büyük yazar aziz nesin derdi ki; ''türklerin dünyada iki tane icadı vardır, rakı ve ayran. onlar bile saf değildir sulandırırız.''
rakının suyla içilmesinin adet oluşu ittihat ve terak-i döneminde başlar. ingilizler viski'yi sodayla içince bizim özentilerde rakıyı suyla içmeye başlamıştır. herkesin damak tadı tabii ki farklılık gösterir ama gerçek manada rakının tadı buzla alınır.
biz antakya'da rakıyı genelde kendimiz incir meyvasıyla yaparız. içine hiç bir kimyasal alkol maddesi eklemeyiz. tamamen incirin kendi mayalanan alkolünün eşssiz zevkini yaşarız. zatem bizim rakımız su katsan da beyazlama özelliği olmayan bir türdür. yaptığımız rakıyı satmak gibi çakallığımız da yoktur. ama ülkemizin en büyük bira üreticisi kodamanın bizim kendi içmek için ürettiğimiz 3 gram rakımızdan vergi almak gibi çakalca istekleri olmuştur geçmişte
sadece gözlem gücüne dayanarak çok güçlü bilimsel önermeler yapan bilim tarihinin mihenk taşlarındandır. şimdi biliyorum bazı çok bilenler diyecektir ki kendisi bilim adamı değildir. bu doğrudur, kendisi biyoloji eğitimi bile almamıştır. ama büyük bir bilim disiplini inşa etmiştir. bence bu yönü bilimde kendisini daha önemli bir yere otutturur. lenin'de üniversiteye gitmemiştir. ama adına üniversiteler yapılmıştır. darwin'in sadece gözlem gücüyle yaptığı o zamanlar adına hipotez diyebileceğimiz bir çok önerme kendisinden sonra labratuar ortamında ispatlanmıştır. evrimle ilgili bir çok saptaması da kendisinden sonra bilim insanları elinde evrim geçirerek daha bütünlüklü hale gelmiştir. hadi teistler bunu açıklasın.
bugün sağlık alanında geliştirilen bir çok tedavi evrimsel biyolojinin mekaniğinin doğru bir şekilde çözülmesi sayesinde hayata geçirilmiştir. belki de bugün yaşamınızı ve sevdiklerinizin yaşamını bu her gün sövdüğünüz güzel insana borçlusunuz. utanacak mısınız? sanmıyorum. ama ben yine de bu hakikati geceye bırakmak istedim.
bugün sağlık alanında geliştirilen bir çok tedavi evrimsel biyolojinin mekaniğinin doğru bir şekilde çözülmesi sayesinde hayata geçirilmiştir. belki de bugün yaşamınızı ve sevdiklerinizin yaşamını bu her gün sövdüğünüz güzel insana borçlusunuz. utanacak mısınız? sanmıyorum. ama ben yine de bu hakikati geceye bırakmak istedim.
hacem bektaş veli ''okunacak en güzel kitap insandır'' der. evet bence de okunacak en güzel ve en ilginç kitap insandır. ama bu karmaşık kitabı, nosce te ipsum'dan bi haber yapabileceğinizi sanıyorsanız çok yanılırsınız. yani önce kendinizi tanımak ve okumaktan bahsediyorum. içinizdeki cehenneme bakma cesareti olan insanın vakıf olabileceği bir alfabesi vardır insan okuma sanatının. neden hayatlarımız cennet yahut cenette yakın değilin yanıtı da buradadır. çünkü henüz içimizdeki cehenneme dair en ufak bir fikrimiz yok.
aşık veysel'in bir türküsünde ''kurtla kuzu yan yana gezerdi, fikir başka başka olmasa'' diye bir dize vardır. bunun esas çözümlemesi şöyledir. kutsal kitaplara göre ahiret gününe yakın vahşi hayvanlarla avları yan yana gezecektir. herkesin aynı fikirde olduğu bir dünya da veysel ustaya göre kıyamet alametidir.
yazık ki günümüzde insanlık ilginçliğini fena boyutlarda yitirmiş durumdadır. bunun en büyük sebebi herkesin çok fazla birbirine benzemesidir. biz ne zaman kendimize bu kadar büyük bir kötülüğü layık görecek kadar çok kendimizden nefret ettik?
aşık veysel'in bir türküsünde ''kurtla kuzu yan yana gezerdi, fikir başka başka olmasa'' diye bir dize vardır. bunun esas çözümlemesi şöyledir. kutsal kitaplara göre ahiret gününe yakın vahşi hayvanlarla avları yan yana gezecektir. herkesin aynı fikirde olduğu bir dünya da veysel ustaya göre kıyamet alametidir.
yazık ki günümüzde insanlık ilginçliğini fena boyutlarda yitirmiş durumdadır. bunun en büyük sebebi herkesin çok fazla birbirine benzemesidir. biz ne zaman kendimize bu kadar büyük bir kötülüğü layık görecek kadar çok kendimizden nefret ettik?
geçenlerde istanbul'dan çok sevdiğim bir kadın arkadaşım aradı. kendisi genç, mesleğinde iyi bir kariyeri olan espiritüel kişiliği yüksek bir kadındır. ama yarı şaka yarı ciddi sızlanmaya başladı ''ayy memosh, bu yaşa geldim bir alanım çıkmadı. ayy ben evde kaldım! ay ben mafh oldum, ayy yaşıtlarım evlendi çoluk çocuğa karıştı ben niye böyle kaldım''
bu arkadaşım tanıdığım günden beri bu sözlerle sızlanır durur. ama yani normalde 6-7 cümlesinde bir sızlanırken bu sefer üç cümlesinden birinde böyle sızlanıyordu.
ona dedim ki;
''sen yalnızken mutluluğu öğrenememiş ve başaramamış bir insansın, bunu tek başına öğrenmeden başlıyacağın bir ilişki ve sonrasında ki evlilik ikili mutsuzluktan başka bir şey olmayacaktır.''
bu sefer ''ay ben mutsuz değilim ki böyle, ama yani olsa iyi olurdu'' demeye başladı.
ay şiştim patladım sohbet boyunca. herkesin sevgilisi olmak zorunda değildir. herkesin sevdiği bir insan olsa tabii ki iyi olur. ama yani dünyada yaşayan herkesin sevgilisi olsa da, siz sırf bu temelli bir ilişkiye başlarsanız, emin olun pişman olursunuz.
bu arkadaşım tanıdığım günden beri bu sözlerle sızlanır durur. ama yani normalde 6-7 cümlesinde bir sızlanırken bu sefer üç cümlesinden birinde böyle sızlanıyordu.
ona dedim ki;
''sen yalnızken mutluluğu öğrenememiş ve başaramamış bir insansın, bunu tek başına öğrenmeden başlıyacağın bir ilişki ve sonrasında ki evlilik ikili mutsuzluktan başka bir şey olmayacaktır.''
bu sefer ''ay ben mutsuz değilim ki böyle, ama yani olsa iyi olurdu'' demeye başladı.
ay şiştim patladım sohbet boyunca. herkesin sevgilisi olmak zorunda değildir. herkesin sevdiği bir insan olsa tabii ki iyi olur. ama yani dünyada yaşayan herkesin sevgilisi olsa da, siz sırf bu temelli bir ilişkiye başlarsanız, emin olun pişman olursunuz.
harold pınter'ın gerçeğin resmini yaptığı şiirdir.
işte gidiyorlar gene
yankiler zırhlı alaylarıyla
keyifli türkülerini şakıyarak
dört nala büyük dünya boyunca
amerika'nın tanrısı'na övgülerle
hendekler tıka basa ceset dolu
bu birileri, savaşa katılmayanlar
öbürleri, övgüye katılmayanlar
bu birileri, seslerini yitirmekte olanlar
bu birileri, türkünün ezgisini unutanlar
süvarilerin şaklayan kırbaçları var
kafanız kumda yuvarlanıyor
kafanız pislik dolu bir havuz
kafanız toz duman
gözleriniz çürümüş ve burnunuz da
yalnızca ölülerin kokusu
ve bütün o ölüm havası taptazedir
amerika'nın tanrısı'nın kokusuyla
işte gidiyorlar gene
yankiler zırhlı alaylarıyla
keyifli türkülerini şakıyarak
dört nala büyük dünya boyunca
amerika'nın tanrısı'na övgülerle
hendekler tıka basa ceset dolu
bu birileri, savaşa katılmayanlar
öbürleri, övgüye katılmayanlar
bu birileri, seslerini yitirmekte olanlar
bu birileri, türkünün ezgisini unutanlar
süvarilerin şaklayan kırbaçları var
kafanız kumda yuvarlanıyor
kafanız pislik dolu bir havuz
kafanız toz duman
gözleriniz çürümüş ve burnunuz da
yalnızca ölülerin kokusu
ve bütün o ölüm havası taptazedir
amerika'nın tanrısı'nın kokusuyla
talât sait halman'ın çevirisiyle, hart crane şiiridir.
ağacı üstünde elma, şehvetidir kadının-
parıltılarla asılı, güneşten maskarası.
ağaç, kesmiş soluğunu kadının;yeltenip
yükselip üstüne dal dal, dilsizce dilli sesi
çıkıverir gözlerine bir karartı perdesi.
kadın tutsak ağaca ve yeşil parmaklarına.
ve kendini ağaç sanar düşüncesinde kadın.
rüzgâr kucaklayıp örer taze damarlarını,
kaldırır onu göklere, uçarı maviliğe,
ellerinin ateşini boğup gün ışığında.
hiç anısı yok kadının, korkusu, umudu yok
ayaklarındaki ottan ve gölgelerden öte.
ağacı üstünde elma, şehvetidir kadının-
parıltılarla asılı, güneşten maskarası.
ağaç, kesmiş soluğunu kadının;yeltenip
yükselip üstüne dal dal, dilsizce dilli sesi
çıkıverir gözlerine bir karartı perdesi.
kadın tutsak ağaca ve yeşil parmaklarına.
ve kendini ağaç sanar düşüncesinde kadın.
rüzgâr kucaklayıp örer taze damarlarını,
kaldırır onu göklere, uçarı maviliğe,
ellerinin ateşini boğup gün ışığında.
hiç anısı yok kadının, korkusu, umudu yok
ayaklarındaki ottan ve gölgelerden öte.
ne yalan söyleyeyim, dünyayı titretecek güçteki sosyalist, toplumcu namus şiirlerinden daha önce, belki de bugüne kadar yazılmış en güzel aşk ve hasret şiiri geliyor.
ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım.
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.
ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım.
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.
lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
kar yağıyor
karanlıklara.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
kar...
üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
lambayı yakma, bırak!
kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
nâzım hikmet
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
kar yağıyor
karanlıklara.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
kar...
üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
lambayı yakma, bırak!
kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
nâzım hikmet
ayrılık kalpte bir yaradır. ama kanaması sol göğsünden görünür biçimde taşmıyor işte. sen öyle sansan da öyle olmuyor. kan dayanamayıp bir süre sonra avuçlarında bir yerlerden akıp gidiyor.
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık
biliyorum:
toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarıldılar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrıldılar...
n.hikmet
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık
biliyorum:
toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
kadın sustu.
sarıldılar
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
ayrıldılar...
n.hikmet
insanı derin düşüncelere daldıran bir nazım hikmet şiiridir.
meryem ana tanrıyı doğurmadı
meryem ana tanrının anası değil
meryem ana analardan bir ana
meryem ana bir oğlan doğurdu
âdemoğullarından bir oğlan
meryem ana bundan ötürü güzel bütün suretlerinde
meryem ananın oğlu bundan ötürü kendi oğlumuz gibi
yakın bize
kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır
acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan
karasabanlar gibi çizer kadınların yüzünü.
ve sevinçlerimiz vurur gözlerine kadınların
göllerde ışıyan seher vakıtları gibi.
hayallerimiz yüzlerindedir sevdiğimiz kadınların,
görelim görmeyelim karşımızda dururlar
gerçeğimize en yakın ve en uzak.
meryem ana tanrıyı doğurmadı
meryem ana tanrının anası değil
meryem ana analardan bir ana
meryem ana bir oğlan doğurdu
âdemoğullarından bir oğlan
meryem ana bundan ötürü güzel bütün suretlerinde
meryem ananın oğlu bundan ötürü kendi oğlumuz gibi
yakın bize
kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır
acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan
karasabanlar gibi çizer kadınların yüzünü.
ve sevinçlerimiz vurur gözlerine kadınların
göllerde ışıyan seher vakıtları gibi.
hayallerimiz yüzlerindedir sevdiğimiz kadınların,
görelim görmeyelim karşımızda dururlar
gerçeğimize en yakın ve en uzak.
serbest şiirleri kadar çok güzel rubaileri de olan şairimizdir.
sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...
«— şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi hayyam.
baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»
ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında...
bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...
ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...
ben, bir insan,
ben, türk şairi komünist nâzım hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...
insan
ya hayrandır sana, ya düşman.
ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...
«— şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi hayyam.
baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»
ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında...
bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...
ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...
ben, bir insan,
ben, türk şairi komünist nâzım hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...
insan
ya hayrandır sana, ya düşman.
ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
insanın içini ısıtan ve ışıtan melih cevdet anday şiiridir.
gözlerine bakıyorum
denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
dağınık köy evleri gibi orda burda
sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli
yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
yarışı başlatan tabanca sesi gibi
dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
duyuyoruz söylediklerimizi
gözlerine bakıyorum
denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
dağınık köy evleri gibi orda burda
sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli
yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
yarışı başlatan tabanca sesi gibi
dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
duyuyoruz söylediklerimizi
uzun boylu sevgi insanımız bunu yıllarca meydanlardan söyledi söyledi inanmadınız. kılışdar bir de üzerine muhalefeti batırdı hala iman etmemektesiniz. meclis'in açıldığı bir ekim günü, şimdi adını anımsamadığım bir chp milletvekili erdoğan konuşurken ona soru sormak istedi. kılıçdaroğlu'nun bir hışımla dönüp sus işareti yapması vardı ki her şeyi açıklıyor. gerçi kılıçdaroğlu önderliğindeki chp, o gün gerektiği kadar tepki göstermişlerdi sayın erdoğan'a. erdoğan kürsüye geldiğinde oturmuşlardı.
uzun boylu sevgi insanımız meydanlardan kılıçdaroğlu'nun ssk'yı batırdığını gerektiği kadar söyledi ve biz bundan hiç bir ders çıkartmadık doğrudur. ama sayın erdoğan bir de, kılıştar'ın hangi sağ iktidarlar zamanında ssk'yı batırdığını da söylese ya. ve bugün akp iktidarı o sağ iktidarları referans alıyor mu almıyor mu?
bir de kılıçdaroğlu, bugün sgk'da biriken ve içinde tüyü bitmemiş yetimin hakları olan fonlar nerelerde kullanılıyor bir çıksa anlatsa ya. neyse, kılışdar ya yürüyor, ya oturuyor. bir ortasını bul be adam.
uzun boylu sevgi insanımız meydanlardan kılıçdaroğlu'nun ssk'yı batırdığını gerektiği kadar söyledi ve biz bundan hiç bir ders çıkartmadık doğrudur. ama sayın erdoğan bir de, kılıştar'ın hangi sağ iktidarlar zamanında ssk'yı batırdığını da söylese ya. ve bugün akp iktidarı o sağ iktidarları referans alıyor mu almıyor mu?
bir de kılıçdaroğlu, bugün sgk'da biriken ve içinde tüyü bitmemiş yetimin hakları olan fonlar nerelerde kullanılıyor bir çıksa anlatsa ya. neyse, kılışdar ya yürüyor, ya oturuyor. bir ortasını bul be adam.
bülent ortaçgil'in muhteşem bir şarkıyla anlattığı somut varlıktır. sevgi durumu sözlüklerde soyut varlık olarak geçse de, sevince ona ruh üflersin ve somut varlığa dönüşür. sevgili ortaçgil'de nasıl sevmişse artık, ne kadar güzel bir duyguyla bu şarkıyı yapmış bilmiyorum. ama o kadar yüksek bir sevgi durumu olmalı ki, ben ifade edecek cümle bulamıyorum.
dante gibi ortasındayım ömrün, o kadar mutsuzum ki epeydir, intihar mı etsem, kalkıp bir çay mı demlesem diye gidip gidip geliyorum. tam bu sıkıcı ironilerle kendimi güldürmeye çalışırken, çok uzun zaman sonra radyo'da bu şarkı çıktı. ve dedim ki olum mwmo, bir üçüncü yol daha belki vardır. yani olsa ne iyi olurdu.
dante gibi ortasındayım ömrün, o kadar mutsuzum ki epeydir, intihar mı etsem, kalkıp bir çay mı demlesem diye gidip gidip geliyorum. tam bu sıkıcı ironilerle kendimi güldürmeye çalışırken, çok uzun zaman sonra radyo'da bu şarkı çıktı. ve dedim ki olum mwmo, bir üçüncü yol daha belki vardır. yani olsa ne iyi olurdu.
eskiden de orwell üzerinden sosyalizme kara çalanırdı. bu orwell'ı hiç anlamamış olmaktır. ben bugüne kadar büyük ve bilge romancı orwell'ın direkt olarak komünist ideoloji'yi hedef alan hiç bir metnine rast gelmedim. dahiyane iki romanı olan, 1984 ve hayvan çiftliği eserlerinde de kesinlikle komünizmin eleştirisi yoktur. totaliter rejimlerin eleştirisi olan romanlardır. totaliter rejimler kendilerine bazen komünist bazen faşist maskeler takar.
günümüz türkiye'sinde hepimiz ülkemizde demokrasinin ve yargının geldiği durumu 1984 romanına benzet miyormuyuz? türkiye komünizmle yönetilen bir ülke midir?
dünyada ki bütün denizler mürekkep olsa sosyalizmi anlatmaya yetmez. ama ben sosyalizmi bir kaç cümleyle özetlemek isterim. sosyalizm başkasının derdini dert edinmektir. sosyalist mücadele başkasının derdi için bedel ödemeyi göze almaktır. bugünden değerlendirerek şunu sorabilirsiniz, ''insan bu kadar iyi bir varlıkmı ki?'' günümüze bakıp bu soruyu soruyorsanız gayet haklısınızdır. çünkü günümüz insanının aklı kitlesel olarak bombardımana tabii tutulmuştur. kapitalist modernite her gün bir çok kuvvetiyle insan zekasını bombalıyor. kapitalist sistem demek özetle topluma karşı açılan savaşın adı demektir zaten. ama bugün kapitalist modernite, topluma karşı açtığı savaşta kendisini en üstün silahlara donatmıştır. daha geçen yüz yılda dağ, taş, insanlık kitleler halinde sosyalizm diye bağırıyordu. bu dünyayı sarsan devrimlere dönmedi belki de ama avrupa'da ki nisbi işçi refahıyla işçi patronun elinden kurtarılmıştır. sovyetler birliğinde de işçi patronun elinden kurtarılmış ama ne yazık ki devrim sonrası bu işçiyi devletin elinden kim kurtaracak sorunu hiç düşünülmemiştir.
sosyalizm büyük bir insanlık öğretisinin adıdır. aslında özü itibarıyla pozitif anlamda pragmatist de bir ideolojidir. çünkü yeteri kadar zekası olan bir insan düşündüğünde anlar ki tek başına kurtuluş diye bir olay yoktur. peki devrimden sonra bir doktorla, çöpçü aynı maaşı mı alacaktır? evet aynı maaşı alacaktır. yukarıda da belirtttiğim gibi sosyalizm bir devrimci bir insanlık öğretisi olduğu için, doktorun mesleğinde başarılı olup insanlara yardım etmesi için para yahut kariyer havucuna da ihtiyacı olmayacaktır.
günümüz türkiye'sinde hepimiz ülkemizde demokrasinin ve yargının geldiği durumu 1984 romanına benzet miyormuyuz? türkiye komünizmle yönetilen bir ülke midir?
dünyada ki bütün denizler mürekkep olsa sosyalizmi anlatmaya yetmez. ama ben sosyalizmi bir kaç cümleyle özetlemek isterim. sosyalizm başkasının derdini dert edinmektir. sosyalist mücadele başkasının derdi için bedel ödemeyi göze almaktır. bugünden değerlendirerek şunu sorabilirsiniz, ''insan bu kadar iyi bir varlıkmı ki?'' günümüze bakıp bu soruyu soruyorsanız gayet haklısınızdır. çünkü günümüz insanının aklı kitlesel olarak bombardımana tabii tutulmuştur. kapitalist modernite her gün bir çok kuvvetiyle insan zekasını bombalıyor. kapitalist sistem demek özetle topluma karşı açılan savaşın adı demektir zaten. ama bugün kapitalist modernite, topluma karşı açtığı savaşta kendisini en üstün silahlara donatmıştır. daha geçen yüz yılda dağ, taş, insanlık kitleler halinde sosyalizm diye bağırıyordu. bu dünyayı sarsan devrimlere dönmedi belki de ama avrupa'da ki nisbi işçi refahıyla işçi patronun elinden kurtarılmıştır. sovyetler birliğinde de işçi patronun elinden kurtarılmış ama ne yazık ki devrim sonrası bu işçiyi devletin elinden kim kurtaracak sorunu hiç düşünülmemiştir.
sosyalizm büyük bir insanlık öğretisinin adıdır. aslında özü itibarıyla pozitif anlamda pragmatist de bir ideolojidir. çünkü yeteri kadar zekası olan bir insan düşündüğünde anlar ki tek başına kurtuluş diye bir olay yoktur. peki devrimden sonra bir doktorla, çöpçü aynı maaşı mı alacaktır? evet aynı maaşı alacaktır. yukarıda da belirtttiğim gibi sosyalizm bir devrimci bir insanlık öğretisi olduğu için, doktorun mesleğinde başarılı olup insanlara yardım etmesi için para yahut kariyer havucuna da ihtiyacı olmayacaktır.
alman şair ıngeborg bachmann'ın, behçet necatigil çevirisiyle güzel bir şiiridir.
insan ayrılırken
fırlatmalı şapkasını denize,
içinde yaz boyu topladığı
deniz kabukları
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda,
kurduğu sofrayı sevgilisine,
devirmeli denize,
bardağında kalan şarabı dökmeli denize,
ekmeğini balıklara vermeli
ve denize bir damla kan katmalı,
bıçağını dalgalara saplamalı
ve salmalı sulara ayakkabılarını,
yürek, çapa ve haç
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda!
döner gelir sonra.
ne zaman?
sorma.
insan ayrılırken
fırlatmalı şapkasını denize,
içinde yaz boyu topladığı
deniz kabukları
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda,
kurduğu sofrayı sevgilisine,
devirmeli denize,
bardağında kalan şarabı dökmeli denize,
ekmeğini balıklara vermeli
ve denize bir damla kan katmalı,
bıçağını dalgalara saplamalı
ve salmalı sulara ayakkabılarını,
yürek, çapa ve haç
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda!
döner gelir sonra.
ne zaman?
sorma.
eğer zırlayıp naz yapacak kimsen yoksa hiç tadı çıkmayacak hissiyattır. zaten şu hayatta 5 seneye bir hasta ya olurum ya olmam. o zamanlar gelir bu sanrı. ama çevremde nazımı çekecek kadar yakın bulduğum kimsem olmaz. o durumlarda duruma pozitif yanından bakıyorsunuz; ''çok şükür lan ölüyorum işte.''
hastanede gözümü açıp da, ''allahım bu güzel adam ölürse ben yaşayaymım ki'' diye bakan bir çift göz gördüğüm de olmuştur bir zamanlar. ve ne kadar güzel gözlerdi allahım, ben iyileşene kadar hiç susmuyordu o gözler.
şimdilerde ara sıra hemorid'im azıyor. ve her yokladığında ağrılar aklımdan şu geçiyor; ''yaşasın lan bu sefer kesin kolon kanseri oldum, doktor arkadaşım da çok. el altından gösterirler kendime saplayacağım doğru iğneleri, çekip gitmek için daha iyi bahane mi olur bu iğreti dünyadan.
hastanede gözümü açıp da, ''allahım bu güzel adam ölürse ben yaşayaymım ki'' diye bakan bir çift göz gördüğüm de olmuştur bir zamanlar. ve ne kadar güzel gözlerdi allahım, ben iyileşene kadar hiç susmuyordu o gözler.
şimdilerde ara sıra hemorid'im azıyor. ve her yokladığında ağrılar aklımdan şu geçiyor; ''yaşasın lan bu sefer kesin kolon kanseri oldum, doktor arkadaşım da çok. el altından gösterirler kendime saplayacağım doğru iğneleri, çekip gitmek için daha iyi bahane mi olur bu iğreti dünyadan.
hegel'in devletin bir levithan olduğu sözünü apaçık destekleyen eylemdir. burada fatih'i canavarlaştırmak işin görünen ve kolay kısmıdır. asıl kötü olan, beslenmesini mülkiyet zehrinden edinen devlet anlayışıdır. devlet levithanı sonrasında olayı kutsallaştırmayı da çok iyi sağlar. ama her koşulda friedrich nietzsche'dir doğruyu söyleyen.
“ama devlet, iyiyi ve kötüyü anlatan bütün dillerde yalan söyler ve konuştukları hep yalandır ve neyi varsa çalıntıdır.”
ancak devletin bittiği yerde başlar fazlalık olmayan insan. biricik ve yeri doldurulmaz olanın, gerekli olanın şarkısı ilk kez orada başlar.”
“ama devlet, iyiyi ve kötüyü anlatan bütün dillerde yalan söyler ve konuştukları hep yalandır ve neyi varsa çalıntıdır.”
ancak devletin bittiği yerde başlar fazlalık olmayan insan. biricik ve yeri doldurulmaz olanın, gerekli olanın şarkısı ilk kez orada başlar.”
melih cevdet anday'ın muhteşem dizelerle anlattığı savaştır.
asi ırmağının bir yakasında muvattali
ayakta, askerleri arasında,
durmuş bakıyordu kıpırdamadan.
ırmağın öbür kıyısında firavun,
rmases, savaş arabasına çıkmış,
gözlerini dikmiş karşıya.
işte bütün bildiğimiz bu.
gerçi tarih uzun uzun anlatır,
ama bu bakışma kalır kalsa kalsa.
asi ırmağının bir yakasında muvattali
ayakta, askerleri arasında,
durmuş bakıyordu kıpırdamadan.
ırmağın öbür kıyısında firavun,
rmases, savaş arabasına çıkmış,
gözlerini dikmiş karşıya.
işte bütün bildiğimiz bu.
gerçi tarih uzun uzun anlatır,
ama bu bakışma kalır kalsa kalsa.
içinde ankara'dan bir yerler geçtiği için her yanımın hüzün tutmasına sebep olan çok güzel melih cevdet anday şiiridir.
tanıdığım bir ağaç var
etlik bağlarına yakın
saadetin adını bile duymamış
tanrının işine bakın.
geceyi gündüzü biliyor
dört mevsimi, rüzgarı, karı
ay ışığına bayılıyor
ama kötülemiyor karanlığı.
ona bir kitap vereceğim
rahatını kaçırmak için
bir öğrenegörsün aşkı
ağacı o vakit seyredin.
tanıdığım bir ağaç var
etlik bağlarına yakın
saadetin adını bile duymamış
tanrının işine bakın.
geceyi gündüzü biliyor
dört mevsimi, rüzgarı, karı
ay ışığına bayılıyor
ama kötülemiyor karanlığı.
ona bir kitap vereceğim
rahatını kaçırmak için
bir öğrenegörsün aşkı
ağacı o vakit seyredin.
elbette ki insana büyük onur verecek durumdur. sanırım herkesin tanıdığından biraz daha fazla insan tanımışımdır yaşamım boyunca. gerçekten sopyoseksüel tek bir insan tanımadım. kendimi çok uzak bir gezegendeki patlamadan kurtulmuş türümün son örneği kadar buruk his ediyorum.
cemal süreyya çevirisiyle hüzünlü bir louis aragon şiiridir.
aslında hiçbir şey kâr değil insana
ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği
gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
mutlu aşk yok ki dünyada
hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya
işte o silahsız askerlere benzer hayatı
sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da
tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama
mutlu aşk yok ki dünyada
güzel aşkım tatlı aşkım çıbanım derdim
yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
mutlu aşk yok ki dünyada
yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan
ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
en küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla
mutlu aşk yok ki dünyada
acılara batmamış bir aşk söyle bana
yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
inan ki senden artık değil yurt sevgisi de
bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
mutlu aşk yok ki dünyada
ama şu aşk ikimizin öyle de olsa
aslında hiçbir şey kâr değil insana
ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği
gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
mutlu aşk yok ki dünyada
hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya
işte o silahsız askerlere benzer hayatı
sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da
tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama
mutlu aşk yok ki dünyada
güzel aşkım tatlı aşkım çıbanım derdim
yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
mutlu aşk yok ki dünyada
yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan
ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
en küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla
mutlu aşk yok ki dünyada
acılara batmamış bir aşk söyle bana
yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
inan ki senden artık değil yurt sevgisi de
bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
mutlu aşk yok ki dünyada
ama şu aşk ikimizin öyle de olsa
güzel bir muhammed ikbal şiiridir.
tanrıya şöyle soruyordu gözü tok yoksulun biri:
"yoksulum bu derdimden hiç mi hiç yakınamam sana
ama, bağışla n'olur, meleklerine izin veren sen misin
kişiliksiz alçaklara devleti ve zenginliği dağıtmak için?"
tanrıya şöyle soruyordu gözü tok yoksulun biri:
"yoksulum bu derdimden hiç mi hiç yakınamam sana
ama, bağışla n'olur, meleklerine izin veren sen misin
kişiliksiz alçaklara devleti ve zenginliği dağıtmak için?"
diğer takım taraftarlarını bilemem ama fatih hoca'ya bok atan galatasaray'lı bunun hesabını iki cihanda da veremez. şampiyonluk tarihimizin yarısı fatih hocadır. milli takımımızın öz güvenle büyük başarılara koşuş öyküsünün alfabesi de fatih hocadır. 2002 dünya kupasında bize büyük gurur yaşatan aslanların hepsi de hocamızın tezgahından geçmiştir. antalyaspor takımı kendi sahasında bugün 11 kişi defans halindeyken bu kirli futbolu bozan mimar da fatih hocadır ve iyi ki vardır.
metin altıok'un kalbe iki mermi gibi çarpan şiiridir.
güzel anılar biriktirdim senden,
dudağıma solgun gülücükler getiren.
özenle sakladım belleğimde,
bir yığın oldu daha şimdiden.
nasıl olsa bir sonu olacaktı bu aşkın
bir gün apansız gerçekleşiveren.
bir terazinin durgun pirinç kefesine
pat diye inince kara kiloluk,
nasıl kalkar havaya birdenbire
boş kalan zavallı kefe.
nasıl titreşir terazi uzun süre,
denge sağlanıncaya kadar başka şeylerle.
anılarla bozdum o dengeyi ben önce,
ikimiz için de yaptım bunu.
yaşadığımız günlerden biriktirdim sessizce,
bir kefede sana hiç sezdiremeden.
koyabilirsin kara kiloyu artık,
bak terazi nasıl kolay gelecek dengeye.
mutluydum ben yine de kendimce.
senin girdilerin, çıktılarım benim
doğrusu uygundu birbirine,
yan yana gelince bir resmi tamamlayan.
vazgeçilmezdi ellerin sonra,
yangınımdan yorgan döşek kaçıran.
ama inan sonludur aşk da,
kovalar sonunu kendi kendinin.
bana bir uçurum gerek şimdilerde,
yeterince dik ve derin.
bir çavlan istiyorum çünkü,
kırmak için kristalini hayatın ve şiirin
güzel anılar biriktirdim senden,
dudağıma solgun gülücükler getiren.
özenle sakladım belleğimde,
bir yığın oldu daha şimdiden.
nasıl olsa bir sonu olacaktı bu aşkın
bir gün apansız gerçekleşiveren.
bir terazinin durgun pirinç kefesine
pat diye inince kara kiloluk,
nasıl kalkar havaya birdenbire
boş kalan zavallı kefe.
nasıl titreşir terazi uzun süre,
denge sağlanıncaya kadar başka şeylerle.
anılarla bozdum o dengeyi ben önce,
ikimiz için de yaptım bunu.
yaşadığımız günlerden biriktirdim sessizce,
bir kefede sana hiç sezdiremeden.
koyabilirsin kara kiloyu artık,
bak terazi nasıl kolay gelecek dengeye.
mutluydum ben yine de kendimce.
senin girdilerin, çıktılarım benim
doğrusu uygundu birbirine,
yan yana gelince bir resmi tamamlayan.
vazgeçilmezdi ellerin sonra,
yangınımdan yorgan döşek kaçıran.
ama inan sonludur aşk da,
kovalar sonunu kendi kendinin.
bana bir uçurum gerek şimdilerde,
yeterince dik ve derin.
bir çavlan istiyorum çünkü,
kırmak için kristalini hayatın ve şiirin