İnsan cama uzun süre bakınca hep böyle olur, mutlaka bir yüz görür. Daha doğrusu herkesin, asla göremeyeceği halde görmek istediği kayıp bir yüzü vardır.
Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı ilk fırsatta katlederiz. Sonra da ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.
''adam mutluydu.güzel hayaller gölüne bakıp, her şeyi görmek istediği gibi görüyordu.niye onu rüyadan çekip çıkarmalı da, güneşin ve neşenin olmadığı bi dünyaya atmalı?orda sadece keder gece ve hastalık yok mu?''
Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz. Biliyorum, olanaksız bir şey bu, ama yine de fena olmazdı.
Tanıştığıma hiç memnun olmadığım kimselere, durmadan, ''Tanıştığıma memnun oldum'' demek beni öldürüyor. Ama hayatta kalmak istiyorsanız, ille de bu zırvaları söylemek zorundasınız.
"bir de ne var biliyor musun bende, böyle bir yeri terk edeceğim zaman, başka bir yere gidiyorum ya, sanki terk ettiğim yer evimmiş gibi geliyor, o yüzden sonra kıçıma tekmeyi yiyince, yine gideceğim ya bir yerden bir yere, yine yabancı olacağım orada biliyorum, kaçarı yok, böyle sürüp gidiyor: gittikçe daha yabancısın anlayacağın, gittikçe daha az evindesin..."
bernard-marie koltes - ormanlardan hemen önceki gece
(bkz:faust) “iltifat ederler, acımayla karışık. duymayı severler, keyif verir zarar vermeleri. itaat etmeyi severler, sevdikleri için aldatmayı bizi; kendilerini gönderilmiş gibi gösterirler göklerden ve melekler gibi fısıldarlar, yalan söylerken.”
"sorarlarsa, 'ne iş yaptın bu dünyada?' diye, rahatça verebilirim yanıtını: yalnız kaldım. kalabildim! altı milyar insanın arasında doğdum. ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından."