confessions

kadin kismisi cok yazmaz

1. nesil Yazar - Geleceği parlak

  1. toplam entry 0
  2. takipçi 20
  3. puan 1385

kötülüğün sıradanlığı

olacak o kadar
ilk kez1960'lı yılarda ortaya atılan kavram.

adolf Eichmann Yahudilerin diri diri yakma işlerini organize eden subayın yargılanması için İsrail'e gider. Herkesin düşündüğü gibi karşısında cani bir insanın olacağı düşünülürken. Mahkemede son derece aklı başında, iyi bir aile babası denilebilecek bir kişi vardır. Buradan yola çıkarak ortaya bir kavram atar. Kötülüğünün sıradanlığı. Bu yaklaşıma göre dünyada kötülük marjinal bir oldu değildir. Toplum içerisinde kendi halinde yaşan bireylerin devletin ve içinde bulunduğu kurumların kurallarını sorgulamayan sorgulamadı için sonuçlarını hiç değerlendirmeyen insanlar ortaya çıkar. Bu kişiler için kötülük yapmak sıradan bir davranıştır. Dünyadaki kötülüklerin büyük bir çoğunluğu fanatik, acımasız insanlar değil de. Bu tarz sorgulamayan, korkak, düşünmeyen insanlara aittir olduğunu düşünülür.



iş hayatının insana kazandırdıkları

kozmos
hobisizlik.

bu sayede ot gibi, renksiz, gri mi gri bir insan olursunuz. hobiler kısmını komple yok edersiniz iş sayesinde. bir de mobbing varsa orada bir yerde şölen vardır. böyle bir genelleme yapmamın sebebi, çalıştığınız işi sevme ihtimaliniz türkiye sınırları içerisinde %9.27 olmasıdır.

istanbul havalimanı

frante
yaklaşık 2 yıl boyunca belli aralıklarla şantiyelerden bir kısmında dolaylı olarak çalıştığım havalimanı. gelip giderken "burası bitmez" diyordum sürekli. bitirmişler.

her gidişimde birilerinin öldüğünü/yaralandığını duydum. "bu kadar riskli bir iş ise siz neden çalışıyorsunuz?" diye sorduklarım genelde işsizlikten, maaşların yüksekliğinden, kalacak yerlerinin bile olmadığından bahsediyordu. inanılmaz bir personel sirkülasyonu vardı zaten. yabana atılmayacak miktarda arap, gürcü de çalışıyordu şantiyelerde. hatta zaman zaman konuşup anlaşabileceğim birini bulmakta zorlanıyordum. o derece.

askerde o yaratığımsıları dahi yemiş pis boğaz bir insan olarak ben bile buradaki yemekhanelerin kokusu, pisliği ve yemeklerin kötülüğünden dolayı yemekhanede doğru düzgün yemek yemedim. ha şimdi diyeceksin ki "ulan adamlar ölmüş sen iki tas çorbanın peşindesin!!" öyle değil. buradaki çalışma şartlarının elle tutulur hiçbir tarafı yoktu. hiçbir insanın mecbur kalmadıkça çalışacağı bir yer değildi.

keskin bir doğal katliam da yaşandı havalimanı inşaatında. karadeniz'e uzanan köylerin çevresinde tıraşlanmış araziler, kaderine terk edilmiş köpekler.. korku filmi gibiydi. şimdi düşündükçe aklıma çakıyor teker teker. hani kimsenin ölmediğini bilsen ve bu tabloyu görsen dahi "yere batsın uçağı da dünyanın en büyük havalimanı da kapatın gidelim burayı" dersin.

konumu zaten istanbul'da yaşadığını iddia eden insanların yüzde doksanının gitmek istemeyeceği bir uzaklıkta.

çok tuhaf. bununla övünülmesi nasıl bir sirkin içinde yaşadığımızı gösteriyor. normal bir adalet düzeninde cumhurbaşkanı falan götürürdü şurada dönen işler.

bilinçaltı

kozmos
''bazı şeylerin bilinçaltında olmasının bir sebebi var, çünkü eğer her şey apaçık, gün gibi ortada olursa insan yaşayamaz yada nefes alamaz hatta bir adım bile atamaz. tamamen bilinçli bir insan bir felçli bir sakat gibidir.''

bilinçaltının varlığıyla deva mı cefa mı olduğu düşünüldüğünde, goethe'den know thyself'e atıf mahiyetinde olan şu cümleyi de yabana atmamalı:
''know thyself? if i knew myself i would run away.''

bunlarla beraber, bilinçaltı incelemesinin, içinde barındırdığı korku veya acıları analiz etmeden, oraya bakmadan imkansız olduğu fikrine daha yakınım. fakat yine de kendi derinliğini kavramak isteyen insan, fitilini ateşlediği şeyleri güç fark eder ve varoluşunun idrakına doğru geri dönüşsüz bir seyir alır.

seks

kozmos
in treatment'da kadın bir danışan, önceden çok kaba davranışlar sergileyen, anlayışsız, sinirli, kıskanç ve hatta bir kere onu seksten sonra ''beni terk edersen seni öldürürüm'' diye tehdit eden, ancak son zamanlarda değişmeye, düzelmeye başlayan, daha anlayışlı ve tutku dolu olmaya başlayan kocasını ve bu duruma karşı hislerini, seksi temel alıp bu 'kötü' gidişat yüzünden kocasını aldatmayı planladığını ve bunun için psikoloğundan izin almak istediğini şöyle aktarıyor:

p-psikolog
d-danışan
d- ''...bu dokunuşlu hisli seks anlaşmada yoktu. biliyor musun bizim alışkın olduğumuz seksi kız arkadaşlarıma bile anlatamazdım. ya bana inanmazlardı ya da sosyal hizmetleri arayıp jake'i tutuklattırırlardı. şu an sanki beynimi almışlar, bitkisel hayata girmiş gibi. fakat bitkisel hayata falan girmedi. sadece berbat bir sevişmeydi. bu senin hatan.''
p- ''ama yine de jake duyarlı olduğunda, sevgisini şefkatiyle ifade ettiğinde bu seni kızdırıyor. buna ''iğrenç'' diyorsun. acaba bu seni korkutuyor olabilir mi? içindeki merhameti açığa vuran insanlara güvenilmeyeceğini, çünkü onların zayıf göründüğünü öğrenmiş olabilir misin? bu yüzden bunu bertaraf etmek için jake'i kızdırıyorsun. onu öfkelendiriyorsun. öyle durumlar yaratıyorsun ki ağzından en kötü sözler çıkıyor, seni tehdit ediyor.''
d- ''ben her an gelebilir. ne yapmalıyım?''
p- ''gerçekten patronunla seks yapabilmen için izin vermemi mi istiyorsun?''
d- ''bir kere. sadece bir kerecik. bana bunun kötü bir şey olmadığını söyle. ''
p- 'bence bu gayet kötü bir şey.''
d- ''fakat bunu öğrenirse açıklayabilirsin. ona akıl verebilir misin? ''
p- ''peki tam olarak ne söyleyeceğim ona?''
d- ''çuvalladığımı! kendime engel olamadığımı, bu işin beni aştığını. ona çuvalladığımı söyle!''
p- ''peki diyelim ki seni affetti, sen kendini affedebilecek misin?''
d- ''ben kendimi daima affederim sorunum da bu. geceleri uyumadan önce ,gözlerimi kapar ve tanrıdan bağışlanmayı dilerim. ve her şey için kendimi bağışlarım. bağışlanmayacak şeyler olsa bile. asla cezalandırılmam.''
p- ''reeves'le yatarsan bunun cezasını çekmeyeceğini mi sanıyorsun?''
d- ''kim cezalandıracak beni?''
p- ''belki sen çoktan kendini cezalandırmaya başladın bile. reeves'le yatarsan o güven duyduğun eski, güzel duygunun, öfkenin geri geleceğini mi sanıyorsun, jake'i kontrol etmeni sağlayan. seninle savaşan, seni tehdit eden jake'i. ve o artık aşkını incelikle ifade ediyor. bu aşkı hak ediyor musun?''
d- ''aşk değil bu! muhtaçlık, zayıflık. çekilmez bir şey.''
p- ''yani ancak seni kontrol ederse, peşine takılırsa, gizli kayıt yaparsa, seni kıskanırsa bu gerçek aşk öyle mi?''
*
seksin yazısız sözleşmelerinde egzoterik bi gövde gösterisi olabileceği cümlesinin yer alabileceği fikrini ciddi ciddi düşünmeye başladım.

insancıklar

kozmos
kronolojik dostoyevski antolojisinde ilk sırada olan kitap. daha doğrusu bir mektup-kitap. çünkü kitap, varvara alekseyevna ile makar devuşkin arasındaki mektuplaşmaları içeriyor. dostoyevski'nin, puşkin güzellemelerinin yağmur olup yağdığı bölümler de çokça. yazıldığı dönemin rusya' sının özellikle alt kesiminde yer alan, fakir/çok fakir insanların dünyasını, gelir eşitsizliğini tadı damakta kalır bir üslupta ve oranda anlatıyor. yine dönemin rusya'sındaki gerçek ve hayal arasındaki uçurum, çok güzel şekillerde yedirilmiş.

--- spoiler ---
makar, varvara'ya derin bir tutkuyla bağlı, varenka'nın uzaktan sayılabilecek bir aile dostu ve biraz yaşını almış, hatta kelli felli denebilecek bir memurdur. saplantı düzeyinde, platonik bir bağlılıktır dillendir(e)mediği. makar, varvaraya olan bu saplantılı fakat dürüst aşkını ''aile dostu'' örtüsünün ardında çeşitli eylemlerle göstermeye çalışsa da, varenka'nın bunun tam idrakında olduğunu ve 'masum ve kırılgan bir melek' imajıyla makar'dan alabileceği tam faydayı almak için kadınlığının şeytani parçasıyla direndiği ihtimalini düşünmeden edemiyor insan. söz gelimi, varenka'nın makar gibi yaşlı ve bir ayağı mezarda olan, hiç evlenmemiş birine yazdığı mektupların bitiş cümlesi olarak, şunları adının başına sıfat olarak eklemesi ise, bir dizi şüpheye sevk ediyor okuru;

''sizi bütün kalbiyle seven minik kuşunuz v.d.''
''duacınız v.d.''
''biricik sırdaşınız v.d.''
''size minnettar köleniz v.d''

ve fakat makar'ın da bu temelde, esasında varvara'dan samimiyet temelinde çok da farkı yoktur. makar'da, okur olarak benim dikkatimi çeken, ''ben buradayım'' diyen, sezinlediğim ilk 'duygu', makar'ın kendine acı çektirerek varvara'dan almayı hedeflediği ilgi ve sevgidir; hatta kendi acı çektirmek, örneğin ayakkabıları yırtık iken zor duruma düşebilecek şekilde varvara'ya hediyeler alması, varvarayı üzdüğü gibi, varvara'da ona karşı şevkat, acıma veya sevgi duygularının da uyandıracağını düşünür. bu duygular varvara'da yer yer uyanmış olabilir, lakin varvara'nın hislerinde ne kadar samimi olduğunu görmemek, başarı dahi sayılabilir.
--- spoiler---

29 ekim endonezya'da yolcu uçağının düşmesi

keskin nisanci
Endonezyalı Lion Air havayolu şirketine ait bir yolcu uçağı, Cakarta - Pangkal Pinang seferi için havalandıktan kısa bir süre sonra 188 kişilik yolcu ve mürettebatıyla denize düştü.

JT-610 sefer sayılı Boeing 737 MAX 8 tipi uçakta 178'i yetişkin, 1'i çocuk, 2'si bebek, 2'si pilot ve 5'i de kabin görevlisi olmak üzere toplam 188 kişinin bulunduğu açıklandı.

Kazadan kurtulan olup olmadığının henüz bilinmediği ifade ediliyor.

endonezya halkına geçmiş olsun diyoruz, umarım kurtulanlar olur. hayatını kaybedenlerin yaradan taksiratlarını affetsin.

ekleme: başlıkta yıl eksik kalmış.

atatürk'ün en güzel sözleri

kozmos
Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet ilimdir. Bunun içindir ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu, her zaman ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besliyerek geliştirmek milli ülkümüzdür.

leyla ile mecnun

kozmos
herkesin deli taklidi yaptığı, bir yere varmaz cümlelerin zeka kokan mizah perdesiyle vitrine koyulduğu eski bir dizi. bitmesinin de bir anlamı vardı ama. ahahahaaha...
gülüyorum yarınsızca. yarasızca. ismail abiiiiğğğğ ahhahaha..

manifesto

kozmos
(bkz:sanat öldü)
*
''burada, bizler zengin bir zemine demir atıyoruz. enerji sarhoşu hayaletler olarak bizler, mızrakla masum teni kazıyoruz.
sağanak bir bedduayız, tropikal bir bolluk...
ve baş döndürücü bir bitki örtüsüyüz.
kauçuk ve yağmur bizim terimiz.
kanıyor ve yanıyoruz.
susuyoruz.
kanımız dinç.
size söylüyorum, başlangıç yok.
ve ürpermiyoruz.
duygusal değiliz.
öfkeli bir rüzgârız, bulutların ve duacıların kirli çamaşırlarını parçalıyoruz, afetin, ateşin ve bozuşmanın merasimini hazırlıyoruz.
yakarışa son vereceğiz ve göz yaşlarını bir kıtadan diğerine yayılan sirenlerle değiştireceğiz.
yoğun zevkin pavyonlarını ve dullarını da zehrin üzüntüsüyle.
yarıgölgeyi yalayıp, bal ve dışkıyla dolu ağıza dolmak için.
gittiğim her yere umutsuzluğu yayıyorum ve cennetten cehenneme elimi savuruyorum.
gözlerimi de cehennemden cennete.
biri kahraman veya aptal olarak ölür, ikisi de aynı şeydir.
fani olmayan tek kelime, ''ölüm'' kelimesidir.
muhtemelen hayattan keyif alıyorsunuz, ancak kötü huylarınız da var.
neye düşkün olmanız gerektiği öğretisine çok düşkünsünüz.
mezarlıklar, melankoli, trajik sevgili, venedik gondolları.
ay'a karşı bağırıyorsunuz.
bu kadar korkak olmasaydınız, kibirli düşüncelerin ve maruz kaldığınız mevcut olmayan tecritlerin altında ezilmeseydiniz, işaretçi gibi giyinip kuşanmasaydınız, bizlerin yaptığı gibi, katliam oyununa karşı doğru durabilirdiniz.
daha fazla inançsızlıktan oldukça korkuyorsunuz.
birinin bir şeye bağlı kalmadan da mutlu olabileceğini anlamıyorsunuz.

her şeyi görüyoruz.
hiçbir şeyi sevmiyoruz.
mantığın ortadan kalkması, dada.
hafızanın ortadan kalkması, dada.
arkeolojinin ortadan kalkması, dada
geleceğin ortadan kalkması, dada.
dada, hala boktan, ancak şu an dan itibaren, şu andan itibaren farklı renklerin boktanlığını istiyoruz. sanat bahçesini konsolos bayraklarıyla süslemek istiyoruz.
dada ne delilik, ne bilgelik, ne ironidir.
dada hiçbir şey demek değildir.
hepiniz, arınmış uyku alkolünden elde edilmiş aptallarsınız.
umutlarınız gibi, hiçbir şeysiniz.
cennetiniz gibi hiç.
idolleriniz gibi, hiçbir şeysiniz.
politikacılarınız gibi, hiçbir şeysiniz.
kahramanlarınız gibi, bir hiç.
sanatçılarınız gibi, hiçbir şey.
dininiz gibi, hiçbir şey.

artık ressam yok.
yazar yok.
müzisyen yok.
heykeltıraş yok.
dinler yok.
cumhuriyetçiler yok.
kralcılar yok.
emperyalistler yok.
anarşistler yok.
sosyalistler yok.
bolşevikler yok.
politikacılar yok.
proleterler yok.
demokratlar yok
burjuvazi yok.
aristokrasi yok.
ordular yok.
polis yok.
vatan yok.
yeter artık bütün bu embesilliklerden,
hiçbir şey yok artık.
hiçbir şey yok artık.
hiçbir şey.
hiç.
hiç.

aranıza gelmeden önce, çürük dişlerinizi, yaralı kulaklarınızı çürüklerle dolu dilinizi parçalamadan önce, çirkin iradesiz, işe yaramaz pipinizi koparmadan önce, bunların hepsinden önce, ansitepsik büyük bir banyo yapacağız..
ve sizi uyarız; sizlerin o doğmamış ufacık bebeklerinizin katili biziz!

ihtiyacımız olan şey; sağlam, doğru, kesin ve daimi anlayışın ötesindeki sanattır. en iyi ve olağan dışı sanatçılar, hayatın taşkın ve coşkunluğunun arasında vücutlarındaki çaputları her saat söküp atanlardır.
kendi zamanlarının zekasına kanayan elleri ve başlarıyla tutunmaya çalışan kişilerdir.
bir an bile sandalyede oturmak birinin hayatını riske atmaktır.''

ağlamak

kozmos
bunu adeta spor haline getirmiş, ağlamayı sığınak bellemiş bünye oluşun dışında, bu noktaya gelmek bir çözülümdür, kişi için bir kilometre taşıdır.

içinde bulunulan çevreye karşı çizilmeye çalışılan imajın/etiketin dökülümüdür, insanın kendi oluşuna kapı aralamasıdır.

zengin sözlük roman

kirklarelili lili
taylan ve fiorabella nın taktikleri ile yorgan mafyasına bir adım daha yaklaşılmıştı. Taylan bir ajan gibi sesini programla değişitirerek bir video yayınladı. yorgan mafyasına askerlerin bulunduğu binayı söyledi. bu yayından 30 dakika sonra yorgan mafyası, söylenen binadaki herkesi kurşuna dizmişti. Lakin bir sorun vardı. Taylan'ın söylediği bina aslında askerlerin değil otomat mafyasının karargahıydı ve bu yayını sadece istanbul bağcılar'da yaşayanlar izleyebilirdi. Taylan böylece hem yorgan mafyasının yerini tespit etti hem de uzun süredir şehirde terör estiren otomat mafyasına büyük bir darbe indirmiş oldu.

suç ve ceza

kozmos
tasvirlerin alıp başını yürüdüğü bir koca tarih.
meyhane için, ellisini geçkin bir yarı meczup, tam sarhoş
tarafından getirilen, sefilliğin de içinde eritildiği şu tanım harikadır:

''--sayın bayım, -diyerek, oldukça ciddi bir tavırla yeniden söze başladı,
-yoksulluk ayıp değil, bir gerçek.
sarhoşluğun erdem olmadığı ise daha büyük bir gerçek. ama sefillik,
bayım, sefillik yüzkarasıdır. yoksullukta yaradılıştan gelen soylu duygularınızı
koruyabilirsiniz, sefillikte ise asla! sefil bir kimseyi insanlar aralarından
uzaklaştırmak için sopa kullanmazlar, süpürgeyle süpürürler; onu daha çok
aşağılama içindir bu ve hakları da yok değildir böyle davranmakta, çünkü sefilliğe
düştüğünde kişioğlunun ilk kendisi hazır olmalıdır kendini aşağılamaya. meyhanelerin
çıkış noktası da burasıdır işte! sayın bayım, bundan bir ay önce bay levezyatnikov
karımı kendi elleriyle dövdü. döverken ben de oracıkta sarhoş yatarken, acaba hiç mi
acı çekmedim?..''

geceye bir söz bırak

kozmos
-oğuz atay
“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım”

zengin sözlük roman

kozmos
bütün bunlar olup biterken, makar devuşkin vakur biçimde evinden sabahın ilk saatlerinde ayrılıyordu. 8. dereceden bir memurdu. üstünde o gün en şık redingotu ile emin adımlarla eski dostu ivan pavloviçin evine doğru gitmek üzere kalabalığa daldı. çalan iphone x'i idi. Mihail Saakaşvili idi telefonun ucundaki... devuşkin şaşırmış bir biçimde telefonu açtı:
''ooooo, hangi dağda kurt öldü, sen bizi arar mıydın dayıoğlu? hayırdır?'' dedi..

egolarından sıyrılmak

kozmos
kendi ihtiyaç ve duygularına nefes alışı duyacak mesafede durulduğu, içgörünün köreltilmeyip beslenildiği vakit ancak. iç sesin, ilkel çığlıklardan çıkıp belit ve arı cümlelere dökülmesiyle ve kendini dışlamayarak, ancak. kendiliğinde, ruhunda açılmış birkaç göçüğü başlarken böylece düzelterek, crystal clear haline santim santim yaklaşarak, ancak.
tabii, bu haliyle bile, tam bir sıyrılmışlık, gene bir fantazi olmaktan çıkmıyor değil. fakat olsun, kaybedenin olmadığı bir anlaşma bu.

zengin sözlük roman

kozmos
...tam der gibi oluyordu ki, demedi. çevik bir hareketle cebinden çıkarttığı kartta yazan numarayı aradı. aradığı numara aranmayı beklercesine konuşuyordu, kozmos sadece ''hı-hı'' ''evet...'' gibi kısa kısa konuşuyordu. telefonun diğer ucundaki x kişisi, bu günü bekliyordu sanki..

zengin sözlük roman

kozmos
''oysa yozgat'ın nesi vardı..'' diye düşündü kozmos, sonra bir an ''hiçbir şeyi yok mesele de bu zaten..'' fikri ağır bastı, bileti düzeltti.
kozmos geniş omuzlarını geriye atıp nato karargahı boyunca, emin adımlarla gürlercesine yürümeye koyuldu.. uzaktaki sevgilisini düşünüyordu, tebessümdü yüzündeki..

kidding

kozmos
uzun süre sonra yeni bir jim carrey dizisi. çocuk televizyonunda adeta ikon haline gelmiş birisi iken ailesinin bir kaza sonucu dağılmasıyla aklını yitirmemeye çalışmasını anlatıyor..
coçuklar gökyüzünün mavi olduğunu biliyor.
o gök, başlarına yıkıldığı zaman ne yapacaklarını bilmeleri gerek asıl.

arthur schopenhauer

kozmos
kendisi hakkında güncel ve son fikrim odur ki, ivedilikle bir psikologa görünmelidir.

kadınlar ve seks konusundaki fikirlerinin arka planında annesine duyduğu maskelenmiş nefret yer alıyor. kitaplarını okuyan kişi, necip fazıl okurken hissettiği o bayağılık ve derinlemesine yüzeyselliği dilinde dahi tadımsayabilir. ilmi bir yanını bulmak için, ekstra bir çaba içine girmek cabası.
tüm varoluşun merkezine dünyayı, dünyanın merkezine insanı, insanın merkezini de sekse indirgemek kolay da, bunun ilk nedenini ifade etmesi güç, hatta bu çaba dahi bu sebeple gülünç.

zengin sözlük yazarlarının denemeleri

samurai
birkaç şarkının sessizliğinden sonra ayağa kalkıp aynaya bakmaya cesaret ediyorum, iki yakamı birleştiren bir boğaz köprüsü. üzerinde binlerce insan aynı yöne koşuyor. elim boğazımda, ben boğazımı sıktıkça insanlar hızlanıyor, hızlanıyor düşünceler. güneş utancından gözlerini yumuyor, ay kahkahalarla yüzüme gülüyor. ardımda kalan hiçbir şey yokken, aklımda kalmış bir şarkı sözüyle yağmur damlalarına ayak uydurmaya çalışıyorum ama nafile. durmuyor zaman, tam karar verecekken nefesimin şiddetiyle bir başka düşün kapısı aralanıyor, elimde bir fırçayla odalara renk katmak için sorgusuz sualsiz atıyorum adımlarımı. farkında değilim karanlığın, söylesene karanlığın içinde hangi rengi görebilir ki insan? ayrılığın, ölümün, yalnızlığın rengi nedir? sevginin, aşkın, içten bir gülüşün rengi.. hayat mı çok karanlık yoksa biz mi, neden seçemiyoruz renkleri?

beyaz bir güvercin kanadının dövdüğü havayı çekiyorum içime, elimde gökyüzünü griye boyamaya hazır bir sigara. bir ona yöneliyorum bir ötekine. bugünlerde şarkılar kadar yalnızım, beni çok uzaklarda dinliyorlar haberim yok hiçbirinden.

zengin sözlük yazarlarının denemeleri

kozmos
-22-
kapatamıyorum gözlerimi. bu caddeler, sokaklar, bu insanlar.
git gide uzuyor ve git gide daha da çekilmez bir hale geliyor..

“bana dua et” diye para verdiğim dilenciler, hepsi. sanki hepsi gizli bir
anlaşma
yapmışlar şimdi.

hepsi birbirinden o kadar bağımsız ve bir o kadar da bağlantı içinde.
kusursuz bir cinayeti planlayan bir katil gibi hissediyorum bir an.
her şey yerli yerinde olmalı ve her şey, ahenkle dans etmeli birbiriyle.
bir “sen” mevzusu var zira.

zaman sanki bana bir tür oyun oynuyor. hakeza aynalar da öyle..
gerçekle hayalin içine girip çıkıyorum her saniye. zamanın zerreden de küçük
bir diliminde karşılaşıyoruz seninle bir sokakta. gözlerimiz birbirine bir o kadar
yabancı ve bir o kadar yakın.

ne çok tümsek birikmiş aramızda öyle?

en koyu rengiyle geceyle yatıp geceyle uyanıyorum güne.
en karanlık gecelerin içinde dumana boğuyorum küçük bir otel odasını.

sadece merak ediyorum…
sen de bazen, nefes alamıyormuş gibi oluyor musun benim gibi?
boğazına bir yumruk oturuyor mu seninde? gün içinde bir işle uğraşıyorken birden
aklına geliyor muyum senin de?

birden kokumu alırmış gibi oluyor musun sen de?

açmalıyım artık bu sayfayı da, yirmi iki kere düşünmeliyim.