(bkz:yılanların öcü)
kurban bayramı'nın olmazsa olmazlarından. ailenin en pişkin ve en dönek kişisi, eh işte öyle böyle yürüttüğü aile ilişkileri- ne de olsa kardeşimiz felsefesi- sayesinde gelir yanınıza oturur. mecburi çay ikramı, mecburi bir tebrik, odadan kayboluş, gidene kadar ortaya çıkmayış, kapanış. kapınızdan içeri almayacağınız insanlara anne baba hürmetine katlanmak zorunda kalırsınız.
benim için anlamı, soframa gelen etin kıymetini daha iyi bilmem düşüncesi oluyor. et öyle tarlalardan tohum toplar gibi toplanan bir şey değil. bir canlının sıcak kanıyla ıslandığı zaman elim, doğamızın bir parçası olsa da etin bedeli büyük bir nimet olduğunu hissediyorum. güzel bir hayvanın yaşamı oracıkta son buluyor. oysa önünüze gelen hamburger de iyi pişmiş dumanı üstünde bir köfteden ibaret her şey. vegan değilim, olmam da. ama her bayram etin saygı duyulması gereken israf edilmemesi gereken bir şey olduğunu hissediyorum yeniden.
gözlerimizin kulaklarımızın pasını şöyle bir aldı bunu baştan belirteyim. oldukça güzel bir filmdi.
ingilizce ismiyle Cockatoo. avustralya kökenli kakadugiller ailesinden bir tür papağan. çok karakteristik hareketlere sahip, konuşkan, gürültücü, bazen artist bazen asi bir kuştur. videolarını izlemek inanılmaz eğlencelidir.
İçinde yönlendirmek, zorlamak var bunun.
Kendi haline bıraktığında olacak olanı reddedişle başlar. Emek bir dirençtir, tarlasında istediği zamanda istediği mahsulün çıkmasını isteyen çiftçinin güneşe, rüzgara, yabani otlara karşı verdiği mücadeledir emek.doğanın pek o kadar da şans tanımadığı bir bitkiye geniş alanlarda bir hükümranlık vermek içindir. Bu verdiğimiz hükümranlık ise bize mahsül versin içindir.
Sormak gerek emek verdiklerimiz için söküp attığımız otlar, kestiğimiz ağaçlar, bozduğumuz dengeler, yönünü çevirdiğimiz sular, istediğimiz mahsüle değer miydi. Peki emek verdiğimiz mahcup muydu en nihayetinde gözümüz sürekli vereceği mahsüle dikilmişken “ sana emek verdim ben” cümlesini işitince, mahcup olması gerekir miydi bir kere ?
İyiliğini düşünmek bizim iyi olarak belirlediğimiz formlara iyiliği düşünüleni sokma uğraşıdır evet, bizimle çelişmesin ters düşmesin uzaklaşmasın korkusudur belki de bu evet, ama kim inkar edebilir iyiliği düşünülenin gözüne düşen karanlık vazgeçişlere, düşlediği sonuçsuz düşlere, zararı ona dokunacak isteyişlere rağmen onun için ona rağmen o akıp giderken deli bir nehir gibi yolu üzerinde bentler olup onu durdurmadan o fark etmeden, hep yıkılıp hep kırılıp yeniden oluşup onun yolları üzerinde, nihayet tüm gücünü suyunu o çöl gibi ovalarda kaybedip heba etmeden, çiçekler açmasına açtırmasına değecek vadilerde birikip bir deniz olmasına bir denize deniz olmasına el vermenin emek vermenin zaman vermenin güzel bir şey olduğunu ? bu beklide bendin rüyası değil midir ? emek bendin mücadelesidir belki de.
En nihayetinde, emek saksıda büyütülmüş bir çiçek kadar doğala karşı gibi olsa da, çiçek de yaşar yaşamaklığını çiçeği eken de, dağda bir başına açmış gelinciğin gücünde değil belki de lale, ellerinden tutunca güzelleşir. Emek bazen, birbirine tutunmaya muhtaç ellerin çaresizliğidir.
Kendi haline bıraktığında olacak olanı reddedişle başlar. Emek bir dirençtir, tarlasında istediği zamanda istediği mahsulün çıkmasını isteyen çiftçinin güneşe, rüzgara, yabani otlara karşı verdiği mücadeledir emek.doğanın pek o kadar da şans tanımadığı bir bitkiye geniş alanlarda bir hükümranlık vermek içindir. Bu verdiğimiz hükümranlık ise bize mahsül versin içindir.
Sormak gerek emek verdiklerimiz için söküp attığımız otlar, kestiğimiz ağaçlar, bozduğumuz dengeler, yönünü çevirdiğimiz sular, istediğimiz mahsüle değer miydi. Peki emek verdiğimiz mahcup muydu en nihayetinde gözümüz sürekli vereceği mahsüle dikilmişken “ sana emek verdim ben” cümlesini işitince, mahcup olması gerekir miydi bir kere ?
İyiliğini düşünmek bizim iyi olarak belirlediğimiz formlara iyiliği düşünüleni sokma uğraşıdır evet, bizimle çelişmesin ters düşmesin uzaklaşmasın korkusudur belki de bu evet, ama kim inkar edebilir iyiliği düşünülenin gözüne düşen karanlık vazgeçişlere, düşlediği sonuçsuz düşlere, zararı ona dokunacak isteyişlere rağmen onun için ona rağmen o akıp giderken deli bir nehir gibi yolu üzerinde bentler olup onu durdurmadan o fark etmeden, hep yıkılıp hep kırılıp yeniden oluşup onun yolları üzerinde, nihayet tüm gücünü suyunu o çöl gibi ovalarda kaybedip heba etmeden, çiçekler açmasına açtırmasına değecek vadilerde birikip bir deniz olmasına bir denize deniz olmasına el vermenin emek vermenin zaman vermenin güzel bir şey olduğunu ? bu beklide bendin rüyası değil midir ? emek bendin mücadelesidir belki de.
En nihayetinde, emek saksıda büyütülmüş bir çiçek kadar doğala karşı gibi olsa da, çiçek de yaşar yaşamaklığını çiçeği eken de, dağda bir başına açmış gelinciğin gücünde değil belki de lale, ellerinden tutunca güzelleşir. Emek bazen, birbirine tutunmaya muhtaç ellerin çaresizliğidir.
sadece gıda alanında değil, tüm perakende piyasasında ( mobilya, teknoloji, beyaz eşya, internetten satış) türkiye'nin ciro lideridir son iki yıldır.. en yakın rakibi migros'u 2'ye katlamaktadır. en yakın farklı sektörden rakibi lc waikiki'den 2.5 kat daha fazla satış yapmaktadır. en yakın teknoloji mağazası teknosa'yı 6'ya katlamaktadır.
yara bantlarıyla doludur. Mad men'den geliyor :
-Arkadaşının neyi var ?
-Başka birinin karısıyla ilişkisi var.
-Bu yüzden mi hastanede ?
-Komplikasyon olmuş.
-Neden yapmış bunu ?
-Hep normal sebeplerden işte. Biraz rahatlamaya ihtiyacı varmış. Biraz macera istemiş. kendini yine yakışıklı hissetmek istemiş. Bir şeyler bildiğini hissetmek istemiş. Geçen yılların bir işe yaradığını, gençlerin henüz bilmediği şeyler bildiğini görmek istemiş. Birkaç içki içip kendini çok, çok iyi hissedeceğini zannetmiş herhalde. Sonra da normal hayatına dönüp “ çok iyiydi yahu” diyecekmiş.
-Ama hastalanmış öyle mi ?
-Her şey bittiğinde kalbi kırılmış. İşte o zaman, sahip olduğu şeylerin de zaten pek de iyi olmadığını anlamış. Zaten bütün bu olanların sebebi de buymuş. Hayatının ve ailesinin, derin bir yara üstündeki yara bandı gibi olduğunu anlamış.
-Arkadaşının neyi var ?
-Başka birinin karısıyla ilişkisi var.
-Bu yüzden mi hastanede ?
-Komplikasyon olmuş.
-Neden yapmış bunu ?
-Hep normal sebeplerden işte. Biraz rahatlamaya ihtiyacı varmış. Biraz macera istemiş. kendini yine yakışıklı hissetmek istemiş. Bir şeyler bildiğini hissetmek istemiş. Geçen yılların bir işe yaradığını, gençlerin henüz bilmediği şeyler bildiğini görmek istemiş. Birkaç içki içip kendini çok, çok iyi hissedeceğini zannetmiş herhalde. Sonra da normal hayatına dönüp “ çok iyiydi yahu” diyecekmiş.
-Ama hastalanmış öyle mi ?
-Her şey bittiğinde kalbi kırılmış. İşte o zaman, sahip olduğu şeylerin de zaten pek de iyi olmadığını anlamış. Zaten bütün bu olanların sebebi de buymuş. Hayatının ve ailesinin, derin bir yara üstündeki yara bandı gibi olduğunu anlamış.
bir şeye veya birine gereken ilgiyi göstermeme.
İhmal ettiğimiz iş, sağlık, eğitim veya görev olduğunda bunlar neticede belli bir amaç için yapılan ve düzgün yapılmadığında kayba uğratan şeyler olduğundan, burada ihmal sorumluluğunu yerine getirmemek şeklinde oluyor.
Fakat bir insanı ihmal etmekte, daha doğrusu çıkar veya sorumluluk dışında sevgi ve muhabbetle bağlanılmış olanı ihmal etmekte biraz duygusuzca bir taraf var gibi gelir. Seni ihmal ettim dediğiniz kişiye ihmali telafi amaçlı yaklaşırsanız karşıdaki kişi sizin bir sorumluluğun ya da bir tür sözleşmenin gereklerini yerine getirme amaçlı davrandığınızı düşünecektir, burada dost sevgili veya aile bireyi bir meta, bir araç, bir fonksiyon gibi durur. Peki nasıl düşünmeli ? ihmal ettiğimizin yerini, değerini, hissini canlı tutar ve hissedersek zaten ihmal etmeyeceğizdir. Çünkü davranışımızın doğal yönelimi ona doğru olacaktır. O da bunu hissedecektir. Fakat hisler mi dinlenmeli ? hisler bazen peşin zevkleri uzun vadeli fakat emek isteyen doğrulara tercih eder. O an ne hissediyorsam onu uygularımcılığın sonu nefsinini köpeği olmaktan başka şey değildir.
Erdemleri ve değerleri üstte tutmak gerek, ve hatırlamak gerek, hatırlamak ataletin pasını çözer, yapay olmayan, ihmali telafi değil eksikliği hissediş olarak bizde yer bulur. Bu yüzden ihmal ettiğimizin, hele ki bu aileyse, görev bilincinden önce hissini hatırlayıp öyle ihmali telafi etmek gerek. Ruhu bu telafiye zorlamak değil, doğal akışını bu yönde tutmak mesele.
İhmal ettiğimiz iş, sağlık, eğitim veya görev olduğunda bunlar neticede belli bir amaç için yapılan ve düzgün yapılmadığında kayba uğratan şeyler olduğundan, burada ihmal sorumluluğunu yerine getirmemek şeklinde oluyor.
Fakat bir insanı ihmal etmekte, daha doğrusu çıkar veya sorumluluk dışında sevgi ve muhabbetle bağlanılmış olanı ihmal etmekte biraz duygusuzca bir taraf var gibi gelir. Seni ihmal ettim dediğiniz kişiye ihmali telafi amaçlı yaklaşırsanız karşıdaki kişi sizin bir sorumluluğun ya da bir tür sözleşmenin gereklerini yerine getirme amaçlı davrandığınızı düşünecektir, burada dost sevgili veya aile bireyi bir meta, bir araç, bir fonksiyon gibi durur. Peki nasıl düşünmeli ? ihmal ettiğimizin yerini, değerini, hissini canlı tutar ve hissedersek zaten ihmal etmeyeceğizdir. Çünkü davranışımızın doğal yönelimi ona doğru olacaktır. O da bunu hissedecektir. Fakat hisler mi dinlenmeli ? hisler bazen peşin zevkleri uzun vadeli fakat emek isteyen doğrulara tercih eder. O an ne hissediyorsam onu uygularımcılığın sonu nefsinini köpeği olmaktan başka şey değildir.
Erdemleri ve değerleri üstte tutmak gerek, ve hatırlamak gerek, hatırlamak ataletin pasını çözer, yapay olmayan, ihmali telafi değil eksikliği hissediş olarak bizde yer bulur. Bu yüzden ihmal ettiğimizin, hele ki bu aileyse, görev bilincinden önce hissini hatırlayıp öyle ihmali telafi etmek gerek. Ruhu bu telafiye zorlamak değil, doğal akışını bu yönde tutmak mesele.
bir amaç uğruna vazgeçilen şey, maddi veya manevi.
Toplumun çıkar ortaklığı sonucu ortaya çıkan bir bütün olduğunu düşünürsek vazgeçilemez ve yegane çıkar insanın canı oluyor aslında. En başta bir araya gelme sebebi bu çünkü. İyi olanın insanın sadece kendisi için iyi olan değil, yani kısa vadede iyi olan değil tüm toplum etkileşimi içinde doğruyu gerçekleştirmek sonucu ortaya çıkan şey olduğu düşüncesi, bireycilikten çok toplumcu bir bakışı getiriyor ama onun da ucu ülkeyi koruması için evlenmesi, mal mülk edinmesi, ikinci bir zanaatle uğraşması yasak asker sınıfının yetiştirildiği bir devlet anlayışına kadar gidiyor. Bir nevi bir hücreye benzeyen insanın kendi yaşamını sürdürmek için var ettiği vücutta farklı bir hücre olarak özelleşip yeri geldiğinde çok kısa ömürlü olması gibi. Akyuvarlar, alyuvarlar, sinir hücreleri.. veya deri hücresi olmak gibi.
Alman ordusu bir bataklığa denk gelir ve ordunun bataklığı geçebilmesi için alman tankçılar tanklarını bataklığa sürer, kendini feda eder. Alman ordusu ise onların üzerinden bataklığı geçer. Devlet veya millet içi kişinin kendini feda edebilmesi fikrinin uç noktalarından biri bunlar, intihar bombacıları, feda eylemleri.. veya bunun başka bir versiyonu olarak mesele vatansa gerisi teferruattır fikrinden yola çıkılarak devlet veya Millet için feda edilen milyonlar, binler, yüzler.. askerler, siviller, çocuklar…
Temel meselem, insan yaşamını sürdürülebilir kılmak için bir araya gelen ve sonradan kendilerine kutsallar atfeden toplumların hiçbir ortak çıkarının tek bir insanın hayat hakkının üstüne geçemeyeceği.
Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir diyen bir dine mensup insanların, kardeş katlini, kendini feda etmeleri haklı ve güzel bulmaları garipliği de öylece duruyor. Diğer yandan, üzerindeki bombaları patlatıp birçok kişiyi öldüren intihar bombacısını kınarız da sen kaç ben onları oyalarım kahramanını överken ikisinin de yaptığı şeyin en nihayetinde arkadaşlarını kurtarmak ve düşmana daha fazla zarar vermek olduğunu atlarız.
Said nursi “ bir fert umumun selameti için dahi feda edilmez. Toplumun selameti için ferdin hakkı ve hayatı feda edilemez. Hem bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilemez” diyor.
Onun kitaplarını basma yetkisini diyanete vererek ne kadar sahip çıktığını gösterip risale-i nur cemaatini sahiplenen iktidar ise hayrettin karaman dan aldığı “ devletin zararı için içinde masumlar da olsa cemaatlerin ve grupların zararı göze alınır” fetvasıyla açıkça hak yiyebiliyor. Tıpkı hakkını yedikleri cemaatin bir zamanlar, biz nasıl olsa buralara devletin milletin iyiliği için geliyoruz diye başka insanların geleceğini, onurunu, hakkını gasp etmesi, çalması gibi.
Toplumun çıkar ortaklığı sonucu ortaya çıkan bir bütün olduğunu düşünürsek vazgeçilemez ve yegane çıkar insanın canı oluyor aslında. En başta bir araya gelme sebebi bu çünkü. İyi olanın insanın sadece kendisi için iyi olan değil, yani kısa vadede iyi olan değil tüm toplum etkileşimi içinde doğruyu gerçekleştirmek sonucu ortaya çıkan şey olduğu düşüncesi, bireycilikten çok toplumcu bir bakışı getiriyor ama onun da ucu ülkeyi koruması için evlenmesi, mal mülk edinmesi, ikinci bir zanaatle uğraşması yasak asker sınıfının yetiştirildiği bir devlet anlayışına kadar gidiyor. Bir nevi bir hücreye benzeyen insanın kendi yaşamını sürdürmek için var ettiği vücutta farklı bir hücre olarak özelleşip yeri geldiğinde çok kısa ömürlü olması gibi. Akyuvarlar, alyuvarlar, sinir hücreleri.. veya deri hücresi olmak gibi.
Alman ordusu bir bataklığa denk gelir ve ordunun bataklığı geçebilmesi için alman tankçılar tanklarını bataklığa sürer, kendini feda eder. Alman ordusu ise onların üzerinden bataklığı geçer. Devlet veya millet içi kişinin kendini feda edebilmesi fikrinin uç noktalarından biri bunlar, intihar bombacıları, feda eylemleri.. veya bunun başka bir versiyonu olarak mesele vatansa gerisi teferruattır fikrinden yola çıkılarak devlet veya Millet için feda edilen milyonlar, binler, yüzler.. askerler, siviller, çocuklar…
Temel meselem, insan yaşamını sürdürülebilir kılmak için bir araya gelen ve sonradan kendilerine kutsallar atfeden toplumların hiçbir ortak çıkarının tek bir insanın hayat hakkının üstüne geçemeyeceği.
Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir diyen bir dine mensup insanların, kardeş katlini, kendini feda etmeleri haklı ve güzel bulmaları garipliği de öylece duruyor. Diğer yandan, üzerindeki bombaları patlatıp birçok kişiyi öldüren intihar bombacısını kınarız da sen kaç ben onları oyalarım kahramanını överken ikisinin de yaptığı şeyin en nihayetinde arkadaşlarını kurtarmak ve düşmana daha fazla zarar vermek olduğunu atlarız.
Said nursi “ bir fert umumun selameti için dahi feda edilmez. Toplumun selameti için ferdin hakkı ve hayatı feda edilemez. Hem bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilemez” diyor.
Onun kitaplarını basma yetkisini diyanete vererek ne kadar sahip çıktığını gösterip risale-i nur cemaatini sahiplenen iktidar ise hayrettin karaman dan aldığı “ devletin zararı için içinde masumlar da olsa cemaatlerin ve grupların zararı göze alınır” fetvasıyla açıkça hak yiyebiliyor. Tıpkı hakkını yedikleri cemaatin bir zamanlar, biz nasıl olsa buralara devletin milletin iyiliği için geliyoruz diye başka insanların geleceğini, onurunu, hakkını gasp etmesi, çalması gibi.
hayali bir düşman yaratıp onunla savaşırken kahraman pozu kesme tribinin bir dış yansıması. kimsenin lahmacun yiyen insanı itici bulduğu yok, varsa da cılız birkaç sesten öteye gitmez. ama bir anda savunma orduları şahlanıp hücuma falan kalkıyor enteresan.
bazı sözlük başlıklarında da görüyorum bunu, yel değirmenleriyle savaşır gibi " demek x konuda y demişler ha" diye sinirlenip yazılar döşeniyor.
insanların artık trollere ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. bir nevi deşarj elemanı görevi görüyorlar sanırım.
bazı sözlük başlıklarında da görüyorum bunu, yel değirmenleriyle savaşır gibi " demek x konuda y demişler ha" diye sinirlenip yazılar döşeniyor.
insanların artık trollere ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. bir nevi deşarj elemanı görevi görüyorlar sanırım.
türkiye'nin akp hegamonyası altına girme sürecinde basının amiral gemisi hürriyet'in genel yayın yönetmeniydi. malum zihniyet ile iktidar olmadan önce mücadele yolunu seçmiş, iktidara geldiklerinde uyuşmaya çalışmış, sonra yeniden savaş halini almış en son teslim olmuştur medyası gibi. sermaye medyası gibi görünmemeyi iyi becerenlerdendir diyeceğim ama aklıma zırt pırt yazdığı aydın doğan ne kadar da mükemmel bir insan yazıları geliyor.
insanı hiç görmediği ıssık gölü'nü gecelerce uzun uzun izlemiş gibi hissettiren cengiz aytmatov kitabı.
her gün yazmak veya kısa periyotlarla yazmak zorunda olmanın ve bir yerden sonra geçimini buradan kazanmak zorunda olmanın yozlaştırdığı yazar güruhu. eskiden çok etkili, hükümet düşürecek adamlardı ama sosyal medyanın etkisi, yazılı medyanın sermayenin emrinde olduğunun görülmesiyle önemsizleştiler denebilir.
özetle etki alanı. bir devletin kendi sınırlarının dış çevresinde nüfuz edebildiği, sosyo- ekonomik bağlarla kendine bağlayabildiği, siyasi yapısına etki edebildiği siyasi veya coğrafi alan.
aynı mutfağa girmeden önce övüp durduğumuz salatalarımızı, benimki her zaman tam kıvamında suyunu çeker dediğiniz pilavlarınızı tattırma vaktidir, eteklerdeki taşlar dökülsündür, ayinesi işti kişinin laf bakılmaz meydanıdır. hem aynı mutfağa giremediğiniz insanla sevgili mi olunur ?
arakan'da yaşayan müslümanların baskı ve yıldırma politikaları ile göçe zorlandığı bir gerçek. neredeyse 100 yıllık bir problem var ortada. bunun sebebini, kimin ne kadar suçlu olduğunu bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey varsa o da bu insanların topraklarından çıkarılmak, komşu müslüman ülkelere gitmek zorunda bırakılmak istenmesi.
işin sosyal medya boyutu ise tam anlamında facia. buradaki propagandayı siyasal islamcılar ve el kaide türevi radikaller yapıyor. onların ise insanlıkla birilişkileri yok, dertleri kendi faşizmlerine başka bir faşizmin üstün gelmemesi. çok basit bir örnek vereyim, iki gün önce arakan diye paylaşılan ve yazan kişinin nerede insanlık dediği türden bir fotoğrafı kendim araştırdım ve 2004 yılında güneydoğu asya'daki bir tsunamiye ait olduğunu gördüm. paylaşılan fotoğrafların da çoğu böyle başka olaylara ait. bu ahlaksızlığı neden yapıyorlar bilmiyorum ama arakanlı müslümanlar olan rohingyalara faydası olmadığı açık.
işin sosyal medya boyutu ise tam anlamında facia. buradaki propagandayı siyasal islamcılar ve el kaide türevi radikaller yapıyor. onların ise insanlıkla birilişkileri yok, dertleri kendi faşizmlerine başka bir faşizmin üstün gelmemesi. çok basit bir örnek vereyim, iki gün önce arakan diye paylaşılan ve yazan kişinin nerede insanlık dediği türden bir fotoğrafı kendim araştırdım ve 2004 yılında güneydoğu asya'daki bir tsunamiye ait olduğunu gördüm. paylaşılan fotoğrafların da çoğu böyle başka olaylara ait. bu ahlaksızlığı neden yapıyorlar bilmiyorum ama arakanlı müslümanlar olan rohingyalara faydası olmadığı açık.
ölülerin gömüldüğü alan.
mezarlıklar ölüler için değil diriler içindir der elias canetti. onların buna ihtiyacı yok, onlardan fazla geride kalanların ihtiyacı var, onları o temiz, yeşilikler içinde parlak mermerlerin arasında, huzurlu bir sessizliğin içinde görmeye. ayrıca henüz yaşarken, öldüğümde gideceğimiz yerin de belirlenmiş, ziyeret edilen, şık ve temiz bir yer olmasını isteriz. mezarlık servileri altında serin bir istirahatgahta. öldükten sonra da yaşama bıraktığımız bir tür bağdır bu da. unutulma korkusuna da iyi gelir.
mezarlıklar ölüler için değil diriler içindir der elias canetti. onların buna ihtiyacı yok, onlardan fazla geride kalanların ihtiyacı var, onları o temiz, yeşilikler içinde parlak mermerlerin arasında, huzurlu bir sessizliğin içinde görmeye. ayrıca henüz yaşarken, öldüğümde gideceğimiz yerin de belirlenmiş, ziyeret edilen, şık ve temiz bir yer olmasını isteriz. mezarlık servileri altında serin bir istirahatgahta. öldükten sonra da yaşama bıraktığımız bir tür bağdır bu da. unutulma korkusuna da iyi gelir.
şu an oy veremiyor bildirimlere bakamıyor profilime giremiyorum.
kısmi geçici felç yaşamakta olan sözlük.
kısmi geçici felç yaşamakta olan sözlük.
eline emeğine sağlık demezsem olmaz dediğim özverili insan.
büyük güçlerin küçük mandalarının ya da uydularının savaşması, asıl büyük savaşın bir cephesini oluşturmaları. günümüzde terör örgütlerinin önemli ekmek kapılarındandır.
(bkz:pkk)
(bkz:pkk)
işgal hareketlerinin yeni bahanesi. bush doktrini olarak da bilinir. ortaya çıkabilecek bir tehdin yerinde yok edilmesine dayanır. bir nevi muhtemel rakiplerini zayıfken yok etmek. fakat bugün, savaş riski olmasa da rekabet riskine karşı da kullanılmaya çalışılıyor, çoğunlukla ekonomik olarak.
büyük çapta insan toplulukları arasındaki topyekün çatışma. eski dilde harp.
savaşlar her zaman başka bir savaş doğrurur. bunun değiştiği çok az görülmüştür. her ideoloji kendi savaşının son savaş olduğunu iddia eder ama zafer kazandıktan sonra siper kazmaya başlar.
savaşlar her zaman başka bir savaş doğrurur. bunun değiştiği çok az görülmüştür. her ideoloji kendi savaşının son savaş olduğunu iddia eder ama zafer kazandıktan sonra siper kazmaya başlar.
zengin sözlüğün burun deliklerinden ve kulak memesinden, ayak tırnaklarına kadar bilgi akmasını isteyen bir yazar olmadığı gayet açık olan yazardır. bugüne dek herhangi bir yazara bilgi girmiyor diye tavır aldığını ya da aleyhte ifadede bulunduğunu görmedim. bilgisini girip gidiyor. o da onun tarzı.
sorun eksisini basıp geçmek yerine birilerini troll diye vurgulaması. ki bahsettiği yazar troll de değil. aldığı eksiler trollük yaptığı için de değil. " ne alaka amk" duygusu uyandırdığı için. yapmacık kaçıyor çünkü, eğreti duruyor. burası troll barındırabilecek bir yapıda değil zaten şu haliyle. keyifli yazılar dışında ehehe bak şimdi çıkıntılık yapıcam tarzı giriler pek tutmuyor. her arz kendi talebini yaratır ama talebini yaratamadan tepki de çekebilir, değil mi ?
tavsiye : kalabalık sözlüklerde edindiği alışkanlığı ölçüp biçmeden uygulamaya çalışanlara takılmaması gereken yazar.
sorun eksisini basıp geçmek yerine birilerini troll diye vurgulaması. ki bahsettiği yazar troll de değil. aldığı eksiler trollük yaptığı için de değil. " ne alaka amk" duygusu uyandırdığı için. yapmacık kaçıyor çünkü, eğreti duruyor. burası troll barındırabilecek bir yapıda değil zaten şu haliyle. keyifli yazılar dışında ehehe bak şimdi çıkıntılık yapıcam tarzı giriler pek tutmuyor. her arz kendi talebini yaratır ama talebini yaratamadan tepki de çekebilir, değil mi ?
tavsiye : kalabalık sözlüklerde edindiği alışkanlığı ölçüp biçmeden uygulamaya çalışanlara takılmaması gereken yazar.
türk atı ya da türkmen atı olarak da bilinir. orta asya kökenli türk atıdır. tüyleri parlak zarif bir cins. moğollar ve türkler uzun seferlere gidecekleri zaman bu ata özel bir beslenme uygularlarmış. vücudundaki yağ dengesini değiştirmek için yediği yem ve ot düzeni değiştirilir hayvanın dayanıklılığı arttırılırmış. zaten dayanıklı ve çevik olan bu at bir nevi savaş aracı haline gelirmiş.