confessions

turuncu gemi

2. nesil Yazar - Eski sevgili hüznü

  1. toplam entry 1820
  2. takipçi 11
  3. puan 16942

intihar etmek

turuncu gemi
bugün üst üste 8-10 leman sam şarkısı dinleyerek denediğim eylemselliktir. süründürdü fakat öldürmedi. üzerine 3-5'de 80'li, 90'lı yıllar sezen şarkısı sapladım kendime lakin yine de kanadım kanadım ölmedim.

intiharcı arkadaşlara deneyselliklerinde başarılar dilerim. (mecazi denemelerden bahsediyorum elbette. gençlerin deyimiyle temsili olarak)

bütün insanlar doğal olarak bilmek ister

turuncu gemi
aristotoles'in hakikat dolu önermesidir. felsefe bilim insanı ahmet arslan hoca bu sözü şöyle deforme eder;
''bütün insanlar doğal olarak bilmek ister fakat türkler hariç''

insan mağaralara duvar resimleri yaptığı günden beri doğal bir varlık değildir. doğal varlık olan maymundur. insan da özü itibarıyla biyolojik olarak maymun olsa da, insan kültürel bir varlıktır.

marks'a göre şu an yaşadığımız tarih insanlık öncesi tarihtir. insanlık tarihi henüz yazılmaya başlamamıştır. insan varlığının evrim üzerinde bir hükmü olduğu kesindir. kendi evrimine de en büyük katkıyı bilmeyi çoğaltmakla yapacaktır.

yazarların tarih üzerinde deneyleri

turuncu gemi
3 günlük kocaman bir tatilin ortasındayım. canım aşırı sıkılıyor. dışarıya çıkıp gezmem, dışarıda mutlu insanlar var. onları gördükçe ruhum daha çok sıkılıyor. bugün güzel kıvırcık beyinlerinizi bir ütü misali düzleştirme girişimlerim bu sebepledir.

sözlükten genç bir arkadaşımızın sorusu üzerine bu başlığı açtım. soru şöyle;
''troçki. sizce başarılı bir politikacı mıydı? ve stalin yerine troçki gelse ne olurdu?''
bu zamanda kafasına böyle sorular takılan gençler olduğu için içime bin yıllık umutlar doldu.
cevabımı genelle de paylaşmak istedim. troçki başarılı bir politikacı mıdır diye hiç düşünmedim. fakat yaşamı boyunca gerçek bir devrimci gibi yaşadığı ve öldüğü hususunda hiç bir şüphem yok.

stalin yerine başa troçki geçseydi sovyetler'in daha iyi bir yer olacağını sanmıyorum. belirtmem gerekir ki troçki, stalin'den bile demokrasi anlamında gerici bir insandı. burada stalin'în ortalama bir demokrasi anlayışı olduğunu savunduğum sonucu çıkmasın. stalin'den bile diyorum.
troçki iktidara gelseydi iyi şeyler yapmaya çalışsa bile devlet aygıtının onu kendine benzeteceğinden eminim. stalin'e de olan budur. bu hususta nazım hikmet'in ''ivan ivanoviç var mıydı, yok muydu'' oyununu okumanızı mutlaka öneririm. nazım usta bu tiyatro eserini stalin döneminde sahneye koymaya cesaret etmiş büyük bir komünist şairdir.

stalin iktidarında sovyetler'in molotov aracılığıyla hitler'le yaptığı meşhur bir saldırmazlık paktı vardır. troçkist kardaşlar bu anlaşmadan dolayı stalin'i kanaatimce çok haksız yere eleştirirler. stalin'de adı gibi bilmekteydi savaşın kapıda olduğunu. fakat bu pakt sayesinde, savunma sanayisini hazırlayacak zamanı bulmuştur.
eğer başta troçki olsaydı hitler'i 1933 yılında durduracağından hiç şüphem yok.

tarih üzerinde deney yapılamaz ilkesini tabii ki ben de biliyorum. fakat benim aşırı canım sıkılıyor. bu açıdan kimseye zarar vermeden her bişeyi yapmak konusunda yetkilendirilmiş bulunuyorum. bu tür teoriler kurmakta gelecek açısından ufuk açıcı olabilir diye düşünmekteyim.

en kolay katlanılan başkasının acısı

turuncu gemi
sözü ve müziği leman sam'a ait olan ''ağıt'' eserinde yüreğe ve beyne saplanan bir gerçekliğe sahip sözdür.
yazık ki ne çok çocuğumuz var bu ağıdı ithaf edeceğimiz. beni bunun utancı sarsmaktadır. fakat işte bir insanlık utancı da en kolay katlanılanın başkasının acısı olması. insanların başkalarının derdini dert edindiği güzel yılları hatırlayacak yaştayım oysa.
kimsenin genç ölmemesi dileğiyle.

zincirlerde çiçek açmış
ellerinin yarası
sevgisiz kefensiz kaldın
soğuktur şimdi orası

en kolay katlanılan
başkasının acısı
ben anayım ağzımdaki
tükürdüğün kan tadı...


selahattin demirtaş

turuncu gemi
selo'nun yargılayıcılarını yargıladığı dava ifadelerinin lezettine alışmıştık. bugün de içeriyle dışarısı arasında bazı farklara değinmiş. çoğu yerde içerisinin dışarıdan daha rahat olduğunu vurgulayarak mizahı tokat yapıp kendisine baş eğdirmeye çalışanların yüzüne çalıyor.

''dışarıda gürül gürül akan hayatın gürültüsünü unutacak kadar uzun değil hapisliğim. 25 yıldan fazla bir süredir içeride yatanların olduğu bir ülkede hapishaneler hakkında ahkâm kesecek kadar da uzun değil. fakat yine de mahpusluğa dair izlenimlerimi yazmak boynumun borcudur sanırım.

bizim tutuklanmamızla elde edilmek istenen sonuçlardan biri de topluma korku salmaktır. herkesi cezaevi ile tehdit ederek sindirmektir. madem öyle, bize düşen de bu amacı boşa çıkarmaktır. zaten korkunun ecele faydası da yoktur. korku iklimini kırarak cesaret mevsimine gireceksek, tutuklanmadan korkarak haksızlığa, hukuksuzluğa boyun eğmek yerine korkuyla alay etmek evladır.

ola ki tutuklanırsanız, elinizde taze bilgiler olsun diye yazıyorum. içeri denilenle dışarı denilen şey arasındaki siyasi farkları yazmaya gerek yok sanırım. daha doğrusu yazmaya değecek kadar fark yok. ben daha çok da günlük yaşama dair farkları yazayım, siz faydalı gördüklerinizi aklınızda tutarsınız artık.

– cezaevine ilk girişte üstünüzü arayıp içeri sokulması yasak olan her şeyinize el koyuyorlar. ama tutuklanmanıza gerekçe gösterilen “düşüncelerinize” el koyamıyorlar, içeri sokabiliyorsunuz. ilginç bir uygulama.

– ziyaretinize gelenler her seferinde sizi eliyle koymuş gibi buluyor. cezaevi kapısında kimse onlara “efendim kendileri bir toplantı için az önce dışarı çıktılar” falan demiyor ya da “kendileri yıllık izindeler, bir notunuz varsa iletelim” diyeniniz de olmuyor. kaçacak yeriniz yok yani.

– dışarıda pek sevilip sayılan biri değilseniz bile üzülmeyin. çünkü burada sabah akşam en az iki defa sayıyorlar zaten, hiç yoktan iyidir. buradan bir mutluluk çıkarmaya bakın

– burada “tüh şarjım bitti” telaşı yok, şarjınız hiç bitmiyor burada. rahat olunuz, gerginliğe gerek yok.

– olaylar biraz büyüdüğünde internetinizi de kesemiyorlar burada. gerçekten hoş bir duygu, biraz özgürlük tadı veriyor.

– navigasyon olmadan bir yere gidemez hale mi geldiniz? sıkmayın canınızı, her yere en az 4 gardiyan bizzat götürüyor sizi.

– “kapı çalıyor galiba, bir bakar mısın?” diyen arkadaşlarınız olacaktır, sakın yemeyin.

– gece bir tıkırtı duyduğunuzda hırsız olmadığından emin olabilirsiniz. cezaevinde hırsız var ama onlar başka odalarda kalıyorlar. zaten küçük hırsız bunlar. büyük olanları içeri atmıyorlar, korkmanıza gerek yok.

– burada hiç kimse “hapse attırırım uleyn seni” diye tehdit edemiyor, değişik bir duygu işte.

– bir mesaj attım 10 dakikadır bana dönmedi diye öfkelenenler! burada bir mektubun gidip cevabının size dönmesi en az bir ay sürüyor, öfke kontrolüne iyi geliyor.

– kantin alışveriş listesine kazma, testere, orak, çekiç gibi şeyler yazmayın, vermiyor zalımlar.

– burada müdür var, müdür yardımcıları var, öğretmenler var, ama karne alıp tatile çıkacakmış gibi bir havaya girmeyin sakın, vermiyorlar, kesin bilgi.

– “ben de licelilerin damadıyım kardeşim” diye övünseniz bile bir işe yaramıyor. suçu hemen kayınpederinizde aramayın, sistem böyle.

– izmirliler burada da çekirdeğe çiğdem diyorlar, o pek değişmiyor galiba.

– burada da “hayat kısa, kuşlar uçuyor”, burada da “ejderha olsan kâr etmiyor geceleri”, burada da “gerçek aşk vazgeçmemektir.”

kardeşin duymaz

turuncu gemi
sözlüklerde yazmadığım, iyi bir okuyucu olduğum yıllarda ''girişi mükemmel şarkılar'' başlıkları hep ilgime mazhar olmuştur. bu şarkı kanaatimce bu başlıkların en başına yazılacak şarkılardandır. gerçi şarkının her yeri en az girişi kadar muhteşemdir.

''aç yüreğini bir merhabaya, kardeşin duymaz el oğlu duyar...''

kapitalizm

turuncu gemi
osmanlı'da ''kut indi'' derlerdi. yani bir dini otorite hanedandan tahta çıkacak bir bireyin allah tarafından kutsandığı ve bu göreve layık olduğuna şahitlik ederdi. saray eşrafı bir padişahı boğdurmayı kafaya koyduğunda da yine bir dini otorite ''bu kişiden kut kalktı'' diye fetva verirdi.
malum olduğu üzere eski çağlarda aristokrasi halkı allahtan aldığı yetkiyle yönetirdi. 19. yy'de aristokrasilerin çöküşüyle, yönetim modellerinde tanrının yerini ulus devlet kavramı aldı. devletler sistematik olarak halkları ulus devlete tapınmaya koşulladı.

kapitalist yönetim biçimlerinde bilmemne yılı bilmemne krizleri safsatadan ibarettir. şu senede çıkan kriz şu seneye kadar sürdü falan filan türlü önermeler liberal ekonomistlerin gevezeliğinden gayrı bir şey değildir. zira kapitalist ekonomi ve devlet yönetiminin kendisi başlı başına krizin ta kendisidir.
19. yy'de halkların başına doğmuş en büyük filozof, karl mark, defaatle işçi sınıfının enternasyonelleşmesi gerektiğini vurguladı. bunu işçi sınıfı olarak iki yüz yıldır biz becermedik. fakat küresel kapitalizm bunu en iyi şekilde yaptı. lakin günümüzde artık ulus devlet modeli ve kapitalizmin yaşaması için gerekli olan sermayenin enternasyonelleşmesi olayı büyük çelişki oldu tıkandı. bunun en iyi örneğini abd- çin ticaret savaşlarında görebilirsiniz. bir dönem abd sermayadarları ucuz iş gücü ayağına çin'de fabrikalar açmak işine geliyordu. kendi ülkelerindeki işçi maliyetleri yüzünden gerekli malları çin'den almak daha karlı oluyordu abd sermayedarları için. fakat işte bu batı merkezli kapitalist model en aşağı yoksul sınıfından daha aşağısında bir yoksul sınıf oluşmasına yol açtı. trump gibi soytarı liderler de bu sınıflara vaad ettikleri umutlarla başa geldi.
bugün batıda bu tip liderler tabanlarını konsolide etmek için milliyetçiliği ulus devlet kapitalizmiyle besliyorlar. hera ağzımdan alsın ama kapitalizmin bu sapması ve krizi 3. dünya savaşının kapıda olduğuna delalettir. 3. dünya savaşının çıkacağı kesindir. şimdilik hangi safta hangi supriz devletler olacağı teoremleri tartışılmaktadır.

troçki, geçen yy'nin başından itibaren komünizmle kapitalizmin aynı dünyada yaşamayacağını yazdı ve bunun mücadelesini verdi. 1917 devriminden sonrada bütün çabası dünya devrimi üzerineydi. 90'larda reel sosyalizm çöktü. yıkılan komünizm değildi. başlığın tanımını yapmak gerekirse, reel sosyalizm çöktü de kapitalizm çok mu yaşıyor denilebilecek sistemdir.

elbet bir gün kavuşacağız

turuncu gemi
insanın duygu ile ilgili ciğerden, kalbe ne kadar organı varsa g-3 mermisi gibi delip geçen muhteşem bir zeki müren şarkısıdır. ne zaman çalsa içimden aynı zamanda cahit sıtkı'nın şu dizeleri okunur;

bir gece misafirim olsan yeter,
dolar odama lavanta kokusu;
soğur sevincinden sürahide su.
ay pencerede durup durup güler.

havva kızlarının en dilberini
görsün diye aya karşı soyunsan!
okşasam, öpsem, koklasam bir zaman,
vücudunun ürperen her yerini.

teneffüs eder gibi seviştikçe,
doğacak çocuğum aklıma gelir;
şiir söylerim saadete dair,
odama misafir olduğun gece.

ve elbet güzel şair arkadaş zekai özger'in de dediği gibi;

barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
ölümü de bir giz gibi içimde
ölümü tanrıya saklıyorum
ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüvericek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müreni seveceksiniz
(zeki müreni seviniz)

takvim gazetesi'nin yılın 356 günü emekliye müjde haberi

turuncu gemi
birgün gazetesinde yer alan haberdir. yazar, alev alatlı'nın tayyip erdoğan için ''orwell burada olsaydı sizi ayakta alkışlardı'' sözünü haklı çıkartmıştır.
çok enteresandır ki ben alatlı'nın nice kitabını sosyoloji adına gerçekten değerli bulurum. o toplantıda bu cümleyi sarf ederek erdoğan'ın yüzüne dümdük bir eleştiride bulundu sanmıştım. cesaretini takdir etmiştim. meğer alatlı, erdoğan'ı dövmüyormuş, övüyormuş bu cümlesinde.

daha önce burada acısını paylaştığım hüseyin diye çok sevdiğim bir dostum vardı. hüseyin 11 sene ptt'de taşeron bir firmada dağıtıcı olarak sömürüldü. havuz medyası emekliye müjde manşetiyle çıkmadığı zamanlar ''taşerona müjde'' manşetiyle çıkar genelde. o zamanlar hep arardı beni rahmetli. ''lann memo, kadro gelmez diyordun hani geliyormuş işte'' derdi. ona dedim ki bir gün ''olum bak manşeti dikkatli oku. taşerona müjde diyor manşette. bu haberde bir yalan yoktur. taşeron dediği mütahit yani seni devlet vesaitiyle büyük büyük sömürendir. müjde ona verilmekte ki artık seni daha beter sömürecek.''
rahmetli öldü gitti kadro falan görmedi. mesela bu havuz medyasında büyük müjdelerle verilen taşeron firma personellerinin çalışanların sadece yüzde 25'i olduğunu biliyor muydunuz?
şimdi diyebilirsiniz ki ''arkadaş bize ne bunlardan'' memleket kocaman bir taşeron cumhuriyetine döndü, habarınız olsun istedim. okuduğunuz sizin hikayenizdi.

mahalle bekçilerinin geri dönüşü

turuncu gemi
bu iktidara ülkeyi üniformalı, beli silahlı lise mezunu insanlar cenneti haline getirerek güvenlikli bir yer olabileceği fikrini kim verdi? dünyanın neresinde lise seviyesinde bir eğitim ve bir kaç aylık kursla 20'li yaşında gençler bellerinde kocaman tabancalar ve joplarla sokağa salınır? ve bu uyguluma başladı başlayalı kim sokaklarda kendini daha çok güvende hissedebiliyor? gerçi bu iktidarın hangi politikası bugüne kadar eşyanın tabiatına uygun olmuştur?

islam ve kadın

turuncu gemi
bütün dinlerde olduğu gibi islam dininin de tanrısı erkektir. aynı devletin erkek olduğu gibi. ve yine hanenin reisi madden ve fizik kuvveti olarak güçlü olan babanın olduğu gibi.

şimdi islam dininde kadının nasıl 2. sınıf vatandaş olduğuna dair örnekler verip de dertsiz başımı derde sokmayacağım. zaten herhangi bir kadın ''siz erkeklerin tarlasısınız'' ayetinden sonra hala kendini bu eşitsizliğe reva görüyorsa diyecek hiç bir şeyim yoktur.

summer wine

turuncu gemi
nancy sinatra ve lee hazlewood'un muhteşem düeti olan eser.
geçen yüzyılda yapılmış en muhteşem düetlerden biridir. yerine göre sevişme başlatıcı şarkılar başlığında da ele alınabilir. coverlarının ekserisi tırttır. nedense bana barış manço'nun ''alla beni pulla beni sar koynuna yar'' yar şarkısını hatırlatır. barış abinin eseri nitelik ve felsefi olarak çok daha iyidir.

çilekler, kirazlar ve baharda bir meleğin öpücüğü
benim yaz şarabım işte bunlardan yapılmıştır

gözlerim ağırlaştı ve dudaklarım konuşamadı
kalkmaya çalıştım fakat ayaklarımı bulamadım
yabancı olmayan bir sözle beni rahatlattı
ve sonra bana daha fazla yaz şarabı verdi
ohh-oh-oh yaz şarabı...

hadi sen git işine

turuncu gemi
arkadaş, şarkı mısın, merhem misin dedirten ahmet kaya eseridir. ahmet kaya şarkıları gözümde ikiye ayrılır. kasetlerindeki muhteşem şarkıları ve bu şarkıları resitallerde tek bağlamasıyla söyleyip daha muhteşem hale getirdiği şarkıları. bu şarkıyı da resital albümünden dinlemenizi öneririm.

ben seni her yerde

turuncu gemi
güzel bir zeyp taşpınar şiiridir;

ben seni her yerde

ben seni çocukluğumun yaz günlerinde buldum,
bayram sabahlarında köylerin
yatır taşlarıyla ovulurken bedenim
bağlanmış dilek çaputlarında yoksulluğunu gördüm de
durup birdenbire utanmam
ve türkülere yaslanmam bundandır.

ben seni panayır çadırlarında buldum
zar sallamalarda, kasnaklarda
bezginliği gizleyen allıklarınla
hisseli tiyatroların yayılan çığlıklarında
dost beslemelerde buldum da düğüm düğüm
dalıp saçındaki gülü düşünmem
yağmur akşamlarında üşümesi kollarımın bundandır.

ben seni dağlarda, ovalarda buldum, kentlerde
kliniklerde upuzun, kan içinde
gecekondu sokaklarında, genelevlerde
adli tıpta -kolları mühürlü.
ben seni her yerde ayrı güzel -ayrı tutuklu
yıllardır ben seni can içinde.

inatla kadınlığımı bilemem
ve yüksek sesle konuşmam bundandır.

gecenin şiiri

turuncu gemi
turkuaz

düşlerin mavi sağanağında bir gece
sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
seni nasıl sevmeli?

i̇peksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı
suysan tutulmaz bir uçarı nem
gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
soluğun soluğu susturduğu afganistan

karanlık kayalarda saklı turkuaz
kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı
ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan
her damla terin pusata dönüştüğü
dünyanın gözyaşı ve isyan.

toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel
renk, ses ve tatlarla yıkılan idol
akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı
en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan
çağdaş bin tanrı... bin tanrı daha.
seni nasıl sevmeli..?

i̇nsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti
- kil ya da kaburga kemiğinden değil -
mermer serinliğinden
bir ırmak akışından
kuşların ötüşünden
ışık selinden
insanın insanı doğurduğu...

sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden
sorgulamadan geçitsizliği
seni nasıl sevmeli?

düşlerin mavi sağanağında bir gece
anladım ne zaman düşürdüğümü
göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan
o güvercini.

dağları da yitirdim
vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin
salgınına kaptırıp kendimi.

kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz
güneşin tutsak yanı
seni nasıl sevmeli..?

zerrin taşpinar

beşar esad

turuncu gemi
iktidara geldiği 2006 yılından beri tanırım iyi çocuktur. tanırım derken beraber bahis kuponu falan yapmışlığımız yok tabii ki. iktidarının ilk 4 senesinde antakya'da ikamet etmekteydim. sık sık ticari amaçlarla suriye'ye gidip geliyordum. halkının kendisine çok içten bir sevgisi vardı. basından da yaptığı reformları takip etmekteydim. gerçekten de bir normalleşme sürecine sokmuştu ülkesini. devletle iktidarla hiç işi olmayan bir gençti. londra'da kariyeri yüksek bir göz hekimiydi.

babasını da tanırdım esaslı bir diktatör olmasa iyi adamdı. hafızam beni yanıltmıyorsa 20 yıldan fazla suriye'yi yönetti. o zamanlar da suriye'ye gider gelirdim. eğitimden sağlığa bütün kamu hizmetleri bedavaydı. hayat sudan ucuzdu. su haliyle biraz pahalıydı. yani bizim ülkemizdeki kadardı diyim.
fakat demokrasi olarak korkunç bir yerdi. ilk suriye'ye gittiğim zaman oralı bir arkadaş bana şöyle demişti. ''abi seni tanırım siyaset konuşmadan duramazsın. fakat buralarda siyasetin ''s'sinden bahsetsen eline bir güneşli resim verirler atarlar hücreye. çok uzun yıllar güneşi sadece o resimden görürsün''
mossad'dan bile daha korkunç bir istihbarat örgütü olan muhaberat her yerdeydi. böyle bir ülkenin uzun yıllar iç karışıklık olmadan bugünlere gelmesi mucizeydi.

suriye iç savaşı başladığı günden beri fehim taştekin'den, hüsnü mahalli'ye kadar bütün o bölgeyi bilen insanlar esad'ın devrilemeyeceğini yazdı. zira arkasında gerçekten güçlü bir halk desteği vardı. şimdi diyebilirsiniz ki rusya olmasaydı nah kalırdı esad. fakat dikkatinizi çekerim ki rusya devleti, kaddafi'yi, tunus'un binali'sini, veya mübarek'in devrilme süreçlerinde hiç topa girmedi. putin tilkisi neyin nasıl olduğunu en baştan görerek o rasyoneliteyle esad'ın arkasında bugüne kadar durdu.

pucca

turuncu gemi
askerde erat arasında gelenektir yeni devre askerlere şafak kaç diye sorulur. bunu soran usta asker adı gibi bilmektedir aslında karşısındaki acemi askerin şafağının comollokoluğunu. saf asker cevaplar ''460'' soruyu soran alır eline sazı, ''460 neeyy lann, adam mı öldürdün sen ki 460''
bu davranış anladığım kadarıyla askerler arasında kendilerini rahatlatma davranışıdır. kuş kadar psikoloji ve sosyoloji bilgimle bunu çözümlemeye kalkışmayacağım.

bugün kendisinin 5.5 yıl hapis cezasına çarptırıldığını öğrenenince, ne yapmış bu kadın adam mı öldürmüş dediğim kadındır. kanaatimce paylaşımlarının hoş görülecek hiç bir yanı yok. ama yani ne yapmış da bu kadın 5.5 yıl ceza almış, adam mı öldürmüş? banka mı soymu?

adam öldürenlerin, uyuşturucu baronlarının, ana muhalefet partisi lideri yakmaya çalışanların 5.5 gün hapis yatmadığı bir hukuk eko sistemi içindeyiz.

istanbul'da 803 bin oyla kaybetmekten hiç bir şey anlamamışsın akp demek istiyorum. bir belediye başkanı mitinginde neden 100 binler ''hak, hukuk, a da let'' diye bağırır diye kendi kendine soruyor musun? bence sormuyorsun zira her geçen gün bu konuda kendi ayağına sıkmakla meşgulsün. korkarım bu yollsa hukuku da geri dönülmez biçimde kevgire çevirdin, bizi de.

yine de yandı gönlüm

turuncu gemi
türkiye televizyonlarında gerçekleşmiş en muhteşem düetlerden biridir. ahmet abi bu şarkısını ilk defa gün yüzüne sanki doğaçlamaymışçasına okuyor. ibo da şaşırıyor ve kendince bilmese de ''heyy, huyy, loo lee'' eşlik ediyor. güzel de oluyor.

sonrası, ölümlerin en güzeli beni nerede ararsın.......

tepedeki çimenlik

turuncu gemi
muhteşem bir bulutsuzluk özlemi şarkısıdır. zuhal olcay'da ''baş ucu şarkıları'' albümünde seslendirdi. fakat zuhal ablaya her ne kadar tapsam da o albümü hiç sevemedim. nedenini bugün anladım ki kemanlar çok ağır kullanılmış ve resmen kulağa batıyor.

merkez bankası verilen karara uyacak

turuncu gemi
recep tayyip erdoğan beyanıdır.
buradan erdoğan'a bir yurttaş olarak seslenmek istiyorum. lütfen böyle bir ekonomi inşaa etmeyin. son yirmi yılda kuzey kore'den kalan tek farkımız merkez bankasının nispeten bağımsız olmasaydı. şimdi bu da ortadan kalkarsa, çok kısa vadede kazanç sağlansa da sonrası felaket olacaktır. hangi danışmanınız sizi böyle bir politika konusunda bilgilendiriyorsa şüphesiz dostunuz ve dostumuz değildir.

hala bu dönemde faizlerin indirilme kararı baskısını aklım almıyor. kesinlikle karınca kadar bilgimle faizlerin indirilmesi mi iyi olur yoksa kötü mü olur hususunda ahkam kesemem. fakat yine de neden israrla indirilmesi isteniyor konusunda fikirlerim var.
sanırım bir baskın seçim hedefleniyor. faizler düşürülüp piyasaya bol para pompalanacak. bu kadar bol para şu an mb kasasında mevcut değil. haliyle para basılmak zorunda kalacak. çok kısa bir dönemde ekonomi canlanacak. o arada da birileri bir seçim daha kotarırım derdinde.

şayet plan buysa bu bir felakettir.

dünya sözlük

turuncu gemi
dün buralarda hakkında eleştiri getirince kendi sözlüklerinde trollerle bu eleştiriyi yaptığım sözlüklere saldırılan sözlüktür.
yöneticilerini dostça uyarmayı borç bilirim. sansürün pis kokusunun yığınlara hoş geldiği bu boktan günler elbet geçecektir. o günler gelince bu yaptıklarınızdan çok utanacaksınız.

hadi milleti ahklaksız terbiyesiz diye atıyorsunuz da, o ahlaksız terbiyesiz yazarın 1300 tane girisini sitenizde neden rehin tutuyorsunuz. buna rızam yoktur. sizin anlayacağınız dille söyleyeyim o hakkımı da helal etmiyorum. eğer müslümanlığınızda bu denli samimiyseniz cehennem korkusundan silersiniz şu an sitenizde iznim olmadan yayınlanan yazılarımı.

sevgili ile aynı kitabı okuyup üzerine konuşmak

turuncu gemi
çok kişi bilmez ama orhan veli'nin güzel öyküleri de vardır. bu öykülerden birinin ismi ''işssizliktir''. orhan veli usta, bir gün sahil kenarında otururken kendi kendisiyle konuşmaya başlar. açtır ve işssizdir. ama anlattığı öykü asla açlığının dramı değildir. bol miktarda sıgarası vardır cebinde, ve manzara çok güzeldir. açlığının ızdırabı elbet vardır içinde ama bunu o kadar da dert etmez. geçenlerde aldığı bir iş teklifinden bahseder öyküde. taşrada açılacak bir petrol kuyusuna personel arıyorlarmış. yüklü miktarda bir maaşla orhan abi'ye de gel çalış demişler. kendisi rededmiş teklifi. öyküde, şayet teklifi kabul etseydi orada beraber çalışacağı insanlar hakkında fikirler yürütüyor. öyküden çıkardığım hususlardan biri, orhan veli çağında her meslekten insanın şiir hakkında iyi veya kötü, ilerici yahut gerici bir beğenisi var. bugün ben iş yerimde her hangi bir arkadaşımla şiir sohbeti yapsam adım ''gay''e çıkar. yahut olur olmadık yerde olur olmaz şeyler konuşan bir insana. veya en iyimser ihtimalle karşımdaki insanlar aval aval bakıp dinler beni. hayır canım, istemez eksik olsun. iyi ki şu sözlükler var diyorum bazen. kimsenin deli olup olmadığımı umursamaz bir şekilde, sanattan, bilimden, tarihten istediğim kadar bahsedebiliyorum.

karl marks dinler için, ''ruhsuz dünyanın vicdanıdır'' der. din meselesinin insanların bu kadar yaşamında önemli olmaya başladığı bir çağda, gündelik dertlerden çok uhrevi dertleri de olması lazım gelmez mi insanın? peki ben neden eser miktarda o kadar insan tanımıyorum? etrafıma bakıyorum da, herkes bir biçimde aşktan ölüyor. peki neden herkes, şiirden habersiz bu çağda? bir insan bir insanı şiirsiz nasıl sever yahu? kitapsız Allaha tapmak gibi bir şey bu.
başlığı görünce düşündüm ki bu çağda kimse doğru dürüst kitap okumuyor ki. bir de sevgilisiyle aynı kitabı okuyup konuşssun. herkesin, sevdiğinin gözünü nasıl oyabileceğiyle ilgili daha önemli dertleri var bu zamanda. bir de insta story mi ne atıyorlar.

gecenin şiiri

turuncu gemi
muhteşem bir edip cansever şiiridir;

çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
ön dişleriyle belli belirsiz
bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
evet mi hayır mı pek anlamadan.
ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
bir tayın dişinde ince taflan
az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.
sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.
21 /