gözlerini kapat.
ruhun müziğe doysun.
bfaoc-
nemli, boğuk bir `mağara`da göllenmiş suya tavandan düşen `birikmiş` su damlalarının çıkardığı sesin mağara boşluğunda yankı yapmasına benziyor. hiçten hiçe bir karış.
aklın boyunduruğunda olmadığına göre, akıldan da üstte veya akıl kadar üsttedir.
öyleyse akıl nedir? zorlama bir tanımla; kıyaslandığı diğer yaratıklara oranla ''daha iyi'' düşünebildiği varsayıla-gelmiş insanın eylemlerini anlamlandıran, rasyonel bir temele oturtan kavram. kapsamlı `özgürlük`. engin bir bahçe, kapısı olan bir orman. kelime daha, şimdiden ne kadar kaygan. söz bahçesinde konuk edilmeyecek bir başka konu olmasın bu. söz bu kadar düşman, bu kadar `öteki`, bu kadar yok olmasın.
aşk var bedendeki `yok kişi`yi bulma çabası, kendimize ettiğimiz saklı iyilik. sessiz bir güç duygusu ancak bu denli çeken, bir sır gibi, rengin her tonunda parlayan bir tülün ardından çağıran. o kızıl, o ustaca ışık. o ışık; talihi, husumeti, günahı ve saadeti bağrına basar. `ışık`, her şeyin özünü aydınlatarak alev alev yanar.
aşka düşmüş bir insanın aklın öldürücü pençelerinden kurtulurmuşçasına daha da derine `dalmak` istemesi neden? gerilmiş akıl mengenesi, sonu bilinmeyen, özünde yer alan olası hüsranlara yalvarırcasına koşmak isteyen bir insan için bu denli kötü olabilir mi gerçekten? mantığı yaratan mı yok etti?
bitmemiş bir eser mi, sanatçının gerçek eseri? bilinçsiz gerçekleştiği düşünülmek istenen bir an, bu denli değerli mi? sadece, öylece oluvermesi bir şeylerin, bu kadar özgür hissettirecek mi, öyle olmasa neden gölgelerin hareket ettiği karanlık yerlerde gezinsin tanrı eseri?
içinde pişmanlık olmayan bir hayatın bomboş bir şeye benzeyeceğinin saklı idrakı ve korkusu mu tüm bu yönelim? aşk adı verilmiş, tüm bu mantıksızlık perdesinden görülen, tanımlanamadığı için son çare olarak akıldan, mantıktan da üstte bir yere oturtulan ve yine o kaçılan yere varılan?
insan; seyre dalınmış alemde zerre-i miskal. taşıyamıyor `kendi`ni, bırakamıyor da. avuntu sayılabilecek bu yönelim ise eser miktarda mantık çerçevesinde.
nemli, boğuk bir `mağara`da göllenmiş suya tavandan düşen `birikmiş` su damlalarının çıkardığı sesin mağara boşluğunda yankı yapmasına benziyor. hiçten hiçe bir karış.
aklın boyunduruğunda olmadığına göre, akıldan da üstte veya akıl kadar üsttedir.
öyleyse akıl nedir? zorlama bir tanımla; kıyaslandığı diğer yaratıklara oranla ''daha iyi'' düşünebildiği varsayıla-gelmiş insanın eylemlerini anlamlandıran, rasyonel bir temele oturtan kavram. kapsamlı `özgürlük`. engin bir bahçe, kapısı olan bir orman. kelime daha, şimdiden ne kadar kaygan. söz bahçesinde konuk edilmeyecek bir başka konu olmasın bu. söz bu kadar düşman, bu kadar `öteki`, bu kadar yok olmasın.
aşk var bedendeki `yok kişi`yi bulma çabası, kendimize ettiğimiz saklı iyilik. sessiz bir güç duygusu ancak bu denli çeken, bir sır gibi, rengin her tonunda parlayan bir tülün ardından çağıran. o kızıl, o ustaca ışık. o ışık; talihi, husumeti, günahı ve saadeti bağrına basar. `ışık`, her şeyin özünü aydınlatarak alev alev yanar.
aşka düşmüş bir insanın aklın öldürücü pençelerinden kurtulurmuşçasına daha da derine `dalmak` istemesi neden? gerilmiş akıl mengenesi, sonu bilinmeyen, özünde yer alan olası hüsranlara yalvarırcasına koşmak isteyen bir insan için bu denli kötü olabilir mi gerçekten? mantığı yaratan mı yok etti?
bitmemiş bir eser mi, sanatçının gerçek eseri? bilinçsiz gerçekleştiği düşünülmek istenen bir an, bu denli değerli mi? sadece, öylece oluvermesi bir şeylerin, bu kadar özgür hissettirecek mi, öyle olmasa neden gölgelerin hareket ettiği karanlık yerlerde gezinsin tanrı eseri?
içinde pişmanlık olmayan bir hayatın bomboş bir şeye benzeyeceğinin saklı idrakı ve korkusu mu tüm bu yönelim? aşk adı verilmiş, tüm bu mantıksızlık perdesinden görülen, tanımlanamadığı için son çare olarak akıldan, mantıktan da üstte bir yere oturtulan ve yine o kaçılan yere varılan?
insan; seyre dalınmış alemde zerre-i miskal. taşıyamıyor `kendi`ni, bırakamıyor da. avuntu sayılabilecek bu yönelim ise eser miktarda mantık çerçevesinde.
ilk yazarlardan galiba. hoş gelmiş tekrardan.
Sadece %5 inin gün yüzüne çıkarıldığı mardinde bulunan antik kent. Kesinlikle gidilip görülmesi gereken bir yerdir. Kültür gezilerini seven insanların görmesi gereken bir yer.
http://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/mardin/gezilecekyer/dara-antik-kenti
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
http://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/mardin/gezilecekyer/dara-antik-kenti
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
her yere yetişilir
hiç bir şeye geç kalınmaz
çocuğum beni bağışla
ahmet abi sen de bağışla...
boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
ama hiç değil
ah güzel ahmet abim benim
insan yaşadığı yere benzer
o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
suyunda yüzen balığa
topragını iten çiceğe
dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
konya'nın beyaz
antep'in kırmızı düzlüğüne benzer
göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
öylesine benzer ki
ve avlularına
bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi
ve sözlerine
yani bir cep aynası alım-satımına belki
ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer
sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına
minibüslerine, gecekondularına
hasretine, yalanına benzer
anısı ıssızlıktır
acısı bilincidir
bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
gülemiyorsun ya, gülmek
bir halk gülüyorsa gülmektir
ne kadar benziyoruz türkiye'ye ahmet abi...
bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
dirseğin iskemleye dayalı
-- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
cigara paketinde yazılar resimler
resimler: cezaevleri
resimler: özlem
resimler: eskiden beri
ve bir kaşın yukarı kalkık
sevmen acele
dostluğun cabuk
bakıyorum da şimdi
o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde...
ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi
biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
nazilli kokardı
ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
kıl gibi ince istanbul yağmurunun altında
esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
kadının ütülü patiskalardan bir teni
upuzun boynu
kirpikleri
ve sana ahmet abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
sofranı kurardı
elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
cocuklar doğururdu
ve o çocukların dünyayı düzeletecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar...
bilmezlikten gelme ahmet abi
umudu dürt
umutsuzlugu yatıştır
diyeceğim şu ki
yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
hayalsiz yaşıyoruz neredeyse
çocuklar, kadınlar, erkekler
trenler tıklım tıklım
trenler cepheye giden trenler gibi
işçiler
almanya yolcusu işçiler
kadınlar
kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
ellerinde bavullar, fileler
kolonyalar, su şişeleri, paketler
onlar ki, hepsi
bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
ah güzel ahmet abim benim
gördün mü bak
dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
ve dağılmış pazar yerlerine memleket
gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
gelse de
öyle sürekli değil
bir caz müziği gibi gelip geciyor hüzün
o kadar çabuk
o kadar kısa
işte o kadar...
ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
edip cansever
hiç bir şeye geç kalınmaz
çocuğum beni bağışla
ahmet abi sen de bağışla...
boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
ama hiç değil
ah güzel ahmet abim benim
insan yaşadığı yere benzer
o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
suyunda yüzen balığa
topragını iten çiceğe
dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
konya'nın beyaz
antep'in kırmızı düzlüğüne benzer
göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
öylesine benzer ki
ve avlularına
bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi
ve sözlerine
yani bir cep aynası alım-satımına belki
ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer
sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına
minibüslerine, gecekondularına
hasretine, yalanına benzer
anısı ıssızlıktır
acısı bilincidir
bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
gülemiyorsun ya, gülmek
bir halk gülüyorsa gülmektir
ne kadar benziyoruz türkiye'ye ahmet abi...
bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
dirseğin iskemleye dayalı
-- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
cigara paketinde yazılar resimler
resimler: cezaevleri
resimler: özlem
resimler: eskiden beri
ve bir kaşın yukarı kalkık
sevmen acele
dostluğun cabuk
bakıyorum da şimdi
o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde...
ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi
biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
nazilli kokardı
ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
kıl gibi ince istanbul yağmurunun altında
esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
kadının ütülü patiskalardan bir teni
upuzun boynu
kirpikleri
ve sana ahmet abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
sofranı kurardı
elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
cocuklar doğururdu
ve o çocukların dünyayı düzeletecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar...
bilmezlikten gelme ahmet abi
umudu dürt
umutsuzlugu yatıştır
diyeceğim şu ki
yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
hayalsiz yaşıyoruz neredeyse
çocuklar, kadınlar, erkekler
trenler tıklım tıklım
trenler cepheye giden trenler gibi
işçiler
almanya yolcusu işçiler
kadınlar
kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
ellerinde bavullar, fileler
kolonyalar, su şişeleri, paketler
onlar ki, hepsi
bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
ah güzel ahmet abim benim
gördün mü bak
dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
ve dağılmış pazar yerlerine memleket
gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
gelse de
öyle sürekli değil
bir caz müziği gibi gelip geciyor hüzün
o kadar çabuk
o kadar kısa
işte o kadar...
ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
edip cansever
aziz sancar üzerinden evrimi tartışmak abesle iştigal ki evrim din gibi inanılacak ya da inanılmayacak bir olgu değildir. diğer taraftan evrimle yaradılışın kıyaslanması ise apayrı bir trajedi.
bu arada tanrı zar atmaz dedikten bir süre sonra atıyor da olabilir diyen albert einstein aklıma geldi nedense.
bu arada tanrı zar atmaz dedikten bir süre sonra atıyor da olabilir diyen albert einstein aklıma geldi nedense.
yaşamlarını tehdit eden yeni fabrika teknikleri karşısında öfkeye kapılmış 19. yüzyılın tekstil işçilerinin oluşturduğu teknoloji karşıtı harekettir.
ludizm'in isim babası ned ludd'dur. ludd'un gerçekte yaşayıp yaşamadığını kimse bilmemektedir. efsaneye göre ludd 1770'lerin sonunda bir eve girer. içeride bulunan yeni keşfedilmiş dokuma makinalarını parçalamaya başlar. zira bu aletler pek çok tekstil işçisinin işlerini kaybetmesine yol açmıştır. bu olay gerçekten yaşanmış olmasa dahi ”ned ludd did it” yani ”ned yapmıştır” sözü ne zaman son teknoloji ürünler hasara uğramış olsa ingiliz toplumunda söylenen bir deyim haline gelmiştir.
1812 yılında ned'i kral ludd ilan eden bir grup tekstil işçisi ingiltere'nin her yerindeki stoklama alanlarına ve dokuma tezgahlarına saldırılar düzenlemeye başladılar. ilk organize ludist isyanı 1811 yılında yaşanmıştı. isyan ancak 2500 kişilik bir kuvvet eliyle bastırılabildi. kısa süre sonra makina kırmak büyük bir suç haline geldi hatta 1813 yılında york şehrinde yapılan bir yargılamanın ardından 17 kişi bu suçtan dolayı idam edildiler.
ludistlerin ünlü destekçilerinden birisi ingiliz şair lord byron'du. ölümünden sonra yayınlanan ”song for the luddites” adlı ünlü eserindeki bazı dizeler aşağıdaki gibidir;
will die fighting, or live free, – dövüşerek öleceğiz yada özgür yaşayacağız
and down with all kings by king ludd ! – kral ludd sayesinde tüm kralları devireceğiz
modern çağlarda ludizm bir çok olayda atıfta bulunulan ya da referans gösterilen bir kavram haline gelmiştir. öyleki harvard mezunu terörist ted kaczynski namı diğer ”unabomber” başlattığı bombalı saldırılarda bilim adamlarını hedef almış ve basın tarafından çağdaş ludist olarak tanımlanmıştı.
ludizm'in isim babası ned ludd'dur. ludd'un gerçekte yaşayıp yaşamadığını kimse bilmemektedir. efsaneye göre ludd 1770'lerin sonunda bir eve girer. içeride bulunan yeni keşfedilmiş dokuma makinalarını parçalamaya başlar. zira bu aletler pek çok tekstil işçisinin işlerini kaybetmesine yol açmıştır. bu olay gerçekten yaşanmış olmasa dahi ”ned ludd did it” yani ”ned yapmıştır” sözü ne zaman son teknoloji ürünler hasara uğramış olsa ingiliz toplumunda söylenen bir deyim haline gelmiştir.
1812 yılında ned'i kral ludd ilan eden bir grup tekstil işçisi ingiltere'nin her yerindeki stoklama alanlarına ve dokuma tezgahlarına saldırılar düzenlemeye başladılar. ilk organize ludist isyanı 1811 yılında yaşanmıştı. isyan ancak 2500 kişilik bir kuvvet eliyle bastırılabildi. kısa süre sonra makina kırmak büyük bir suç haline geldi hatta 1813 yılında york şehrinde yapılan bir yargılamanın ardından 17 kişi bu suçtan dolayı idam edildiler.
ludistlerin ünlü destekçilerinden birisi ingiliz şair lord byron'du. ölümünden sonra yayınlanan ”song for the luddites” adlı ünlü eserindeki bazı dizeler aşağıdaki gibidir;
will die fighting, or live free, – dövüşerek öleceğiz yada özgür yaşayacağız
and down with all kings by king ludd ! – kral ludd sayesinde tüm kralları devireceğiz
modern çağlarda ludizm bir çok olayda atıfta bulunulan ya da referans gösterilen bir kavram haline gelmiştir. öyleki harvard mezunu terörist ted kaczynski namı diğer ”unabomber” başlattığı bombalı saldırılarda bilim adamlarını hedef almış ve basın tarafından çağdaş ludist olarak tanımlanmıştı.
sevişmek kelimesi sevmek kelimesinin işteşidir. yani sevmenin karşılıklı olarak yapılanı. dokunmadan önce sevin. adam olun lan!
Yunan mitolojisine göre efsanevi Altın Çağ'da dünyayı yönetmiş olan güçlü tanrı ırkıdır.
Kronos'un da mensubu olduğu - ilk kuşağı, yeryüzü
(Gaia) ile gökyüzünden (Uranos) olma, altısı dişi, altısı erkek, 12 Titandan oluşur. İlk Titanların erkek olanlarının adları,
Okeanos (okyanus), Hyperion (yüksek kişi, güneş), Koios (bilgelik, kuzey kutbu), Kronos (zaman), Krios (veya Kriyus, takımyıldızlar ve savaşla bağlantılı olduğu sanılıyor), Iapetos (ölümlülük);
dişi olanlarının adları ise Mnemosyne (hafıza), Tethys (yeraltı suları), Theia (parıltı, değerli taşlar), Phoebe (kehanet, gizem, bilginin ışıltısı), Rhea (tanrıların anası olmakla, annesi Gaia'ya ve Kybele'ye benzetilir, doğurganlığı, bereketi temsil eder) ve Themistir (ilahi yasa, doğruluk, adalet).
Titanların soyu, Kronos ile Rhea dışındaki Titanlardan devam eder; çünkü Kronos ile Rhea'dan Olympos tanrıları türemiştir.
İkinci kuşak Titanlar şunlardır : Hyperion'un çocukları Eos (şafak), Helios (güneş) ve Selene (ay); Iapetos'un çocukları Prometheus, Epimetheus ve Atlas; Okeanos'un kızı Metis; Koios'un kızları Leto ile Asteria, nihayet Krios'un oğulları Astraeos, Pallas ve Perses.
Kronos'un da mensubu olduğu - ilk kuşağı, yeryüzü
(Gaia) ile gökyüzünden (Uranos) olma, altısı dişi, altısı erkek, 12 Titandan oluşur. İlk Titanların erkek olanlarının adları,
Okeanos (okyanus), Hyperion (yüksek kişi, güneş), Koios (bilgelik, kuzey kutbu), Kronos (zaman), Krios (veya Kriyus, takımyıldızlar ve savaşla bağlantılı olduğu sanılıyor), Iapetos (ölümlülük);
dişi olanlarının adları ise Mnemosyne (hafıza), Tethys (yeraltı suları), Theia (parıltı, değerli taşlar), Phoebe (kehanet, gizem, bilginin ışıltısı), Rhea (tanrıların anası olmakla, annesi Gaia'ya ve Kybele'ye benzetilir, doğurganlığı, bereketi temsil eder) ve Themistir (ilahi yasa, doğruluk, adalet).
Titanların soyu, Kronos ile Rhea dışındaki Titanlardan devam eder; çünkü Kronos ile Rhea'dan Olympos tanrıları türemiştir.
İkinci kuşak Titanlar şunlardır : Hyperion'un çocukları Eos (şafak), Helios (güneş) ve Selene (ay); Iapetos'un çocukları Prometheus, Epimetheus ve Atlas; Okeanos'un kızı Metis; Koios'un kızları Leto ile Asteria, nihayet Krios'un oğulları Astraeos, Pallas ve Perses.
"Durmadan protez üretiyoruz bu kadar çok dokunurken bu kadar az hissetmemiz başka nasıl izah edilebilirdi ki."
anthony hopkins'in muhteşem doğaçlama yeteneği ile kült olmuş karakteri. Sonraları mads mikkelsen ile yeniden yorumlandı. ikisi de birbirinden başarılı.
Abd'li hikaye yazarı, gazeteci. Basit bir üslubu vardır, kısa hikayeler yazar. İhtiyar adam ve deniz kitabı çok etkilemişti beni.