zengin sözlük yazarlarından şiirler

olric
Kirpiklerimi pervaz olarak kullanmış,
gözüme giren herkes.
Sadece yağmurdan saklanmak için.
Korkuyorum gülmeye,
gamzeme saklanırlar diye,
ondandır hüzünlü halim.
ihtiras limani

kendimi bildim bileli
sesim eksik yaratılmıştır
Yanıldığım her zamanda
fazladan hesaplamışım varlığımı
Ondanmış hep eksilerek çıkmam
Her hesaptan ve her hesaplaşmadan
kendimi bilmediğim zamanlarda
ağlar gibi yaşanmasın diye ömür
direndim hayata
zamanın gizli hançerine direndim
Bekleyecek hiçbir şeyi olmadan
Yaşamak ne kadar yaşamaksa
Öyle yaşadım çoğu zaman
Yaşatmak benim için
Karışmaktı dışarıdaki ışıklara
Yaşamak için yaşatmak
Kendini öldürmekmiş öğrendim.
quares
karanlığa gömülen gökkuşağı ve firavun

şimdi şehrin en dibindeyiz,
şehrin en dibinde ki insanlar biraz mazlum,
mazlumlar allaha yakın.
uçurumun kenarında olsa bile fazlasını istemiyor mazlum,
sen ise öyle değilsin hain.
şimdi bir mazlum yürüyor uçurumun kenarında sen seyrediyorsun,
senin gökkuşağın karanlık başkalarının acılarıyla besleniyorsun.
allah görüyor, insan görüyor, ruh görüyor,
allah mazlumdan yana ama zalimler yaşıyor.

şimdi şehrin en dibindeyiz,
sokakta bir televizyon, duvarda yıllar önce durmuş bir saat,
saatin önünde yaşlı bir amca,
zaman ve mekandan haberiz öylece duruyor.
yıllar önce durmuş saattin önünde bekliyoruz beraber,
hafif yağmurr ciseliyor,
amca çekingen bir sesle bana sigara soruyor,
ilk defa o an sigara içmediğim için utanıyorum.
yıllar önce durmuş saatin önündeyiz ve saatin üzerinde allah yazıyor.
yaşlı amca kendi elleriyle kazımış onu saatin üzerine,
çünkü allahtan başka kimsesi yok.
çünkü allah ve cahilliğe karşı ayaklanan bir din her daim mazlumdan yanadır,
bunu mazlumlarda biliyor.
yağmur hızlanıyor,
saatin önünde ki televizyonda bi haber,
haberde bir şarkıcı yat almış sevgilisine 9 trilyon paraya!
ne o haber ne de başka bir şey umrumuzda değil o an,
dünya dışı olaylardan bağımsız hareket ediyoruz biz.
yanımızdan bir tren geçiyor o sıra,
tren camında yeşil gözlü bir adam, bilekleri kanlar içinde yeşil gözlü bir adam.
adı, umut.
gittikçe betonların arasında gözden kayboluyor tren,
umut olmadan yaşanmaz diyor bilge bir şeyh.
gök gürlüyor tam o esnada,
bu gök gürlemesi zamanın firavunlarına yapılmış bir uyarı!
20.yy'da insanoğlunun yaptığı zulüm, acılar, gözyaşı, vahşet ve kan.
21.yy'da ki firavunları yarattı.
günümüz firavunları insanlığı zehirledi.
insanların beyinlerini ele geçirdi.
günümüzde kan akan bir nehir yok ama kanayan sokaklar var,
günümüzde kan akan bir nehir yok ama kanayan insanlık var.
şimdi senin elinde bir asa yok ama bu seyre dalman için bir bahane değil.
bekleme de kimseden bir şey, firavunlara karşı ayaklanmak farzdır, ve unutma;
allah daima haklıdan yanadır.
yağmur hızlanıyor,
bilge şeyh yavaş yavaş uzaklaşıyor.
trende artık şehrin griliğinde tamamen gözden kayboldu sayılır,
trenin içinde umut adında yeşil gözlü bir adam, bilekleri kan içinde,
umut olmadan insan da olmaz demişti bilge şeyh.
gök gürlüyor ard arda,
hemen yanıbaşımızda 3 silah sesi,
yıllar önce durmuş saatin önünde bekleyen yaşlı amca kanlar içinde yığılıyor,
ve saat calışmaya başlıyor büyük bir inatla.
gökyüzünden 2 güvercin düşüyor yere.
saat çalışıyor çalışmasına da üzeri nil nehrini aratmayacak bir kan içinde,
allah yazısına bakıyorum uzun uzun
ve o amcanın umudunu öldürenler firavun gibi hesap vericek bunu biliyorum,
yağmur kesiliyor, ve derin bir sessizlik kaplıyor her yeri...
ihtiras limani
uzaklarda
dağ başında bir mağara ateşi
rüzgarın öfkesinde harlanan
içim kendi koruyla sıcak şimdi
kül olmanın tadına hasret
kendi ışığından saklanan
bu kendi fırtınasında batmayan geminin
yanmakla sardım gövdesini

bir kayadan sızandım ben
sende bulmadım yolu, nehri
kendi yolunda akan bir ırmaktım
sularımla katışırım sandım dünyaya
hangi nehirle buluşsam
suyu reddetti beni
vazçgeçtim kimyadan
denizin içinde sığınılacak bir okyanus dibi
yeter göğe ulaşmadan
ihtiras limani
gölge etmek değildir arzum
sen ışılda isterim her dalgaboyunda
görünürken ve görünenin de ardında
kainatın hayatı var eden ışığıyla
parıldayan bir aydır varlığın
tılsımının kokusu sarar rüyalarımı
ve korkusu, yokluğu ışığının
iyi ki yaşayıp geçmişsin dünyadan
sana güz olmak değildi arzum
düşürmemekti hiçbir yaprağı arzum
örtmemekti hiçbir camı arzum
güneşi selamlayarak ve ayı buyur ederek
ikimizden başka sadece kainatı hissederek
kalbe sığmaz bir sevgiyle
teninden ruhuna sevişmekti arzum
kıskaçlarımla tutmaya çalışırken
seni yaralamak değildi arzum
bu ateş sarar dört yanımı
ben ki sana tutkun ama hep kendine tuzak
kendi zehrimle ölmek değildi arzum
ışığım, ışığına gölge düşmesindir arzum

ihtiras limani

ey aynam
sen mi başkasın şimdi ben mi
çiçek bozuğu yüzünde hiçbir şey
tanıdık değil hatırandan başka
donmuş bir göl gibi soğuk
içini açmaz bakışlarınla
kendimin kayboluşu
sır tutmaz artık ışığımız
bilmiyorum şimdi kimim
ihtiras limani
kalbimin akrebinde düzensiz bir ritim
pas tadında geçmemeli pazar günleri
ama kaderin zamanı yok gönlün arzuhaline
ölüme katarlar kalkıp durur her an
ben sadece lokomotifin sesini unutmanın
tatlı uykusunu özlemiş biriyim

güzel bir kadının kıvrak beline
sarılmanın verdiği sıcak güveni
aşk soluduğum günleri özlemiş biriyim
ağlarımda tanrıdan bir nimet olan balık
ve bedenime bir tapınak bulmanın
hayata gol atmışlığın
dudaklarımı aşka daldıırmışlığın
taşın ve toprağın ufalanan düzenine
meydan okumuşluğumun
gözlerinin sesinin ve sesinin sevgisinin
özleminde durmuş kalbimin akrebi.

ihtiras limani
etimizdeki tuzdan
sıcak gözyaşından
sevilmiş birinin sesinin şefkatinden başka
seni kitap sayfalarıyla kaplamak isteyen adam
bir tür aşk becerisiyle
yüzünü sarı kağıtlardan oluşturan
ve koruyan bütün soğuklardan
bir denize bakıp deniz kızını arar gibi
bütün kitap sayfalarına
sana bakar gibi bakmak
bu senin bana bahşettiğin
ikimizin varlığından
ikimizin dünyasına bir bahş
bildiğim en seksi kitapsın
ve en sıcak kağıt dokusu
en sarsıcı roman
en dokunaklı şiir
en tatlı kıpırtı
bu şiir burada biter
ve ben tenindenbir yudum daha içerim.
ihtiras limani
kendi ışıltısını unutmaz insan
bütün ışıkların söndüğü gecede
kendimle aydınlatmaya mecbur kaldığım
hep başka filtrelerden görmüşken dünyayı
kendime deniz feneri olduğum

kalabalıklarda
şehir ışıklarında kaybolan bir yıldız gibi
uzaklaşmamışken kendimden
henüz hayallerimi severken
delirmenin kıyılarında dolaşmıştı da
bütün varlığım bir kağıttan gemi
dizelerden halatlar hikayelerden yelkenlerle
kendi yalnızlığının denizinde
bir kıyı aramıştım
ve seni bulmuştum gözlerim görmezken
kalbimin elleriyle

bizi bir başkası yapan o korku
insansızlık çıplaklığı korkusu
onlar dediğin hep başkalarını giyinmiştir de
bizi yıldırmaya uğraşır durur
oysa beni giyin istemiştim
bilirim üşürsün de söylemezsin
bilirim dünya bir soğuk cehennemdir

şimdi ben kendi dünyama dolunay
sen yıldızından kopmuş bir kor
ben gözlerinde kainatı gördüm
sen bende karanlığı görme.
ontolojik sancilarimin merhemi
yıllanmış şarap gibi gece
yorgun bir sarhoşluğun kıyısındayım
Yağmurun susturduğu sokak dinliyor beni
İçim sakın ve Dürüst bir deniz
uzun kalp kırıklıklarında dik durdum ama
Mağrurluğumu solan bir yıldızı gördüğümde kaybettim

hatırladım bana geldiğin günü
unuttuğum yoldan haber getirmek için
O yol ayrımında duruyormuş bavulum
Mor ve alacalı
Hayal neşesinden Güneş renginden
Çiçekli elbiseler giymiştim de
Umut bezeli şarkılar söylemiştim
ellerini çırpıp gülümseyerek izlediğin
ışıltıdan bir çiçekle gelmiştin
Bütün çatılarını camdan yaptığın bir han
Yorgun düştüğüm her an
Gecenin yıldız örtüsünü yeniden hatırlamak için
yürüdüğüm bütün yollar üstünde
kaderimin önünden yürüyüp beni bekledin
ayak izlerimizi silemeyen bir çöl rüzgarı hayat
Çünkü aşkın hükmü altındadır yaşam
Ve ben her gece içindeki cam tavanlı handa
Çırılçıplak misafirim.
ihtiras limani
savrulup fırtınaların birinden diğerine
bir yalnızlık kayasına tutundu
 deniz bir kabardı bir durdu
ve kimi zaman mavi aynalarda kendini bularak
kimi zaman ufuklara bakarak
el sallayarak uzaklara
uçuşan kuşlarla arkadaş olarak
ezberleyerek yağmurun düşmanlığını
bir yalnızlık kayasının matemli kuğusu oldu
gözleri doldu göklerini bulutlar kapladıkça
güneşe mektuplar yazdı
eğer onu duysalar yıldızlar utanacak
bulutları delip geçemeyen ışıklarından
ve tüm gemiciler suçlu bulunacak
ellerindeki her nasır izinden ve gözyaşlarından
bir gün elbet bir rota kesişecek 
tutunduğu kayalıklarında bitecek toprak
açacak o beklediği mor çicek
 bir bahar yaşanacak
 ve gemiler demirleyecek limanlarına
saçlarına bahar kelebekleri koşturacak
deniz yıldızları konacak avuçlarına
bir gemi bir gün onu kurtaracak
onu denizlerle barıştırıp
son verecek ıssız kışlarına.






ihtiras limani
denizin diğer kıyısında
sevilmişliğinin aynalarında
görüyorsun sahneleneni
ışığı beni kendinden iyi bilişin olan
ne çaresizlik ipinde oynayan kukla
ne bir tiyatro sahnesi
bir ruh cehennemini bırakıp suya
uzaklığın kanatlarına binip gittiğin
bir sessizlik zindanıdır

insan sevdiğiyle olmalıdır
imkansızımsa uyandığımız dünya
kendimizi esas var ettiğimiz
gönülde kurulan rüya
bizi bir öykünün kahramanı kılmalıdır

yıldızların da bir şarkısı vardır
bir sevdalını gözünde ezberlediği
duyar bilirim kulakların
yaz rüzgarları tenine dokununca
düşlerinde bulursun beni
bütün sahillerde yeniden sevişiriz
anlamını yeniden doğurur tutkular
dansımız başlar bir kez daha..





ihtiras limani
heyecanlı akşamlar dilerim
biliyorum ölesiye yorgunsunuz
bir çiçeğe basacakmış korkusuyla yaşamaktan
elbette en güzel siz sevdiniz

eyvallah örtüsü attığımız dünya
sırtlan sırıtışlı bir fahişedir
dişleri geçmez yalanın boynumuza ama
dürüstlük konusunda biraz acemiyiz

hür kahkahalarla tüketiniz
sinema biletleri yanmadan
bizim için oynayan yaşamı
kadere figüranlığımız başlamadan.
turarmy
İ şim yoktur benim
Ş ansımda pek azdır
S anmayın ki böyle sürecek
İ şsizlik bedbahtlığım
Z ira başvurdum bi çok yere
İ ş beklerken de bunaldım
M arifet bunu anlatmakta cancağızım.
pestenkerani
Yaşam çizgilerini bulutlara değdir,
Kalplerine dokunacaksın meleklerin.
Yerde, bir imâm sana soracak;
'bu gün Allah için ne yaptın?'
Çiçeklere su verdim,
Yetim bir kedinin başını okşadım,
Çocuklar için ceketimi ilikledim.
Dersin,
O da bir şeydir der Allah;
İmâm dudaklarını esef ile dökerken.
ihtiras limani
yıllar gölgeler gibi düşer yollarıma
yaşanmış güzel şeylerin hepsi
fısıldar bir fotoğraf gibi tebessümümü
içinde sen olan, içimde sen olan
silüetinden kaçamam her şiirde can bulan
şarkılar hep sesinin tadına yakınsar
uykularımda bulurum seni
tenin ve sıcaklığın dolar ruhuma ve avuuçlarıma
benimliğin kokar bütün dünya
uyanışlarımı çirkin kılar yokluğun
sanki seninle büyüdüm
ve sanki
göğe yükselen hislerimin sarmaşığı
sensizlik boşluğunda salınır
hislerim büyür kırılmalara doğru
içinde yayılıp rengimi vermek isterken
dokunmazsan çatlayan toprak oldum sana
yüzümdeki ve ellerimdeki kir
bana yasaklar seni
vurulmaya utanılacak bir kapı gibi durur
beni adam bilişin
ama aşk ölümcül bir rüzgar gibi
fırtınalaşıp dünyamda
cüretini yüksekliğine taşır
mor bahçelerine yeniden düşmek için
utanç ve hasretle
mor dünyanın kapısında bir şiirdir sesim
frante
Bakkala gidiyorum
Ekmek alacağım bakkaldan
Bugün hava çok sıcak olduğu için
Terliklerimle mi gitsem diyorum
Üşeniyorum da Aslında
Ama Kardeşim okulda
Bakkala gidiyorum
Bakkala
ontolojik sancilarimin merhemi
Ne bok yiyelim biz de şaşırdık gerçekten. Neye elimizi atsak bi memnuniyetsizlik. Yazılan onca aptal saptal neye hizmet ettiği belli olmayan zerre fikir parıltısı taşımayan ve beni asla ilgilendirmeyen yazı varken gelip beni buluyorsunuz ya anlamsızım.
ontolojik sancilarimin merhemi
zamanı durduruyorum, benliğim akıyor o ana..
aşkın tutkusu ile sarılmış kırmızının arasında,
siyah beyaz bir gelgitin uzantısını yaşıyorum..
bir firuze taşının renginde huzurla soluklanıyorum.. kolların açık gökyüzüne karşı, o kadar davetkar.. kayboluyorum kucağında, tüm bedenimle..
o kadar küçüldüm ki sığıyorum avuçlarına..
yanakların ki kıskandırır, ulaşılmaz zirveleri..
bir küçük damla gibi düşüyorum ellerinden,
dokunuyorum ihtişamlı gözlerine, parlıyorum;
ardından süzülüyorum yanaklarından aşağı,
ulaşıyorum; suskun, beni kabul eden dudaklarına..
nalbantyani bezirgan
Gibi
Dalgınsın, çaresizsin çoğu zaman
bitkin ve yorgun
ve öylesine ölgün.

Hafta sonu evdesin bazen
kimsesin
Bazen dışarda, sokaktasın
herkessin.

Ama hep aklının bi' ucunda
osun, onunlasın.
Unutmayı dilemektense
her seferinde
yeniden hatırlamamayı
diliyorsun.
Kendindesin.

Kendinlesin hep ama hiç de yalnız değilsin.
Başına üşüşmüş korkular
dört bir yanında cevap bekleyen sorular
ve sonu gelmez duygular

Hissettikçe üzülüyor gibi değil de
ağlamaya korkar gibi

İstesen gidecek gibi ama
senin de pek bırakasın yok gibi

Sevmek gibi de değil
Baş belası bir gece sonrası feci bir baş ağrısı gibi

Ölmek gibi hiç değil, ne de yeniden doğmak
Yalnızca hiç...

Öyle boş, sessiz ve sakin
bir karanlığın içi gibi

Ama kaybolmuşsun gibi değil de
sanki eve dönmüşsün gibi.
ontolojik sancilarimin merhemi
askıda kalmış soluklar,
donmuş, kırılgan gözler..
kaldırımı zımparalayan ayaklar..
burulmuş minareden gelen ezan,
son karanlığın üzerinde yankılan..
çalar takunyaların türküsü,
halsiz bırakır mantar ürküsü..
sokak köpekleri arkadaş,
silüet silinir yavaş yavaş..
gıcırdayan küflü salıncak,
sessizlikte kaybolacak..
elektrik tellerine asılmış,
kirli çarşaflar birbirine yapışmış..
eğilmiş anten çok çaresiz,
içeriden naralar gelir edepsiz..
kuru kuru örtünmek neye yarar?
kanar durur derinde yaralar..
ay bakar arasından bulutların,
çapkınca sırıtır aşüftenin ardından..
köşede duran taş hüzünlü,
adımlara takılmaktan yükümlü..
siyahı üzerine çekmiş deniz,
zannedilir ki bir o dertsiz..
haber gönderir bacalar,
karşıdaki delinin aklını kurcalar..
bırak direği, yelken yakan kokular;
çaresizdir buruna sarılmış fular..
sinsice büyür telaş,
hasetle uyanır birçok meslektaş..
kaldırımlar başlar mesaiye,
yazık, yoktur ona yevmiye..
eser arada fırından simit rüzgarı,
nasılda açtır, kalabalığın karnı..
bir lokma ile doyacak iken,
hırslar boğazda oldu diken..
tanıktır, köşedeki dilenci çocuk;
insanlık ölü, vicdan buruk..
0 /