ben artık düzeltmekten ar ediyorum, insanlar cahilce iddia etmekten haya etmiyorlar bazı hususları. ''evrim teorisi'' demek evrim'in bilimsel olarak ispatlanmadığı ve bilimsel bir gerçeklik taşımadığı demek değildir. ''sicim teorisi de bir teoridir ama bu onun yanlış olduğunu göstermez. evrim teorisi de bilimsel bir gerçektir ve biyoloji biliminin bir konusudur. thoth beni affetsin ''biyoloji bilimi'' derken bir anlatım bozukluğu yaptığımın farkındayım. ''loji'' latince'de ''bilim'' demektir. ama konunun daha net anlaşılması için her yolu deniyorum.
evrim bir silahlanma yarışıdır. teistler yaradılışın kusursuz olduğunu iddia ede dursun, evrim kusursuz değildir. örneğin insanların gezegende ki canlıların hatta gezegenin evrimine bile muktedir olacak kadar ileri bir zekası, alet yapmaya el verişli elleri varken bir kartal gibi pençeleri ve kanatları yoktur. bir akrep'in saldırı için zehri ve savunma için küçüklüğü varken, bir boğa gibi caydırıcı boynuzları yoktur. bir aslan'ın çevikliği ve dişleri varken ne bir primat'ın zekasına ne de kanatlara sahip değildir.
evrim mükkemel olmadığı için bütün canlılar savunma ve saldırı için belli yönlerini geliştirebilmişken belli yanlarını eksik bırakmak zorunda kalmışlardır. bu silahlar içinde yüklü ödemeler yaparlar. bir akrep zehrini kullandıktan sonra üç gün kendine gelemez. kuşların havada özgürce uçmaları aslında hiç de romantik bir olay değildir kuşlar için. yüksek bir enerji sarfiyatı gerektirir bu eylemsellikleri.
dinozorlar'ın evrimi ve bizim evrimimiz hakkında çok ilginç bir benzeşlik yapmak istiyorum. dinozorlar yer yüzü sahnesinde ilk ortaya çıktıklarında bir sincap küçüklüğünde hayvanlardı. evrimsel biyoloji kronolojisinde kısa denebilecek bir sürede besin zincirinin tepesine oturdular. bir rakipleri olmadığı için alabildiğine büyüdüler. bir süre sonra hem büyüdüler hem uçtular. tanrı'ya inanmasam da tabiatın evrim üzerinde açıklıyamadığım bir şuuru olduğu mutlaktır. çok yanlış bilinen konulardan biri deo ünlü göktaşıyla dinozorların soylarının tükendiğidir. oysa neredeyse dinozorların öz be öz torunları her gün sofranızdadır. tavuklar dinozorların kuzenleri değil bire bir torunlarıdır.
peki bu nasıl oluyor? evrim sürecinde bir grup dinozor silahlanma olarak büyümeyi seçerken, bir grup dinozorsa küçülmeyi seçmiştir. daha ortada memeliler yok. (benim bir teorim de dinozorların lanet olsun meme olmayan dünya'ya deyip toplu intihar ettikleridir.)
işte göktaşından sonra alt üst olan dünya'da sadece bir mağra'ya sığıp saklanabilecek küçüklükte ki canlılar sağ kalmıştır.
dinozorlar'dan sonra evrim silahlanmasını en fütursuz yapan canlı insan türüdür. felçli sanatçımız ibrahim tatlıses'in de dediği gibi allah bizim de cezamızı yakın zamanda verecektir.
keşke bahse konu mazlum babaya şöyle bir yanıt verebilseydik; ''kıtlıktan dolayı hepimiz alamıyoruz. kimsenin çocuğu üşümekten ölmeyecek. hep birlikte atlatacağız bu günleri''
ama yazık ki durum böyle değil. bu babaya çağın cevabı şu ki; ''başkalarında daha fazla her şeyden var diye sen çocuğuna pantalon alamıyorsun''
bu cevap kulağa kötü bir melodram filmden fırlamış gibi gelse de, çağın pornografisi başka hiç bir cevapla anlatılamaz. şimdi bu gariban makdül için yalandan ''ah vahh'' ediyoruz ama çağın vebali hepimizin boynundadır. belki bu şerefli adama bu dünyada, güzel veya değil, gerçek veya yalan bir cevap veremedik, ama bugünlerin hesabını bir gün hepimiz mutlaka vereceğiz.
ama yazık ki durum böyle değil. bu babaya çağın cevabı şu ki; ''başkalarında daha fazla her şeyden var diye sen çocuğuna pantalon alamıyorsun''
bu cevap kulağa kötü bir melodram filmden fırlamış gibi gelse de, çağın pornografisi başka hiç bir cevapla anlatılamaz. şimdi bu gariban makdül için yalandan ''ah vahh'' ediyoruz ama çağın vebali hepimizin boynundadır. belki bu şerefli adama bu dünyada, güzel veya değil, gerçek veya yalan bir cevap veremedik, ama bugünlerin hesabını bir gün hepimiz mutlaka vereceğiz.
geçirdiğimiz şu son on altı senede muassır medeniyetler seviyesini aşamasak da, kafkesk bir evreni fazlasıyla aştık. kıymetli yazar kafka, bu çağda yaşasaydı kalem falan oynatmazdı. hayal de kurmazdı. korkudan burnunu camiden çıkartamazdı adam. anlayacağınız kafkaesk karanlığı bile yaradana sığınma korkuları yaşatacak bir çağ bu. kafkaesk bir evrene rahmet okutacak bir çağ.
her sabah böcekten beter, acayip hayvanlar olarak uyanıyoruz. bu utançtan bir gün kurtulmamızı dilerim. kafka'nın roman kahramanı yaşadığı rasyonalitenin ayaklar altına alındığı çağda böcekleşmeye bir isyan geliştirmişti. bunu öncelikle çağın kendisini böcekleştirdiğini fark ederek yapmıştı. biz daha beter durumdayız. çok daha geri bir durumdayız hatta.
her sabah böcekten beter, acayip hayvanlar olarak uyanıyoruz. bu utançtan bir gün kurtulmamızı dilerim. kafka'nın roman kahramanı yaşadığı rasyonalitenin ayaklar altına alındığı çağda böcekleşmeye bir isyan geliştirmişti. bunu öncelikle çağın kendisini böcekleştirdiğini fark ederek yapmıştı. biz daha beter durumdayız. çok daha geri bir durumdayız hatta.
evrimsel biyoloji açısından bunun iki nedeni vardır.
1) eski çağlarda ormanda yaşayan, avcılara karşı sürekli tetikte olmak zorunda kalan canlılardık. ağlayan bir bebek, sizi vahşi hayvanlara karşı açık bir hedef haline getirir. bebekler de, ebebeynlerinin böyle bir tehlike altında kendileriyle mutlaka ilgileneceklerini bildiklerinden bu eylemi gerçekleştirirler.
2) bebeklerin özellikle geceleri sık sık ağlamaları, kıt kaynakları başka bir kardeşle paylaşmalarının önüne geçmek içindir. gece sık sık uyanan ebebeynler yorgunluktan seks yapamıyacaklardır. sevişme eylemine yeterince odaklanamıyacaklardır.
anlayacağınız, bebekler hiç de düşündüğümüz kadar masum canlılar değillerdir.
1) eski çağlarda ormanda yaşayan, avcılara karşı sürekli tetikte olmak zorunda kalan canlılardık. ağlayan bir bebek, sizi vahşi hayvanlara karşı açık bir hedef haline getirir. bebekler de, ebebeynlerinin böyle bir tehlike altında kendileriyle mutlaka ilgileneceklerini bildiklerinden bu eylemi gerçekleştirirler.
2) bebeklerin özellikle geceleri sık sık ağlamaları, kıt kaynakları başka bir kardeşle paylaşmalarının önüne geçmek içindir. gece sık sık uyanan ebebeynler yorgunluktan seks yapamıyacaklardır. sevişme eylemine yeterince odaklanamıyacaklardır.
anlayacağınız, bebekler hiç de düşündüğümüz kadar masum canlılar değillerdir.
1. dünya savaşı yıllarında hastanede yaraları iyileşen askerler, tekrar taburlarına dönmek zorunda oldukları için sağlık çalışanları tarafından onlara ''taburcu'' denirdi.
sözcük o günlerden dilimize hastaneden işlemleri bitip de eve sevk edilecek hastaları adlandırmak için yerleşmiştir.
sözcük o günlerden dilimize hastaneden işlemleri bitip de eve sevk edilecek hastaları adlandırmak için yerleşmiştir.
cengiz han, büyük iskender, hitler gibi tarihi tiranların kötülüklerini bir çok isimle lanetlesek de, onların davranışlarına tıp biliminde ''psikopat'' davranışssal diyemeyiz. tıp biliminde kabaca psikopati hastalığının tanımı şudur. (psikopati hastalığı derken anlatım bozukluğu yaptığımın farkındayım. ''pati'' sözcüğü latincede zaten hastalık demektir. konunun mümkün olduğunca iyi anlaşılması için türkçe'eyle de vurgulamak gereği his ediyorum bazen sözcükleri)
1) ızdırap çektirdiği bireye karşı empati yeteneği olmadığı için o bireyin çektiği acıyı anlayamaz.
2) canlılara hiç bir sebep yokken ızdırap çektirir.
yukarıda saydığım tiranlar her ne kadar yüz binlerce canlının yaşamına son verse de bunu sebepsiz yapmamışlardır. daha fazla insanın malına, mülküne, ırzına çökmek gibi kendilerince ve kandırdıkları toplumlarının kahir ekserisince haklı sebepleri vardır.
ama artık bu çağda, küresel emperyalizm canlılara hiç sebepsiz zarar verebiliyor. zavallı bir bebekten tutun da, bir ağaca kadar benim gözümde canlılar arasında hiç bir fark yoktur.
küresel kötülük de diyebileceğimiz, bu sonsuz vahşet artık aklını iyice kaçırmış, rasyonaliteyle bağlarını yitirmiştir. başka bir açıklama bulamıyorum.
1) ızdırap çektirdiği bireye karşı empati yeteneği olmadığı için o bireyin çektiği acıyı anlayamaz.
2) canlılara hiç bir sebep yokken ızdırap çektirir.
yukarıda saydığım tiranlar her ne kadar yüz binlerce canlının yaşamına son verse de bunu sebepsiz yapmamışlardır. daha fazla insanın malına, mülküne, ırzına çökmek gibi kendilerince ve kandırdıkları toplumlarının kahir ekserisince haklı sebepleri vardır.
ama artık bu çağda, küresel emperyalizm canlılara hiç sebepsiz zarar verebiliyor. zavallı bir bebekten tutun da, bir ağaca kadar benim gözümde canlılar arasında hiç bir fark yoktur.
küresel kötülük de diyebileceğimiz, bu sonsuz vahşet artık aklını iyice kaçırmış, rasyonaliteyle bağlarını yitirmiştir. başka bir açıklama bulamıyorum.
çok kişi bilmez ama orhan veli'nin güzel öyküleri de vardır. bu öykülerden birinin ismi ''işssizliktir''. orhan veli usta, bir gün sahil kenarında otururken kendi kendisiyle konuşmaya başlar. açtır ve işssizdir. ama anlattığı öykü asla açlığının dramı değildir. bol miktarda sıgarası vardır cebinde, ve manzara çok güzeldir. açlığının ızdırabı elbet vardır içinde ama bunu o kadar da dert etmez. geçenlerde aldığı bir iş teklifinden bahseder öyküde. taşrada açılacak bir petrol kuyusuna personel arıyorlarmış. yüklü miktarda bir maaşla orhan abi'ye de gel çalış demişler. kendisi rededmiş teklifi. öyküde, şayet teklifi kabul etseydi orada beraber çalışacağı insanlar hakkında fikirler yürütüyor. öyküden çıkardığım hususlardan biri, orhan veli çağında her meslekten insanın şiir hakkında iyi veya kötü, ilerici yahut gerici bir beğenisi var. bugün ben iş yerimde her hangi bir arkadaşımla şiir sohbeti yapsam adım ''gay''e çıkar. yahut olur olmadık yerde olur olmaz şeyler konuşan bir insana. veya en iyimser ihtimalle karşımdaki insanlar aval aval bakıp dinler beni. hayır canım, istemez eksik olsun. iyi ki şu sözlükler var diyorum bazen. kimsenin deli olup olmadığımı umursamaz bir şekilde, sanattam, bilimden, tarihten istediğim kadar bahsedebiliyorum.
karl marks dinler için, ''ruhsuz dünyanın vicdanıdır'' der. din meselesinin insanların bu kadar yaşamında önemli olmaya başladığı bir çağda, gündelik dertlerden çok uhrevi dertleri de olması lazım gelmez mi insanın? peki ben neden eser miktarda o kadar insan tanımıyorum? etrafıma bakıyorum da, herkes bir biçimde aşktan ölüyor. peki neden herkes, şiirden habersiz bu çağda? bir insan bir insanı şiirsiz nasıl sever yahu? kitapsız allaha tapmak gibi bir şey bu.
başlığı görünce düşündüm ki bu çağda kimse doğru dürüst kitap okumuyor ki. bir de sevgilisiyle aynı kitabı okuyup konuşssun. herkesin, sevdiğinin gözünü nasıl oyabileceğiyle ilgili daha önemli dertleri var bu zamanda. bir de insta story mi ne atıyorlar.
karl marks dinler için, ''ruhsuz dünyanın vicdanıdır'' der. din meselesinin insanların bu kadar yaşamında önemli olmaya başladığı bir çağda, gündelik dertlerden çok uhrevi dertleri de olması lazım gelmez mi insanın? peki ben neden eser miktarda o kadar insan tanımıyorum? etrafıma bakıyorum da, herkes bir biçimde aşktan ölüyor. peki neden herkes, şiirden habersiz bu çağda? bir insan bir insanı şiirsiz nasıl sever yahu? kitapsız allaha tapmak gibi bir şey bu.
başlığı görünce düşündüm ki bu çağda kimse doğru dürüst kitap okumuyor ki. bir de sevgilisiyle aynı kitabı okuyup konuşssun. herkesin, sevdiğinin gözünü nasıl oyabileceğiyle ilgili daha önemli dertleri var bu zamanda. bir de insta story mi ne atıyorlar.
insanın gözünden yaş getirebilecek duygu yoğunluğunda anna ahmatova şiiridir.
aynı bardaktan içmeyeceğiz
ne sıcak şarabı, ne suyu,
kuşluk vakti öpüşmeyeceğiz,
pencereden bakmayacağız akşama doğru.
sen güneşle soluklanıyorsun, ben ayla,
ama düştüğümüz aynı sevda.
sadık ve sevecen dost, benim yanımda,
senin yanındaysa neşeli bir sevgili.
gri gözlerindeki korkuyu anlıyorum sanma,
ve bu çektiklerimizin sensin sebebi.
sıklaştırmıyoruz ayaküstü buluşmalarımızı.
ne çare ancak böyle koruyabiliriz huzurumuzu.
şiirlerimde yalnızca senin sesinin ezgisi duyulur
senin şiirlerinde benim soluğum eser.
bir ateş ki, ona kim dokunur,
buna ne korku, ne unutuş cesaret eder
ve bilsen nasıl hoşlandığımı
seyretmekten senin kuru, pembe dudaklarını.
aynı bardaktan içmeyeceğiz
ne sıcak şarabı, ne suyu,
kuşluk vakti öpüşmeyeceğiz,
pencereden bakmayacağız akşama doğru.
sen güneşle soluklanıyorsun, ben ayla,
ama düştüğümüz aynı sevda.
sadık ve sevecen dost, benim yanımda,
senin yanındaysa neşeli bir sevgili.
gri gözlerindeki korkuyu anlıyorum sanma,
ve bu çektiklerimizin sensin sebebi.
sıklaştırmıyoruz ayaküstü buluşmalarımızı.
ne çare ancak böyle koruyabiliriz huzurumuzu.
şiirlerimde yalnızca senin sesinin ezgisi duyulur
senin şiirlerinde benim soluğum eser.
bir ateş ki, ona kim dokunur,
buna ne korku, ne unutuş cesaret eder
ve bilsen nasıl hoşlandığımı
seyretmekten senin kuru, pembe dudaklarını.
güzel bir cesaret şiiridir.
korkmuyorum
kesinlikle adımlamaktan.
ezilmiş otlar
gün gelir yola dönüşür.
blaga dimitrova
korkmuyorum
kesinlikle adımlamaktan.
ezilmiş otlar
gün gelir yola dönüşür.
blaga dimitrova
yaşamda blaga dimitrova'ya kulak vermekte yarar var.
her şey keşfedilse, denense ve ölçülse,
bütün evren dönse
süper beyinden ateştopu içinde
her şeyi gören, her şeyi işiten, her şeyi bilen,
keşfedilmemiş bir şey kalacaktır sonunda:
insanlığın özlediği farklı bir şey,
farklı bir zaman,
farklı bir yol,
farklı bir yer.
her şey keşfedilse, denense ve ölçülse,
bütün evren dönse
süper beyinden ateştopu içinde
her şeyi gören, her şeyi işiten, her şeyi bilen,
keşfedilmemiş bir şey kalacaktır sonunda:
insanlığın özlediği farklı bir şey,
farklı bir zaman,
farklı bir yol,
farklı bir yer.
blaga dimitrova'ından hem kadına hem erkeğe bir hayat dersidir.
bir sakıncadır, bir tehlikedir bu
hâlâ erkeklerin olan bu dünyada
yürümek yalnız başına.
her dönemeçte bekler seni
pususu saçma rastlantıların.
sokaklar yaralar seni
meraklı bakışlarla.
yoldaki yalnız kadın.
tek savunman senin
savunmasız olman.
düşünmedin erkeği
dayanılacak bir destek gibi,
yaslanılacak bir ağaç gövdesi,
sığınılacak bir duvar gibi
düşünmedin erkeği.
düşünmedin erkeği
bir köprü, bir tramplen gibi.
yapayalnız çıktın yola
eşit koşullarda tanımak istedin
ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka.
uzaklara gidebilecek misin,
yoksa düşecek misin çamurlara?
bilmiyorsun, direngensin ama.
devirseler de seni yarı yolda
gene de bir yerlere varmış olacaksın
mutlaka.
yoldaki yalnız kadın
her şeye rağmen yürüyorsun
her şeye rağmen durmuyorsun.
hiçbir erkek
yalnız olamaz
bir kadın kadar.
karanlıklar diker önüne
bir kapalı kapı.
geceleyin hiçbir kadın
tek başına gidemez yolda.
ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı,
açar uzayı sana
tan vakti.
ama karanlıkta da yürüyorsun sen
çevrene korkuyla bakmadan.
ve her adımın
bir güvenlik belgesidir
seni uzun süre korkutan
erkek için.
adımlar çınlıyor taşlarda.
yoldaki yalnız kadın.
en sessiz, en yürekli adımlar
aşağılanmış toprakta,
kendisi de yolda
yapayalnız bir kadın olan toprakta
bir sakıncadır, bir tehlikedir bu
hâlâ erkeklerin olan bu dünyada
yürümek yalnız başına.
her dönemeçte bekler seni
pususu saçma rastlantıların.
sokaklar yaralar seni
meraklı bakışlarla.
yoldaki yalnız kadın.
tek savunman senin
savunmasız olman.
düşünmedin erkeği
dayanılacak bir destek gibi,
yaslanılacak bir ağaç gövdesi,
sığınılacak bir duvar gibi
düşünmedin erkeği.
düşünmedin erkeği
bir köprü, bir tramplen gibi.
yapayalnız çıktın yola
eşit koşullarda tanımak istedin
ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka.
uzaklara gidebilecek misin,
yoksa düşecek misin çamurlara?
bilmiyorsun, direngensin ama.
devirseler de seni yarı yolda
gene de bir yerlere varmış olacaksın
mutlaka.
yoldaki yalnız kadın
her şeye rağmen yürüyorsun
her şeye rağmen durmuyorsun.
hiçbir erkek
yalnız olamaz
bir kadın kadar.
karanlıklar diker önüne
bir kapalı kapı.
geceleyin hiçbir kadın
tek başına gidemez yolda.
ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı,
açar uzayı sana
tan vakti.
ama karanlıkta da yürüyorsun sen
çevrene korkuyla bakmadan.
ve her adımın
bir güvenlik belgesidir
seni uzun süre korkutan
erkek için.
adımlar çınlıyor taşlarda.
yoldaki yalnız kadın.
en sessiz, en yürekli adımlar
aşağılanmış toprakta,
kendisi de yolda
yapayalnız bir kadın olan toprakta
ustamızın yeni, yine hayatı sevdiren şiiridir.
yeni aşka gazel
uçurumlardan geçerek gelirim sana
delice, uçarak gelirim sana
unutup kederle biteni nice kez
merak merak gelirim sana
içim şarkılarla dolup taşarken
dilim dolaşarak gelirim sana
aklım bir pazar yerinden karışık
gönlüm tepetaklak gelirim sana
yeniden öğrenmek için her şeyi
bildiklerimi unutarak gelirim sana
dünyaya henüz gelenden farksız
çığlık çığlık, çırılçıplak gelirim sana
kopar diye beni köklerimden yine
uçur diye ey aşk, gelirim sana
ataol behramoğlu.
yeni aşka gazel
uçurumlardan geçerek gelirim sana
delice, uçarak gelirim sana
unutup kederle biteni nice kez
merak merak gelirim sana
içim şarkılarla dolup taşarken
dilim dolaşarak gelirim sana
aklım bir pazar yerinden karışık
gönlüm tepetaklak gelirim sana
yeniden öğrenmek için her şeyi
bildiklerimi unutarak gelirim sana
dünyaya henüz gelenden farksız
çığlık çığlık, çırılçıplak gelirim sana
kopar diye beni köklerimden yine
uçur diye ey aşk, gelirim sana
ataol behramoğlu.
milyar dolarlar harcanarak, malzemeden kaçmadan yapılmış labratuar. benim çalıştığım hastanenin de labratuarı var. haddimizi aşıp da hadron falan çarpıştırmıyoruz ama biz. bildiğin işte idrardaki üre miktarı, dışkıdaki bilmem ne sayısına falan bakıyorlar orada. buna rağmen devasa makinalar var. uzay yolu filmi seti gibi içerisi. kim bilir cern'in içi nasıldır?
son elli yılda tıp bilimindeki tedavi yöntemlerinde sadece görüntüleme teknolojisinde ileri gidildi. bu ilerlemede cern'de oluşturulan yapay karanlık maddenin mri teknolojisinde kullanılmasında büyük payı var.
şimdi de yapay solucan deliği yapma uğraşındalar. ben de evde amatör olarak bu uğraş içerisindeyim. zaman makinası icad etme çalışmalarımı bu yüzden bir süre öteledim. zaman makinasıyla bugünün geçmişine gidemezsiniz. çünkü dün zaman makinası icat edilmemişti. ancak sizden önce evrende birisi bu icadı yaptıysa gidebilirsiniz. ama bu riski alamıyacağım. makinaya son vidayı taktıktan sonra, ilk zaman yolculuğumu böyle işin gelmişine geçmişine söverek yapmak istemem.
hem zaman makinasıyla evrenler arası yolculuk da mümkün değildir. solucan deliğiyle yapılabilir bir şeydir.
son elli yılda tıp bilimindeki tedavi yöntemlerinde sadece görüntüleme teknolojisinde ileri gidildi. bu ilerlemede cern'de oluşturulan yapay karanlık maddenin mri teknolojisinde kullanılmasında büyük payı var.
şimdi de yapay solucan deliği yapma uğraşındalar. ben de evde amatör olarak bu uğraş içerisindeyim. zaman makinası icad etme çalışmalarımı bu yüzden bir süre öteledim. zaman makinasıyla bugünün geçmişine gidemezsiniz. çünkü dün zaman makinası icat edilmemişti. ancak sizden önce evrende birisi bu icadı yaptıysa gidebilirsiniz. ama bu riski alamıyacağım. makinaya son vidayı taktıktan sonra, ilk zaman yolculuğumu böyle işin gelmişine geçmişine söverek yapmak istemem.
hem zaman makinasıyla evrenler arası yolculuk da mümkün değildir. solucan deliğiyle yapılabilir bir şeydir.
césar vallejo'nun vurucu bir savaş karşıtı şiiridir. çeviri ülkü tamer.
sona ermişti savaş,
asker ölmüştü, bir adam geldi yanına,
"seviyorum seni; ölme!" dedi.
ama asker dirilmedi.
iki kişi geldi sonra, yalvardılar:
"bırakma bizi! yürekli ol! n'olur diril!"
ama asker dirilmedi.
yirmi kişi, yüz kişi, ben, beş yüz bin kişi,
bağırarak geldiler: "bunca sevgimiz var ölüme karşı!"
ama asker dirilmedi.
milyonlar toplandı başına,
hep birden konuştular: "gitme kardeş, gitme!"
ama asker dirilmedi.
sonra bütün insanları yeryüzünün
koştu yanına; kederle baktı onlara asker,
doğruldu ağır ağır,
kucakladı ilk adamı, yürüdü gitti...
césar vallejo
sona ermişti savaş,
asker ölmüştü, bir adam geldi yanına,
"seviyorum seni; ölme!" dedi.
ama asker dirilmedi.
iki kişi geldi sonra, yalvardılar:
"bırakma bizi! yürekli ol! n'olur diril!"
ama asker dirilmedi.
yirmi kişi, yüz kişi, ben, beş yüz bin kişi,
bağırarak geldiler: "bunca sevgimiz var ölüme karşı!"
ama asker dirilmedi.
milyonlar toplandı başına,
hep birden konuştular: "gitme kardeş, gitme!"
ama asker dirilmedi.
sonra bütün insanları yeryüzünün
koştu yanına; kederle baktı onlara asker,
doğruldu ağır ağır,
kucakladı ilk adamı, yürüdü gitti...
césar vallejo
şair can yücel'in çevirdiği, charles baudelaıre'ın en güzel şiirlerinden
koyu bir çamur bulup solucanlara uysam,
bir derin çukur kazsam cânım için cihanda,
serip kart kemikler'mi, bi yatsam, bi uyusam,
bataklığa gömülmüş timsah gibi nisyanda.
nefretim vasiyetler, nefretim kabirler tüm.
avuç açacağama bidamlacık yaş için,
sağken, akbabaları başıma üşürürüm,
gölkanlara belensin o cenabet cesetim!
kurtlar, gözsüz-kulaksız, benim kankardeşlerim,
bolahenk feylesoflar, daldölleri leşlerin,
işte size bir ölü, güloynar ve gönüllü!
örenimin üstünde fırdönün gönlünüzce!
var mı ölümden öte ölüye bir işkence,
ölümü seçmiş madem ölülerle bu ölü?
koyu bir çamur bulup solucanlara uysam,
bir derin çukur kazsam cânım için cihanda,
serip kart kemikler'mi, bi yatsam, bi uyusam,
bataklığa gömülmüş timsah gibi nisyanda.
nefretim vasiyetler, nefretim kabirler tüm.
avuç açacağama bidamlacık yaş için,
sağken, akbabaları başıma üşürürüm,
gölkanlara belensin o cenabet cesetim!
kurtlar, gözsüz-kulaksız, benim kankardeşlerim,
bolahenk feylesoflar, daldölleri leşlerin,
işte size bir ölü, güloynar ve gönüllü!
örenimin üstünde fırdönün gönlünüzce!
var mı ölümden öte ölüye bir işkence,
ölümü seçmiş madem ölülerle bu ölü?
iyi pişirme teknikleri kullanıldığında, gayet sağlıklı bir besin maddesidir. ülkemizdeki et fiyatlarının bu kadar yüksek olmasının nedenlerinden biri islam dininde yasak olmasıdır. tabii bu sebepler içinde, yılın üç günü çılgınca yüz binlerce hayvanı kesmemiz de vardır. e tabii bir de, dünya'nın en bereketli topraklarından olan mezapotamya'da hala bir birimizi öldürmekten vaz geçmemiş olmamız da sebeplerden bir tanesidir.
domuz etinin sağlığa zararlı olduğunun hiç bir bilimsel kanıtı yoktur. tekrar ediyorum ki, bir çok faydası bilimsel olarak ispatlanmıştır. sünnet olmanın da insan anatomisinde hiç bir sağlıklı yönü yoktur. bilakis sünnet olmak insan sağlığında fizyolojik ve psikolojik tahribatlar yaratmaktadır.
domuz etinin sağlığa zararlı olduğunun hiç bir bilimsel kanıtı yoktur. tekrar ediyorum ki, bir çok faydası bilimsel olarak ispatlanmıştır. sünnet olmanın da insan anatomisinde hiç bir sağlıklı yönü yoktur. bilakis sünnet olmak insan sağlığında fizyolojik ve psikolojik tahribatlar yaratmaktadır.
latince anlamı ''dik insan'' olan bundan 250 bin yıl önce yaşamış atalarımızdır. aynı zamanda ateşi ilk defa bilinçli olarak kullanan insan türüdür. ateşi bilinçli olarak kullanabilmeleri, etleri pişirerek yemelerine ve bu sayede çene yapılarının zayıflayıp, beyin gelişimlerinin önünün açılmasına fayda vermiştir. bunun yanı sıra ateşi kullanmak, gece yolculuk yapmak ve mağralarda üşümeden hayat sürmek anlamında homo erectus türüne yarar sağlamıştır.
bu atalarımız aynı zamanda cinselliği üreme dışında zevk için yapan ilk atalarımızdır. homo erectus'dan önce dört ayak üzerindeyken çiftleşmek için dişilerin verdiği koku zamanlarını beklerdik. ama dört ayaktan iki ayağa geçince koku alma duygusu yerini görme duyusuna bırakmıştır. cinsel organların sürekli olarak görünür açıklıkta olması devamlı bir cinsel birleşme arzusu uyandırmıştır.
nereden nereye geldi insanlık. o günlerden, günümüzün en mucizevi icatları olan tanga don ve fileli çoraplara. iyi ki de gelişti ama.
bu atalarımız aynı zamanda cinselliği üreme dışında zevk için yapan ilk atalarımızdır. homo erectus'dan önce dört ayak üzerindeyken çiftleşmek için dişilerin verdiği koku zamanlarını beklerdik. ama dört ayaktan iki ayağa geçince koku alma duygusu yerini görme duyusuna bırakmıştır. cinsel organların sürekli olarak görünür açıklıkta olması devamlı bir cinsel birleşme arzusu uyandırmıştır.
nereden nereye geldi insanlık. o günlerden, günümüzün en mucizevi icatları olan tanga don ve fileli çoraplara. iyi ki de gelişti ama.
çok iyi bir derek walcott şiiridir.
zaman gelecek.
coşkuyla.
kutlayacaksın kendini varınca
kendi kapına, kendi aynanda.
her biri gülümseyecek ötekinin hoş karşılayışına.
diyeceksin ki, şuraya otur. ye.
kendin olan yabancıyı seveceksin yine.
şarap sun. ekmek sun. yüreğini sun
yüreğine, yaşadığın sürece
seni seven yabancıya, başkası için
ihmal ettiğin kendine, seni ezbere bilene.
indir kitaplığın rafından aşk mektuplarını,
fotoğrafları, umutsuz notları,
soy kendi yansımanı aynadan.
otur. yaşamınla bir ziyafet çek kendine.
zaman gelecek.
coşkuyla.
kutlayacaksın kendini varınca
kendi kapına, kendi aynanda.
her biri gülümseyecek ötekinin hoş karşılayışına.
diyeceksin ki, şuraya otur. ye.
kendin olan yabancıyı seveceksin yine.
şarap sun. ekmek sun. yüreğini sun
yüreğine, yaşadığın sürece
seni seven yabancıya, başkası için
ihmal ettiğin kendine, seni ezbere bilene.
indir kitaplığın rafından aşk mektuplarını,
fotoğrafları, umutsuz notları,
soy kendi yansımanı aynadan.
otur. yaşamınla bir ziyafet çek kendine.
edward estlin cummıngs'in sevdiği kadına çok güzel imgelerle seslendiği şiiridir.
sevgilim
kralı karanlık olan
bir ülkedir senin saçların
alnın çiçeklerin bir havalanışı
başın dipdiri bir ormandır senin
uyuyan kuşlarla dolu
oğul oğul ak arıdır memelerin
dalı üstünde gövdenin
gövden nisandır benim için
koltukaltlarında ilkbaharın gelişi
kralların arabasına koşulmuş
ak atlardır kalçaların
ve has bir ozanın mızrap vuruşlarıdır
aralarında her zaman tatlı bir ezgi
sevgilim
başın kutusudur
aklın olan o serin mücevherin
başındaki saç yenilgi bilmeyen
bir yiğittir
omuzlarındaki saçlar
zafer davullarıyla yürüyen bir ordu
düşlerin ağaçlarıdır bacakların
meyvesi unutkanlığın özü
kızıllar giyinmiş satraplardır dudakların
öpüşü kralları birleştiren
bileklerin
kutsaldır
kanının anahtarlarının bekçileri
gümüş vazolardaki çiçeklerdir ayak
bileklerinin üstü
güzelliğinde flütlerin ikilemi
gözlerin aldatışı çanların
günlük kokuları arasından sezilen
sevgilim
kralı karanlık olan
bir ülkedir senin saçların
alnın çiçeklerin bir havalanışı
başın dipdiri bir ormandır senin
uyuyan kuşlarla dolu
oğul oğul ak arıdır memelerin
dalı üstünde gövdenin
gövden nisandır benim için
koltukaltlarında ilkbaharın gelişi
kralların arabasına koşulmuş
ak atlardır kalçaların
ve has bir ozanın mızrap vuruşlarıdır
aralarında her zaman tatlı bir ezgi
sevgilim
başın kutusudur
aklın olan o serin mücevherin
başındaki saç yenilgi bilmeyen
bir yiğittir
omuzlarındaki saçlar
zafer davullarıyla yürüyen bir ordu
düşlerin ağaçlarıdır bacakların
meyvesi unutkanlığın özü
kızıllar giyinmiş satraplardır dudakların
öpüşü kralları birleştiren
bileklerin
kutsaldır
kanının anahtarlarının bekçileri
gümüş vazolardaki çiçeklerdir ayak
bileklerinin üstü
güzelliğinde flütlerin ikilemi
gözlerin aldatışı çanların
günlük kokuları arasından sezilen
savaş karşıtı ernest hemıngway şiiridir.
aynıdır bütün ordular
namlıdır şöhretleri
aynı eski gürültüyü çıkarır topçular
yiğitlik delikanlılara özgüdür
tümü yorgun gözlerle bakar eski askerlerin
aynı eski yalanları dinler eski askerler
her zaman sineklere yem olur ölü gövdeleri
aynıdır bütün ordular
namlıdır şöhretleri
aynı eski gürültüyü çıkarır topçular
yiğitlik delikanlılara özgüdür
tümü yorgun gözlerle bakar eski askerlerin
aynı eski yalanları dinler eski askerler
her zaman sineklere yem olur ölü gövdeleri
bu yaşımda hastası olduğum makinalardır. telefonuma indirdiğim hiç bir oyun bana bu retro güzelliğin tadını vermedi vermiyor. 4 yaşındaki yeğenime aldım, beraber oynuyoruz. bu yeni nesil tablet nesli olduğu için ilk zamanlar yüz vermedi ama şimdi o da hastası oldu.
geçenlerde ırak'taki siyasal karışıklıkla ilgili arapça bir makale okuyordum. genel anlamda şia partilerini eleştiren güzel bir yazıydı. ama yazıda şii lider mukteda el sadr için ''molla atari'' diye bahsediyordu. yazı boyunca atari sözcüğünün arapça'da ne anlama geldiğini düşündüm durdum. bakmadığım sözlük kalmadı bir yanıt bulamadım. bilen bir arkadaşa sordum sağolsun anlattı. sadr'ın öğrencilik yıllarında atari düşkünlüğünden dolayı lakabı ''molla atari'' imiş. bence sadr çok iyi bir adam. ırak'ta yaşasam kesin o'na oy verirdim.
geçenlerde ırak'taki siyasal karışıklıkla ilgili arapça bir makale okuyordum. genel anlamda şia partilerini eleştiren güzel bir yazıydı. ama yazıda şii lider mukteda el sadr için ''molla atari'' diye bahsediyordu. yazı boyunca atari sözcüğünün arapça'da ne anlama geldiğini düşündüm durdum. bakmadığım sözlük kalmadı bir yanıt bulamadım. bilen bir arkadaşa sordum sağolsun anlattı. sadr'ın öğrencilik yıllarında atari düşkünlüğünden dolayı lakabı ''molla atari'' imiş. bence sadr çok iyi bir adam. ırak'ta yaşasam kesin o'na oy verirdim.
ince inen bir hüznün çok güzel dizeleridir. arnavut yazar, fatos arabi şiiri.
eskiden biz ikimiz
gökle deniz gibiydik;
- birmizin üstüne bulut çökse - öbürümüz kararırdı
birimize hava azıcık açsa - her şey mavileşirdi öbürümüze.
eskiden biz ikimiz
ocakta iki odun gibiydik:
birbirinden ayrılınca sönüveren
birbiriyle birleşince tutuşan.
ama sevi
ne de çabuk kine dönüşüverdi...
artık bana kızma, hadi.
eskiden biz ikimiz
gökle deniz gibiydik;
- birmizin üstüne bulut çökse - öbürümüz kararırdı
birimize hava azıcık açsa - her şey mavileşirdi öbürümüze.
eskiden biz ikimiz
ocakta iki odun gibiydik:
birbirinden ayrılınca sönüveren
birbiriyle birleşince tutuşan.
ama sevi
ne de çabuk kine dönüşüverdi...
artık bana kızma, hadi.
fatos arapi'nin baba acısını çok güzel mısralarla anlattı şiiridir.
herkes bir avuç toprak atıyor
bense, onun üzerine
birkaç parça gökyüzü atıyorum
birkaç güney arnavut türküsü
zeyrin dalları altında o bunaltıcı sıcaklardaki
birkaç ağustosböceği
iyi yürekli babacığım
bunları çok severdi.
herkes bir avuç toprak atıyor
bense, onun üzerine
birkaç parça gökyüzü atıyorum
birkaç güney arnavut türküsü
zeyrin dalları altında o bunaltıcı sıcaklardaki
birkaç ağustosböceği
iyi yürekli babacığım
bunları çok severdi.
ülkü tamer'in çevirdiği çok güzel federico garcia lorca dizeleridir.
karnındaki karanlık manolyanın
kimseler anlamadı kokusunu.
acıttığını kimseler bilemedi
dişlerinle sıktığın o aşk kurşunu.
binlerce acem tayı uykuya yattı
alnının ay vurmuş alanında,
o senin kar düşmanı göğsünü
kucaklarken dört gece kollarımla.
bakışın, tohumların solgun dalıydı
alçılar,yaseminler arasından,
aradım vermek için yüreğimde
o fildişi mektupları her zaman diyen,
her zaman: acımın bahçesi benim
gövden her zaman, her zaman şaşırtıcı
damarlarının kanıyla dolu ağzım,
ağzın ölümüm için söndürdü ışığını
karnındaki karanlık manolyanın
kimseler anlamadı kokusunu.
acıttığını kimseler bilemedi
dişlerinle sıktığın o aşk kurşunu.
binlerce acem tayı uykuya yattı
alnının ay vurmuş alanında,
o senin kar düşmanı göğsünü
kucaklarken dört gece kollarımla.
bakışın, tohumların solgun dalıydı
alçılar,yaseminler arasından,
aradım vermek için yüreğimde
o fildişi mektupları her zaman diyen,
her zaman: acımın bahçesi benim
gövden her zaman, her zaman şaşırtıcı
damarlarının kanıyla dolu ağzım,
ağzın ölümüm için söndürdü ışığını
furuğ ferruhzad'ın kendisiyle güzel bir sohbetini şiirleştirdiği mısralardır.
tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım
soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne
kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak, şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın
bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eğer
sıran geldi demektir
tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam
dökülüyor suskunluğuna akşamın
ezanın ayak sesleri
kent akşamının hayalinde yanıyor
altın ormanları düşlerin
ve odamın suskunluğunda
cuma akşamıyla uğraşıyor
ezanın ayak sesleri
benim elimde kitap
cuma akşamı sessiz
kopuk kopuk geliyor kulağıma,
ezan
kime söylüyor
ne diyor
kent
uğraşıyor cuma akşamıyla
ve o garip ses
yalın bir köylü gibi
yitiyor kentin çağıltısında
ben yine
kitap okuyorum
tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım
soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne
kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak, şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın
bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eğer
sıran geldi demektir
tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam
dökülüyor suskunluğuna akşamın
ezanın ayak sesleri
kent akşamının hayalinde yanıyor
altın ormanları düşlerin
ve odamın suskunluğunda
cuma akşamıyla uğraşıyor
ezanın ayak sesleri
benim elimde kitap
cuma akşamı sessiz
kopuk kopuk geliyor kulağıma,
ezan
kime söylüyor
ne diyor
kent
uğraşıyor cuma akşamıyla
ve o garip ses
yalın bir köylü gibi
yitiyor kentin çağıltısında
ben yine
kitap okuyorum