confessions

turuncu gemi

2. nesil Yazar - Eski sevgili hüznü

  1. toplam entry 1820
  2. takipçi 11
  3. puan 16944

ayça

turuncu gemi
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın isimleri gibi'' kitabından güzel bir şiiridir;

sevgilin “çukulata götürelim,” derken
sen “oyuncak alalım,” diye tutturdun,
“nasıl olsa bi' gün bebeleri olacak di mi?”
“ya çocuk istemezlerse,” dedi seninki kaşlarını kaldırarak
valla haksız da değil, baksana dünyaya neler ettiğimize
“aaaa,” dedin, “necla üç çocuk istiyor,
kardeşsiz büyüdü ya, yokluğunu biliyor”
her zaman böylesindir,
kanije kalesi gibi savunursun düşüncelerini
“birinden biri kısır çıkarsa,” diyerek bir olta daha attı karşı taraf
“o zaman evlat edinirler gül yüzlü bi' bebeyi,” dedin kızgınlıkla
ve oyuncakçıya daldın tutup sevgilinin elinden
içeride kağıttan evler, ışıklı atlıkarıncalar
tavanlara asılan uçaklar ve adamım şarlo
burnu sivilceli cadılar ve top oynayan kurbağalar
aynı rafta yan yana

lahana bebeklerin önüne gelince aralandı
çocukluğunun tül perdesi
23 nisan'larda uçuşan çiçekli eteğin
denize girmeye çalışan daracık sokaklar
otlar üzerinde yavru bir tırtıl olarak yuvarlandığın bahçe
neyse,
babannenin ölmeden birkaç gün önce
sen uyurken yanına bıraktığı
bebeğin ikiz kardeşini görünce
yağmura durdu gözlerin
bak aramızda kalsın, ama ağlayınca hindistan'a benziyorsun
sen benim pakistan olduğumu biliyor musun ayça desem
şiirin içine coğrafya girecek
adlarını sevdiğim ama görmediğim şehirler
buenos aires
kopenhag
rio de janeiro
lizbon ve
semerkant girecek

ağlayınca çaldıran savaşı'nda yaralanan bir ata benziyorsun
sen benim yavuz sultan selim'in seyisi olduğumu
biliyor musun ayça desem
şiirin içine kanlı nalların tarihi girecek
uygarlığa ne katkısı olduğunu bilmediğim savaşlar
dandanakan
miryokefalon
sırpsındığı ve
otlukbeli girecek

ağlayınca incisini düşüren bir istiridyeye benziyorsun
sen benim gökyüzünü düşleyen bir denizyıldızı olduğumu
biliyor musun ayça desem
şiirin içine okyanuslar girecek
düşündükçe ürperdiğim iç denizler
mercan adaları
denizatları
ve ferit edgü'nün
her okuyuşumda
içimdeki taşraya
deniz kokusu taşıyan sözcükleri girecek:

“demirlediğimiz koyların çoğunda, demiri atar atmaz,
daha çıma almaya vakit bulamadan, kıçtan takma bir motorla,
genellikle iki çocuk yaklaşıp halatlarımızı alır
ve bir ağaca ya da kayaya çımamızı bağlarlar.
sonra dönüp sorarlar:
bir istediğiniz var mı? su, sebze, içecek, balık....?
bir seferinde, bir böcek istedim. çok geçmeden getirdiler.
bir seferinde bir ahtapot istedim. iki ahtapot getirdiler.
aynı gün incir ve üzüm istedim.
günbatımına doğru bir sepetin içinde
asma ve incir yaprakları üzerine dizilmiş
renk renk incir ve üzüm getirdiler.
yolculuğun sonuna yaklaşmıştık.
bir akşam vakti,
tekneye gene yaklaşıp sorduklarında,
isteyecek hiçbir şeyim yoktu.
bir denizkızı istedim.
gittiler ve bir daha görünmediler.”

ağlayınca kumsalı içine çeken bir denizkızına benziyorsun
sen o iki çocuktan birinin ben olduğumu biliyor musun ayça desem
şiirin içine gizli aşklar girecek
ki girmesin de
biz oyuncakçıya geri dönelim
çünkü gözyaşlarını silerken sen
toz oluverdi sevgilin
zil çalan maymunların arasına baktın yok
oyuncak ayılarla oynamaya mı gitmiş, baktın yok
plastik böceklerin kutularına baktın yok
onu ararken rastladığın
tahta atın
yelelerini okşadın ve öptün gözlerinden
“hoop n'oluyo,” dedi arkandan sevgilinin sesi
“burda bi' aslan varken bi' beygire mi aşık oldun”
sıkıp dişlerini dönerken ona doğru sen
gördün sana çevrilmiş tabancayı
silah uzmanlarının titiz bir oyuncak tasarımı mı desem
şeytan içine şiir doldurur mu desem
ama o
“bunu alalım necla'lara,”dedi, “plastik mermi de atıyo'muş,”
sırıtarak ekledi, “sonra, her eve gerekli bu zamanda”

sevgili ayça
fırlattığın tabanca yerini bulmadı ama
aşk defterinden sildin o anda hergeleyi
şimdi tahta atı armağan paketi yaptırırken yeni sevgilin için
dinliyorsun oyuncakçıya söylediklerimi

“kendisini kırmayan çocuğa aşık olur oyuncak
ve değil mi ki aşk
oyuncak sanıp yatağımızda sakladığımız
içi bencillik dolu bir silah”

ebru

turuncu gemi
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları'' gibi kitabından güzel bir şiiridir;

sen kartopuna tutulan bir yıldızsın ebru
duvarlara karşı çalınan ıslıksın
beyaz bir bulutsun çamaşır makinesine atılan
metal yığınlarının dağıttığı bir duygu bahçesiyken yüreğin
ipliğe tutunmaya çalışan kırık düğmesin
çok güzel bir kadınsın da, bunu niye saklamalı
niye saklamalı
tutkulu aşkların masallarda kaldığına inandığını
ve
aradığını yine de
avuçlarını yangına verecek elleri

rüzgarda açılan saçın güzelliğisin sen ebru
gülüşünü çalmak için hırsızların pusu kurduğu bir yüz
batan bir geminin ambarındaki kuyruklu piyanosun
istanbul'un boğazında sallanan bir diş gibi dururken deprem
coğrafya kitabısın en kaygan fay çatlağının
esrik bir kadınsın da, bunu niye saklamalı
niye saklamalı
gözlerinde mavi, uysal kediler yürürken
birden gözbebeklerinden kaplanlar fırladığını
ve
yıktığını
geceleri aşıklarının üstüne

boşlukta salınan bir tüyü andırsan da sevgili ebru
aramızdan kuşlar geçer, kanatları kırılmaz
hem niye saklamalı
uçuldukça uzayan bir göç yoludur aşk

aslı

turuncu gemi
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiridir;

karanlıktan korkan ay
sıyrılınca bulut ordusundan
gördüm gerçeğe düş dolduran yüzünü
yanan bir deve kervanı geçiyordu alnından
saçlarından bir adam düşüyordu
bir doğu kentinin adını bağırarak : isfahan!
gözlerin dağlardaki su söylenceleri
ki az sonra
martılar deniz sanıp inecekler
ve ezgiler başlayacak
kaçıp kovalamaları anlatan
tavşanlarla tazıları
hükmedenlerle köleleri anlatan
çatlayan atları
yakılan kapıları
köpeklerle efendilerini anlatan ezgiler
peşimdeydiler ve havlıyordu iz süren köpekleri
dünyanın kanadığını
otların kaçıştığını duyuyordum
dağıldığını duyuyordum sözcüklerdeki anlamın
ayışığı gözümü biçiyordu
karanlıklar gölgemi
yeryüzünün canı acıyordu aslı
peşimdeydiler
ve soluklarını duyuyordum köpeklerinin
bağırabilirdin sana rastladığımda
beni ele verebilirdin
söyleyebilirdin nasılsa bir gün
sözcüklerin ağzımdan göç edeceğini
ve diz çökeceğimi ölümün kalesi önünde
yenik bir şövalye gibi
peşimdeydiler
ve soluklarını duyuyordum köpeklerinin
birden elimi tuttun aslı
bir uçurumun ucundan tuttun
sonra yükselmek için açarken kanatlarını
fısıldadın gecenin kulağına
duysun diye bütün avcılar

“ölüme yetişmiş olsa da birçok kurşun
hiçbir kurşun yetişememiştir aşka”

teoman

turuncu gemi
geceye, teo'nun bazı yalanlar şarkısının, az bilinen muhteşem akustik versyonununu bırakıyorum. aynı zamanda harika bir çello ve piyano uyumu barındırır.
adam babam yaşında ama hala teo. yolda görse bu girinin hesabını sorsa haklı walaa.
neyse, teoman dayının muhteşem çalışması aşağıdadır.

bir kaç yaralı ruh,
bir kaç bira şişesi,
elimizde bunlar var..





başkanlık sistemi

turuncu gemi
türkiye halklarına edilmiş en büyük kötülüktür. başkanlık sistemi de, asıl itibarıyla demokrasi içre bir yönetim biçimidir. fakat dünyadaki hiç bir uygulamasında, baş belli gövde nerede yahuu şeklinde icraa edilmez. hele ki, hiç bir aklı başında halk, 150 yıllık parlementer demokrasi geleneğini bir gecede bozup böyle bir sisteme geçmez.

avrupa'nın gelişmiş demokrasileri, çok aptal ve gerici insanlar oldukları için her seçimde iktidarı koalisyonlar biçiminde dağıtmıyor. koalisyon türü yönetim şekilleri olabilecek en mükemmel denge denetleme mekanizmalarının olduğu yönetim şekilleridir. tersi ise, türkiye ihale kanunu, tmk falandır.

isterlerse beni 20 yıl hapse atsınlar, 16 nisanda halkımızın yüzde 51 oyla bu yasayı kabul ettiğine inanmıyorum inanmayacağım. şayet, beni 20 yıl hapis yatırdıktan sonra buna inandıracağını sananlar da çok yanılır. bu başı belli, gövdesi belirsiz sistemin yasalaşmasının ortakları salt akp ve mhp değildir. bu yasada, daha meclise geldiği günden refarandum sonrasına kadar hiç bir ciddi muhalefet etmeyen chp'de ortaktır.

sanırım kenan evren'de baya bir isterdi böyle bir sistemle sonsuza dek başkan olmayı. fakat evren, her hangi bir halk desteği olmadan, topla, tüfekle, tomayla iktidarda kalınamayacağını bilecek kadar rasyonel bir nato askeriydi.
siyasal islam kurulduğu ilk günden beri meşuiyetini, devlet gücüyle değil, halk desteğinden almıştır. çevremizdeki bugünkü veya geçmişteki hiç bir dikatörlük salt polis gücüyle iktidarda kalınmayacağının farkındaydı. geçmişteki hafız esad diktasından, günümüzdeki aliyev, ve iran molla dikatörlüğüne kadar hepsinin kah ekonomik, kah afyonik halk destekleri sağlamdır.

bizde deniz kurudu. bunu herkese hatırlatırım.

ibrahim kalın

turuncu gemi
bu başlık üzerinden sayın cumhurbaşkanımıza seslenmek istiyorum. ibrahim kalın'ı kovun beni işe alın. süleyman soylu'yu kovup da yerine atayabilirsiniz beni. hele ki, çavuşoğlu bile dışişleri bakanlığı yapabiliyorsa yıllardan beri, ben bile yapabilirim.

rica ederim adalet bakanımızı falan kovmayın. o görevi asla kimse yapamaz belli ki. yerine beni silivri'ye 20 yıl koğuş ağası atayın daha iyi.

deniz

turuncu gemi
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiridir;

“beyaz güller hastanesi'nde yaşamın elini ilk kez tuttuğun zaman
tanrı oyuncaklarını yüzünde unuttu senin
ve mavi bir uçurum ekledi gözlerine
günü gelince düşmem için “

bu dizeleri yazmıştım
8.30 vapurunda unuttuğun
anı defterine
sana geri vermeden önce

ama neylersin sevgili deniz
tüylerini fırtınanın döktüğü bir martı gibi
herkese yakışmıyor aşk
ve
gözlerine gitmiyor artık
bindiğim hiçbir vapur
hay allah

berna

turuncu gemi
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;

sonra gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün güneşler
bahçelere gelincik döşüyordu ilkbahar
takmış baca temizleyicilerini koluna
çay bardaklarına değdirdik yenilemek için dudaklarımızı
eski aşklarımızdan söz ettik, yitik kuş seslerinden
kapının yanında bekleyen bavullardan
“kanatlara inanmak için çok geç,” dedin
“bu kadar kırılıp dökülmüşken yatak odaları,
hızla soğuyan bir çorbaya benziyor yaşam,
bazı geceler zamanın kokusunu duyuyorum birden uyandığımda
bazı sabahlar ayın çatladığını,
yalnızlığın bembeyaz gözleri var
çalar saatimin üstünde uyuyor şimdi
görülmeyen bir düş gibi”

sözden çok yazıyı sevdiğin için
kendimi şiir bilip sustum
ve yeniden okudum
karda koşan atların sırtında
dolaştırdığın sözcüklerini:

“eşyalarım yerleştirilmişti otobüse, yolcular yerlerini çoktan almıştı.
uğurlamaya gelen güzel insanlarla da konuşmuyorduk o sırada,
bir sondu yaşadığımız an.
bense seni bekliyordum;
bir yaşama, bir kente ve hepinize veda ederken
en çok seninle kucaklaştığımda anlayacağımı biliyordum,
geri dönüşsüz bir yolculuğa çıktığımı.
gözyaşlarım bekliyordu, şimdi değildi sırası, biraz sonraydı.
oturduğum koltuktan, akıp giden görüntülerin uzaklığında
yüzümün anlamlarının yitip gittiğini seziyordum.
sevgiliye duyulan özlem kadar büyüktü
seninle vedalaşmaya duyduğum da.
gelmedin, bilmeliydim…
ben de gelmezdim.
o günden sonra, söz verdiğin mektubu bekler oldum,
boşluğunu doldursun diye;
yazmadın.”

mektup dağıtan bir postacıya rastladıktan sonra
gittik bir kır kahvesine oturduk
bizimmiş gibi bütün kuşlu zarflar
kırıklarla dolu olsa da kanatlar sevgili berna
yeniden uçmak için küçük bir rüzgar yeter
ve fısıldar bize ilkbahar:

yürekten yüreğe savrulan çiçektozudur aşk

idil

turuncu gemi
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;

baban
yorgun bir tilki gibi uyuyor
ve doğduğu ormanın
avcılara satıldığını görüyor düşünde

annen
derin bir yara izi gibi uyuyor
eline bir bıçak geçse
kimden başlayacağını bilmiyor

kız kardeşinin uykusu
senden kalan solmuş bir giysi gibi
yanıt arıyor geceleri
“kuşlar neden ağaçların en uç dallarında uyurlar”
sorusuna

erkek kardeşin
açık bi' dolap kapağı sanki
içinde patlak bi' futbol topu
yırtık bi' hayat bilgisi defteri
ve kırık not yağmurları

sen uyurken
yaralarını sardığın için sevgili idil
bazı sabahlar güneş geç doğuyor
ve yıldırım gibi içine düşen duygular
salyangozlar gibi
ağır ağır terkediyorlar seni

aşk denilen şey
onların bıraktığı
fosforlu izler
yüreğin duvarlarında

balina

turuncu gemi
gülten akın şiiridir;

göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim
hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde
ne senin mavi balinan

selahattin demirtaş

turuncu gemi
edebiyatçı, ressam, müzisyen ve hdp lideridir. bianet haber sitesine verdiği mülakattan bazı bölümleri paylaşıyorum;

2015 genel seçimlerinde Muğla mitinginizde, “Ahmet Kaya'yı gizli gizli dinlediğiniz gibi Selahattin Demirtaş'ı da dinlediğinizi biliyoruz” gibi bir pankart vardı. Sizce de, size hem çok kızıp hem de gizlice izliyorlar mı?

Bana kızanların beni izlediklerini sanmıyorum. İzleselerdi kızmazlardı. Kızanlar, beni tam izlemeden önyargı sahibi olanlardır. Onlara saygı duyuyorum. Herkes beni izlemek veya sevmek zorunda değil. Ama oy vermeyi düşünmeyen milyonların izleyip sevdiğini biliyorum. Kimi gizli (platonik :)) kimi açıktan sevip izliyor halen

Avrupa Birliği süreci gibi konular yeniden demokratikleşmeye neden olabilir mi?

Girdiği kabın şeklini almakta zorlanmayan pragmatizim esaslı ve omurgasız bir siyasetin nereye evrileceğini kestirmek zor. Ama herkesin daha ağır baskılara hazırlıklı olmasında yarar var.

Cezaevinde olmasaydınız şu anda politik anlamda nerede olurdunuz?

Kehanette bulunmak gibi bir niyetim yok ama nerede mücadele varsa orada olurdum. Şimdilik zindanlarda mücadele var ve buradayım

Başta kendi çocuklarınız olmak üzere, Türkiyeli çocuklar için nasıl bir ülke hayal ediyorsunuz?

Hayal etmiyorum sadece, bunun için mücadele de ediyorum. Her insanın, doğanın bir parçası olarak eşit, özgür, barış içinde yaşadığı bir yeryüzü için mücadele ediyorum.

yusufçuk

turuncu gemi
bilimsel adı anisoptera olan muhteşem varlıktır. tabii ki kendisini ilk gördüğüm 8 yaşımdan beri benim nazarımda da ismi helikopter böceğidir. doğanın bu halde şekillendirdiği bir canlı hatırına bile olsa o gün bugün asla doğaya bilerek veya bilmeyerek hiç zarar vermemeye gayret ederim. benim en sevdiğim ve hayranlık duyduğum canlı türlerindendir.

genel itibarıyla böcek belgesellerine bayılırım. size de izlemenizi tavsiye ederim. özellikle karınca kolonilerinin işleyişi, evrende tek şuur sahibi yaratıklar olduğumuzu sorgulatır. ben bunu sorgulamıyorum bile. biz insanlar sadece dilimiz olduğu için böyle saçma bir şeyi iddia edebiliyoruz. karıncalar bunun reklamını yapacak düzeyde bir ağız dile ihtiyaç duyup evrimlerini bu denli gereksiz bir şeye yönlendirmemişler. hele ki, karıncaların yakın akrabaları olan arı belgeselleri izledikten sonra, uzayda insan dışı akıllı yaşam formları haberleri hiç dikkatimi çekmemeye başladı.

biz insanların evrimi bu muhteşem canlılardan baya eksiktir. bu canlıların hiç biri ellerine bir balta alıp deli gibi bindikleri dalı kesmenin aptalca gayreti içinde değillerdir.

çağrı

turuncu gemi
gülten akın şiiridir;

evler büyük dedikçe büyük
ben insanların en garibi
uzağı ilk defa kavradım
görür yahut dokunur gibi

eski bir saçakta kuşlarla
yele yağmura karşı oturdum
iç içe daireler çiziyor
içine adını yazıyorum

gün uzun türküsünü bitirdi
karlı dallara yürüdü karanlık
yalnızlık çekilmez bu vakit
delirdi denizde yosun çayda balık
gel artık

çay

turuncu gemi
gülten akın şiiridir;

bülbüllerin, kızaran çileklerin sesi
bana doğru uzanmış elindeki
açık sabah çayı
kışkırtılan gönenç
suçlu gibi yaşamaya alıştık biz oysa

onu nereye nereye saklamalı
yıllarca sımsıkı kapattığı kapattığımız
ruhlarımız (ilk mi) birbirine değdi
düzleşe düzleşe yitti deniz
düşteydik, teknelerin sesi balıkçılar olmasa
dağlar eflatun ve kara
gitgide yaklaşarak üstümüze geldi
yittik yitik ülkedeydik
değdik
kırlangıcın kanadıyla sessizliğe

reddettik
göğü, ağır bulutları, koyu
batıp gideni reddettik
akşam, yaşlı seslerinden geçerek komşuların
yoğurdun ve elmanın tadıyla

bizi derinine aldı

koçaklama

turuncu gemi
gülten akın şiiri;

bir çağ ki öyle en olmıyacağı
kuşatır yasaklar üstünü örter
susuz bir tavşansın dolanırsın
suya değerken ayakların

masalsın korkunçsun, eskisin masalsın
örtük odaların iç içe odaların
üşür senden uzakta senin yanında korkar
tay bacaklı, sıpa gözlü bir kadın

pis ya vurmak, incitmek kötü ya
-gülünç ya öyle bulmadığı bazılarının-
kaygısız yaşamanın ormanlarında
sen avcı olsan avlanamazsın

christopher ecclestone

turuncu gemi
bugüne kadar hiç bir kalitesiz yapımda yer aldığına tanık olmadığım aktördür. eğer bir filmde kırıntı kadar rolü varsa, o filmin mutlaka iyi olduğu kanısıyla izleyip haksız çıkmadığım sinema adamıdır.

benim en sevdiğim ve oyunculuğunun kalitesi her zaman gözümün, yüreğimin damağında kalacak insandır. 2002'de modern seri doctor'un ilk bölümünü dünyada 11 milyon kişi izler. sevgili christopher kardaşımız bunun üzerine yapımcılara, asla 2. sezonda sezonda yer almayacağını bildirir. rolün üzerine yapışacağından ödü kopar. o zamanlar, christopher kardaşımızın bu kararı için cebine esrar koyup tutuklatacak kadar çok öfkelenmiştim. fakat bugün düşünüyorum da, ucuz şöhret, kolay para uğruna eğilmeyecek, bükülmeyecek ilkeli, prensipli bir abimizdir kendisi.

ama doctor who dizisini, levis carrol'dan alıp ruhunu öldüren steven moffat. buradan sana sesleniyorum. neyse, seslenmekten vaz geçtim. sözlüğün küfür katsayısını yükseltmek istemem. seni adi, fetö'nün bbc imamı kapitalist pislik.

kaşın çeğmelenmiş kirpik üstüne

turuncu gemi
kaşın çeğmelenmiş kirpik üstüne
havada buludun ağdığı gibi
çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış
yağmurun güllere yağdığı gibi...

diye devam eden türküde geçen muhteşem betimlemedir. halk arasında ''dersini almış da ediyor ezber'' olarak da bilinen bu türkü özü itibariyle hüzünlü bir hikayenin ürünüdür. fakat nedense bana ilk aşık olduğum zamanlardaki ürkek heyecanlarımı hatırlatır.
şimdi ise, yeniymiş, aşkmış, heyecanmış? en az bu türkünün tarihi kadar eski lugat kavramları geliyor kulağıma.

mehmet ağar

turuncu gemi
klıştar'ın, ssk'yı batırdığı yılların fenomeni. belki ssk'yı batırmadı lakin, hukukun bir daha asla yerine oturmayacak kadar yerle yeksan olması bu arkadaşın dönemine rastlar. gerçi bugün neyi batırırsan batır, iktidarın yanındaysan hiç önemli değil.

herkese terorist yaftası falan yapıştıran güneşli gözlüklü bir arkadaştır. kendisi hakim değildir, savcı değildir. fakat ''yargısız infazlar'' tarihini araştırırsanız bir çok yerde ismine rastlayabilirsiniz. cürüm işlemek için silahlı örgüt kurmak ve yönetmekten asıl kendisi sabıkalıdır.

başkentli resul

turuncu gemi
çok uzun yıllar ankara'da yaşadım. ankara'yı taparcasına seven pek az manyaktan biriyim. gerçi ben kahir ekseri iç anadolu'nun yer yerini çok severim. fakat dağı taşı, her mahallesi pavyonla dolu bu kentte bir gün merak edip o batakhanelere kafamı uzatmışlığım yoktur. fakat o güzel kentte uzun bir süre esnaflık da yaptığım için çok sayıda o batakhanelere saplanmış insan tanıdım. önceleri bu pavyon kültürünü batıdaki ''striptiz klüpleri'' gibi bir anlayışın ürünü olarak düşünmüştüm. çok fazla sopranos dizisi izlediğim doğrudur. lakin, bu pavyon müptelalarının anlattıklarından anladığım kadarıyla iğrençlik oraları çok aşan boyutlardadır.

geçen sene büyük bir mucize olmuştu hayatımda. 3 ay boyunca aşırı mutluydum. her şey çok iyi gidiyordu. bir gün youtube'de bir türkü ararken resul'un yorumuna denk geldim. çok gerçek üstü, ve aşırı güzel tiyatral havası vardı. bütün şarkılarını dinlemekten kendimi alamadım. o 3 ay boyunca akşam eve gelip deli gibi başkentli resul'un oyun havalarını dinliyorumdur. aşırı zevkliydi. sonra mutluluk bıçak gibi kesildi. kaos mu, normalitemi karar veremeyeciğim bir karanlık tekrar başladı ruhumda. fakat resul abimizin huriye'ye sorusu tarihsel niteliğini hala korumaktadır;

''delikanlılar dururken vay aman, niye kaçtın babama babama?''

huriye'nin cevabı ''kemanın eskisi daha iyi öter resull''

konuşma

turuncu gemi
hale koray şiiridir;

'sabra inan' dedi çopur ihtiyar
'düzlüğe taşıyacak seni bır gün kanatlarında.
herkesten gizlediğin bir gecede, yurdunun
gelincik tarlalarında
sırtüstü, akasya ağacından sapanınla,
yıldızları vuracaksın'
'sevenim de olacak mı?
o'nun sevdiği gibi, usul dudakları
döşümdeki bıçak izinde dolaşan,
kalbi, kalbim attıkça atan,
göğsü vatan,
benim gibi yurtsuza.'

günün şiiri

turuncu gemi
çıplak kal

nicedir dokunuşlar çakmaktaşı bu iklimde
gülüşler günahtan gerdanlık
sevişmeler göz yordamı
çıplak kal
bir çift güvercin olsun memelerin
gagasında göç külfeti, aşk kırıntısı
beni işgal etsin, çıplak kal

şimdi susam kavrulu bizim orda
mavi yarpuz şimdi
buğday kırılır bizim orda
akşam alacası şimdi
narin ceylana buz rengi bir dağgölü
benim içim kor kor
kızıl kor

küfürbaz kalkıyorum
ayıp sinmiş her masadan
türünü bilmediğim bir kuş oluyorum
kanatlarım gök yorgunu, tünek arıyorum
deprem korkuyorum
çağlayan düşüyorum
ip kopuyorum...
çıplak kal
pul kadar örtük yeri kalmasın
zarf beyaz etinin
çıplak kal
tenin namusudur kainatın
endamın kavaklarla aynı türküye dursun
tabanca gibi tehditkar memelerin
beni vursun
diriltsin vursun, diriltsin vursun

hamdi özyurt
40 /