zengin sözlük yazarlarından şiirler

kaptonur
Bu şiir şelalelerin bile akarken yanında sönük kaldığı bir kadına atfen yazılmıştır.

Arkasına bakıp önüne küsen gözler var deniz.
Bakarken hayat penceremden,
dalgalarınla dolduramadığın lumbuzumun utanarak seyrettiği gözler.
Alesta çekmiş gibi beklerken güverteye çıkmamı,
"Son sigaramı bekle lan!" diye kafa tutuşum.
Belli ki cahil cesareti benimki,
Büyüklüğünü yenemem ama ölene kadar savaşırım...
ontolojik sancilarimin merhemi
Alnını kuşatan çizgiler var.
Çapraşık öpüşler altında,
siperlere koşuyorlar.
Konuşuyorlar benimle;
Geç kalmışım sana...
Böyle söylüyorlar.
Keza,
Aldırışım azalealara.
İyi bak,
Onlar senin çizgilerini taşıyorlar.

Yaşını söylediğimde kız bana,
Ölümden bahsettiğimde etimi sık.
Asık suratlı kadife çiçeklerim olsun koynunda;
Lûtfeyle, güldür onları
Hiç gülmediğimi söyle bana sonra,
Bizi çiçeklerinden ayırma.

Okurken bu cümleleri,
Yazanın adını anma derim
Hem en çok da onu unutmak gerekmez mi?
Eğer acıysa hislerin,
Tatlı anıların arasında kaybolmak isterim.
İzlerim,
Deniz feneridir bir yüzüm;
Bir yüzüm gemi direği.
Sularımda ebedi izlerin...
Azgın bir okyanussam şayet,
Dalgalarımdan vazgeçmeyi;
Yüzünü seyre dalacağın,
Uslu bir göle dönüşmeyi dilerim.

Bana uzak dansın bitmesin;
Yüzünü zarafetle beynime yazan şu saatler,
Zamanın gürzünü yüzlerimize indirmesin.
Öldürmesin dünyanın ayıbını hiçbir şair!
Saçların kamçısı bende şimdi,
İşte, her şey kara dair.
Çırılçıplak dünya...
Tutkular zayıf, arzular dantel.
Bilmem, siyahı nasıl yaşatmalı;
Bunca sevabın ortasında,
Bilemedim,
Nasıl gizlemeli bembeyaz seni ?
kaptonur
Bu şiir tırnaklarımın beyazına şiir yaz diyen bir kadına atfen yazılmıştır...

Heybeti dünyayı kaplayan bulutlar, beyaz umutlar...
Aşıkları görür, aşklarını yüceltmek için gölgeleri ile saraken beklemez heybetini kaybetmeyi,
bir anda parçalara ayrılır, tutamaz göz yaşlarını,
yer izmir semaları...
Kılıçtan daha keskin olan kalemler...
Mürekkebini doğururken kağıtlara acımaz,
bilir en güçlü olduğunu ağlamaz!
O titreyen kalem mi yoksa?
Bir çift el var kalemin korktuğu,
"Ya beni seçerse" diye konuşan kalemler titrek titrek beklerken solan umutları ile
"neden ben?" Diye üzülen kalemler.
Yer izmir semaları...
bir kalemin ağıtı duyulur kulakları parçalayan,
Neden ben bağırışları arasında bir elin tutsaklığında kağıta doğru giderken...
Onu tutan elin tırnaklarının beyazlığını bırakıp adı beyaz olan bir kağıda doğurmak istemez kararlarını.
Ondandır bu feryadı,
yer izmir semaları...
ontolojik sancilarimin merhemi
sedefler yağdı buz dağının görünmeyen bölgesine, kırılmıştı efsanelerin çizgileri dipte yatar hazine..
şaşkın sahneleri arayan yitik gözler özün kendisine.. acının içinde benlik onu yoğuramayan eller biçare..
kalan ki aranıp da bulunmaz, düşmüş denizin dibine.. bilmek gerek, yüzmek ister donmuş balık halsizce.. yanmayan çözemez dengeyi, meçhulün amansız ateşinde..
kuzeyin ışıklarına dokundum, ağladı renkler sessizce.. anlatmak kolay mı, kardelenin açılışını görmeyen gözlere, kalemin keskin yanını ki gize mahkum yekpare..
arşta soğuktan parmağı kararmadan yazan nice gafillere, sormaya çekinirim bu cehalete bürünen cesaret niye? söylemim odur ki düşüp bir katre peşine, seslenme kemale..
örülürken kaderin zapt edilemeyen toprağı gömer seni de!
ihtiras limani
anlamadan yaşadıklarıyla dolu insan
bıçağında şifa aramaktı aşk da
anlamadım yara almadan
çekilmiştim bütün yolcuların yolundan
hep seni bekler buldum kendimi

merhamet bulmak için merhamet sunan
aşk duymak için aşk haykıran
kelimelerden adımlarla geldim sana
eğilen başımı küfürle inkar eden
soğuk bir kibirle savunan
karanlıkta gizli yol arayan
yüreğimdeki çaresiz kaçak
teslim özlemin zindanına
kayıp bir denizciyim şimdi
sensizliğin tam ortası burası
kimsenin gitmediği
kimsenin dönmediği
rüzgar tövbelisi bir liman.
ihtiras limani
keşfettiğim her güzellikte
gülümsedi bana yansıman
öğrendim kendimi öğrendikçe
insan nasıl işlermiş içten içe
bir insanın saklısına
kendimi tanımamışım seni tanımadan
ve tatmamışım yaşamanın böylesini
senin bile bilmediğin kuytularda
beni beklemiş anlamların
kaybolmak için sızıp kaldığım limanlarda
yakamozlarda göz kırpan
kayıp bir deniz kızıydın
saçları ay ışığından.
ontolojik sancilarimin merhemi
kırılmış bir kalemin,
açılmayan ucundan uzandım..
kömürün ıslak yansıması;
gözlerinden dökülürken,
kışın ortasın dondum kaldım..
deprem olacak,
kırılacak yeryüzü..
düşeceğim uçurumlarına
dudaklarımı ısırmış,
korkak titreşimlerle..
güneşin ışıkları vuruyor yüzüme,
yine üşüyorum sensiz;
kaldığım her nefeste..
bir dokunuşun çözecek,
yorgun buzlarımı.
ihtiras limani
Zokasına gönüllü balık gibi
Tılsımlı diline eğdim inancımı
Aldım doğrularımı sıcaklığından
Eritip yeniden döktüm
Seni benim yapmaya yeminli
Bir sabırda dövdüm arzularımı
Seni var edebilmiş bir dünya
Olamazdı boşuna inandım
Ruhunun rahlesine diz çöktüm
Adını ruhuma aşk ettim.
ontolojik sancilarimin merhemi
kilisenin orgunda duasız yankılanan notalar,
mihraba yürüyen sade gelinlikli benliğim..
karşımda duran çirkin nedimeler,
sadece çığırından çıkmış yapay rüya..
kutsal ağacın(hollywood) zehirli gölgesinde..
düşündüm; bir mendille silebilir miydim, kalbimi?
belki açılırdı toplumun arzına boyun eğen gözlerim!
bilemem, kaldırımlarda dokunmuş sevdalara;
göklerden damlayan mutluluklara teslim bedenim..
soluk almak zor, diri gömülen ruhumla..
göz yaşlarınız olmadan yeşermez, inancım..
bir dokunun binlerce keder örtü olsun mahreminize,
yükselmenin umudunda benle dolun..
isteklerim bitmiyor değil mi?
ne zor betimlenen, şımarık görünen yolculuğum..
durun bir dakika sahte gülüşleri kokluyorum..
içinde habis dokuları tutmuş, çürük etler..
örtündünüz değil mi, sımsıkı?
sarıldınız kadim, yanılmaz doğrularınıza..
olsun artık bunları yadırgamıyorum..
denilen o ki ben çoktan büyüdüm..
büyüdükçe sizlerle doldum..
günahlarım tenimden belki çıkmayacak, olsun..
ruhuna saplanmış okları söksem,
kan fışkıran her yaramda çocukluğuma gülümsesem,
acılı gecelerin ardından doğan güneş bana yeter..
valsarith
Melankoli siyahı semâda parıldayan kor
Ve kara bulutlar eşliğinde dökülen kan.
İşte fırtınanın yıldızlarla buluştuğu an,
Bana görkemli bir seremoniyi hatırlatıyor.

Geceye teslim olmak hiçliğin fısıltılarında,
Sessizce yokluğun çağırışlarında kaybolmak
Ve ölümsüzlüğü tanrının ilhamında tatmak
Bana kederli bir ömür vaat ediyor.

Toprağa düşen her yeni hayat öpücüğü
Ve hüzün dallarını besleyen taze gözyaşları
Issızlığımda beni kucaklayan dert ortakları,
Bana delirten bir yalnızlığı öğretiyor.

Meleklerin yalanları, ilahların oyunları,
Kasvetli evrenin ihtişamlı karanlığı
Ve ruhumun her zerresinde duyduğum acı,
Bana sonsuz bir ıstırap veriyor.

Cehenneme gitmeden hissetmek iliklerde,
Hazineyi en derin mağaralarda aramak
Ve kutsallığı kaosun içinde bulmak
Kalbimi kaplayan günah karasıyla,
Ciğerlerimi saran sülfür dumanıyla
Ve zihnimdeki boşluğun ışıksızlığıyla;
Bana güneşten uzak bir ölüm yaşatıyor.
ontolojik sancilarimin merhemi
askıda kalmış soluklar,
donmuş, kırılgan gözler..
kaldırımı zımparalayan ayaklar..
burulmuş minareden gelen ezan,
son karanlığın üzerinde yankılan..
çalar takunyaların türküsü,
halsiz mantar ürküsü..
sokak köpekleri arkadaş,
silüet silinir yavaş yavaş..
gıcırdayan küflü salıncak,
sessizlikte kaybolacak..
elektrik tellerine asılmış,
kirli çarşaflar birbirine yapışmış..
eğilmiş anten çok çaresiz,
içeriden naralar gelir edepsiz..
kuru kuru örtünmek neye yarar?
kanar durur derinde yaralar..
ay bakar arasından bulutların,
çapkınca sırıtır aşüftenin ardından..
köşede duran taş hüzünlü,
adımlara takılmaktan yükümlü..
siyahı üzerine çekmiş deniz,
zannedilir ki bir o dertsiz..
haber gönderir bacalar,
karşıdaki delinin aklını kurcalar..
bırak direği, yelken yakan kokular;
çaresizdir buruna sarılmış fular..
sinsice büyür telaş,
hasetle uyanır birçok meslektaş..
kaldırımlar başlar mesaiye,
yazık, yoktur ona yevmiye..
eser arada fırından simit rüzgarı,
nasılda açtır, kalabalığın karnı..
bir lokma ile doyacak iken,
hırslar boğazda oldu diken..
tanıktır, köşedeki dilenci çocuk;
insanlık ölü, vicdan buruk..
ihtiras limani
Biraz gökyüzü biraz su
Biraz yosun biraz tuz kokusu
Kendinin bilincinde bir seyyahın
Son limanı ve son arzusu

Yelkenleri şişirecek rüzgarı
Göğsümden üfleyeceğim
Gelip dokunsun diye
Yüreğinin en narin yerine
Saçlarını öpen
Ve tenini okşayan bir ürperti gibi
Cümlelerim arasından dökülecek
Yaldızlı bir ben dolaşacak kanında
Sana sahip olacağım
Seni diriltince yangınından
Deniz kokusuna bulanan
Safir bir geceyi takacağım boynuna
Sonsuzluk nikahı kıyılacak
Aşk şahit olacak ve tuz ve yara
Bedenini ezberlemeye
Alnından başlayacağım.
pestenkerani
İ

Hengâme dolu zihnini taşı bilgeliğime
durular, miski âmber ederim bulanıklığını
içimdeki burç tahtın olur
kurulursun kalbimin otağına
uçurumlar bahşederim varlığına
esef döktüğün ne varsa silerim
dökersin zülüflerini göğsüme
ilmin olurum, kıraat edersin beni
kırk okunmuş tasla yıkarım
Azize kılar, saçlarını tararım
düğümlere sihirler üfleyenlerin şerrinden
dirilerin gazabından
ölülerin anılarından
şarabın ve isyanın siyahından
be'ri olursun, korunursun
tapınak olursun, koruyucun olurum
baykuş bilgeliğinden nefesler toplar
suskunluğuna nefesini sürersin

ii

Yedi iklim hasadının bereketini topladım
bereket tanrıçası olur musun?
mabet olur kalbim, içimin arşında
tesbih eder, yüceltir, mırıldanırım
tok seslerime üryan olursun
göğüs sesim seda olur
sesimin sevişmesinde özne
ismime ile diye ram olursun
Havva olursun faraza
hiçliği varlık kılarsın
Âdem olan beni adam edersin
alnımdaki terin mükafatı
ayalarımda olan nasırın nâsırı
güneş içmiş bir Melike
ay doğuran hülya olursun
yarım ben seninle tastamam olur
bir bûtimâr açık denizlere uçar
hür olurum, mesut olurum
dünyaya hürriyetle kanat çırpan
sana tutsak, sana tutuklu
seninle özgür olurum

iii

Buğulu yerlerde silüetin geziniyor
hayalin külliyat neşrediyor
meczup bir âlim oluyorum
Mecnun'a kârındâş, Leyla'ya dertdâş
Hayyam'a yoldâş, haşhaşilere ruhdâş
efkârlı oluyorum
senin fikrederek nefesim tutuşuyor
kanat çırpınışlarım hârlıyor ateşi
nâr oluyorum,
hâr bir nâr, binlere bölünmüş nar
kırmızı, demli, alev alev bir hâr
nâr ve nar gibi
bûtimâr oluyorum

iv

Bir sancı, kırıkça geceler dolusu
geceyi yaşayan, güneşte ölen bir yazgı
baykuş gibi abus suretliyim
cemâlinse irem cenneti.
frante
Bugün çok yoruldun
Gördüm
Hangi pantolon giyilecek Yarın
Düşünme
Bu ara çok çalışıyorsun
Sen yarın işe gelme istersen
Dinlen

Zaten bu işler halledilir
Her türlü
Rahat ol hiçbirini düşünme
Yarın yağmurlu diyorlar
Doğru mu
Sen yarın işe gelme istersen
Dinlen

Gelse ya söyle bi şiir.
ontolojik sancilarimin merhemi
gezgin rüyalar ne kadar telaşlı!
koşuşturuyorlar,
bilincin arkasındaki kara perdede..
bir an durmalarını beklemek var,
belki uzanılabilecek anlık karede..
tebessümle süslenmiş umudu;
çoktan gölgelemiştir, mor halkalar..
o tek nefes beklenen..
tutunmak için güç verecek,
kağıttan düşlerin geçidine..
güneşin ilk ışıklarıyla yanıncaya dek,
okunacaktır, o güzel sayfalar..
ihtiras limani
Bir gün gelecektim sana
Beyaz dumanlı ihtiyar trenlerle
Geçip dağların omuzlarından
Her gece bakıp resmine
Kurduğum bütün hayalleri gerçek
Seni göçülmüş hayaller ülkesi
Şiirimi dilinden şarkı kılmak için
Bir gün gelecektim sana

Ne her gece koynuma aldığım seni yalan
Ne her şarkıda ismini hecelediğim
Bütün dünya davetkar
Size deniz olurum diyen gökyüzü
Yatak olurum diyen kumsal
Bütün defterler ismimize razı
Bize ses olma arzusunda satırlar


Soyundum dünyadan
Beni ruhunun sıcağına sar
Tuvaline değsin parmaklarım
Ben boyarım dudaklarını
Aydınlanmış bir kalbin atışını
Tenimizin dans eden ritmiyle
Yeni bir aşk diliyle
Ben yazarım.
ontolojik sancilarimin merhemi
kıskanmıyorum,
gökyüzünde;
özgürce uçan kuşları..
vatanım,
oldu senin kalbin..
sonsuz bir dünyadayım..
tüm hayallerim, isteklerim,
sana olan göçüm üzerinde;
birer mihenk taşı..
her gün,
bir kez daha ulaşıyorum;
sana..
sende kaybolduktan sonra.
ontolojik sancilarimin merhemi
buzun yakıcı sıcaklığını tutmaya çalışan çıplak ellerim,
kendilerine tutunan bir rüyanın ağırlığını kaldırmak ister
yükün ağırlığı maddesel dünyada bir katre su gibi,
lakin buz gibi görünen hislerin buharı dolar ciğerlere
güneşin ışığı altındaki kırılmaları seyretmek var ki,
bir gök kuşağının gözlere bağlanmasına eşdeğer
renkleri ayırt etmek için yalın bir his fazlasıyla yeter
sadece siyah ve beyaz üzerine kurulu dünyaların,
gri kalelerinin üzerini kaplayan ufuğa süzülen renkler
devleşmiş bir ruhun kalemini dolduracak mürekkep,
işte ortada, sadece destanını yazmayı bekler
donmuş ruhların hislerini bir cam gibi dökecek,
kalplerin sırça köşklerini yeniden inşa edecek,
bir şarkının dizeleri, sessizce ve sabırla bekleyecek..
ontolojik sancilarimin merhemi
sokaklarda yürüyorum,
önümde yurtsuz fareler..
adımları çok aceleci,
sokaklarda akan insanlar,
peynir kapanında kurban..
ıslaklık örtüyor her şeyi,
götürüyor yerin altına,
varlığın tüm kirlerini..
hırsların boyalı yüzü,
aktı ayakların altına..
olamadı ey gafil insan,
gemiyi terk eden bir sıçan..
ihtiras limani
kendine uzak kalmışsın
bedenin ruhuna daralan parmaklık
yorgunsun güz yaprakları kadar
dudakların rüzgar soluğu
gözlerinin kainat karanlığında
ruhun titriyor mumlar gibi


öldürüp tüm sancılarını
soysam parmak uçlarından bu bıkkın hissizliği
yaşayamamanın verdiği
mor ve sıcak "sen"inle dokunsan bahara
sular akıp gitse gözlerinden yüzünden
saçlarını savursa rüzgar
uykusuz yastık izleri dökülse gecelerinden
hiç kimse ne olduğunu bilmeden
bir masal tılsımını mırıldanıp
tac etsem saçlarına
erguvanlarla dolu deniz yamaçlarına
uçursam ruhunu ansızın
gözlerin aralanır da okursan
kalbinde çiçek kokuları anımsarsan
şiir şükür olur o zaman
kelimeler ruhunun rengiyle bulur kendini
bir özlem bakışıyla sana
kırpıştırma uğraşıyla yorgun gözlerini
düşler korusun karanlıklardan seni.
ihtiras limani
keşfedilmiş bir sırrın
koyu sıcak denizindeyim
umutlu suskunluğunda
güneşine aşık bir gezegen gibi
ışığından kendimi sakınmadan
saklarım seni
dağılan ve aşınan dünyadan

tahtaları çürümüş sandallarla
açılmak gibiyken yaşam
sen bana geceler boyu
okyanuslara yelkenler dikmenin
sabrını bahşettin

sakın boynunu soğuk rüzgarlardan
nefesim ısıtır bedeninin saklısını
ellerim ellerine uzanınca
her yanın öpücük tomurcukları
bütün bedenin baharlar giyinir
ince ve yumuşak sarılmalarda birikir
heyecan kıvrılmalarıyla açılır
ruhumuzun yakaları

kucaklamak bir deliliktir
ateş için barutu ama
küllerinden yeniden doğuluyorsa
hüküm sürendir aşk
ve yanmak gerekliliktir.
mudaran
Nedir bu içimdeki hissiyat
Enteresan belki ölüm
Tuhaf belki aşk
Sıkıntı belkide korku

Nasıl bir ağırlık üzerimdeki
Elbet çıkar yakında kokusu
2 /