Sela bağcan - uğurlar olsun
ortada hiç sebep de yokken mayıs ayında kıvranan kedi misali yana yana sevgiliye yönlendiren şarkılardır.
-aşkım ingilizcede cinsiyet nasıl deniyordu?
+seks?
-olur valla.
-aşkım ingilizcede cinsiyet nasıl deniyordu?
+seks?
-olur valla.
Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Gümüştepe köyünde 1934 yılında doğdu. İmam olan babası, daha o doğmadan "Basra'da ve Kufe'de bile görülmeyecek bir alim" yapma sevdasındaydı. İlkokula göndermedi, çocukluk hayatı şeyhlerin ve din hocalarının yanlarında çeşitli tekke ve dergahlarda geçti. O yıllarda Turan Dursun'un en büyük amacı babasının belirlediği bu ideale hızla ulaşmaktı. Birkaç yılda öğrenilecek dersleri bir-iki ayda öğreniyordu. Sırf İslam bilgileri çok iyi olan Kürt hocalardan ders alabilmek için üç-dört ayda çok iyi denilebilecek ölçüde Kürtçe öğrendi. "sarf" ve "nahv" denilen Arapça grameri çocuk yaşta öğrendi, hem 11. ve 12. yüzyıl Arapçasını hem de 7. ve 8. yüzyıl Arapçasını bilirdi. On yedi yaşına geldiğinde icazeti almış ve Kazviniyi okumuştu.
Diyanette müftü olabilmek için ilk okulu dışarıdan bitirdi , İlk olarak köy imamlığı yaptı. İstanbul Çarşamba'da Üçbaş ve İsmailağa medreselerinde hocalık yaptı. 1958-1965 yılları arasında Tekirdağ, Gemerek, Türkili, Altındağ ve Sivas'ta müftülük yaptı ve şeriatın katı kurallarına ters davranışları nedeniyle İslamcı çevrelerde yadırgandı. Müftülüğü sırasında bu nedenlerle sürgünleri oldu. 60'lı yıllarda aydın müftü olarak kamuoyunda yankılar getirdi. Kendi deyişiyle İslam'a olan inancını yitirdikten sonra 1965 yılında müftülüğü bıraktı.
Turan Dursun'u, neredeyse ömrünü adadığı İslam'dan uzaklaştıran baş neden, aklının imanına üstün gelmesidir. Ömrünü İslamla içi içe geçiren bir insanın bunu başarmasının ne kadar zor olduğunu tahmin etmek güç değildir. Onu böylesine büyük kılan belki de en önemli şey budur.
Turan Dursun'u İslam'dan kopartan başlıca deneyimlerini ise şöyle sıralayabiliriz:
1) İnsanlık tarihinin bilinen en eski efsanesi olan Gılgamış Destanı'nı okuduktan sonra, Tevrat'a ve ondan sonra da Kuran'a geçen Nuh Tufanı efsanesinin kökeninin çoktanrılı ilkel Sümer Uygarlığı olduğuna kanaat getirmiştir.
2) İncil ve Tevrat'ı okuduktan sonra, Kuran'daki pek çok ayetin bu kitaplardan kopya edildiğine kanaat etmiştir.
3) Sinop'daki görevi sırasında marksist bir öğretmenden edindiği kitaplar sayesinde Tarihi Materyalizm ve Diyalektik Materyalizm Felsefesi ile tanışmış, ancak komünist olmasa bile bu felsefelerden etkilenmiştir.
4) Barış ve özgürlükleri önceleyen düşünce tarzı nedeniyle hiç bir zaman bağnaz İslami kesimlerin yoluna girmemiştir.
5) Kuran'daki gerek akıl dışı ayetleri, gerekse de birbiriyle çelişkili ayetleri, gerçekliğe olan aşkı imanından üstün geldiği için görebilmiştir.
Turan Dursun, Diyanet'deki görevinden ayrıldıktan sonra 1966 yılında TRT'de dini içerikli programlarda görevi aldı. On yıl bu görevine devam ettikten sonra gene TRT'de prodüktör olarak "Başlangıcından Bu Yana İnsanlık", "Vergi Programı", "Akşama Doğru" gibi programlar yaptı.
TRT'den emekli olduktan sonra "Kur'an Ansiklopedisi"ni 1987 yılında bitirdi. 1989 yılında haftalık 2000'e Doğru Dergisi'nde yazı yazmaya başladı. Bu sitede yer alan pek çok yazısını da bu dergide yazdı,bu yazıları nedeniyle İslami çevrelerden çok büyük tepki aldı. Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk gibi pek çok İslamcıyı kalemiyle yanıtlamasını bildi. Hiç biri o hayatta iken karşısına çıkamadılar.
Böylesine kuşatılmış bir durumda onun çevresinde çok az sayıda destekçisi vardı. İlhan Arsel ve kitaplarını yayımlamayı kabul eden Doğu Perinçek bunlardandı (Turan Dursun yazdığı yazıları kitap haline getirmek için pek çok yayınevini dolaştığını, yayınevlerinin böyle bir kitap yayınlamaya cesaret edemedikleri için teklifini kabul etmediklerini söylemiştir.)
Turan Dursun yazdıklarının bedelini canıyla ödeyebileceğini bilmiyor muydu? Bu soruya yanıt olarak Hasan Yalçın'a şunları söylemişti: "Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım?" Turan Dursun bir aydınlanma savaşçısı olarak yanıtladı soruyu. Ve o anda ölümü yendi,ölümün ötesine geçti,ölüm Turan Dursun'u daha da büyüttü. Yazdıklarının uğruna yaşamını feda etmiş olmasının büyüsüyle daha çekici hale geldi. Adı, ölümsüz aydınlanma kurbanları arasına yazıldı.
Turan Dursun'un kitapları, onun ölümünden sonra yayınlanabildi. İlk kitabı, ölümünden iki ay sonra yayınlanan "Din Bu 1" adlı kitabı idi.
"Ölürsem,
O zaman anlarsın.
Ölünce biri,
Pazar, kışın,
İki yüz olur hemen yüzler Hemen!
Dersin, neymiş meğer!
Ben de ölürsem eğer
Ey aydın cemaat!
Lütfen öldürme beni,
Lütfen!"
Diyanette müftü olabilmek için ilk okulu dışarıdan bitirdi , İlk olarak köy imamlığı yaptı. İstanbul Çarşamba'da Üçbaş ve İsmailağa medreselerinde hocalık yaptı. 1958-1965 yılları arasında Tekirdağ, Gemerek, Türkili, Altındağ ve Sivas'ta müftülük yaptı ve şeriatın katı kurallarına ters davranışları nedeniyle İslamcı çevrelerde yadırgandı. Müftülüğü sırasında bu nedenlerle sürgünleri oldu. 60'lı yıllarda aydın müftü olarak kamuoyunda yankılar getirdi. Kendi deyişiyle İslam'a olan inancını yitirdikten sonra 1965 yılında müftülüğü bıraktı.
Turan Dursun'u, neredeyse ömrünü adadığı İslam'dan uzaklaştıran baş neden, aklının imanına üstün gelmesidir. Ömrünü İslamla içi içe geçiren bir insanın bunu başarmasının ne kadar zor olduğunu tahmin etmek güç değildir. Onu böylesine büyük kılan belki de en önemli şey budur.
Turan Dursun'u İslam'dan kopartan başlıca deneyimlerini ise şöyle sıralayabiliriz:
1) İnsanlık tarihinin bilinen en eski efsanesi olan Gılgamış Destanı'nı okuduktan sonra, Tevrat'a ve ondan sonra da Kuran'a geçen Nuh Tufanı efsanesinin kökeninin çoktanrılı ilkel Sümer Uygarlığı olduğuna kanaat getirmiştir.
2) İncil ve Tevrat'ı okuduktan sonra, Kuran'daki pek çok ayetin bu kitaplardan kopya edildiğine kanaat etmiştir.
3) Sinop'daki görevi sırasında marksist bir öğretmenden edindiği kitaplar sayesinde Tarihi Materyalizm ve Diyalektik Materyalizm Felsefesi ile tanışmış, ancak komünist olmasa bile bu felsefelerden etkilenmiştir.
4) Barış ve özgürlükleri önceleyen düşünce tarzı nedeniyle hiç bir zaman bağnaz İslami kesimlerin yoluna girmemiştir.
5) Kuran'daki gerek akıl dışı ayetleri, gerekse de birbiriyle çelişkili ayetleri, gerçekliğe olan aşkı imanından üstün geldiği için görebilmiştir.
Turan Dursun, Diyanet'deki görevinden ayrıldıktan sonra 1966 yılında TRT'de dini içerikli programlarda görevi aldı. On yıl bu görevine devam ettikten sonra gene TRT'de prodüktör olarak "Başlangıcından Bu Yana İnsanlık", "Vergi Programı", "Akşama Doğru" gibi programlar yaptı.
TRT'den emekli olduktan sonra "Kur'an Ansiklopedisi"ni 1987 yılında bitirdi. 1989 yılında haftalık 2000'e Doğru Dergisi'nde yazı yazmaya başladı. Bu sitede yer alan pek çok yazısını da bu dergide yazdı,bu yazıları nedeniyle İslami çevrelerden çok büyük tepki aldı. Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk gibi pek çok İslamcıyı kalemiyle yanıtlamasını bildi. Hiç biri o hayatta iken karşısına çıkamadılar.
Böylesine kuşatılmış bir durumda onun çevresinde çok az sayıda destekçisi vardı. İlhan Arsel ve kitaplarını yayımlamayı kabul eden Doğu Perinçek bunlardandı (Turan Dursun yazdığı yazıları kitap haline getirmek için pek çok yayınevini dolaştığını, yayınevlerinin böyle bir kitap yayınlamaya cesaret edemedikleri için teklifini kabul etmediklerini söylemiştir.)
Turan Dursun yazdıklarının bedelini canıyla ödeyebileceğini bilmiyor muydu? Bu soruya yanıt olarak Hasan Yalçın'a şunları söylemişti: "Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım?" Turan Dursun bir aydınlanma savaşçısı olarak yanıtladı soruyu. Ve o anda ölümü yendi,ölümün ötesine geçti,ölüm Turan Dursun'u daha da büyüttü. Yazdıklarının uğruna yaşamını feda etmiş olmasının büyüsüyle daha çekici hale geldi. Adı, ölümsüz aydınlanma kurbanları arasına yazıldı.
Turan Dursun'un kitapları, onun ölümünden sonra yayınlanabildi. İlk kitabı, ölümünden iki ay sonra yayınlanan "Din Bu 1" adlı kitabı idi.
"Ölürsem,
O zaman anlarsın.
Ölünce biri,
Pazar, kışın,
İki yüz olur hemen yüzler Hemen!
Dersin, neymiş meğer!
Ben de ölürsem eğer
Ey aydın cemaat!
Lütfen öldürme beni,
Lütfen!"
Sos nickli yazarımızın Zengin Sözlük için hazırladığı çok tatlı video aşağıdadır. Bu harika video için kendisine çok teşekkür ediyoruz, emeklerine sağlık.
binlerce yıl süren medeniyetleşme hikayemiz insanlığın beşiği olan afrika'da başladı.. ilk insanlar bu topraklar üzerinde evrim geçirdi, yürüdü, avlandı, öldü, yeniden doğdu.. bu çorak ve sıcak vahalarda yaşamını sürdüren ilk insanlar, senin benim, hepimizin binlerce kuşak üstü dedelerimiz.. bu hikaye, insanlık tarihinin 70 bin yıllık hikayesi.. savaşların, bilgelerin, kralların ve fatihlerin hüküm sürdüğü dünyanın tarihi.. her şeyin hikayesi biraz uzun...
bölüm 1- yaşam mücadelesi
bilinen hikayemiz 70 bin yıl önce afrika topraklarında başlıyor.. ilk hominid*lerin kökeninin afrika'ya dayandığına inanılır. hominid, insansı canlılardır. tam olarak insan değillerdir ancak insansı maymunlardır. homo sapiens'in (akıllı insan) yani günümüz insanının atasıdır. bilinen hikayemiz 70 küsür yıl önce başlamış olsa da, ilk hominidler, homo habilis, bunyan yaklaşık 2.3 milyon yıl önce yaşamıştır. homo habilis, homo erectus'a evrildi. homo erectus 1.8 milyon yıl önce afrika'dan göç etmeye başladı.. belki dünya tarihini değiştiren bir hareketin başlangıcı oldu bu.. bu hominidler sonraları evrimleşip, modern insan 'homo sapiens'lere dönüştü..
bu insanlar binlerce yıl lisansız bir şekilde avcılık-toplayıcılıkla sürdürdü yaşamını.. dönemin şartları itibariyle en baskın güdü ''hayatta kalmak''tı. doğal afetler bu hayat mücadelesinin başrol oyuncusuydu.. bu afetler, insan soyu için sürekli bir tehlike arz ediyordu. bu afetler, daha güçlü ve organize bünyelerin hayatta kaldığını ortaya çıkardı.. buna doğal seçilim deniyor.. güçlünün güçsüzü mağlup ettiği ve yaşamını sürdürdüğü yol.. binlerce yıl hayvanların göç yollarını takip eden kabileler afrikadan dünyaya yayıldı..
hayat o günlerde sürekli hareket halindeydi. bir yere yerleşip orada yerleşik bir yaşam sürmek ölüm ile eşdeğerdi. yiyecek ve içecek için bitmek bilmeyen uzun yürüyüşler yapılıyordu. yerleşik bir yaşam, kaynakların tükenmesi demektir. tamamiyle tüketici bir toplum hakim olduğu için üretim 0 idi. bu koşulda en iyi yol sürekli hareket etmekti. hayatta kalmak bunu gerektirirdi.. yaz ve ilkbahar aylarında yapılan uzun yürüyüşleri kış ve nispeten sonbaharda mağarada kalmak izliyordu.. doğal bir koruma sağlayan mağaralar, kışın çetin şartlarından bir nebze de olsa koruyordu. ilk hominidler kalabalık aileler halinde bir arada yaşayıp, işleri ortaklaşa yapıyorlardı.. taştan yontulan kesici aletleri kullanarak hayvan postlarından giysiler ve başka eşyalar yapıyorlardı..
dna zincirini takip eden bilim adamlarının yaptığı deney ve incelemeler sonucunda bugün hayatta olan herkesin tek bir kadına bağlandığı öğrenildi. bu kadın hepimizin evrensel annesi yani mitokondriyal havva (mitochondrial eve) olarak kabul ediliyor.
zamanla nüfusumuz artmış ve tüm dünyaya nüfuz etmişiz.. bu evrensel annemizin kabilesinin yürüyüşü bitmedi.. başlarda afrika, arap yarımadası, ve hindistanı izleyerek asya'ya yayılmışız.. hatta bazı atalarımız avustralya'ya kadar ulaşmış. avrupaya yaklaşık 45 bin yıl önce ulaşmışlar.. atalarımız, avrupaya yerleşmeye başladığında yalnız olmadıklarını keşfetmiş.
bir tür ile karşı karşıya gelmişiz.. neandertaller.. aynı kaynaklar için onlarla savaştık. onlar daha iri ve güçlü. ama bizim zekamız, lisanımız vardı.. bu bir çok yönden bizim için artı hanede puan getirmişti.. insanlar avrupada dağılmaya başladıkça, neandertal nüfusu azaldı.. tahminlere göre biz insanlar yok ettik onları.. ama kendi soyumuzun tükenme tehlikesi de vardı.. 25 bin yıl önce ısı hızla düştü.. kuzey yarımkürenin büyük bir kısmı buz kütleleri kapladı.. ya adapte olacakatık, ya ölecektik..zor durumlarda kaldıkça yaşama güdüsü ağır basıp basit araçlar keşfetmeye başladık.. bu gereçler devri yarattı.. örneğin iğne.. hayvan postlarından yapılan elbiseleri dikmek için kullanıldı başlarda.. güney fransada ortaya çıktı ve şimdi 17.000 yaşında. dikili giysiler sayesinde sert buzul çağında hayatta kaldık. insan, dünyanın en büyük yırtıcısına dönüşmüştü.. minik bir iğne tarih yazmıştı, tarihimizi değiştirmişti..
yaratıcı zekasını kullanarak hayvan adelelerini ip olarak kullanıp, iğneyi de bunun için kullanan homo sapiensler, zeki insanlar yalnızca bununla yetinmedi.. adeta tarih yazıcılığına soyunduğunun kanıtı niteliğinde şeyler yapmıştır.. artık hayatta kalmanın ötesinde bir şeyler aramaya başlamış.. fransız pinelerindeki mağaralarda varlığımızı kanıtlar nitelikte mağara resimleri bulunmaktadır.. ilk tarih yazma çalışmalırımız 27. bin yıl önce başladı.. el izleri, işaretleri bulundu.. benzer el izlerine, güney afrika, kuzey amerika, arjantin ve avustralya da da rastlanmıştır. birbirlerinden kilometlerce uzaklarda yaşayan atalarımız adeta biz buradayız diye haykıran el izleri bırakarak kendimizi ve dünyamızı analamlandırma çabamızı ortaya koymuştur..
gelişmemizi sürdürmek için artık tek engel kalmıştı.. doğaya hakim olmak!
15 bin yıl önce, dünyanın ısısı yükselmeye başlıyordu.. dünya ısınıyordu. iklim yumuşadıkça bizim avcı toplayıcı atalarımız, kendilerini doğadan faydalanmak için yeni yollarda atmıştır..devasa bir adım atmak üzereyiz. atalarımız, toprak mahsülü meyve sebze ve tahılları inceleyip, gözlemleyip biz de üretebilir miyiz, kendimiz yetiştirebilir miyiz gibi çok basit ve önemli bir soru sormuşlar. bu basit soru tarihe imzasını devasa harflerle atmıştır.. bu sayede yaklaşık 10 bin yıl önce tarım başlamış oldu..
bu bizi, avcı toplayıcı iken çiftçiye dönüştürdü.. bu, dünya sahnesinde gerçekleşmiş bir çok tarihi olaydan birisidir.. yeni yaşam şeklimiz, ileriyi düşünmemize yol açtı.. emeğimizin karşılığını alıyorduk.. çiftçilik, dünyayı yönlendirme gücümüzün olduğunun bir kanıtı idi. bereketli hilalde başlayan bu devrimi, takip eden 5 bin yıl boyunca tüm avrupa'ya yayıldı.çin, hindistan ve güney amerika halkı da kendi tarım yöntemlerini süreçle birlikte geliştirdi.. üç büyük ürün öndeydi, buğray, pirinç ve mısır.. bugün bile bu 3 gıda temel besin maddelerimizden..
ama gelişmenin de bir bedeli vardı.. avcı ve toplayıcı yaşamı terk edip, çiftçiliğe adım atınca insanlar küçülmeye, daha dayanıksız olmaya başlamış. boylar kısalıyor, eklemlerde kireçlenme başlıyordu ve yaşam süresi kısalmıştı.. tarımla birlikte geçilen yerleşik yaşam, nüfus patlamasını da beraber getirdi.. avcı toplayıcı iken nüfus, olumsuz bir şeydi. oysa yerleşik yaşamda ne kadar çok ekersek, o kadar çok boğaz doyuyordu..
büyük tarım devrimi, yerleşmemize bir 'ev'imizin olmasına ve bu da gelişme adına daha büyük bir adım atmamıza yol açtı..
medeniyetleşme hareketleri
9.000 yıl önce türkiyedeki anadolu sınırları içinde bulunan çatalhöyük, tarihin ilk medeniyetleşme hareketlerine ev sahipliği yapmış.. bu bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar, medeniyetleşme hareketlerinin 'nasıl' olduğuna dair önemli ipuçları veriyor.. çatalhöyük'te bulunan aileler, çamurlu tuğlalardan yapılma evlerde yaşardı. hayvanlarla beraber.. insanlar düz çatıların üstünde yürüyerek gezermiş ve çatıdan merdivenle inerek eve girermiş.. tarım devriminden 3.000 yıl sonra hayat şartlarımız rahatlık ve güven temelinde oluşmuş..
ancak yerleşik hayatın da tehlikeleri vardı.. toplu yaşam, çiçek, tüberküloz ve kızamık gibi bulaşıcı hastalıkları ilk defa getirmiş oldu.. fakat buna çare yoktu, geri dönüşü yoktu.. ilerleyişin bir bedeli de buydu..
-
ancak nüfusumuz artmaya devam etmiş.. toplumlar büyüdükçe fazla mahsul sahibi çiftçiler, takas ve ticarete yönelmiş.. büyük tüccarlar ve zanaatkarlar ortaya çıkmış.. böylece de halk bölünmeye başlamış olup, zengin – fakir kavramı çıkmış ortaya.. toprak sahipleri, krallar, zengin ve fakirler, tarım devriminden sonra ortaya çıkıyor.. ancak doğaya karşı verilen mücadelemiz burada bitmemiş…
doğaya karşı verilen mücadelenin insanları bir araya getirmesinin en dikkat çekici örneklerinden biri çin'de görülmüş. bundan yaklaşık 4000 yıl önce ı çağlarda 4.800 mil uzunluğundaki sarı ırmak şiddetli yağmurlar sebebiyle taşıyor ve tarım alanlarını yerle bir ediyormuş.. yıllar süren fırtınalar, doğal afetlere yani sellere yol açıyormuş.. yoluna çıkan her şey yok oluyormuş. insanoğlu yine doğaya yenik düşmüştü.. bu alanların, toplumun hayatta kalabilmesi için ırmak ehlileştirilmeli idi.. bir kabile şefinin oğlu olan yu isimli bir mühendisi bu işe çözüm bulmakla görevlendirilmiş.. bedeli ağır, başaramazsa öldürülecek. onun planı babasınınkinden farklı idi.. asırlardır süregelen kabile savaşları yu'nun geliştirdiği sistem hayata geçebilsin diye iş gücü adına bir araya gelip projeye yardımcı oldular..
yu'nun muazzam kanal ağı, bir zaferdi.. sonunda proje işe yaramış ve sellere ket vurulmuştu..yu kahramandı artık.. ödül olarak kabile lideri oldu.. da yu olarak yani büyük yu olarak anılmaya başlandı. büyük bir medeniyetin temelleri bu projesiyle atılmış oldu..
*
buraya kadar olan kısımda şunları görüyoruz.. on binlerce yıllık dünya tarihi, insanoğlunun değişme yeteneğiyle yön değişti. doğaya hakim olmaya çalışırken, tarihe yön verdik.. hayatta kalmamız iş birliği yeteneğimize bağlıydı..
ve tarih başlıyor
hala dünyadan öğreneceğimiz bir çok bilimsel bilinmez var.. ama başka bir antik uygarlık insnalığı bilgi ve öğrenme konusunda çoktan yeni seviyelere çıkartmış.. 3200 yıl önce mısır.. antik dünyanın en büyük medeniyeti..yerleşik yaşam burada, sanatın, hukukun, dilin, dinin, tarihin ve edebiyatın gelişmesini sağlamış..
olağanüstü bir icat gelişti.. yazı.. basit resimlerle işe başlayan mısırlılar, simgeleri kullanarak karmaşık fikirleri aktardı.. yazı bulununca insan tarihi kaydedilebilridi.. hikayemiz ve bilgimiz korunabilir ve paylaşılabilirdi artık.
önce çanak çömleğe yazılırdı.. yazı mısırlıların kanunlar düzenleyerek bir hukuk sistemi geliştirmelerini sağlamış.. mısır medeniyeti gelişti.. insanoğlunun gelişimi yeni bir aşamaya gelmişti.. yazı, iletişimimizi geliştiricek ve toplumsal düzen için daha sağlam bir temel oluşturucaktı.. yeni fikirler ve inançlar bundan sonra büyük bir hızla yayılacaktı..
imparatorluk zamanına az kaldı...
yalnızca mısır'da değil, bir çok yerde eş zamanlı olarak medeniyetler filizleniyordu. insanlar yazıp çiziyor, okuyor, ticaret yapıyor, mimariyi keşfediyordu. bu gelişmeler imparatorlukların temelini oluşturacak, devasa medeniyetlerin kapısını aralayacaktı.. öyle de oldu.. yüzlerce yıl hüküm süren krallar, tiranlar ve imparatorlar doğdu..
alıntılar:
ntv yayınları dünya tarihi
history channel dünya tarihi belgesel
kısa dünya tarihi - ali çimen
bölüm 1- yaşam mücadelesi
bilinen hikayemiz 70 bin yıl önce afrika topraklarında başlıyor.. ilk hominid*lerin kökeninin afrika'ya dayandığına inanılır. hominid, insansı canlılardır. tam olarak insan değillerdir ancak insansı maymunlardır. homo sapiens'in (akıllı insan) yani günümüz insanının atasıdır. bilinen hikayemiz 70 küsür yıl önce başlamış olsa da, ilk hominidler, homo habilis, bunyan yaklaşık 2.3 milyon yıl önce yaşamıştır. homo habilis, homo erectus'a evrildi. homo erectus 1.8 milyon yıl önce afrika'dan göç etmeye başladı.. belki dünya tarihini değiştiren bir hareketin başlangıcı oldu bu.. bu hominidler sonraları evrimleşip, modern insan 'homo sapiens'lere dönüştü..
bu insanlar binlerce yıl lisansız bir şekilde avcılık-toplayıcılıkla sürdürdü yaşamını.. dönemin şartları itibariyle en baskın güdü ''hayatta kalmak''tı. doğal afetler bu hayat mücadelesinin başrol oyuncusuydu.. bu afetler, insan soyu için sürekli bir tehlike arz ediyordu. bu afetler, daha güçlü ve organize bünyelerin hayatta kaldığını ortaya çıkardı.. buna doğal seçilim deniyor.. güçlünün güçsüzü mağlup ettiği ve yaşamını sürdürdüğü yol.. binlerce yıl hayvanların göç yollarını takip eden kabileler afrikadan dünyaya yayıldı..
hayat o günlerde sürekli hareket halindeydi. bir yere yerleşip orada yerleşik bir yaşam sürmek ölüm ile eşdeğerdi. yiyecek ve içecek için bitmek bilmeyen uzun yürüyüşler yapılıyordu. yerleşik bir yaşam, kaynakların tükenmesi demektir. tamamiyle tüketici bir toplum hakim olduğu için üretim 0 idi. bu koşulda en iyi yol sürekli hareket etmekti. hayatta kalmak bunu gerektirirdi.. yaz ve ilkbahar aylarında yapılan uzun yürüyüşleri kış ve nispeten sonbaharda mağarada kalmak izliyordu.. doğal bir koruma sağlayan mağaralar, kışın çetin şartlarından bir nebze de olsa koruyordu. ilk hominidler kalabalık aileler halinde bir arada yaşayıp, işleri ortaklaşa yapıyorlardı.. taştan yontulan kesici aletleri kullanarak hayvan postlarından giysiler ve başka eşyalar yapıyorlardı..
dna zincirini takip eden bilim adamlarının yaptığı deney ve incelemeler sonucunda bugün hayatta olan herkesin tek bir kadına bağlandığı öğrenildi. bu kadın hepimizin evrensel annesi yani mitokondriyal havva (mitochondrial eve) olarak kabul ediliyor.
zamanla nüfusumuz artmış ve tüm dünyaya nüfuz etmişiz.. bu evrensel annemizin kabilesinin yürüyüşü bitmedi.. başlarda afrika, arap yarımadası, ve hindistanı izleyerek asya'ya yayılmışız.. hatta bazı atalarımız avustralya'ya kadar ulaşmış. avrupaya yaklaşık 45 bin yıl önce ulaşmışlar.. atalarımız, avrupaya yerleşmeye başladığında yalnız olmadıklarını keşfetmiş.
bir tür ile karşı karşıya gelmişiz.. neandertaller.. aynı kaynaklar için onlarla savaştık. onlar daha iri ve güçlü. ama bizim zekamız, lisanımız vardı.. bu bir çok yönden bizim için artı hanede puan getirmişti.. insanlar avrupada dağılmaya başladıkça, neandertal nüfusu azaldı.. tahminlere göre biz insanlar yok ettik onları.. ama kendi soyumuzun tükenme tehlikesi de vardı.. 25 bin yıl önce ısı hızla düştü.. kuzey yarımkürenin büyük bir kısmı buz kütleleri kapladı.. ya adapte olacakatık, ya ölecektik..zor durumlarda kaldıkça yaşama güdüsü ağır basıp basit araçlar keşfetmeye başladık.. bu gereçler devri yarattı.. örneğin iğne.. hayvan postlarından yapılan elbiseleri dikmek için kullanıldı başlarda.. güney fransada ortaya çıktı ve şimdi 17.000 yaşında. dikili giysiler sayesinde sert buzul çağında hayatta kaldık. insan, dünyanın en büyük yırtıcısına dönüşmüştü.. minik bir iğne tarih yazmıştı, tarihimizi değiştirmişti..
yaratıcı zekasını kullanarak hayvan adelelerini ip olarak kullanıp, iğneyi de bunun için kullanan homo sapiensler, zeki insanlar yalnızca bununla yetinmedi.. adeta tarih yazıcılığına soyunduğunun kanıtı niteliğinde şeyler yapmıştır.. artık hayatta kalmanın ötesinde bir şeyler aramaya başlamış.. fransız pinelerindeki mağaralarda varlığımızı kanıtlar nitelikte mağara resimleri bulunmaktadır.. ilk tarih yazma çalışmalırımız 27. bin yıl önce başladı.. el izleri, işaretleri bulundu.. benzer el izlerine, güney afrika, kuzey amerika, arjantin ve avustralya da da rastlanmıştır. birbirlerinden kilometlerce uzaklarda yaşayan atalarımız adeta biz buradayız diye haykıran el izleri bırakarak kendimizi ve dünyamızı analamlandırma çabamızı ortaya koymuştur..
gelişmemizi sürdürmek için artık tek engel kalmıştı.. doğaya hakim olmak!
15 bin yıl önce, dünyanın ısısı yükselmeye başlıyordu.. dünya ısınıyordu. iklim yumuşadıkça bizim avcı toplayıcı atalarımız, kendilerini doğadan faydalanmak için yeni yollarda atmıştır..devasa bir adım atmak üzereyiz. atalarımız, toprak mahsülü meyve sebze ve tahılları inceleyip, gözlemleyip biz de üretebilir miyiz, kendimiz yetiştirebilir miyiz gibi çok basit ve önemli bir soru sormuşlar. bu basit soru tarihe imzasını devasa harflerle atmıştır.. bu sayede yaklaşık 10 bin yıl önce tarım başlamış oldu..
bu bizi, avcı toplayıcı iken çiftçiye dönüştürdü.. bu, dünya sahnesinde gerçekleşmiş bir çok tarihi olaydan birisidir.. yeni yaşam şeklimiz, ileriyi düşünmemize yol açtı.. emeğimizin karşılığını alıyorduk.. çiftçilik, dünyayı yönlendirme gücümüzün olduğunun bir kanıtı idi. bereketli hilalde başlayan bu devrimi, takip eden 5 bin yıl boyunca tüm avrupa'ya yayıldı.çin, hindistan ve güney amerika halkı da kendi tarım yöntemlerini süreçle birlikte geliştirdi.. üç büyük ürün öndeydi, buğray, pirinç ve mısır.. bugün bile bu 3 gıda temel besin maddelerimizden..
ama gelişmenin de bir bedeli vardı.. avcı ve toplayıcı yaşamı terk edip, çiftçiliğe adım atınca insanlar küçülmeye, daha dayanıksız olmaya başlamış. boylar kısalıyor, eklemlerde kireçlenme başlıyordu ve yaşam süresi kısalmıştı.. tarımla birlikte geçilen yerleşik yaşam, nüfus patlamasını da beraber getirdi.. avcı toplayıcı iken nüfus, olumsuz bir şeydi. oysa yerleşik yaşamda ne kadar çok ekersek, o kadar çok boğaz doyuyordu..
büyük tarım devrimi, yerleşmemize bir 'ev'imizin olmasına ve bu da gelişme adına daha büyük bir adım atmamıza yol açtı..
medeniyetleşme hareketleri
9.000 yıl önce türkiyedeki anadolu sınırları içinde bulunan çatalhöyük, tarihin ilk medeniyetleşme hareketlerine ev sahipliği yapmış.. bu bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar, medeniyetleşme hareketlerinin 'nasıl' olduğuna dair önemli ipuçları veriyor.. çatalhöyük'te bulunan aileler, çamurlu tuğlalardan yapılma evlerde yaşardı. hayvanlarla beraber.. insanlar düz çatıların üstünde yürüyerek gezermiş ve çatıdan merdivenle inerek eve girermiş.. tarım devriminden 3.000 yıl sonra hayat şartlarımız rahatlık ve güven temelinde oluşmuş..
ancak yerleşik hayatın da tehlikeleri vardı.. toplu yaşam, çiçek, tüberküloz ve kızamık gibi bulaşıcı hastalıkları ilk defa getirmiş oldu.. fakat buna çare yoktu, geri dönüşü yoktu.. ilerleyişin bir bedeli de buydu..
-
ancak nüfusumuz artmaya devam etmiş.. toplumlar büyüdükçe fazla mahsul sahibi çiftçiler, takas ve ticarete yönelmiş.. büyük tüccarlar ve zanaatkarlar ortaya çıkmış.. böylece de halk bölünmeye başlamış olup, zengin – fakir kavramı çıkmış ortaya.. toprak sahipleri, krallar, zengin ve fakirler, tarım devriminden sonra ortaya çıkıyor.. ancak doğaya karşı verilen mücadelemiz burada bitmemiş…
doğaya karşı verilen mücadelenin insanları bir araya getirmesinin en dikkat çekici örneklerinden biri çin'de görülmüş. bundan yaklaşık 4000 yıl önce ı çağlarda 4.800 mil uzunluğundaki sarı ırmak şiddetli yağmurlar sebebiyle taşıyor ve tarım alanlarını yerle bir ediyormuş.. yıllar süren fırtınalar, doğal afetlere yani sellere yol açıyormuş.. yoluna çıkan her şey yok oluyormuş. insanoğlu yine doğaya yenik düşmüştü.. bu alanların, toplumun hayatta kalabilmesi için ırmak ehlileştirilmeli idi.. bir kabile şefinin oğlu olan yu isimli bir mühendisi bu işe çözüm bulmakla görevlendirilmiş.. bedeli ağır, başaramazsa öldürülecek. onun planı babasınınkinden farklı idi.. asırlardır süregelen kabile savaşları yu'nun geliştirdiği sistem hayata geçebilsin diye iş gücü adına bir araya gelip projeye yardımcı oldular..
yu'nun muazzam kanal ağı, bir zaferdi.. sonunda proje işe yaramış ve sellere ket vurulmuştu..yu kahramandı artık.. ödül olarak kabile lideri oldu.. da yu olarak yani büyük yu olarak anılmaya başlandı. büyük bir medeniyetin temelleri bu projesiyle atılmış oldu..
*
buraya kadar olan kısımda şunları görüyoruz.. on binlerce yıllık dünya tarihi, insanoğlunun değişme yeteneğiyle yön değişti. doğaya hakim olmaya çalışırken, tarihe yön verdik.. hayatta kalmamız iş birliği yeteneğimize bağlıydı..
ve tarih başlıyor
hala dünyadan öğreneceğimiz bir çok bilimsel bilinmez var.. ama başka bir antik uygarlık insnalığı bilgi ve öğrenme konusunda çoktan yeni seviyelere çıkartmış.. 3200 yıl önce mısır.. antik dünyanın en büyük medeniyeti..yerleşik yaşam burada, sanatın, hukukun, dilin, dinin, tarihin ve edebiyatın gelişmesini sağlamış..
olağanüstü bir icat gelişti.. yazı.. basit resimlerle işe başlayan mısırlılar, simgeleri kullanarak karmaşık fikirleri aktardı.. yazı bulununca insan tarihi kaydedilebilridi.. hikayemiz ve bilgimiz korunabilir ve paylaşılabilirdi artık.
önce çanak çömleğe yazılırdı.. yazı mısırlıların kanunlar düzenleyerek bir hukuk sistemi geliştirmelerini sağlamış.. mısır medeniyeti gelişti.. insanoğlunun gelişimi yeni bir aşamaya gelmişti.. yazı, iletişimimizi geliştiricek ve toplumsal düzen için daha sağlam bir temel oluşturucaktı.. yeni fikirler ve inançlar bundan sonra büyük bir hızla yayılacaktı..
imparatorluk zamanına az kaldı...
yalnızca mısır'da değil, bir çok yerde eş zamanlı olarak medeniyetler filizleniyordu. insanlar yazıp çiziyor, okuyor, ticaret yapıyor, mimariyi keşfediyordu. bu gelişmeler imparatorlukların temelini oluşturacak, devasa medeniyetlerin kapısını aralayacaktı.. öyle de oldu.. yüzlerce yıl hüküm süren krallar, tiranlar ve imparatorlar doğdu..
alıntılar:
ntv yayınları dünya tarihi
history channel dünya tarihi belgesel
kısa dünya tarihi - ali çimen
komitacılar parçası. bir parça şirk içerir.
Bilgi En büyük Zenginliktir sloganı ile yola çıkıp, bünyesindeki yazarlara değer veren ve onların istekleri doğrultusunda şekil alan ve alacak olan sözlüktür.zira sözlüğü sözlük yapanın, yazarlar olduğunu benimseyen bir anlayışı asla unutmayacaktır.
ekomoniden anlamayan ve insanlarin nasil yasayacagina vs kokune kadar karisan diktatoryal bir devletti.