benim en sevdiğim romancıdır. türk edebiyatının başına gelmiş en güzel şeylerdendir. sanat hayatının yanında kişisel ömründe de hakikatin savaşçısı olup bedel ödemiş insanımız.
bir ortamda kendimi komünist olarak nitelerken aklıma hemen ustamız düşer ve utanırım. (bir an kendimi ikirciklikli yakalarım) kişisel yaşamı ve ideolojini bu kadar paralel yaşamış bir insanla aynı gökyüzü altında yaşamışken kendimi komünist olarak niteliyebilmem için 40 fırın ekmek yemem lazım diye düşünürüm.
iddia ediyorum ki büyük ustamızın ''bir gün tek başına, güven ve yalancı tanıklar kahvesi'' romanlarını okuduktan sonra kendinizi olduğunuzdan çok daha büyümüş hissedeceksiniz. türkali'nin böyle bir amacı yoktur romanlarını yazarken ama iç sesinizle daha barışık bir hayat süreceksiniz.
iyi ki geçtin dünyamızdan vedat türkali.
ilkokul bile okumamışken adına sosyoloji ve edebiyat kürsüleri kurulması gereken yüce insandır. tam da nazım'ın şiirinde söylediği türk köylüsüdür aslında;
topraktan öğrenip
kitapsız bilendir,
hoca nasreddin gibi ağlayan
bayburtlu zihni gibi gülendir.
ferhad'dır,
kerem'dir,
ve keloğlan'dır.
yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser.
kahbe felek ona eder oyunu.
çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
o, "yunusu biçâredir,
baştan ayağa yâredir,"
ağu içer su yerine.
fakat bir kerre bir derd anlayan düşmesin önlerine
ve bir kerre vakterişip :
"-gayrık, yeter!.."
demesinler.
ve bir kerre dediler mi:
"israfil surunu urur
mahlukat yerinden durur",
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
ne kendi nefsini korur
ne düşmanı kayırır,
"dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa..."
kendisinin sevdiğine yaktığı yar hoyrata tatlı kelam eyleme türküsünü keşke bu eril şiddetin en diplerini yaşadığımız zamanlarda bütün kadınlarımız kulağına küpe etse;
yar hoyrata tatlı kelam eyleme
hoyrat olan dil gıymatı bilemez
kargayı bağına koyup eyleme
karga olan gül gıymatı bilemez
kerem gibi canın nara yakmayan
mecnun gibi çilesini çekmeyen
yar aşkına göz yaşları dökmeyen
ağlamayan sel gıymatın bilemez
gül cemalin kayıb edip aratma
şu göynümün ışığını karartma
zülüflerin yad ellere taratma
kul olmayan tel gıymatın bilemez
topraktan öğrenip
kitapsız bilendir,
hoca nasreddin gibi ağlayan
bayburtlu zihni gibi gülendir.
ferhad'dır,
kerem'dir,
ve keloğlan'dır.
yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser.
kahbe felek ona eder oyunu.
çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
o, "yunusu biçâredir,
baştan ayağa yâredir,"
ağu içer su yerine.
fakat bir kerre bir derd anlayan düşmesin önlerine
ve bir kerre vakterişip :
"-gayrık, yeter!.."
demesinler.
ve bir kerre dediler mi:
"israfil surunu urur
mahlukat yerinden durur",
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
ne kendi nefsini korur
ne düşmanı kayırır,
"dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa..."
kendisinin sevdiğine yaktığı yar hoyrata tatlı kelam eyleme türküsünü keşke bu eril şiddetin en diplerini yaşadığımız zamanlarda bütün kadınlarımız kulağına küpe etse;
yar hoyrata tatlı kelam eyleme
hoyrat olan dil gıymatı bilemez
kargayı bağına koyup eyleme
karga olan gül gıymatı bilemez
kerem gibi canın nara yakmayan
mecnun gibi çilesini çekmeyen
yar aşkına göz yaşları dökmeyen
ağlamayan sel gıymatın bilemez
gül cemalin kayıb edip aratma
şu göynümün ışığını karartma
zülüflerin yad ellere taratma
kul olmayan tel gıymatın bilemez
bu yıldırım demirören'in türkiye futboluyla ilgili canına od tıkamadığı bir tek idaaa kalmıştı onu da skmeyi başardı sonunda. ulan adamlar öyle bir hale getirmiş ki oyunu az daha çalışsam tıp fakültesini kazanırım.
3 basamaklı sayıdan yukarısını okuyamayan halkım 5 basamaklı sayıları nasıl geçirecek o kupona? şaka yapmıyorum bugün iddaa bayisinde elinde büyüteçli dayılar gördüm. bu yolla mı bitirecekler kaçağı falan? yarrağımı bitirirler yarrağımı.
iki gündür kaçak bahisçiler hayatlarında çekmediği ciroları çektiler. bunun sorumlusu direkt olarak her türlü beceriden yoksun demirören grubudur.
3 basamaklı sayıdan yukarısını okuyamayan halkım 5 basamaklı sayıları nasıl geçirecek o kupona? şaka yapmıyorum bugün iddaa bayisinde elinde büyüteçli dayılar gördüm. bu yolla mı bitirecekler kaçağı falan? yarrağımı bitirirler yarrağımı.
iki gündür kaçak bahisçiler hayatlarında çekmediği ciroları çektiler. bunun sorumlusu direkt olarak her türlü beceriden yoksun demirören grubudur.
biz antakyalılar güzel insanlarızdır aslında. hayatımda övündüğüm tek şey antakyalı olmaktır benim. güzel memleketimin 5 bin yıllık tarihine bakın tek bir savaş göremezsiniz. esnaflığımızın ve misafirperverliğimizin şanı dillere destandır. hırslarımız yoktur. bugüne kadar futbolda, siyasette, müzikte ünlüler çıkartamadık. kendi içimizde güzel kültürümüzle yaşar gideriz.
5000 yıllık tarihimizde en yüksek devlet mevkiisine getire getire sadullah ergin'i getirmiş olmamız da hoş görüle. herkesten bu konuda af dilerim.
bu sadullah ergin bakanlığı döneminde yargıdan cımbız cımbız alevi hakim ve savcı ayıklayan bakandır.
aslında memleketim antakya'ya hiç faydası olmadı diyemem. kaçakçılıkları bitirdi mesela. devletin neredeyse hiç bir iş yatırımı yapmadığı hatay'da eskiden insanlar 3-5 kilo çay, bir kaç karton sigara, mazot falanla aile geçindirirdi. hepsinin canına ot tıkadı. kaçakçılık bitti mi peki bugün hatay'da? tabii ki hayır. el nusra, işid mişid eliyle tekelleşti. insan kaçakçılığından, uyuşturucuya kadar trilyon trilyon haliyle bu terör örgütleri eliyle yapıldığı çok güçlü iddialar arasında sınırların her tarafında.
3-5 kilo çay şeker için devletin namusu kirlenmiyor bari bu sadullah ergin sayesinde.
şimdi bu ex bakan çıkıp halkı önünde ağlaya ağlaya özür dileyeceğine pişkin pişkin demokrasi havarisi kesiliyor. yok daha memeler.
5000 yıllık tarihimizde en yüksek devlet mevkiisine getire getire sadullah ergin'i getirmiş olmamız da hoş görüle. herkesten bu konuda af dilerim.
bu sadullah ergin bakanlığı döneminde yargıdan cımbız cımbız alevi hakim ve savcı ayıklayan bakandır.
aslında memleketim antakya'ya hiç faydası olmadı diyemem. kaçakçılıkları bitirdi mesela. devletin neredeyse hiç bir iş yatırımı yapmadığı hatay'da eskiden insanlar 3-5 kilo çay, bir kaç karton sigara, mazot falanla aile geçindirirdi. hepsinin canına ot tıkadı. kaçakçılık bitti mi peki bugün hatay'da? tabii ki hayır. el nusra, işid mişid eliyle tekelleşti. insan kaçakçılığından, uyuşturucuya kadar trilyon trilyon haliyle bu terör örgütleri eliyle yapıldığı çok güçlü iddialar arasında sınırların her tarafında.
3-5 kilo çay şeker için devletin namusu kirlenmiyor bari bu sadullah ergin sayesinde.
şimdi bu ex bakan çıkıp halkı önünde ağlaya ağlaya özür dileyeceğine pişkin pişkin demokrasi havarisi kesiliyor. yok daha memeler.
filtreli sigara teknolojisi gelişmemişken sıkça yaygın olan durum.
akape bu konuda da ülkemizi 1930'lar türkiyesine taşıdı maşallah.
akape bu konuda da ülkemizi 1930'lar türkiyesine taşıdı maşallah.
bazen geçen zamanın farkına varmaksızın youtube den 130 bölüm bizimkiler dizisi izlemektir.
olay pek de resmi tarihin anlattığı gibi değildir. gerçi şu husus çok doğrudur ki sultan alparslan askeri bir dehaydı. devlet yönetiminde de bir o kadar yetenekli bir insandı. lakin anadolu'yu fetih etmek gaye ve planları arasında yoktu.
bizans tahtına iç güvey yoluyla geçmiş romen diyojen'in kendini kanıtlaması için bir zafere ihtiyacı vardı. devasa bir ordu toplayarak gözüne selçuklu'yu kestirdi ve malazgirt'e dayandı. sultan alparslan böyle bir savaş yaşanmaması için gönderdiği elçilerle yüklü miktarda para vaat etti. alparslan'ın asıl amacı bizansla savaşıp islamı yaymak falan değil, büyüyen fatımi devleti tehlikesine karşı önlemler almaktı. romen diyojen ordusunun büyüklüğüne güvenerek elçilerle alay etti. sonrası bildiğiniz gibi selçuklu devletinin zaferidir.
fakat türklerin anadolu'ya yerleşmesi bu zaferle olmadı. hatta diyojen'i esir alan alparslan onu sonrasında müttefik olarak kazanmak için serbest bıraktı. malazgirt otağı da dahil bir çok anadolu yerleşim yerini bizans'a verdi.
son tahlilde, sultan alparslan, fatih sultan mehmet gerçekten de entelektüel kapasiteleri ve dahalarıyla tarihte çok büyük insanlardır. fakat bundan benana. bugün ülkemizde asgari ücretle kaç yüz bin türk ailesi sömürülmektedir? yarın kaç türk saçma sapan iş kazalarında canını yitirecek sualleri bence çok daha önemlidir.
bizans tahtına iç güvey yoluyla geçmiş romen diyojen'in kendini kanıtlaması için bir zafere ihtiyacı vardı. devasa bir ordu toplayarak gözüne selçuklu'yu kestirdi ve malazgirt'e dayandı. sultan alparslan böyle bir savaş yaşanmaması için gönderdiği elçilerle yüklü miktarda para vaat etti. alparslan'ın asıl amacı bizansla savaşıp islamı yaymak falan değil, büyüyen fatımi devleti tehlikesine karşı önlemler almaktı. romen diyojen ordusunun büyüklüğüne güvenerek elçilerle alay etti. sonrası bildiğiniz gibi selçuklu devletinin zaferidir.
fakat türklerin anadolu'ya yerleşmesi bu zaferle olmadı. hatta diyojen'i esir alan alparslan onu sonrasında müttefik olarak kazanmak için serbest bıraktı. malazgirt otağı da dahil bir çok anadolu yerleşim yerini bizans'a verdi.
son tahlilde, sultan alparslan, fatih sultan mehmet gerçekten de entelektüel kapasiteleri ve dahalarıyla tarihte çok büyük insanlardır. fakat bundan benana. bugün ülkemizde asgari ücretle kaç yüz bin türk ailesi sömürülmektedir? yarın kaç türk saçma sapan iş kazalarında canını yitirecek sualleri bence çok daha önemlidir.
bilinen kaba tabiriyle musevilik, hristiyanlık ve islama verilen ad. oysa ki bütün dinler semavi olduğu iddiasındadır. bu üç din semalıklarını nereden almaktadır? kitap indirilmiş dinler tanımı da yanlıştır. zerdüştlükten, ezidilere kadar bir çok dindar insan da kendilerine kitap indirildiğini iddia eder. üç büyük din diyebilir miyiz? bu kanı da yanlıştır. zira budizm ve hinduizm gibi dinlere inanan insan sayısı museviliğe inanan insan sayısından kat be kat fazladır.
sanırım ortak tanım ''yahudi türevi dinler'' olarak yapılabilir.
sanırım ortak tanım ''yahudi türevi dinler'' olarak yapılabilir.
genel bilinen tanımıyla hristiyanların kutsal kitabıdır. kuranı kerimde incil için isa'ya indirilen kitaptır der. oysa ki incil, isa çarmıha gerildikten çok sonra havarileri tarafından yazılır. anlayacağınız isa'nın böyle bir kitabın varlığından haberi bile olmamıştır. alın size çelişki.
şimdi beni linç etmeyin demiyorum edin tabii. fakat az da bir şeyleri düşünün yahuu.
şimdi beni linç etmeyin demiyorum edin tabii. fakat az da bir şeyleri düşünün yahuu.
hatırlayanlar vardır. bizimkiler dizisinin tatlı faşist karakteri davut usta gibi bir şeydir. davut usta da ''bir türk dünyaya bedeldir, türkün gücünü göstereceğiz, alaman bozuntusu'' gibi garip garip cümlelerle rasyonalitesini yitirmiş bir vatandaşımızdı. kendisi hatırladığım kadarıyla tesisatçıydı. keşke bütün rasyonalitesini yitiren insanlar hayatımızda sadece tesisatçı falan olarak yer alsa. hepimizin kaderinin amına koyabilecek güçte kuvvete olmasalar. ama işte zamanın ruhu biraz da böyle bir delilik hali. korkuyorum.
normalde melodisi insana çok iyi gelen 1979 yapımı bir ajda pekkan şarkısıdır. fakat ajda abla girişte,
''her sabah uyandığında beni farzet yanında
böylece kolaylaşır herşey birden bakarsın gelirim aniden''
deyince aklıma ayrılırken birbirini teselli eden güzel insanların öyküleri gelir. ciğerlerimin bile gözleri olur yaş yaş döker.
''her sabah uyandığında beni farzet yanında
böylece kolaylaşır herşey birden bakarsın gelirim aniden''
deyince aklıma ayrılırken birbirini teselli eden güzel insanların öyküleri gelir. ciğerlerimin bile gözleri olur yaş yaş döker.
sezen aksu'ya ait 1988 yapımı muhteşem bir şarkıdır. dünya üzerinde ne kadar harika şarkılar yapılabiliyorun ispatıdır. aşk acısı çekerken dinlemenizi önermem. çok yüksek ihtimalle ağlamaktan hastanelik olma ihtimaliniz ve zamanında olmuşluğum vardır. hafif hafif yanan bir sarma tütünmüşçesine yanarken iyi gelir.
bir çok coverı olsa da piyasa sezen abladan sonra bu şarkının bence en iyilerinden biri tuba özerk yorumudur.
bir çok coverı olsa da piyasa sezen abladan sonra bu şarkının bence en iyilerinden biri tuba özerk yorumudur.
sözü ve müziği sezen aksu'ya ait muhteşem bir şarkıdır. 1996 yılında çıkardığı düş bahçeleri albümünde yaşar gaga ile iyi bir düet performansıyla söylemiştir.
fakat girişten sonuna kadarki keman ve çello tınıları sizi duygu okyanuslarında dümensiz bırakır. bir yandan da piyanonun uyumu lezzetinden yenmez.
sonradan kor sonradan kor
ayrılıklar an be an
akıp gider akıp gider
zaman sana aldırmadan...
fakat girişten sonuna kadarki keman ve çello tınıları sizi duygu okyanuslarında dümensiz bırakır. bir yandan da piyanonun uyumu lezzetinden yenmez.
sonradan kor sonradan kor
ayrılıklar an be an
akıp gider akıp gider
zaman sana aldırmadan...
tüzün gürson çevirisiyle muhteşem bir lorca şiiridir;
İstemedim, hiçbir şey
söylemek istemedim sana.
Gözlerinde iki çılgın ağaç gördüm,
gülüşten, esintiden, altından iki ağaç.
Kımıldanıp duruyorlardı, istemedim.
Sana hiçbir şey söylemek istemedim.
İstemedim, hiçbir şey
söylemek istemedim sana.
Gözlerinde iki çılgın ağaç gördüm,
gülüşten, esintiden, altından iki ağaç.
Kımıldanıp duruyorlardı, istemedim.
Sana hiçbir şey söylemek istemedim.
ülkü tamer çevirisiyle güzel bir lorca şiiridir;
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Yeni kesilmiş çiçeklerle dolu kulaklarım
Dilim sevgiyle, acıyla dolu.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi.
Kimse yoktur duymasın öpüşürken
Yüzü olmayan insanların gülümseyişini
Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun
Durgun kafataslarını atların.
Çünkü aranır alında güller
O katı görünüşünü kemiklerin.
Başka işe yaramaz erkeğin elleri
Toprağın altındaki köklere benzemekten.
Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,
Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Yeni kesilmiş çiçeklerle dolu kulaklarım
Dilim sevgiyle, acıyla dolu.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi.
Kimse yoktur duymasın öpüşürken
Yüzü olmayan insanların gülümseyişini
Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun
Durgun kafataslarını atların.
Çünkü aranır alında güller
O katı görünüşünü kemiklerin.
Başka işe yaramaz erkeğin elleri
Toprağın altındaki köklere benzemekten.
Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,
Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.
örttüm pencerelerimi
istemediğimden işitmek ağıdı,
gene de boz duvarların ardından
başka bir şey duyulmaz ağıttan.
şarkı söyleyecek pek az melek var,
havlayacak pek az köpek var,
bin tane keman sığar avucumun içine.
ama ağıt kocaman bir köpek,
ağıt kocaman bir melek
ağıt kocaman bir keman, ağzını tıkıyor gözyaşları rüzgarın
ağıttan başka da bir şey duyulmaz.
muhteşem dizelerinin yazarıdır
istemediğimden işitmek ağıdı,
gene de boz duvarların ardından
başka bir şey duyulmaz ağıttan.
şarkı söyleyecek pek az melek var,
havlayacak pek az köpek var,
bin tane keman sığar avucumun içine.
ama ağıt kocaman bir köpek,
ağıt kocaman bir melek
ağıt kocaman bir keman, ağzını tıkıyor gözyaşları rüzgarın
ağıttan başka da bir şey duyulmaz.
muhteşem dizelerinin yazarıdır
sinema endüstrisi tarafından 80 yıldır masum dimağlarımıza önünde en güzel sikiş döndürülecek yer olarak dayatılan ısınma aracıdır. bu hususta şöminenin hiç bir yerli ve milli yanı yoktur.
kanaatimce benzer bir yolla en güzel sikiş çevrilecek yer banyo sobalı bir banyodur. gençlerin banyo sobasının ne olduğunu bildiğini hiç sanmıyorum. fakat jakuzide de, banyo sobalı banyoda da ilgili eylemi gerçekleştirmiş bir fakir kul olarak sobalı banyodaki deneyimlerin güzelliği 1500 falansa jakuzi 300-500'dür.
şömine karşısında hiç sevişmedim ben. jakuzi de yerli ve milli değildir bak. ne varsa bizim topraklarımızda var her güzellik hususunda.
kanaatimce benzer bir yolla en güzel sikiş çevrilecek yer banyo sobalı bir banyodur. gençlerin banyo sobasının ne olduğunu bildiğini hiç sanmıyorum. fakat jakuzide de, banyo sobalı banyoda da ilgili eylemi gerçekleştirmiş bir fakir kul olarak sobalı banyodaki deneyimlerin güzelliği 1500 falansa jakuzi 300-500'dür.
şömine karşısında hiç sevişmedim ben. jakuzi de yerli ve milli değildir bak. ne varsa bizim topraklarımızda var her güzellik hususunda.
güzel bir moğollar çalışmasıdır. 90'larda sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık eylemleri vardı. o zamanlarda memleket gündemi lağım pisliğinden geçilmiyordu ama vatandaş en azından pasif de olsa olan bitene tepki veriyordu. uyumuyoruz biz arkadaş her olanın bitenin farkındayız attırmayın kafamızın tepesini diyordu.
dünyanın en güzel pasif direnişlerinden biriydi.
bugün artık hırsızlık yolsuzluk tamamen yasal. eş dost akraba devlet kurumları normale dönüşmüş, liyakat esası ise istisna olmuş. halkımız ise eli sikinde dolaşıyor ancak bu pislik üzerine saçıla saçıla.
yazık, çok yazık...
yolun ortasında
henüz onaltısında
vuruyorlar oysa
bişey yapmadı
sanki onlar hancı
halkına yabancı
biz ise kiracıyız da
evden atmalı
dünyanın en güzel pasif direnişlerinden biriydi.
bugün artık hırsızlık yolsuzluk tamamen yasal. eş dost akraba devlet kurumları normale dönüşmüş, liyakat esası ise istisna olmuş. halkımız ise eli sikinde dolaşıyor ancak bu pislik üzerine saçıla saçıla.
yazık, çok yazık...
yolun ortasında
henüz onaltısında
vuruyorlar oysa
bişey yapmadı
sanki onlar hancı
halkına yabancı
biz ise kiracıyız da
evden atmalı
kafkas üniversitesi hastanesinde yaşanılan skandal olaydır. ilgili haber linki budur;
www.krttv.com.tr/...
malum telefon kayıtlarında doğa ve işçi katliamcısı bir mütahhit ''bu milletin amına koyacağız'' diyordu. o mütahhit bu lafı etti edeli bizim vergilerimizden milyarlarına hala milyarlar ekliyor.
bence kapitalizmin bir tanımı da topluma açılmış savaştır. topluma açılan bu savaş hiç bir çağda bu kadar açık yöntemlerle yapılmamıştı. rasyonalite hiç bir zaman bu kadar ayaklar altına alınmamıştı.
birileri bize diyor ki, bütün dünya devletlerinden daha yüksek vergileri siz ödeseniz de biz dünya kadar çok çaldığımız için sizi insan gibi yaşatamıyoruz. hayvanlar gibi ölün böyle işte.
www.krttv.com.tr/...
malum telefon kayıtlarında doğa ve işçi katliamcısı bir mütahhit ''bu milletin amına koyacağız'' diyordu. o mütahhit bu lafı etti edeli bizim vergilerimizden milyarlarına hala milyarlar ekliyor.
bence kapitalizmin bir tanımı da topluma açılmış savaştır. topluma açılan bu savaş hiç bir çağda bu kadar açık yöntemlerle yapılmamıştı. rasyonalite hiç bir zaman bu kadar ayaklar altına alınmamıştı.
birileri bize diyor ki, bütün dünya devletlerinden daha yüksek vergileri siz ödeseniz de biz dünya kadar çok çaldığımız için sizi insan gibi yaşatamıyoruz. hayvanlar gibi ölün böyle işte.
sadece katledilme günlerinde samimiyetsizce andığımız gencecik bir insanımızdır. dünyanın en yüksek vergilerini ödesek de devleti tarafından hiç bir hakkı hukuku korunmayan ve hizmetlerin en kalitesizine reva görülen insanlar bizim insanlarımız.
yaşam hakkı da buna dahil.
özgecan aslan, münnever karabulut, emine bulut gibi insanlarımız haspel kader basında gündem oldu ve sembolleşti. her gün bu vahşetler yaşanmakta ülkemizde.
dolmuşçuluk sistemi dünyada sadece biz ve arap ülkelerine mahsus ucube bir taşıma sistemi. her gün kaç tane bu tür vahşice kadın cinayetlerinin kıyısından dönülüyor kimsenin haberi yok ve umrunda değil. haberi basına yansıyınca sadece lanetleyip cinsiyetçi küfürler falan ediyoruz.
bu insanımızın katillerinin cezaevinde öldürülmesi ünlü bir mafya babasının pr çalışması olarak basına yansımıştı. bu bile kötülüğe hiç bir zaman engel olma çabası içinde olmadığının ispatıdır birilerinin.
yazık, çok yazık.
yaşam hakkı da buna dahil.
özgecan aslan, münnever karabulut, emine bulut gibi insanlarımız haspel kader basında gündem oldu ve sembolleşti. her gün bu vahşetler yaşanmakta ülkemizde.
dolmuşçuluk sistemi dünyada sadece biz ve arap ülkelerine mahsus ucube bir taşıma sistemi. her gün kaç tane bu tür vahşice kadın cinayetlerinin kıyısından dönülüyor kimsenin haberi yok ve umrunda değil. haberi basına yansıyınca sadece lanetleyip cinsiyetçi küfürler falan ediyoruz.
bu insanımızın katillerinin cezaevinde öldürülmesi ünlü bir mafya babasının pr çalışması olarak basına yansımıştı. bu bile kötülüğe hiç bir zaman engel olma çabası içinde olmadığının ispatıdır birilerinin.
yazık, çok yazık.
tarihte en yoğun ve niyetini gizlemeden emekçi düşmanlığı yapan hükümetimizin insanların kuşa dönen kazanılmış haklarını da elinden almak için her şeyi yaptığı kanundur.
fakat seçim sonrası malum kişi bir konuşmasında şöyle dedi;
''chp'ye geçen geçen belediyelerde mevcut sendikalarından istifa etmezlerse çalışanlar işten atılmakla tehdit ediliyorlarmış. arkanızda kapı gibi 657 var hiç bir şey yapamazlar''
bu örnek üzerinden sayın malum kişiye ve tüm akapeli'lere demek istiyorum ki hukuk bir gün hepinize lazım olacak.
bugün 657 sayılı kanun gereğince nispeten iyi sosyal haklara sahip olan memurlarımız bu hakları kolay kazanmadı. 90'lı yıllarda sokakta bedel ödeyerek emek ve sendikal mücadelelerinin bir sonucudur memurların bu kazanılmış hakları.
rica ederim fikir belirttiğiniz konularda bir miktar bilginiz olsun da konuşun.
fakat seçim sonrası malum kişi bir konuşmasında şöyle dedi;
''chp'ye geçen geçen belediyelerde mevcut sendikalarından istifa etmezlerse çalışanlar işten atılmakla tehdit ediliyorlarmış. arkanızda kapı gibi 657 var hiç bir şey yapamazlar''
bu örnek üzerinden sayın malum kişiye ve tüm akapeli'lere demek istiyorum ki hukuk bir gün hepinize lazım olacak.
bugün 657 sayılı kanun gereğince nispeten iyi sosyal haklara sahip olan memurlarımız bu hakları kolay kazanmadı. 90'lı yıllarda sokakta bedel ödeyerek emek ve sendikal mücadelelerinin bir sonucudur memurların bu kazanılmış hakları.
rica ederim fikir belirttiğiniz konularda bir miktar bilginiz olsun da konuşun.
1950 yılından beri türkiye halklarının yüzde 70 lik tarihi hükümetleri tarafından kazım kazım kazzıklanma tarihidir. türkiye cumhuriyeti hükümetleri hiç bir alanda göğsümüzü kabartacak işlere imza atmasalar da vatandaşı zamlarla skip belini, kolunu kanadını kırma konusunda birbirlerine tur bindirmişlerdir.
turgut özal 1980'lerde bu konuda ilk çığırı açmıştır. kdv diye geçici bir vergi koymuştur. 30 yıldan fazladır hayatımızda bu geçici vergi. bu çığırı 90'ların sonunda halkçı ecevit sürdürmüştür. 1 seneye mahsus çıkarttığı ötv 20 yıldan fazladır hayatımızda. kimse de bir gün sormuyor ki bu iki sikik, ucube dolaylı vergi neden hayatımızda? hatta akp hükümeti bu iki vergiyi hayatımızdan bir kaç aylığına indirerek neden ve nasıl seçim kazanabiliyor?
sonuncu malum hükümetten önce vatandaşlar olarak sikicimiz bir taneydi, bu hükümetle birlikte eline kazzığı alan bize koşuyor maşallah. yığınla yandaş mütahitinden diyanetine kadar durum böyle. ulan soktuğumun bir sigara paketi 18 lira olur mu? tamam hadi sigarayı içkiyi bıraktık ölmedik bu yolla. dinsiz imanzsızca yapılan benzin zamlarından sonra kaçak mazot yakan bir otobüste de ölmessek eğlenceli bir ülkeyiz aslında.
gelelim sarma tütüne. alışınca bok gibi tekel sigaraları içmiyorsunuz bir daha. heves edip, ekipman alıp kendiniz sarmanızı önermem. bunun yerine 4-5 liraya hazır sarılmışlar mevcut. hemen hemen aynı paraya gelmekte.
turgut özal 1980'lerde bu konuda ilk çığırı açmıştır. kdv diye geçici bir vergi koymuştur. 30 yıldan fazladır hayatımızda bu geçici vergi. bu çığırı 90'ların sonunda halkçı ecevit sürdürmüştür. 1 seneye mahsus çıkarttığı ötv 20 yıldan fazladır hayatımızda. kimse de bir gün sormuyor ki bu iki sikik, ucube dolaylı vergi neden hayatımızda? hatta akp hükümeti bu iki vergiyi hayatımızdan bir kaç aylığına indirerek neden ve nasıl seçim kazanabiliyor?
sonuncu malum hükümetten önce vatandaşlar olarak sikicimiz bir taneydi, bu hükümetle birlikte eline kazzığı alan bize koşuyor maşallah. yığınla yandaş mütahitinden diyanetine kadar durum böyle. ulan soktuğumun bir sigara paketi 18 lira olur mu? tamam hadi sigarayı içkiyi bıraktık ölmedik bu yolla. dinsiz imanzsızca yapılan benzin zamlarından sonra kaçak mazot yakan bir otobüste de ölmessek eğlenceli bir ülkeyiz aslında.
gelelim sarma tütüne. alışınca bok gibi tekel sigaraları içmiyorsunuz bir daha. heves edip, ekipman alıp kendiniz sarmanızı önermem. bunun yerine 4-5 liraya hazır sarılmışlar mevcut. hemen hemen aynı paraya gelmekte.
muhteşem bir birhan keskin şiiridir;
bir anıyı bir şehre bağlayan
hat üzerinde
kendine kıvrılmış, kendine kurumuş
yapraklar iyileşmez.
ömür boş yere çıkılan bir yolculuğu anlatır
yanlış bir yere uğramaktır sonbahar
hışırdayan rüzgârdır
yaprak hışırdamaz
uzun bir yol gibidir gözleri insanın
gelip geçen bir şey iyileşmez
bu gece bu hat üzerinde
iyileşen zamandır,
insan iyileşmez.
hadi ömrüm, geriye doğru tara kendini
ilerde bir şey yok, gördün
yüzünü rüzgâra dön yeniden
iyileşen sen değilsin, zaman.
zayıf belleğim, sakar algılarla
bir ömrü hatırlamak zordur kuşkusuz
ömrüm, hey ömrüm
seni hatırlamak için yolumu uzattım
daha fazla zaman verdim kendime
bu gece, bu orta yaş ovasında
bu hat üzerinde
bana bir tek söz söyle.
bir anıyı bir şehre bağlayan
hat üzerinde
kendine kıvrılmış, kendine kurumuş
yapraklar iyileşmez.
ömür boş yere çıkılan bir yolculuğu anlatır
yanlış bir yere uğramaktır sonbahar
hışırdayan rüzgârdır
yaprak hışırdamaz
uzun bir yol gibidir gözleri insanın
gelip geçen bir şey iyileşmez
bu gece bu hat üzerinde
iyileşen zamandır,
insan iyileşmez.
hadi ömrüm, geriye doğru tara kendini
ilerde bir şey yok, gördün
yüzünü rüzgâra dön yeniden
iyileşen sen değilsin, zaman.
zayıf belleğim, sakar algılarla
bir ömrü hatırlamak zordur kuşkusuz
ömrüm, hey ömrüm
seni hatırlamak için yolumu uzattım
daha fazla zaman verdim kendime
bu gece, bu orta yaş ovasında
bu hat üzerinde
bana bir tek söz söyle.
kaç gecenin çölüdür bu ayrılık
kaç şiirin dölüdür üstüme
örttüğün bu ince sessizlik
kalbim alış artık, kır kendini
kendi duvarında, sesini
kendi duvarına haykır.
tesadüfen birbirine rastlamış
başka başka aşklarsızın siz artık
geceyle gündüz gibi birbirine
ayrılmış. o ki rüzgar, bir zaman
senin çölünde kumlar uçurmuş,
o ki gece ve esmer, görmüyor
sahrayı, sesi içinde karışmış.
her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer
kendi sabrını deneyen taş,
kendi uykusuzluğunda yatak oldun.
kül koy şimdi yanına korunun
seni kavuran onu da yakmasın.
aşkla besle kendini, gül yetiştir,
sardunya çoğalt.
ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun.
muhteşem dizelerinin yazardır.
kaç şiirin dölüdür üstüme
örttüğün bu ince sessizlik
kalbim alış artık, kır kendini
kendi duvarında, sesini
kendi duvarına haykır.
tesadüfen birbirine rastlamış
başka başka aşklarsızın siz artık
geceyle gündüz gibi birbirine
ayrılmış. o ki rüzgar, bir zaman
senin çölünde kumlar uçurmuş,
o ki gece ve esmer, görmüyor
sahrayı, sesi içinde karışmış.
her ayrılıkta kendine saplanan bir hançer
kendi sabrını deneyen taş,
kendi uykusuzluğunda yatak oldun.
kül koy şimdi yanına korunun
seni kavuran onu da yakmasın.
aşkla besle kendini, gül yetiştir,
sardunya çoğalt.
ki, sen aşktan ve ayrılıktan
başka ne anlıyorsun.
muhteşem dizelerinin yazardır.
tenis
teni, tenlere takılı kaldı adam'ın.
ve yüzyıllık yalnızlığa, utanca mahkum edildi.
üstelik doğurgan da değildi.
oysa doğurmak doğasında vardı kadın'ın,
aşk gibi.
sonunda tenini ümit burnu'nu dönünce
neyle karşılaşacağını bilmeyen,
yüreğini yalnızlıklarla büyütüp solduran
ve her zaferden yenilgiyle ç›kan
umutsuz korsanlara teslim etti.
tenini en gizli şifrelerle süsledi,
içindekiler anlatılanlardan daha az gizemli olsun diye...
ama eli, beli ve dili tenini bağışlamadılar.
o da aşka sığındı.
en büyük bağışlayandı aşk. yargıcı ve yargılayanı
yoktu.
korkusuzca aşkını gösterdi, teninde yatan aşkı.
adam tenine dokundu. mavi buz gibi ışıdı elleri.
gözlüklerini taktı kadın.
adam'ın tenini çarşaf gibi altına serdi.
yelda karataş
teni, tenlere takılı kaldı adam'ın.
ve yüzyıllık yalnızlığa, utanca mahkum edildi.
üstelik doğurgan da değildi.
oysa doğurmak doğasında vardı kadın'ın,
aşk gibi.
sonunda tenini ümit burnu'nu dönünce
neyle karşılaşacağını bilmeyen,
yüreğini yalnızlıklarla büyütüp solduran
ve her zaferden yenilgiyle ç›kan
umutsuz korsanlara teslim etti.
tenini en gizli şifrelerle süsledi,
içindekiler anlatılanlardan daha az gizemli olsun diye...
ama eli, beli ve dili tenini bağışlamadılar.
o da aşka sığındı.
en büyük bağışlayandı aşk. yargıcı ve yargılayanı
yoktu.
korkusuzca aşkını gösterdi, teninde yatan aşkı.
adam tenine dokundu. mavi buz gibi ışıdı elleri.
gözlüklerini taktı kadın.
adam'ın tenini çarşaf gibi altına serdi.
yelda karataş