tanım: cebinde akrep vardır. kıskançtır kusturur. sabırsız ve çapkındır. kindardır.
canım: uzak durun. polisi falan arayın.
jet sosyete cenazelerinde sıkça rastlanılan gözlüktür. bütün kafayı kaplar.
ne güldürmeli, ne ağlatmalı, tam da ortada bırakmalı mizah.
bir zeki demirkubuz filmi olan kader'de bekir'in uğur'a söylediği sözdür. efsanevi bir sahnedir ayrıca.
uğur: ben dönmenden yanayım. artık iki çocuk babasısın.
bekir: bunu yapma bana.
uğur: sen de yapma, benim için hava hoş, iyi bile olur. ama insaniyetli olmaz. sana da yazık, ailene de!
bekir: sen de anla artık başka yolu yok bunun. yazıkmış, kılmış, tüymüş hepsi hesap edildi bunların ya, her şeye hazırım diyorum sana. de ki iyilik ediyorsun, de ki sevap işliyorsun, herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koyduğumun hayatında. benimkisi de sensin, ne yapıyim!
geçen gece çocuk hastaydı. ilacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. birden durup dururken içim cız etti. bi baktım gene aynı karın ağrısı. öyle özlemişim ki seni. dönerken bir meyhane gördüm. bi tek içeri girdiğimi hatırlıyorum, bi de rakıya yumulduğumu. arkasından en az dört cigaralık. sonra gözümü bi açtım, karşıdan karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım, başımda bi çocuk; “kalk abi” diyor “kars'a geldik”. otobüsten indim, yürümeye başladım. dedim: “allahım nerdeyim ben, burası neresi?”. sonra güç bela burayı buldum.
kapının önünde durup düşündüm.
dedim, “bekir, bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü, bu sefer de geçersen bi daha geri dönemezsin.”. “iyi düşün” dedim. düşündüm, düşündüm, ama olmadı, dönemedim. sonra “bak oğlum” dedim kendi kendime. “yolu yok, çekeceksin, isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yol belli, eğ başını, uslu uslu yürü şimdi.”
uğur: ben dönmenden yanayım. artık iki çocuk babasısın.
bekir: bunu yapma bana.
uğur: sen de yapma, benim için hava hoş, iyi bile olur. ama insaniyetli olmaz. sana da yazık, ailene de!
bekir: sen de anla artık başka yolu yok bunun. yazıkmış, kılmış, tüymüş hepsi hesap edildi bunların ya, her şeye hazırım diyorum sana. de ki iyilik ediyorsun, de ki sevap işliyorsun, herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koyduğumun hayatında. benimkisi de sensin, ne yapıyim!
geçen gece çocuk hastaydı. ilacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. birden durup dururken içim cız etti. bi baktım gene aynı karın ağrısı. öyle özlemişim ki seni. dönerken bir meyhane gördüm. bi tek içeri girdiğimi hatırlıyorum, bi de rakıya yumulduğumu. arkasından en az dört cigaralık. sonra gözümü bi açtım, karşıdan karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım, başımda bi çocuk; “kalk abi” diyor “kars'a geldik”. otobüsten indim, yürümeye başladım. dedim: “allahım nerdeyim ben, burası neresi?”. sonra güç bela burayı buldum.
kapının önünde durup düşündüm.
dedim, “bekir, bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü, bu sefer de geçersen bi daha geri dönemezsin.”. “iyi düşün” dedim. düşündüm, düşündüm, ama olmadı, dönemedim. sonra “bak oğlum” dedim kendi kendime. “yolu yok, çekeceksin, isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yol belli, eğ başını, uslu uslu yürü şimdi.”
sorun kisvesi altında düşünülen, aslında sorun olmayan sorunumsudur.
her şey zıttı ile var olur düşüncesini bilmeyen kalmamıştır belki ama yine de bilmeyen için;
(bkz: diyalektik materyalizm)
*
öze dönecek olursak, bir şeyin var olabilmesi için o şeyin bir de antitezinin olması elzemdir. zira olmazsa, o şeyin varlığından da söz edilemez. örneği kötülük olmasa, iyilik de olmaz neden mi?
çünkü kötülüğün, kötülük olabilmesi için örnek alınacak bir de karşıtının olması gerekir. olmazsa kötülük kime göre, neye göre kötülük olacaktır? ''kötü'' diye addedilen şeyin ''iyi''ye evrilmesine bile şahit olabilirdik böyle bir durum olsa idi.
sokaklarda kafa kesmenin ''iyi'' olarak nitelendirildiğini düşünün...
sonuç: tanrının şanından da forsundan da yücedir bu iki kavram...
hem tanrı kim ki allasen..
her şey zıttı ile var olur düşüncesini bilmeyen kalmamıştır belki ama yine de bilmeyen için;
(bkz: diyalektik materyalizm)
*
öze dönecek olursak, bir şeyin var olabilmesi için o şeyin bir de antitezinin olması elzemdir. zira olmazsa, o şeyin varlığından da söz edilemez. örneği kötülük olmasa, iyilik de olmaz neden mi?
çünkü kötülüğün, kötülük olabilmesi için örnek alınacak bir de karşıtının olması gerekir. olmazsa kötülük kime göre, neye göre kötülük olacaktır? ''kötü'' diye addedilen şeyin ''iyi''ye evrilmesine bile şahit olabilirdik böyle bir durum olsa idi.
sokaklarda kafa kesmenin ''iyi'' olarak nitelendirildiğini düşünün...
sonuç: tanrının şanından da forsundan da yücedir bu iki kavram...
hem tanrı kim ki allasen..
cüneyt çetinkaya çevirili, bs yayınevinden çıkmış sophokles tragedyası.
oidipus efsanesinin kökeni ve yaşı belirsizdir. bilinen en eski kaynak, i.ö 7. yy'da yazılmış odysseia'nın 11. bölümü ''nekyia'' dır. burada odysseus, hadesi ziyaretini anlatır:
oidipus efsanesinin kökeni ve yaşı belirsizdir. bilinen en eski kaynak, i.ö 7. yy'da yazılmış odysseia'nın 11. bölümü ''nekyia'' dır. burada odysseus, hadesi ziyaretini anlatır:
you gave me life now show me how live sözünü aklıma getiren başlık.
t; lütuf gibi sunuluyorsa her daim sorun içinde geçecek yaşamdır. hayır kardeşim benim isteğim dışında yarattın beni tamam, bari nasıl yaşayacağımı da göster daa. olur mu öyle pusulasız, ateşsiz susuz kamp yapmak.
t; lütuf gibi sunuluyorsa her daim sorun içinde geçecek yaşamdır. hayır kardeşim benim isteğim dışında yarattın beni tamam, bari nasıl yaşayacağımı da göster daa. olur mu öyle pusulasız, ateşsiz susuz kamp yapmak.
kızı diye söyleyen kişinin uzun cümleler kurmadan önceki giriş cümlesidir.
(bkz:kızım diye söylemiyorum bir dolma yapar auuuuuvv)
(bkz:kızım diye söylemiyorum bir dolma yapar auuuuuvv)
göbekli erkeklerin 'umut fakirin ekmeği' kıvamında cümlesi.
(bkz:oooh biraz da şoralarıma bahane)
(bkz:oooh biraz da şoralarıma bahane)
matematiksel ya da somut bir izahı yok, ama böyle bir şeyin varlığına git gide inanır gibiyim.
2 yıl öncesine kadar hayatımızda böyle biri yoktu, ne günah işledik de girdi hayatımıza bilmiyorum. büyük tabloyu gören arkadaşlar yeşillendirsin..
sözlüğün bir adet klavye borcu olan yazar.
(bkz:yazıyor efendim durduramıyoruz)
(bkz:yazıyor efendim durduramıyoruz)
vay vay vay, kimleri görüyorum dedirten yazar. sen de mi buradaydın...
Yüz binler içinde ikimiz ağlıyoruz.
Doğrularımız bir, yalanlarımız ayrı.
Korkarım ki ikimiz de anlıyoruz,
Başka başka şeyleri aynı.
Doğrularımız bir, yalanlarımız ayrı.
Korkarım ki ikimiz de anlıyoruz,
Başka başka şeyleri aynı.
gelecek mi diye merak içinde bekleten özellik.
gecenin sonunda 300 dönümlük tarlayı masaya bırakıp kalkmakla sonuçlanabilecek replik. tamam büyük dalgalar dönmedi ama duyuyoruz yani.
dostoyevski'nin kumara çağrı kıvamında kaleme aldığı çağ ötesi neşriyat.
bir lafı bir lafını tutmayan, bir öyle bir böyle.
perperişan, münzevi de denebilir.
fucked up der ecnebi kardeşlerimiz. telaffuzu da nefistir.
hala, henüz uyanamamış olmak anlamında kullanılır.
-22-
kapatamıyorum gözlerimi. bu caddeler, sokaklar, bu insanlar.
git gide uzuyor ve git gide daha da çekilmez bir hale geliyor..
“bana dua et” diye para verdiğim dilenciler, hepsi. sanki hepsi gizli bir
anlaşma yapmışlar şimdi.
hepsi birbirinden o kadar bağımsız ve bir o kadar da bağlantı içinde.
kusursuz bir cinayeti planlayan bir katil gibi hissediyorum bir an.
her şey yerli yerinde olmalı ve her şey, ahenkle dans etmeli birbiriyle.
bir “sen” mevzusu var zira.
zaman sanki bana bir tür oyun oynuyor. hakeza aynalar da öyle..
gerçekle hayalin içine girip çıkıyorum her saniye. zamanın zerreden de küçük
bir diliminde karşılaşıyoruz seninle bir sokakta. gözlerimiz birbirine bir o kadar
yabancı ve bir o kadar yakın.
ne çok tümsek birikmiş aramızda öyle?
en koyu rengiyle geceyle yatıp geceyle uyanıyorum güne.
en karanlık gecelerin içinde dumana boğuyorum küçük bir otel odasını.
sadece merak ediyorum…
sen de bazen, nefes alamıyormuş gibi oluyor musun benim gibi?
boğazına bir yumruk oturuyor mu seninde? gün içinde bir işle uğraşıyorken birden
aklına geliyor muyum senin de?
birden kokumu alırmış gibi oluyor musun sen de?
açmalıyım artık bu sayfayı da, yirmi iki kere düşünmeliyim.
kapatamıyorum gözlerimi. bu caddeler, sokaklar, bu insanlar.
git gide uzuyor ve git gide daha da çekilmez bir hale geliyor..
“bana dua et” diye para verdiğim dilenciler, hepsi. sanki hepsi gizli bir
anlaşma yapmışlar şimdi.
hepsi birbirinden o kadar bağımsız ve bir o kadar da bağlantı içinde.
kusursuz bir cinayeti planlayan bir katil gibi hissediyorum bir an.
her şey yerli yerinde olmalı ve her şey, ahenkle dans etmeli birbiriyle.
bir “sen” mevzusu var zira.
zaman sanki bana bir tür oyun oynuyor. hakeza aynalar da öyle..
gerçekle hayalin içine girip çıkıyorum her saniye. zamanın zerreden de küçük
bir diliminde karşılaşıyoruz seninle bir sokakta. gözlerimiz birbirine bir o kadar
yabancı ve bir o kadar yakın.
ne çok tümsek birikmiş aramızda öyle?
en koyu rengiyle geceyle yatıp geceyle uyanıyorum güne.
en karanlık gecelerin içinde dumana boğuyorum küçük bir otel odasını.
sadece merak ediyorum…
sen de bazen, nefes alamıyormuş gibi oluyor musun benim gibi?
boğazına bir yumruk oturuyor mu seninde? gün içinde bir işle uğraşıyorken birden
aklına geliyor muyum senin de?
birden kokumu alırmış gibi oluyor musun sen de?
açmalıyım artık bu sayfayı da, yirmi iki kere düşünmeliyim.
''Tik tak''
''tik tak''
eski bir saat, odaların birinde koridorlardan yankılanıyor vuruşlar. masada bir sürahi, saat ve bir kafka eseri. böyle hissetmekten nefret ediyorum. çaresiz, umutsuz ve hastalıklı. ayrıca ben, böyle bir adamım. tüketim çağında bir prototip. 'olur öyle' deyip de geçemiyorum, üstünden atlayamadığım gibi. günlerim parasız ve kadınsız olarak mağaza vitrinlerinde geçiyor. söylememe gerek yok, fersahlarca uzaktan fark edilen biriyim. saçlarım kirli ve dağınık. kaba bir burnum, bilye kadar gözlerim var.
çirkinliğim fakında olmakla beraber, kitlelere karşı direnmek de istemiyorum. hem, acılarımla beraber büyümek güzel, eğlenceli de.. bütün 'olamazsın'lara 'yapamazsın' lara ''rağmen'' işte, buradayım ve onlara kendimi gösteriyorum.. bu cümbüşe davet edilmemiş herkesin diyetidir bu.. alaşağı edilmiş ne kadar ego varsa şimdi onlardır beni var eden.
''cehennemde çürü''
kafamdaki böcekler, yarasa ve baykuşlar bu cümleyi kafamın duvarlarına kazıyor.. dışarı çıkmaya çalışır gibi bir havaları var.. tutmakta zorlanıyor, direndikçe terliyorum. aklımın odalarına tıktığım bu koca evren, artık kabına sığmıyor, sonsuzdan küçük mutluluklarımı da elimden almak istiyor.
''zamanın azalıyor..''
''tik tak..''
yeter ve sus! öyle sus ki çığlıklara benzesin sessizliğin.. karanlık odalarda sessizce, sus.. öteden beri en büyük suçu zamana attım, kolayı buydu.. hiç, bir aynaya bu denli farklı bakmamıştım.. kendi kendimin fobisiyim.
''tik tak''
kafamı parçalamam gerekiyor derin ve vakur bir susuş için. parçalayıp, içinden böcekli fikirleri ayıklamam gerekiyor. hayır, bu kadar zor bile değil belki. böcek ilacım bitti. belki de böcekler değildir, asıl sorun. ''ortamın kendisi'' dir. belki aklım, bir böcek mahzenidir. sorunlu olarak gördüğüm şey, normalin ta kendisi, ''normalin kendisi'' sorunun kendisidir, kim bilir.
''son bir adım''
çoktan tükenmiş zamana bir parça anı. yorulmuş ve silik bir anı, birkaç gram suç.
tik, tak.
''tik tak''
eski bir saat, odaların birinde koridorlardan yankılanıyor vuruşlar. masada bir sürahi, saat ve bir kafka eseri. böyle hissetmekten nefret ediyorum. çaresiz, umutsuz ve hastalıklı. ayrıca ben, böyle bir adamım. tüketim çağında bir prototip. 'olur öyle' deyip de geçemiyorum, üstünden atlayamadığım gibi. günlerim parasız ve kadınsız olarak mağaza vitrinlerinde geçiyor. söylememe gerek yok, fersahlarca uzaktan fark edilen biriyim. saçlarım kirli ve dağınık. kaba bir burnum, bilye kadar gözlerim var.
çirkinliğim fakında olmakla beraber, kitlelere karşı direnmek de istemiyorum. hem, acılarımla beraber büyümek güzel, eğlenceli de.. bütün 'olamazsın'lara 'yapamazsın' lara ''rağmen'' işte, buradayım ve onlara kendimi gösteriyorum.. bu cümbüşe davet edilmemiş herkesin diyetidir bu.. alaşağı edilmiş ne kadar ego varsa şimdi onlardır beni var eden.
''cehennemde çürü''
kafamdaki böcekler, yarasa ve baykuşlar bu cümleyi kafamın duvarlarına kazıyor.. dışarı çıkmaya çalışır gibi bir havaları var.. tutmakta zorlanıyor, direndikçe terliyorum. aklımın odalarına tıktığım bu koca evren, artık kabına sığmıyor, sonsuzdan küçük mutluluklarımı da elimden almak istiyor.
''zamanın azalıyor..''
''tik tak..''
yeter ve sus! öyle sus ki çığlıklara benzesin sessizliğin.. karanlık odalarda sessizce, sus.. öteden beri en büyük suçu zamana attım, kolayı buydu.. hiç, bir aynaya bu denli farklı bakmamıştım.. kendi kendimin fobisiyim.
''tik tak''
kafamı parçalamam gerekiyor derin ve vakur bir susuş için. parçalayıp, içinden böcekli fikirleri ayıklamam gerekiyor. hayır, bu kadar zor bile değil belki. böcek ilacım bitti. belki de böcekler değildir, asıl sorun. ''ortamın kendisi'' dir. belki aklım, bir böcek mahzenidir. sorunlu olarak gördüğüm şey, normalin ta kendisi, ''normalin kendisi'' sorunun kendisidir, kim bilir.
''son bir adım''
çoktan tükenmiş zamana bir parça anı. yorulmuş ve silik bir anı, birkaç gram suç.
tik, tak.