confessions

ontolojik sancilarimin merhemi

1. nesil Yazar - melek gibi

  1. toplam entry 1315
  2. takipçi 54
  3. puan 41037

asosyal olmak

ontolojik sancilarimin merhemi
sonraki merhalesi, kendini tanımlamak adına "sosyal" kelimesine ihtiyaç duymamaya başlamaktır. asosyal, sosyali sadece bir kelime olarak içermez.

aşkınlığıyla birlikte dibe vurabilmiş bir insan için sosyal, önüne ya da ardına bir ek eklenerek karşıtlık yaratılacak herhangi bir kelime değildir. onun sadece fiziksel uzamda etkileşerek "ilişkilerini" oluşturabileceği bir insan topluluğu bulunur; geriye kalan büyük miktardaki etkileşimi kendi içindedir, kendine dairdir.


Edit: tuhafsınız gerçekten.

zengin sözlük yazarlarının karalama defteri

ontolojik sancilarimin merhemi
dipsiz bir atmosferde süzülen iki kar tanesi.. yalnızlıkları onları giderek daha fazla uzlaşılmaz kılıyor. uzlaşmadan kasıt, bir başka kar tanesiyle bir araya gelip tek bir tane olmak ve rüzgara, tipiye ve en önemlisi de sıcağa karşı biraz daha fazla teşekkür dolu olmak. tek başına bu dipsizlikte savrulup durmak korku ve titremesini, birleşmek kaygısına tercih ediyor gibiyim.. neden?

kitap okumak

ontolojik sancilarimin merhemi
aynı kitabı 3-4 defa, belki 10 defa okumaktır. bir kitabı tek seferde okumuş sayılmazsınız. elbette sayfalarda yazanlar aynı kalacaktır; ancak gözlerinizden aynı kalmalarını bekleyemezsiniz. siz değişirsiniz, bakışınız değişir. dolayısıyla kitaplar da "değişir".

Georg Wilhelm Friedrich Hegel

ontolojik sancilarimin merhemi
karl marx'ın akıl hocası.

sistem'ini teşkil eden beş fikirden daha ilki olan "felsefe bilimsel olmalıdır ki, rasyonel ve sistematik olabilsin." teziyle sıçar. ikincisi geist ( tin ya da ruh) olup, tanrısal olanı, bütün insanların içindeki tek aşkın gerçekliği temsil eder ona göre. üçüncüsü tarihle ilgilidir ve tarihin sadece bir olaylar kronolojisi olmadığını; bir çeşit "ilerleme" sergilediğini söyler. 2. ve 3. maddenin sentezi olarak, tarihin, geist'in aşamalı olarak tanınması gibi bir amacı olduğunu söyleyebiliriz. dördüncüsü diyalektiği açıklar: tarih, bir aşamadan ( tez ), ona zıt olan başka bir aşamaya ( antitez) gider. bu sırada üçüncü aşama olan sentez de, halihazırda insanlığın sıhhatini bekliyordur (!). beşinciye gelince, o da özgürlüğe dairdir ve özgürlüğü, toplumun içinde kendini gerçekleştirme gücü olarak tanımlar. hatta bunu biraz da, daha sonra dillere düşeceği milliyetçi duygularla yapar. soren kierkegaard'ın lanetini de tam bu noktada üzerine toplar.


bir kere birincisi, felsefenin rasyonel ve sistematik olma gibi bir zorunluluğu yoktur. bu, felsefeyi statize etmek demektir; durdurmak ve sonra da itmeye çalışmak anlamına gelir. halbuki felsefe durdurulmadığı sürece, devinebilme yetisine zaten sahiptir. akıl ve nesnel gerçeklik arayışının popüler olduğu dönemin batı felsefesine egemen olan hegelci sistem, ne olursa olsun, aklın ve nesnelliğin sınırlarını kavrayamaz. çünkü elzem olan, -benim için- oluş halinde olan gerçeği; "uğrunda yaşayıp ölebileceğim fikri" bulmaktır. sözde nesnel gerçekliği bütün felsefi sistemler üzerinde çalışarak keşfetmek ve nihayetinde içinde yaşamadığım bir devlet teorisini ortaya koymak; sonuçta başkalarının desteğiyle ayakta duran bir dünya kurgulamak beni tatmin etmez. yaşamıma bir şekilde dokunamayacak, en az hegel'in basuru kadar kuru "nesnel" gerçeği ne yapabilirim? nöral kapasiteyle sınırlanmış akıl ve bu akıldan türeyen algıyla sınırlanmış nesnellik olgularının karşısına, sınırlanması imkansız tutku ve öznellik kavramları konuşlanır ve onları, hiç de çok aşamalı olmayan bir süreç içinde yok eder.


gelelim geist kavramına. bu kavram dahilinde, batı'da individual diye tanımlanan özne, bertaraf edilmiş durumdadır. individual olan birey ile birey olan birey çok farklı; o yüzden ayırma gereği duydum. bundan sonra da buradaki birey için, "özne" kavramını kullanacağım. hegel'de bireyler, kendi çağlarının temsilcilerinden başka bir şey değildir; öznel bakış açısına yer yoktur. şıçanzi de burada ortaya çıkar esasen. hegel'in, bugün de popüler olan tarihsel bilinci, öznenin kendisini anlamasından, kendisine yaklaşmasından ziyade, ondan kaçması demektir. hegel, özneyi mutlak bir soyutlamanın içinde eritir ve sisteme mal eder. tanrı da bu arada geist'e indirgendiği için, dinselliği kolaylaştırma refleksi gözden kaçmaz.


tarihe gelince, filozofların söylediği gibi, yaşam geriye doğru anlaşılır sözü tam olarak doğrudur. ancak, yaşamın ileriye doğru yaşanması gerektiği önermesini unuturlar (soren ).


hegel, çelişki halindeki görüşlerin sentezlenebileceği iddiasıyla, öznenin seçim yapma seçeneğini ortadan kaldırır. bütün seçeneklerin bir araya getirilebileceğini öne sürer. özne, kendi yaşamına yön verebilmek adına, seçimler yapabilmelidir ve bir bileşime kurban gitmemelidir. kierkegaard'ın enten/eller'ı da buna güzel bir göndermedir esasen.


son olarak hegel'in, bireylerin kendi çağlarının rasyonel ideallerini onaylaması olarak ortaya koyduğu "pozitif özgürlük" kavramı, ayrı bir rezalettir. neden ben çağın rasyonel idealine hapsolunayım ki? üçüncü tekil şahısların sorumluluk almaktan kaçış denemelerine "pozitif özgürlük" denemez. öznel özgürlük, bütün bunlardan önce gelir.

yaşam standardı

ontolojik sancilarimin merhemi
uygarlıkla birlikte ortaya çıkan kalite kavramını barındıran amaç. uygarlık bünyesinde yüksek standartlı, yani kaliteli bir yaşam için, yaşamın alternatif kurulumlarının yok sayılması şarttır; yani tek yaşam vardır, o da uygarlığın bünyesinde kurulabilecek olan. dolayısıyla insanın düşünce yolaklarında, alternatife doğru yönelen herhangi bir düşünceyi önceden etkisiz hale getirebilmek adına, bir eğitim sistemine, bir statükoya, bir akademiye ya da bir iş hayatına; toplamda koca bir kurumlaşmaya ihtiyaç duyulur.

tüm bunlar bir yana, kaliteli yaşamanın ilk koşulu, şüphesiz sağlıklı bir yaşamdır. satrançta kalenin, fil ve at üzerindeki üstünlüğü "kalite" terimiyle ifade edilir; ne tesadüf! sağlık da diğer tüm kurumlar karşısında bu tip bir üstünlüğe sahiptir. uygarlık, dolayısıyla sağlığı da tehdit altında tutar. dolayısıyla yaşadığımız çağ, kaliteli yaşamın yavaş yavaş uygarlığın dışında tanımlanmaya başlandığı çağdır.

karl marx

ontolojik sancilarimin merhemi
"filozoflar bugüne kadar dünyayı anlamakla uğraştılar; halbuki önemli olan onu değiştirmektir." sözü, marx'ın da kendisini ifade etmek adına seçtiği açı olan bilimsel açıdan yanlış ve tehlikelidir. insanı mutlu etme ve dünyayı değiştirme çabası, çok eski ya da yeni; birçok dinde de göze çarpan bir özellik. esasında marxizm de bu "hoş" dinlerden biri; cenneti var, peygamberi var, azizleri var, kutsal kitapları var, şehitleri var, muhtelif mezhepleri, hatta değişik liturjileri var. marx'ın insanlara iyilik yapmak istemiş olması, zırvalamış olmasına engel teşkil etmez.

kıskanmak

ontolojik sancilarimin merhemi
Kıskanmak ilişkilerin bir unsuru bence. kıskanmamız için bir üçüncü kişi gerekiyor. Bugünün ilişkileri iki unsurdan oluşuyor: bir çift ve ötekiler. İşte bu ötekiler kısmı yok olduğunda hastalık tavan yapıyor. asıl izolasyon bu. Ötekisi olmayan, ötekisiz kalmış bir birliktelik, ölümcül bir hastalığa tutuluyor, ama kimse ölmüyor. Bu bir olma hali bile.


Kıskançlık ne kadar şiddetli olursa olsun, hoşuma gidiyor. ben bu konuda tipik bir yamyamım sanırım. kara delikleri bilirsiniz. onların merkezlerinde uzayın tamamen delinip yırtıldığı bir kör alan vardır. oranın adı normalde singularity. filozoflar bunu alıp benliğin merkezi; arka bahçesi; gizli bölmesi gibi bir anlamda kullanmaya başlamışlar. çünkü kıskançlık bir tutku. doyuruyor insanı. faydalı bir duygudur. içi boşaltılmadığı sürece.

ahlakın temeli

ontolojik sancilarimin merhemi
insanın yaradılışında var ahlak. ama onu bulup çıkarmak akıl yolu ile pek mümkün değil. ancak ortada bir durum olduğunda toplumsal bazda düşünürsek ahlak bir şekilde ortaya çıkıyor. yani yaratılmış fakat insanın kendi kendine bulabileceği bir unsur değil. salt akıl, vicdan ile.. hepsi yanılır. sanırım antik yunanda hırsızlık yakalanıncaya kadar gayet sorunsuz.. dışarıdan hırsızlığa kötü bir bakış açısı yok. çal ama yakalanma tarzı. işte bulabilmek önemli. nasıl bilgiyi mutlak olarak bulamıyorsak ahlaki gösterecek bilgiyi de kendi başımıza mutlak olarak bulamayız bana göre. ahlak konusunda düşünelim. bir çocuğun ahlakı genellikle düşünüldüğünde bir çocuğun masumiyeti denir ya aslında çocuğun zihinsel yapısının almaya yönelik olduğundan bana göre. masumca alıyor kendine verileni. nasıl yetişirse öyle. ve genelde iyi olana yatkın bir yapısı vardır. tek başına yeterli değildir. içinde bulunduğu topluma kendi algıları çerçevesinde adapte olur. öğrenir. doğada toplumsal hayattan uzak bir çocuk ahlaki değerleri nasıl öğrensin ki... ancak vahşi doğayı öğrenir... ki toplumun ahlaki yapısı bireyi etkiliyor. koşullar ile beraber. fakat bu toplumun doğru olduğunu göstermez. roma medeniyetinde şahane bir ahlak yoktu. antik yunanda da. şimdi de insan eliyle gelen hiç bir olgu da tamamlanmış bir ahlak yok. insanın yaratılışında olan ahlakın yaratıcı tarafından bildirilenlerle ortaya çıkıp işlenmesi gerekir. edep işte. edep illa edep derler ya ilimden önce bile edep gelir.

friedrich wilhelm nietzsche

ontolojik sancilarimin merhemi
iflah olmaz nihilist. çoğu kez varoluşçuluğun köklerinden biri olarak addediliyor. tıpkı kierkegaard gibi. söz konusu akım daha sonra sartre ile zirve yaparken, bu üç ismin de birleştiği nokta, hayatı projeleştirmek mefhumuydu sanırım. yanılmıyorum, umarım. evet, ben de böyle düşünüyor ve ekliyorum: hayat, dinamik bir projedir. sonuçta nasıl bir şeyle karşılaşılacağı önceden hesaplanamaz. hesaplanmamalıdır da.

baştan çıkarıcının günlüğü

ontolojik sancilarimin merhemi
kierkegaard eseri. Bu kitapta kierkegaard aşka epey saydırmıştır. Bunu da dini öne çıkararak yapar. üç küresi vardır kendilerinin: etik, estetik ve dini. eğer biricik regine'siyle mutlu mesut yaşayıp gitseydi, estetik ve etik karışımı bir dünyada çürüyüp gidecekti (!). ama o ne yaptı, ibrahim'den ilham aldı ve ismail'i, yani regine'yi kurban etti tanrısına.

sigmund freud

ontolojik sancilarimin merhemi
her şeyi bilir kendisi. o yanılmaz sandığı yardım elini hiç eksik etmez. doğanın bize, bu enigmayı berraklaştıran tek gerçek olduğunu söyler. güdü. akıl yürütmez, bir çelişki içerisine düşmez, her zaman kendisini gösterir, üzerine giydiğin riya kıyafetlerine rağmen vücudundur o ve varlığı daimdir. güdü'yü reddetmeden yapılan akıl yürütmelerin bence kıymet-i harbiyesi vardır. gibi şeyler der. bence; güdüyü kullanan erdemi reddeder, erdemi reddetsin vicdani ve merhameti de reddeder. olur da bunu bilmeyen güdüyü savunan, güdünün ne olduğunu da bilmez der çekilirim.

gerçek

ontolojik sancilarimin merhemi
Gerçeğin hızı, aniliği, hayalin o tatlı ahesteliğine öyle bir darbe vuruyor ki... Karşı karşıya geliyorsun, karşındaki insanı tamamen, bütün parçaları, tüm organlarıyla algılayamıyorsun bile. Beynin sana kompozit bir görüntü sunuyor, sen de sineye çekiyorsun. Oysa kafanda bütün detaylarını yiyip sindirmek var onun. ama eksiksin. Beynine muhtaçsın. O sana bütünleştirilmiş, tamamlanmış bir görüntü sunuyor. sana derken, bana, bize, herkese..

rene descartes

ontolojik sancilarimin merhemi
cizvitler tarafından büyütülmüş düşünür. önce asker olmaya karar vermiş ve askerliği seçmiş daha sonra felsefeyi keşfederek ordudan ayrılmıştır. matematiğin mantıksal çekiciliğini felsefe alanında kullanarak önce bir dizi meditasyon yazmış daha sonra da felsefeyi içinde bulunduğu skolastik bataklık çukurundan çıkarmayı denemiş başarılı da olmuştur.

hasan ali toptaş

ontolojik sancilarimin merhemi
“böylece, aslında hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da, yalnızca gidilmiş gibi olunuyor. ancak kelimelerle gidiliyor ya da, kalınacaksa kelimelerle kalınıyor, kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle gülünüyor, kelimelerle ağlanıyor ve sonunda yine kelimelerle geri dönülüyor..”

bir hüzünlü haz.

william blake

ontolojik sancilarimin merhemi
romantik dönem ingiliz edebiyatı şairi.

''cehennemden aldığım habere göre dünyanın altı bin yılın sonunda
alevler içinde yanacağına ilişkin eski bilgi doğru.
çünkü bu nedenle kızgın kılıçlı keruba yaşam ağacının başında tuttuğu nöbeti
bırakması emredilecek: ve bunu yaptığında tüm yaratılış yanacak
ve sonsuz ve kutsal görünecek, ki şimdi sonlu ve düşkün görünüyor.
bu, duyumsal hazzın gelişmesi sonucu meydana gelecek.
ancak ilk önce insanın ruhundan ayrı bir bedeni olduğu kanısının silinmesi gerekiyor;
bunu cehennemi yöntemle, cehennem'de son derece sağlığa yaralı ve şifa verici olan,
görünen yüzeyleri eriterek saklı olan sonsuzu ortaya
çıkaran aşındırıcılarlarla baskılar yapmak yoluyla ben yapacağım.
eğer algının kapıları temizlenseydi herşey insana olduğu gibi görünürdü, sonsuz.
çünkü insan kendisini kapattı, ta ki tüm şeyleri mağarasındaki dar çatlaklardan görene dek.'"
21 /