Şarkıcı. Bu elemanın söylediği hiçbir şarkıyı ciddiye alamıyorum. Öylesine, tuzu kuru modda söylenmiş gibi geliyor. Hiçbir şey hissedemiyorum. Seveni falan var oysa. Enteresan.
Aşırı dikkatli ve algıları açık versiyonuna uykusuzluk cinliği denir ancak, biz duymayalı ponçiğin anlamı değişmediyse tabii ( yazar ponçiğin anlamını bilmemektedir).
Uykusuzluk ponçikliği sabahlanılan günlerde güneşin doğuşuna karşı içine girilen huşu, huzur, kabullenmişlik ve memnuniyet hissidir. Yaşamdan daha az korkulur bu anlarda ( yazar anlamları yeniden yaratmaya çalışıyor).
Uykusuzluk ponçikliği sabahlanılan günlerde güneşin doğuşuna karşı içine girilen huşu, huzur, kabullenmişlik ve memnuniyet hissidir. Yaşamdan daha az korkulur bu anlarda ( yazar anlamları yeniden yaratmaya çalışıyor).
Sultanahmet'deki oteline kaçak kat çıkan menkıbe anlatıcısı.
1985 doğumlu ingiliz oyuncu. pride and prejudice, atonement, london boulevard, pirates of caribbean gibi filmleriyle bilinir. kendine has bir güzelliği vardır. çok iyi bir fiziği olduğu söylenemez ama farklı bir yüze, bakışa sahip bir kadın. sevişilesi değil de sevilesi gibi bir şey.
" düştümse eğer sana bakarken düştüm"
İnsanın içinde değişen mevsimlerdir yaşlandıran ruhu, ruhumuzun gördüğü baharlar kadardır çiçek açmalarımız, meyve vermelerimiz. Ve ruhumuzun gördüğü kışlar kadardır üşümelerimiz. Evsizliğimiz, yalnızlığımızdan anlaşılmamışlığımızdan sarılamamışlığımızdandır. Ve üşümelerimiz de hep bundandır. Evimiz bildiğimizin içinden kovulursak, evimiz bildiğimizi “ o” yapan her şey çatırdar ve yıkılırsa başlar evsizliğimiz. Rüzgarların uğultusu bize seslerin hayaletlerini taşır. Silüetler, gökyüzünde ve denizin yüzünde çizer o hiç unutmadığımız tebessümleri, bakışları, dudak kıvrımlarını, saçların akışını, bize yaklaşan adımlarını hatırlarız ve bizi koyup giderken ardında sürüklediği her şeyin sesini. Çöken karanlık sessizliği.
Batı nın tanımladığı ve kontrol ettiği kavram ve kategorilerin içinde anlamlandırılabilecek garip,erotik, farklı ama anlaşılabilir ve kavranabilir bir doğu anlayışını ön plana çıkaran bir söylem- bryan turner
Beraberinde dogmatiklik getirir.ideolojik oluşumlar da aslında birer cemaattirler. Bir kısım bilgiler yılların, yüzyılların getirişiyle genelde cemaatin değerleri ilk başta mantık süzgecinden geçirildikten sonraki süreçte herhangi bir eleştiriye tabi tutulmadan kabul edilir. Buradan sonra akıl yürütme bu dogmaların doğrulanması, reddedilmiş olanların ise daha iyi yanlışlanması içindir. Yanlış olduğu ileri sürülene yönelik ya doğruysa sorusu pek sorulmaz.bu açıdan modernleşmenin bir tanımı da insan topluluklarının cemaatten topluma dönüşümüdür.
İman bazen iknadan sonra gelir. İkna olmak istemese de insan, gerçeklik bir kez aklına, kalbine düştü mü, ikna olduğunu hissetti mi bentler kırılmış olur. İnanan, mutlak olarak biliyormuşçasına, göremese de göreceğinden emin gibidir. İnanmak istemekte ise, inanışa götüren şeylerin yanında aksini gösteren şeylerin çok güçlü olduğu bilgisi var. Fakat hissin, arzunun hedeflediğindeki karanlık noktalar, inanma isteği tarafından boyanır ve kapatılır. İnanmak istemekte aslında buna inanmamam için de çok sebep var, fakat arzum buna sahip olmak istiyor ve inansaydım bu çok kolay olacaktı gibi bir durum var.
İnanmak istediğimiz zaman işte tam da bu yüzden inanışı zedeleyen her şeye rağmen, yorumlamamız yormamız hep inanışa doğru oluyor. Sana inanıyorum demek istiyoruz çünkü sana inanmazsam bendeki sen parçalanır, bendeki sen parçalanırsa sende inşa etmek istediğim ve asıl hedeflediğim o bende hayal mahsulü bir aldanış olarak, bir yıkıntı olarak düşer ayaklarımın dibine. Gerçekliğin karşısında iradem, arzum, kendime ölçtüğüm değer ve rol yenilir. Bu yüzden sen sana biçtiğim role tam olarak uymalısın ve uyabileceğine dair bir inancım olursa sana sarılırım. Sana sarılmak içimin isteğiyse ve inanmam gerekiyorsa, inanma isteği doldurur bakışımı. Merceklerimin yegane ölçüsü olur. Işıkların hepsini seni ve buradan da beni haklı çıkaracak şekilde kırarım. Ve dünya çarpık, yamuk, gerçekten uzak bir hal alır. Bu dünya yalancıdır.
İnanmak istediğimiz zaman işte tam da bu yüzden inanışı zedeleyen her şeye rağmen, yorumlamamız yormamız hep inanışa doğru oluyor. Sana inanıyorum demek istiyoruz çünkü sana inanmazsam bendeki sen parçalanır, bendeki sen parçalanırsa sende inşa etmek istediğim ve asıl hedeflediğim o bende hayal mahsulü bir aldanış olarak, bir yıkıntı olarak düşer ayaklarımın dibine. Gerçekliğin karşısında iradem, arzum, kendime ölçtüğüm değer ve rol yenilir. Bu yüzden sen sana biçtiğim role tam olarak uymalısın ve uyabileceğine dair bir inancım olursa sana sarılırım. Sana sarılmak içimin isteğiyse ve inanmam gerekiyorsa, inanma isteği doldurur bakışımı. Merceklerimin yegane ölçüsü olur. Işıkların hepsini seni ve buradan da beni haklı çıkaracak şekilde kırarım. Ve dünya çarpık, yamuk, gerçekten uzak bir hal alır. Bu dünya yalancıdır.
Beraber geçirdiğimiz kışlar geliyor aklıma. Kar yağıyordu böyle ama ben hiç üşümüyordum. Kaç kış hiç üşüdüğümü hatırlamıyorum. Sesini duyma hevesi dışında beni yağan kardan alıkoyan bir şey olmadı aslında. Geceleri, uzun geceleri sevdim çünkü tıpkı böyle bir gece gibi diz dize yudumlamıştık mutluluğu.
Bugüne kadar yokluğuyla sınandığım insanlar arasında kimse olamadı sen gibi. Uzaklaşırdın, susardın, vurur kapıyı çıkardın dert değildi. Sen benimdin. İç denizlerime aittin ve istediğin yere yelken açabilirdin yine içimde. Geçmişimde senden yana açılmış sayfalar ayrıca parıldardı. Utanırdım öncemden sonramdan.
Bugüne kadar yokluğuyla sınandığım insanlar arasında kimse olamadı sen gibi. Uzaklaşırdın, susardın, vurur kapıyı çıkardın dert değildi. Sen benimdin. İç denizlerime aittin ve istediğin yere yelken açabilirdin yine içimde. Geçmişimde senden yana açılmış sayfalar ayrıca parıldardı. Utanırdım öncemden sonramdan.
“ bir kitlenin iç yaşamının en çarpıcı özelliklerinden biri zulme uğramış olma duygusudur; bu duygu bir kez ve sonsuza dek düşman ilan ettiği insanlara yönelttiği kendine özgü bir öfke ve sinirliliktir. bu düşmanlar haşin ya da yumuşak, sert ya da sempatik, keskin ya da ılımlı davranabilirler; ne yaparlarsa yapsınlar yaptıkları her şeyin değişmez bir art niyetten, kitleyi açık ya da sinsi bir biçimde yok etmeye yönelik kasıtlı bir art niyetten kaynaklandığı yorumu yapılacaktır "
Bütün tanışmaların ardından bir tanıma evresi gelir. Bir perdeyi yırtma, kapıyı aralama, mahzenlerine inme, gerçeğini görme anı gelir çatar. İnsan kendine kördür ve karşısındaki kişinin de muhatabının gerçeğine uyanacağı bir anın gelmiş olduğunu fark dahi edemez. Ettiğinde artık onun da “ meğer” li cümleleri vardır. İşte o zaman, başka bir “ tanışma” evresi gerçekleşir. Bazı insanlar birbirinden tanıdıkça nefret eder, bazıları tanıdıkça alışır ve tanıdıkça bağlanır. Uzaklaşmalar sisleri dağıtınca, bir başka kendini ve karşındakini tanıma evresi gerçekleşmiş olur. Ama insan, her evrede aslında başkalaşmıştır, bazı özelliklerini ömür boyu korusa da, biz herkesin aynasında başka türlü görünürüz, çünkü herkes gördüğünü kendi iç dünyasının yoğunluğuna göre kırar. Mad men de dediği gibi :
“ insanlar bize aslında kim olduklarını söylerler, ama biz onların olmalarını istediğimiz kişi olmalarını isteriz. “
“ insanlar bize aslında kim olduklarını söylerler, ama biz onların olmalarını istediğimiz kişi olmalarını isteriz. “
“ (şiirin) bizi sürüklediği ve duyularımızla farkına varamadığımız, ancak temaşa ile tanıdığımız varlıkta, mevcut yaşayışımızın ötesine geçen, ebedi olan bir şey vardır. Orada, hayatımızın ölümle nihayetlenmediğine dair sade bir alamet değil, belki hissi bir teminat vardır. Tam olarak tanımlayamayacağımız, fakat hissettiğimiz ölümsüzlük vaadi, işte şiirin ihtiva ettiği ve bize armağan ettiği şey; o bizi, mistik hayatın ta içine sokar”
İki evli iki bekar oturuyoruz. Evlilerden biri eğitim hayatında iş hayatında başarılı, lise tanıştığı ilk sevgilisiyle uzun yıllar süren birlikteliğini evlilikle noktalamış, her konuda istikar abidesi biri. Diğeri ise duygusal yönü güçlü, romantik, acı geçmişi yüklü, tanıştığı biriyle ani bir evlilik kararı ile evlenmiş biri. Eşine çok düşkün, eşi ise ondan daha düşkün. Adam boğuluyor yani neredeyse. Evliliğin nasıl bir şey olduğu meselesine gelince iş, istikrar abidesi arkadaş şöyle konuştu :
- Düşün ki her zaman tek başına yaptığın şeylerin tümünü artık iki kişi yapıyorsun. Kaçarın yok bundan. Bir taraftan çok güzel, bir taraftan benim için çok da bir şey değişmedi hayatımda. Eskiden ne yapıyorsam yine aynı şeyleri yapıyorum ama iki kişi. Diğer yandan düşünüyorum da tek eşlilik erkek doğasına göre değil o kadar da. Aslında o kadar da gerekli bir şey değilmiş yani. Evlenmesen de olur aslında..
Bu karamsar tablo karşısında Diğer arkadaş, daha duygulu daha romantik olan konuşmaya başladı :
- Aslında çok güzel bir şey. Yani düşününce erkeğin bir kadına hayatının her anında ihtiyacı yokmuş gibi geliyor ama, eve gelince bulduğun o gülümseme,sıcaklığı, kokusu bile çok anlamlı çok güzel. İnsan gerçekten ihtiyaç duyuyor kendisini tamamlayan bir şeye.
Sonra düşündü, düşündü
- Aslına bakarsan o kadar da gerekli değil ya bunlar deyiverdi gülerek, bizi de güldürerek. En romantiğimizin, eşine düşkünümüzün hali buydu.
Eski insanlar için evlilik çok başka bir şeydi. Erkeğin kavgası dışarıda, sokakta, pazarda, meclislerde diğer erkeklere karşıydı. Kadın evin sorumlusu, hakimi ama belli sınırları ve yetkileri olan bir yerde başka bir mahluk, başka bir şey gibiydi. Ona duyulan saygı,sevgi, küçümseme, hassasiyet hep bu başka bir yere koymanın getirisiydi. Elbette en başta aile olmak, aile kurmak denen şeyler, bugün evliliğe atanan sevieşebileceğine dair resmi izin, soyadı değiş tokuşu, ev taksidine girmek gibi şeylerin ötesindeydi. Evlililğin kendi başına ağırlığı, tüm o karakter farklılıklarını, zor yanları, hevesleri öğütüp kırıyordu, eşler evin içinde birbirini parçalasa da kurum devam ediyordu. Bunu bir tür mahkumiyet olarak da görebilirisiniz, bir üst makam olarak da.
İnsanın bedeniyle tanımlandığı çağ demişti ismet özel bu çağ için. Hızın her şeyden önemli olduğu bir zaman diliminde, kimsenin beklemek, sabretmek, keşfetmek gibi şeylere ayıracak vakti yok. Bütün aşklar ilk görüşte veya bir bedenin kıvrımlarından süzülerek düşüyor yüreklere. Çabucak tüketmek istiyoruz aşkı, tutkuyu, heyecanı. Hazlar her şeyden önde. Üstüne üstlük çok okuyoruz, hassaslaşıyoruz, bilinçlilğimiz kuvvetleniyor. Böylece, bir insanın yanlışlarını, kusurlarını görme gücümüz artarken, biricikliğimiz bize hiç kimseye hiçbir şeye katlanmamamız gerektiğini söylüyor. Üstelik, ister güzel olalım ister çirkin, her an gizemli bi yabancıya değebiliyoruz artık. Gece yarısı 20 dakikamızı ayırarak uzandığımz yatakta bir yabancıyla yakınlaşıp yalnızlığımızı aşk adını koyduğumuz duyguları yazıya dökerek bir şeyler yaşabiliyoruz. Bu kadar çok ihtimal,şans varken, bu kadar insan yalnızsa neden bu kadar insan yalnız falanken, gittikçe tekdüzeleşip ezberlenen bir insana yıllarca katlanma hali neden kutsal olsun değil mi ?
bunun yerine araları şiddetli yalnızlık nöbetleri olsa da kısa süreli yoğun çekim ve merakların oluşturduğu adı aşk denen ilişkilerle geçirmeyi tercih ediyor insanlar. Erkekler evlilikten kaçıyor. Meraklar bedenlerden içeri süzülmüyor pek bir kadında. Kadınlar için ise etraflarını teknoloji ile beraber daha da saran ilgi ağı içinde bir adamın kaprisini çekmek eziyet halini alıyor. Ağlanacak o kadar omuz uzanılacak o kadar kucak varken doğal sanırım.
Evlilik karşıtı değilim. Aksine evliliği de aşk gibi oldukça kutsal ama aslında çok nadir yaşanan bir şey olarak görüyorum. Resmi veya gayri resmi olmasını bilemem ama tutkulardan egolardan ilgi açlığından heveslerden geçip bir insanın sevgisini kendine asıl dünya olarak bilmek kolay kolay olacak bir şey değil. Büyülü duygular her zaman kaybolur, azalır, tekdüzeleşir. Ardından kalan, yani o insanın bize ne katıp ne katamadığı önemli olan. Kimse kimsenin sırtına basarak yükselip yalnızlık çukurlarından kendini kurtarmaya çalışmamalı.
- Düşün ki her zaman tek başına yaptığın şeylerin tümünü artık iki kişi yapıyorsun. Kaçarın yok bundan. Bir taraftan çok güzel, bir taraftan benim için çok da bir şey değişmedi hayatımda. Eskiden ne yapıyorsam yine aynı şeyleri yapıyorum ama iki kişi. Diğer yandan düşünüyorum da tek eşlilik erkek doğasına göre değil o kadar da. Aslında o kadar da gerekli bir şey değilmiş yani. Evlenmesen de olur aslında..
Bu karamsar tablo karşısında Diğer arkadaş, daha duygulu daha romantik olan konuşmaya başladı :
- Aslında çok güzel bir şey. Yani düşününce erkeğin bir kadına hayatının her anında ihtiyacı yokmuş gibi geliyor ama, eve gelince bulduğun o gülümseme,sıcaklığı, kokusu bile çok anlamlı çok güzel. İnsan gerçekten ihtiyaç duyuyor kendisini tamamlayan bir şeye.
Sonra düşündü, düşündü
- Aslına bakarsan o kadar da gerekli değil ya bunlar deyiverdi gülerek, bizi de güldürerek. En romantiğimizin, eşine düşkünümüzün hali buydu.
Eski insanlar için evlilik çok başka bir şeydi. Erkeğin kavgası dışarıda, sokakta, pazarda, meclislerde diğer erkeklere karşıydı. Kadın evin sorumlusu, hakimi ama belli sınırları ve yetkileri olan bir yerde başka bir mahluk, başka bir şey gibiydi. Ona duyulan saygı,sevgi, küçümseme, hassasiyet hep bu başka bir yere koymanın getirisiydi. Elbette en başta aile olmak, aile kurmak denen şeyler, bugün evliliğe atanan sevieşebileceğine dair resmi izin, soyadı değiş tokuşu, ev taksidine girmek gibi şeylerin ötesindeydi. Evlililğin kendi başına ağırlığı, tüm o karakter farklılıklarını, zor yanları, hevesleri öğütüp kırıyordu, eşler evin içinde birbirini parçalasa da kurum devam ediyordu. Bunu bir tür mahkumiyet olarak da görebilirisiniz, bir üst makam olarak da.
İnsanın bedeniyle tanımlandığı çağ demişti ismet özel bu çağ için. Hızın her şeyden önemli olduğu bir zaman diliminde, kimsenin beklemek, sabretmek, keşfetmek gibi şeylere ayıracak vakti yok. Bütün aşklar ilk görüşte veya bir bedenin kıvrımlarından süzülerek düşüyor yüreklere. Çabucak tüketmek istiyoruz aşkı, tutkuyu, heyecanı. Hazlar her şeyden önde. Üstüne üstlük çok okuyoruz, hassaslaşıyoruz, bilinçlilğimiz kuvvetleniyor. Böylece, bir insanın yanlışlarını, kusurlarını görme gücümüz artarken, biricikliğimiz bize hiç kimseye hiçbir şeye katlanmamamız gerektiğini söylüyor. Üstelik, ister güzel olalım ister çirkin, her an gizemli bi yabancıya değebiliyoruz artık. Gece yarısı 20 dakikamızı ayırarak uzandığımz yatakta bir yabancıyla yakınlaşıp yalnızlığımızı aşk adını koyduğumuz duyguları yazıya dökerek bir şeyler yaşabiliyoruz. Bu kadar çok ihtimal,şans varken, bu kadar insan yalnızsa neden bu kadar insan yalnız falanken, gittikçe tekdüzeleşip ezberlenen bir insana yıllarca katlanma hali neden kutsal olsun değil mi ?
bunun yerine araları şiddetli yalnızlık nöbetleri olsa da kısa süreli yoğun çekim ve merakların oluşturduğu adı aşk denen ilişkilerle geçirmeyi tercih ediyor insanlar. Erkekler evlilikten kaçıyor. Meraklar bedenlerden içeri süzülmüyor pek bir kadında. Kadınlar için ise etraflarını teknoloji ile beraber daha da saran ilgi ağı içinde bir adamın kaprisini çekmek eziyet halini alıyor. Ağlanacak o kadar omuz uzanılacak o kadar kucak varken doğal sanırım.
Evlilik karşıtı değilim. Aksine evliliği de aşk gibi oldukça kutsal ama aslında çok nadir yaşanan bir şey olarak görüyorum. Resmi veya gayri resmi olmasını bilemem ama tutkulardan egolardan ilgi açlığından heveslerden geçip bir insanın sevgisini kendine asıl dünya olarak bilmek kolay kolay olacak bir şey değil. Büyülü duygular her zaman kaybolur, azalır, tekdüzeleşir. Ardından kalan, yani o insanın bize ne katıp ne katamadığı önemli olan. Kimse kimsenin sırtına basarak yükselip yalnızlık çukurlarından kendini kurtarmaya çalışmamalı.
Bu etkiye göre istediğimiz an bulabileceğimiz, adresine erişebileceğimiz bir bilgiyi hafızamızda tutmuyor, o bilgiye erişim yolunu hafızamızda tutuyoruz. Beynin içinde adresleyip bilgiyi saklamak yerine bilginin internet üzerindeki adresini saklıyoruz. Çoğu insanın neyi hatırlaması gerektiğini unuttuğu, ama bulma yollarını unutmadığı gibi garip sonuçları ortaya çıkmış bu etkinin.
schopenhauer şöyle anlatmış :
“çok soğuk bir kış gününde bir araya gelen yalnız kirpiler ciddi bir ikilem ile karşı karşıya kalacaklardır: ya birbirilerinden uzak durarak tek başlarına soğuktan ölecek ya da birbirilerini ısıtmaya çalışırken birbirilerine dikenlerini batırarak canlarını acıtacaklardır. Kirpiler önce donmamak için birbirlerine bir hayli yaklaşırlar, yaklaştıkları anda dikenlerinin farkına varır ve ayrılırlar. Pek çok bir araya gelme ve dağılma döngüsünden sonra, nihayet kirpiler birbirlerine ne fazla uzak ne de fazla yakın olmanın hem soğuğa hem de karşındaki kirpinin dikenlerine karşı korunmada en iyi yol olacağını keşfederler. Ama bu “mükemmel” mesafenin hem öğrenilmesi hem de muhafaza edilmesi zordur. “
Kadın erkek ilişkileri, iş arkadaşlıkları, paylaşımların ötesinde ortaklıklara sahip dostluklar hep bu merhaleden geçerler. Herkesin köşeleri herkesin iğneleri vardır. Çok yakın kan bağı dışında kimseyi tam olarak sarmak kimseye tam olarak sokulmak mümkün değildir. Bedel ödemeden insandan verim almak zordur. Sabrımıza ve arzularımıza göre yalnızlığın soğuğu ile insanın sıcağı arasında gider geliriz.
“çok soğuk bir kış gününde bir araya gelen yalnız kirpiler ciddi bir ikilem ile karşı karşıya kalacaklardır: ya birbirilerinden uzak durarak tek başlarına soğuktan ölecek ya da birbirilerini ısıtmaya çalışırken birbirilerine dikenlerini batırarak canlarını acıtacaklardır. Kirpiler önce donmamak için birbirlerine bir hayli yaklaşırlar, yaklaştıkları anda dikenlerinin farkına varır ve ayrılırlar. Pek çok bir araya gelme ve dağılma döngüsünden sonra, nihayet kirpiler birbirlerine ne fazla uzak ne de fazla yakın olmanın hem soğuğa hem de karşındaki kirpinin dikenlerine karşı korunmada en iyi yol olacağını keşfederler. Ama bu “mükemmel” mesafenin hem öğrenilmesi hem de muhafaza edilmesi zordur. “
Kadın erkek ilişkileri, iş arkadaşlıkları, paylaşımların ötesinde ortaklıklara sahip dostluklar hep bu merhaleden geçerler. Herkesin köşeleri herkesin iğneleri vardır. Çok yakın kan bağı dışında kimseyi tam olarak sarmak kimseye tam olarak sokulmak mümkün değildir. Bedel ödemeden insandan verim almak zordur. Sabrımıza ve arzularımıza göre yalnızlığın soğuğu ile insanın sıcağı arasında gider geliriz.
doksanların karakter sahibi şarkılarından biri, türk popu için bugün bile sıradışıdır.
5g teknolojisinin gelişmesini bekleyen teknolojilerden biri de bu. daha doğrusu 5g ile birlikte tam olarak hayal ettiği hale bürünebilecek. birbiriyle trafikte haberleşip trafik akışını düzenleyen arabalar., sürekli internete bağlı kalarak sadece kullanıcı ile değil birbiri ile haberleşen ev eşyaları, vs.. bunların uygulamaları vardı ama 5g bunu endüstriyel hal getirecek, son kullanıcı için erişimi kolay olacak. sadece hız artırımı değil çok çok farklı ve büyük bir ağ olarak bekleniyor bu anlamda.
geçen yılki şampiyonlukta beşiktaş'taydım, semt rengarenk, maç öncesi herkes neşeli, şarkılar söyleniyor marşlar okunuyor. bir grup, hiç tanımadığı bir gruba yaklaşıp fenere küfür ediyor. o an duraksamış şaşırmıştım, şampiyon olduğumuz gün niye fenere küfrediyoruz ki biz demiştim.
Beşiktaş taraftarı içinde böyle garip, küfürbaz, saçma bir grup maalesef var. tinerciden, serseriden hallice. delikanlılıkla itliği birbirinden ayıramayan cinsten. beşiktaşlı duruşuna yakışmayan adamlar. geçmişte fenerlilerin de bjk bayrağı yakmışlığı, gs bayrağı kesmişliği var ki misilleme olarak bunları paylaşıyorlar. bence gerek yok, durduk yere düşmanlık körüklemek anlamsız.
Beşiktaş taraftarı içinde böyle garip, küfürbaz, saçma bir grup maalesef var. tinerciden, serseriden hallice. delikanlılıkla itliği birbirinden ayıramayan cinsten. beşiktaşlı duruşuna yakışmayan adamlar. geçmişte fenerlilerin de bjk bayrağı yakmışlığı, gs bayrağı kesmişliği var ki misilleme olarak bunları paylaşıyorlar. bence gerek yok, durduk yere düşmanlık körüklemek anlamsız.
Cahit Zarifoğlu şiiri.
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düştü sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle.
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düştü sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle.
" hoşça kal demek ayrılığı yadsımaktır" -ontolojik sancilarimin merhemi.
komik yazar.
ilk yazar olduğumda yazdığı övgülü girinin içeriğini silip, hakkımda " gereksiz yazar" diyen yazar kişisi. tesadüfen görünce bir şeyler yazmak istedim. bu en başta, kendi okuyucuna ya da oylayana, favorileyene saygısızlıktır. bir yazının içeriğini yüz seksen derece değiştirmek değildir doğru olan, siler yeniden yazarsın. bu yeni hali de oylanabilir sıkıntım yok ama benim takipçilerim koyun gibidir ne yazsam oylarlar düşüncesinde ise bilemem elbette.
ünlemlerin ayrı, feminizmin bokunu çıkarıp bayraklaştırarak üzerine seksi şeyler ve elbette bir de strapon alıp yarattığın bu abartılı feminist ve cinsellik imaları yapmadan yazarsa ölecek hastalığından muzdarip karakter ayrı itici. zaten nickaltında umarım instela'daki tavırlarını takınmaz gibi şeyler yazılmış ama kaderden kaçılmaz. antipatik kişiliğin her zaman tepki toplayacak. buradaki cicim ayları geçince de kendine nefret halkası oluşturacaksın büyük ihtimalle.
ilk yazar olduğumda yazdığı övgülü girinin içeriğini silip, hakkımda " gereksiz yazar" diyen yazar kişisi. tesadüfen görünce bir şeyler yazmak istedim. bu en başta, kendi okuyucuna ya da oylayana, favorileyene saygısızlıktır. bir yazının içeriğini yüz seksen derece değiştirmek değildir doğru olan, siler yeniden yazarsın. bu yeni hali de oylanabilir sıkıntım yok ama benim takipçilerim koyun gibidir ne yazsam oylarlar düşüncesinde ise bilemem elbette.
ünlemlerin ayrı, feminizmin bokunu çıkarıp bayraklaştırarak üzerine seksi şeyler ve elbette bir de strapon alıp yarattığın bu abartılı feminist ve cinsellik imaları yapmadan yazarsa ölecek hastalığından muzdarip karakter ayrı itici. zaten nickaltında umarım instela'daki tavırlarını takınmaz gibi şeyler yazılmış ama kaderden kaçılmaz. antipatik kişiliğin her zaman tepki toplayacak. buradaki cicim ayları geçince de kendine nefret halkası oluşturacaksın büyük ihtimalle.
görecelidir, daha güçlü olana ihtiyaç duyar varlığı.
Güçlü olanın haklı olduğu yerde hak dava etmek zayıflıktır.
Güçlü olanın haklı olduğu yerde hak dava etmek zayıflıktır.