altı satır
bana dengeden söz edecekseniz
durun, bir kaya alayım yerden
bana geçmişten söz edecekseniz
bırakın sarınayım düşlere
ama insandan söz edecekseniz
işte çırılçıplak karşınızdayım
mehmet taner
çok acayip konularda, çok garip komplekslere ve ezberlere sahip bir halkız. nedense kendi içimizde bile türkiye halkının tembel bir halk olduğu söylenir. 20 yıldan fazla bir süredir emek piyasasının içinde bir dostunuz olarak kesin olarak söyleyebilirim ki, kesinlikle bu algı asla gerçek bir olguyu yansıtmaz. türkiyeli işçiler dünyanın her yanında çalışkanlığı ve ustalıklarıyla bilinen, anılan insanlardır.
iki yıldır ben de sağlık sektöründen ekmek yemekteyim. öncelikle doktorlarımızla ilgili görüşümü söylemek isterim. tamam belki dünyanın en iyi doktorlarına sahip değiliz. fakat bu eğitim sistemimizin yapısal sorunlarından ileri gelmektedir. lakin belki de, dünyada en özverili ve idealist hatta hümanist duygularla işlerini yapan hekimlere sahibiz. tabii ki bu meslek sektöründe de dediğim tanıma uymayan insanlar vardır, lakin bu asla bütünü yansıtmaz. doktorlarımız, kapasitelerinin çok üzerinde hastaya hizmet vermek için canla başla uğraşmakta. biz hastaların, bu konudan ötürü sorumlu görmemiz gereken mercii sağlık bakanlığıdır. kimse, hükümete 2 çift laf edemeyip de, bilmemneresini doktorlarımıza kaldırmasın.
hemşire dostlarımızla günde hiç yaşamıyorsam 6-7 münakaşa yaşamaktayım iş sırasında. fakat bu hastalara hizmet adına olan iş stresinden kaynaklanan münakaşalardır. hemşirelerimiz de, hastalar için ellerinden gelenin fazlasını yaparak sağlık dağıtan erkek ve kadın meleklerimizdir.
ve temizlik personeli kardeşlerim. onlar sektörün gizli gerçek kahramanlarıdır. size ayda 30 bin lira verseler yaptıkları işi yapmazsınız. onlar en iyi şekilde asgari ücrete yeri gelip 12 saat yapmaktadırlar.
bütün sağlık emekçisi dostlarımın bayramını kutlarım.
iki yıldır ben de sağlık sektöründen ekmek yemekteyim. öncelikle doktorlarımızla ilgili görüşümü söylemek isterim. tamam belki dünyanın en iyi doktorlarına sahip değiliz. fakat bu eğitim sistemimizin yapısal sorunlarından ileri gelmektedir. lakin belki de, dünyada en özverili ve idealist hatta hümanist duygularla işlerini yapan hekimlere sahibiz. tabii ki bu meslek sektöründe de dediğim tanıma uymayan insanlar vardır, lakin bu asla bütünü yansıtmaz. doktorlarımız, kapasitelerinin çok üzerinde hastaya hizmet vermek için canla başla uğraşmakta. biz hastaların, bu konudan ötürü sorumlu görmemiz gereken mercii sağlık bakanlığıdır. kimse, hükümete 2 çift laf edemeyip de, bilmemneresini doktorlarımıza kaldırmasın.
hemşire dostlarımızla günde hiç yaşamıyorsam 6-7 münakaşa yaşamaktayım iş sırasında. fakat bu hastalara hizmet adına olan iş stresinden kaynaklanan münakaşalardır. hemşirelerimiz de, hastalar için ellerinden gelenin fazlasını yaparak sağlık dağıtan erkek ve kadın meleklerimizdir.
ve temizlik personeli kardeşlerim. onlar sektörün gizli gerçek kahramanlarıdır. size ayda 30 bin lira verseler yaptıkları işi yapmazsınız. onlar en iyi şekilde asgari ücrete yeri gelip 12 saat yapmaktadırlar.
bütün sağlık emekçisi dostlarımın bayramını kutlarım.
30 yılda bir, benim de bir cinsiyetçi tanım yapasım tuttu, yapıyorum. türkiye'de her yanından anası çok fazla ağlatılan sektördür.
turizm deyince olayı salt sezonluk bir durum olarak düşünmemek lazım. ben mesleğe ilk adım attığım 2006 yılında 5 yıldızlı bir şehir oteli ortalama 150 personelle hizmet verirdi. bugünkü beş yıldızlı bir otel'in en fazla personel sayısı 50'dir.
bu da, insanların büyük bir sömürü cenderesinde yüzdüğü ucube bir alan haline getirmektedir sektörü. bizim gibi hiç bir nitelikli sanayi ürünü ihraç edemeyen geri kalmış ülkelerin en önemli istihdam alanını başta turizm olmak üzere hizmet sektörü oluşturur. tarımımız son 17 yılda salt gözle görülür değil, mideye dokunur halde geriledi. şimdi çıksın da her hangi bir akp'li dostum desin, ekonomi çok eyyi, işssizlik yok.
alanya, antalya taraflarında istihdam olayı daha içler acısı. zaten sezon boyunca personelin neredeyse dörtte üçü sömürülen öğrencilerden oluşur. kalan dörtte birin yarısı da, orta asya'dan gelmiş, rusça bilen, türkçeyi de hemen sökebilen insanlardan oluşmakta.
17 yıllık akp ekonomisi tit ekonomisiydi. açılımı, turizm, inşaat, tekstildir. tekstil ihracatı durma noktasındadır. tarım bitmiş, pamuk pahalıdır. sektördeki diğer ürünler de zaten ithaldir. inşaat sektöründe 2016'dan beri neredeyse çivi çakılmamaktadır. turizm de bu haldedir.
hayırlı cumalar efendim.
turizm deyince olayı salt sezonluk bir durum olarak düşünmemek lazım. ben mesleğe ilk adım attığım 2006 yılında 5 yıldızlı bir şehir oteli ortalama 150 personelle hizmet verirdi. bugünkü beş yıldızlı bir otel'in en fazla personel sayısı 50'dir.
bu da, insanların büyük bir sömürü cenderesinde yüzdüğü ucube bir alan haline getirmektedir sektörü. bizim gibi hiç bir nitelikli sanayi ürünü ihraç edemeyen geri kalmış ülkelerin en önemli istihdam alanını başta turizm olmak üzere hizmet sektörü oluşturur. tarımımız son 17 yılda salt gözle görülür değil, mideye dokunur halde geriledi. şimdi çıksın da her hangi bir akp'li dostum desin, ekonomi çok eyyi, işssizlik yok.
alanya, antalya taraflarında istihdam olayı daha içler acısı. zaten sezon boyunca personelin neredeyse dörtte üçü sömürülen öğrencilerden oluşur. kalan dörtte birin yarısı da, orta asya'dan gelmiş, rusça bilen, türkçeyi de hemen sökebilen insanlardan oluşmakta.
17 yıllık akp ekonomisi tit ekonomisiydi. açılımı, turizm, inşaat, tekstildir. tekstil ihracatı durma noktasındadır. tarım bitmiş, pamuk pahalıdır. sektördeki diğer ürünler de zaten ithaldir. inşaat sektöründe 2016'dan beri neredeyse çivi çakılmamaktadır. turizm de bu haldedir.
hayırlı cumalar efendim.
henüz hiç birinin 25 yaşında bile olmadığı on tane gencin, 12 mart faşist cuntası ve chp'li başbakan nihat erim tarafından, taburlarca asker vasıtasıyla katledildiği vakaadır.
mahir çayan ve arkadaşları o dönem faşizmle gerçekten de göğüs göğüse bir savaş vermekteydi. bugün kamu işçileri bir miktar insanca özlük haklarına sahip oldularsa o dönemki mücadelenin ürünüdür. bugün israil ile lafta kapışan islamcıların yüreği yetmeyecek kadar büyük yaralar vermiştir bu çocuklar işgalci ve terörist israil devletine.
mahir çayan ve arkadaşları, aralarında hiç bir örgütsel bağ ve fikirsel birlik de bulunmayan, ülkenin diğer güzel çocukları denizler'in idamını engellemek için bir grup ingiliz ajanını sivas'ın kızıldere ilçesine kaçırırlar. 12 mart faşist cuntasının taburlarca gücü, o ajanlar da dahil 10'dan fazla insanı katlettiler 1972 yılında kızıldere'de. chp faşizme eklemlenmişti.
bugün kesinlikle sosyalizm adına silahlı ve serüvenci girişimleri tasvip etmiyorum. o zaman da yanlıştı bugün de yanlıştır. fakat gençlerimizi nasıl vahşice katlettiğimizin kanlı bir fotoğrafıdır kızıldere.
not: ertuğrul kürkçü'nün kimseyi ihbar falan ettiği yoktur. kürkçü'ye bu pisliği atanın içindeki pisliğin hortlamasının dışavurumcu bir iftirasıdır bu söylem.
mahir çayan ve arkadaşları o dönem faşizmle gerçekten de göğüs göğüse bir savaş vermekteydi. bugün kamu işçileri bir miktar insanca özlük haklarına sahip oldularsa o dönemki mücadelenin ürünüdür. bugün israil ile lafta kapışan islamcıların yüreği yetmeyecek kadar büyük yaralar vermiştir bu çocuklar işgalci ve terörist israil devletine.
mahir çayan ve arkadaşları, aralarında hiç bir örgütsel bağ ve fikirsel birlik de bulunmayan, ülkenin diğer güzel çocukları denizler'in idamını engellemek için bir grup ingiliz ajanını sivas'ın kızıldere ilçesine kaçırırlar. 12 mart faşist cuntasının taburlarca gücü, o ajanlar da dahil 10'dan fazla insanı katlettiler 1972 yılında kızıldere'de. chp faşizme eklemlenmişti.
bugün kesinlikle sosyalizm adına silahlı ve serüvenci girişimleri tasvip etmiyorum. o zaman da yanlıştı bugün de yanlıştır. fakat gençlerimizi nasıl vahşice katlettiğimizin kanlı bir fotoğrafıdır kızıldere.
not: ertuğrul kürkçü'nün kimseyi ihbar falan ettiği yoktur. kürkçü'ye bu pisliği atanın içindeki pisliğin hortlamasının dışavurumcu bir iftirasıdır bu söylem.
anlamlı bir melih cevdet anday şiiridir;
ahlak kalmadı dünyada
kiracısı öyle, işçisi öyle
hami köylü saftır derler a
inanma
cırrr
kapı
kim o?
dilenci.
kuru ekmek verirsin beğenmez
taze ekmek senin nene!
kalmadı, dedim ya, kalmadı
ahlak kalmadı memlekette.
ahlak kalmadı dünyada
kiracısı öyle, işçisi öyle
hami köylü saftır derler a
inanma
cırrr
kapı
kim o?
dilenci.
kuru ekmek verirsin beğenmez
taze ekmek senin nene!
kalmadı, dedim ya, kalmadı
ahlak kalmadı memlekette.
muhteşem bir melih cevdet anday şiiridir;
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil bu anılacak şey değil
apansız geliyor aklıma
neredeyse gün doğacaktı
herkes gibi kalkacaktınız
belki daha uykunuz da vardı
geceniz geliyor aklıma
sevdiğim çiçek adları gibi
sevdiğim sokak adları gibi
bütün sevdiklerimin adları gibi
adınız geliyor aklıma
rahat döşeklerin utanması bundan
öpüşürken bu dalgınlık bundan
tel örgünün deliğinde buluşan
parmaklarınız geliyor aklıma
nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
kahramanlıklar okudum tarihte
çağımıza yakışan vakur, sade
davranışınız geliyor aklıma
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil unutulur şey değil
çaresiz geliyor aklıma.
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil bu anılacak şey değil
apansız geliyor aklıma
neredeyse gün doğacaktı
herkes gibi kalkacaktınız
belki daha uykunuz da vardı
geceniz geliyor aklıma
sevdiğim çiçek adları gibi
sevdiğim sokak adları gibi
bütün sevdiklerimin adları gibi
adınız geliyor aklıma
rahat döşeklerin utanması bundan
öpüşürken bu dalgınlık bundan
tel örgünün deliğinde buluşan
parmaklarınız geliyor aklıma
nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
kahramanlıklar okudum tarihte
çağımıza yakışan vakur, sade
davranışınız geliyor aklıma
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil unutulur şey değil
çaresiz geliyor aklıma.
şarkının çıktığı 2005 yılında manasızca çok yüksek sesle üst üste dinlediğim şarkıdır. o yıl daha 21 yaşında gencecik oğlandım. şarkıda geçen ''her yerde karışıma çıkan 30 yaş üstü adamlar'ın manasını çözemiyordum da, takılmıyordum da. 30 yaş ne ulan? bana ne 30'lardan. yarın olmayacakmış gibi yaşıyorduk ki biz.
sene 2019, yaş oldu sana 35, youtube ana sayfasında tekrar karşıma çıktı şarkı. ''her yerde karşıma çıkan 30 yaş üstü adamlar'' sözünün manasını yine çözemesem de, takıldım bu sefer? ne demektir bu pamela abla? bak üşenmedim yaşına baktım internetten, sen de 46 olmuşsun. sana ''pamela'' demek terbiyemize yakışmaz. ne demektir bu pamela a b l a...
ayy depresyona gireceğim tutun çekin beni...
sene 2019, yaş oldu sana 35, youtube ana sayfasında tekrar karşıma çıktı şarkı. ''her yerde karşıma çıkan 30 yaş üstü adamlar'' sözünün manasını yine çözemesem de, takıldım bu sefer? ne demektir bu pamela abla? bak üşenmedim yaşına baktım internetten, sen de 46 olmuşsun. sana ''pamela'' demek terbiyemize yakışmaz. ne demektir bu pamela a b l a...
ayy depresyona gireceğim tutun çekin beni...
bu sabah sözlüklerin birinde bu başlığı okurken odama bir liseli stajyeri girdi. ona dedim ki ''olum eğer istiklal marşımızın kaçıncı yıl dönümünü kutladığımızı bilirsen birim sorumlunla konuşup seni öğlenden sonra idari izine göndereceğim''
hiç beklemiyordum bildi. sevinçten ağlayacaktım. sonra dedi ''abi izin falan istemiyorum, tabii ki bileceğim.''
sarılıp ağlamama engel olamadım çocuğa.
sonrasında tekrar sevinmek umuduyla yemekhanede gördüğüm 10 gence falan sordum bilemediler. olsun ama, 1 genç de yeter cahilliği tekrar boğmaya.
kutlu olsun.
hiç beklemiyordum bildi. sevinçten ağlayacaktım. sonra dedi ''abi izin falan istemiyorum, tabii ki bileceğim.''
sarılıp ağlamama engel olamadım çocuğa.
sonrasında tekrar sevinmek umuduyla yemekhanede gördüğüm 10 gence falan sordum bilemediler. olsun ama, 1 genç de yeter cahilliği tekrar boğmaya.
kutlu olsun.
8 mart emekçi kadınlar günü yürüyüşünde, bir kadın arkadaşımızın taşıdığı büyük haklılık taşıyan pankarttır. kıçını kaldırmaya erinen solcu arkadaşlarımızın konformistliğinin yüzüne çarpılan sağlam bir tokattır.
feminizmin, burjuva ideolojisi olduğunu iddia eden sağcı herifler bile görüyorum. ve lan sizin haddinize mi düşmüş olayı bu çerçeveden ele almak demek istiyorum.
feminizmin, burjuva ideolojisi olduğunu iddia eden sağcı herifler bile görüyorum. ve lan sizin haddinize mi düşmüş olayı bu çerçeveden ele almak demek istiyorum.
benim nazarımda erkan oğur yaşayan en büyük türk müzisyendir. böyle derin yetenekte gördüğüm muhteşem bir insanın dinledikçe hala şaşırdığım eserleri arasında, bir ömürlük misafir albümünden eşssiz bir çalışmadır mor dağlar. gerçi o albümdeki bütün eserler kalitede bir biriyle yarışır. fakat ben hepsini niteleyebilecek ölçüde iyi bir retoriğe sahip değilim. sabaha kadar övsem az kalacaktır.
nasıl bir çağdaysak artık, çöplüğü sol diye satmaya çalışıyorlar bu saçma çağda.
sağdan soldan, şehre kaliteli asfalt dökecek yetenekten bile yoksun, kariyerist doymuş oligarkları seçmek için sandığa gideceğimiz seçimlerdir.
tek umursadığım kayyumlar politikasına karşı halkların vereceği dersin keyfidir. isterlerse 2 saat sonra tekrar kayyum atasınlar önemli değil. 2 saatlik keyif, keyiftir.
tek umursadığım kayyumlar politikasına karşı halkların vereceği dersin keyfidir. isterlerse 2 saat sonra tekrar kayyum atasınlar önemli değil. 2 saatlik keyif, keyiftir.
muhteşem bir ismet özel şiiridir;
sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.
zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?
yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.
köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...
sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.
zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?
yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.
köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...
gençliğinin onurunu, bilgeliğini üzerime giymeye çalıştığım insandır. türkçe'nin gerçek şairleri denince gururla sayılacak ilk isimlerdendir. fakat sonrasında ece ayhan'ın deyimiyle ''ünlü sırp şairi'' olmuştur. ben de yaşlanınca, ismet özel gibi bir şeye dönüşürsem, bunadığımı ve delirdiğimi yüzüme haykırın. hatta arkamdan da konuşup rezil etmeniz serbesttir.
ben yine de kendisini türkçe güzel bir şiiriyle yad etmek istiyorum.
kuş damdan düşünce
sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan
kuş düşünce damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce
öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla üşüyen ellerini.
ben yine de kendisini türkçe güzel bir şiiriyle yad etmek istiyorum.
kuş damdan düşünce
sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan
kuş düşünce damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce
öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla üşüyen ellerini.
sayın bahçeli mesele bu kadar basit değil sen hala anlamadın mı? son 17 yılda ekecek biçecek vatan toprağı bırakmadınız. her yere şekilsiz, biçimsiz birbiriyle aynı binalar diktiniz. bütün istihdam olayını tek bir sepette topladınız. biz 10 yıldır, ekolojik denge ölüyor, yakında piyasa bu maliyet esasına değil, tutturanın tutturduğuna tutturduğu zamanda ekonomisine yaslanan inşaata doyacak o zaman ne bok yiyeceğiz? diye sorduğumuzda bizi akılsız avanaklar olmakla suçladınız.
kendi nüfusumuzun artış hızı bir yana, sanki neredeyse bir gecede biten 4 milyon suriyeli kardeşimiz eklendi bu nufusa. maşallah allah yarattı demeden de çoğalıyorlar. bu çoğalmaya patlıcan biber dayanır mı?
bunların cevabını ver bahçeli. bir cevap yok mu? özür dilerim ama sizin adınıza ben utanacak değilim. biliyor musunuz ki, patlıcan olmayınca bir süre sonra bebelere içirilecek sütte olmaz. toprak kalmadı kalmıyor zira. toprak olmayınca canlılık biter. canımızın içinde gün kalmadı bahçeli, bırak şimdi sen patlıcanı yazı, kışı. varsa bunlara bir cevabın ver. kusura bakma, cevabın yoksa ben senin adına utanacak değilim.
kendi nüfusumuzun artış hızı bir yana, sanki neredeyse bir gecede biten 4 milyon suriyeli kardeşimiz eklendi bu nufusa. maşallah allah yarattı demeden de çoğalıyorlar. bu çoğalmaya patlıcan biber dayanır mı?
bunların cevabını ver bahçeli. bir cevap yok mu? özür dilerim ama sizin adınıza ben utanacak değilim. biliyor musunuz ki, patlıcan olmayınca bir süre sonra bebelere içirilecek sütte olmaz. toprak kalmadı kalmıyor zira. toprak olmayınca canlılık biter. canımızın içinde gün kalmadı bahçeli, bırak şimdi sen patlıcanı yazı, kışı. varsa bunlara bir cevabın ver. kusura bakma, cevabın yoksa ben senin adına utanacak değilim.
açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.
yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.
açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.
açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.
açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.
açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.
muhteşem dizelerinin yazarıdır
yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.
yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.
açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.
açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.
açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.
açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.
muhteşem dizelerinin yazarıdır
son atmış yıldır kıbrıs adasının varlığı sadece abd'nin çıkarlarına hizmet etmiştir. abd hükümetleri hem yunan tarafıyla, hem de türk tarafıyla arayı iyi tutup, kıbrıs adasını israil'i korumaya yönelik dev bir uçak gemisi olarak kullanmayı bilmiştir. aynı zamanda iki halkı bir birine kışkırtıp uzun yıllar içinde milyarlarca dolarlık silah satışlarıyla servetini büyütmüştür.
bugün kktc devleti kirli bir kumarhaneler cennetidir. kirli para deterjanına dönüştürülmüştür. bunları söylemek beni millilikten çıkartmaz, bunlara göz kapatmak insanı milli değerlerden uzaklaştırır.
bugün çok milli diye yutturulan rauf denktaş tarih sahnesine emperyalist ingiliz devletinin savcısı olarak girmiştir. gerçek vatansever ve kurtuluş için savaşan türklerin mahkumiyetlerinde imzası vardır. çözümsüzlüğün sembolü olarak yaşamı boyunca ingiliz hizmetine devam etmiştir.
bugün kktc devleti kirli bir kumarhaneler cennetidir. kirli para deterjanına dönüştürülmüştür. bunları söylemek beni millilikten çıkartmaz, bunlara göz kapatmak insanı milli değerlerden uzaklaştırır.
bugün çok milli diye yutturulan rauf denktaş tarih sahnesine emperyalist ingiliz devletinin savcısı olarak girmiştir. gerçek vatansever ve kurtuluş için savaşan türklerin mahkumiyetlerinde imzası vardır. çözümsüzlüğün sembolü olarak yaşamı boyunca ingiliz hizmetine devam etmiştir.
sanıldığı kadar kolay bir eylemsellik değildir. fakat insani bir his ve rahatlatıcı bir gerekliliktir. kadın yahut erkek iyi bir yaşam savaşçısının, yaşamın karşısına çıkarttığı birden fazla canavarla, savaşıp yenmesi de onuru ve erdemliliğini gösterir. fakat bazen en güzel erkeklik, sadri alışığın bir kaç kaliteli göz yaşı olup dökülüp yağabilmektir.
kadını bir gürültüye sapladılar.
evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı
kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar
fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar
bombalar, bö sesleri, savaş alaborası...
yaşamak bir tıkırtıydı, aldırmadılar.
çocukların düşlerinde bir markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
markuuuut! torbanı sarkıt.
her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.
kadın. kadını bir dilime katık ettiler
markuuuut! torbanı sarkıt.
siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın
korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.
aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
gömleğimi zorlayan kuş sesleri.
ismet özel
evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı
kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar
fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar
bombalar, bö sesleri, savaş alaborası...
yaşamak bir tıkırtıydı, aldırmadılar.
çocukların düşlerinde bir markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
markuuuut! torbanı sarkıt.
her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.
kadın. kadını bir dilime katık ettiler
markuuuut! torbanı sarkıt.
siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın
korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.
aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
gömleğimi zorlayan kuş sesleri.
ismet özel
refik durbaş'ın edebiyatımızda üç güzel insanın anıtını diktiği şiirdir.
anıt
halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ateşin övündüğü üç alınteri nebisi
bir şafak vakti zulmün dehlizinde
yiğitlik anıtı süsledi bedenleri
biri engin denizlerle arkadaş
biri inancın cömert efendisi
biri sabrın korkusuz aslanıydı
onurun mescidi şimdi cesetleri
halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ölüme taviz vermedi hiç biri
anıt
halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ateşin övündüğü üç alınteri nebisi
bir şafak vakti zulmün dehlizinde
yiğitlik anıtı süsledi bedenleri
biri engin denizlerle arkadaş
biri inancın cömert efendisi
biri sabrın korkusuz aslanıydı
onurun mescidi şimdi cesetleri
halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ölüme taviz vermedi hiç biri
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;
zeynep söylesene
neden açmayıp yaktın sevgilinin gönderdiği mektubu
oysa biliyordun
onat kutlar'ın
“yanmış bir giysinin küllerinden bir ipekböceğine ulaşılamaz”
dediğini
sırtımızı neden birbirimize değil de duvarlara dayıyoruz zeynep
kitap kurtlarımızı neden zehirliyorlar okullarda
ve sorularımıza neden doğru yanıt vermiyor öğretmenler
zeynep söylesene
neden yaralı kartalların düştüğü dağlara çıkıyoruz
kıyı kahveleri dururken
ve nasıl yitiriyoruz analarımızı babalarımızın hoyratlığında
zamanın kestiği geri dönüşsüz bir bilet mi gençliğimiz
ya da içimizde başka birileri mi var
niçin ağaç görünce kuşlardan utanıyoruz zeynep
“kafesin biri, bir kuş mu aramaya çıkmış”, kafka'nın dediği gibi
yoksa
“her öten kuş, yardımcı olmuyor mu gerçekten göğe”
bunu sana değil, erich fried'e soruyorum
ve kimden söz ediyor nietzsche, “uçurumu sevenin kanatları olmalı” derken
aşktan niçin korkuyoruz zeynep
aşık olduklarımıza hem tapıyor
hem boğmaya çalışıyoruz bir kaşık suda
paylaşılacak bir ekmeğin arasında
yuva denen hapishaneye
gizlice soktuğumuz
bir törpü müdür aşk
bizi yakaladıkça hırpalayan bir yürek kabadayısı mıdır
geçmek için gölgesini arayan yaban atları mıdır aşıklar
yalnız sana değil
kendime de soruyorum
soruyorum
ve bellek evreninde
başka soru yağmurlarıyla karşılaşıyorum
kim olduğumu anlamak için
uçurumlara ve kanatlara bakıyorum
savaşlara ve barışlara
elmaslara ve buğdaylara
tekerleğe ve bilgisayara bakıyorum
anlamak için kim olduğumu
senin gözlerine bakıyorum zeynep
yanlış anlama ama
neden yakmayıp açtın sevgilinin gönderdiği mektubu
zeynep söylesene
neden açmayıp yaktın sevgilinin gönderdiği mektubu
oysa biliyordun
onat kutlar'ın
“yanmış bir giysinin küllerinden bir ipekböceğine ulaşılamaz”
dediğini
sırtımızı neden birbirimize değil de duvarlara dayıyoruz zeynep
kitap kurtlarımızı neden zehirliyorlar okullarda
ve sorularımıza neden doğru yanıt vermiyor öğretmenler
zeynep söylesene
neden yaralı kartalların düştüğü dağlara çıkıyoruz
kıyı kahveleri dururken
ve nasıl yitiriyoruz analarımızı babalarımızın hoyratlığında
zamanın kestiği geri dönüşsüz bir bilet mi gençliğimiz
ya da içimizde başka birileri mi var
niçin ağaç görünce kuşlardan utanıyoruz zeynep
“kafesin biri, bir kuş mu aramaya çıkmış”, kafka'nın dediği gibi
yoksa
“her öten kuş, yardımcı olmuyor mu gerçekten göğe”
bunu sana değil, erich fried'e soruyorum
ve kimden söz ediyor nietzsche, “uçurumu sevenin kanatları olmalı” derken
aşktan niçin korkuyoruz zeynep
aşık olduklarımıza hem tapıyor
hem boğmaya çalışıyoruz bir kaşık suda
paylaşılacak bir ekmeğin arasında
yuva denen hapishaneye
gizlice soktuğumuz
bir törpü müdür aşk
bizi yakaladıkça hırpalayan bir yürek kabadayısı mıdır
geçmek için gölgesini arayan yaban atları mıdır aşıklar
yalnız sana değil
kendime de soruyorum
soruyorum
ve bellek evreninde
başka soru yağmurlarıyla karşılaşıyorum
kim olduğumu anlamak için
uçurumlara ve kanatlara bakıyorum
savaşlara ve barışlara
elmaslara ve buğdaylara
tekerleğe ve bilgisayara bakıyorum
anlamak için kim olduğumu
senin gözlerine bakıyorum zeynep
yanlış anlama ama
neden yakmayıp açtın sevgilinin gönderdiği mektubu
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın isimleri'' isimli ktabından güzel bir şiiridir;
bana şöyle bir bak diyorsun
alıcı gözüyle, tepeden tırnağa
yeni dalınmış uyku gibi bak
çobanların söndürmeyi unuttuğu dağ ateşi
kaleden kaleye uçurulan ak güvercin
rüzgara emanet edilen fısıltı gibi
yazdan kalma bir gün gibi bak bana
bana şöyle bir bak diyorsun
posta kutusuna geceyarısı bırakılan bir mektup gibi
kızağından kayıp bitmeden denize inen bir tekne
gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören
bir dalgıç gibi bak
akşam kırılmaya başlarken içimde
dağılan bir ilkokulun zili gibi bak bana
bana şöyle bir bak diyorsun
bir ışın demetine sarılır gibi bak
unuttuğum ve istesem de
yüzlerini bir türlü anımsayamadığım
çocukluk arkadaşlarım gibi
kahve fincanına damlayan gözyaşı
kara düşen kan damlası gibi
diyorsun ki –evet, mavi gözlerinden bile ürpertici bu-
kınından çıkarılan bir hançer gibi bak bana
bana şöyle bir bak diyorsun
yaşama sevincini sana ben veriyormuşum gibi
sevgilin olmasam da sevgilinmişim gibi bak
kumsalda bırakılan ayak izi
kanada değen bulut gibi
kayalıklara sürüklenen bir gemiye
yanıp sönen deniz feneri gibi bak bana
çünkü unutmamanın eşiğidir
ve anımsamanın kapısıdır bakmak
ve sevgili irem
bunun için bile kibrit çakılabilir
okyanusun kıyısında
karanlıkta
bir kedi gözü gibi
pençeleriyle dolaşırken aşk
bana şöyle bir bak diyorsun
alıcı gözüyle, tepeden tırnağa
yeni dalınmış uyku gibi bak
çobanların söndürmeyi unuttuğu dağ ateşi
kaleden kaleye uçurulan ak güvercin
rüzgara emanet edilen fısıltı gibi
yazdan kalma bir gün gibi bak bana
bana şöyle bir bak diyorsun
posta kutusuna geceyarısı bırakılan bir mektup gibi
kızağından kayıp bitmeden denize inen bir tekne
gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören
bir dalgıç gibi bak
akşam kırılmaya başlarken içimde
dağılan bir ilkokulun zili gibi bak bana
bana şöyle bir bak diyorsun
bir ışın demetine sarılır gibi bak
unuttuğum ve istesem de
yüzlerini bir türlü anımsayamadığım
çocukluk arkadaşlarım gibi
kahve fincanına damlayan gözyaşı
kara düşen kan damlası gibi
diyorsun ki –evet, mavi gözlerinden bile ürpertici bu-
kınından çıkarılan bir hançer gibi bak bana
bana şöyle bir bak diyorsun
yaşama sevincini sana ben veriyormuşum gibi
sevgilin olmasam da sevgilinmişim gibi bak
kumsalda bırakılan ayak izi
kanada değen bulut gibi
kayalıklara sürüklenen bir gemiye
yanıp sönen deniz feneri gibi bak bana
çünkü unutmamanın eşiğidir
ve anımsamanın kapısıdır bakmak
ve sevgili irem
bunun için bile kibrit çakılabilir
okyanusun kıyısında
karanlıkta
bir kedi gözü gibi
pençeleriyle dolaşırken aşk
sümeyra çakır yorumu muhteşem olan eserdir. çok hüzünlü, can acıtıcı, bir o kadar da umutlu bir öykü anlatır;
güne, rahmetli michael jackson dostumuzun, dans nedir, koreografi ne işe yarar diye ders verdiği bir versyonunu bırakıyorum;
dinlerken insan poposuna hakim olamıyor baştan uyarayım.
özledik reis, dinime imanıma çok çok özledik seni...
dinlerken insan poposuna hakim olamıyor baştan uyarayım.
özledik reis, dinime imanıma çok çok özledik seni...
muhteşem bir coverını paylaşıyorum. ve güne harika güzellikte bir alizee bırakmaktayım. yaklaşık 7-8 yıldır dinlediğim bir coverdır bu. sanırım bir yarışma programından alınma. juride madonna da var. alizee denen hanım kızımız hakkında hiç bir bilgim yok. fakat sanırım doktor kendisi çünkü ölüyü diriltme kapasitesine sahip bir arkadaşımız. sesi de çok güzel. sonundaki dans show'a kadar izlemenizi öneririm.