berbat bir romancı. fakat türkçedeki en lezzetli deneme yazılarını okuduğum insan. aldığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ilgili saçma ve cahilce savlar görüyorum ortalıkta. hayır ne terörden ne de ajanlıktan almadı bu korkunç cezayı. subliminal mesaj vermekten kesildi kendisine bu ceza sadece. aklınız almıyor di mi bu durumu? sayın hakimlerimizin nasıl aklı aldı da bir kaç yazıdan ötürü 70 yaşında bir insanı böyle bir durumdan ötürü ömür boyu tek başına 8 metrakarelik bir hücreye tıktılar ben de bilmiyorum.
isterlerse beni de assınlar ama o yazılar böyle bir mesaj olduğunu da hiç zannetmiyorum.
bundan bir ay öncesi başka birisi bu dediklerimi söylese onu ıslak soppayla döverdim. fakat artık görüyorum ki bu gezegende umut edecek hiç bir şey kalmamış durumda. elinde balta, altında ağaç dalı kes babam kes yaşayan insanlar gibiyiz hepimiz. bireysel ve toplumsal yaşamlarımızın özeti bu. biçimlerimiz muhteşem. özümüz çürümüş bile değil. zira bir öz kalmamış artık.
tanım: artık edilecek şey değildir.
tanım: artık edilecek şey değildir.
affınıza sığınarak bu gece pek yapmadığım bir şekilde yazacağım. olur olmadık cinsiyetçi küfürler eden insanlardan tiksinsem de ağzımdan bu gecelik çıkacak sözler için affınıza sığınmak istiyorum.
tarihin gördüğü en ağır orospu çocuklarından biridir. ağırlığı salt mecazi değil gerçek kütlesellikten de gelir. yıllarca bilip bilmeden gorbaçov'u, reel sosyalizmin fişini çeken lider diye nitelediler. oysa gorbacov gerçekten reel sosyalizmi kurtarmak için büyük çabalar sarf eden bir liderdi. bu yolda büyük taktiksel hatalar yaptığı bir gerçektir. fakat zaten ne yaparsa yapsın başarı şansı yoktu. zira reel sosyalizm zaten troçki'nin 1927 yılındaki sürgünüyle sönümlenmişti denebilir. hatta 1917 yılında tepeden inme bir devrimle ölü doğduğu bile söylenebilir.
bu yeltsin denen şekilsiz ağır piç 1991 de darbe bastıran bir kahraman olarak çıktı halkın karşısına. bu darbeyi bastırdıktan 3 gün sonra gerçek darbeyi kendisi yaptı. o günden sonra ülkesini mafyaya parsel parsel bölüştürdü. ve tarih onun çeçenistan'da çoluk çocuk demeden yaptığı korkunç katliamlarla da hatırlamalı.
tarihin gördüğü en ağır orospu çocuklarından biridir. ağırlığı salt mecazi değil gerçek kütlesellikten de gelir. yıllarca bilip bilmeden gorbaçov'u, reel sosyalizmin fişini çeken lider diye nitelediler. oysa gorbacov gerçekten reel sosyalizmi kurtarmak için büyük çabalar sarf eden bir liderdi. bu yolda büyük taktiksel hatalar yaptığı bir gerçektir. fakat zaten ne yaparsa yapsın başarı şansı yoktu. zira reel sosyalizm zaten troçki'nin 1927 yılındaki sürgünüyle sönümlenmişti denebilir. hatta 1917 yılında tepeden inme bir devrimle ölü doğduğu bile söylenebilir.
bu yeltsin denen şekilsiz ağır piç 1991 de darbe bastıran bir kahraman olarak çıktı halkın karşısına. bu darbeyi bastırdıktan 3 gün sonra gerçek darbeyi kendisi yaptı. o günden sonra ülkesini mafyaya parsel parsel bölüştürdü. ve tarih onun çeçenistan'da çoluk çocuk demeden yaptığı korkunç katliamlarla da hatırlamalı.
muhteşem bir gülten akın şiiridir;
bana yaşadığı kentin kumunu gönderen
bir sevgilim vardı
bense merak ederdim hep oranın rüzgarını
uslu mu deli mi sürekli mi
apansız mı çıkar gökte savurur
yerden aldığını
paylaştığımız kentler oldu sonra
rüzgar usta ben acemi
esti geçti bir hışımla geçti
kum doldurdu gözlerimi
bana yaşadığı kentin kumunu gönderen
bir sevgilim vardı
bense merak ederdim hep oranın rüzgarını
uslu mu deli mi sürekli mi
apansız mı çıkar gökte savurur
yerden aldığını
paylaştığımız kentler oldu sonra
rüzgar usta ben acemi
esti geçti bir hışımla geçti
kum doldurdu gözlerimi
muhteşem bir gülten akın şiiridir;
yasadır ansıtalım:
tohum ekenlerin, fide dikenlerin
kimse durduramaz yağmurunu
güneşini kimse kesemez
fesleğen ekiyorum, sardunya dikiyorum
arsızmış, öyle diyor komşum
artık siz istemeseniz de
açar tohumunu, yayılır toprağınızda
ne güzel ne güzel ne güzel tanrım
fesleğen ekiyor, sardunya dikiyorum
bitiyorum arsızlığına çimenin çiçeğin
arsızlık bugünden geri
umut ve direnç demektir
sokulmak demektir yaşamın koynuna
özdeşlik demektir yaşamla
inan olsun dostlar, inan olsun
dalından kopan sardunya
bozulmadı bi kez, eğmedi başını
açmayı sürdürdü diktiğim toprakta
yasadır ansıtalım:
tohum ekenlerin, fide dikenlerin
kimse durduramaz yağmurunu
güneşini kimse kesemez
fesleğen ekiyorum, sardunya dikiyorum
arsızmış, öyle diyor komşum
artık siz istemeseniz de
açar tohumunu, yayılır toprağınızda
ne güzel ne güzel ne güzel tanrım
fesleğen ekiyor, sardunya dikiyorum
bitiyorum arsızlığına çimenin çiçeğin
arsızlık bugünden geri
umut ve direnç demektir
sokulmak demektir yaşamın koynuna
özdeşlik demektir yaşamla
inan olsun dostlar, inan olsun
dalından kopan sardunya
bozulmadı bi kez, eğmedi başını
açmayı sürdürdü diktiğim toprakta
muhteşem bir gülten akın şiiridir;
gülerken yüzün
dem çeken bir güvercinin sesini
için için büyüyen çimenleri
baharda lunaparkı, bayramyerini
ve alışkanlıklar dışında her şeyi
gülerken yüzün
aşıyor geçmişin acılarını
kendini yarına değiştiriyor
gülerken yüzün
sanki çarmıhını kırmışsın
senin ve ardından geleceklerin
aylası alnına düşmüş gecenin
oturmuş ağlıyor kendisi
gülerken yüzün
dem çeken bir güvercinin sesini
için için büyüyen çimenleri
baharda lunaparkı, bayramyerini
ve alışkanlıklar dışında her şeyi
gülerken yüzün
aşıyor geçmişin acılarını
kendini yarına değiştiriyor
gülerken yüzün
sanki çarmıhını kırmışsın
senin ve ardından geleceklerin
aylası alnına düşmüş gecenin
oturmuş ağlıyor kendisi
göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim
hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde
ne senin mavi balinan
muhteşem dizelerinin sahibidir
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim
hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde
ne senin mavi balinan
muhteşem dizelerinin sahibidir
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.
Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.
Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.
Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü
Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.
Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.
Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.
Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü
Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
eriyen adam
gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.
yanında damla damla bittiğimi duyarım,
yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
bir göğüs geçirerek derim ki:'yine varım,
fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'
bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
varlığım bir su olup kabından boşalacak,
benden nişan olarak kucağında kalacak
boş bir yığın:elbisem,gömleğim,boyunbağım.
faruk nafiz çamlıbel
gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.
yanında damla damla bittiğimi duyarım,
yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
bir göğüs geçirerek derim ki:'yine varım,
fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'
bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
varlığım bir su olup kabından boşalacak,
benden nişan olarak kucağında kalacak
boş bir yığın:elbisem,gömleğim,boyunbağım.
faruk nafiz çamlıbel
ne kadar övülse az kalacak şarkıdır. bu şarkıyı bilmeyen bütün gençlerin başında nezaret edip dinletilmesi gereken şarkıdır. sözleri mehmet teoman'a aittir. müziği ise vedat sakman'a. ah be vedat abi. geçen yüzyılda neden yeterince kıymetini bilmedik ki senin. bu kadar duygusal dibi yaşadığım bir anda allahın ciğerlerimizdeki yaraları yalayan kel keçisi diye kızmadan da edemiyorum sana.
35 yaşında yalnız öleceğinin idrakında yaşamak çok zor ve acılı bir süreç. gerçi dimdik bir süreç. bu ahvalin sığlığa bir direniş hali olduğunun fakir bilinç tesellisi bana kalsın bari onu almasınlar.
oysa benim de yaşamımda bir çok kereler ankara oyun havaları gibi günler olmuştu. bunun için yemin edebilirim. wallahi olmuştu.
yeni tanıştık belki de
ama kimbilir belki de hep vardın
eşlik ediyordun sessiz ve sinsice belki de
şimdi şimdi anlıyorum
kurnazca ayırdın beni beki de
lime lime savurdun sevdiklerimi
belki de
yalnızlığım
yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin
yalnızlığım kanımsın canımsın
sen benim çaresizliğimsin
yalnızlığım
bugünüm yarınım
sen benim hüzünlerimsin
yalnızlığım
tek bilebildiğim sen benim
vazgeçilmezimsin
senin olmamı istedin
ama belkide bir aşık gibi
inatla bunca zaman kendine sakladın
belki de bir tohum gibi serpildin
filizlendin ben oldun belki de
yatağımı bile paylaşabilmek için
benimle
35 yaşında yalnız öleceğinin idrakında yaşamak çok zor ve acılı bir süreç. gerçi dimdik bir süreç. bu ahvalin sığlığa bir direniş hali olduğunun fakir bilinç tesellisi bana kalsın bari onu almasınlar.
oysa benim de yaşamımda bir çok kereler ankara oyun havaları gibi günler olmuştu. bunun için yemin edebilirim. wallahi olmuştu.
yeni tanıştık belki de
ama kimbilir belki de hep vardın
eşlik ediyordun sessiz ve sinsice belki de
şimdi şimdi anlıyorum
kurnazca ayırdın beni beki de
lime lime savurdun sevdiklerimi
belki de
yalnızlığım
yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin
yalnızlığım kanımsın canımsın
sen benim çaresizliğimsin
yalnızlığım
bugünüm yarınım
sen benim hüzünlerimsin
yalnızlığım
tek bilebildiğim sen benim
vazgeçilmezimsin
senin olmamı istedin
ama belkide bir aşık gibi
inatla bunca zaman kendine sakladın
belki de bir tohum gibi serpildin
filizlendin ben oldun belki de
yatağımı bile paylaşabilmek için
benimle
olmuşluğum var. aşkın sonunda aynı şarkıda dediği gibi güneye uçmuşluğum var kanatlarımda kar bulutlarıyla. gözlerimde ise koca koca iceberglerle. yıllar oldu üzerinden bu durumsallığın. ne kanatlarım iyileşti ne de icebergler eriyebildi.
neyse. bazen koskocaman adamı ankara'nın ''a'' sı geçtimi dayanamayıp, utanmayıp ağlatan durumdur.
neyse. bazen koskocaman adamı ankara'nın ''a'' sı geçtimi dayanamayıp, utanmayıp ağlatan durumdur.
aslında aya hiç gidilmedi bizi skiyorlar diyenler ve beynimizin aslında yüzde onunu kullanıyormuşuz diyenlerin sığlığı ortak beyinsizlikten gelir.
sanırım beyin için var olmuş en karmaşık yaşam sistemi diyebiliriz. tanımdan sonra meramıma geçebilirim.
yatay solucan diye muhteşem bir hayvan çeşidi vardır. yatay solucan hayvanı aslında hala olmaması gereken bir hayvandır. antik muhteşem bir canlıdır kendisi. sudan çıkıp karada yaşam başladıktan sonra, aslandan insana bütün omurgalı varlıkların ortak atasıdır. öz be öz dedemizdir.
geçenlerde bu hayvan üzerinde yapılan bir deney okudum. anlayabildiğim kadarıyla aktarmak isterim.
yatay solucan hayvanlarını ortadan ikiye böldüğünüzde iki parça ve iki şahıs solucan hayvanı olarak yaşamlarına devam edebilirler. bu hayvan dedelerimiz gün ışığından çok korkarlar. haliyle ışıkta avlanamazlar da. bilim adamları bunlara ışıkta avlanmayı öğretmişler. bu mazlum hayvanlar da beyin yoktur. beyin yerine kafa kısmında tek bir hücre mi ne var. o kadarı aklımda kalmamış. buna benzer bir olay var işte. fakat ilkel de olsa bir sinir sistemine sahipler elbette. bu hayvanlarımızın bir özelliği de ortadan ikiye böldüğünüzde, yaşamlarını iki solucan şahıs olarak sürdürebilmeleridir. bilim adamları da bunları gün ışığında avlanabilecek şekilde eğittikten sonra ortadan ikiye bölüp gözlemlemişler. kafa kısmı kalan solucan şahıs haliyle öğrendiği davranışı devam ettirebilmiş. zaten bugüne kadar yaygın biliş öğrendiklerimizi beynimizde depoladığımızdır. fakat ilginç olan göt kısmı kalan solucan şahıs da öğrendiği davranışı devam ettirmiş. bugün bilim insanları hafızanın salt beyinde değil acaba hücrelerimizde de depolanıyor mu ayağına uzun uzun beyin yormaktalar. bu arada ilk gençliğimde değerli bir devrimci büyüğümüz bana şöyle demişti. ''beyin yoruldukça gelişen bir organdır'' devrimci büyüğümüz haklıdır.
bu deney bana uzun zaman önce okuduğum bir bilimsel çalışmayı hatırlattı. cinayet sonucu öldürülen bir insan kalbi, kalp ihtiyacı olan bir dönora takılır. ve bu dönor katili rüyasında görerek cinayeti aydınlatır. bilimde bugüne kadar muaama olan bu sorunsalın cevabı da yukarıda anlattığım deneyde saklı olabilir. veya olamaz ben götümden de uyduruyor olabilirim.
sanırım beyin için var olmuş en karmaşık yaşam sistemi diyebiliriz. tanımdan sonra meramıma geçebilirim.
yatay solucan diye muhteşem bir hayvan çeşidi vardır. yatay solucan hayvanı aslında hala olmaması gereken bir hayvandır. antik muhteşem bir canlıdır kendisi. sudan çıkıp karada yaşam başladıktan sonra, aslandan insana bütün omurgalı varlıkların ortak atasıdır. öz be öz dedemizdir.
geçenlerde bu hayvan üzerinde yapılan bir deney okudum. anlayabildiğim kadarıyla aktarmak isterim.
yatay solucan hayvanlarını ortadan ikiye böldüğünüzde iki parça ve iki şahıs solucan hayvanı olarak yaşamlarına devam edebilirler. bu hayvan dedelerimiz gün ışığından çok korkarlar. haliyle ışıkta avlanamazlar da. bilim adamları bunlara ışıkta avlanmayı öğretmişler. bu mazlum hayvanlar da beyin yoktur. beyin yerine kafa kısmında tek bir hücre mi ne var. o kadarı aklımda kalmamış. buna benzer bir olay var işte. fakat ilkel de olsa bir sinir sistemine sahipler elbette. bu hayvanlarımızın bir özelliği de ortadan ikiye böldüğünüzde, yaşamlarını iki solucan şahıs olarak sürdürebilmeleridir. bilim adamları da bunları gün ışığında avlanabilecek şekilde eğittikten sonra ortadan ikiye bölüp gözlemlemişler. kafa kısmı kalan solucan şahıs haliyle öğrendiği davranışı devam ettirebilmiş. zaten bugüne kadar yaygın biliş öğrendiklerimizi beynimizde depoladığımızdır. fakat ilginç olan göt kısmı kalan solucan şahıs da öğrendiği davranışı devam ettirmiş. bugün bilim insanları hafızanın salt beyinde değil acaba hücrelerimizde de depolanıyor mu ayağına uzun uzun beyin yormaktalar. bu arada ilk gençliğimde değerli bir devrimci büyüğümüz bana şöyle demişti. ''beyin yoruldukça gelişen bir organdır'' devrimci büyüğümüz haklıdır.
bu deney bana uzun zaman önce okuduğum bir bilimsel çalışmayı hatırlattı. cinayet sonucu öldürülen bir insan kalbi, kalp ihtiyacı olan bir dönora takılır. ve bu dönor katili rüyasında görerek cinayeti aydınlatır. bilimde bugüne kadar muaama olan bu sorunsalın cevabı da yukarıda anlattığım deneyde saklı olabilir. veya olamaz ben götümden de uyduruyor olabilirim.
narsizm. artık bu hastalık bireysel bir durum olmaktan toplumsal histeri olmaya yol almış durumda. herkesi bir yanından çürütüyor. insanlığın sonu orta çağdaki vebadan gelmedi fakat bu histeriden geleceğinden şüphem yok.
aynı zamanda büyük müzisyen ahmet kayan muhteşem şekilde bestelediği cam kırığı hissiyatında nazım hikmet şiiridir;
saat 21'i vuranda
burada kan panalar çalardı
burada…
burada hasret ve dert
sen nerdeydin?
bugün…
bugün görüş günümüz
herkes geldi, sen nerdeydin?
aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.
tam yüzyıl..
tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
gözlerin içimde durmayalı.
dokunmayalı sıcaklığına karnının
tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.
saat 21'i vuranda
burada kan panalar çalardı
burada…
burada hasret ve dert
sen nerdeydin?
bugün…
bugün görüş günümüz
herkes geldi, sen nerdeydin?
aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.
tam yüzyıl..
tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
gözlerin içimde durmayalı.
dokunmayalı sıcaklığına karnının
tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
aynı daldaydık
aynı daldaydık
aynı daldan düştük ayrıldık
aramızda yüzyıllık zaman
yol yüzyıllık.
bugünkü duruşmasında şöyle bir yanıt vermiş şahıstır;
''o zamanlar herkes fetö'yü övüyordu. ben de karşısında görünmek istemedim''
yukarıda okuduklarınız sağ ahlak tutarlığının tanımıdır kanımca. yani tutarsız dip ahlaksızlığın ta kendisidir.
o zamanlar solun her kutbundan insanın ciğerini söküyordu fetö. ve bazı zamanlarda bu şiddeti mecazi olarak da yapmıyordu.
mesela ben o yıllarda üniversiteye gidiyordum. cemaat yurdunda kalan arkadaşlar her türlü konforun dibindeyken benim aklımın ucundan bile geçmedi öyle ahlaksız bir ayrıcalıktan faydalanmak. okul bitince hiç bir cemaat torpili aramadım devlete kapağı atmak için.
okullarını birincilikle bitirip fetö'yle ilgileri olmadıkları için atanamayan ve intihar eden yüzlerce insan var kim verecek bunun hesabını? devlete liyakatıyla yerleşip sırf solcu diye veya ailesinde solcu var diye fetöcü damgasıyla atılan on binler var.
bunların hesabını vermesi gereken sağdır. ama halkımız ekseri olarak hala yığınlar halinde sağa oy vermekte. değişir bu düzen elbette.
''o zamanlar herkes fetö'yü övüyordu. ben de karşısında görünmek istemedim''
yukarıda okuduklarınız sağ ahlak tutarlığının tanımıdır kanımca. yani tutarsız dip ahlaksızlığın ta kendisidir.
o zamanlar solun her kutbundan insanın ciğerini söküyordu fetö. ve bazı zamanlarda bu şiddeti mecazi olarak da yapmıyordu.
mesela ben o yıllarda üniversiteye gidiyordum. cemaat yurdunda kalan arkadaşlar her türlü konforun dibindeyken benim aklımın ucundan bile geçmedi öyle ahlaksız bir ayrıcalıktan faydalanmak. okul bitince hiç bir cemaat torpili aramadım devlete kapağı atmak için.
okullarını birincilikle bitirip fetö'yle ilgileri olmadıkları için atanamayan ve intihar eden yüzlerce insan var kim verecek bunun hesabını? devlete liyakatıyla yerleşip sırf solcu diye veya ailesinde solcu var diye fetöcü damgasıyla atılan on binler var.
bunların hesabını vermesi gereken sağdır. ama halkımız ekseri olarak hala yığınlar halinde sağa oy vermekte. değişir bu düzen elbette.
başlığı ekşiden arakladım. üzerine de içimde kabuğu kopan bazı yaralarım ve üzerine de konuşasım vardı yaptım bunu. pişman değilim.
leydi. iskoç çoban köpeği, koli cinsi muhteşem bir hayvandı. halk arasında bilinen ismiyle lassie cinsi köpek. 10 yaşımdaydım. o zamanlar ablamlarla yaşıyordum. ablam ilk çocuğuna hamileydi. evde fısır fısır, bebek doğunca köpeği vereceklerini konuşuyorlardı bana çaktırmadan annemle ablam. komşular falan gelince de bahsi açılıyordu fısır fısır. ben çıldırıyordum hüzünden. köpek yıllardır bizimleydi, bebekse yeni doğacaktı. bebeği vermeliydik köpek kalmalıydı mutlaka. bu hakikati büyükler neden anlamıyor diye gecelerce uyuyamadığım oluyordu.
sonra bebek doğdu. on yaşında çocuğun bile içine tarifsiz bir yeğen sevgisi doluyor ilk gördüğünde yeğenini. o güzelliği ilk gördüğümde sanırım büyük olmaya ilk adımımı atmıştım.
aradan 16 yıl kadar geçti. benim şımarık zengin yeğen annesine dünya kadar para verdirip golden cinsi bir köpek aldırmıştı. 1 hafta içinde köpeğe bakamayacaklarını anladılar. o zamanlar ben de haliyle ayrı bir eve çıkmıştım. dedim bana verin elime mi yapacak. yapıştı. ismini alf koydum. bir gün öğlene kadar yemek yemedi diye ölüyor sandım. taksiler bizi almadı, rahat 4 km falan veterinere kucağımda taşıdığımı biliyorum. dünyada tariflenmiş ve tariflenecek en güzel sevgi bağlarından biri gelişmişti alf'le aramızda. fakat işte hiç bir sevgi terk etmenin önüne bend değil. 4 sene sonra sonsuzluğa uyudu alf. onu çok özlüyorum.
o günden beri sokakta dayanışma içine girdiğim yüzlerce güzel hayvanın hala başını bu konuyla ağrıtırım. başlığı görünce sizi de bu zulme maruz bırakmaktan kendimi alamadım.
leydi. iskoç çoban köpeği, koli cinsi muhteşem bir hayvandı. halk arasında bilinen ismiyle lassie cinsi köpek. 10 yaşımdaydım. o zamanlar ablamlarla yaşıyordum. ablam ilk çocuğuna hamileydi. evde fısır fısır, bebek doğunca köpeği vereceklerini konuşuyorlardı bana çaktırmadan annemle ablam. komşular falan gelince de bahsi açılıyordu fısır fısır. ben çıldırıyordum hüzünden. köpek yıllardır bizimleydi, bebekse yeni doğacaktı. bebeği vermeliydik köpek kalmalıydı mutlaka. bu hakikati büyükler neden anlamıyor diye gecelerce uyuyamadığım oluyordu.
sonra bebek doğdu. on yaşında çocuğun bile içine tarifsiz bir yeğen sevgisi doluyor ilk gördüğünde yeğenini. o güzelliği ilk gördüğümde sanırım büyük olmaya ilk adımımı atmıştım.
aradan 16 yıl kadar geçti. benim şımarık zengin yeğen annesine dünya kadar para verdirip golden cinsi bir köpek aldırmıştı. 1 hafta içinde köpeğe bakamayacaklarını anladılar. o zamanlar ben de haliyle ayrı bir eve çıkmıştım. dedim bana verin elime mi yapacak. yapıştı. ismini alf koydum. bir gün öğlene kadar yemek yemedi diye ölüyor sandım. taksiler bizi almadı, rahat 4 km falan veterinere kucağımda taşıdığımı biliyorum. dünyada tariflenmiş ve tariflenecek en güzel sevgi bağlarından biri gelişmişti alf'le aramızda. fakat işte hiç bir sevgi terk etmenin önüne bend değil. 4 sene sonra sonsuzluğa uyudu alf. onu çok özlüyorum.
o günden beri sokakta dayanışma içine girdiğim yüzlerce güzel hayvanın hala başını bu konuyla ağrıtırım. başlığı görünce sizi de bu zulme maruz bırakmaktan kendimi alamadım.
kesinlikle doğa üstü hiç bir durumla ilgisi olmayan durumdur. olay küçücük verileri iyi bir zekayla harmanlayıp resmin parçalarını birleştirmekte saklıdır.
özleyen
gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!
akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.
yahya kemal beyatlı
gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde!
akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.
yahya kemal beyatlı
taraflar için korkunç bir dönemin adıdır. yahut en azından bir taraf için. en az ilişkinin ilk günleri kadar korkunçtur. ilişkinin ilk günlerinde de dediğimi yanlış anlar mı? ilk günlerde elimi kolumu nereye koysam? kaç numaralı bakışımı atsam? ayy bu hareketi bana ne kadar itici geliyor yolun başında bıraksam mı? gibi durumlar gerer ha gerer insanı. tabii ayrılık zamanı geldiğinde bu günler bile gözünüze küçük cennet ışıkları gibi görünür.
yahya kemal çok güzel söyler, ''bir bitmeyecek şevk verirken beste, bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir''
şairin bahsettiği bu evrene geçiş yaptıysanız ilişkide cehennemin küçük bok gibi ateşleri kalbinizden akan benzini harlamaya başladı demektir. bilmezsiniz ki bunlar daha iyi günleriniz.
zaten bir süre sonrasının acıları tarifsizdir. şunun da farkında değilsinizdir ki hıyarın ve insanın nasıl yüzde doksanı sudan oluşuyorsa, o an çektiğiniz acının da yüzde doksanı korkudan oluşmaktadır. sosyolog ve psikolog dostlarımız varsa lütfen o evrede neden bu kadar çok korktuğumuz hususunda bizi aydınlatsınlar.
ayrılık acılarından şu halde baya uzağım. gerçi en son o güzel insanla muhteşem yıllarımızın geçtiği ankara'yı haberlerde görüp de günlerce yemeden içmeden kesileli 5-6 ay oluyor. acilde gözümü serumla açtığım günkü zavallılık hissiyatının hücrelerimdeki izi hala bir sızıdır.
bu acıyı bir zamanlar en dibinden doruğuna kadar yaşamış bir dostunuz olarak bir kaç tavsiyem var. yaşadığınız şehri terk etmeyin. ben yaptım çözüm değil. korkmayın diyemeyeceğim fakat bir şekilde korkularınızı yönetmeyi öğrenmeniz gerekiyor. acılı şarkılar dinlemeyin fazla. veya ara ara dinleyip göz yaşlarınızı boşaltın. göz yaşı tıbben en iyi antidepresanlardan biridir. çok zorda kalmadıkça doktara gitmeyin. torbacıdan beter oluyor ibneler o evrelerde. torbacılara da fazla gitmenizi önermem.
en önemlisi sıkıştığınız zavallılık hissinden çıkın. simyacıların kurşunu altına dönüştürme çabası gibi siz de acılarınızı güce dönüştürmeye bakın.
üzerine bir de bugüne kadar yapılmış en güzel ayrılık şarkılarından birini bırakayım beter olun. ara ara beter olunmakta fayda vardır bu süreçte. gözlerinizi tekrar hayata ve yeni bir insana açtığınız zaman bu acılar size tecrübe gıdaları olacak. ve eski hatalarınızdan uzak çok güzel bir yeni yaşam başlayacak.
sen soğuk kış güneşine bakarken
çöl ateşi yakacak beni
mesafelere dolanacak iklimler
ayrı ayrı yerlerde başka insanlar
başka nefesler
bir yaban gül dikeniyle kan oturdu ellerime
kötü şeyler olacakmış öyle bir his içimde
ellerinle saklama terkeden gözlerini
önce gözler bırakırmış sevgilinin ellerini
geldi geldi vakti geldi
geldi kondu dudağına
pek yakıştı hırçınlığına
bekletme beni söyle
ayrılık ne zaman
ölüm bile yıkamazdı böyle bildik sevgimizi
çöl kumundan bir kaleymiş dokununca yıkılıverdi
geldi geldi vakti geldi
geldi kondu dudağına
pek yakıştı hırçınlığına
bekletme beni söyle
ayrılık ne zaman
yahya kemal çok güzel söyler, ''bir bitmeyecek şevk verirken beste, bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir''
şairin bahsettiği bu evrene geçiş yaptıysanız ilişkide cehennemin küçük bok gibi ateşleri kalbinizden akan benzini harlamaya başladı demektir. bilmezsiniz ki bunlar daha iyi günleriniz.
zaten bir süre sonrasının acıları tarifsizdir. şunun da farkında değilsinizdir ki hıyarın ve insanın nasıl yüzde doksanı sudan oluşuyorsa, o an çektiğiniz acının da yüzde doksanı korkudan oluşmaktadır. sosyolog ve psikolog dostlarımız varsa lütfen o evrede neden bu kadar çok korktuğumuz hususunda bizi aydınlatsınlar.
ayrılık acılarından şu halde baya uzağım. gerçi en son o güzel insanla muhteşem yıllarımızın geçtiği ankara'yı haberlerde görüp de günlerce yemeden içmeden kesileli 5-6 ay oluyor. acilde gözümü serumla açtığım günkü zavallılık hissiyatının hücrelerimdeki izi hala bir sızıdır.
bu acıyı bir zamanlar en dibinden doruğuna kadar yaşamış bir dostunuz olarak bir kaç tavsiyem var. yaşadığınız şehri terk etmeyin. ben yaptım çözüm değil. korkmayın diyemeyeceğim fakat bir şekilde korkularınızı yönetmeyi öğrenmeniz gerekiyor. acılı şarkılar dinlemeyin fazla. veya ara ara dinleyip göz yaşlarınızı boşaltın. göz yaşı tıbben en iyi antidepresanlardan biridir. çok zorda kalmadıkça doktara gitmeyin. torbacıdan beter oluyor ibneler o evrelerde. torbacılara da fazla gitmenizi önermem.
en önemlisi sıkıştığınız zavallılık hissinden çıkın. simyacıların kurşunu altına dönüştürme çabası gibi siz de acılarınızı güce dönüştürmeye bakın.
üzerine bir de bugüne kadar yapılmış en güzel ayrılık şarkılarından birini bırakayım beter olun. ara ara beter olunmakta fayda vardır bu süreçte. gözlerinizi tekrar hayata ve yeni bir insana açtığınız zaman bu acılar size tecrübe gıdaları olacak. ve eski hatalarınızdan uzak çok güzel bir yeni yaşam başlayacak.
sen soğuk kış güneşine bakarken
çöl ateşi yakacak beni
mesafelere dolanacak iklimler
ayrı ayrı yerlerde başka insanlar
başka nefesler
bir yaban gül dikeniyle kan oturdu ellerime
kötü şeyler olacakmış öyle bir his içimde
ellerinle saklama terkeden gözlerini
önce gözler bırakırmış sevgilinin ellerini
geldi geldi vakti geldi
geldi kondu dudağına
pek yakıştı hırçınlığına
bekletme beni söyle
ayrılık ne zaman
ölüm bile yıkamazdı böyle bildik sevgimizi
çöl kumundan bir kaleymiş dokununca yıkılıverdi
geldi geldi vakti geldi
geldi kondu dudağına
pek yakıştı hırçınlığına
bekletme beni söyle
ayrılık ne zaman
günlerdir bir soru sosyal medyayı sallıyor. çocukları pkk elinde olan anneler hdp önünde eylem yapıyor da, çocukları fetö elinde harcanan anneler hangi parti önünde eylem yapsın?
bugün çocukları askeri lisede okurken ağırlaştırılmış ömür boyu ceza alan bir grup anne akp önünde eylem yapmak istemiş. polisin sert müdahalesiyle karşılaşmışlar.
tarihin en paradoksal sorunlarını komik biçimlerde çözmeye çalışıyoruz. bir gün toplum olarak tekrar akla ve rasyonaliteye koşacağız diye umut okyanusları taşardı bir süre önceye kadar içimde. artık küçük bir deniz tuzu bile kalmadı bu kanıya dair hiç bir yerimde.
bugün çocukları askeri lisede okurken ağırlaştırılmış ömür boyu ceza alan bir grup anne akp önünde eylem yapmak istemiş. polisin sert müdahalesiyle karşılaşmışlar.
tarihin en paradoksal sorunlarını komik biçimlerde çözmeye çalışıyoruz. bir gün toplum olarak tekrar akla ve rasyonaliteye koşacağız diye umut okyanusları taşardı bir süre önceye kadar içimde. artık küçük bir deniz tuzu bile kalmadı bu kanıya dair hiç bir yerimde.
marks'ın ''tarihteki her savaş iktisadi temellidir'' sözünü haklı çıkartan olaydır. evet tarihteki bütün savaşlar ve soykırımlar mülk paylaşımı temellidir. fakat biz maymunların bunu meşruulaştırmak için din, milliyet ve benzeri gibi kutsal soslara ihtiyacımız vardır.
truva savaşı da bu minvalde bir savaştı. esas ama ege denizinin hakimiyetidir. truvalılar koynumuzdan avrad kaçırdı, gidelim onların analarını avradlarını çok fazla skelim biz de edebiyatı sadece olayın sosudur.
truva savaşı da bu minvalde bir savaştı. esas ama ege denizinin hakimiyetidir. truvalılar koynumuzdan avrad kaçırdı, gidelim onların analarını avradlarını çok fazla skelim biz de edebiyatı sadece olayın sosudur.
zor bir hastalık elbette. fakat yaşamı boyunca iki ayrı kansere yakalanıp da hala inatla ve güzel yaşayan çok insan tanıyorum. sebeplerinin de kapitalist medya tarafından aşırı manüpile edildiği kanısındayım. yalnız elinizden geldiğince şekerden uzak durun.
allah herkesin acısına yardım etsin, yakınlarını kaybetmiş herkese sabırlar dilerim ama benim anlamsız bulduğum eylemselliktir. 36 yılda babamın mezarına gitmişliğim 3 veya 4 falandır.
fakat hayatımın aşkının başkenti ankara'da, ankara'yı ve hayatımdan bütün mutlulukları terk ettiğim gece yapmıştım böyle bir ziyaret. 5 litrelik dikmen şarabıyla 1500 yıl evvel yitirdiğimiz şair imrul kays'ın mezarına gitmiş vedalaşmış ağlamıştım. ve şu şiiri okumuştum.
atların lisanını bilirim
kadınların gizli tarifesini
itin hergelenin biriyim
muhabbet tellâllarına göre
kalmadı yatmadığım hane
üryan girmediğim bahçe
imru'l kays'ı öldüren zehir
bana da sunuldu kaç kere
doludizgin geçtim yesrib'i
mekke'yi kona göçe
görmek için şairin ülkesini
indim kadim yemen'e
yemen : mısır ketenine
nakşedilmiş bir kaligrafi :
yüz bin sağmal deve
bir o kadar soru işareti
yemen : çölün eteğine
serilmiş bir pösteki :
yüz bini çini kâse
bir o kadar cırcırböceği
kahvenin yeşilini severim
sütün çivit mavisini
halden anlamazın biriyim
hayal tacirlerine göre
necid bir kök hatmi
aden bir dal defne
gözlerim şakaklarıma çekilir
güneş batarken kızıldeniz'e
nicedir dudaklarımda gezinir
cemal süreya'nın iki dizesi :
"iki şey : aşk ve şiir
bunlar kuşkuyla çiftleşir"
boynundan sarkan gümüş zincir
sol kulağındaki pagan küpe
yine kays'ı ele verir
dünyaya tekrar geri gelse
her aşk bir şehir
gibi şiirin gri tipisine gizlenir
bir gün benim de kalbim
ankara'da idam edilir
fakat hayatımın aşkının başkenti ankara'da, ankara'yı ve hayatımdan bütün mutlulukları terk ettiğim gece yapmıştım böyle bir ziyaret. 5 litrelik dikmen şarabıyla 1500 yıl evvel yitirdiğimiz şair imrul kays'ın mezarına gitmiş vedalaşmış ağlamıştım. ve şu şiiri okumuştum.
atların lisanını bilirim
kadınların gizli tarifesini
itin hergelenin biriyim
muhabbet tellâllarına göre
kalmadı yatmadığım hane
üryan girmediğim bahçe
imru'l kays'ı öldüren zehir
bana da sunuldu kaç kere
doludizgin geçtim yesrib'i
mekke'yi kona göçe
görmek için şairin ülkesini
indim kadim yemen'e
yemen : mısır ketenine
nakşedilmiş bir kaligrafi :
yüz bin sağmal deve
bir o kadar soru işareti
yemen : çölün eteğine
serilmiş bir pösteki :
yüz bini çini kâse
bir o kadar cırcırböceği
kahvenin yeşilini severim
sütün çivit mavisini
halden anlamazın biriyim
hayal tacirlerine göre
necid bir kök hatmi
aden bir dal defne
gözlerim şakaklarıma çekilir
güneş batarken kızıldeniz'e
nicedir dudaklarımda gezinir
cemal süreya'nın iki dizesi :
"iki şey : aşk ve şiir
bunlar kuşkuyla çiftleşir"
boynundan sarkan gümüş zincir
sol kulağındaki pagan küpe
yine kays'ı ele verir
dünyaya tekrar geri gelse
her aşk bir şehir
gibi şiirin gri tipisine gizlenir
bir gün benim de kalbim
ankara'da idam edilir
bir an gelip de küllenince
yüreklerimiz dinlenince
başka sevgilerde teselli bulunca
iste biz o gün düşüneceğiz
etrafımızı sarıverecek
bir boşluk ki asla bitmeyecek
herşey bir anda anlamsız gelecek
işte biz o gun tükenecegiz
işte biz o gun tükeneceğiz...
bir de masum değiliz hiç birimiz.
yüreklerimiz dinlenince
başka sevgilerde teselli bulunca
iste biz o gün düşüneceğiz
etrafımızı sarıverecek
bir boşluk ki asla bitmeyecek
herşey bir anda anlamsız gelecek
işte biz o gun tükenecegiz
işte biz o gun tükeneceğiz...
bir de masum değiliz hiç birimiz.
savulun, cesaret, inanç ve içtenlikle öveceğim. kayseri merkez itibarıyla güzel ve düzenli bir şehirdir. baktığınız her yerden tarih fışkırır. tabii şehrin ortasına yarraktan daha çirkin şekilde dikilen hilton otelini saymazsak böyledir. yahut o hiç bir ske yaramayan travmay kenti berlin duvarı gibi ayırmasa daha iyi olacaktı.
muhteşem bir türküye de ismini veren gesi bağlarına giderseniz kendinizi sürekli reklamları yapılan alaman köylerinden daha otantik bir yerde bulursunuz. hayatımın aşkı olan kadını yıllar önce ilk orada öpmüş olmamın bu övüşümün içinde hiç bir payı yoktur. zaten şimdi artık hayatımın aşkı olan kadın mı, yıldızlar mı, gesi bağları mı daha uzak bilemiyorum.
toki gesi'nin de anasını sikti sikiyor.com zaten son yıllarda. orada otostop çekerek, kah yürüyerek köylüleri evlerini satmamaya iknaya çalışan muhteşem bir dayıyla tanışmıştım. ellerinden öperim.
ağırnas'a giderseniz kendinizi yer yüzündeki en muhteşem mimari kentte bulursunuz. mimar sinan'ın doğduğu yerdir zaten. artık sokakları çöplükten geçilmiyor.
her köyünde harkulade ermeni mimarisi kliseler bulabilirsiniz. nerede şimdi o ermeni kardeşlerimiz? wallah billah soykırım neyin yapmamışmışız.
bütün içtenliğim ve samimiyetimle söylüyorum ki iç anadolu'yu bir defa ön yargısız ve gönül gözüyle gezin. bence seveceksiniz.
not: antakyalıyım.
muhteşem bir türküye de ismini veren gesi bağlarına giderseniz kendinizi sürekli reklamları yapılan alaman köylerinden daha otantik bir yerde bulursunuz. hayatımın aşkı olan kadını yıllar önce ilk orada öpmüş olmamın bu övüşümün içinde hiç bir payı yoktur. zaten şimdi artık hayatımın aşkı olan kadın mı, yıldızlar mı, gesi bağları mı daha uzak bilemiyorum.
toki gesi'nin de anasını sikti sikiyor.com zaten son yıllarda. orada otostop çekerek, kah yürüyerek köylüleri evlerini satmamaya iknaya çalışan muhteşem bir dayıyla tanışmıştım. ellerinden öperim.
ağırnas'a giderseniz kendinizi yer yüzündeki en muhteşem mimari kentte bulursunuz. mimar sinan'ın doğduğu yerdir zaten. artık sokakları çöplükten geçilmiyor.
her köyünde harkulade ermeni mimarisi kliseler bulabilirsiniz. nerede şimdi o ermeni kardeşlerimiz? wallah billah soykırım neyin yapmamışmışız.
bütün içtenliğim ve samimiyetimle söylüyorum ki iç anadolu'yu bir defa ön yargısız ve gönül gözüyle gezin. bence seveceksiniz.
not: antakyalıyım.