aslında hiçbir şeyin tarih kitaplarında anlatıldığı gibi olmadığını gösteren gerçeklerdir. peşinen söyleyeyim, öyle nazi hayranı ergenlerden falan değilim sadece biraz okurum.
adolf hitler'in yahudi soykırımına girişmesinin sebebi olarak farklı tezler ortaya atılmıştır.kimi tarihçilere göre bunun sebebi yahudilerin rusya'daki bolşevik devrime ilk elden finansal destekte bulunmaları.ikinci sebep ise,çok sağlıklı bir bilgi olmasa da hitler'in annesinin ölmesini yahudi bir doktora bağlaması ve üçüncü tez olarak ise,1.cihan harbinde alman savaş sanayisinin hemen hemen hepsini elinde bulunduran yahudilerin,bu savaş sırasında sürekli fabrikalarda işi yavaşlatıp üretimi düşürmesi ve arkası gelmeyen grevler olarak görülmektedir.
ve işte burda 4. ve herşeyi açıklayacak sebep devreye giriyor.o da bu işin bilinen ancak anlatılmayan kısmı.bu teoriye göre ise;hitler'in yapmış olduğu bu katliam tamamiyle danışıklı bir dövüştür.iddiaya göre hitler 2.dünya savaşı boyunca yahudi lobilerinden çok büyük destek almıştır.
''bu desteklerin organizasyon kısmında ise dünya siyonist örgütü ( wzo ) vardı. bunun kanıtı da 2. dünya savaşı boyunca almanların kullandığı topların üretimini bir yahudi şirketi olan skf yapmıştır. jacob wallenberg şirketin sahibidir. standard oil de nazilere ait askeri araçların petrol ihtiyacını karşılamıştır. üstelik toplama kamplarında kullanılan gazların üretimi bile yahudi kimya firması olan farben şirketidir.
savaş öncesinde üretilen 500 ton civarındaki kurşun almanlara ulaştırılır ve bu kurşunların ödemesini gerçekleştiren brown bros harriman' dır. o da bir yahudi' dir. bu ödeme, harriman teminatı olarak gerçekleştirilmiş ve teminat tarihi de 21 eylül 1938 olarak kayıtlara düşülmüştür. ancak savaşa bir adım kala alman borçlarının vadesi geliyordu ve bu durum büyük bir sıkıntıya sebep olacaktı. 1933′ te, foster dulles ( cfr üyesi, sonraki dönemde abd dışişleri bakanı ) ve allen dulles ( cfr üyesi, sonraki dönemde cia şefliği yaptı ) ile hitler görüşme yaptılar ve bu borçların vadeleri uzatıldı. ayrıca yahudi ailelerinde samuel ailesi de hitler' e 30 milyon pound mali destek sağlıyordu. royal dutch shell adlı petrol firması bu aileye aitti.hatta en yakın arkadaşlarından herman rauschning' in yazdığı kitapta bunlara değinilmiştir.''
(bkz: wilhelmstrasse gizli belgeleri)
burada ki gaye ise avrupa'da refah içinde yaşayan yahudilerin sürekli ''vaadedilmiş topraklara''gitmeyi reddetmesidir.hitler almanya'sında sırf bu göç işlemini gerçekleştirmek için ''yahudi göç büroları''kurulmuştur.filistin'e yerleşmeyi kabul etmeyen yahudiler öldürülürken kabul edenler ise,alman subayları tarafından güvenli bir şekilde şuan ki israil ve filistin topraklarına yerleştirilmiştir.
1945'te biten savaştan 3 yıl sonra yahudiler; nüfus olarak filistin ve israil topraklarında hatırı sayılır bir nüfus edinmişlerdir.böylelikle israil devleti bu topraklarda hak iddia edip devletleşmiştir.
son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak. diyen kızılderili. ABD'nin kuzeybatı ucundaki Suqwamish ve Duwamish kabilerinin reisidir.
ABD Başkanı Franklin Pierce ABD'ye gelen beyaz göçmenleri ABD'nin kuzeybatısına yerleştirmek istiyordu. 1850'lerde beyaz girişimcilerin zenginleşmesi ve bölgenin daha fazla göç alması nedeniyle Franklin Pierce olaya çözüm bulmak amacıyla 1854 yılında Şef Seattle'a bir mektup yazdı. Franklin Pierce bu mektupta kızılderililerden toprak istemiş ve isteklerinin kabul edilecek olursa; Kızılderililer için çok rahat geçinebilecekleri bir yer ayrılacağını belirtmiştir. Şef Seattle yaptığı bir konuşmada Başkana cevap verir daha sonra bu konuşma metin haline getirilir ve Amerikan Başkanına iletilir. Bu mektup Washington'da saklanmış ve American Expo 74'de sunulmuştur. İnsanın çevre karşısında bilinçsizce takındığı tavırlar karşısında duyarlılığı en güzel dille anlatan bu mektup UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Koruma Teşkilatı) tarafından şimdiye kadar bilinen en güzel ve en içten anlatım olarak tanımlanmıştır.
İşte Şef Seattle'nin Amerikan Başkanına Gönderdiği Mektup.
Washington'daki büyük şef topraklarımızı almak istediği konusunda sözünü göndermiş. Büyük şef aynı zamanda dostluk ve iyi niyet sözlerini göndermiş. Bu çok nazik bir hareket. Çünkü karşılık olarak bizim dostluğumuza çok az ihtiyacı var. Ama biz teklifini düşüneceğiz. Çünkü biliyoruz ki, eğer satmazsak beyaz adam silahlarla gelip toprağımızı alabilir. Gökyüzünü, toprağın ısısını nasıl alıp satabilirsiniz? Bu fikir bize garip gelir. Eğer biz havanın tazeliğine ve suların parıltısına sahip değilsek, onları nasıl satın alabilirsiniz? Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, bütün kumlu sahiller, karanlık ormanlardaki sis, her açık alan, vızıldayan böcek, halkımın deneyim ve anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden akan sular Kızılderililerin anılarını taşır.
Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o kızılderili'nin anasıdır. Biz dünyanın parçasıyız ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kızkardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz, kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye aittir. Öyleyse, Washington'daki büyük şef toprağımızı almak isteyince bizden çok şey istiyor.
Büyük şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayıracağını söylüyor. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacağız. Öyleyse, toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil ama atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalısınız, ve çocuklarınıza da onun kutsal olduğunu öğretmelisiniz. Göllerin berrak suyundaki her hayali yansıma, halkımın yaşamından anılar ve olaylar anlatır. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderdiler, nehirler kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak, hatırlamalısınız ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki nehirler bizim kardeşlerimizdir ve sizin de; bundan dolayı nehirlere herhangi bir kardeşe göstereceğiniz kibarlığı göstermelisiniz.
Kızılderili her zaman ilerleyen beyaz adam önünde geri çekilmiştir. Dağlardaki sisin sabah güneşi önünde kaçışı gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır ve bu tepeler, ağaçlar, dünyanın bu parçası bize sunulmuştur. Beyaz adamın bizim adetlerimizi anlamadığını biliyoruz. Toprağın bir parçası diğeri ile aynı onun için, çünkü geze gelip topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır o.
Dünya onun kardeşi değil ama düşmanıdır ve onu fethetti mi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmaz. Çocuklardan dünyayı kaçırır. Aldırmaz. Babalarının mezerları ve çocuklarının hakları unutulmuştur. Annesi dünyaya ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlara ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır, iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
Bilmiyorum bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin şehirlerinizin görünümü Kızılderili'nin gözlerine acı verir. Ama bu belkide Kızılderili vahşi olduğundan ve anlamadığındandır. Beyaz adamların şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama bu belkide benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. İnsan bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir? Bir Kızılderiliyim ve anlamam. Kızılderili su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini ve yağmurun temizlediği ya da çamı koku verdiği rüzgarın kokusunu yeğler.
Hava Kızılderili için değerlidir. Çünkü her şey aynı nefesi paylaşır. Hayvanlar, ağaç, adam, hepsi aynı nefesi paylaşır. Nefes aldığı hava, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Pek çok günden sonra ölen adam gibi kötü kokuyla uyumuş. Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın bizim için değerli olduğunu hatırlamalısınız, çünkü hava, sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır.
Büyükbabamıza ilk nefes veren rüzgar, onun soluğunu da kabul edendir ve rüzgar çocuklarımıza yaşam ruhun da vermelidir ve eğer size toprağımızı satarsak, onu, beyaz adamın bile gidip çayırın çiçeklerinin tat verdiği rüzgarı tadabileceği bir yer olarak, ayrı ve kutsal tutmalısınız.
Ve toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek bir şart koyacağım. Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak. Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm, beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz bufalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.
Hayvanlar olmadan insan nedir? Eğer bütün hayvanlar bitse, insan, ruhun büyük yalnızlığından ölürdü. Çünkü hayvanlara ne olursa, insana da aynısı olur, kısa süre içinde. Her şey birbirine bağlıdır. Ayakları altındaki toprağın büyükbabalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar. Çocuklarınıza, toprağın akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu söyleyin.
Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi öğretin. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.
Bunu biliyoruz biz. Dünya insana ait değildir. İnsan dünyanındır. Bunu biliyoruz biz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. Dünyaya ne olursa dünyanın oğullarına da o olur. Hayat ağını insan örmedi, o sadece bir lif onun içinde. Ağa ne yaparsa kendine yapar.
Dalgalar gibi.
Ama halkım için ayrılan bölgeye gitme teklifinizi düşüneceğiz. Sizden ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz çok az önemli. Çocuklarımız babalarının yenilgiyle aşağılandığını gördüler. Savaşçılarımız utanç duydu ve yenilgiden sonra günlerini aylaklık etmek ve vücutlarını tatlı yiyecekler ve sert içkilerle kirletmekle harcıyorlar. Kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz önemli değil. Çok değiller.
Birkaç saat, birkaç kış ve bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak. Bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. Ama niçin halkım geçip gidiyor diye yas tutayım ? Kavimleri insan yapar. O kadar. İnsanlar gelir ve gider. Denizin dalgaları gibi.
Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi konuşan ve yürüyen beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz.
Hepimiz kardeş de olabiliriz. Göreceğiz. Bildiğim bir şey var ki, beyaz adam belki bir gün keşfeder. Tanrımız aynı tanrı. Şimdi sizin bizim toprağımıza sahip olmak istediğiniz gibi ona da sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama olamazsınız. O insanın Tanrı'sı, ve şefkati Kızılderililer için de beyaz adam için de aynı. Bu dünya onun için değerli, ve dünyaya zarar vermek onun yaratıcısını küçümsemektir. Beyazlar da geçip gidecek. Belki bütün diğer kavimlerden önce. Yatağına pislik yığmaya devam et, bir gece kendi pisliğinde boğulacaksın.
Ama yok oluşunda, seni bu topraklara getiren ve özel bir nedenle sana bu toprak ve kızılderili üzerinde hakimiyet veren Tanrı'nın gücüyle yakılmış olarak parlayacaksın. Bu son, bize bir sır, çünkü biz bufalolar katledildiğinde, vahşi atlar ehlileştirildiğinde, ormanın gizli köşeleri pek çok insanın kokusuyla dolduğunda, ve diri tepelerin görünümü konuşan tellerle lekelendiğinde anlamıyoruz. Çalılık nerede ? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir ? Yaşamın sonu ve yaşamaya çalışmanın başlangıcı.
Öyleyse, toprağımızı alma teklifinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu vadettiğimiz ayrılan bölge için olacak. Orada belki, kalan kısa günlerimizi dilediğimizce yaşayabiliriz. Bu dünyadan en son Kızılderili de yok olduğunda ve anası sadece çayırlar üzerinde hareket eden bir bulut iken, bu kıyılar ve ormanlar hala halkımın ruhunu muhafaza edecekler. Çünkü halkım bu dünyayı, yeni doğanın annesinin yürek atışını sevdiği gibi sever. Öyleyse, eğer toprağımızı satarsak, onu bizim sevdiğimiz gibi sevin. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgilenin. Diyarın anısını onu aldığınızdaki gibi saklayın. Ve bütün gücünüzle, bütün aklınızla, bütün kalbinizle onu çocuklarınız için koruyun ve sevin. Tanrının hepimizi sevdiği gibi.
Bildiğimiz bir şey var. Tanrımız aynı Tanrı. Bu dünya onun için değerli. Beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz. Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz. Göreceğiz.
ABD Başkanı Franklin Pierce ABD'ye gelen beyaz göçmenleri ABD'nin kuzeybatısına yerleştirmek istiyordu. 1850'lerde beyaz girişimcilerin zenginleşmesi ve bölgenin daha fazla göç alması nedeniyle Franklin Pierce olaya çözüm bulmak amacıyla 1854 yılında Şef Seattle'a bir mektup yazdı. Franklin Pierce bu mektupta kızılderililerden toprak istemiş ve isteklerinin kabul edilecek olursa; Kızılderililer için çok rahat geçinebilecekleri bir yer ayrılacağını belirtmiştir. Şef Seattle yaptığı bir konuşmada Başkana cevap verir daha sonra bu konuşma metin haline getirilir ve Amerikan Başkanına iletilir. Bu mektup Washington'da saklanmış ve American Expo 74'de sunulmuştur. İnsanın çevre karşısında bilinçsizce takındığı tavırlar karşısında duyarlılığı en güzel dille anlatan bu mektup UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Koruma Teşkilatı) tarafından şimdiye kadar bilinen en güzel ve en içten anlatım olarak tanımlanmıştır.
İşte Şef Seattle'nin Amerikan Başkanına Gönderdiği Mektup.
Washington'daki büyük şef topraklarımızı almak istediği konusunda sözünü göndermiş. Büyük şef aynı zamanda dostluk ve iyi niyet sözlerini göndermiş. Bu çok nazik bir hareket. Çünkü karşılık olarak bizim dostluğumuza çok az ihtiyacı var. Ama biz teklifini düşüneceğiz. Çünkü biliyoruz ki, eğer satmazsak beyaz adam silahlarla gelip toprağımızı alabilir. Gökyüzünü, toprağın ısısını nasıl alıp satabilirsiniz? Bu fikir bize garip gelir. Eğer biz havanın tazeliğine ve suların parıltısına sahip değilsek, onları nasıl satın alabilirsiniz? Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, bütün kumlu sahiller, karanlık ormanlardaki sis, her açık alan, vızıldayan böcek, halkımın deneyim ve anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden akan sular Kızılderililerin anılarını taşır.
Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o kızılderili'nin anasıdır. Biz dünyanın parçasıyız ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kızkardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz, kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye aittir. Öyleyse, Washington'daki büyük şef toprağımızı almak isteyince bizden çok şey istiyor.
Büyük şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayıracağını söylüyor. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacağız. Öyleyse, toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil ama atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalısınız, ve çocuklarınıza da onun kutsal olduğunu öğretmelisiniz. Göllerin berrak suyundaki her hayali yansıma, halkımın yaşamından anılar ve olaylar anlatır. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderdiler, nehirler kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak, hatırlamalısınız ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki nehirler bizim kardeşlerimizdir ve sizin de; bundan dolayı nehirlere herhangi bir kardeşe göstereceğiniz kibarlığı göstermelisiniz.
Kızılderili her zaman ilerleyen beyaz adam önünde geri çekilmiştir. Dağlardaki sisin sabah güneşi önünde kaçışı gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır ve bu tepeler, ağaçlar, dünyanın bu parçası bize sunulmuştur. Beyaz adamın bizim adetlerimizi anlamadığını biliyoruz. Toprağın bir parçası diğeri ile aynı onun için, çünkü geze gelip topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır o.
Dünya onun kardeşi değil ama düşmanıdır ve onu fethetti mi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmaz. Çocuklardan dünyayı kaçırır. Aldırmaz. Babalarının mezerları ve çocuklarının hakları unutulmuştur. Annesi dünyaya ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlara ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır, iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
Bilmiyorum bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin şehirlerinizin görünümü Kızılderili'nin gözlerine acı verir. Ama bu belkide Kızılderili vahşi olduğundan ve anlamadığındandır. Beyaz adamların şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama bu belkide benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. İnsan bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir? Bir Kızılderiliyim ve anlamam. Kızılderili su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini ve yağmurun temizlediği ya da çamı koku verdiği rüzgarın kokusunu yeğler.
Hava Kızılderili için değerlidir. Çünkü her şey aynı nefesi paylaşır. Hayvanlar, ağaç, adam, hepsi aynı nefesi paylaşır. Nefes aldığı hava, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Pek çok günden sonra ölen adam gibi kötü kokuyla uyumuş. Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın bizim için değerli olduğunu hatırlamalısınız, çünkü hava, sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır.
Büyükbabamıza ilk nefes veren rüzgar, onun soluğunu da kabul edendir ve rüzgar çocuklarımıza yaşam ruhun da vermelidir ve eğer size toprağımızı satarsak, onu, beyaz adamın bile gidip çayırın çiçeklerinin tat verdiği rüzgarı tadabileceği bir yer olarak, ayrı ve kutsal tutmalısınız.
Ve toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek bir şart koyacağım. Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak. Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm, beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz bufalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.
Hayvanlar olmadan insan nedir? Eğer bütün hayvanlar bitse, insan, ruhun büyük yalnızlığından ölürdü. Çünkü hayvanlara ne olursa, insana da aynısı olur, kısa süre içinde. Her şey birbirine bağlıdır. Ayakları altındaki toprağın büyükbabalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar. Çocuklarınıza, toprağın akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu söyleyin.
Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi öğretin. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.
Bunu biliyoruz biz. Dünya insana ait değildir. İnsan dünyanındır. Bunu biliyoruz biz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. Dünyaya ne olursa dünyanın oğullarına da o olur. Hayat ağını insan örmedi, o sadece bir lif onun içinde. Ağa ne yaparsa kendine yapar.
Dalgalar gibi.
Ama halkım için ayrılan bölgeye gitme teklifinizi düşüneceğiz. Sizden ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz çok az önemli. Çocuklarımız babalarının yenilgiyle aşağılandığını gördüler. Savaşçılarımız utanç duydu ve yenilgiden sonra günlerini aylaklık etmek ve vücutlarını tatlı yiyecekler ve sert içkilerle kirletmekle harcıyorlar. Kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz önemli değil. Çok değiller.
Birkaç saat, birkaç kış ve bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak. Bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. Ama niçin halkım geçip gidiyor diye yas tutayım ? Kavimleri insan yapar. O kadar. İnsanlar gelir ve gider. Denizin dalgaları gibi.
Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi konuşan ve yürüyen beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz.
Hepimiz kardeş de olabiliriz. Göreceğiz. Bildiğim bir şey var ki, beyaz adam belki bir gün keşfeder. Tanrımız aynı tanrı. Şimdi sizin bizim toprağımıza sahip olmak istediğiniz gibi ona da sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama olamazsınız. O insanın Tanrı'sı, ve şefkati Kızılderililer için de beyaz adam için de aynı. Bu dünya onun için değerli, ve dünyaya zarar vermek onun yaratıcısını küçümsemektir. Beyazlar da geçip gidecek. Belki bütün diğer kavimlerden önce. Yatağına pislik yığmaya devam et, bir gece kendi pisliğinde boğulacaksın.
Ama yok oluşunda, seni bu topraklara getiren ve özel bir nedenle sana bu toprak ve kızılderili üzerinde hakimiyet veren Tanrı'nın gücüyle yakılmış olarak parlayacaksın. Bu son, bize bir sır, çünkü biz bufalolar katledildiğinde, vahşi atlar ehlileştirildiğinde, ormanın gizli köşeleri pek çok insanın kokusuyla dolduğunda, ve diri tepelerin görünümü konuşan tellerle lekelendiğinde anlamıyoruz. Çalılık nerede ? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir ? Yaşamın sonu ve yaşamaya çalışmanın başlangıcı.
Öyleyse, toprağımızı alma teklifinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu vadettiğimiz ayrılan bölge için olacak. Orada belki, kalan kısa günlerimizi dilediğimizce yaşayabiliriz. Bu dünyadan en son Kızılderili de yok olduğunda ve anası sadece çayırlar üzerinde hareket eden bir bulut iken, bu kıyılar ve ormanlar hala halkımın ruhunu muhafaza edecekler. Çünkü halkım bu dünyayı, yeni doğanın annesinin yürek atışını sevdiği gibi sever. Öyleyse, eğer toprağımızı satarsak, onu bizim sevdiğimiz gibi sevin. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgilenin. Diyarın anısını onu aldığınızdaki gibi saklayın. Ve bütün gücünüzle, bütün aklınızla, bütün kalbinizle onu çocuklarınız için koruyun ve sevin. Tanrının hepimizi sevdiği gibi.
Bildiğimiz bir şey var. Tanrımız aynı Tanrı. Bu dünya onun için değerli. Beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz. Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz. Göreceğiz.
eed.
Sığlıktan ve hayvani isteklerden arınmış tanrı'nın sanat eseri.
Aşırı vahim ve içinden çıkılması güç bir duruma düşmek, offf çok fena şapa oturmak anlamına gelen bir argo.
Bazı küfürler küfür değildir, bu da öyle bir şey. Panik anlarında söylendiğinde kesinlikle argosuna değil durumun ciddiyetine ve vahametine vurgu yapılmış oluyor.
Bazı küfürler küfür değildir, bu da öyle bir şey. Panik anlarında söylendiğinde kesinlikle argosuna değil durumun ciddiyetine ve vahametine vurgu yapılmış oluyor.
1987'de Hakan Utangaç (gitar) ve Cenk Ünnü (davul) tarafından kurulan Pentagram, aynı yıl Tarkan Gözübüyük'ün (bas gitar) katılmasıyla çekirdek kadrosunu oluşturdu. İstanbul, Bursa, İzmir ve Ankara'da verilen konserlerle dikkat çeken grup, adını taşıyan ilk albümünü 1990'da Nepa Müzik etiketiyle yayımladı. Albümün Rock müzik ortamında gördüğü destek sayesinde ulusal basın ve TRT ekranında yer bulan topluluk, kısa sürede Heavy Metal tarzının ülkemizdeki sembolü haline geldi. 1992'de kaydedilen ikinci albüm Trail Blazer, Alman yapım şirketi Nuclear Blast tarafından tüm Avrupa ülkelerinde yayımlandı. Özel radyo ve tv kanallarının açılmasıyla daha çok tanınan Pentagram, yabancı müzik dergilerinde de gündeme gelmeye ve Türkiye dışında da konserler vermeye başladı.
1996'da Raks Müzik'le anlaşan topluluk, bir yıl arayla Anatolia ve Popçular Dışarı (konser) albümlerini kaydetti. Geniş bir dinleyici topluluğu tarafından sahiplenilen Anatolia, diğer bir Alman yapımcı Century Media tarafından lisanslanarak beş kıtada, toplam elli iki ülkede dağıtıldı. Yabancı basında Anatolia ile ilgili yapılan olumlu değerlendirmeler sayesinde grup bir sonraki albümleri için dönemin büyük yapım şirketlerinden Sanctuary Records ile anlaştı. Kayıtları 2001 yılında Atina'da Sierra stüdyolarında gerçekleşen Unspoken ve Bir albümleri, Türkiye'de de Universal tarafından dağıtıldı. Grup; Unspoken'ın uluslararası yayımı sırasında, olası bir isim hakkı karışıklığını önlemek amacıyla, Türkiye dışındaki ülkelerde Mezarkabul adını da kullanmaya başladı. 2003 yılında çalışmalarına ara veren topluluk; 2006 yılında önceki albümlerinin Sony Music kataloğunda toplanmasıyla, kaldığı yerden devam etme kararı aldı. 2007 yılında kuruluşunun 20. yılını dinleyicileriyle birlikte kutlamak amacıyla verilen Bostancı Gösteri Merkezi konseri, CD ve DVD formatlarında yayımlanmak üzere kaydedildi. Bu yapıma, grubun kuruluş tarihinden yola çıkılarak 1987 adı verildi. Bu dönem yapılan konserlerde genç dinleyicilerle iletişiminin halen sürdüğünü gözlemleyen grup, Vokalde Gökalp Ergen ve gitarda Metin Türkcan'lı kadrosuyla yeni bir albüm kaydetmek üzere tekrar stüdyoya girdi. 2012 yılında MMXII adıyla yayımlanan bu çalışma, Headbang dergisi okuyucularının oylamasıyla yılın albümü seçildi. 1970'lerin Progressive Rock ve 1980'lerin Heavy Metal akımlarından esinlenerek yola çıkan Pentagram, zaman içinde Anadolu ve Mezopotamya müziklerinin de güçlü şekilde hissedildiği üslubunu oluşturdu. Aralarında Demir Demirkan, Ogün Sanlısoy ve Murat İlkan'ın da bulunduğu değerli müzisyenler, çeşitli dönemlerde grubun kadrosunda yer alarak bu sürece katkı sağladı.
Pentagram; Sonisphere, Wacken ve Rock'n Coke gibi uluslararası festivallere katıldı ve Judas Priest, Whitesnake, Accept, Manowar, Metallica, Slayer, Megadeth, Anthrax, Queensryche, Guns N' Roses, Alice in Chains ve Rammstein gibi dünyaca ünlü gruplarla birlikte sahne alma imkanı buldu. 2017 yılı Mart ayında Sony Music etiketiyle 30. Yıl Akustik albümü yayınlandı. Albümde yolu Pentagram'dan geçen herkes yer aldı. Albümden “Sonsuz” şarkısı yayınlandı.
1996'da Raks Müzik'le anlaşan topluluk, bir yıl arayla Anatolia ve Popçular Dışarı (konser) albümlerini kaydetti. Geniş bir dinleyici topluluğu tarafından sahiplenilen Anatolia, diğer bir Alman yapımcı Century Media tarafından lisanslanarak beş kıtada, toplam elli iki ülkede dağıtıldı. Yabancı basında Anatolia ile ilgili yapılan olumlu değerlendirmeler sayesinde grup bir sonraki albümleri için dönemin büyük yapım şirketlerinden Sanctuary Records ile anlaştı. Kayıtları 2001 yılında Atina'da Sierra stüdyolarında gerçekleşen Unspoken ve Bir albümleri, Türkiye'de de Universal tarafından dağıtıldı. Grup; Unspoken'ın uluslararası yayımı sırasında, olası bir isim hakkı karışıklığını önlemek amacıyla, Türkiye dışındaki ülkelerde Mezarkabul adını da kullanmaya başladı. 2003 yılında çalışmalarına ara veren topluluk; 2006 yılında önceki albümlerinin Sony Music kataloğunda toplanmasıyla, kaldığı yerden devam etme kararı aldı. 2007 yılında kuruluşunun 20. yılını dinleyicileriyle birlikte kutlamak amacıyla verilen Bostancı Gösteri Merkezi konseri, CD ve DVD formatlarında yayımlanmak üzere kaydedildi. Bu yapıma, grubun kuruluş tarihinden yola çıkılarak 1987 adı verildi. Bu dönem yapılan konserlerde genç dinleyicilerle iletişiminin halen sürdüğünü gözlemleyen grup, Vokalde Gökalp Ergen ve gitarda Metin Türkcan'lı kadrosuyla yeni bir albüm kaydetmek üzere tekrar stüdyoya girdi. 2012 yılında MMXII adıyla yayımlanan bu çalışma, Headbang dergisi okuyucularının oylamasıyla yılın albümü seçildi. 1970'lerin Progressive Rock ve 1980'lerin Heavy Metal akımlarından esinlenerek yola çıkan Pentagram, zaman içinde Anadolu ve Mezopotamya müziklerinin de güçlü şekilde hissedildiği üslubunu oluşturdu. Aralarında Demir Demirkan, Ogün Sanlısoy ve Murat İlkan'ın da bulunduğu değerli müzisyenler, çeşitli dönemlerde grubun kadrosunda yer alarak bu sürece katkı sağladı.
Pentagram; Sonisphere, Wacken ve Rock'n Coke gibi uluslararası festivallere katıldı ve Judas Priest, Whitesnake, Accept, Manowar, Metallica, Slayer, Megadeth, Anthrax, Queensryche, Guns N' Roses, Alice in Chains ve Rammstein gibi dünyaca ünlü gruplarla birlikte sahne alma imkanı buldu. 2017 yılı Mart ayında Sony Music etiketiyle 30. Yıl Akustik albümü yayınlandı. Albümde yolu Pentagram'dan geçen herkes yer aldı. Albümden “Sonsuz” şarkısı yayınlandı.
ilkokul 4. sınıfa giderken kantinde din kültürü öğretmenimize tekme atmıştım.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.
Uydurmuyorum, hikaye gerçek. Okunsun diye yazmıyorum zaten, uzun hikaye;
Biz 4. Sınıfa giderken bir din kültürü öğretmenimiz vardı. Böyle uzun boylu, kirpi saçlı, sınıfta kocaman adımlarla yürüyen, hiç yerinde durmayan bir adam. küçücük halimle daha önce hiç o kadar uzun boylu bir adam görmediğime yemin edebilirdim.
Daha ilk dersimizde mahmut'u sınıfta konuştuğu için yakasından tutarak sıradan kaldırdı, saçını çekti. Mahmut çığlık attı. Bu şerefsiz Tek mi çift mi diye sordu. Daha sonra da bilemedin diyerek tekmeleyerek sınıf tahtasının oraya kadar götürdü. Bu şerefsizi çok eğlendiren bu tek mi çift mi oyunu iki derste bir tekrarlanan bir rutine dönüşmüştü. Biz ilkokul bebeleriydik, öğretmen o güne kadar bizim için korkuyla karışık saygı duyulan bir varlıktı. Anlam veremiyorduk ama alıştık bir süre sonra bu duruma. Sınıfta çıt çıkmıyordu.
Bu korku salan şerefsiz tenefüs zili çaldığında sınıftan hemen çıkmaz, masasının etrafına kız öğrencileri toplar sorular sorardı. O suratsız halinin yerini yavşak bir sırıtış alırdı. En sevdiği aktivite annelerimizin ütüleyerek ve katlayarak önlüğümüzün cebine koyduğu beyaz mendillerin temizliğini kontrol etmekti. Hissettiğim ama çocuk aklımla anlam veremediğim şeyi çok sonra anladım. Göğüs cebimize mendilleri sokup çıkarırken yeni kabarmış memelerimize sürtünüyordu şerefsiz.
Bir derste "banyo yaparken asla çıplak olmamamız gerektiğini cinlerin bizi seyrettiğini kendisinin asla çıplak banyo yapmadığını ve mutlaka küloduyla yıkandığını" söylemişti. Aklımız çıkmıştı korkudan.
Bir derste bize marş öğretmiş ve bütün sınıfa koro halinde söyletmişti. "Kör dünyanın direğine hak yol islam yazacağız, kuşların göz bebeğine hak yol islam yazacağız" her ders sonunda bu marşla kapanış yapılıyordu. Ben en çok kuşların gözbebeklerinden bahsedilen kısmı seviyordum.
Çalar saatle ilgili korkunç bir hikaye anlattığını hatırlıyorum. Sabahları uyanmak istiyorsak meleklerden yardım istemeliydik. Onlar bizi dakikası dakikasına uyandırırdı. Böyle onlarca örnek...
Öğretmeenimm hakan bana salak diyooo, mehmet saçımı çekiyooo diye ağladığımız zamanlar. Hakan benimle uğraşıyor, kafama silgi atıyor vs. Dedim ki "bir daha yaparsan görürsün sen". Dedi ki "napcan dövcen mi" dedim "dövücem". Kararlıyım.
Sonraki tenefüs gazoz almak için kantine indik. Bi anda bir çift el arkadan gözlerimi kapattı. Hiç bir şey görmüyorum. Hakan salağı. Ayağımda kışlık botlar. O sinirle geriye doğru bir topuk çıkardım. Gözlerimi kapatan eller açıldı, karşımda ağzı açık bakan çocuklar. Uzaktaki bazı çocuklar arka tarafıma koşuyor. Arkamı bir döndüm bizim şerefsiz dinci yerde göt üstü kaykılmış, üstünü başını toparlamaya ayağa kalkmaya çalışıyor. Ben ufak tefek bir kız çocuğu, koca adamı nasıl devirdim anlam veremiyorum. Muhtemelen çok uzun boylu olduğundan gözlerimi kapatmak için dengesiz bir şekilde domaldı ve boş anında darbe gelince göt üstü kaykıldı pezevenk.
"Örtmenim özür dilerim siz gözümü kapatınca ben sizi hakan sandım" dedim. Tek kelime etmeden ceketinin yelelerini silkeledi, mağarasına çekilen gollum gibi gitti pezevenk.
Bizim kantin zemin kattaydı, sınıfımız 1. Katta. Ben o bir kat merdiveni çıkana kadar o haber hangi ara sınıfa ulaştı, hangi ara toplanıp beni kapıda karşıladılar bilmiyorum. Sınıfa girdiğimde dincinin sürekli dövdüğü ve suratında bülent ersoy'unkine benzeyen bir ben olduğu için "top" diye dalga geçtiği gökhan parmaklarını ağzına sokmuş ıslık çalıyor, sınıfın bütün erkekleri alkışlıyor, kızlar etrafımı sarıyordu. Hakan görgü şahidi olarak olayı köpürterek duymayanlara anlatıyor, benim cılız tekme uçan tekme olarak yeniden hayat buluyordu.
Bu adamın dersinin olduğu gün sınıfta bir gerginlik olur, özellikle erkek çocuklar dersten önce bugün sıra bana gelecek mi diye korkarlardı. Size yemin ederim o günden sonra bir daha kimse o adamdan eskisi gibi korkmadı.
Bazen bir çocuğun pazar banyosunu, çok sevdiği tavuklu çalar saatini, kuşların gözbebeğini ve annesinin özene bezene cebine koyduğu tertemiz beyaz mendilini bile kirletmeye yeltenen o zihniyeti hatırladıkça ve daha büyük bir suretiyle her yerde karşılaştıkça içim inceden bir bulanır. Sonra aklıma o adamı tekmeleyip bir sınıf dolusu çocuğun kahramanı olduğum gün gelir, biraz da olsa sakinleşirim.
Bilgili bir yazar. Savunduğu konuda argümanları belli bir alt yapıya dayanıyor. İçi boş değil. Aynı fikir de olmasak da beğeniyorum doluluğunu. kendisini eleştirenleri birikimiyle vuruyor. Laf salatası yapmıyor. Ayar verdim ayar diye dolananlardaki algı eksikliğini fark ettikçe bir gülme geliyor. Afiyet olsun.
allah adaleti emreder. (nahl 90.ayet)
gezi'de, gazi'de, soma'da, ermenek'te, sivas'ta, fatsa'da, maraş'ta, reyhanlı'da, roboski'de ve daha birçok yerde katledilen insanlarımız için orada olup adaleti savunacağız!
oğulları 1980 cuntası tarafından götürülen ve bir daha oğullarından haber alamayan cumartesi anneleri için orada olup adaleti savunacağız!
dünya da işçi ölümlerinde 1.sıradayız ve bunu fıtratla kaderle geçiştirmek isteyen insanlara inat orada olup işci kardeşlerimizin haklarını savunacağız!
ösym'nin sınavlarını silgi kullanmadan yapan cemmatlere karşı orada olup adaleti savunacağız!
musa kart başta olmak üzere, fetö ve başka hiçbir örgütle ilgisi olmayan insanlar sırf muhalif diye hapishanelere atıldı, o insanların özgürlüklerine kavuşmaları için orada olup adaleti savunacağız!
sanata ve sanatçıya saldırıp heykellere ucube diyenlere inat, sanatı yakarak yok edeceğini sanan zavallılara inat orada olup adaleti savunacağız!
adana'da cemmat yurtlarında yanan çocukların hesabını sormak için adaleti savunacağız!
ülke kurucularına hakeret eden sözde din adamı deyyuslara karşı orada olup adaleti savunacağız!
yarın saat 18.00'da maltepe miting alanındayız, sizi de bekleriz.
gezi'de, gazi'de, soma'da, ermenek'te, sivas'ta, fatsa'da, maraş'ta, reyhanlı'da, roboski'de ve daha birçok yerde katledilen insanlarımız için orada olup adaleti savunacağız!
oğulları 1980 cuntası tarafından götürülen ve bir daha oğullarından haber alamayan cumartesi anneleri için orada olup adaleti savunacağız!
dünya da işçi ölümlerinde 1.sıradayız ve bunu fıtratla kaderle geçiştirmek isteyen insanlara inat orada olup işci kardeşlerimizin haklarını savunacağız!
ösym'nin sınavlarını silgi kullanmadan yapan cemmatlere karşı orada olup adaleti savunacağız!
musa kart başta olmak üzere, fetö ve başka hiçbir örgütle ilgisi olmayan insanlar sırf muhalif diye hapishanelere atıldı, o insanların özgürlüklerine kavuşmaları için orada olup adaleti savunacağız!
sanata ve sanatçıya saldırıp heykellere ucube diyenlere inat, sanatı yakarak yok edeceğini sanan zavallılara inat orada olup adaleti savunacağız!
adana'da cemmat yurtlarında yanan çocukların hesabını sormak için adaleti savunacağız!
ülke kurucularına hakeret eden sözde din adamı deyyuslara karşı orada olup adaleti savunacağız!
yarın saat 18.00'da maltepe miting alanındayız, sizi de bekleriz.
Daha vahimi için;
Bakınız: Diyare iken osurmaya niyetlenirken gayriihtiyari sıçmak.
Neden düz bakınız değil bu? Çünkü bunun başlığı açılacaksa buna çanak tutan ben olmam.
Bakınız: Diyare iken osurmaya niyetlenirken gayriihtiyari sıçmak.
Neden düz bakınız değil bu? Çünkü bunun başlığı açılacaksa buna çanak tutan ben olmam.
iyeoka şiiri.
benim için favori kısmı:
When Boston city lights mask the majesty of my favorite constellations
I will remember the moon...
Pregnant and smiling
Because I am a poet
As if she knows that I am
Invested enough to write about it
Perhaps because I am a poet
I will remember the unseen
Baya felsefik hatta romantik.
Bence en gerçekçi kısmı:
The homeless and the beggars, the roadside wanderers,
People just trying to survive
Children roadside selling cell phones and unwanted trinkets
I will remember the local roads
Beaten and eroded by rain and time
Huts built beside a 15 story hotel skyrise
So many having so much
Neighbors with others living with nothing
But the hand-me-downs on their backs
And the realities of poverty crushing their
Promises of tomorrow
İşte saf kapitalizm , saf gerçek.
benim için favori kısmı:
When Boston city lights mask the majesty of my favorite constellations
I will remember the moon...
Pregnant and smiling
Because I am a poet
As if she knows that I am
Invested enough to write about it
Perhaps because I am a poet
I will remember the unseen
Baya felsefik hatta romantik.
Bence en gerçekçi kısmı:
The homeless and the beggars, the roadside wanderers,
People just trying to survive
Children roadside selling cell phones and unwanted trinkets
I will remember the local roads
Beaten and eroded by rain and time
Huts built beside a 15 story hotel skyrise
So many having so much
Neighbors with others living with nothing
But the hand-me-downs on their backs
And the realities of poverty crushing their
Promises of tomorrow
İşte saf kapitalizm , saf gerçek.
ilk duyduğum anda paylaşmayı görev bildiğim, severek sayarak dinlediğim gruplardan biridir. bi şans verin.
Olduğunuz otele göre değişkenlik gösterir.
Hangi teki sağ hangisi sol derken gözleri şaş olan arkadaşlarım var.
5 yıldız ve üzeri otellerde havlu dokulu terlikler varken alt seviye otel ve pansiyonlarda sanki 5'li eti kremali almışsınızda, o 5 paketi bir arada tutan büyük paketi ayağa geçirmişsiniz gibi oluyor.
Bir de giydiğin terlik olmasına rağmen ayakkabı giyme eforu sarfediyorsunuz. Yazık yahu.
Yerli turiste bunu müstehak görenlere lanet olsun...
Hangi teki sağ hangisi sol derken gözleri şaş olan arkadaşlarım var.
5 yıldız ve üzeri otellerde havlu dokulu terlikler varken alt seviye otel ve pansiyonlarda sanki 5'li eti kremali almışsınızda, o 5 paketi bir arada tutan büyük paketi ayağa geçirmişsiniz gibi oluyor.
Bir de giydiğin terlik olmasına rağmen ayakkabı giyme eforu sarfediyorsunuz. Yazık yahu.
Yerli turiste bunu müstehak görenlere lanet olsun...
Ülkece kafayı yediğimizin hatta helvasıyla şölen yaptığımızın göstergesidir.
Ozan Güven ve röportaj mevzusunu bilmeyenler için yine bi mekan çıkış gazeteciler falan fistan sonra olaylar olaylar ve küfrü patlatıyor. Yine belki bu mevzuyu hatırlayan motorcu "bana bi küfretsene" diyor. Tabii hoca da durur mu yapıştırmış küfrü.
Ozan Güven ve röportaj mevzusunu bilmeyenler için yine bi mekan çıkış gazeteciler falan fistan sonra olaylar olaylar ve küfrü patlatıyor. Yine belki bu mevzuyu hatırlayan motorcu "bana bi küfretsene" diyor. Tabii hoca da durur mu yapıştırmış küfrü.
mutlaka açıklamalıyım.
zengin sözlük yönetimi, malum hastane rezaleti olduğunda bizzat e-mail atarak yanımızda oldu ve gereken tüm desteği sundu. kendilerine, yazarlarına şahsen çok teşekkür ediyorum. yine şahsen yazdıklarımda herhangi bir viral, reklam söylentisi olmasın diye reklam vermedim ve bunu açıklamadım.
daha ilk gününde her konuda destek olabileceklerini ve atılan tüm yazarlara kapılarının açık olduklarını yazmışlardı. umarım buraya gelen yazarlarına sansür uygulamaz, adalete ise sonuna kadar inanırlar.
tekrar teşekkür bir borç benim adıma.
zengin sözlük yönetimi, malum hastane rezaleti olduğunda bizzat e-mail atarak yanımızda oldu ve gereken tüm desteği sundu. kendilerine, yazarlarına şahsen çok teşekkür ediyorum. yine şahsen yazdıklarımda herhangi bir viral, reklam söylentisi olmasın diye reklam vermedim ve bunu açıklamadım.
daha ilk gününde her konuda destek olabileceklerini ve atılan tüm yazarlara kapılarının açık olduklarını yazmışlardı. umarım buraya gelen yazarlarına sansür uygulamaz, adalete ise sonuna kadar inanırlar.
tekrar teşekkür bir borç benim adıma.
yazılarını beğendiğim yazar. ayrıca nick altına kimse yazmamış, hayret! kaleminin güçlü olması dileğiyle...
sözlük yazarlarıyla birlikte her ay belirlenen bir kitabı okuyup, ayın sonunda da o kitabın başlığı altında keyifli bir entry şöleni oluşturma amacıyla düzenlenen sözlük etkinliğidir.
etkinlikle alakalı olarak;
1-) kitap belirleme: kitabı duyurular bölümünde açılacak bir başlık adı altında gelen tavsiyeler üzerine derleyip, toparlayacağız ve daha sonra bir çekiliş yaparak nihayete erdireceğiz.
2-) kitap süresi: seçilen kitabın süresi ortalama 15 gündür ama kitabın sayfa sayısına bağlı olarak da değişkenlik gösterebilir.
3-) kitap hakkında yorumlar: kitabın seçildiği ilk günlerde, kitap hakkında başlık açılacak ve o başlık adı altında entry'ler yazılabilecektir.
1. Kitabımız
2. Kitabımız
3. Kitabımız
4. Kitabımız
5. Kitabımız
6. Kitabımız
Konuyla alakalı herhangi eklemek istediğiniz ya da şu konuda düzeltme, çıkartma olsa diyorsanız, yine bu entry'nin yorumlar kısmına yazabilirsiniz.
Kitabı okumuş olmanız etkinliğe katılamayacağınız anlamına gelmez. maksat daha güzel bir ortam ve keyifli bir muhabbet başlatmak. merak ettikleriniz ve daha fazlası için bu başlık adı altında yorumlarınızı bekliyoruz.
etkinlikle alakalı olarak;
1-) kitap belirleme: kitabı duyurular bölümünde açılacak bir başlık adı altında gelen tavsiyeler üzerine derleyip, toparlayacağız ve daha sonra bir çekiliş yaparak nihayete erdireceğiz.
2-) kitap süresi: seçilen kitabın süresi ortalama 15 gündür ama kitabın sayfa sayısına bağlı olarak da değişkenlik gösterebilir.
3-) kitap hakkında yorumlar: kitabın seçildiği ilk günlerde, kitap hakkında başlık açılacak ve o başlık adı altında entry'ler yazılabilecektir.
1. Kitabımız
2. Kitabımız
3. Kitabımız
4. Kitabımız
5. Kitabımız
6. Kitabımız
Konuyla alakalı herhangi eklemek istediğiniz ya da şu konuda düzeltme, çıkartma olsa diyorsanız, yine bu entry'nin yorumlar kısmına yazabilirsiniz.
Kitabı okumuş olmanız etkinliğe katılamayacağınız anlamına gelmez. maksat daha güzel bir ortam ve keyifli bir muhabbet başlatmak. merak ettikleriniz ve daha fazlası için bu başlık adı altında yorumlarınızı bekliyoruz.
Lgbt hakları kapsamında, amacı eşcinsellerin yaşam alanlarını genişletmek olan uygulama. Yanlış anlaşılma olmasın.
Yoksa kimse pisuvarda çük görmek ya da kadınların gerçekten pembe sıçıp sıçmadıklarını test etmek için böyle bir talepte bulunmuyor.
Yoksa kimse pisuvarda çük görmek ya da kadınların gerçekten pembe sıçıp sıçmadıklarını test etmek için böyle bir talepte bulunmuyor.
inhibitorler giderken Nasus'un soloda stack kasmasi olayinda kullanilabilecek en guzel cumledir.
(bkz:league of legends)
(bkz:Nasus)
(bkz:league of legends)
(bkz:Nasus)