tüzün gürson çevirisiyle muhteşem bir lorca şiiridir;
İstemedim, hiçbir şey
söylemek istemedim sana.
Gözlerinde iki çılgın ağaç gördüm,
gülüşten, esintiden, altından iki ağaç.
Kımıldanıp duruyorlardı, istemedim.
Sana hiçbir şey söylemek istemedim.
Üç-dört sözlükte birden üyeyim. En son ayrıldığım sözlüğün yerini anca kapatıyor. Galiba en çok burada vakit geçiriyorum az kişi olduğu için. Daha yaşınılabilir geliyor bana. Zaten hep böyle az nüfuslu yerleri sevdim. Her neyse iki sene öncesine gidip geliyorum kaç gündür. Ruh halim iki sene öncesiyle beraber çay içiyorlar şu an. İçimde ufak bir heyecan. Galiba yaklaşıyor yaklaşmakta olan.
Parantez nikli twitter yazarı duyduğu bir şeyi araştırmadan sallamış gibi geliyor bana. Belki muziplik yapmak istemiş ama santim eski türk para birimlerindendir .(cumhuriyet dönemi dahil)
santim 40 paradır
40 para 2 kuruşa tekabül eder on para ve kırk paradan sonra delikli 1 kuruş çıktı, 10 para delikli olmamasına rağmen 40 para yani 1 kuruş delikli paraydı.
100 para da delikli paraydı ve 2- 1/2 kuruş olarak yazılırdı .
bir de kağıt 2-1/2 lira vardı.
benim aklimda kalan 40 paraların çengelli iğneye dizildiğiydi.
santim aritmetik kitaplarında geçiyordu ama biz kullanmadık.
paramız gerçekten çok değerliydi.
santim 40 paradır
40 para 2 kuruşa tekabül eder on para ve kırk paradan sonra delikli 1 kuruş çıktı, 10 para delikli olmamasına rağmen 40 para yani 1 kuruş delikli paraydı.
100 para da delikli paraydı ve 2- 1/2 kuruş olarak yazılırdı .
bir de kağıt 2-1/2 lira vardı.
benim aklimda kalan 40 paraların çengelli iğneye dizildiğiydi.
santim aritmetik kitaplarında geçiyordu ama biz kullanmadık.
paramız gerçekten çok değerliydi.
kitap okuyor diye tramvayda oturup yer vermeyen genç, bundan sonra köre topala da yer vermez. hele hele o çok bilmiş fatıh tezcan bu gencin önüne enkaza çıkarsa vay tezcan'ın haline derim.
hay mübarek kadın, tek münasip koltuk okuyan gencin koltuğu muydu?
ben metroda, otobüse bir tek okuyan insan görünce içim sevinç doluyor, değil yerinden kaldırmak ayakta cambazlık yaparak okumaya çalışan gence yerimi vermeyi teklif ediyorum.
lütfen okuyan insanları rahatsız etmeyin, mümkünse yer verin.
saygıyı öğretmek fatıh tezcan zübüğüne kalmamış.
çocuklu kadının marmaray'da okuyan insanı gözüne kestirmesi de enteresan.
uyanık olun gençler, fatıh tezcan gibi kişiliksizler okumayı kötülerken bağlı olduğu siyasal görürsün misyonunu yerine getiriyorler. ne demişti akp'li bir beyin fukarası : insanlar okudukça sempatizanlarımız azaliyor, üye sayımız düşüyor.
hadi şöyle bitirelim.
yavaş yavaş ölür kitap okumayanlar.
hay mübarek kadın, tek münasip koltuk okuyan gencin koltuğu muydu?
ben metroda, otobüse bir tek okuyan insan görünce içim sevinç doluyor, değil yerinden kaldırmak ayakta cambazlık yaparak okumaya çalışan gence yerimi vermeyi teklif ediyorum.
lütfen okuyan insanları rahatsız etmeyin, mümkünse yer verin.
saygıyı öğretmek fatıh tezcan zübüğüne kalmamış.
çocuklu kadının marmaray'da okuyan insanı gözüne kestirmesi de enteresan.
uyanık olun gençler, fatıh tezcan gibi kişiliksizler okumayı kötülerken bağlı olduğu siyasal görürsün misyonunu yerine getiriyorler. ne demişti akp'li bir beyin fukarası : insanlar okudukça sempatizanlarımız azaliyor, üye sayımız düşüyor.
hadi şöyle bitirelim.
yavaş yavaş ölür kitap okumayanlar.
ölmemiş.
arabın ipiyle kuyuya inilmeyecegi türk atasözü bir kez daha doğrulanmış oldu
haberine de allah bir dediğine de inanmıyoruz
arabın ipiyle kuyuya inilmeyecegi türk atasözü bir kez daha doğrulanmış oldu
haberine de allah bir dediğine de inanmıyoruz
100 kaplan gücündeki ragnarok şarkısı. Özellikle 04:20'deki riffler resmen boyutlar arası yolculuk.
Vokalist aynı zamanda taake'in de vokalisti olan hoest. Gerçekten makine gibi şarkı yapmışlar.
Vokalist aynı zamanda taake'in de vokalisti olan hoest. Gerçekten makine gibi şarkı yapmışlar.
İsmi Mert olan, kısa boylu ve cılız bir adam var, yaşı 24. Hayatı kitap okumak, bir şeyler izlemek ve tek başına güneşin batışını izlemek ile geçiyor. Hadımköy'de yaşıyor.
Sanat Tarihi öğrencisi olan bu arkadaşımız, bir gün bir kafeye gidiyor. Elinde uzun zamandır bitirmeye çalıştığı bir kitap var: Hannibal Doğuyor kitabın ismi.
Sayfalarını çeviriyor, her sayfasında biraz daha sıkılıyor kitaptan Mert. Derken, yan masadan 40'larının başında olan ama atletik gözüken, uzun boylu, doğal sarışın bir kadın gelip masasına oturuyor.
"Merhaba, umarım rahatsız etmiyorum..." diyor, Mert'e.
"Elbette etmiyorsunuz." diye cevap veriyor Mert, bir an önce kalkıp gitse keşke şu kadın diye düşünüyor.
"Uzun zaman önce okumuştum, çok kötü bir son ile bitiyor..." diyor sarışın kadın, Mert'e. "Dövmeleriniz, neden Artemis? Troya savaşında bizim tarafımızda olduğu için mi?" diye soruyor.
Bizim taraf. Mert, kadının Antik Yunan karşıtı olduğunu anlıyor. Doğunun tarafını seçtiğini biliyor artık.
"Evet." diye cevap veriyor kısık sesle.
Ve sonrası mı? Hararetli bir konuşma başlıyor. Korku filmleri, cinayet romanları, efsaneler.
Kadın, Mert'in yanında tam üç saattir oturuyor. Artık kalkma zamanı geldiğini anlıyorlar, kalkıyorlar.
"Hala isminizi söylemediniz..." diye sitem ediyor Mert, kadına.
"Semiha..." diyor kadın. "İsmim Semiha."
Gülümsüyor Mert. "Tekrar görüşmek ister misiz?" diye soruyor, çekinerek.
"Lütfen, çok isterim." diyor kadın. Çarşamba günü, saat 1'de, aynı Kafe'de.
Kadın uzunca bir düşünüyor, ve tekrar konuşmaya başlıyor.
"Ben, ben telefon numaramı da vermek isterdim ama telefon kullanmıyorum. Elektronik hiçbir şeyi kullanmıyorum." diyor kadın. "Saat bile." Sonra, uzatmadan "Her neyse, çarşamba görüşeceğiz nasılsa." diyor, gidiyor.
Çarşamba günü Mert saat 11 gibi uyanıyor. Gözlerini kırpıştırarak lavaboya gidiyor, yüzünü yıkıyor. Saat 1 olana kadar üzerini giyinip elinde kalan kitabını bitirip başka bir kitaba başlamak için can atıyor.
Saat 1'e on dakika varken giriyor kafeye, göz ucuyla kafedekilere bakıyor Mert.
Eveet, Semiha orada. Kırmızı çiçekleri olan beyaz bir elbise giymiş. Sarı saçlarını ensesinde toplamış. Çilleri çok belirgin halde.
Yanına yaklaşıyor Mert onun. "Lütfen, terasta oturalım, sigara içeceğim." diyor Semiha, o oturmadan.
Terasa çıkıyorlar, esen rüzgar Semiha'nın alnına değen toplanmamış birkaç saçı bir o yana bir bu yana sallıyor. "Uzun süredir bu kadar tuhaf hissetmemiştim." diyor Semiha. "Cinayetler, gizemler." diye ekliyor.
Mert, olayı merak ediyor.
"Yeşilbayır'ı biliyor musun?" diye soruyor Mert'e, kadın. "Evet..." diye cevap veriyor Mert.
"Buraya çok yakın." diyor, "Oradan gelen, ben okula giderken sınıfımda okuyan arkadaşlarım vardı."
Kadın bir iç çekip anlatmaya başlıyor. Orada, bir kilise varmış zamanında. Bu kilise yıkılmış zamanla, Semiha 7-8 yaşlarındayken orada bir ceset bulunmuş.
Yıkılan sütunlardan arda kalan kısımda başsız bir kadın cesedi varmış. Kadının kim olduğu bulunamamış.
Sonrasında, olayla ilgilenen polislerin hepsi tuhaf biçimde ölmüş.
Evet, tuhaf, kimisini elektrip çarpmış, kimisi balkondan düşmüş, kimisi arkadaşının silahının ateş alması neticesinde ölmüş.
Ama Yeşilbayır küçük yer, o yerin adı lanetliye çıkmış.
Mert, bu yeri çok merak ediyor. "Bu yer, bu yer nerede?" diye soruyor.
"Yeşilbayır merkezinin üst kısmında, Ermeni mezarlığının arkasında." diyor ona Semiha ve göz kırpıyor.
"Gitmek istersen, götürebilirim." diyor.
"Çok isterim!" diyor Mert, ama bunu söylerken bile anında pişman oluyor. Tanımadıgı bir kadın, cinayet işlendiği söylenen bir yer, dahası da saçma sapan bir yere gidecek olması.
"Tamam, 6 gibi burada ol, seni almaya geleceğim, şimdi kalkmam gerek." diyor Semiha ve Mert'e hiçbir şey söyleme imkanı vermeden kafeden ayrılıyor.
Mert eve gidiyor. Düşünceli şekilde gözlerini kapatıyor. Bu kadın da kim, neyin nesi, neden karşısına çıktı ki?
Mert gözlerini açtığında saat 6'yı 20 geçiyor. Mert evden hızla çıkıyor ve koşarak kafeye varıyor. Kafenin içerisine bile bakmadan Semiha'nın orada olduğunu anlıyor. Semiha, kafenin ön tarafındaki otoparkta, arabasının bagajının üzerine oturmuş sigara tutturarak Mert'e gülümsüyor.
Bir Peogeog 206.
"Geç kalacağını biliyordum." diyor, "Sana 1 saat ek süre tanımıştım ama erken geldin." diyor.
"Üzügünüm." diyor Mert, kararan havaya bakıyor. "Yarın gündüz vakti gitmiş olsak daha iyi olmaz mı?" diye soruyor.
"Hayır, tam vakti. Hadi, zaman kaybetmeyelim diyor." Semiha.
Mert, kararan havaya ve batmaya çabalayan güneşe bakıyor. İçi kararıyor, korkuyor. Kafasında senaryolar kuruyor.
Kadın ona orada saldırıp onu öldürmek isterse, kadının kafede sipariş ettiği yemeği yemesini aklına getiriyor. Kadın solak ve onun sol elini kırarsa onu savunmasız bırakabilir.
Kadın, Yeşilbayır'a gayet sakin ve temkinli kullanırken, "Lütfen torpidoyu açar mısın, bize bir sürprizim var." diyor.
Mert, torpidoyu açıyor, en üstte iki yaka kartı var. Üzerlerinde "Dedektif Semiha." ve "Dedektif Mert" yazılı.
Koskoca bir kahkaha patlatan Mert, bunları yaparken çok uğraşıp uğraşmadıgını soruyor.
Semiha da gülümsüyor. "Çok eğlenceliydi!" diyor.
Yaka kartını boynuna geçiriyor ikisi de, ve mezarlığı geçer geçmez, yıkık dökük bir harabe ile karşılaşıyorlar.
Arabadan iniyorlar, yıkılmış sütunlar var, ama bir üstun diğerlerinden daha uzakta duruyor. O daha sağlam ve üzerinde 3 tane kırmızı x çizilmiş. Üçü de silinmek üzere.
"Korinth!" diye haykırıyor, Mert.
"Değil." diyor, Semiha. "Kiliselerdeki süslemelerin isimleri antik yunan terminolojisinden farklıdır." diyor.
İlerliyorlar. "Burada mı başsız kadın ölü bulundu?" diye soruyor, kadına. "Evet." diyor Semiha.
"Görmek ister misin?" diye soruyor, Mert'e. Tam bu sırada bir karga, arkalarından havaya kalkıyor, uçmaya başlıyor.
"Nasıl yani?" diye soruyor Mert. Semiha gülümsüyor. "Bekle." diyor.
Semiha, arabadan geri dönerken elinde el fenerleri ve bir adet uv ışını getiriyor.
UV ışınını sütunun üstüne doğru tutuyor. Işık tutulan yerin altında kırmızı tuhaf bir leke beliriyor.
Lekeler...
"Kan." diyor, Mert.
"Öyleydi..." diye ekliyor Semiha.
Ama o anda bir şey oluyor. Onların bulundukları yere bir ışık vuruyor. Tam karşılarında, biraz uzaklarında kalan yokuştan bir araba onlara doğru geliyor.
"Mert!" diye bağırıyor kadın. "Arabaya bak! Araba siyah mı!"
Mert, "Evet." diyor. Semiha, "HEMEN ARABAYA ATLA!" diye bağırıyor.
Mert'in huysuzluğu üzerinde. "Lütfen emrivaki olmas..." ın demek üzereyken. Semihanın atla diye bağırışına şahit oluyor.
Öyle bir bağırıyor ki, Mert hemen arabaya binmezse onu geride bırakacağını biliyor.
"Bizi görmediler, bizi görmemiş olsunlar." diyor, Semiha arabayı hızla köyün içerisine sürerken.
"Bizi görmemiş olmaları çok zor, ışık ikimizi de aydınlattı." diyor.
"HAYIR! GÖRMEDİLER!" deyip ağlamaya başlıyor, Semiha.
Artık Hadımköy'e varmak üzereler. Ama o da ne, yan yoldan siyah bir araç onlara doğru geliyor, onlar gibi hızını arttırıyor, onlara çok yaklaşıyor.
Mert'in ödü kopmaya başlıyor. Semiha hızı arttırıyor, ama siyah araç daha da arttırıyor.
Ama o sırada bir şey oluyor.. Siyah araba birden duruyor. Hızla gerilerinde kalıyor.
Hadımköye vardıklarında ikisi de kan ter içinde iniyorlar kafenin önünde arabadan.
"Bana neler olduğunu anlatacaksın." diyor, Mert. "Lütfen. Oturalım, ve bir sigara yakmama izin ver." diyor kadın.
Oturuyorlar, sigara yakıyor ikisi de.
"Şimdi, bana soru sorma. Sadece dinle. Bitirdiğimde soru sorarsın." diyor.
Başlıyor anlatmaya.
Çok çok çok önceleri, cinayet olayları sonrası, Semiha 10 yaşındayken, arkadaşları Melike ve Siren ile o kilisenin olduğu yerde ailelerinden gizlice saklambaç oynamaya giderlermiş.
Bir gün, yine aynısını yapmışlar. Ama, Semiha'nın tuvaleti geldiği için koşa koşa eve dönmesi gerekmiş. Geriye döndüğünde ise, arkadaşlarından hiçbir iz yokmuş. Sadece, sütunun birinde 2 tane x işareti varmış.
1 Yıl içerisinde Semiha tam 6 kez çocuk polis tarafından soruglanmış ama arkadaşları bulunamamış.
Yıllar geçmiş, Semiha tam 30 yaşlarına varmışken tekrar kaybolma olayı olmuş. Hem de tam arkadaşlarının kayboldugu yerde. 2 çocuk kaybolmuş.
Bunları anlatırken, bir anda Mert olaya atlıyor. "O hikayeyi biliyorum. Kaybolan çocuklardan birisi, ilkokulda karşı sınıfımdaydı." diyor. "Tanrım, anlattıkların gerçek." diye ekliyor.
"Lütfen sözümü kesme." diyor, ona kadın. Devam ediyor.
Oraya gidiyor tekrar Semiha ve o sütunun orada, 4 x olduğunu görüyor. Bir gün, UV ışını ile geri geliyor ve sütundaki kanı fark ediyor.
Ara sıra oraya tekrar gidiyor, ama tam olarak tuhaf şeyler 3 yıl önce başlıyor. Bir gün oraya gittiğinde, 3 tane uzun boylu siyah giysili insanın saatlerce orada beklediğini görüyor. Bir araba gelip onları alıyor. Sonra fark ediyor ki Semiha, birileri onu izlemeye başlıyor. O da tüm elektronik aygıtlarından kurtuluyor.
3 kez daha denk geliyor bu olaya, her seferinde onları uzaktan izliyor.
"Peki ya buna beni neden bulaştırdın?" diye soruyor ona, Mert.
"Mert..." diyor, Semiha.
"Burada seni kimse sevmiyordu. Herkes tuhaf ve istemeyerek bakıyor. Kimsenin sevmediği insana güvenebilieceğimi fark ettim. Ve okuduğun polisiyeler çok kaliteliydi." diyor, Semiha, gülümsetmeye çalışıyor onu.
"Korkuyorum." diyor, Mert.
"Korkma. Yarın burada, akşam 5 gibi buluşalım, lütfen." diyor.
Mert ona veda ederken dikkatli olmasını söylüyor. Eve giderken bile izleniyor olma hissi aklındanı çıkmıyor.
Gece yarısı Mert, bir ses kaydetmek istiyor bilgisayarında, ama tuhaf bir şey oluyor. Bilgisayar, mirkofonun o anda başka bir programda aktif oldugunu bildiriyor.
Mert şaşırıyor, önemsemiyor.
Mert, kitap okurken bir şey fark ediyor. Bilgisayarının kamerasının aktif olduğu ışık yaınp sönüyor.
Mert korkmaya başlayıp bir bant yapıştırıyor.
Paranoyak olmaya başlayan Mert, ertesi günü iple çekiyor.
Mert, ertesi gün buluşma saatinde Kafeye gidiyor, beklemeye başlıyor.
Saatler geçiyor ama Semiha'dan haber yok.
Mert, bir çılgınlık yapıyor ve amcasının arabasını ödünç alıp Yeşilbayırdeki o yere gidiyor.
Gündüz vakti, hala güneş ışıkları etrafa yayılıyor.
Bir şey Mert'in çok dikkatini çekiyor. Sütunun orada artık 5 x var. Semiha'dan haber yok...
Mert korkuyor, arabaya binip hızla eve geliyor. Polise bunu anlatmaya korkuyor, daha soyadını bile bilmedigi bir kadınla bunları konuştuğunu söylemek istemiyor.
Ve yapması gereken en doğal şeyi yapıyor.
Bir Psikiyatristten randevu alıyor.
Ertesi sabah Mert, psikiyartiste paranoyak davrandığından bahsediyor. Psikiyatrist ise klasik diğerleri gibi.
Ona ilaçlar yazıp kafasından defetme peşinde.
Mert, hastaneden çıkar çıkmaz Kadıköy'ün yolunu tutuyor. Biraz gezmek istiyor. Tuhaf bir sergiye denk geliyor.
"Akıl Hastalarının Tiyatro Fotoğrafları." yazıyor, serginin ismi.
Marat'ın ölümünü konu edinen bir tiyatroyu, ilk olarak Fransızlar 1960'larda oynamışlardı, Türkler ise biraz rötarlı olarak 90'larda oynamış olsa gerek diyor.
Sergiyi gezmeye başlıyor. Ama daha ilk fotoğrafta, dizleri titriyor. Fotoğrafta, karşısında bir kadın, elinde kocaman bir bıçağı tutmuş, Marat olduğunu düşündüğü bir adama doğrultuyor.
Bunu yapan kadını Mert çok iyi tanıyor. Yüzündeki çilleri, çenesinin altındaki bene kadar.
Semiha, Charlotte rolünü üstlenmiş...
Koşarak görevliye o kadının kim olduğunu soruyor bizim Mert. Görevli ise, ilerideki bölmedeki defterde hepsinin hayat hikayesi yazdığını söylüyor.
Mert koşarak defteri açıyor, şansına ki yine ilk sayfada, karşısında kocaman Semiha'nın bir fotoğrafı duruyor.
Mert daha çok şoka uğruyor, korkuyor, ensesi karıncalaşıyor.
Semiha yazması gereken yerde, tuhaf bir isim yazıyor.
Melike Çam yazıyor.
Kadının, o zamanlar 23 yaşında olduğu yazıyor. Ve yazılar gittikçe korkunçlaşıyor. Kadının, o tiyatrodan 3 yıl sonra hücresinde intihar ettiği yazılı.
Mert, korkarak sergiden uzaklaşıyor. Tek yapmak istediği eve gitmek. Güvende hissettiği tek yere geri dönmek.
VE KİMSEYE İNANMAMAK!
Mert, Hadımköy'e tam 3 saat sonra varıyor. Evine girmek üzereyken, kapsının girişine tutturulmuş bir zarf görüyor.
Zarfın içi boş, zarfın üstünde ise "YARIN 4, AYNI KAFE, SEMİHA" yazıyor.
Gerisini henüz getiremedim düşünüyorum
Sanat Tarihi öğrencisi olan bu arkadaşımız, bir gün bir kafeye gidiyor. Elinde uzun zamandır bitirmeye çalıştığı bir kitap var: Hannibal Doğuyor kitabın ismi.
Sayfalarını çeviriyor, her sayfasında biraz daha sıkılıyor kitaptan Mert. Derken, yan masadan 40'larının başında olan ama atletik gözüken, uzun boylu, doğal sarışın bir kadın gelip masasına oturuyor.
"Merhaba, umarım rahatsız etmiyorum..." diyor, Mert'e.
"Elbette etmiyorsunuz." diye cevap veriyor Mert, bir an önce kalkıp gitse keşke şu kadın diye düşünüyor.
"Uzun zaman önce okumuştum, çok kötü bir son ile bitiyor..." diyor sarışın kadın, Mert'e. "Dövmeleriniz, neden Artemis? Troya savaşında bizim tarafımızda olduğu için mi?" diye soruyor.
Bizim taraf. Mert, kadının Antik Yunan karşıtı olduğunu anlıyor. Doğunun tarafını seçtiğini biliyor artık.
"Evet." diye cevap veriyor kısık sesle.
Ve sonrası mı? Hararetli bir konuşma başlıyor. Korku filmleri, cinayet romanları, efsaneler.
Kadın, Mert'in yanında tam üç saattir oturuyor. Artık kalkma zamanı geldiğini anlıyorlar, kalkıyorlar.
"Hala isminizi söylemediniz..." diye sitem ediyor Mert, kadına.
"Semiha..." diyor kadın. "İsmim Semiha."
Gülümsüyor Mert. "Tekrar görüşmek ister misiz?" diye soruyor, çekinerek.
"Lütfen, çok isterim." diyor kadın. Çarşamba günü, saat 1'de, aynı Kafe'de.
Kadın uzunca bir düşünüyor, ve tekrar konuşmaya başlıyor.
"Ben, ben telefon numaramı da vermek isterdim ama telefon kullanmıyorum. Elektronik hiçbir şeyi kullanmıyorum." diyor kadın. "Saat bile." Sonra, uzatmadan "Her neyse, çarşamba görüşeceğiz nasılsa." diyor, gidiyor.
Çarşamba günü Mert saat 11 gibi uyanıyor. Gözlerini kırpıştırarak lavaboya gidiyor, yüzünü yıkıyor. Saat 1 olana kadar üzerini giyinip elinde kalan kitabını bitirip başka bir kitaba başlamak için can atıyor.
Saat 1'e on dakika varken giriyor kafeye, göz ucuyla kafedekilere bakıyor Mert.
Eveet, Semiha orada. Kırmızı çiçekleri olan beyaz bir elbise giymiş. Sarı saçlarını ensesinde toplamış. Çilleri çok belirgin halde.
Yanına yaklaşıyor Mert onun. "Lütfen, terasta oturalım, sigara içeceğim." diyor Semiha, o oturmadan.
Terasa çıkıyorlar, esen rüzgar Semiha'nın alnına değen toplanmamış birkaç saçı bir o yana bir bu yana sallıyor. "Uzun süredir bu kadar tuhaf hissetmemiştim." diyor Semiha. "Cinayetler, gizemler." diye ekliyor.
Mert, olayı merak ediyor.
"Yeşilbayır'ı biliyor musun?" diye soruyor Mert'e, kadın. "Evet..." diye cevap veriyor Mert.
"Buraya çok yakın." diyor, "Oradan gelen, ben okula giderken sınıfımda okuyan arkadaşlarım vardı."
Kadın bir iç çekip anlatmaya başlıyor. Orada, bir kilise varmış zamanında. Bu kilise yıkılmış zamanla, Semiha 7-8 yaşlarındayken orada bir ceset bulunmuş.
Yıkılan sütunlardan arda kalan kısımda başsız bir kadın cesedi varmış. Kadının kim olduğu bulunamamış.
Sonrasında, olayla ilgilenen polislerin hepsi tuhaf biçimde ölmüş.
Evet, tuhaf, kimisini elektrip çarpmış, kimisi balkondan düşmüş, kimisi arkadaşının silahının ateş alması neticesinde ölmüş.
Ama Yeşilbayır küçük yer, o yerin adı lanetliye çıkmış.
Mert, bu yeri çok merak ediyor. "Bu yer, bu yer nerede?" diye soruyor.
"Yeşilbayır merkezinin üst kısmında, Ermeni mezarlığının arkasında." diyor ona Semiha ve göz kırpıyor.
"Gitmek istersen, götürebilirim." diyor.
"Çok isterim!" diyor Mert, ama bunu söylerken bile anında pişman oluyor. Tanımadıgı bir kadın, cinayet işlendiği söylenen bir yer, dahası da saçma sapan bir yere gidecek olması.
"Tamam, 6 gibi burada ol, seni almaya geleceğim, şimdi kalkmam gerek." diyor Semiha ve Mert'e hiçbir şey söyleme imkanı vermeden kafeden ayrılıyor.
Mert eve gidiyor. Düşünceli şekilde gözlerini kapatıyor. Bu kadın da kim, neyin nesi, neden karşısına çıktı ki?
Mert gözlerini açtığında saat 6'yı 20 geçiyor. Mert evden hızla çıkıyor ve koşarak kafeye varıyor. Kafenin içerisine bile bakmadan Semiha'nın orada olduğunu anlıyor. Semiha, kafenin ön tarafındaki otoparkta, arabasının bagajının üzerine oturmuş sigara tutturarak Mert'e gülümsüyor.
Bir Peogeog 206.
"Geç kalacağını biliyordum." diyor, "Sana 1 saat ek süre tanımıştım ama erken geldin." diyor.
"Üzügünüm." diyor Mert, kararan havaya bakıyor. "Yarın gündüz vakti gitmiş olsak daha iyi olmaz mı?" diye soruyor.
"Hayır, tam vakti. Hadi, zaman kaybetmeyelim diyor." Semiha.
Mert, kararan havaya ve batmaya çabalayan güneşe bakıyor. İçi kararıyor, korkuyor. Kafasında senaryolar kuruyor.
Kadın ona orada saldırıp onu öldürmek isterse, kadının kafede sipariş ettiği yemeği yemesini aklına getiriyor. Kadın solak ve onun sol elini kırarsa onu savunmasız bırakabilir.
Kadın, Yeşilbayır'a gayet sakin ve temkinli kullanırken, "Lütfen torpidoyu açar mısın, bize bir sürprizim var." diyor.
Mert, torpidoyu açıyor, en üstte iki yaka kartı var. Üzerlerinde "Dedektif Semiha." ve "Dedektif Mert" yazılı.
Koskoca bir kahkaha patlatan Mert, bunları yaparken çok uğraşıp uğraşmadıgını soruyor.
Semiha da gülümsüyor. "Çok eğlenceliydi!" diyor.
Yaka kartını boynuna geçiriyor ikisi de, ve mezarlığı geçer geçmez, yıkık dökük bir harabe ile karşılaşıyorlar.
Arabadan iniyorlar, yıkılmış sütunlar var, ama bir üstun diğerlerinden daha uzakta duruyor. O daha sağlam ve üzerinde 3 tane kırmızı x çizilmiş. Üçü de silinmek üzere.
"Korinth!" diye haykırıyor, Mert.
"Değil." diyor, Semiha. "Kiliselerdeki süslemelerin isimleri antik yunan terminolojisinden farklıdır." diyor.
İlerliyorlar. "Burada mı başsız kadın ölü bulundu?" diye soruyor, kadına. "Evet." diyor Semiha.
"Görmek ister misin?" diye soruyor, Mert'e. Tam bu sırada bir karga, arkalarından havaya kalkıyor, uçmaya başlıyor.
"Nasıl yani?" diye soruyor Mert. Semiha gülümsüyor. "Bekle." diyor.
Semiha, arabadan geri dönerken elinde el fenerleri ve bir adet uv ışını getiriyor.
UV ışınını sütunun üstüne doğru tutuyor. Işık tutulan yerin altında kırmızı tuhaf bir leke beliriyor.
Lekeler...
"Kan." diyor, Mert.
"Öyleydi..." diye ekliyor Semiha.
Ama o anda bir şey oluyor. Onların bulundukları yere bir ışık vuruyor. Tam karşılarında, biraz uzaklarında kalan yokuştan bir araba onlara doğru geliyor.
"Mert!" diye bağırıyor kadın. "Arabaya bak! Araba siyah mı!"
Mert, "Evet." diyor. Semiha, "HEMEN ARABAYA ATLA!" diye bağırıyor.
Mert'in huysuzluğu üzerinde. "Lütfen emrivaki olmas..." ın demek üzereyken. Semihanın atla diye bağırışına şahit oluyor.
Öyle bir bağırıyor ki, Mert hemen arabaya binmezse onu geride bırakacağını biliyor.
"Bizi görmediler, bizi görmemiş olsunlar." diyor, Semiha arabayı hızla köyün içerisine sürerken.
"Bizi görmemiş olmaları çok zor, ışık ikimizi de aydınlattı." diyor.
"HAYIR! GÖRMEDİLER!" deyip ağlamaya başlıyor, Semiha.
Artık Hadımköy'e varmak üzereler. Ama o da ne, yan yoldan siyah bir araç onlara doğru geliyor, onlar gibi hızını arttırıyor, onlara çok yaklaşıyor.
Mert'in ödü kopmaya başlıyor. Semiha hızı arttırıyor, ama siyah araç daha da arttırıyor.
Ama o sırada bir şey oluyor.. Siyah araba birden duruyor. Hızla gerilerinde kalıyor.
Hadımköye vardıklarında ikisi de kan ter içinde iniyorlar kafenin önünde arabadan.
"Bana neler olduğunu anlatacaksın." diyor, Mert. "Lütfen. Oturalım, ve bir sigara yakmama izin ver." diyor kadın.
Oturuyorlar, sigara yakıyor ikisi de.
"Şimdi, bana soru sorma. Sadece dinle. Bitirdiğimde soru sorarsın." diyor.
Başlıyor anlatmaya.
Çok çok çok önceleri, cinayet olayları sonrası, Semiha 10 yaşındayken, arkadaşları Melike ve Siren ile o kilisenin olduğu yerde ailelerinden gizlice saklambaç oynamaya giderlermiş.
Bir gün, yine aynısını yapmışlar. Ama, Semiha'nın tuvaleti geldiği için koşa koşa eve dönmesi gerekmiş. Geriye döndüğünde ise, arkadaşlarından hiçbir iz yokmuş. Sadece, sütunun birinde 2 tane x işareti varmış.
1 Yıl içerisinde Semiha tam 6 kez çocuk polis tarafından soruglanmış ama arkadaşları bulunamamış.
Yıllar geçmiş, Semiha tam 30 yaşlarına varmışken tekrar kaybolma olayı olmuş. Hem de tam arkadaşlarının kayboldugu yerde. 2 çocuk kaybolmuş.
Bunları anlatırken, bir anda Mert olaya atlıyor. "O hikayeyi biliyorum. Kaybolan çocuklardan birisi, ilkokulda karşı sınıfımdaydı." diyor. "Tanrım, anlattıkların gerçek." diye ekliyor.
"Lütfen sözümü kesme." diyor, ona kadın. Devam ediyor.
Oraya gidiyor tekrar Semiha ve o sütunun orada, 4 x olduğunu görüyor. Bir gün, UV ışını ile geri geliyor ve sütundaki kanı fark ediyor.
Ara sıra oraya tekrar gidiyor, ama tam olarak tuhaf şeyler 3 yıl önce başlıyor. Bir gün oraya gittiğinde, 3 tane uzun boylu siyah giysili insanın saatlerce orada beklediğini görüyor. Bir araba gelip onları alıyor. Sonra fark ediyor ki Semiha, birileri onu izlemeye başlıyor. O da tüm elektronik aygıtlarından kurtuluyor.
3 kez daha denk geliyor bu olaya, her seferinde onları uzaktan izliyor.
"Peki ya buna beni neden bulaştırdın?" diye soruyor ona, Mert.
"Mert..." diyor, Semiha.
"Burada seni kimse sevmiyordu. Herkes tuhaf ve istemeyerek bakıyor. Kimsenin sevmediği insana güvenebilieceğimi fark ettim. Ve okuduğun polisiyeler çok kaliteliydi." diyor, Semiha, gülümsetmeye çalışıyor onu.
"Korkuyorum." diyor, Mert.
"Korkma. Yarın burada, akşam 5 gibi buluşalım, lütfen." diyor.
Mert ona veda ederken dikkatli olmasını söylüyor. Eve giderken bile izleniyor olma hissi aklındanı çıkmıyor.
Gece yarısı Mert, bir ses kaydetmek istiyor bilgisayarında, ama tuhaf bir şey oluyor. Bilgisayar, mirkofonun o anda başka bir programda aktif oldugunu bildiriyor.
Mert şaşırıyor, önemsemiyor.
Mert, kitap okurken bir şey fark ediyor. Bilgisayarının kamerasının aktif olduğu ışık yaınp sönüyor.
Mert korkmaya başlayıp bir bant yapıştırıyor.
Paranoyak olmaya başlayan Mert, ertesi günü iple çekiyor.
Mert, ertesi gün buluşma saatinde Kafeye gidiyor, beklemeye başlıyor.
Saatler geçiyor ama Semiha'dan haber yok.
Mert, bir çılgınlık yapıyor ve amcasının arabasını ödünç alıp Yeşilbayırdeki o yere gidiyor.
Gündüz vakti, hala güneş ışıkları etrafa yayılıyor.
Bir şey Mert'in çok dikkatini çekiyor. Sütunun orada artık 5 x var. Semiha'dan haber yok...
Mert korkuyor, arabaya binip hızla eve geliyor. Polise bunu anlatmaya korkuyor, daha soyadını bile bilmedigi bir kadınla bunları konuştuğunu söylemek istemiyor.
Ve yapması gereken en doğal şeyi yapıyor.
Bir Psikiyatristten randevu alıyor.
Ertesi sabah Mert, psikiyartiste paranoyak davrandığından bahsediyor. Psikiyatrist ise klasik diğerleri gibi.
Ona ilaçlar yazıp kafasından defetme peşinde.
Mert, hastaneden çıkar çıkmaz Kadıköy'ün yolunu tutuyor. Biraz gezmek istiyor. Tuhaf bir sergiye denk geliyor.
"Akıl Hastalarının Tiyatro Fotoğrafları." yazıyor, serginin ismi.
Marat'ın ölümünü konu edinen bir tiyatroyu, ilk olarak Fransızlar 1960'larda oynamışlardı, Türkler ise biraz rötarlı olarak 90'larda oynamış olsa gerek diyor.
Sergiyi gezmeye başlıyor. Ama daha ilk fotoğrafta, dizleri titriyor. Fotoğrafta, karşısında bir kadın, elinde kocaman bir bıçağı tutmuş, Marat olduğunu düşündüğü bir adama doğrultuyor.
Bunu yapan kadını Mert çok iyi tanıyor. Yüzündeki çilleri, çenesinin altındaki bene kadar.
Semiha, Charlotte rolünü üstlenmiş...
Koşarak görevliye o kadının kim olduğunu soruyor bizim Mert. Görevli ise, ilerideki bölmedeki defterde hepsinin hayat hikayesi yazdığını söylüyor.
Mert koşarak defteri açıyor, şansına ki yine ilk sayfada, karşısında kocaman Semiha'nın bir fotoğrafı duruyor.
Mert daha çok şoka uğruyor, korkuyor, ensesi karıncalaşıyor.
Semiha yazması gereken yerde, tuhaf bir isim yazıyor.
Melike Çam yazıyor.
Kadının, o zamanlar 23 yaşında olduğu yazıyor. Ve yazılar gittikçe korkunçlaşıyor. Kadının, o tiyatrodan 3 yıl sonra hücresinde intihar ettiği yazılı.
Mert, korkarak sergiden uzaklaşıyor. Tek yapmak istediği eve gitmek. Güvende hissettiği tek yere geri dönmek.
VE KİMSEYE İNANMAMAK!
Mert, Hadımköy'e tam 3 saat sonra varıyor. Evine girmek üzereyken, kapsının girişine tutturulmuş bir zarf görüyor.
Zarfın içi boş, zarfın üstünde ise "YARIN 4, AYNI KAFE, SEMİHA" yazıyor.
Gerisini henüz getiremedim düşünüyorum
nihayet yavaş yavaş gerçek bir sosyal demokrat parti yoluna giren chp'yi kutlarım.
rusya'da bir ara kliseye karşı allahın varlığını labratuvar ortamında ispatlayamıyorsanız halktan aldığınız bütün paraları geri verin üzerinden bir dava açılmıştı. dava sonucu ne oldu bilmiyorum. fakat bizim buradakilere sormak istiyorum. ne yaradılışı arakadaş ne yaradılışı? gidin kanıtınız varsa getirin yaradılışa dair. şayet yoksa toplumun önemli bir bölümünü oluşturan ve helalsiz vergileriyle semirdiğiniz lgbt-i bireyi dostlarımıza küfür etmekten vaz geçin.
Bu hıyarın gazi Mustafa Kemal Atatürk'e düşmanlığını bir türlü anlamıyorum.
adam suç işliyor, hükumetten ses yok.
adam suç işliyor, hükumetten ses yok.
Yaptığı kafayı yaşatamayanlar utansın. Net !
Replay tuşu ağlıyor ama bıkmadım;
CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır Twitter hesabı üzerinden 21 Mayıs 2019 tarihinde attığı tweet'e göre bahsi geçen adamla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu.
Sanat camiası başta olmak üzere twitter ve instagram üzerinden iptal edilen ve 23 haziranda tekrarlanacak istanbul bb seçimlerine yönelik yapılan paylaşımların hashtag'i olan cümle. İmamoğlu'nun iptal edilen seçimlerden sonra konuşmasında dile getirdiği bu cümle bir çok kişi tarafından benimsenerek paylaşımlarda kullanıldı. Aynı zamanda Bodrum, Muğla,eskişehir gibi belediyeler, 23 Haziran seçim günü ile ilgili komik ve anlamlı paylaşımlarla vatandaşları istanbul'da ki seçimde oy vermeye teşvik ediyor.
ing. dördüncü tür.
2009 Amerika yapımı Milla Jovovich, Charlotte Milchard, Elias Koteas, Corey Johnson, Will Patton, ve Mia McKenna-Bruce'nın oynadığı, Olatunde Osunsanmi'nin yönettiği belgeseli çağrıştıran bilim kurgu-gerilim filmi. Beni en çok geren filmler arasındadır. Öyle 8-9 imdb puanlı müthiş bir filmde değil ama, anlayamadığım bir şekilde atmosferi beni germişti izlediğimde.
film Uzaylılar tarafından kaçırılma konusunu işliyor. Hem film hem belgesel havasında ilerleyen filmde gerçek olduğunu iddia ettikleri video kayıtları var, başrolde Jovovich'in canlandırdığı psikolog Abigail Emily Tyler'ın hastalarıyla yaşadığı hipnoz seansları sırasında uzaylılarla bağlantılı bir şeyler keşfetmesini ve bu konunun üzerine gitmesini konu alıyor. Filmin iddiası Abigail'in gerçekten Alaska'nın olayların geçtiği o kasabasında zamanında çalışmış gerçek bir karakter olduğu yönünde. film onun seanslarını ve yaşadıklarını hem gerçek olduğunu iddia ettiği video kayıtlarıyla hem Milla'nın Abigail'i canlandırdığı kurguyla bir arada veriyor.
2009 Amerika yapımı Milla Jovovich, Charlotte Milchard, Elias Koteas, Corey Johnson, Will Patton, ve Mia McKenna-Bruce'nın oynadığı, Olatunde Osunsanmi'nin yönettiği belgeseli çağrıştıran bilim kurgu-gerilim filmi. Beni en çok geren filmler arasındadır. Öyle 8-9 imdb puanlı müthiş bir filmde değil ama, anlayamadığım bir şekilde atmosferi beni germişti izlediğimde.
film Uzaylılar tarafından kaçırılma konusunu işliyor. Hem film hem belgesel havasında ilerleyen filmde gerçek olduğunu iddia ettikleri video kayıtları var, başrolde Jovovich'in canlandırdığı psikolog Abigail Emily Tyler'ın hastalarıyla yaşadığı hipnoz seansları sırasında uzaylılarla bağlantılı bir şeyler keşfetmesini ve bu konunun üzerine gitmesini konu alıyor. Filmin iddiası Abigail'in gerçekten Alaska'nın olayların geçtiği o kasabasında zamanında çalışmış gerçek bir karakter olduğu yönünde. film onun seanslarını ve yaşadıklarını hem gerçek olduğunu iddia ettiği video kayıtlarıyla hem Milla'nın Abigail'i canlandırdığı kurguyla bir arada veriyor.
üç kez Akademi Ödülü kazanmış Yeni Zelandalı film yapımcısı, senarist ve yönetmen. Elinin deydiği güzel olan adamlardan. Yüzüklerin efendisi gibi arşivimde sakladığım bir baş yapıt film serisinin mimarı. Ardından Hobbit'i çekti onun tadı ayrı güzeldi. District 9'da sistemi uzaylılarla eleştirdi, 2005'de çektiği King Kong hala daha üstüne tanımadığım orjinaline sadık kalınmış en iyi kong filmi. Sonradan WB'un çektiği ve CGİ efekti dayadığı çoluk çocuk eğlendirmelik olanı eline su bile dökemez. Saygılar üstad.
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
şampiyonlar ligi ilk maçında neu camp'ta 3-0 mağlup ettiği ve finale kesin çıktığına inanan barcelona londra'da liverpol'a 4-0 yenilerek havlu attı.
akıl alır gibi değil diyeceğim ama liverpol hafife alınacak takım değil. jurgen klop da.
akıl alır gibi değil diyeceğim ama liverpol hafife alınacak takım değil. jurgen klop da.
bir bilim adamından daha fazla, sansasyonel açıklamalar palyoçosu olan şengör'ün ne dediğini hiç umursamıyorum.
ama size kötü bir haber vermeliyim ki hiç birininizin damarlarında türk kanı diye bir şey dolaşmıyor. çünkü türk kanı diye bir kan türü yoktur. aynı şekilde, ingiliz kanı, ermeni kanı, alman kanı vesaire de yoktur. kan grupları bundan 70 yıl kadar önce tıp bilimi tarafından tasnif edilmiştir. bu kan gruplarından gayrı insan kanı bulunmamaktadır.
gerisi ilkel milliyetçi lafı güzaftır. ırkçı gevezeliklerdir.
ama size kötü bir haber vermeliyim ki hiç birininizin damarlarında türk kanı diye bir şey dolaşmıyor. çünkü türk kanı diye bir kan türü yoktur. aynı şekilde, ingiliz kanı, ermeni kanı, alman kanı vesaire de yoktur. kan grupları bundan 70 yıl kadar önce tıp bilimi tarafından tasnif edilmiştir. bu kan gruplarından gayrı insan kanı bulunmamaktadır.
gerisi ilkel milliyetçi lafı güzaftır. ırkçı gevezeliklerdir.
boğaziçi üniversitesi islam araştırmalar grubunun düzenlediği sempozyumda sonradan müslüman yunan asıllı hamza andreas adlı ajan "atatürk şeytandır" demiş.
cumhuriyet türkiyesinde böyle pislik insanları, boğaziçi üniversitesinin sempozyumu düzenleyen reziller hakkında işlem yapmayanlar da rezildir.
bu şerefsizi savunan ekin yayınları da şerefsizdir.
cumhuriyet türkiyesinde böyle pislik insanları, boğaziçi üniversitesinin sempozyumu düzenleyen reziller hakkında işlem yapmayanlar da rezildir.
bu şerefsizi savunan ekin yayınları da şerefsizdir.
Satürn
zenginsozluk.com/foto
Mars
zenginsozluk.com/foto
Jüpiter ve uyduları (io, europa ve ganymede)
zenginsozluk.com/foto
Jüpiter
zenginsozluk.com/foto
Venüs
zenginsozluk.com/foto
Neptün
zenginsozluk.com/foto
zenginsozluk.com/foto
Mars
zenginsozluk.com/foto
Jüpiter ve uyduları (io, europa ve ganymede)
zenginsozluk.com/foto
Jüpiter
zenginsozluk.com/foto
Venüs
zenginsozluk.com/foto
Neptün
zenginsozluk.com/foto
ne ayıp, hangi milletin hangi yörenin özlü deyişi bu?
ölüyü diriyi s.... n gözü bana diktin duymuştum, zikmediğin eşeğin önüne ot koymadığını da duyduk ama kuş hayvanını yeni duydum.
atasözlerimiz de bayağı müstehcen, hatta ultra sapık. zavallı minik kuş.
ölüyü diriyi s.... n gözü bana diktin duymuştum, zikmediğin eşeğin önüne ot koymadığını da duyduk ama kuş hayvanını yeni duydum.
atasözlerimiz de bayağı müstehcen, hatta ultra sapık. zavallı minik kuş.
Gider ders çalışırım. Alttan aldığım dersi veren kadını satın alsam o parayla yine de beni torpille geçirmez çünkü. “Bir şey öğretmiyorum ama siz dersten geçin bir şekilde”
(bkz:Manyak)
(bkz:Manyak)
Star wars karakteri.
Karakter gibi karakter. Gençliğindeki karizmatiklik ileryen yaşında hiçbir şey kaybetmemiş. Hiçbir zaman borcu bitmeyecek bir pilot. Leia'nın unutulmaz aşkı. Kylo ren'in babası. Chewbacca'nın biricik dostu.
Son sahnesindeki akıbeti beni derinden üzdü. Leia'nın haberini aldığı sahne star wars filmindeki ağladığım tek sahne. Öyle işte han solo. Kaptan solo.
Karakter gibi karakter. Gençliğindeki karizmatiklik ileryen yaşında hiçbir şey kaybetmemiş. Hiçbir zaman borcu bitmeyecek bir pilot. Leia'nın unutulmaz aşkı. Kylo ren'in babası. Chewbacca'nın biricik dostu.
Son sahnesindeki akıbeti beni derinden üzdü. Leia'nın haberini aldığı sahne star wars filmindeki ağladığım tek sahne. Öyle işte han solo. Kaptan solo.
allahım kalbim küt küt...
Gözyaşlarım ve gülümsemelerim ile bekliyorum.
Gözyaşlarım ve gülümsemelerim ile bekliyorum.
Daha iyisi çekilene kadar en iyisi olan Türk dizisi.
"Eğitime ihtiyacımız yok" diye başlayan pink Floyd efsanelerinden. Şarkının korosunda yer alan bebelerin okullarınan atılmaları yapıtın efsaneleşmesindeki ironilerden biridir.
Meraklısına sözlerinin tamamı;
We don't need no education
We don't need no thought control
No dark sarcasm in the classroom
Teachers leave them kids alone
Hey, teachers, leave them kids alone
All in all it's just another brick in the wall
All in all you're just another brick in the wall
We don't need no education
We don't need no thought control
No dark sarcasm in the classroom
Teachers leave those kids alone
Hey teachers, leave those kids alone
All in all you're just another brick in the wall
All in all you're just another brick in the wall
"Wrong, do it again! Wrong, do it again!"
"If you don't eat yer meat, you can't have any pudding
How can you have any pudding if you don't eat yer meat?"
"You, yes, you behind the bike sheds, stand still, laddy"
Meraklısına sözlerinin tamamı;
We don't need no education
We don't need no thought control
No dark sarcasm in the classroom
Teachers leave them kids alone
Hey, teachers, leave them kids alone
All in all it's just another brick in the wall
All in all you're just another brick in the wall
We don't need no education
We don't need no thought control
No dark sarcasm in the classroom
Teachers leave those kids alone
Hey teachers, leave those kids alone
All in all you're just another brick in the wall
All in all you're just another brick in the wall
"Wrong, do it again! Wrong, do it again!"
"If you don't eat yer meat, you can't have any pudding
How can you have any pudding if you don't eat yer meat?"
"You, yes, you behind the bike sheds, stand still, laddy"
benliğin anlam ve önemden yoksunlaşması. kendini yokluğun içine bırakmış olması..
Başka bir dünyada yaşasaydık örneğin ursula K. Le Guin' ın distopyasında belkide hiç hayatımızda olmayacaktı.
"cinsellik pis bir şey olmayınca, günaha girme diye bir şey de olmayacaktı, dolayısı ile lügatimizde küfür de olmazdı.
Mülksüzler
"cinsellik pis bir şey olmayınca, günaha girme diye bir şey de olmayacaktı, dolayısı ile lügatimizde küfür de olmazdı.
Mülksüzler
cesareti güdü olmaktan çıkaran neydi? insanlar doğuştan gelen pek az güdüye ( emme, yakalama) sahiptir ve elbette cesaret bunlardan biri değildir. beceriyi kapsamaz. cesaret, korkuYla ( cesaret korkuyu içine soktuğu için) var olur. korku, cesareti harekete geçirmeye ya da geçirmemeye, kimi zaman ondan zevk almaya olanak verendir. bir yetiden ziyade bir işlev, bir içgüdüden ziyade bir itkidir. bir kez cesaret edersen, devam ettirmek bir haz almaya ya da vermeye dönüşür. cesaret erotikTir, seks yapmadan ( fantezilerimizin çoğunun birleşmeyle ilgisi yoktur) çocuk yapabilmektir. cesaret, derin bağı olan korkudan kurtulabilmek için didinir; korku mağlup olduğunda cesaret; tanrı'ya en çok benzeyendir.
Babasıyla alkol içen kızdır. Bu, bu kadar yani. Saçma sapan insanların gündem olmasını da anlayabilmiş değilim. Yani şu tweet'e bakıp “ ahlaksız olduğunu” düşünecek ya da onaylayacak biri varsa s...... gitsin.
inanç nedir? nasıl basitleştirilir? nasıl kullanılır?
bir kişi veya objenin iyi bir özelliğine odaklanarak ona başka pozitif özellikler atfetme ön yargısıdır. Mesela sokakta aşırı şık giyinmiş birine denk gelirsek, onun muhtemelen çok başarılı veya kaliteli bir insan olduğu varsayımında bulunuruz.
Fiziksel olarak güzel gözüken bir bireye, sağlıklı, akıllı ve hatta zengin gibi sıfatlar yapıştırmak zihnimizin otomatik olarak yaptığı en klasik halo etkisi örneğidir denilebilir.
Fiziksel olarak güzel gözüken bir bireye, sağlıklı, akıllı ve hatta zengin gibi sıfatlar yapıştırmak zihnimizin otomatik olarak yaptığı en klasik halo etkisi örneğidir denilebilir.
geçici eylem ama korkmak değil. bize susmayı becerebilen insanlar lazım. konuştukça örümcek ağına benziyor dil. ve zaten boşunalık.
tam adı 'böyle buyurdu zerdüşt : herkes ve hiç kimse için bir kitap' friedrich nietzsche'nin en derinlik taşıyan eseridir. ortaya çıkan kitaba sadece edebi bir değer biçmek felsefi yönüne, sadece felsefe içerdiğini söylemek de edebi yönüne haksızlık olur. ilk sayfalarında anlamak zor gibi geliyor ama otuzuncu sayfadan sonra her sayfada o konuşuyor siz dünyaya yepyeni bir pencere açıyorsunuz.
zerdüşt gezgin ve sürgün bir kişidir ki kendisi tanrı'nın varlığını haber vermez insanlara, aksine ölümünü haber verir. bu kitapla birlikte yepyeni bir görüşte bir çeşit üstinsan yaratmıştır. boş zamanlarınızda roman okuyor gibi sayfaları rahatça geçip, konunun özünü kavradım diyebileceğiniz bir eser değildir. tam da kendisinin bahsettiği gibi onun gününe ait değil gelecek yüzyıl ve nesiller için bırakılmıştır.
"şiir yazanlar ve tanrıya düşkün olanlar arasında birçok hastalıklı kişi olmuştur her zaman; nefret ederler farkına varanlardan ve dürüstlük denen son erdemden.
hep geçmişteki karanlık çağlara bakarlar. o zamanlar gerçekten de kuruntu ve inanç başka türlü bir şeydi. tanrıya benzemek bir çıldırma nedeniydi ve şüphe bir günahtı.
tanrıya benzeyenleri çok iyi tanırım. kendilerine inanılması için ısrar ederler ve şüpheyi günah sayarlar. kendilerinin en çok neye inandıklarını da en çok ben iyi bilirim.
gerçekten de öbür dünyalar ve hayat kurtarıcı kan damlaları değildir inandıkları. bunlar da en çok bedene inanırlar ve kendi bedenleri kendindeki şeydir onlar için.
ama hastalıklı bir şeydir bedenleri onların gözünde ve kurtulmak isterler ondan. bu nedenle kulak verirler ölüm vaazlarına ve kendileri de öbür dünyalar hakkında vaaz verirler."
zerdüşt gezgin ve sürgün bir kişidir ki kendisi tanrı'nın varlığını haber vermez insanlara, aksine ölümünü haber verir. bu kitapla birlikte yepyeni bir görüşte bir çeşit üstinsan yaratmıştır. boş zamanlarınızda roman okuyor gibi sayfaları rahatça geçip, konunun özünü kavradım diyebileceğiniz bir eser değildir. tam da kendisinin bahsettiği gibi onun gününe ait değil gelecek yüzyıl ve nesiller için bırakılmıştır.
"şiir yazanlar ve tanrıya düşkün olanlar arasında birçok hastalıklı kişi olmuştur her zaman; nefret ederler farkına varanlardan ve dürüstlük denen son erdemden.
hep geçmişteki karanlık çağlara bakarlar. o zamanlar gerçekten de kuruntu ve inanç başka türlü bir şeydi. tanrıya benzemek bir çıldırma nedeniydi ve şüphe bir günahtı.
tanrıya benzeyenleri çok iyi tanırım. kendilerine inanılması için ısrar ederler ve şüpheyi günah sayarlar. kendilerinin en çok neye inandıklarını da en çok ben iyi bilirim.
gerçekten de öbür dünyalar ve hayat kurtarıcı kan damlaları değildir inandıkları. bunlar da en çok bedene inanırlar ve kendi bedenleri kendindeki şeydir onlar için.
ama hastalıklı bir şeydir bedenleri onların gözünde ve kurtulmak isterler ondan. bu nedenle kulak verirler ölüm vaazlarına ve kendileri de öbür dünyalar hakkında vaaz verirler."
Bu sabah yine birileri birilerine sövüyor yine birilerinin hakkı yenilmiş, birileri birilerine bağırıyor. Hava ruhsuz, koyu gri, orada burada paylaşılan yine üç beş samimiyetsiz fotoğraf, yaya geçidinden tam gaz geçen bir tır, battaniye içinde nefessiz kalmak isteyen bir ben, çok mutlu görünüp aslında içi parçalanan ama bunu asla açıklamayan bir insan, okunan kitap hüznü.
Pozitif olmak güzel şey ama tüm bu şartlar ile pozitif olan da ne bileyim sanki biraz yalan. Her neyse.
Pozitif olmak güzel şey ama tüm bu şartlar ile pozitif olan da ne bileyim sanki biraz yalan. Her neyse.
kaç gündür içimde minnoş bir duygusallık besliyorum.
o duygusallık enerjisi birikmiş patlamaya hazır bir kara parçası gibi içimde.
kimseyle de konuşamıyorum doğru dürüst kırarım diye.
ah ulan mevsimler ya gelin ya gidin bir yerde bir sabit durun artık.
o duygusallık enerjisi birikmiş patlamaya hazır bir kara parçası gibi içimde.
kimseyle de konuşamıyorum doğru dürüst kırarım diye.
ah ulan mevsimler ya gelin ya gidin bir yerde bir sabit durun artık.
Ülkem için yeniden umutların filizlendiğini görmek beni çok mutlu ediyor. Hâlâ çok büyük bir fark yaratacak enerjiyi toplamış değiliz ama bir yerden de başladık gibi hissediyorum. Yürüyemeyen bir insan için yeniden ilk adım neyse bu sabah için ülkemin hissettiği o ilk adımdır bence. Bir taraftan güçsüz ve yorgun bir taraftan da mücadeleci ve heyecanlıyız...
Bu tablodan çok büyük bir zafer sevinci yaşıyoruz demek hayal olur ama bir iyileşme sürecinin başladığını biliyorum. Güzel yürekli, ülkesini seven herkese bu güzel başlangıç için çok teşekkür ediyorum.
Bu tablodan çok büyük bir zafer sevinci yaşıyoruz demek hayal olur ama bir iyileşme sürecinin başladığını biliyorum. Güzel yürekli, ülkesini seven herkese bu güzel başlangıç için çok teşekkür ediyorum.
Yazacaklarım Sözlük nezdinde tüm evrene mesajımdır;
Bugüne kadar, özellikle son üç yıldır, çok da iyi bir insan olduğumu söyleyemem; kendi kırgınlıklarımı başkalarını paramparça ederek toplamaya çalıştım ve olmadı. Çoğunlukla hiçbir şey yapmadan sadece kendi bencil varlığımı mutlu edecek şeylerle öyle ya da böyle günlerimi geçirdim. İşin özü nasıl bir insan olduğumu iyi ve tüm kötü yanlarımla biliyorum.
Çok sevgili evren, sana gelirsek, sende ne kadar inkar etsende az puşt değilsin, bunu ikimizde biliyoruz. Yaşamış olduğum süre boyunca sürekli ayağıma çelme takıp düşmeme güldün ağzımı açmadım, tam gülerek hayatımdaki en güzel sahneyi izlemek için otururken altımdan sandalyeyi çektin yine ağzımı açmadım. Kısaca senden bugüne kadar nerdeyse hiçbir beklentim olmadı ama şimdi minicik bir ricayla karşındayım. Aslında hem çok yakından tanıdığım ve birçok yönden de hiç tanımadığım biri birkaç saat içinde ameliyat olacak. Dünyanın onun gibi naif, iyi yürekli insanlara ihtiyacı olduğunu sende en az benim kadar biliyorsun. Vakit itlik, puştluk değil birlik vaktidir. O yüzden işbirlikçi yanına sesleniyorum; bu insanın iyi ve sağlıklı olmasını diliyorum, lütfen ona bana davrandığın gibi davranma. Zamanın en kısa sürede iyileştirici formülünü ona fısılda ki çabucak toparlasın. Sonrasında adisyonu bana getir, söz veriyorum nasıl olsa faiziyle geri öderim.
Bugüne kadar, özellikle son üç yıldır, çok da iyi bir insan olduğumu söyleyemem; kendi kırgınlıklarımı başkalarını paramparça ederek toplamaya çalıştım ve olmadı. Çoğunlukla hiçbir şey yapmadan sadece kendi bencil varlığımı mutlu edecek şeylerle öyle ya da böyle günlerimi geçirdim. İşin özü nasıl bir insan olduğumu iyi ve tüm kötü yanlarımla biliyorum.
Çok sevgili evren, sana gelirsek, sende ne kadar inkar etsende az puşt değilsin, bunu ikimizde biliyoruz. Yaşamış olduğum süre boyunca sürekli ayağıma çelme takıp düşmeme güldün ağzımı açmadım, tam gülerek hayatımdaki en güzel sahneyi izlemek için otururken altımdan sandalyeyi çektin yine ağzımı açmadım. Kısaca senden bugüne kadar nerdeyse hiçbir beklentim olmadı ama şimdi minicik bir ricayla karşındayım. Aslında hem çok yakından tanıdığım ve birçok yönden de hiç tanımadığım biri birkaç saat içinde ameliyat olacak. Dünyanın onun gibi naif, iyi yürekli insanlara ihtiyacı olduğunu sende en az benim kadar biliyorsun. Vakit itlik, puştluk değil birlik vaktidir. O yüzden işbirlikçi yanına sesleniyorum; bu insanın iyi ve sağlıklı olmasını diliyorum, lütfen ona bana davrandığın gibi davranma. Zamanın en kısa sürede iyileştirici formülünü ona fısılda ki çabucak toparlasın. Sonrasında adisyonu bana getir, söz veriyorum nasıl olsa faiziyle geri öderim.
Çok üzgünüm sözlük. Sebebi çok saçma gelebilir ama saksıdaki çiçeklerimden biri ölmüş. Ayrım yapamıyorum canlılar arasında. Sırf ses çıkaramıyor diye, bitki işte diyip geçemiyorum. Kedim, köpeğim ölse bu kadar üzülürdüm.
Ve içlerinde en güzel olanıydı. Sabah muhteşem bir şekilde filizlenmişti. Öyle dik duruyordu ki... Akşam geldiğimde bildiğin gövdesi tüm sertliğini kaybetmiş şekilde toprağa yatmış halde buldum.
Onun hayat bulmasına ben vesile olmuştum. Kim bilir onlar da hayvanlar gibi doğduklarında aynı evi paylaştığı insanı tanıyordur ve benimsiyordur belki.
Belki de sabah ben onu çok iyi sanırken bana derdini anlatmaya çalıştı ama işte...
Ve içlerinde en güzel olanıydı. Sabah muhteşem bir şekilde filizlenmişti. Öyle dik duruyordu ki... Akşam geldiğimde bildiğin gövdesi tüm sertliğini kaybetmiş şekilde toprağa yatmış halde buldum.
Onun hayat bulmasına ben vesile olmuştum. Kim bilir onlar da hayvanlar gibi doğduklarında aynı evi paylaştığı insanı tanıyordur ve benimsiyordur belki.
Belki de sabah ben onu çok iyi sanırken bana derdini anlatmaya çalıştı ama işte...
Duygulandım. videonun sonunda Afet hanımın konuşmasından sonra buruldum. 1930 yılına aitimiş bu kayıt. 89 sene öncesine yani, neredeyse bir asır öncesine.
gerek seçim öncesi gerekse seçim sonrası süreçlerde Ana akım medyada sıradan bir akpli kadar bile görünmemesine rağmen şimdiden sıkılanların olmasının sebebi sanırım iktidar ve iktidara gönül verenlerin anlayamadığı üslubu. Alışmışlar kodu mu oturtan cinsten üsluba. Haklılar 20 küsür senedir aynı üslup iktidarda.
nasıl ki okuryazarlık dünyayı kişiselleştirmenin yoluysa, matematik de dünyayı evrenselleştirmenin bir yolu gibi görünüyor. bana kalırsa her ikisi de ciddi tehlikelere gebe..
Sığ yapılı bünyelerin "Gerçek hayatta ne işimize yarayacak ki bunlar yeaaa?" diye küçümsedikleri, hayatın ta kendisi olan bilim.
Yukarıdaki tanımda bahsi geçen herkes nefretim, bu bilinsin isterim.
Yukarıdaki tanımda bahsi geçen herkes nefretim, bu bilinsin isterim.
"bilgi, çalışma, öğrenme"nicelik, yapı, uzay ve değişim gibi konularla ilgilenir.