bart simpson tarafından genelde heyecanlı anlarda kullanılan replik. ''aman tanrım'' anlamına gelir.
'artık bahane yok' anlamına gelir. pink floyd konserlerinde arada, büyük led ekranda çıkar bu.
2 tane vardır. biri birinci, diğeri ikinci. evet bu kadar basittir. hayır değildir. gitara heveslenmiş heyecanlı bünyelerin ''amına koyim adamlar yapmış daha fazlası artık mümkün değil'' dedirtecek solodur o ikinci solo. pulse versiyonu enfestir..
bir tür eşik, sıklıkla gurbette üniversite okuyan arkadaşların başına gelir.
kitaplara haksızlıktır, kitaplardan edinilmiş dostlara haksızlıktır.. maddi yönü ağır basar genelde bu durumun. ihtiyacınız vardır üçe beşe, öğrencisinizdir falan. olur ya, parasız kalınmaz. ederi belki 5000 tl olan kitaplara 50 tl alır çıkarsınız sahaftan. o kitaplardan öğrendikleriniz de bir bir gelir peşinizden, dışarı.
kitaplara haksızlıktır, kitaplardan edinilmiş dostlara haksızlıktır.. maddi yönü ağır basar genelde bu durumun. ihtiyacınız vardır üçe beşe, öğrencisinizdir falan. olur ya, parasız kalınmaz. ederi belki 5000 tl olan kitaplara 50 tl alır çıkarsınız sahaftan. o kitaplardan öğrendikleriniz de bir bir gelir peşinizden, dışarı.
1999 çıkışlı olan, cem yılmaz'ın bir tat bir doku milenyum adıyla çıkan tek kişilik stand-up gösterisi'nin adı..
bir malik çambeli iddiası. şöyledir:
"atatürk, sağlığı kötüleşmeden gizlice almanya'ya gitmişti. maksat, hitler'le görüşüp vahim bir seyir izleyen avrupa'nın gidişatı hakkında konuşmak ve akıl vermekti. fakat hitler savaş başlatacağını, avrupa'yı kan gölüne çevireceğini söyleyince atatürk daha fazla dayanamadı, arka arkaya tokat atmaya başladı. evet, atatürk, hitler'i berlin'de ölümüne tokatladı."
"atatürk, sağlığı kötüleşmeden gizlice almanya'ya gitmişti. maksat, hitler'le görüşüp vahim bir seyir izleyen avrupa'nın gidişatı hakkında konuşmak ve akıl vermekti. fakat hitler savaş başlatacağını, avrupa'yı kan gölüne çevireceğini söyleyince atatürk daha fazla dayanamadı, arka arkaya tokat atmaya başladı. evet, atatürk, hitler'i berlin'de ölümüne tokatladı."
89 seattle konseri, konserin 1 yıl öncesi ve 1 yıl sonrasına tekabül eden dönemdir. genel olarak 'and justice for all' albümü ile metallica kendini aşmıştı. ancak sonra resmen endüstri'yi doyurucu adımlar attı. çoluğa çocuğa şarkı yazdı.
insanı zamandan soyutlayan, ''adam woodstock'u yaşamış resmen'' dedirten barış manço şarkısı.
içinde big bang'in olmadığı olaylardır. zira big bang, zamanın dışında bir olay. zaman yok iken meydana geldi. zamanı ve maddeyi yarattı sadece. kendisi, içinde bulunduğu bir zaman diliminde oluşmadı.
barış için gereklidir.
(bkz:diyalektik materyalizm)
(bkz:diyalektik materyalizm)
davul çalmaya başladığım dönemlerde kulaklıkla davul vuruşlarını takip etmeye çalıştığım, sabahlara kadar deliler gibi dinlediğim metallica parçası, şaheseri. lars, bu parçada adeta coşmuştur. her ne kadar bir blackened olmasa da, sad but true da davul bazında lars'ın coşturduğu eserlerdendir.
cern, 2001 yılında yapılan büyük hadron çarpıştırıcısı projesi deneylerinden ilk kısmını halka açık hale getirdi. açık hale getirilen verilerde, deneyin özet halinin bulunduğunu söyleniyor. böylece bilgi birikimi düzeyi ne olursa olsun, ortalama düzeyde kimselerin anlayabileceği kıvamda 300 tb'lık veri paylaşımı yapılmış oldu.
iktisadın yapamadığı şeydir. yapıyor olsaydı iktisat diye bir bilim olmazdı. hoş, iktisat bu yüzden doğdu ama yapamıyor işte. bir kısmını karşılayabiliyor sadece.
bir miktar bulunan. sonsuz olmayan. sayıca, nicel bakımdan azlık içinde olan.
iktisada giriş dersinde gösterilir. heyecanlı iktisatçıların heyecanını ikiye katlayan konudur. mikro ve makroyu gördükçe kalınlaşır kazık.
iktisadi bir terim. kıt şekilde bulunan bir mal veya hizmeti maddi olarak karşılayan şeydir.
fırsat maliyeti diye de geçer. temel olarak elinizdeki kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçlarınızı karşılarken ''fayda'' gözetmek suretiyle yapılan, uygulanan şeydir. en çok ihtiyacınız olan şeyi almanızdır. yani ihtiyacınız olmadığı halde bir şeyleri almamanızdır. mesela 5. bir televizyon gibi.
üretici açısından: "üretim kararlarında fırsat maliyeti"
tüketici açısından: "tüketim kararlarında fırsat maliyeti"
devlet açısından: "kamu harcamalarında fırsat maliyeti"
diye 3'e ayrılır.
üretici açısından: "üretim kararlarında fırsat maliyeti"
tüketici açısından: "tüketim kararlarında fırsat maliyeti"
devlet açısından: "kamu harcamalarında fırsat maliyeti"
diye 3'e ayrılır.
mükemmel ötesi bir eser. çevirisini behcet necatigil'in yapması da apayrı bir lezzet katmış. kitaptan şu kısmı unutmam, paylaşmamam mümkün değil;
''boyuna, düzenli-biteviye, şu son zamanlarda işim bitikti benim! sonunda, ellerim böyle boş, ortalarda kalışım ne garip! artık bir tarağım bile yoktu, efkar basınca okumaya bir kitabım bile yok. ''
''boyuna, düzenli-biteviye, şu son zamanlarda işim bitikti benim! sonunda, ellerim böyle boş, ortalarda kalışım ne garip! artık bir tarağım bile yoktu, efkar basınca okumaya bir kitabım bile yok. ''
platon'un dünyasıdır aynı zamanda. bir sahtecilik içinde kıvrandığımızı anlatır. kısaca:
platon'a göre gerçeklik, ikiye ayrılıyor.
bunlardan biri hakkında tam olarak fikir sahibi olmadığımız ve olamayacağımız 'duyular dünyası' dır. bu bilgilere ise, kendileri ise tam olarak bilinmeyen beş duyu sayesinde ulaşırız. görecelidir, öznel bilgilerdir bunlar, kalıcılığı olmadığı gibi gerçekliği de yoktur.
diğeri ise idealar dünyası'dır. idealar dünyası'nın bilgilerine aklımızı ve mantığımızı kullanarak ulaşırız. yani idealar dünyası, duyular aracılığı ile bilinemez, anlaşılamaz, reddedilir. buna karşın idealar, ebedidir, değişmezdir. yani platon, doğadaki tüm görüngüleri ebedi biçimlerin ya da ideaların gölgelerinden ibaret görmektedir. kendisinin bir betimlemesi, idealar dünyasını çok güzel açıklamaktadır:
''bir yeraltı mağarasında yaşayan insanlar düşünün. sırtları güneşe dönük, elleri ve ayaklarından bağlanmışlar; onun için mağaranın duvarlarını görebiliyorlar sadece. arkadalarında yüksek bir duvar daha var ve bunun ardında da çeşitli şekilleri duvardan bize daha yüksekte tutarak, in benzeri varlıklar gidip geliyor. bu şekillerin arkasında bir ateş yandığından, titrek gölgeleri düşüyor mağara duvarlarına. mağarada yaşayan insanların görebildiği tek şey de, işte bu ''gölge oyunu''. doğduklarından beri öylece oturuyorlar ve dolayısıyla sadece bu gölgelerin var olduğunu sanıyorlar.''
''mağaradakilerden birinin bağlarından kurtulduğunu düşünün. önce mağara duvarındaki gölgelerin nereden geldiğini sorar bu kişi kendine. ''gerçeğe'' bakınca o kişiye ne olur? öncelikle sivri ışık, gözlerinin kamaştırır. şekillerin keskin hatlarına bakmak da gözlerini kamaştırır. ne de olsa şimdiye kadar hep gölgeler görmüştür.. fakat sonrasında gözleri açılır ve her şeyin ne kadar güzel olduğunu görür. ilk kez gerçekten ''gerçeği'' algılayacaktır bu kişi.. mağaradan çıkan bu şanslı kişi, isterse doğaya atılıp henüz kazandığı özgürlüğünün tadını çıkartabilir. ama hala aşağıda, mağaranın içinde kalanları hatırlar ve geri döner. onlara duvarda gördükleri gördükleri şeylerin aslında gerçeğin sadece bir yansıması olduğunu anlatır. ama kimse inanmaz doğal olarak.. duvarları gösterip orada o şeylerden başka bir şey olmadığını söylerler. ve belki, öldürürler onu..''
platon'a göre gerçeklik, ikiye ayrılıyor.
bunlardan biri hakkında tam olarak fikir sahibi olmadığımız ve olamayacağımız 'duyular dünyası' dır. bu bilgilere ise, kendileri ise tam olarak bilinmeyen beş duyu sayesinde ulaşırız. görecelidir, öznel bilgilerdir bunlar, kalıcılığı olmadığı gibi gerçekliği de yoktur.
diğeri ise idealar dünyası'dır. idealar dünyası'nın bilgilerine aklımızı ve mantığımızı kullanarak ulaşırız. yani idealar dünyası, duyular aracılığı ile bilinemez, anlaşılamaz, reddedilir. buna karşın idealar, ebedidir, değişmezdir. yani platon, doğadaki tüm görüngüleri ebedi biçimlerin ya da ideaların gölgelerinden ibaret görmektedir. kendisinin bir betimlemesi, idealar dünyasını çok güzel açıklamaktadır:
''bir yeraltı mağarasında yaşayan insanlar düşünün. sırtları güneşe dönük, elleri ve ayaklarından bağlanmışlar; onun için mağaranın duvarlarını görebiliyorlar sadece. arkadalarında yüksek bir duvar daha var ve bunun ardında da çeşitli şekilleri duvardan bize daha yüksekte tutarak, in benzeri varlıklar gidip geliyor. bu şekillerin arkasında bir ateş yandığından, titrek gölgeleri düşüyor mağara duvarlarına. mağarada yaşayan insanların görebildiği tek şey de, işte bu ''gölge oyunu''. doğduklarından beri öylece oturuyorlar ve dolayısıyla sadece bu gölgelerin var olduğunu sanıyorlar.''
''mağaradakilerden birinin bağlarından kurtulduğunu düşünün. önce mağara duvarındaki gölgelerin nereden geldiğini sorar bu kişi kendine. ''gerçeğe'' bakınca o kişiye ne olur? öncelikle sivri ışık, gözlerinin kamaştırır. şekillerin keskin hatlarına bakmak da gözlerini kamaştırır. ne de olsa şimdiye kadar hep gölgeler görmüştür.. fakat sonrasında gözleri açılır ve her şeyin ne kadar güzel olduğunu görür. ilk kez gerçekten ''gerçeği'' algılayacaktır bu kişi.. mağaradan çıkan bu şanslı kişi, isterse doğaya atılıp henüz kazandığı özgürlüğünün tadını çıkartabilir. ama hala aşağıda, mağaranın içinde kalanları hatırlar ve geri döner. onlara duvarda gördükleri gördükleri şeylerin aslında gerçeğin sadece bir yansıması olduğunu anlatır. ama kimse inanmaz doğal olarak.. duvarları gösterip orada o şeylerden başka bir şey olmadığını söylerler. ve belki, öldürürler onu..''
yetişkinlerde bipolar bozukluk tip-1 ile ilişkili akut manik epizodların tedavisinde ve son epizodu manik ya da karma olan bipolar 1 hastalarında stabilitenin sağlanması yönünde kullanılan ilaç.
ilk doktor ziyaretinde alacağınız şekil 5 mg'lik bir şeydir. başlangıç için idealdir.
ilk doktor ziyaretinde alacağınız şekil 5 mg'lik bir şeydir. başlangıç için idealdir.
heyecanlı felsefecilerin günlerce kounştuğu konu, yazım iştahını kabartan başlık.
kimsenin olmadığı bir yerde devrilen ağaç, kimse görmeyeceği, kimse duymayacağı, kimse bilmeyeceği için aslında devrilmemiş, belki hiç var olmamış ağaçtır.
ancak bu konunun özellikle ''ses'' kısmı önde tutulmuştur. kimsenin olmadığı bir yerde devrilen ağacın ses çıkartıp çıkartmadığı mevzuu.
kimsenin olmadığı bir yerde devrilen ağaç, kimse görmeyeceği, kimse duymayacağı, kimse bilmeyeceği için aslında devrilmemiş, belki hiç var olmamış ağaçtır.
ancak bu konunun özellikle ''ses'' kısmı önde tutulmuştur. kimsenin olmadığı bir yerde devrilen ağacın ses çıkartıp çıkartmadığı mevzuu.
cehalet ölçüsü, cehalet sökücü değildir, bir öğe de değildir diye düşünüyorum. keşke somut bir kavram olsaydı da konuşmak daha kolay olsaydı ama öyle de eğil.
obje ile suje arasında oluşan her türlü ilişkiden doğan bir yapıdır.
obje ile suje arasında oluşan her türlü ilişkiden doğan bir yapıdır.
yhprum kelimesi murphy kelimesinin tersidir.
[ yhprum= murphy ] murphy yasaları/kanunları genel olarak, bardağın boş tarafına odaklı bir düşünce sistemini öğütler.
realitik kapsamda bakınca bu düşünce biçimi, pek iyimser olmasa da gerekli olan realiteyi doyurucu olarak sağlar. yani pollyannacılığı çöpe atar. murphy kanunları ve yhprum kanunlarının zıtlığının anlaşılması için 2 örnek verelim:
-murphy yasaları : "bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir."
-yhprum yasaları : 'bir şeyin olma ihtimali varsa mutlaka olur.'
-murphy yasaları : 'bir şeye aşırı ve çaresiz bir şekilde ihtiyacın olduğu anda, telsizler çalışmayacaktır.'
-yhprum yasaları : 'çalışabilen her şey, çalışır.'
[ yhprum= murphy ] murphy yasaları/kanunları genel olarak, bardağın boş tarafına odaklı bir düşünce sistemini öğütler.
realitik kapsamda bakınca bu düşünce biçimi, pek iyimser olmasa da gerekli olan realiteyi doyurucu olarak sağlar. yani pollyannacılığı çöpe atar. murphy kanunları ve yhprum kanunlarının zıtlığının anlaşılması için 2 örnek verelim:
-murphy yasaları : "bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir."
-yhprum yasaları : 'bir şeyin olma ihtimali varsa mutlaka olur.'
-murphy yasaları : 'bir şeye aşırı ve çaresiz bir şekilde ihtiyacın olduğu anda, telsizler çalışmayacaktır.'
-yhprum yasaları : 'çalışabilen her şey, çalışır.'
sokrates, konuştuğu kişilere bilhassa sohbetin başında sorular soruyordu. hiçbir şey bilmiyormuş gibi görünmeyi tercih ediyordu. sohbet ilerledikçe çoğu zaman o kişinin fikirlerindeki zayıf noktaları görmesini sağlıyordu. bu durumda o kişi kendisini köşeye sıkışmış hissedebiliyor sonunda hak ile haksızlığı fark edebiliyordu. hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapmakla insanları öğrenmeye, doğruyu bulmaya teşvik ediyordu yani. cahil rolü oynayabiliyordu, -ya da aptal gibi görünebiliyordu- ve buna sokratik ironi deniyor.
(bkz:en akıllı kişi neyi bilmediğini bilendir)
(bkz:en akıllı kişi neyi bilmediğini bilendir)
bir defadan zarar gelmezciliğin sonudur. kırık pencereler teorisi olarak da bilinir... ne alaka bilmiyorum ama ilk üniversitemde medeni hukuk dersinde işlenmiş bir konu idi.
örneğin bir insan hata yapıyor ve bu insanın arkasında da bir tür kitle var. siz şayet o insana doğruları anlatmazsanız, göstermezseniz o daha çok konuşacaktır, daha yanlış şeylerle yönlendirecektir belki birilerini.
örneğin bir insan hata yapıyor ve bu insanın arkasında da bir tür kitle var. siz şayet o insana doğruları anlatmazsanız, göstermezseniz o daha çok konuşacaktır, daha yanlış şeylerle yönlendirecektir belki birilerini.