confessions

khemri

1. nesil Yazar - Buraları sevdi

  1. toplam entry 530
  2. takipçi 24
  3. puan 9899

günün sözü

khemri
''bir toprak parçasının etrafını çevirerek "burası benimdir" diye düşünen ve insanları kendisine inanacak kadar saf bulan ilk insan, medeni toplumun baş kurucusuydu. hiç kimse insanlığı, bunca cinayetten, savaş ve katliamlardan, bunca dehşet ve felaketten, sınır kazıklarını sökerek veya hendeği doldurarak geride kalanlara, "bu sahtekarı dinlemeyin, eğer bir kez yeryüzünün meyvelerinin hepimize ait olduğunu, yeryüzünün meyvelerinin hepimize ait olduğunu, yeryüzünün ise hiç kimseye ait olmadığını unutacak olursanız, mahvolursunuz."

(bkz:jean-jacques rousseau)

neandertal

khemri
büyük ihtimalle katlettiğimiz ırk. kendimize siyah-beyaz,kürt-türk diye tahammül edemiyor iken başka bir insan ırkına yaşama hakkı tanımamız pek mümkün gözükmüyor.

zengin sözlük

khemri
açılalı bir ay olmadı galiba ama kavgalar vs başlamış bile ve uçurulan yazarlarda var. nasıl başarıyorsunuz anlamak güç, herkes yazmaya yoğunlaşıp saçmalamayı bıraksa güzel olmaz mı.

christmas

khemri
aslında aurelian'ın doğum günü fakat hristiyanlığın kurumsallaşması sırasında bu pagan bayramı hz. isa'nın doğum günü kabul edilerek kutlanmaktadır.

kutsal sol invictus.

sunday at the village vanguard

khemri
25 haziran 1961 tarihinde kaydedilmiş olan bill evans trio albümü. piyanoda bill evans, basda scoot lafaro davulda da paul motian'ın birlikte yaptıkları son kayıttır bu tarihten on gün sonra lafaro trafik kazasında hayatına kaybetmiştir. albüme dönecek olursak caz tarihinin en iyilerinden biridir.

göl

khemri
kara ülkelerinin yüzmek için tercih ettiği sulardır.

özellikle almanya ve rusya'da bu işi baya iyi yapıyorlar. almanlar göl kenarlarına güzel plajlar yapıp günü birlik giderken, ruslar hafta sonlarını değerlendirmek için göl kenarlarında bulunana daçaları tercih ederler.

alegori

khemri
“alegori”nin yunancası allos ile agoreuein kelimelerinden oluşur ve “başka şey söylemek” anlamına gelir. bu, retorik metaforla, ilk anda hemen anlaşılmayan ve kelime anlamından farklı olan soyut bir kavram, somut bir imge yoluyla ifade edilir. bu imge genelde doğadan alınır ve bir insan, canlı veya cansız bir varlık veya bir eylem başka bir şeyin simgesi olarak kullanılır. dolayısıyla alegori; figüratif veya mecazi veya gayri mecazi bir imge yoluyla “başka bir şey söylemek” anlamına gelir.


modern batı geleneğinin tersine ortaçağ insanları için alegori ve simge aynı anlama gelir ortaçağın, yeni-platoncu metafiziğinin yoğun etkisi altındaki patristik gelenekten miras aldığı evren kavramı, bir simge sistemi ve tanrı'nın, insanlara ahlaki ve dini hakikatleri açıklayan mecazi dili olarak algılanır. doğal dünyanın gerçeklerinde tanrı'nın izleri aranır. hayvanlar, bitkiler ve mineraller tasvir edilip incelendiği zaman amaç sadece özelliklerini tanımak değil, aynı zamanda onların ilahi anlamlarını keşfetmektir. johannes scotus eriugena'nın de divisione naturae'da kullandığı ünlü bir cümle, bu “metafizik pansemiyotiği” çok güzel ifade eder: “görünür ve somut olup da soyut ve kavranabilir bir anlamı olmayan hiçbir şey yoktur.”

ammianus marcellinus

khemri
Romalı tarihçilerin en iyilerinden olan Ammianus Marcellinus'un verdiği bilgiler nedeniyle, 354'ten 378'e kadar olan dönem ayrıntılarıyla bilinir. Yunanlı bir aileden gelen Ammianus Antiokheia yerlisiydi, fakat o, Roma ülküsüne bağlılık fikrini imparatorluğun Yunanlılara nasıl aşıladığının güzel bir örneğini oluşturur. Roma ordusunda görev yaparken, hayatının son yıllarını Roma'da ve Latince yazarak geçirdi. İlk Cumhuriyetin sade alışkanlıklarıyla, kentte kendi çevresinde gözlemlediği soyluların çöküşü arasındaki karşıtlığı gösterirken, Roma'nın ilk günlerini özlemle anıyordu. onların zenginlikleri, iddia edildiği üzere yozlaşmaları ve çevrelerini saran bir köle güruhuyla caddelerden geçişleri hakkında yaptığı betimlemeler, yapıtının en canlı tasvirleri arasında yer alır.
Ammianus Tarihi, Tacitus Tarihi'nin sona erdiği IS 96 yılından başlar. Bununla birlikte, eski kitapların tümü kaybolmuştur. 354'ten günümüze kalanlar kişisel deneyime ve çağdaş kanıtlara dayanır ve bütün gücüyle siyasi anlamda ayakta kalmaya yoğunlaşmış bir imparatorluk hakkında, diğerlerinden kat be kat iyi, Hristiyan olmayan bir bakış açısını yansıtır. Ammianus'un yapıtı, sunduğu ayrıntılardaki zenginliğin çok ötesinde, birçok düzeyde dikkate değerdir. Tacitus'un yaptığı gibi o da, mutlak yetkeye sahip bir insandan etrafa yayılan terör havası oluşturur ve yapıtının son bölümlerinde, Roma ordularının 378 yılında Andrianapolis'te aldığı ve eski olan her şeyi silip süpüren bozgundan önce, imparatorluğu kasıp kavuran 'barbar' kalabalıkların yol açtığı güçsüzlüğü anlatır.
Ammianus'un dünyası, dolayısıyla, iktidardakilerin kalabalıkların baskısını hissettiği, çoğunlukla bu tepkiye merhametsizce karşılık verdikleri bir dünyaydı. Ammianus, Constantius'un hükümdarlığı sırasında örneğin, en tepeden en alta kadar imparatorun özellikle nefret beslediklerine karşı yapılan zulmü ayrıntılarıyla anlatır. Pannonia'da Probus adındaki bir praefectus, kimi zaman yoksulları intihara sürükleyen, zenginleri ise bu yıkıcı uygulamalardan kaçıp kurtulmaya sevk eden bir zorbalıkla topladığı vergilerle, imparatorun gözüne girmeye çalışmıştı. Bu, dördüncü yüzyıldan günümüze kalan ve Roma yönetiminin giderek vahşileştiği genel bir tablodur. Yine de bunun gerçeği tam anlamıyla yansıtıp yansıtmadığını söylemek güçtür. Roma yönetimi, devleti gücendirenlere hemen hemen hiç merhamet gösterilmemesi bir yana, yoksullar pahasına daima elit zümrelerin yanında olmuştu.

reconquista

khemri
Kurtuba Halifeliği'nin 1031 'de ani bir şekilde sona ermesi, İslamiyet'in İber Yarımadasındaki varlığını sonlandırmak yerine yarattığı ağır siyasal ve askeri gerilemeyle Hıristiyan hasımlarının ilerleme sürecini başlatır. Reinos de Taifa adı verilen bu yeni dönemde 250 yıldır süren Emevilerin güçlü halifeliği kırk kadar küçük krallık, emirlik ve sultanlığa bölünür.
Halifeliğin yıkıntılarından kısa sürede, Malaga'nın Hammudileri ve Granada'nın Zirileri başta olmak üzere Sakalibaların, yani Slavların veya Valencia'nın Amirileri gibi genelde Kafkas asıllı kölelerin ve Arapların Berberi Müslüman krallıkları doğar. Araplar Saragoza'da önce Yemen asıllı Tucibiler, sonra da Hudi Hanedanı altında organize olur; Toledo'da ise 1018-1081 arasında idarede olan Zunnunileri, 1022'den beri Badajoz'u yöneten Aftasidler izler. Sevilla'ya yerleşen Kadı Ebu el-Kasım muhammed med bin Abbad'ın soyundan gelen Abbadiler de 1031 - 1069 arasında Ebu Hazın Cevher bin Muhammed bin Cevher'in soyundan gelenler tarafından yönetilen Kurtuba'yı da kontrolleri altına alır. Bu topluluk bilim ve edebiyat insanlarının cömert himayesi sayesinde meşruiyet kazanmaya ve onların şöhretlerinden yararlanmaya çalışır.

Ancak Hıristiyan hasımları da eskiye göre çok daha etkili bir şekilde örgütlenir. Tarihi çok eskilere dayanan Asturya-Leon Krallığına, 1031 yılına kadar Leon'a bağlı olan Kastilya Krallığı, Aragon Krallığı ve Barselona Kontluğu eklenir. Bu arada önce Pamplona, sonra Navarra adını alan krallık, Pirene Dağları'nın en kuzeyinde yer alan Bask bölgelerini yönetmeye devam eder,16. yüzyıl başlarında da zoraki olarak İspanya Krallığıyla birleşir.
Abbadi yönetimindeki Sevilla, Endülüs'ün en önemli şehri haline gelip Kurtuba'yı da ele geçirirken , El Mutemid sayesinde Toledo'nun Leon ve Kastilya kralı VI. Alphonsus tarafından fethinin Hıristiyanlar üzerinde çok büyük psikolojik etkisi olacaktır, çünkü hem fethedilen ilk büyük Müslüman şehridir hem de eski Vizigot başkenti yeniden hristiyanların eline geçer, bu da zorlu, ama umut verici Reconquista'nın ilk adımıdır.

1078'de Sevilla halkı onur kıncı mudejar konumuna düşer, ama Endülüs'ün kaçınılmaz olarak tamamıyla parçalanması, bir süreliğine de olsa Sevilla, Badajoz, Kurtuba ve Granada elçilerinin müdahale etmesi için yalvardığı Berberi Murabıtların Sultanı tarafından engellenir.
Aynı yıl 23 Ekim'de Badajoz yakınlarındaki Zallaka'da Müslümanların kazandığı büyük zafer, İberya'daki İslam varlığının süresini uzatacak gibi görünse de kısa süre içinde Endülüs'teki en iyimser Müslümanlar bile Yusuf bin Taşfin'in yardım etmemesinin pek de özverili bir hareket olmadığını anlar.
Hudiler dışındaki Tavaif-ül-Mülk beyleri oldukça hızlı ve acımasız bir şekilde yerlerinden edilir. 1090'da Granada ve Sevilla, ertesi yıl da Alphonsus'la nafile ve zoraki bir ittifaka girmeyi deneyen Kurtuba geri alınır. Amirilerden geri aldığı Valencia'nın beyi olan El Cid de 1099'da Murabıtlarla savaşırken ölür.
Murabıtların tahttan inmesini sağlayanlar ''muvahhidler'' yine müslüman ve yine Berberidir ve Yusuf bin Taşfin'le Kuzey Afrika'nın aynı bölgesinden gelirler.
Heretik gözüyle baktıkları Murabıtlardan kurtulmak için 1123- 1124 arasında Kuzey Afrika'dan yola çıkan Muvahhidlerin Endülüs'e ulaşması 1145- 1146 yıllarını bulur; onları davet eden Murabıt beyi Muhammed bin Ganiye bölge halkıyla ters düşer. Ancak Muvahhidlerin murabıtlardan daha da hoşgörüsüz olduğunu sadece, acımasız bir şekilde zulüm görüp yeni beylerin yobaz gazabıyla neredeyse yok olan Kuzey afrika'da ki Yahudi ve Hıristiyan toplulukları değil, Endülüs'ün müslümanları da fark eder.
Muvahhidler 18 Temmuz 1195'te Kastilya kralı Alphonsus'a karşı bir zafer kazansa da, Müslümanların Las Navas de Tolosa'da uğradıkları ağır yenilgi İslamiyet'in İber Yarımadasındaki hakimiyetinin sonunun başlangıcına da işaret eder.

11. ve 13. yüzyıllar arasında neredeyse tüm Müslüman krallıkları Kurtuba, Almeria, Badajoz, Murcia, Niebla ve Valencia çeşitli Hıristiyan devletler tarafından ele geçirilir. 1110'daki Murabıt ve 1118'deki Aragon istilasından önce, 1076'da Denia ile Balearları kontrolü altına alan Saragoza'nın emiri Mücahit el-Emiri 1015-1016 arasında Sardinya'yı fethetmeyi denemiş, ancak Pisalılarla Cenevizliler arasındaki sıradışı bir ittifak sonucu geri püskürtülmüştü.
Varlığını daha uzun sürdürmeyi başaran tek Tayfa Krallığı, Granada Sultanlığı'dır, ama bunun da nedeni, 1237- 1492 arasında Kastilya'nın vassalı olma durumuna katlanmasıdır; Granada'dan toplanan altın sikkeler Kastilya'nın İslam karşıtlığını yumuşatır, sultanlık da böylece göstermelik de olsa, siyasal varlığını sürdürmeye devam eder. Las Navas de Tolosa'daki Müslüman yenilgisiyle Ocak 1492 arasında 280 yıl var-
Müslümanların dır. Bu uzun dönem kültürel açıdan olağanüstü derecede verimli geçer; siyasal açıdan Hıristiyan krallıklarını memnun ederken Müslümanlar için büyük hayal kırıklıkları yaratır. Savaşlar ve barış antlaşmaları, ağır vergiler ve entrikalar, ittifaklar ve ihanetlerle dolu geçen neredeyse üç yüzyıllık sürede karşıt safları oluşturanlar daima Müslümanlarla Hıristiyanlar değildir. Merini beyi Ebu Yusuf Yakup Endülüs'ün son şansıdır. 1275'te Cebelitarık Boğazı'nı geçer ve Kuzey Afrika kaynaklı bu üçüncü seferin kendilerine Kastilyalılardan kurtaracağını uman Granadalılar tarafından kendisine sunulan Algesiras'a girer. Ebu Yusuf'un dört yıl sonra tam da Algesiras sularında kazandığı deniz zaferi Nasri Sultanlığı'nın kayıplarını telafi eder gibidir, ama Ebu Yusuf'un halefi Ebu Yakup aynı başarıyı sürdüremez, çünkü kendi ülkesinde de Tlemsenli Abdülvadilerin giderek artan husumetiyle karşı karşıyadır.
Merini beyi Ebu El-Hasan Ali'nin gösterdiği çabalar işe yaramaz. 30 Ekim 1340'ta Rio Salado üzerinde uğranılan ağır yenilgi Endülüs'ün hayatta kalma umutlarını tamamıyla söndürür.
Dağılmakta olan siyasal ve askeri tabloyu toparlayacak bir mucize beklentisi içindeki Nasriler Elhamra'daki muhteşem saraylarında yaşamaya devam eder; son sultan olan ve Boabdil olarak bilinen Ebu Abdullah Muhammed Katolik kralların nihai kuşatmasına ve cömert sayılabilecek şartlarına boyun eğmek zorunda kalır.
Ancak İspanya'daki İslam varlığı o yıl sona ermez. Geriye kalan ve kırsal kesimde göze batmadan tarlalarda mütevazı işlerde titiz bir şekilde çalışarak yaşamaya çalışan Müslümanlar giderek daha çok zulme ve zalim bir ayrımcılığa maruz kalır. Kardinal Ximenes de Cisneros'un uyguladığı zalim baskılar sonucunda birçoğu zorunlu olarak Hıristiyanlığı kabul eder ve onlar için moriscos terimi kullanılmaya başlanır, çünkü durumları, Hıristiyanlığı isteyerek seçen tomadizosa göre farklılık gösterir.Bir yüzyıldan uzun bir süre bu kabus gibi ortamda yaşayan Müslüman Endülüslüler yayınlanan bir emirnameyle nihai olarak ülkeden gönderilir Onların çalışkanlıklarından ve yeteneklerinden yararlananlar Kuzey Afrika ile Osmanlı İmparatorluğudur. Bu arada İspanya da ciddi boyutta bir tarım kriziyle karşı karşıya kalmaya başlasa da bu kriz, Yeni Dünya'yı talan eden Conquistadoresin geri getirdiği Amerikan altınının ardında gizlenir.

yeni-platoncu okul

khemri
Geç antikçağ felsefesi, Plotinus tarafından öne sürülmüş ve Porphyrius ile Iamblicus gibi yazarlar tarafından ele alınıp geliştirilmiş olan Platon'un düşüncelerinin hâkimiyeti altındadır. V. yüzyıl başlarında Atina'da Yeni-Platoncu okulun kurulması, söz konusu dönemde felsefe çalışmaları için program oluşturulmasında belirleyici bir aşama daha oluşturur. Atinalı âlimler yukarıda sözü geçen hocaların doktrinlerine dayanarak felsefenin bütün unsurlarım içeren ve Aristoteles'ten Platon'a ve Platon'dan teolojinin kaynaklarına, yani tanrıların vahiylerine kadar uzanan bir diziye dayalı bir eğitim planı öne sürer. Özellikle Likya asıllı büyük âlim Proklos Platon'un teoloji konusundaki en önemli diyalogu olduğuna inandığı Parmenides'ten kaynaklanan kavramlara atıfta bulunarak teoloji biliminin sistematik olarak açıklanması projesini tasarlar. Ancak Platon gibi Proklos da sadece kelimelerle yetinmek istemez: Platon'un Devlet adlı eserini konu alan, kurulu düzene getirdiği eleştiriyi gizlemediği ve filozofların en önemli görevinin kent yönetimiyle ilgilenmek olduğunu söyleyen Sokrateses'in öğretisine dikkat çeken muhteşem yorumla zirveye ulaşacak olan teorik faaliyetlerinin yanı sıra “siyasal erdem”lerini topluma katkı yoluyla kent meselelerinin konu edildiği halka açık toplantılara katılımla ve Yunan şehir devletlerinin yönetici sınıflarıyla oluşturduğu mektuplaşmaya dayalı ilişkiyle ifade eder. Roma siyasal otoritesi gibi Bizans siyasal otoritesi de filozofların oluşturduğu yıkıcı potansiyel konusunda daima dikkatli davranmıştır. Dolayısıyla felsefe öğretimini kontrol altına almak için önce Atina'da doğrudan imparator tarafından finanse edilen kürsüler oluşturulur, sonra da Beyrut, Atina ve İskenderiye gibi antikçağın retorik, hukuk ve felsefe alanlarındaki eğitim merkezlerini zayıflatmak amacıyla tek bir mükemmellik odağı II. Theodosius tarafından 425'te kurulan ve Konstantinopolis Üniversitesi olarak bilinen kurum yaratılır. Ancak Atina ile İskenderiye V ila VI. yüzyıllar arasında didaktik ve felsefi araştırma merkezleri olarak itibarlarını korumayı başarırlar. Genelde farklı, hatta zıt bir felsefi amaca sahip olan Atina ile İskenderiye okulları arasında bağlantıların var olduğu, sürekli olarak öğretmen değiş tokuşu olmasından da anlaşılır, örneğin Atina Okulu'nda Proklos'un halefi olan Damascius ilk olarak İskenderiye'de felsefe eğitim almıştı.

İki okul arasındaki asıl fark, siyasi ve dini meseleler karşısında sergiledikleri tavırda ortaya çıkar: Hristiyanlığa karşı daha az düşman tavırlar sergileyen, hatta Johannes Philoponus ve daha sonra Davut, İlyas ve Stephanus zamanında Hıristiyanlığı açıkça destekleyen İskenderiye okulunun temsilcileri siyasal açıdan merkezi iktidara karşı daha temkinli ve uzlaşmacıyken, Atinalı meslektaşları azimli paganlardır ve Platon'un Devlet'ini örnek alan bir toplumu destekler.

abelardus'un savı

khemri
Abelardus'a göre de tümeller nesnelerin değil, kelimelerin dünyasına aittir. Ama Roscelliunus'un tersine tümellerin semantik değerini vurgular. Bu kelimeler dinleyen kişinin zihninde birçok bireyin özelliklerini sentezleyen bir kavram doğurur. Örneğin "insan" kelimesi bir res, yani kendinden bir olgu değil, bütün insanlarda bulunan bir dizi özellik anlamına gelir. Nitekim Aristoteles'in de dediği gibi, Abelardus'a göre de tümeller, ''çoğunluğa atfedilen yüklemler"dir, ama bir yüklem atfetme sorunu taşırlar çünkü gerçekte var olanlar sadece bireylerdir. Tümel terimler ve kavramlar varlığı yansıtmaz, farklı bireylerin konumlarına, bir olma şekline dayanır; örneğin insanların ortak noktası, insan olmalarıdır.

Öyleyse tümellerin kaynağı nedir? Tümeller benzer nesnelerle ilgili tekrarlanan deneyimleri ifade etmek için insanın zihninde doğar. Tümellere dayatılan kelimeler onları insanların zihninde çağrıştırma gücüne sahiptir. Tümel kavramı "ortak ve karışıktır," ortak özellikler sergileyen birçok bireyin yerine kullanılan muğlak bir imgedir. Bu düşünceler önemli bir sonuca götürür: Nesnelerin olma şekli, bizim onları algılama şeklimizden farklıdır.

Başka bir deyişle kelimelerle nesneler arasında birbirini yansıtma ilişkisi yoktur. Bu tartışmada Abelardus'un düşünce sisteminin özelliklerinden biri ortaya çıkar: Dil düzeyiyle nesne düzeyinin birbirinden ayrılması, bunu yaparken de birinci düzeyin ve incelenme biçiminin temel alınması.

kuzey kore

khemri
distopya.

tatile gidilebiliyor çin üzerinden ve oldukça distopik bir ortam sohbet ettiğiniz, karşılaştığınız herkes o an orada rol gereği bulunmakta. kaldığınız otelde müşteri dahi yok bomboş otelde kalıyorsunuz ve sorduğunuzda ''diğer müşterilerimiz gelecek efendim'' tadında cevaplar dışında bilgi alamıyorsunuz. yanınızda sürekli birileri ile gezip izin verilen noktalar dışında fotoğraf çekemiyorsunuz vatandaşlarla fotoğraf çekinmek yasak, askerler ise kendilerinin onayıyla fotoğraf çekiniyor.

garip bir ülke şahsi görüşümüz varoluşlarının devam etmesinin tek sebebi abd'nin ''bakın komünizm işte böyle kaka'' reklamı yapabilmesi içindir.

akdeniz

khemri
panait ıstrati romanı.

kısaca bahsetmek gerekirse hikaye romanya'da başlayıp levant kıyıları boyunca akdeniz'i gezen kahramanımızın öyküsünü ve büyük savaş öncesi imparatorluk levantının durumunu anlatmaktadır.

ukdeci : blackandwhitememories

ukdeci notu : panait ıstrati tarafından yazılan bu romanı okuyan biri varsa şöyle güzel bir tanıtsa fena olmaz. ayrıca ilk ukdemiz de hayırlı uğurlu olsun.