confessions

khemri

1. nesil Yazar - Buraları sevdi

  1. toplam entry 530
  2. takipçi 24
  3. puan 9900

marie de france

khemri
Marie de France ortaçağda Batının en önemli ve en gizemli kadın yazarlarından birinin metinlerine attığı imzadır. Kıta Avrupa 'sın dan gelmesine rağmen lngiltere'nin Plantagenet saray çevresinin ada gerçekliklerine bağlı görünen bu yazar hakkında çok az belge vardır ve tarihi kimliği bile belirsizdir. Marie de France, hem seküler konularda yerel dilde kısa bir anlatım eseri hem de Aisopos'un fabllannın en eski Fransızca derlemesini ve en etkileyici öte dünya yolculuklanndan birini yazan ilk kadındır.

Marie'nin adı, 12. yüzyılın ikinci yansında Eski Fransızca yazılmış üç eserde imza olarak yer alır: On iki laiden oluşan bir derleme, espurgatoire seint patriz ve bir Fables derlemesi. yazar bu son eserin bir satırında şöyle der: ume numerai per remembrance Marie ai nun, si sui de France Ortaçağın az sayıda kadın yazarından ve yerel dildeki edebiyat alanında en iyi yazarlarından biri olan Marie de France'ın kimliği ve hayatı hakkında fazla bilgi sahibi değiliz; her ne kadar yazarın kimliğinin tespit edilmesi için çeşitli önerilerde bulunanlar olduysa da, bu önerilerin hiçbiri az veya çok inandırıcılığa sahip savlardan öteye geçememektedir. Yazarla ilgili bilinenler, kültürlü bir kadın olduğu, çeşitli dilleri anladığı adının Marie olduğu ve kendi dediği üzere, Fransa dışında ve büyük ihtimalle Plantagenet döneminde İngiltere'de, il. Henry'nin çok dilli ve uygar saray çevresinde yaşamasına veya geçici olarak orada yazı yazmasına rağmen, kökeninin ve kültürel aidiyetinin kıtadan kaynaklandığıyla sınırlıdır. Sakson başrahibe, Azize Aethelthryth of Ely'nin hayatına adanmış olan Vie de seinte Audree adındaki şiir de son yıllarda Marie de France'a atfedilmeye başlanmıştır, çünkü bu eserde de benzer bir imza yer alır ; Ici escris mon nom Marie / Pur ce ke soie remembree.

Marie de France'ın kimliğiyle ilgili ortaya atılan çeşitli savlara gelince Holmes'e göre yazar, Geoffrey of Monmouth'un Historia
Regum Britanniae eserinin adandığı birinci kişi olan IV. Galeran de Meulan'ın kızı Marie de Meulan'dır. Ancak Galeran'ın tek kızının adının Isabelle olduğu ve II. Galeran'ın marie de Meulan adında bir kızının olduğu ve 1 000 yılı civarında yaşadığı, dolayısıyla arşiv belgelerinde yapılan bir hatanın bu karışıklığa neden olduğu anlaşılmaktadır. Marie de France'ın kimliğiyle ilgili bir öneride bulunan Ezio Levi'ye göre yazar tarihsel açıdan yine pek tanınmayan bir kişi olan Reading başrahibesi Mary olabilir; Fox ise II. Henry'nin üvey kız kardeşi, Ostilli Hanedanından Shaftesbury başrahibesi Marie'ye işaret eder. Knapton tarafından öne sürülen bir başka iddiaya göre yazar, Boulogne kontesi Marie de Blois, yani İngiltere kralı stephanus ile Matilde de Boulogne'un 1125 yılı civarında doğan ve daha sonra Romsey manastırının başrahibesi olan kızıdır. Ancak bu savların hiçbiri tamamıyla inandırıcı değildir ve sağlam temellere dayanmaz. Son yıllarda yazarın Canterbury'nin 1170 yılında öldürülen ünlü başpiskoposu Thomas Becket'in 1167'de Fransa'ya sürgüne gönderilen ve ağabeyinin öldürülmesinden iki yıl sonra, 1173 yılının baharında Essex'de Barkin Manastırının başrahibeliğine atanan kız kardeşi Marie Becket olduğu öne sürülmüştür. İlgi çekici olmakla beraber bu sav da kesin belgelere dayanmaz ve Becket'in edebi faaliyetler sürdürdüğüne dair, dolaylı da olsa herhangi bir tanık yoktur.

metinlerde Marie'nin eserlerine doğrudan üç atıf vardır. Birincisi erken döneme aittir. Bury Saint Edmund Manastırından İngiliz rahip Denis Pyramus, Vie de seint Edmund le rei'de Zais yazmış olan ve onları yazarken hakikatten uzaklaşan bir Dame Marie'den söz eder. Diğer iki atıf Fables'la ilgili olup daha geç tarihe ait Couronnement de Renard'da ve Evangile auxfemmes'da bulunur, ancak bu eserlerin Marie de Compiegne tarafından yazıldığı belirtilir.

Marie'nin on iki laisi bir kadın tarafından seküler konularda ve yerel dilde yazılmış ilk modern anlatım eseridir. Sekiz heceli, kafiyeli beyitler, yani aynı dönemin romanslarının vezin biçiminde yazılmış olan bu kısa öyküler, kahramanlıklarla dolu harika ve zarif aşk hikayelerine adanmıştır. Bu olağanüstü ve hayali macera ve aşk öyküleri, aşkın psikolojik etkilerinin ve etik yönlerinin incelendiği seküler bir derleme niteliğindedir. Lais hiç şüphesiz Marie'nin en önemli eseridir; 1160- 1170 civarında yazıldıkları öne sürülür ve ön söze göre, sonradan II. Henry Plantagenet olduğuna karar verilen asil bir krala adanmışlardır. Lais'in hepsinin yanı sıra önsözü de içeren tek elyazması, Londra'da, British Library'de bulunan Harley 978'dir. günümüze ulaşan diğer elyazmalarından bazıları tek bir öykü, bir tanesi üç öykü, bir tanesi de dokuz öykü içerir. Laisin kendi aralarındaki kronolojisini ve ilk olarak ne zaman yayıldıklarını tespit etmek zordur. Marie eserlerinin mutlak anlamda özgün olduğuna inanır: Birçok kişi Latince eserleri yerel dile tercüme etmeye uğraşmıştır, "mais ne me fust guaires de pris: / itant s'en sunt altres entremis! I Des lais pensai, k'ofs aveie Marie'nin bu burada sözünü ettiği şey, Breton arp çalgıcılarının müzik eşliğinde anlattığı öykülerdir; bu öyküler Marie'nin elinde sadece okuma amaçlı kısa öykülere dönüşür. Öykülerinde perilerin olağanüstü dünyası ile feodal dönemle "zarif aşk" edebiyatının en önemli niteliklerini birleştiren Marie, bazıları hayali olan olaylar dizisini örmekte büyük ustalık gösterir; zengin çeşitlilikte karakterler, duygusal nüanslar ve incelikli psikolojik yorumlarla da öyküler bazen lirik olabilen, muğlak ve büyülü ortamlara konumlandırılmış olur. "Breton geleneğinin içeriği" adı verilen Kelt kaynaklarının yanı sıra Marie, Ovidius başta olmak üzere klasik yazarlara ve çağdaşı olan Anglo-Norman edebiyatına Brut, Roman de Thebes, Eneas, Roman de Tristan'ın bir versiyonu ve o dönemin Latin dilindeki yeniliklerinden salisburyli John'un Metalogicon'u aşina olduğunu da belli eder.
Bu eserlerin temel özelliklerinden biri, önsözün başından itibaren ilan edilen ve hem klasik dönemin toposunu hem de İncil'in ve Paulus'un toposunu çağrıştıran açık seçik bir plandır: Ki Deus as dune escfence / e de parler bone eloquence / n 'en s'en deit taisir ne celer, / ainz se deit voluntiers mustrer daha sonra, zamanın geçmiş dönemlerin metinlerine kazandırdığı anlaşılmazlıktan dolayı modem insanların gloser la letre / e de lur sen le surplus metre ihtiyacından söz edilir ve tefsirin bu algısında felsefe alanındaki integumentum kavramına atıfta bulunduğu sezilir. En önemli tema olan hatırlanma ve unutulma, yerel dilde yazan yazarlar için geçmişte anlatılan şeylerin ve kendi eserlerinin hatırlanması gerekliliği, başka yazarlar tarafından da paylaşılan bir temadır, ama Marie'nin eserlerinin tamamında bu fikre sürekli olarak atıfta bulunulur.

Marie'nin Lais eseri çok rağbet görür ve yerel dildeki öyküler için temel sağlar ama o kadarla da kalmaz, çünkü eserlerine Roman de Renart'ta, hatta Thomas'ın Roman de Tristan eserinde açıkça atıfta bulunulur. lais ingilizcenin yanı sıra Norveççeye o kadar erken tercüme edilir ki, bu tercümeye Norveç kralı IV. Hakon Hakonarson için elyazmasındaki versiyondan yapılan tercüme Strengleikar adını taşır.

geceye bir şiir bırak

khemri
küçük bir odada birlikteydik
birileri kirilov'du
birileri nastasya filipovna
birileri ormanda keman çaldı tek başına
herkes kendi marienbad'ını yaşadı
hortlak yaşamların gölgesine doğru
ölmedi onlar
başka bir biçimde aynı şeyi yaşıyorlar

küçük bir odada birlikteydik
odalar büyüdükçe birlikte olunamıyor...

principatus yönetimi

khemri
octavianus, actium zaferi'nden m.ö. 31 hemen sonra, roma'da tek adam olup, kontrolü ele geçirmiştir. romalılık idealini yücelterek, önceliği ahlaksal kural ve davranışları ıslah etmeye verip, ödeve bağlılık duygusunu canlandırmıştır. sayısal çoğunluğu düşünüp, orta sınıfı etkisi altına alarak, onlar arasından dürüst yöneticiler ve eyalet valileri seçmiştir. plebleri korumuştur. bütün bu çabalarının sonucunda ise, roma'da tek adam olmayı başarmıştır.

octavianus, julius caesar'ın başına gelenlerden ders alarak, iktidarını ilan etmekte acele etmeyip, anayasaca kabulü yoluna gitmeyi denemiştir. iktidarının temelini, imperium ve tribunluk yetkilerine dayandırmıştır. tribunus yetkisini ölünceye kadar elinde tutarak, hem dokunulmazlık elde etmiş, hem de bütün memurlar ve meclislerin kararlarına karşı müdahale hakkına, yani ius intercedenti'ye sahip olmuştur. aynı zamanda sahip olduğu tribunluk hakkı da ona kutsallık sağlamıştır.

iktidarını güçlendirmek için m.ö. 33 yılında italya ve batı eyaletlerindeki askerler başta olmak üzere diğer tüm memurlardan, actium zaferi'nden sonra da, doğu eyaletlerinden bağlılık andı almıştır. hatta aile üyeleri bile ona bağlılıklarını sunmuşlardır. asker ve subaylardan aldığı bağlılık andına gerekçe olarak, ordunun başı olmasını göstermiştir. eyaletlerde bulunan bütün ordulara, prokonsül imperium yetkisi sayesinde emir verebilmiştir. ordunun başındaki adam olmasına karşın, orduyu bizzat komuta etmek yerine, çok güvendiği kişilere savaşı yönetme yetkisi vermeyi tercih etmiştir. tiberius'u, pannonia'ya yollaması bu durumu ispatlayacak güzel bir örnektir.

octavianus, rahipler sınıfının da başı anlamına gelen pontifex maximus unvanını aldıktan sonra, kendisine ilk vatandaş anlamında “princeps”, vatanın babası anlamında “pater patriae” ve başkomutan anlamında “imperator” unvanları verilmiştir. ayrıca senatus tarafından, augustus'un ölümünden sonra kutsal kelimesiyle aynı anlamda kullanılan “augustus” adıyla onurlandırılmış, kendi seçtiği unvan olarak da caesar'ı kullanmıştır. kendisine her zaman “princeps civitatis” denilmesini istemiştir. bu
davranış ona, tam da istediği gibi bir yönetim şeklinin yollarını açmıştır. görünüşte gücü yoktu; ama devletin tüm otoritesi kendisine aitti. gerçekte yönetime uygun görülen ad “principatus” rejimi idi. principatus yönetim biçimine göre; roma devleti'nin idaresi, senatus ile imparator arasında paylaştırılmış bir tür örtük düalizm rejimi idi. bu rejimin altında ne gücünü ne de otoritesini tarif etmiştir.

augustus, antonius'u yendikten sonra cumhuriyeti yeniden düzenleme işiyle ilgili olarak senatus ve yüksek memurları çağırarak, devleti beraber yönetme arzusunu dile getirmiştir. görünüşte, cumhuriyetin hiç bir kurumuna dokunmamış; fakat yavaş yavaş tüm önemli kurumların yetkilerini kısıtlamaya ve kendisinde toplamaya başlamıştır. nobilitas'ların roma'yı iyi yönetemediğine inanan augustus, bu sınıfa roma yönetiminde söz hakkı tanımıştır. hatta atlı sınıfa mensup bazı aileleri kayırmıştır. sonuçta, augustus'un, yeni sisteminin kilit noktası olmayı başarmışlardır. bu sınıfa mensup kişileri önemli görevlere getirmiştir. mısır valiliği ''praefectus aegyptus'' gibi.

augustus, cumhuriyetin kurumlarını hiç bir direnişle karşılaşmadan, kendi istekleri doğrultusunda yeniden düzenlemeyi başarmıştır. bunu kolaylıkla gerçekleştirebilmesinin bir sebebi de, kendisinin iktidarı başlamadan evvel imparatorluk genelinde memurlara, özellikle de eyalet valilerine duyulan güvenin sarsılmış olmasıdır öte yandan bu yeni yönetim senatörler tarafından hemen benimsenmiştir; zira genişleyen roma devleti'nin işleriyle uğraşmayacakları gibi, ayrıcalıklarını da
kaybetmeyeceklerdi.

sözde cumhuriyet rejiminin savunucusu olan augustus, pratikte tıpkı bir kral gibi kendine ardıllar aramıştır. kendi oğlu olmadığı için önce kız kardeşinin oğlu marcellus'u daha sonra, kızı julia'nın çocukları gaius ve lucius caesar'ı evlat edinmiş, ancak hepsi ölünce, üvey oğlu tiberius'u ve torunu agrippa postumus'u m.s. 4 yılında evlat edinmek zorunda kalmıştır. üvey oğlu tiberius, augustus'un ölümünden önce, senatus tarafından tribunus'luk yetkisiyle tahta ortak edilmiştir. augustus
ise yetkisini, hukuksal olmasa da uygulamada oğlu tiberius'a miras olarak bırakmıştır.

senatusun gücünü kısıtlayarak, hazineyi de kontrolü altına almıştır. gelir ve gideri belirleyebilmek için roma devleti'ne dahil olan tüm topraklarda, sayım yaptırıp, buna bağlı olarak vergileri düzenlemiştir. gelir-gider dengesi, yıllık olarak yayımlanan bilançolarda gösterilmeye başlanmıştır. sikke basmak için gallia lugdunum'da m.ö. 15 yılında bir darphane kurdurtmuştur. altın ve gümüş sikke basma yetkisini kendi kontrolü altına almıştır. senatus'a ise s.c. ejandı taşıyan bakır ve bronz sikke basma yetkisi tanımıştır.

hazineyi düzenleyerek, askeri hazine, hükümdarlık hazinesi ve kamu hazinesi olmak üzere üçe ayırmıştır: m.s. 6 yılında emekli askerler ''veteranus''için oluşturulan askeri hazine ''aerarium militare'' miras ve satış vergileriyle beslenmiştir. bu hazine üç yıl praetor'luk yapıp, görevini tamamlamış kişiler tarafından idare edilmiştir; ama kontrol daima augustus'da olmuştur. hükümdarlık hazinesi yani “fiscus” imparatora bağlı eyaletlerden bazen de senatus'a bağlı eyaletlerden gelen vergilerle oluşmuştur. cumhuriyet döneminde'de var olan ve iki quaestorun yönetimine bırakılan kamu hazinesi ''aerarium'' ise, m.ö. 23 yılından itibaren yıllık olarak kura yoluyla seçilen iki praetor tarafından idare edilmeye başlanmıştır. bu hazine eyaletlerden alınan vergilerle oluşturulmuştur. ayrıca, su ihtiyacını gidermek, tahıl stoklamak, kamuya ait bina ve yolların yapımında da kullanılmıştır.

augustus, aynı zamanda ekonomi için yeni bir memuriyet olan procurator'luğu oluşturmuş; onları tahıl dağıtımı, sikke basma ve madenlerin işletilmesi konularında yetkili kılmıştır. procurator'lar, senatus'a bağlı eyaletlerde, imparatorun mali danışmanı olarak ona bilgi vermişlerdir. augustus roma'yı yönetirken yeni memuriyetler ve ünvanlar oluşturmuştur. muhafız alayı komutanı ''praefectus praetoria'', itfaiyeciler ''vigiles'', polis müdürü ''praefectus urbi'' 112, roma'nın tahıl ihtiyacını karşılayan memur ''praefectus annonae'', roma valisi ''praefectus'' ve doğrudan hükümdarlık mülkü olan mısır'ın valisi yani praefectus aegyptus'tur.

sonuç olarak, augustus üstü örtülü monarşiyi cumhuriyet kurumlarıyla desteklemiştir halk bile uzun zaman bu rejimi cumhuriyetin devamı olarak nitelendirmiştir. yönetimini akla dayandıran augustus, kurduğu bu sistem sayesinde roma'da otoritesini zorlamalara başvurmadan geliştirip, halkın gözünde bir zorba olmamıştır.

o yüzden buna principatus yönetimi denmiştir.

alegori

khemri
“alegori”nin yunancası allos ile agoreuein kelimelerinden oluşur ve “başka şey söylemek” anlamına gelir. bu, retorik metaforla, ilk anda hemen anlaşılmayan ve kelime anlamından farklı olan soyut bir kavram, somut bir imge yoluyla ifade edilir. bu imge genelde doğadan alınır ve bir insan, canlı veya cansız bir varlık veya bir eylem başka bir şeyin simgesi olarak kullanılır. dolayısıyla alegori; figüratif veya mecazi veya gayri mecazi bir imge yoluyla “başka bir şey söylemek” anlamına gelir.


modern batı geleneğinin tersine ortaçağ insanları için alegori ve simge aynı anlama gelir ortaçağın, yeni-platoncu metafiziğinin yoğun etkisi altındaki patristik gelenekten miras aldığı evren kavramı, bir simge sistemi ve tanrı'nın, insanlara ahlaki ve dini hakikatleri açıklayan mecazi dili olarak algılanır. doğal dünyanın gerçeklerinde tanrı'nın izleri aranır. hayvanlar, bitkiler ve mineraller tasvir edilip incelendiği zaman amaç sadece özelliklerini tanımak değil, aynı zamanda onların ilahi anlamlarını keşfetmektir. johannes scotus eriugena'nın de divisione naturae'da kullandığı ünlü bir cümle, bu “metafizik pansemiyotiği” çok güzel ifade eder: “görünür ve somut olup da soyut ve kavranabilir bir anlamı olmayan hiçbir şey yoktur.”

kelt

khemri
kelt sözcüğü il kez iö 5. yüzyılda, o döneme kadar son derece genel uzak kuzeyli adlandırması içinde toplanan, ılıman avrupa'nın bazı barbar halklarını adlandırmak isteyen yunan yazarların yapıtlarında ortaya çıkmıştır.

279'da apollon tapınağı'nı tehdit eden keltlere galatialılar denmiştir. dolayısıyla, bu ad, aynı zamanda özellikle anadolu'da bugünkü kızılırmak havzasına yerleşmiş olan ve bu bölgeye adlarını veren doğu keltleri ve de batı keltleri için kullanılır. yunanlı tarihçi polybios, cisalpina ya da transalpina keltleri için keltler ya da galatialılar sözcüğünü kullanır.
galatialılar sözcüğünün latince eşdeğeri belki de yarım yüzyıl sonra ortaya çıkmış olan galatyalılardır. bu sözcük de galatialılar gibi belirli bir bölgeye vermiştir adını: cisalpina gallia ve transalpina gallia. eski yazarların bu adları kullanma biçimleri bunları neredeyse eş anlamlı olduklarını düşünmemize yol açar; bu bağlamda, en yaygın biçimde kullanılan sözcük keltlerdir, çünkü ötekilerden farklı olarak, hiçbir coğrafi yan anlamı yoktur bu sözcüğün ve galya dilinin, sadece özel bir üyesi olduğu hint-avrupa dillerinin her zaman canlı kalmış bir grubunun adıyla özdeşleşmiştir.
dolayısıyla, güncel eğilim, özellikle eski dönem bağlamında, bu sözcüklerden birinin kullanımının bütünüyle kesin olduğu durumlar dışında, tercihen kelt sözcüğünün kullanılmasıdır. öte yandan, eski yazarlardan farklı bir tavır içinde, galyalılar sözcüğünün bu coğrafi anlayış doğrulanmadan önce galya bölgesinde yaşayan keltler için kullanılmaması daha doğrudur. bu anlayış, karışıklıklardan kurtulma ve kelt dünyasının öteki bölgelerine göre daha iyi tanımlanmış bir coğrafi birlik izleniminin vakitsiz ortaya çıkmasının engellenmesi olanaklarını sağlar. ayrıca, bugünkü bilgilerimiz batı keltlerine galyalılar ve doğu keltlerine galatialılar denmesinin uygun görüldüğü dönemle ilgili olarak belirsizlik gösterir.

iö. 5 yüzyıl antik dönem yazarlarında keltler sözcüğünün ortaya çıkışı, arkeoloji alanında, tarih kaynaklarının kelt halklarına mal ettikleri yerlere kadar uzanan bir bölgeye denk düşen ılıman avrupa'nın yeni demir çağı uygarlığının ilk yansımalarıyla örtüşür. roma öncesi demir çağı'nın iki döneme ayıran isveçli bilim adamı hans hildebrand, bu uygarlığın karakterize ettiği döneme günümüze kadar kullanılan la tene dönemi adını vermiştir. bu ad, neuchatel gölü, thielle çıkışında bulunan isviçre komünü marin epagnier'deki eski bir bölgenin adıdır; bu bölgede 1853'ten beri yapılan su altı araştırmalarında bu döneme ait çok sayıda önemli obje bulunmuştur.
fransız gabriel de mortillet'nin araştırmaları daha sonra gerçekleşmiştir ve bu bilim adamı demir çağı'nın ikinci dönemine galya ya da marne dönemi adını vermiştir; bu adlandırma champagne arkeoloji ortamı dışında ilgi görmemiştir ama bu dönemden itibaren ikinci avrupa demir çağı'nın en önemli uygarlığı ve kelt halkları arasındaki bağı hildebrand'ın adlandırmasından daha iyi açıklar.
bununla birlikte, bu eşdeğerlilik anlayışı yavaş yavaş kök salmıştır öyle ki, etnik aidiyet, öncelikle, ortaya çıkışı bütünüyle kültürel bir olgu gibi görülen ve kelt olmayan halkların isteyerek ya da zorla kabul ettikleri arkeolojik uygarlıkla değil, dille belirlenmiştir. dolayısıyla, iki kavramı iyi ayırmak gerekir birbirinden; etnik bir aidiyeti belirten kelt ve kültürel bir aidiyeti belirten la tene.
la tene uygarlığı kelt dilini konuşan eski halkların büyük bölümü için klasik denebilecek bir evre oluşturur ve bu evre tarih öncesinden tarihe ya da geçen yüzyılın kültürel antropolojisinden miras kalmış bir vokabülerin terminolojisine göre barbarlıktan uygarlığa geçişe denk düşer. daha önceki dönemde birinci demir çağı uygarlığı dönemi vardır ve bu uygarlık metin verilerinin tedrici olarak temel işleve sahip arkeolojik tanıklıklara eklendiği bir dönemi başlatır. en dar ve en geleneksel anlamı içinde tarih öncesidir bu. arkasından, ketlerin bir roma ve hıristiyan dönemi kelt uygarlığıyla özerkliklerini korudukları bir dönem gelir.

kimi zaman, la tene uygarlığını geliştiren ve yaygınlaştıran halkları, başka kültür alanlarına ait olan ve kelt dili konuşan eski topluluklardan daha belirgin biçimde ayırabilmek amacıyla tarihsel keltler terimi kullanılır.
kimi zaman la tene döneminden önce yaşadıkları varsayılan halkları adlandırmak amacıyla kullanılan protokeltler sözcüğüne gelince, bu terim kelt etnik oluşumu süreci ve evreleriyle ilgili olarak bizim cehaletimizi maskeler. aslında hiçbir anlamı yoktur bu sözcüğün ve ilk demir çağı halklarını adlandırmak amacıyla kullanılan hallstatyen sözcüğü gibi bunu da kullanmaktan özenle kaçınmak gerekir; bir kez daha kültürler bir olgu bu uygarlığı gelirştiren ya da benimseyen, kelt ya da kelt olmayan halklar arasında ortaya çıkan bir karışıklık söz konusudur.

feodalizm

khemri
ortaçağda bilinmeyen “feodalizm” terimi 17. ve 18. yüzyıldan itibaren, ortaçağ kaynaklı bir kelime olan ve günümüzde, çiftçiler için genelde ağır şartlar yaratan, belli yetki alanlarına ve ekonomik gelirlere sahip mülk anlamına gelen feudumla ilgili derebeylik hakları için kullanılmaya başlanır. fransız devrimciler 1789'da “feodal rejim”i fesheden bir kararname yayımladıklarında bu “feodal haklan” hedef alırlar ve “feodal rejim” terimi kısa sürede anelen regime'e ait toplumsal sisteminin tamamı için kullanılır hale gelir.
feodalizm terimi bu şekilde tarihi-hukuki sözlükten çıkarak siyasi sözlüğe ve resmi söyleme girer ve buradan da, giderek her türlü kötülük anlamına gelen jenerik bir terim halini alır. gustave flaubert'in yerleşik düşünceler sözlüğü'nde feodalizm, “insanın doğru dürüst fikir sahibi olmadan saldırdığı” bir kavram olarak tanımlanır.

en jenerik anlamlarında olsun, 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başlarındaki tarihi-siyasi analizlerinde veya başka yazılarda olsun, feodalizm terimi, en güçlü iktidar biçimlerinden birini oluşturduğu ortaçağı çağrıştırır. ama durum gerçekten böyle miydi? peki, ortaçağ feodalizmi gerçekten nasıl bir şeydi? geçen yüzyılın ilk yarısında bu soruya cevap vermeye çalışanlar arasında biri marc bloch tarafından feodal toplum'da diğeri de françois-louis ganshof tarafından che cos'e il feudalesimo'de olmak üzere iki ana yorum tarzı ortaya çıkmıştır.

bloch'a göre feodalizm her şeyden önce bir “toplum türü”dür, kişisel bağlılık ilişkilerinin gelişmesine, resmi gücün bölünmesine ve savaşçı sınıfın egemenliğine dayanır. ganshof'a göre ise feodalizm; “vasal” adı verilen hür bir insanın, derebeyi adı verilen başka bir hür insana karşı başta askeri açıdan olmak üzere itaat ve hizmet yükümlülükleri ve derebeyinden vasala da koruma ve geçindirme yükümlülükleri yaratan ve destekleyen bir “kurum bütünü” olarak anlaşılmalıdır. bu anlamların ikisi de meşru ise de bloch, ortaçağ toplumunu feodal olarak tanımlamanın, yanlış anlamalara yol açabilecek bir tarihyazımı geleneğine biat etmek anlamına geldiğinin farkındaydı. bundan dolayıdır ki, günümüzde çoğunlukla ''yeni yorumlarla zenginleştirilmiş olarak'' ganshof'un teknik yaklaşımı tercih edilir. bu yaklaşımın avantajı, feodal bağların önemli olduğu, ama genelde başka iktidar şekillerinden daha az önemli olduğu bir toplumu feodal olarak tanımlama riski başta olmak üzere, birçok anlam karmaşasını ortadan kaldırmasıdır. diğer iktidar şekillerine örnek olarak, 9. yüzyılın sonlarında toprak ve insanlar üzerinde son derece yaygın bir egemenlik şekli olan, büyük toprak sahiplerinin hür çiftçiler üzerinde gayrimeşru bir şekilde kontrol ve yönetim uyguladığı arazi derebeyliği verilebilir.

ganshof'a göre ortaçağ feodalizmi, 6. yüzyılda frank krallığı'nda ilk adımlarını atmaya başlayan, karolenj döneminde belirleyici bir aşamaya ulaşan ve 10. ila 13. yüzyıllar arasında tamamlanan tarihsel bir evrimin sonucudur. farklı bir yaklaşımdan yola çıkan bloch için de, biri 1050 yıllarından önce diğeri sonra olmak üzere iki feodal dönem arasında ayrım yapmak gerekir. bazı farklı vurgulara rağmen günümüz tarihçilerinin büyük kısmı bu ayrıma uyar ve 1000 yılı civarını, vasallık ve feudum gibi başlangıçta ayrı olan iki “kurum”un birleşmesinin ürünü olan feodalizmin kendini kabul ettirdiği kritik dönem olarak görür.

teslis

khemri
anlaşılması kolay bir dogma olmayan teslisin tanımlanması, iskenderiyeli bir papaz olan arius'un mahkûm edilmesine dayanır; arius'a göre isa, ebedi ve bölünmez olan babayla özdeş olamaz dolayısıyla baba ile oğul aynı varlıktan oluşmazlar. böyle olunca hem çarmıha gerili figür hem de gerçekleştirdiği kurtarma görevi ve tabii onun mirasını kabullenen ve misyonunu üstlenmiş olan kilise değer kaybeder. arius 321 yılında, bu amaçla bir sinod toplayan kendi piskoposu alexander tarafından aforoz edilir, kaçmak zorunda kalır ve constantinus'un güçlü danışmanı nicomedia piskoposu eusebius'un yanına sığınır; arius'un doktrinleri o derecede yaygınlaşır ki, 313 yılında hıristiyanlara ibadet özgürlüğü tanımış olan imparator 325'te, sadece doğulu piskoposlardan oluşmasına ve papanın temsilci olarak sadece iki rahip göndermiş olmasına rağmen ilk ekümenik konsil sayılan iznik konsili'ni toplar. sonradan iskenderiye patriği olacak olan diyakon athanasius'un şiddetle karşı çıktığı arius, hamisi eusebius'la birlikte sürgüne gönderilir, kitapları yakılır, doktrini reddedilir; konsil, isa'nın babayla aynı varlıktan oluştuğuna ve onun tarafından yaratıldığına karar verir. ancak arius'u destekleyenler yeniden üstünlük sağlamayı başarırlar; eusebius yeniden sarayda itibar kazanır. arius sürgünden geri çağrılır, ama yolculuk sırasında, 336'da ölür. ancak arius'un ölümüyle aryanizmin sonu gelmez; tam tersine giderek daha çok yayılır; aryan piskopos wulfila sonradan roma'nın yağmalanmasından sorumlu olacak olan gotlara aryanlığı kabul ettirir.

kanonik inciller

khemri
ilk hristiyan topluluklar kendi özerk corpus derlemelerine sahip değildi; yahudiliğin kaburga kemiği olarak ortaya çıkmış yeni dinin başlangıçtan itibaren başvurabileceği tek kaynak tevrat'tı. buna zamanla isa'nın öğretilerini vurgulayan çok çeşitli metinler eklenir, ama isa'nın ardında bıraktığı herhangi bir yazılı metin yoktur. yahudi kutsal metinlerinin yanı sıra inanan toplumlar arasında çeşitli proto-inciller, çocukluk incilleri, asıl incilller, vahiyler, şu veya bu azize veya daha az otorite sahibi kişilere atfedilmiş mektuplar ve işler okunur, ama ı. yüzyılın sonunda, 60 yılından itibaren hazırlanmış olan tama daha eski ve artık kaybolmuş kaynaklara atıfta bulunan markos, matta, luka ve yuhanna incil'lerine özel bir önem verilmeye başlanır ve bunlar daha sonra kanonik yeni ahit metnine dahil edilir.

chretien de troyes

khemri
chretien de troyes, batı ortaçağ dünyasının yerel dilde ilk romans yazarlanndan biri ve en önemlisidir. chretien 'den günümüze farklı edebi eserlerin yanı sıra, 1160 ile yaklaşık 1185 arasında kuzey fransa 'daki saray çevrelerinde yazdığı beş manzum romans ulaşmıştır. kral arthur'un ve yuvarlak masa şövalyelerinin dünyası chretien'in tüm edebi eserlerinin ana içeriğini ve ortamını oluşturur. efsanevi şövalye figürleri ile karmaşık bir yapıya sahip, incelikli bir psikoloji sergileyen aşk hikayeleri, somut tarihi ve feodal dinamikler içerisine konumlandırılır. savaşçılara özgü şeref, kahramanlık ve cesaret değerleri ile "zarif aşk" temaları arasındaki diyalektik, karakterlerin bireysel ve ruhani arayışlarıyla bir arada yer alır.

chretien de troyes avrupa'nın latin kökenli dillerdeki yeni anlatım ortamının ilk yazan değilse de, hiç şüphesiz ortaçağda yerel dilde yazan en büyük romans yazandır. chretien hakkında bildiklerimiz, kendisinin eserlerine dahil ettiği bilgilerdir. onun dışında hiçbir belgeye sahip değiliz ve yazarın kimliği bile hiçbir kesin bilgiye dayalı değildir. chretien'le ilgili bildiklerimiz arasında, yazarlık faaliyetinin bir kısmını akitanyalı eleonore ile ilk kocası, fransa kralı vıı. louis'nin kızı marie de champagne'ın sarayında yürüttüğünü bilinir. kral kızı olan marie, 1164 yılında 1 1 52'den itibaren champagne kontu olup çok kültürlü biri olan "liberal" henry'yle evlenir. chretien, chevalier de la charrette adlı romansının başında, bu kitabı kontesin isteği üzerine yazdığını belirtir. son eseri olan conte du graal'ın önsözünden ise flandre kontu philippe d'alsace'ın hizmetinde olduğunu öğreniriz; onunla belki de troyes sarayında tanışmıştır, çünkü philippe 1 1 8 l 'den kısa bir süre sonra, bu arada dul kalmış olan marie'ye evlilik teklif etmek için geldiği sarayda bir süre misafir edilir. günümüze ulaşmış olan ilk romansı, erec et enide'in ön sözünde ise yazar 9. mısrada kendinden "crestlen de troyes" diye söz eder, dolayısıyla champagne asıllı olduğunu belirtir. bu büyük romans yazan hakkında bildiklerimiz bunlarla, dolayısıyla sadece yazdığı eserlerle sınırlıdır. yazarın kimliğiyle ilgili az veya çok hayali birçok tez öne sürüldüyse de, hiçbiri tamamıyla ikna edici değildir. bu tezlerden bazılarında 1173 tarihli bir belgede adı geçen, saint loup de troyes'da rahip olan bir "christianus"la aynı kişi olduğu, garip bir interpretatio nominis temelinde din değiştirmiş bir yahudi olduğu e gençliğinde ingiltere'de plantagenet saray
çevrelerine yakın olup erec et enide'i orada yazdığı ileri sürülmüştür. ancak bu tezlerin hiçbiri ikna edici değildir ve sağlam bilgileri temel almaz.
chretien'in eğitimine gelince, çeşitli nedenlerden dolayı, oil dilindeki ilk romansı yazan clerc wave veya benoit de sainte-maure gibi bir rahip olduğu sanılır; bu arada conte du graal'ı orta-yukarı almancaya uyarlayacak olan wolfram von eschenbach'ın chretien'den bir usta olarak söz etmiş olması ilginçtir.
marie de champagne'ın sarayı, xıı. yüzyılın en önemli "edebi mekan"lanndan biridir. tarih yazımına dayalı her türlü efsanenin ötesinde, latince ve yerel dillerde yazan edebiyatçılarla çevrili olan eleonore'un kızı edebi açıdan bilgili, zarif bir ortamda yaşardı. kocası henry daha çok klasik kültürle ve teoloji alanıyla ilgiliyken marie'nin asıl ilgi alanı, yerel dillerdeki edebiyattır: eructavit ve tevrat'm yaratılış'ı gibi kitab-ı mukaddes'i temel alan açıklama eserlerinin adandığı marie de champagne, andrea capellano'nun de amore eserindeki karakterlerden biridir ve gautier d'arras'ın eracle romansı da kendisine adanmıştır. gace brule'nin oil dilinde bazı şiirleriyle rigaut de barbezilh'in oc dilinde bir şiiri onunla bağlantılıdır, aynca üvey kardeşi aslan yürekli richard da tutukluluğu sırasında bazı şiirlerini marie de champagne'a adamıştır.

chretien de troyes'nın eserleri hakkında da sadece kısmi bilgilere sahibiz. yazar cliges adlı romansının önsözünde daha önceki eserlerini sıralar. ovidius'un eserlerine getirdiği uyarlamalardan bir tek philomena günümüze ulaşmıştır ve bazı şüpheli noktalara rağmen chretien'e atfedilir. tristan kaynaklı içerikle ilgili olduğu anlaşılan le roi marc et ysalt la blonde romansının yanı sıra, chretien'in ilk arthur temalı romansı vardır: erec et enide. dolayısıyla chretien'in eserlerinin kronolojik sıralaması tahminen şöyledir:

- 1160-y. 1170: ovidius'u örnek alan eserler ve le roi marc et ysalt la blonde romansı
- 1170: erec et enide
- 1176: cliges
- 1177-y. 1181 : chevalier de la charrette (lancelot) - bu eser yazar tarafından değil de godefroi de leigni tarafından tamamlanmıştır - ve muhtemelen aynı dönemde yazılmış olan chevalier au lion
- y. 1181 - 1185?: conte du graal, tamamlanmamış eser.

chretien'den geriye aynca iki aşk şarkısı kaldığından yazar aynı zamanda eserleri bilinen ilk truver de sayılır. arthur temalı konulan işlemeyen ve aziz eustache efsanesine dayanan guillaume d 'angleterre'in yazarının adı chretien ise de, aynı kişi olmadığı ve bu kitabın chretien de troyes'ya ait olmadığı sanılır.
c hretien'in beş romanı, arthur temalı romansın ilk bilinen örnekleridir, yani brutus zamanından beri ingiltere adasına hakim olan savaş döneminden sonra kral arthur tarafından oluşturulan barış dünyasındaki karakterleri olaylan ve yerleri anlatırlar. on iki yıllık o barış döneminde ve historiadan yoksun bir dünyada geste yerine aventure kahramanların epik şiiri veya soyların tarihi öyküsü yerine merveille vardır. günümüzde paris ulusal kütüphanesi'nde bulunan ms. fr. 1450 sayılı el yazmasında erec et enide'in metninin wace'in brut romanı ile bağlantılı olarak sunulması bir rastlantı değildir.
dolayısıyla kral arthur'un dünyası, chretien'in şövalyelerinin ve kahramanlarının maceralarının yer aldığı karmaşık, ama değişmez ortamı oluşturur. ingiltere ile doğu dünyası ve bizans arasında bir bağlantının kurulduğu cliges dışında, diğer romansların hepsi aynı ortamın içinde gerçekleşir. ancak epik temalar da kendini gösterir veya onlara atıfta bulunulur. örneğin cliges'de kont engres'in ihaneti ganelon'un ihanetiyle kıyaslanır, chevalier au lion'da başkahraman yvain, roland'dan daha cesurdur, charrette'de ise guillaume dizisinden bir chanson de geste olan moniage guillaume'un bir karakteri olan ysore'den söz edilir. ama bu kahramanlar değişime uğramıştır ve onlarla beraber yiğitlik, cömertlik ve cesaret gibi epik değerler de değişime uğrar.
4 /