oyuncağı olur musun diye
bir yaprak, bak o niye çağırıyor vallahi bilmiyorum
bir dudak çağırıyor seni,
gözlerin çay bahçelerine benziyor diye
ayşegül, farkında mısın, bu şiir çağırıyor seni
seni ve
bir dağ yolundan başka bir şey olmayan
ve yalnızca çıplak ayakla yürününce tadına varılan
aşkı
burjuvazi adına, ingiltere işçi sınıfını soyan eli silahsız hayduttur. iç siyasette sıkışınca, devletin bekaası için ''ey ingiliz halkı, şimdi siz patates patlıcan diye konuşuyorsunuz da, bir mermi kaç para sizin haberiniz var mı? devletin bekaası için bunlar'' diyerek halkını afyonikle besleyen demir leydi şeysidir.
öldüğü gün, britanya halkı, ''yaşasın cadı öldü'' diyerek dans edip oynamıştır. ben de elimde helal ve yasal ayran bardağımla onlar için kadeh kaldırmıştım
öldüğü gün, britanya halkı, ''yaşasın cadı öldü'' diyerek dans edip oynamıştır. ben de elimde helal ve yasal ayran bardağımla onlar için kadeh kaldırmıştım
güzel bir grup merdiven çalışmasıdır. haluk levent'de muhteşem söylemiştir. ibrahim tatlıses söyleyince boku çıkmıştır. hatta ibrahim tatlıses söyledikten sonra boku çıkan coverlar diye uzun bir liste de yapılabilir.
geleneksel hali gayet hareketli olan bir türkümüzün, ilkay akkaya tarafından insanı anırtarak ağalatacak derecede hüzünlü halde söylenmiş halini bırakıyorum güne.
80'li ve doksanlı yılların orta kalitede şarkılarından biridir. fakat o zamanlar orta kalitede değerlendirdiğimiz bu şarkı için bile milletçe sokaklara çıkıp 80'ler 90'sanları isterük diye canhıraş bağırmamız için bir nedendir. sonrasında her siyasi görüşten insan birbirimize sarılır uzun uzun ağlarız. bu eylem kararlılığımız, her yanımıza çöken kutuplaşmayı da bitirecektir.
bacakları güzel, kalbi çirkin ingiltere şeysidir. britanya bugün, ab refarandumu hususunda kendi kazdığı kuyuya düşmüştür. yüzlerce yıldır, dünyanın ezilen halklarına kuyu kazmakta bu kadar usta bir emperyalist devletin düştüğü durum beni pek bir eğlendirmektedir.
bu britanya şeysinden, birleşik devletler turpu'nun şaklaban haline kadar her veri gösteriyor ki artık kapitalizmin bohçası, yama tutmayacak kadar patlamıştır. kapitalizmin çelişkileri irin olmuş her yerinden fışkırıyor.
bu britanya şeysinden, birleşik devletler turpu'nun şaklaban haline kadar her veri gösteriyor ki artık kapitalizmin bohçası, yama tutmayacak kadar patlamıştır. kapitalizmin çelişkileri irin olmuş her yerinden fışkırıyor.
ezilen halkın bir üyesi olarak, haddini bilmez de, güzel bir burjuvanın beyaz kıçının peşinden gidersen başına gelecekler hususunda gençliğimizi ve sınıfımızı gerilim unsurlarıyla uyaran muhteşem filmdir.
sanırım bir ırkçı filmden şunu çıkartır; ''vahşi pislik zenci, gördünüz mü işte beyaz bir aileyi nasıl da acımasızca katletti?''
mutlaka izlemenizi öneririm.
sanırım bir ırkçı filmden şunu çıkartır; ''vahşi pislik zenci, gördünüz mü işte beyaz bir aileyi nasıl da acımasızca katletti?''
mutlaka izlemenizi öneririm.
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın isimleri gibi'' kitabından bir şiiri;
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
bir çiçek kırlardan fırlar ve yıkar buzdan kentleri
pencereden kaçmaya çalışır kirlenmiş bir yağmur
içimdeki mor sokak titreşir
ve yedigöller'e su içmeye iner yüzümde beliren ışık
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
çalışmaya başlar bozuk bir oyuncak
unutulduğu rafta, birden
ölmeden geri döndükleri haberi gelir
savaşa gidenlerin
ve yıldızlara gider
bir çocuğun denize fırlattığı bembeyaz martı
bunu ben de çok denedim
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
bir bulut hiç üşenmez ayın üstünü örter
terlemesin diye sabahleyin
bir transatlantik okyanusların özetini çıkarır
yaptığın kağıt gemiler için
ve alıcılarına ulaşır postacıların düşürdüğü mektuplar
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
baharın aramızda gezdiği söylenir
gitmediğim ülkelerin çok yakın olduğu
tanımadığım kadınların çok sıcak olduğu
ve aşkın
uyanmak üzere olan bir şiir olduğu söylenir
yüreğinde senin
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
bir çiçek kırlardan fırlar ve yıkar buzdan kentleri
pencereden kaçmaya çalışır kirlenmiş bir yağmur
içimdeki mor sokak titreşir
ve yedigöller'e su içmeye iner yüzümde beliren ışık
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
çalışmaya başlar bozuk bir oyuncak
unutulduğu rafta, birden
ölmeden geri döndükleri haberi gelir
savaşa gidenlerin
ve yıldızlara gider
bir çocuğun denize fırlattığı bembeyaz martı
bunu ben de çok denedim
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
bir bulut hiç üşenmez ayın üstünü örter
terlemesin diye sabahleyin
bir transatlantik okyanusların özetini çıkarır
yaptığın kağıt gemiler için
ve alıcılarına ulaşır postacıların düşürdüğü mektuplar
sesine benzeyen bir ses duyduğum zaman
sevgili pelin
baharın aramızda gezdiği söylenir
gitmediğim ülkelerin çok yakın olduğu
tanımadığım kadınların çok sıcak olduğu
ve aşkın
uyanmak üzere olan bir şiir olduğu söylenir
yüreğinde senin
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;
burcu, sen
sen
milyonlarca öpücüğün başladığı yerde uyursun
içinden jetler geçen bulutun yırtılan beyazlığında
haklı bir kavganın ortasında alınan solukta
ve çiçekleri doyuran gün ışığında
burcu, sen
sen
kötü düşlerin sevgiyle onarıldığı yerde uyursun
babasının annesini dövdüğü gece
ödevini yapamayan çocuğun
öğretmenin karşısında döktüğü gözyaşında
ve kardeş yüzleriyle dolu anılarında onun
burcu, sen
sen
aşkın sonsuzluğu ikiye böldüğü yerde uyursun
utangaç bir kızın
ilk sevişmesinde
saçlarıyla örtmeye çalıştığı meme uçlarında
ve yastığın yere düşen yorgana anlattığı erotik masalda
burcu, sen
sen
kapılarından kayıklarla geçilen kıyı kentlerinde uyursun
içine ip merdivenlerin sarkıtıldığı uçurumlarda
bir kuşun ilk uçuşundan sonra konduğu dalda
ve bir aynada
yaşlı bir kadının
ölmeden önce
yeniden güzelleşen yüzüne
son kez baktığı
burcu, sen
sen
ekmekle suyun çalınmadığı yerde uyursun
sıçrayıp durduğu çayırda, küçücük bir tayın
duvarların yıkıldığı bahçelerde
ve iyileştiği yerde yaralı bülbülün
burcu, uyandığında sen
gözlerinin rengi denizleri tanımlar
ve yüreğini tamamlar aşk
kalabalığın içinde sallanan
beyaz eldivenli bir el gibi
burcu, sen
sen
milyonlarca öpücüğün başladığı yerde uyursun
içinden jetler geçen bulutun yırtılan beyazlığında
haklı bir kavganın ortasında alınan solukta
ve çiçekleri doyuran gün ışığında
burcu, sen
sen
kötü düşlerin sevgiyle onarıldığı yerde uyursun
babasının annesini dövdüğü gece
ödevini yapamayan çocuğun
öğretmenin karşısında döktüğü gözyaşında
ve kardeş yüzleriyle dolu anılarında onun
burcu, sen
sen
aşkın sonsuzluğu ikiye böldüğü yerde uyursun
utangaç bir kızın
ilk sevişmesinde
saçlarıyla örtmeye çalıştığı meme uçlarında
ve yastığın yere düşen yorgana anlattığı erotik masalda
burcu, sen
sen
kapılarından kayıklarla geçilen kıyı kentlerinde uyursun
içine ip merdivenlerin sarkıtıldığı uçurumlarda
bir kuşun ilk uçuşundan sonra konduğu dalda
ve bir aynada
yaşlı bir kadının
ölmeden önce
yeniden güzelleşen yüzüne
son kez baktığı
burcu, sen
sen
ekmekle suyun çalınmadığı yerde uyursun
sıçrayıp durduğu çayırda, küçücük bir tayın
duvarların yıkıldığı bahçelerde
ve iyileştiği yerde yaralı bülbülün
burcu, uyandığında sen
gözlerinin rengi denizleri tanımlar
ve yüreğini tamamlar aşk
kalabalığın içinde sallanan
beyaz eldivenli bir el gibi
akgün akova'nın sevdiğim kadın adları gibi kitabından güzel bir şiiri;
şehir hataları vapuruna binmedik jülide
marmara'yı bir dikişte içmedik, üstümüze dökmedik
böbrektaşlarını yıldız yıldız düşürürken gece
birbirimizi bekledik sabahın kanatlarında
o kadar ilerlemişti ki uygarlık
o kadar ilerlemişti ki
bilgisayar ekranlarında batıp çıkan bir gemiye dönmüştü dünya
sana göre aşk
bir gece daha kalmaktı
yıkılmış bir evde deprem sonrası
basamakları kırıldıkça
daha yukarı
tırmanmaya çalıştığımız
ahşap bir merdivendi
duyguları saklama okulları açılıyordu dört bir yanda
sevmemenin bin bir yolu kursları
nefret tohumu ekme çalışmaları her köşede
yine de
yok sandığın bir duygu takip ediyordu seni gizlice
sana göre aşk
örtüsü alev almış
bir masanın üzerinde duran
bir bardak suydu jülide
bana göre
bir bardak suya dökülen okyanus
papatya tarlasına düşen yorgun kargaydı sence
bence kargaya takılan yepyeni bir kanat
kimse inandıramadı seni aşkın var olduğuna
beyaz kanatlarla uçan
bir karga gördüğün ana kadar
jülide
işte bu yüzden arkadaş kalmayı beceremiyoruz seninle
şehir hataları vapuruna binmedik jülide
marmara'yı bir dikişte içmedik, üstümüze dökmedik
böbrektaşlarını yıldız yıldız düşürürken gece
birbirimizi bekledik sabahın kanatlarında
o kadar ilerlemişti ki uygarlık
o kadar ilerlemişti ki
bilgisayar ekranlarında batıp çıkan bir gemiye dönmüştü dünya
sana göre aşk
bir gece daha kalmaktı
yıkılmış bir evde deprem sonrası
basamakları kırıldıkça
daha yukarı
tırmanmaya çalıştığımız
ahşap bir merdivendi
duyguları saklama okulları açılıyordu dört bir yanda
sevmemenin bin bir yolu kursları
nefret tohumu ekme çalışmaları her köşede
yine de
yok sandığın bir duygu takip ediyordu seni gizlice
sana göre aşk
örtüsü alev almış
bir masanın üzerinde duran
bir bardak suydu jülide
bana göre
bir bardak suya dökülen okyanus
papatya tarlasına düşen yorgun kargaydı sence
bence kargaya takılan yepyeni bir kanat
kimse inandıramadı seni aşkın var olduğuna
beyaz kanatlarla uçan
bir karga gördüğün ana kadar
jülide
işte bu yüzden arkadaş kalmayı beceremiyoruz seninle