dufun komşu hikayeleri

dusunmeye usenen filozof
-Süleyman Abi, ben Nevzat hatırladın mı, diye sordum.
-Ali'nin kardeşi?
-Hem evet hem hayır abi.
-Anlamadım
-Ben sana yalan söyledim abi, yani başka türlü anlatmazsın diye korktum. Ali'yi de, Gökçe Köyü'nü de senin ağzından aldım. Muğlalıyım ama asker arkadaşın Ali'yi tanımam. Büyük ihtimalle yaşıyordur.
-Peki sen kimsin Nevzat Efendi?
-Ben kızın Kübra'nın ve Ayşe Abla'nın Eskişehir'den komşusuyum, benim yan dairemde otururlar. Bana hikayenizi Kübra anlattı, bende merak ettim geldim. Bundan sonra sana başka yalan yok abi, izin verirsen ben bu hikayenin romanını yazacağım. Ve tabi yine istersen seni yıllar sonra kızınla buluşturacağım.
-Kübra'mla mı buluşturacaksın beni? Kızın dedin? Bir şey mi biliyorsun? Gurbanın olam de
-Ayşe Abla, Kübra'ya "senin baban Süleyman" demiş abi. Kübra bunu zaten biliyormuş.

en az 10-15 saniye telefondan hiç bir ses gelmedi. bir müddet bekledim. telefonun arka planından başka sesler geliyor olması hala açık olduğu gösteriyordu. sonra bir anda adam "gızııımm" diye bağırıp hıçkırarak ağlamaya başladı. ben de bir babaydım ve yirmi yıl kızını görmeden yaşamak, hatta bunu içini her daim kemiren bir soruyla geçirmenin ne demek olduğunu az çok anlayabiliyordum. ağladığı için zaten zorlandığım şivesi de iyice bozulan süleyman abi'nin ne dediğini anlamadığım cümlelerine anlam katmaya çalışırken, onun duygularına ortak olmaya çalışıyordum.

sonra birazcık sakinleşti. "ankaya geliyom ben, hemen geliyom" dedi. artık onu durduramazdım, kübrayı aradım ve babasının geleceğini söyledim. kübra, pazar çok erken saatte kapımı çalmıştı. benim en sevdiğim ve şirine adını taktığım kombinini yapmıştı, bu saç tarzı, bu makyaj ve bu giyim tarzı ona en çok yakışanıydı.

birlikte çıktık ve monkey's isminde bir kahvaltı salonuna gittik. süleyman abi'nin trene bindiği saatler olmalıydı. hızlı tren ile ankara'dan eskişehir'e gelmek 85 dakika sürüyordu.

kübra ne yapması gerektiğini bilemiyor, benden kopyalar almaya çalışıyor, iki de bir çantasından çıkarttığı küçük aynayla kaşını gözünü kontrol ediyordu. ne ben ne de o heyecandan doğru dürüst bir şey yemedik.

zaman en yavaş haliyle aktı gitti. bir saati zorlukla devirmiştik. artık tren garına doğru yürüme zamanı gelmişti. tcdd parkının içinden ağır ağır yürüyerek merkez kavşağa ulaşıp oradan da istasyon caddesine girdik. kübra sürekli cep telefonun saatine bakıyor, bir önceki bakışından beri sadece 1-2 dakika geçtiğini görünce ergen püflemesi yapıyordu.

istasyona girdik. ona neden hiç babasını aramadığını, köyünü bildiği halde gitmediğini sordum. annesi ile ilgili bahaneler sıraladı. emin olduğum tek şey vardı, gerçek babasının ömer olmaması onu mutlu etmeye yetiyordu. garda girmeye izin verilen son noktaya kadar geldik. on dakikadan fazla zaman vardı.

atakan ile evlenmeye karar vermeleri üzerinde konuştuk. "başkasıyla evlensem beni rahat bırakmaz zaten, hem başka kim var ki, sen bile istemedin beni" dedi gülerek. ben de "geldiğimden beri atakan'ın sevgilisisin, seni hiç boş yakalayamadım ki" dedim. bu iltifat bile yüzünde güller açmasına yetmişti. ona ne kadar az güzel şey söylediğimi fark ettim. dengeleri koruyabilmek için onu zaman zaman ne kadar kırdığımı da fark etmiş oldum.

biz garın alt geçide benzer bekleme alanında olduğumuzdan trenin gelip gelmediğini göremiyorduk, ancak bir trenin perona yanaştığının sesini duyabilmiştik. gözümüz merdivende öylece bekliyorduk. sonra bir kız merdivenden koşarak indi. bizim beklediğimiz alanda bekleyen genç sevgilisine sarıldı. uzaklaştılar. sonra trenden inenlerin geri kalanları da birer ikişer gözükmeye başladılar. hepsinin yüzlerine bakıp süleyman abiyi aralarından seçmeye çalışıyordum. kübra ise görüyor musun diye birkaç kez sordu. trene binmemiş olacağına pek ihtimal vermiyordum.

tam yoğunluk azaldığı sırada merdivenden inerken gördüm onu, ilk kez gelmiş olmanın çekingenliği ile etrafına bakıyor, doğru yere doğru yürüyüp yürümediği anlamaya çalışıyordu. bizi görmesi biraz süre aldı, göz ucuyla kübra'ya baktım. put gibi kalmış, ne yapacağını bilemez halde bekliyordu.

kapıdan çıktı, elindeki küçük çantayı aldım, tokalaşıp, öpüştük. "süleyman abi bu kübra" dedim. kübra'yı babasının elini öpmesi konusunda tembihlemiştim. dediğimi yaptı. süleyman abi kübra'nın yüzünü iki eli arasına aldı. iki yanağından öptü ve ardından sımsıkı bağrına bastı. kübra'nın duygusal olmamasına zaten alışıktım. süleyman abi ise gözlerinden akan yaşlar kübra'nın omuzuna düşmesin diye bir an önce silmeye çalışıyordu.
dusunmeye usenen filozof
-nevzat biz kredi çekmek istiyoruz, ama bir devlet memurunun kefilliği gerekiyormuş bize kefil olur musun? dedi ve sonra da sebebini söyledi. "kübra'yı evlendireceğiz para gerekiyor."

kredi için kefillik meselesi bir kaç saniye hiç bir anlam ifade etmedi. zaten o konuda düşünecek bir şey yoktu. cevabım belliydi. ama "kübra'yı evlendireceğiz para gerekiyor" cümlesi kafamın içinde çınlamaya devam etti.

ayşe abla, kredi konusunda cevap beklerken, ben ona "kiminle evleniyor" diye sordum.

-atakan ile evleniyor, dedi. ne kolay söyledi. kimdi bu ayşe abla, neydi? nasıl bir insandı? neler yaşamış, nelerle yoğrulmuştu? daha kaç oldu atakan ile sevişmesi? kübra'nın onu o halde terslemesi? empati yapamıyordum. 1,5 ay önce atakan'dan kaçıp giden, başka hayat kurmak isteyen kadın şimdi onu damat alacaktı.

artık beni ilgilendiren bir konu yoktu, kendime geldim, ayağa kalktım.

-abla bir sürü ihtiyacım var, kendim için kredi çekeceğim. daha doğru dürüst eşyam yok görüyorsun, projelerim var, yatırımlar yapacağım, para riske edebilecek dönemde değilim. size de kredi çekmeyi önermem. ama illa çekecekseniz, atakan'ı da kefil gösterebilirsiniz, siz artık bir ailesiniz. başka söyleyeceğiniz bir şey yoksa ben yatmak istiyorum, dedim.

-yine de sağol ablam, kusura bakma gece gece rahatsız ettim dedi. çıktı.

niye bu kadar atarlı davrandım bilmiyordum. kübra'nın evleneceğine mi bozulmuştum? "yok artık dedim" kendime, uykum vardı ve saçmalıyordum, yatıp uyudum.

sonraki gün kapım çalındı. açtım, kübraydı.

-iyi kötü arkadaşlığımız oldu. biliyorsun senin fikirlerine çok değer veriyorum. annem sana söylemiş. ben atakan ile evleniyorum. sence mutlu olur muyum dedi?

-kader, dedim. kadere inanıyormuş gibi. "mutluluklar dilerim".

ama o annesi gibi hemen gitmedi, konuşmaya devam ettik.

bir ara "baban ne diyor bu işe?" diye sordum.

-bak sana bir sır vereyim, ömer benim babam değil, dedi. "benim babam süleyman."

o bunu bana söyledikten sonra şaşırmamı bekledi. o bana açıldıysa benim de kimseden gizleyecek bir şeyim yoktu. "biliyorum" dedim.

şaşırmamı beklerken o şaşırdı. "annem mi söyledi" diye sordu.

-Hayır baban söyledi.
-Ömer bilmiyor ki
-Süleyman'dan bahsediyorum, bana o söyledi.

Kübra sessiz kaldı bir süre. Sonra "Onu gördün mü" dedi.

-Evet
-Nerede
-Haymana'da, Yeşilyurt'a gittim, onunla konuştum.
-Neden?
-Sen anlattın ben de merak ettim.
-Ciddi misin, şaka yapıyorsun.
-Hayır şaka değil.

Cebimden telefonumu çıkardım. Galeri'ye girdim, Kamera fotoğraflarını açtım. Sadece 4-5 fotoğraf ilerideki Süleyman Abi ile olan özçekimimizi açtım. Telefonu ona uzattım.

-Benim babam Süleyman bu mu dedi.
-Evet dedim işte senin baban o. Muhteşem bir adam. Harika biri. Ve hiç bir suçu yok. Bütün suç annende. Evlenmeden önce bulur onayını alır mısın, yoksa umursamaz mısın bilmiyorum. Yerinde olsam onu ezip geçmezdim. dedim.

Sessiz kaldı.

-Kübra hiç güvenilir biri olmayı denedin mi?, dedim.
-Güvenilir bulmuyor musun beni?, dedi.
-Hayır, dedim.
-Sen öyle diyorsan peki, dedi bozularak.
-O zaman sana güvenmemi sağla. Bu olay ikimizin arasında kalsın. Atakan, annen ve Ömer bilmesin olur mu, dedim.
-Olur, bana güvenebilirsin, gerçekten, bu yaptığın şeyi hayatım boyunca unutmayacağım. Onunla görüşmek istesem bana yardımcı olur musun?, dedi.
-Eğer benim dediğim gibi kimseye söylemezsen, evet görüşmenizi sağlayacağım, dedim.

Gelip bana sarıldı. Yanağımdan öptü.

-Son bir şey isteyebilir miyim Nevzat?
-Nedir?
-Beni dudağımdan öp. Bir kez.

Dudağına kısa bir öpücük kondurdum.

-Artık git...

kübra benim için özel bir anlam ifade etmemeliydi. etmemişti.

ama sanki biraz etmişti. kalbim neden sızlamıştı bilmiyordum, belki de ben fazla duygusaldım.
saçma sapan düşüncelere gerek yok diyordum kendime.

-peki süleyman abi'yi evlenmesini belki engeller diye ortaya sürmemiş miydim? kendimi suçluyordum, ve bana verebileceğim cevaplarım yoktu. bir hiç uğruna kendimi riske atıyordum. düşünceli, mahçup, kendime sinirli ama huzurluydum.

karmakarışıktım..

ertesi gün biraz daha kendimde uyandım. uzun uzun düşündüm. beni etkileyen kübra falan değildi. ben süleyman abinin etkisindeydim. bir baba olarak kızının hayatı üzerinde özellikle bu konuda söz hakkı olmalı diye düşünüyordum. mantıksız hareket etmiştim. ama pişman değildim. kübra bu kez beni satmayacaktı. optimistlik değildi. garip şekilde bunu hissediyordum.

ertesi gün rehberime girdim, ismini buldum, ara tuşuna bastım, bir süre telefon çaldı ve açıldı.

-alo, dedi.


dusunmeye usenen filozof
"ne diyeceğimi bilemiyorum süleyman abi" dedim.

beni asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak bilmese hani allah biliyor "abi kübra'yı iyi tanıyorum, o bence de senin kızın" demek istedim. ama olmazdı. baştan bu kadar ısınacağımı bilmiyordum. süleyman abi'nin karakterini bilip gelseydim, baştaki yalanlara yine sığınır mıydım bilmiyorum. ama dedim ya, güzel bir hikaye yakalamıştım ve bir edebiyat aşığı olarak bu hikayeyi deşeleme ihtiyacı duyuyordum, olayın kendi akışına dokunmak, zedelememe neden olabilirdi. şimdi tanıyorum komşularıyım desem, "çıkıp geliyorum yeğenim seninle" dese ne diyecektim?

atakan ile ömer'in aynı evin etrafında dolaştığı şu günlerde süleyman'ı da bizim apartmana sığdıramadım. süleyman'ın ayşe ile kübra'nın yerini öğrenmesinin, atakan ile karşılaşma olasılığının ne sonuçlar doğuracağını kestirmek güçtü. çok hayırlı sonuçlar doğurmayacağını düşünüyordum. asker arkadaşı ali'nin kardeşi olarak kalmaya devam etmeliydim.

"peki abi, kızın olduğunu düşünüyorsan, bunun doğrusunu bilmeden mi ölüp gideceksin?" diye sordum. İçimde bir duygu, bu deli adam işin peşine düşsün bunu ispatlasın da istiyordum. açıkçası kübra'nın ihtiyacı olan böyle bir babaydı. belki ayşe-süleyman aşkı tekrar alevlenmeyecekti bunu bilemem, ama kübra ömer'e yaptığını süleyman'a yapmazdı. bana annesinin hikayesini anlatırken, annesinin fevriliğinden şikayet etmişti. kübra bir içgüdüyle mi öyle konuşuyordu bilmem zordu, ancak süleyman'a içten bir hayranlık beslediği de kesindi.

"bu köyde bir pranga var yeğenim beni tutan" dedi. bir türlü kıramadım. izmire, ankara'ya hatta eskişehir'e gitmeyi kaç defa istedim. yaş geçiyor. böyle bırakmayacağım, o işin peşine düşeceğim. hep bugün yarın diye erteledim, ama zamanı geldi" dedi.

bu hikaye daha çok aksiyon barındıracaktı.

"ben artık döneyim süleyman abi, her şey için teşekkür ederim" dedim. geldi bana içtenlikle sarıldı. öyle içten öyle sıcak sarıldı ki, ben de ona gerçek abime sarılıyormuş gibi sarıldım.

"güzel şeyler olacak abi" dedim. "ben hissediyorum."

"inşallah yeğenim" dedi. ağlıyordu. "çok sevdim nevzat'ım çok sevdim, ne sevdaymış, söndüremedim, allah sizi sevdiklerinizden ayrı koymasın" dedi. aklıma oğlum egedeniz geldi. inancım olmasa da içten bir "amin" çektim.

arabaya bindim ve yavaş yavaş hareket ettim. ankara ovalarının yiğit adamı süleyman arkadamdan yaşlı gözlerle el sallıyordu.

birkaç saat sonra eskişehir'e geldim. arabayı evin yakınındaki boş araziye park edip apartmana girdim, kata çıktım. her şey normal gözüküyordu. buna şaşırıyordum. ne yani ayşe ablanın ömer ile yeni bir hayata başlamasına atakan sesiz mi kalacaktı? ayşe abla biricik kızının psikopat atakan ile dalgalı bir hayata yelken açmasına hiç bir tepkisi olmayacak mıydı? kübra hiç sevmediği ömer'e annesini teslim edip başka bir hayata bu kadar kolay mı uçup gidecekti?

eve girdim. yan taraftan sadece televizyon sesi geliyordu. evde tek kişi olmalıydı. çünkü birden fazla kişi olunca konuşma eksik olmazdı. tahmin ediyorum ayşe abla evde yalnızdı, çünkü kübra evde yalnız olsa yarım saatten fazla konuşmadan yapamaz mutlaka birileriyle telefonda konuşurdu. kısa süre içinde yan komşu profesörü olup çıkmıştım. gitmeden önce evden çıkarmayı unuttuğum çöpleri çıkarırken ayşe abla da evinden çıktı, selamlaştık ve asansöre birlikte bindik. nasıl olduğunu sordum, iyi olduğunu söyledi. apartmandan tam çıktığımız zaman ikimiz farklı yönlere doğru hareket edince ayşe abla;

"nevzat bir baksana" dedi. "buyur abla" dedim. "seninle müsait olduğunda konuşalım mı ablam?" dedi. "olur abla çöpü bırakıp, yemek yiyip geleceğim, istersen döndüğümde haberdar edeyim" dedim. "yok ablam ben seni ararım" dedi. onlarda telefonum vardı ama bugüne kadar hiç aramamışlardı. konu neyse bilmiyorum ama yine bana sorunlar yaratacağı kesindi.

2 gün ayşe ablanın yine evde seslerini duyuyordum, ancak kübra hiç ortalıkta gözükmüyordu. İşin garibi ne ömer abi, ne de atakan da ortalıkta yoklardı. ayşe abla benimle konuşmak istiyorsa tam sırası değil miydi? neyse başıma iş almak için bu kadar hevesli olmanın manası yoktu. aramıyorsa aramıyordu. bu düşünceler içinde gece yatmaya hazırlanırken kapım çaldı. gelen ayşe ablaydı.

"geç oldu ama günlerden cuma erken yatmazsın diye düşündüm. bir kahve yaparsan içeriz" dedi. "gir abla lafı mı olur" dedim.

girdi. klasik koltukta eğilmeli oturuş pozisyonunu aldı. her zaman ki göğüs çatalı görüntümüz de hazırdı. artık konuya geçebilirdik.

"benim sana yine işim düştü ablam" dedi. ben dikkatimi ona verdim, o da kesmeden devam etti...



dusunmeye usenen filozof
Bu kadar önemli şey anlattıktan sonra, “en önemlisi de bu” diyerek vurgulaması beni olduğum yerde heykelleştirdi. Doğruca Süleyman Abi'nin yüzüne baktım ve öylece kalakaldım, söylemek ile söylememek arasında mı kalıyordu yoksa söylemeye mi zorlandı, o an için emin olamadım. Gözü eline gitti, sigarasının bitmek üzere olduğunu fark etti. Aceleyle elindeki sigarayı dudağına götürdü. Sigaranın filitreye yaklaşmış ateşine dikkatle bakarak derince bir nefes çekti. Ağzından ve burnundan saldığı dumanın gözüne kaçmaması için kıstığı gözlerinden gözbebeklerini bir an kaçırdım.
Ayağının dibine usulca bıraktığı izmaritin üzerine basarak topuğunu sağ sol yaptırarak güzelce ezdi. Bana doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Kısa bir süre sonra aramızdaki 6-7 adımlık mesafeyi tüketti. Sağ elini sol omuzuma koydu. Çiftçilikten nasırlaşmış ve büyümüş elleri o kadar sıcaktı ki kısa sürede omuzumu ısıtmayı başardı. Diğer eli ile yüzünü sıvazladı, sonra bıyıklarını düzeltti.
-Aslında bundan çok emin değilim, dedi. Gözüyle sağ omuzumun üstünden uzaklara daldı. Ben ise sigara içmekten sararmış bıyıkların örtmekte olduğu ağzına odaklanmış çıkacak cümleyi sabırsızlıkla bekliyordum.
-Eminim de bir yandan, Ayşe'ye sorsam zaten doğru demez de, ben onun fotoğrafını gördüm. Bebekliğini de bilirim, yıllardır içimde bildiğim ama asla Ayşe'den öğrenemediğim bu şey nedir biliyon mu yiğenim? Dedi. Bu Ayşe'nin gızı var ya Kübra… O gız Ömer'in gızı değil, o gız benim gızım.
Ben ne diyeceğimi bilemedim önce, onu gözlemledim. Gözleri dolu dolu oldu. Buna inanmasının ötesinde kafasının içinde dönen ve kendini buna inandıran ayrıntılar olduğuna emindim. Konuşmaya başlamışken susmamasını sağlamalıydım.
-Abi emin misin? dedim.
-Ayşe senin gızındır demedikçe bir şüphe kalıyor tabi insanın aklında. Gerçi şimdi testi neyim de var demi bunların. Bakılsa kanımıza zaten belli olur. Ama ben bir hesap yaptım. Dinle bak şimdi beni.

Askerlik 18 aydı o zamanlar. 4 ay acemilik sürerdi. Benim Ayşe ile münasebetim bundan sonra. 15 Günde dağıtım izni olsa dört buçuk ay değil mi yeğenim? Geri kaldı 13,5 ay benim dönmeme. 1 ay da izin kullanmadım erken döndüm. 12,5 ay. Bunlar düğünü kurana kadar 3 ay geçmiş. Kaldı 9,5 ay. Bu bebe ben geldiğimde 15 günlük bilemedin 1 aylık olmalıydı. Ama 3 aylıktı. Ebesiyle de konuştum. Doğum normal olmuş. Bebek 3,5 kilo sağlıklıymış. Doktora da sordum. “7. Ayda normal sağlıklı doğum sayısı yok denecek kadar azdır” dedi. Ayşe bana kızın fotoğrafını gösterdi dedim ya, kızın gözleri aynı abimin gözleri. Amcasına çekmiş. Bebekkenden bilirim ben onun kokusunu. Bizim kokumuzdan. Allah biliyor ya içime doğuyordu kızım olduğu. Kanıtın var mı dersen bu anlattıklarım yeğenim. Ama bana sorarsan o kız benim kızım. Bak Ömer'in başka çocuğu oldu mu, olmadı. İkinci karısı hasta dediler ama, ben biliyorum sorun Ömer'deydi. Ankara'da gençken bir pavyon karısına tutulmuş Ömer. Karının kapısından ayrılmazmış. Karı söylermiş, erkekliği yok ama kapımdan ayrılmıyor manyak diye. Ara sıra dedikodusu çıktığı da oldu. Ama Ömer'in tek ispatı bu bebe. O yüzden kendi kızı olsa bu kadar sahip çıkmaz. O kızının derdinde değil, erkekliğinin ispatının peşinde.
Sanki ben Aile mahkemesi hakimiydim ve velayeti alıp Süleyman Abi'ye verecektim, öylece kanıtlanırını sıralıyordu bana. İşin garibi beni ikna da etti. Bir Ömer Abi'ye bakıyordum bir Süleyman Abi'ye, bir de Kübra'ya. Yani Ömer Abi ile alakası yoktu. Aslen Ayşe Abla'ya da çok benzemiyordu. Ama Süleyman Abi'ye ikisinden de çok benziyordu. Sadece dış görünüşü değil, sanki ruhundan da izler vardı. Hırçındı Kübra, ama onu anladığınız zaman bir kadar uysal ve sevecen.
Hakim olarak kararımı vermiştim.
Velayetin Süleyman Abi'ye verilmesine…
Benim de çok şüphem yoktu. Kübra Süleyman'ın kızıydı.
dusunmeye usenen filozof
ayşe ile ilgili olduğunu direkt anladım tabii. herhalde biri gördü, duyurdu zaar diye düşündüm. belki de jandarma izini bulmuştu. bilemedim de soramadım da. babam azarlamaya devam ediyor. tabii ben olayın aslını merak ediyorum. babam 5-10 dakika bağırdı çağırdı. yoldan eşekli birilerinin geçtiğini görünce sesi duyulmasın diye biraz kıstı sesini. işte o zaman anlatmaya başladı;

- gençsin dedik, deli dolusun, kanın kaynıyor dedik ellemedik. hulusi'nin hoppa kızını isterim diye tutturdun. gönül dedik yine gidip iki defa istedik. kavga ettin sustuk, büyüğe vurdun görmemezlikten geldik, tarlada iş verenine sövdün oğlumuzdur dedik arkanda durduk. abin öldü, seni bari bir şeyden kısıtlamayalım dedik. illa yularından mı tutalım seni öküz.

kız elinde bebeğiyle köyün ortasında bizim eve geliyor. bu kız 1,5 aydır kayıp. gece kaçıp kaçıp bir yerlere gidiyorsun, ananla dedik ki herhalde bir yavuklu yaptı, bilmemezlikten geldik. bütün köylü ayşe'yi süleyman kaçırmıştır derken biz sana konduramadık ses çıkarmadık. "süleyman beni oyaladı benden faydalandı bana sahip çıkın, yoksa sizi köye rezil ederim" diye bir de çıkıştı bize. olum bu nasıl ahlaktır, bu nasıl terbiyesizliktir.

-seviyorum baba, ben askerdeyken yangından mal kaçırır gibi nikahlamışlar, geçmedi sevdamız.
-lan ben sevmedim mi sanıyorsun, ananı aldılar bana. kaderimiz bu dedik, bu da temiz kız dedik, saygı duyduk, sahiplendik, onu sevdik. yakışır mı delikanlı adama başka türlüsü, evli barklı, bebekli kadın kaçırmak da nedir oğlum?

benim ayşe'ye olan sevdam, herkesin sevdasından büyüktür gibi geliyordu. babam kim ki, ne kadar sevebilmiştir diyordum. benim ki kadar sevseydi vazgeçebilir miydi? ayşe'nin delikanlı bir yanı vardı. hiçbir haksızlığa ses çıkarmayan kadere boyun eğmeyen bir tarafı vardı. hiç bir kızda yoktu bunlar sadece onda vardı. bana baş kaldırıp, haber vermeden anne babama gelip durumu anlatması bile bu yüzden. ama yine kızmadım ayşe'me. onu neden çok sevdiğimi bir defa daha bana ispat etmişti. onsuz olmazdı. başkasını nasıl alırım, nasıl severim, nasıl karım derim?

babam tarladan gider gitmez, eve vardım, babam kahveye gitmişti. anamla yüzleşmemiz daha yumuşak oldu. ayşe baba evine dönüyorum demiş. ayşe kadar cesaretli olmazsam bana erkek mi denir? vardım ayşe'nin baba evine. almamışlar eve. kocanın yanına git demişler. arkasından ömer'in evine vardım. oraya da kabul etmemişler. dövmüşler bir de üstelik. nereye gitti diye soruyorum, bilen yok. yeşilyurt'ta ne kadar ev varsa sordum. hızımı alamadım çevre köylere kadar gittim aradım, yer yarılmış içine girmişti. ayşe'nin ikinci bir kadının ismine bile tahammülü yoktu. tarla tokat var anne baba var, köyden uzaklaşamıyorum da. soruşturdum, her yere sordum. sonunda bir akrabasına gittiğini öğrendim ayaş'ta. aradan 2-3 ay geçmiş belki. geçmiş gün hatırlamıyorum. oraya kadar gittim, 1-2 hafta kalmış, oradan da kaçmış. bir daha da haber almadım yıllarca. müzeyyen ile evlendim.

hep bekledim ki geri gelsin, birileri haber getirsin. sonra daha geçen sene mi neydi? köye geri gelmiş dediler. evinin önüne kadar gittim bekledim. kim ne derse desin dedim. konuştuk. eskişehir'de oturuyormuş. kızı büyümüş kocaman olmuş. telefondan resmini gösterdi bana. niye gittin seni çok aradım dedim.

beni alıp yeşilyurt'a evine götürecek bir delikanlı olduğun için sana kaçtım, sen korktun beni gedik'te harabede sakladın. yüreğin benimkinden küçüktü. ben hala sana aşığım, ama babamı, kayınbabamı, ömer'i döven, aramıza giren herkesi deviren süleyman'a aşıktım. bana ulaşınca korkan süleyman'a değil.

ben korkak değilim diyecek oldum "hadi süleyman gel benimle desem, benim gel diyecek cesaretim var, senin evini, ananı babanı bırakıp benimle gelecek casaretin var mı süleyman?" dedi. o an düşünmüşüm öyle. "işte" dedi, "ben düşünmeden gelirim diyecek süleyman'a aşıktım. düşünen süleyman'a değil, haydi kal salıcakla dedi" ve gitti. şimdilerde duyarım, ömer'i almış yanına. hala bana ceza veriyor evlat. gazeteciysen yaz bunu, filimciysen filmini çek. anadolu'da böyle cesur kadın yaşamadı. ben kendime deli derdim, benim bile tozumu dumanıma kattı.

ha evlat bir de şey var dedi, onu diyeyim de gideceksen öyle git, bak en önemlisi de bu...
dusunmeye usenen filozof
sigarasından derince çekti, üfledi;

- kaşıkçı celal geldi bugün yanıma, dedi.

kaşıkçı celal dediği de abimin ölmeden önceki sözlüsünün babası. artık abimin öleli bile bir yıla yaklaşmış. adam tahtadan kaşıklar, kepçeler, şeker kaşıkları falan oyar, el süpürgesi, sepetler yapardı.

-süleyman sen temizleyeceksin oğlum bu kiri, yoksa kanserden giderim ben, dedi babam tekrar.

-de artık baba, ne kiri ne temizliği, dedim.

ismail abin ölmeden önce zaten kızı verdiler diye erken davranmış, uçkurunu tutamamış. şimdi gene müzeyyen'i istemeye gelmişler. celal düşünelim demiş, kız bakmış ki iş ciddi, annesine söylemiş. kimsenin haberi yok ismail'in yediği halttan. "duyulursa ben buralarda yaşayamam sizi de yaşatmam" diyor adam. müzeyyen'i sen alacaksın süleyman, bu işi de burada kapatacağız.

şaşkınlıktan öyle bir kalakalmışım ki elimdeki sigarayı unutmuşum. sigara pantolonu delip tenime değince kendime geldim. ömer, ayşe, bebek, hulusi amca, annem, abim, müzeyyen, celal hepsi birden sırayla gözüktüler gözüme. elimden sigarayı attım, su testisini diktim kafama, içebildiğim kadarını içtim, gerisini başımdan aşağı boşalttım.

-baba sen ne diyorsun farkında mısın? benden 4-5 yaş büyük kızla mı evleneceğim, ben hala yengem gözüyle bakıyorum.

-lan yaşı, yengesi mi kaldı it, bu yaştan sonra bununla yaşayamam. ilk kez bir şey istedik. ya kabul edersin, ya da annelik babalık hakkımız haram olsun. zaten hayır dersen de siktir git bu memleketten nereye gidiyorsan. bir oğlumu toprağa verdim, ötekini de canlı canlı gömerim.

ağzıma geldi ama ayşe'yi kaçırdım diyemedim babama. ömer kaç kez yanıma geldi. "olum kaçırsam bende yok olur giderdim, ben buradayken ayşe'yi nasıl kaçırayım, git eve bak diyorum" abimin ölmesi de onun yüzünden. elimden bir kaza çıkacak diye de korkuyorum. köylü de benden şüpheleniyor. ama öyle bir ayarlamışım ki kimse bir şey anlamadı onca zaman. jandarma geldi, sordu, "ben görmedim" dedim, gittiler. anam babam da sordu, ama onlar uyurken de evdeyim, sabah kalktıklarında da. şüphelenmiyorlar. on gibi odamın kapısını arkadan bağlayıp gedik yoluna vuruyorum kendimi. sabah beşbuçuk'ta aralık bıraktığım pencereden girip geri yatıyorum. ömer'e hemen yeni kız bulmuşlar, anladığım kadarıyla ömer'in anne babası ayşe'den kurtulduklarına razılar. öyle çok ısrarcı da olmadılar.

çok düşündüm, kararımı verdim, anne baba bu. bir zaman sonra affederdi. ayşe ile bebeği alıp izmir'e kaçacağım. gece gedik'te durumu ayşe'ye anlattım. kaçmazsak beni müzeyyen ile evlendirecekler dedim. bir tacir var, ondan sebze parası gelecek onu istedim. tacir parayı 3-5 gün ayarlayamadı. bizimkiler zaten aynı günün akşamında gittiler, müzeyyen'i istediler bana. kaşıkçı celal bir çare bulunmasının mutluluğuyla hemen vermiş kızı. ben 23 yaşındayım, müzeyyen 27-28 o zamanlar.

haymana'da kızlar 18-19 oldu mu askerden dönenlere verilir o dönemde. müzeyyen gibi taliplisi çıkmayanlar da fakir fukaraya varır ancak. müzeyyen gibiler olmasa abime bir allah'ın kulu da kız vermez. fakirliğin gözü kör olsun yeğenim. tabi ayşe başımın etini yedi. izmir'e kaçmak istemiyor. annem babam razı olsun kendisini sahiplensin istiyor. işin ciddiyetinden dolayı, abimin hatırasına da kıyamıyorum işin aslını demedim. o yüzden ayşe de ben müzeyyen'e gönüllüyüm sanıyor. değilim diyorum, anlatamıyorum.

tacir'den bir türlü para gelmeyince iyice arada kaldım. 1 hafta sonra da zaten elimi kolumu bağlayan o gelişme yaşandı. akşamüzeriydi, babam tarlaya geldi. "allah belasını versin senin gibi evladın" dedi.

suratıma bir tükürdü. tükürük suratıma yapıştı. saygımdan kolumla silemedim bile.

-lan sen nasıl adamsın, dedi?
dusunmeye usenen filozof
(boğazı düğümleniyor ve ara sıra sudan küçük yudumlar alma gereksinimi duyuyordu)

yine bir düğün kuruldu. artık anneme ricacı oluyorlar süleyman gelmesin, tadımız kaçmasın diye. ferman büyüklerindir diyorum, gitmiyorum. zaten ayşem evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, ne düğünde gözüm var ne dernekte.

abim de bekar, ama parasızlık nişanlanamadı bir türlü. sözlüsü var. yeğenim buralarda nikahı basmadın mı kötü gözle bakarlar. sözlün bile olsa, düğün dernek bekleyeceksin. annem abimi pırıl pırıl giydirdi, gönderdi düğüne. ben evde kaldım. eğdik başımızı. tabii köylü sanıyor ki, köy düğünü eksiksiz tam iştima olur. ömer de öyle sanıyor.

düğüne ben de gelirim diye düşünüp ankara'dan 5-10 zibidi getirtmiş. herkesin içinde beni dövecekler rezil edecekler. aklınca kendi bahçesinde yediği dayağın intikamını alacak. ben düğüne gelmeyince abime sataşıyorlar. abim benim kadar fevri değildi. alttan almış önce. sonra bakmış ki, düğün sahibi bile kendi düğününün bozulacak olmasını umursamıyor. paralı parasızla mücadele edince, herkes paralının yanında saf alır.

illa kavga etmek için zorlayan zibidiye tokatı vuruyor abim. hemen ayırıyorlar. ama gitmiyor zibidiler düğünden. herkes görüyor bunu. belli bir planları var. köylü bilmiyor mu köpek gibi biliyor. efe adam köpek sürüsü gibi gezmez. tek gezer. kavga çıktı eve bile yalnız gidemedi demesinler diye, yanında kimseyi istemiyor abim, tek koyuluyor yola. düğün yerinden dönerken de kıstırıp bıçaklıyorlar. sürünerekten eve gelmeye çalışıyor. sözde kimse görmemiş. sürüne sürüne 1 kilometre yol gelmiş. ama sonra yol kenarında kıvrılıp kalmış. öldü abiciğim benim yüzümden. günlerce yemek yemedim. vicdan azabından yaşamakta zorluk çektim. düşünsene askerden geliyorsun, sevdiğin kız evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş, abini bıçaklayıp öldürmüşler. dayanamam sandım önce, ama babacığım da hastaydı. annemi yalnız bırakamadım, bir de benim acımı çeksin diyemedim.

gel zaman git zaman ayşe ile haberleşmeye başladık yeniden. zorla evlendirdiler beni diye haber salıyor boyuna. bir işaretimi bekliyormuş. günlerce düşündüm. en son dedim ki, bizi buraya bağlayan bir şey mi var, anamı babamı da alıp izmir'e gideyim, acemilikte gördüm ya çok sevdim. onun planlarını yapıyorum. ama allah bir defa süleyman kulumun yüzü hiç gülmesin diye yazmış. kaçırdım ayşe'yi ilkin. bebeği ile birlikte. dedim ki kabulümsün, bebeğin de kabulüm. gedik'te rahmetlik dayımın bir evi var, biraz virane ama oturulmayacak gibi değil, gece oraya bıraktım geldim. gündüzleri herkes gibi yeşilyurt'ta işimde gücümdeyim, geceleri el ayak çekildikten sonra gedik'te alıyorum soluğu. kimseye gözükme diye tembih ettim, konu komşusu yok zaten. abimin katilini attılar içeriye. kan parası derler, onunla bir tarla aldık. abim ölüsüyle bile destek bana allah cennetteki katından ayırmasın. bugün geldiğin tarla işte. onu ekip dikiyorum artık. o zaman mahsul de para yapardı. böyle böyle 3-5 ay idare ettik.

diyorum ya gülmeyecek süleyman'ın yüzü. tam ben anne babama durumu izah edeceğim, artık biraz da paramız var, satalım tarlayı evi gidelim buralardan diyeceğim, onu kuruyorum kafamda. babam geldi tarlaya. "süleyman ben senden bugüne kadar şunu istiyorum oğlum dedim mi" dedi? demedi ha, hiç duymadım. şimdi bir şey isteyeceğim, "hayır dersen babalık hakkımı helal etmem, şerefimiz haysiyetimiz buna bağlı" dedi.

"buyur baba" dedim. cebinden sigara çıkardı, bir tane de bana uzattı. bilir tabi sigara içtiğimizi de, efelik babaya sökmez. babanın yanında çay kahve içemiyorsun ki sigara içesin. "ben içmiyorum baba" dedim. "yarak içmiyorsun, al yak bi tane sikerim taşağını" dedi af edersin.

aldık yaktık, bir kez çektim, ama ikinciyi çekemiyorum yine. belli kabul edilemez bir şey isteyecek. lafa başladı, benim başımdan da kaynar suyu aşağı indirdi;
dusunmeye usenen filozof
ben hiç araya girmedim, anlattıkça içlendi, tamamen onun ağzından yazıyorum şimdi;

- çoğu deli derdi bana. bir kavgaya tutuştum mu, öyle iki üç kişiyi silkeler atardım. o zaman gençler birbirini ya tarlada görecek ya düğünde. el işinde çalışıyordum. ama düğün oldu mu, jilet gibi gidiyorum. anam sağolsun, kirlimiz, pasağımız olmazdı. en zenginden daha zengin kılığımız vardı.

sarıgöl'de düğün kurulmuş dediler. mobiletim var. giyindim kuşandım, düştüm sarıgöl'ün yoluna. gelin alınacak, ayşe'yi ilk orada gördüm serpildikten sonra. çocukluğunu bilirim ama. ben bakıyorum, o bakıyor, hiç ayırmıyor gözlerini. o düğün öyle bitti. haber yolladım, görüşelim diye.

geldi. benim ilk yavuklum değil ha. ama ilk kez böyle bir şey gördüm, yandım tutuştum, birde cilveli sorma gitsin. yaklaşacağım, yaklaştırmıyor, uzak durayım diyorum müsaade etmiyor. delirtecek beni. çağırıyorum geliyor, üç dakika duruyor, geri kaçıyor. 16 var yok o zamanlar. benim askerlik kağıdım gelmiş, yoklama olacak bir yıla kalmaz askerim. 19 oluyor işte yaş.

anama dedim isteyin. "sizin oğlan el yanında çalışır. ne hayvanınız ve ne tarlanız. neyle bakacaksınız kızımıza" demişler. anam da bırakmamış lafı onlara, "bu köyün en aslan gibi iki delikanlısını da ben doğurdum, ikini de ben büyüttüm, el kadar kızınıza mı bakamayacağız" demiş. babam pısırıktı da biz anama çekmişiz, kimseden lafını esirgemezdi. abim "sigortalı iş tutalım o zaman verirler" dedi. maden açılmış. oraya başvurduk, abime çıktı, bana çıkmadı, kader işte..

abim gitti bir daha istedi. yanıyorum sevdamdan, eridim gittim. "benim sigortalı maaşlı işim var, kardeşim bakamazsa ben bakacağım, seviyor çocuklar birbirlerini" demiş. hulusi dayı derlerdi bu ayşe'nin babasına. kahvecilik yapardı. rahmetli abime bir tokat atmış, "siz önce evinizin önündeki kedi köpeği besleyin" diye. abim de dayanamıyor, bir tokat da o atıyor rahmetliye. karışmış ortalık. ayşe'yi tarlaya, hayvana, düğüne salmaz oldular. kaçıyor bazen evden beş dakika görebilirsem o işte.

öyle böyle derken askerlik geldi. ayşe "kaçır beni" diyor. kaçırsam askere gidince kız ne olacak? askere gitmesem, yine içeri atacaklar, bu sefer 18 ay askerlik olacak sana bilmem kaç yıl. dedim ki biz işi garantiye alalım, zorda kalırsan ben süleyman'ın oldum dersin. "onu da kabul etmiyor, terör belası çok fazla o zaman, hakkariye, şırnak'a düştün mü yarı ölüsün. "ölür kalırsan ben ne olacağım" diyor ayşe. gitmedik üstüne.

birliğe katıl kağıdı geldi, vedalaştık çıktık yola. 3 ay acemilik var o zaman. izmir'de yaptım acemiliği. askerlik sivas'a çıkınca bir sevindim ki sorma. 10 gün dağıtım izni, sivas'a giderken memleket tam ortada. zaman kaybetmeksizin 10 gün ayşemleyim. olmadı. hiç göstermediler. 10 dakika görsem, bak doğuya gitmiyorum diyerek garantiye alacağım işimi. babası kahveyi kapattı başında bekledi. kendi karısına güvenmiyor adam. oysa ne bilirim, cılız ömer'in babasıyla hulusi dayı söz kesmişler. süleyman dağıtıma gelir şimdilik bir şey duyurmayalım demişler. ömer de arkadaşımdır benim, ayşe'ye yanık olduğumu da en çok o bilir. sıkıştırmışlar kızı, sana dokundu mu diye? bizim az akıllı, "yok dokunmadı" demiş. ömer, hulusi dayıya, dağıtımda da dokunmazsa alırım demiş. başında beklemesi o yüzden.

yola çıktım diye yalan söyledim, ankara otogar'dan geri döndüm gece gizlice. ayşe'nin penceresine kadar gittim. çıkardım evden. uzaklaştırdım. ayşe olmaz diyor ama garantiye alacağım çaresi yok. vurdum tokatı, işimi garantiye aldım. kız 18 olmamış, askersin, bir şikayet etse, hapishane beğen. ama ömer salaktır biraz. ayşe, anne babasına söylüyor ama hulusi dayı, koymuş kafaya, illa bana vermeyecek kızı. kızın adetine denk getiriyorlar düğünü. ömer de kızlık kanı sanıyor. bana askerde bir şey diyen yok, ha bire mektup yazıyorum arkadaşlarıma. ayşe'ye verin diye. ama hiç cevap gelmiyor. askeriye cezalı bizim izinler yasak. izin süresince erken teskere veriyorlar. 19 ayı doldurdum, teskereyi aldım

döndüm köye, "ayşe evlendi ömer'le" dediler. çocuğu bile olmuş. vardım hulusi dayı'nın kahvesine. dedim ki ben bu kızı bozdum da gittim. hulusi dayı yalancıdır, cılız ömer godoştur. inanmayan gider ayşe'ye sorar. saldırdılar bana. kahveyi darmadağın ettim, kim yaklaştıysa bastım tokatı, ne ağa dinledim ne muhtar dinledim. alamadım hızımı, vardım ömer'in evine, tavuk kesiyormuş, bıçakla saldırdı bana. aldım bıçağı elinden, ayşe'nin önünde yarım saat dinlenip dinlenip dövdüm.

"hala ben kız oğlan kız aldım" diyor salak. düşman oldular bize, beni artık düğünlerden de kovuyorlar, kimse yanında çalıştırmıyor. abimden allah razı olsun, bir gün parasız koymadı beni. sonra işte o bela geldi başımıza..."

-burada içlendi süleyman abi, gözleri doldu. abisini bu kadar çok seven birini daha görmedim. yutkundu yutkundu anlatamadı. ben ona bir su söyledim, "biraz dinlen abi, ama anlatmayı bırakma gözünü seveyim" dedim.

"bir defa anlatacağız dedik guzum, anlatıcam bir nefesleneyim dedi. biraz ayrandan biraz sudan içti. tekrar anlatmaya başladı;

dusunmeye usenen filozof
-yav marmarisin girişinde bir köy der dururdu.
-gökçe köyü mü dedim.
-he he gökçe'dendi. biliyon mu sen ali'yi dedi.

krizi iyi atlatmıştım.

-kardeşiyim abi ben onun, dedim.
-süleyman abi, anadolu temziliğiyle hemen yalanıma inandı.
-vay yiğenim hoş gelmişsin, gel eve gidelim, yemek yiyelim çay içelim, demek sen bizim marmarisli ali'nin kardeşisin ha, dedi. ne yapıyor ali, hiç görüşemedik yav askerden sonra, dedi. adam bir de görüşmek falan ister diye korktum.

-sizlere ömür abiciğim, dedim.
-süleyman abi'nin gülümsemesi bir anda yok oldu.
-yapma yav, gencecik yaşında, ne zaman öldü, dedi.
-2 yıl oldu abi, kaza geçirdi, dedim.
-allah cennette kavuştursun yeğenim, bende abimi kaybettim bilirim acısını, dedi. ben de ona baş sağlığı diledim.

süleyman abi, yaşlandıkça candanlığı artmış olmalıydı, hiç piskopat bir hali yoktu. sevilir bir abiydi. evine gitmek hiç işime gelmezdi. benim lafı bir şekilde ayşe abla'ya getirmem lazımdı. bu eşinin yanında konuşulabilir bir konu değildi. diğer yandan tekrar tekrar konuya dönmesin diye, onu bir sürü yalanla abimin hatırasına doyurdum.

-süleyman abi, şimdi yengeyi rahatsız edip, iki ayağını bir pabuca sokmayalım, ev hali, utandırmayalım. buralarda bahçeli oturup yemek yenilecek bir yer varsa gidelim, erkek erkeğe konuşalım abi dedim.

yol dibi kahvesi diye bir yere gittik. burada köfte, tost falan da yapılıyordu. orada iki porsiyon köfte, iki de ayran söyledik. abi muhabbeti doygunluğa ulaştığı anda,

-abim en çok sizden bahsederdi, haymanadan geçerken bir göreyim dedim diye lafı toparladım.
-neyimden bahsetti be guzum, herkes gibiydik işte, dedi.
-senin bir sevdan varmış ayşe diye, anlatmışsın ona, ondan çok bahsederdi, dedim.
-bahsetmişim demek ki, dedi. "konuşmayalım bu konuyu be yeğenim," dedi.
-yapma be abi, kırma beni, hem seni görmeye hem bu hikayeyi dinlemeye geldim ben, dedim.

-madem, dinlemek istersin anlatırız be yeğen, seviyon mu sen böyle şeyleri, dedi.
-dinlemek için can atıyorum, dedim.

köfteler geldi. çatalının yanıyla bir köfteyi ikiye böldü. yarısını ağzına attı. bir yudum ayran çekip, elinin tersiyle ağzını sildi.
-gençlik işte neresinden başlamak lazım gelir dedi. uzaklara baktı. anlatmaya başladı;

dusunmeye usenen filozof
salı günü arabaya atlayıp ankara'ya doğru yola çıktım. güreş federasyonu başkanına yapmam gereken bir sunum vardı. önce saat 11:00 olarak planlanan sunumu saat 10:00 çekme kararı almışlar. bunu da bana sabah saat 08:00'de birdirdiler. ankara-eskişehir arası zaten 3 saat. neyse ki öncesinde eski iş yerim olan orta doğu teknik üniversitesine uğrarım diye yola erken çıkmıştım. yarım saatlik sunumdan sonra üniversiteye geçtim. orada da çok kalmadım. konya yoluna çıktım. gölbaşı üzerinden önce haymana'ya uğrayacak oradan da polatlı üzerinden eskişehir'e ulaşacaktım.

yolu birazcık uzatıp haymana'ya uğramak istememin bir sebebi vardı. gölbaşı-haymana arasında yol için yaptığım listemi son ses dinlemeye başladım, kimler yok ki, metallica, iron maiden, judas priest, burzum, black sabbath, nirvana, the rolling stones, guns n' roses, pink floyd v.s verdim coşuyu

haymana'dan polatlı'ya döndüğünüz zaman yeşilyurt köprüsüne gelirsiniz, sağa dönüp yeşilyurt köyüne girdim. köy kahvesinin önünde durdum. içeri girip selamlaştım. hemen bana bir sandalye çektiler. hoş geldin faslından sonra oralarda ne aradığımı sordular. pala süleyman'ı arıyorum abimin askerlik arkadaşı dedim. askerlik arkadaşı bölümü yalandı ama yapacak bir şey yok, bir yalan bulmam gerekiyordu. ya tarladadır ya evinde deyip, evini tarif ettiler, gittim.

taş duvar arasına özensiz yapılmış, tahta bir kapıdan girmek üzereydim ki , içerideki köpek saldırır pozisyonda havlamaya başladı. köpeklerle aram iyidir, çömelip onunla konuşmaya başladım, saldırıyı kesti, ama kendini sevdirmedi de... bir abla çıktı köpeğin havlamasına. süleyman'ın eşi olmalıydı. teyzecim "süleyman abiyi arıyorum" dedim. "tarlada oluyor akşama kadar" dedi. tarlanın yerini öğrendim. arabayla gidilirmiş ama yollar o kadar da iyi değilmiş. yavaş yavaş ilerlemeye başladım.

bir ağaç tarif etmişti abla. o ağacı gördüm. arabayı onun altına bıraktım. tarlaya girdim. tarlanın öbür tarafında birisi çalışıyordu. iri yarı biriydi. süleyman olmalıydı. tarlanın içinden ona doğru ilerlemeye başladım. bir süre sonra beni gördü. eliyle gözünün üstünü perdeledi. tanımaya çalıştı. haliyle tanıyamadı.

iyice yaklaşınca;

"selamün aleyküm, pala süleyman sen misin abi?" diye sordum.
"aleyküm selam, buyur gel, benim" dedi.

gerçekten çok iri bir adamdı. aşırı dalgalı, açık kahve saçları vardı. sakalı iyice kırlaşmış, göz çevreleri ve alnı çoğu köy insanında olduğu gibi erken denecek yaşta kırışıklarla dolmuştu. elini üstüne sürerek temizlemeye çalıştı. ben elimi uzatınca "kirli ellerim" dedi ancak ben ısrar ettim, toprak insanı kirletmez dedim, sıktım elini.

"niye aradın beni" diye sordu. kübra'dan aldığım bilgiler burada epey işime yarayacaktı. biraz da yalanla destekleyecek tuturmaya çalışacaktım. ama nerede askerlik yaptığını biliyordum.

-sen askerliğini sivas zara'da yaptın değil mi abi, dedim.
-he orada yaptım ya, nereden biliyon, dedi.
-hiç muğla'lı bir asker arkadaşın kaldı mı aklında dedim.

askerde her şehirden mutlaka bir asker arkadaşınız olur.

-ali vardı, marmarisliydi, köyünü biliyodum emme dur bakayım diye düşündü? düşünmesine izin verdim, hatırlasa çok iyi olacaktı.
dusunmeye usenen filozof
ve o beklediğimiz gelişme yaşandı. sizi bekletmeyeyim, atakan yaklaşık 1 hafta önce şartlı denetim ile serbest bırakıldı. cezasının kalan kısmını dış dünya ile entegre şeklinde geçirecek. ama bu gelişmeden önce yaşanmış olaylar var, hikaye içinde buna ayrıntılı değineceğim.

kübra'yı evden kovar gibi yollayınca bana yine küsmüş görünüyordu. bir erkeği parmağında oynatamamak onun için acı verici olmalıydı. geçtiğimiz pazartesi iş çıkışı şarj aletimi almak hem de gün boyunca giydiğim kazaktan kurtulmak amacıyla apartmanın kapısından girdiğimde giriş kısmında kübra ve ayşe abla ile karşılaştım. ayşe abla çöp dökmek için dışarı çıkarken, işten dönen kübra ile burada karşılaşmışlar gibi bir görüntü vardı. ayşe abla gülerek beni selamlarken kübra yüzüme bile bakmadı. hatta benimle aynı kata çıkacağı halde asansöre dahi binmedi. küsmenin ötesinde farklı bir şey olmalıydı. pazar gününü şehir dışında geçirmiştim. 1,5 günü aşkın süredir görüşmüyorduk, bu süre, onlar için hayat akışını değiştirme konusunda oldukça yeterliydi. yine kim bilir ne haltlar karıştırmışlardı?

kata geldiğimde, kapılarının önüne mutlaka bakıyordum. ömer abinin ayakkabısını görünce sessiz kahkaha denebilecek büyüklükte bir gülüş belirdi yüzümde. acaba ayşe abla geri mi çağırmıştı bu uyumsuz afrikalı kendi mi gelmişti henüz bilemiyordum. ayakkabılarımı merdiven boşluğunda silerken, ayşe abla kata yalnız çıktı. kübra'nın asansöre binmeme nedeni buydu sanırım, anlaşılan bu gece eve gelmeyecekti. benim o an aklımdan geçen bunun babasına bir tepki olduğu yönündeydi.

yemeğe gidip geldim. birkaç arkadaşımı aradım, ancak hiçbiri müsait değildi. eve dönüp bir şeyler yazmak en iyisiydi. eve gelip duş aldım. ayşe abla ile ömer abi yine tartışıyorlardı. duş sesinden ne dediklerini anlamıyordum. konunun kübra ile ilgili olduğunu anlamamak için bir salak olmak lazım. saat 21:00 civarıydı. kapım yumruklanmaya başladı. kapıyı açtım, ömer abi karşımda...

o kadar özürler dileyerek, helallik isteyerek gittin be öküz adam. bir selam ver, gönlümü al.

-burada değil mi kübra?
-hayır ömer abi, burada değil
-çekil çekil, kimi kandırıyorsun?

diyerek daldı evime, oturma odama kısaca kapıdan bir göz attı, hızlı adımlarla yatak odasına yürüdü. kapının ardına dahi baktı. koridora çıkıp tuvalete de baktı :)) bu ankara şempanzesine sınırlarını öğretmek farz olmuştu. zaten elimde olan cep telefonunu kamera moduna alarak onun hareketlerini çekmeye başladım. bu 5-10 saniye sürdü.

o "yok burada" diye böğürürken bir anda beni gördü. "neyimi çekiyon" dedi.

- bak ömer abi, dedim. "abi diyorsam o benim aldığım aile eğitiminden, yoksa hak ettiğinden değil. burası dingonun ahırı da değil. kafan estiği zaman kapıma dayanıp beni itekleyerek evime dalamazsın. özel hayat denilen bir şey var. şu elimdeki görüntü, haneye tecavüzden sana damı boylatır. seni ilk ve son kez uyarıyorum, bir daha bana hak ettiğim saygıyı göstermezsen, karşılığına katlanırsın, şimdi çık dışarıya kafamı attırma benim."

o son bölümde sesim öyle bir yükselmişti ki, adamın rengi attı. kapıdan çıktı, ayakkabısını giydi. arkasından kapıyı öyle bir çarptım ki, bütün apartmanda sesi yankılanmış olmalı.

ayşe ablanın vereceği tepkiyi merak ettiğimden tuvalete doğru gittim, ömer abi kendi salonuna girdiğinde ayşe abla'dan da fırçayı yedi.

"şu dünyada at siki kadar ağırlığın yok, kime bu havalar hiç anlamıyorum. adam devlet memuru salak, attırır içeriye görürsün ebenin amını"

diyordu. ömer abi de "delirtme beni söyle bu kız nerede" diye bağırıp duruyordu. 20 yıl karını ve kızını el kapısına muhtaç et, metreslik yapmalarına sebep ol, sonra namus abidesi ol. anadolu'da bu işler gerçekten çok kolay.

ertesi gün işten geri dönerken köşedeki pet shop'un orada büyük buluşma gerçekleşti. karşımdan gelen atakan'dı. bizim apartmandan geliyordu. keşke yarım saat önce gelseydim, evde neler oldu kim bilir? selamlaşma mesafesine gelince atakan'daki tepkiyi tam dikkat gözlemlemeye başladım. sonuçta şu ana kadar atakan'ın içeriden çıktığını dahi bilmiyordum. yaklaşıp ağzımın ortasına bir tane bile patlatabilirdi. ilk hamleyi onun yapmasını bekledim. yüzünde bir gülümseme belirdi. selam verdi

-selamün aleyküm hocam.
-aleyküm selam atakan.

üniversitede çalıştığımı biliyordu, anlaşılan beni hoca sanıyordu.

-hocam sen var ya adamsın adam. adamın dibisin. dedi.
-eyvallah birader, teşekkür ederim, bilmukabele, dedim.

durmadı geçti gitti. bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü acaba? aslında kübra'nın dün gece nerede kaldığı belliydi. ömer abi'nin zaten bilmediği bariz de, ayşe abla bunu biliyor muydu bilmiyorum. ömer abi'nin gelişi, atakan'ın çıkışına karşı bir ayşe abla hamlesi gibi görünüyordu. peki atakan'ın çıkması ile yeniden zenginliğe kavuşabilecek ayşe abla neden bunu elinin tersiyle itip, ömer abi'nin emekli maaşına talim etmeyi göze alınıyordu, anlamadıysanız anlatayım.

atakan içeri girmeden önce zaten kübra-atakan ilişkisi ortalığa saçılmıştı. anladığım şu ki, atakan içeride kaldığı dört aya yakın süre, ayşe abla ile en ufak temas kurmamıştı. ben kübra'nın atakan'a yardım ettiğini ayşe abla'ya duyurduğumda, o artık şuna emindi. kübra ile atakan ne yapıp edecekler, kendilerine içinde ayşe abla'nın olmadığı yeni bir hayat çizeceklerdi. ayşe abla belki yorulmuş belki de güzellik çağları geçtikçe kendine olan güveni azalmıştı. artık incik boncukla, emekli maaşıyla kendi yağlarında kavrulabileceklerine inanıyordu. tek istediği hayatta yalnız kalmamaktı o kadar.

eve geldiğimde ömer abi'nin evde olmadığını gördüm. belki de ayşe abla konuşmak için ömer abi'nin yokluğunda atakan'ı özellikle çağırmıştı. bilemiyorum. ayşe abla mı övdü yoksa kübra mı ondan faydalanmadığımı söyledi bilmiyorum. büyük ihtimalle ikisi de olmuştu. böylece daha cumartesi akşamı kübra'nın şirinliğine yenilmemekle ne kadar büyük bir doğru yaptığımı bir kez daha anladım. ondan faydalanmadığımı anlatan çok tabii bir şekilde tersi durumu da rahatlıkla anlatırdı. ben olası ömer abi, atakan karşılaşmasını kaçırmamamış olduğuma seviniyordum.

bakalım ortalık iyice karışacak mıydı?
dusunmeye usenen filozof
internette -hayvanlar tarafından büyütülmüş 10 insan- gibi araştırma videoları ve yazıları mevcuttur. buradaki çocukların bir çoğu yabani hayvanlar tarafından sahiplenilmiş ve büyütülmüşlerdir. bu yüzden hangi hayvan tarafından büyütülmüş iseler, yeme, içme yetileri o hayvan gibi gelişmiştir. hatta kurtlar tarafından büyütülen iki çocuk 4 ayak üzerinde yaşar şekilde bulunmuş ve bir daha asla tam olarak iki ayak üzerinde duracak eğitim verilememiştir. ilk fırsatta çocukların hemen 4 ayak üzerine geri döndüğü rapor edilmiştir.

kübra her ne kadar annesi ile kriz anları hariç çok anlaşamıyor gözükse de, hatta gelecek planlarını tek başına yapsa da gerçekte annesinin bütün davranış yapılarını içselleştirmiş bir kızdı. annesinin hayat hakkındaki endişelerini, hayatın gerçeği olarak algılıyor, parasız kalmanın bir insanın başına gelecek en büyük felaket olduğunu sanıyordu. Hayatta ki her şeyin en önemli yanı onun için fiyatıydı. bana adını bile ilk kez duyduğum telefon modellerinden, takılardan, giyim markalarından bahsediyor, hemen hepsini fiyatıyla kıyas ediyordu. "şu kadar lira, bu kadar lira" kalıbı cümlelerinin yüklemi durumuna gelmişti.

lüksü sevmediğime asla inanmıyor bu konuda yalan söylediğimi düşünüyordu. ona kendi görüşlerimi benimsetmeye çalışmam hiç bir işe yaramıyordu. 4 ayak üzerinde yaşamaya alışmıştı.

bu gece onu bu konuşmaların dışına çekmek için daha olumlu yaklaşıyordum. ve kübra içtiği ilk biradan sonra dökülmeye başladı. ayşe ablanın romanlara konu olacak (ki yazacağım) hayatı kübra'nın ağzından bir bir ortalığa saçılıyordu. her geçiştirdiği bilgiyi deşeliyor, altındaki ayrıntıları da öğrenmeye çalışıyordum.

kübra ise yakın duruşumu avantaja çevirmek istiyor, ona sarılmamı sağlamaya çalışıyordu. koltuğun dayanma bölümüne kollarımı açık bir şekilde koymamı fırsat bilmiş, göğsüme yatarsa tepki alıp almayacağını ölçmeye çalışıyordu. sonunda hamlesini yaptı.

"madem biralarımız bitti, birer kahve içeriz" diye ayağa kalktım. ayağa kalkma sebebimi elbette biliyordu. ketıla su koyup, altını açtım. geri döndüm. "gerçekten gay değilsin değil mi" diye sordu? "5 yaşında oğlum var benim, sence?" diye soruyla karşılık verdim. "sonradan gay olunabiliyor mu?" diye karşılıklı sorulara devam etti. "hiç sonradan gay olmadım, bilmiyorum" dedim.

- peki neden beni istemiyorsun, güzel mi değilim?
- yüz kızın doksan beşinden güzelsin bence
- sorun ne?
- her güzel kızla yatmıyorum diyelim.
- yaa sorun ne o zaman?
- atakan yakında çıkacak ve onun seninle ilgili planları var, atakan'ı da seni de önemsiyorum, benim bu hikayede yerim yok.
- atakan bilmeyecek ki?
- ama ben ve sen bileceğiz, bu yeterli, dedim.

anlatımdan kopmuştuk. ayşe abla'nın gençlik maceralarını şimdilik orada bırakmak gerekiyordu. "eve mi gideceksin, burada mı kalacaksın, ben yatacağım artık" dedim.

evine gitti. ama ana kız taktı mı takan bir tarafları vardı. sabah kapıma gelip beni kahvaltıya çağırdılar. arkadaşım kahvaltıya bekliyor, oraya çıkacağım, hatta geç kaldım dedim. elbette bu bir yalandı. "arkadaşım kadın mı diye sordu"

-normal arkadaşım, erkek veya kadın olması fark eder mi, diye cevapladım.

pazartesi günü o gelişme sonunda yaşandı. ve cumartesi kendimi frenleyerek ne kadar doğru karar verdiğimi bir kez daha anladım. hani çok başarılı bir adama başarısının sebebini sormuşlar; "doğru kararlar" demiş. bunu nasıl başardığını sorduklarında bu kez "tecrübe" diye cevap vermiş. tecrübeyi nasıl edindiğini sormuşlar. "yanlış kararlar" demiş.

aldığımız yanlış kararlar canımızı yakar. çok zor günler yaşatır. artık yanlış kararlarla ve anlık zevklerle kaybedilecek zamanım yok. neyin kiminle yapılabileceğini bol bol tecrübe ettim bu zamana kadar. buradan en kazançlı çıkmanın yolu bir roman yazmaktı. yavaş yavaş başladım. bir gün bir kitapçıda "metres xxl" isimli bir kitap görürseniz, alın, içinde ayşe ablanın ve kübra'nın hikayesini bulacaksınız.
dusunmeye usenen filozof
cumartesi günüydü, biraz geç uyandım.

cumartesi, pazar günleri, uyanmak, seks, duş, kahvaltı şeklinde başlamalı. sosyal devlet bunu herkese sağlamalı. ama yalnız uyandım. tek kişilik seks de yapabilirdim. ancak 38 yaşında pek zevk verdiğini söyleyemem. duş aldım ve giyiniyordum. kapım çaldı. neyse ki boxer ve pantolonumu giymiştim. üstüme tişört giyecek vakit bulamadan delikten baktım ayşe abla. açtım kapıyı. zaten bir üstsüz kapı açma borcum vardı üstümde kalmasın.

- buyur abla, dedim.
- ablam iki dakika girebilir miyim boşlukta sesim duyulmasın, dedi

kapıyı biraz daha araladım, kültürümüzde "buyur gir" demek olduğundan ayrıca ifade etme gereksinimi duymadım. "bir tişört giyip geliyorum" dedim. "gerek yok ablam söyleyip çıkacağım" dedi.

- paraya birazcık sıkışığız ablam. su yükletmemiz lazım. 100 tl borç versen de sonra ödesek sana", dedi. ilk aklımdan geçen şu oldu. "vermesem olmaz, verirsem dönmez"

su yükletmek can çatlasın 20-30 liraydı. atakan'ın bir türlü içeriden çıkamaması, ferdi'nin zaten aç köpek olması, ömer abi'nin de afrikalı futbolcu gibi eve uyum sağlayamaması dolayısıyla para sıkıntısı yaşamaya başlamışlardı. borç vermeye başlarsam bunun sonu gelmezdi. acil bir çare bulmalıydım, ve bunun için 5-10 saniye sürem vardı. veee buldum.

montumun cebinden, cüzdanımı aldım ve içinden 100 tl çıkarttım.

"ayşe abla bugün akşama kadar ne yapacaksın?" diye sordum. "bir işim yok ablam evdeyim" dedi. "abla biliyorsun ben burada bekar hayatı yaşıyorum, evi temizliyorum, ancak ara sıra ince temizlik gerekiyor, şöyle benim görünmeyen yerleri, balkonu, pencereyi güzelce bir temizlesen bu parayı da bana geri vermesen olur mu?" dedim.

tereddüt ettiğini görünce, "abla zaten birini bulacağım, bari yabancıya gitmesin. 1+1 ev, seni de çok yormaz. geri ödeyeceğiz diye sıkıntı da yapmazsınız" dedim. paraya acil ihtiyacı olduğundan hayır diyemedi. bende böylece "bende sürekli karşılıksız para verecek göz yok" imajını vermiş oldum. atakan'dan ve ferdi'den farklı olduğumu her hareketimle göstermem şarttı. başka türlü dengeleri sağlamam güçleşirdi.

akşam eve geldiğimde ne doğru bir karar verdiğimi anladım. ev bir erkek gözüyle temiz ve düzenliydi ama ekstra bir kadın eli değmesi inanılmaz fark ediyordu. resmen evin renk tonu açılmıştı. her ayrıntı ışıl ışıl parlıyordu. tezgahımın üzerinde üzeri peçete ile örtülmüş bir servis tabağı kek ve poğaça da çabasıydı. anlaşılan ayşe abla bundan sonraki temizliklere de talipti. eline sağlık mükemmel iş çıkartmıştı.

ayşe abla tahlil etmenin zor olduğu birisi değildi. her anne gibi çocuğu için yaşıyordu. kırk yaşını geçmiş biri için son derece alımlıydı. süleyman ile ömer abi'nin ailesi arasında iç savaş çıkartması şaşılacak şey değildi. cesareti örnek alınmalıydı. askerden dönen sevgilisine her şeyi göze alarak kucağında bebeğiyle kaçmak mangal gibi yürek isterdi. sonrasında 20 yıl iyi idare etmişti. toplum genel bakış açısına bakarsak, başka birini seven bir kızı kendine zorla eş yapan ve sonra 6 aylık kızını bile sokağa atan ömer abi ile artık evlenmiş bir kadını tekrar kocasına göndermeyip, ya da onu her şeye rağmen sahiplenmeyip belli süre faydalanıp sonra kapı önüne koyan süleyman namuslu idi. ayşe abla ise namussuzun tekiydi.

ama 20 yıl elbette ayşe ablanın da karakterinden bir şeyleri eksiltmişti. çok kolay isteyebiliyordu. bu onlardan faydalanmak için elini açan insanların kazandırdığı bir alışkanlıktı. hayat onları karşılık vermeye de alıştırmıştı. kübra'nın bana geldiği geceler, kübra'dan faydalansam, ayşe abla da bizim seslerimizi duysa emin olun buna bir tepkisi olmazdı. ömer abi faciasının üzerinden henüz bir gün geçmişti. aslında kübra'nın aynı akşam damlayacağını düşünüyordum, ama kapımın çalınması için cumartesinin olması gerekiyormuş.

tatlı belam gelmişti. bu olayı romanlaştırmayı düşünmeye başlamıştım ve 20 yıl önceki olaylar hakkında daha fazla detaya ihtiyacım vardı. tek ihtiyacım olan kübra'yı telefonundan uzak tutmaktı.

koyduğum mesafeyi umarım yanlış anlamaz çekincesi ile birazcık yumuşattım. kübra da bundan son derece memnundu.
dusunmeye usenen filozof
daire kapımın direkt açıldığı koridorun hemen sağ tarafında bulunan oturma odamın küçük üçlü koltuğundan doğruldum. kübra'nın bende kalmasının en kötü yanı da bu ya. iki kişilik koca yatağı ona bırak gel burada kıvrıl.

"patladın mı be" diye bağırmama sebebiyet verecek kadar uzun ve ısrarlı çalışların ister istemez hız kazandırdığı yürüyüşüme, kıçımın sağ lopunu kaşıyan elimle eşlik edip kapıya ulaştım. gözlerimi bile doğru dürüst açmaya fırsat bulamadan kapıyı açtım. zaten gecenin bir buçuğunda evimden kalkıp gittin be adam yine ne oldu amına koyayım?

ömer abi, ayakkabıyı bile çıkarmış, içerideki mevzuyu merak eder bir tavırla yanımdan kıvrılırken;

"kübra nerede" diye sordu?

"hee siktim amk. gir bak" gibi bir ifadeyle kendi yattığım odayı gösterdim. dağılmış battaniyemi ve kollarla bir araya toparlanmış şişkin yastığıma baktı bir süre.. "ee nerde?" dedi.

"benim yattığım odada kübra'nın ne işi var ömer abi allasen, tee orda yatak odasında uyur o" diyerek koridorun diğer tarafında bulunan kapalı kapıyı gösterdim.

ömer abi oraya doğru hareketlendi ve paat diye kapıyı açtı. kübra'nın "ohaa amk." diyen sesini duydum sadece.

ömer abi, "kalk kız kalk sabaha kadar uyku girmedi gözüme zaten" derken kübra görüş alanıma girdi. uyku halinden çıkarak kendine gelmeye çalışıyordu. kübra fırtınadan önce sessizliğinde kaldı bir süre. ayşe abla açık kapıdan girdi ve her zaman ki ne şiş yansın ne kebap davranışı içinde müdahale etmeden yavaşça olaya dahil oldu.

kübra önce ezikçe "napıyorsun sen ya" diye söylendi. ömer abi artık yatak odasına tamamen girmiş, kübra'nın yanına kadar gitmiş onun kalkmasını hızlandırmaya çalışıyordu. ve nihayet kübra'nın kontak çalıştı ve volvo motoru gibi gürledi.

"lan sen kimsin" ile bir girdi. "6 aylık bebeğini annesiyle dışarı atan hayvan " dan çıktı. ömer abi kübra'nın saçından tuttu. ayşe abla bunu görünce olaya girdi. bir yandan da bana yardım et gibisinden bakıyordu.

ömer abi'ye bir dokunsam sanki kızı akşam kendi bırakıp gitmemiş gibi ırz düşmanı muamelesi göreceğim, söz ile ikna etmeye çalışıyorum. kübra beni göklere çıkaran ve ömer abi'yi yerin dibine sokan kıyaslamalara başladı. ikimizin adamlığını kıyaslıyordu ve alenen benim yapmadığımı yoksa kendinin çoktan bana vereceğini bile babasına söyledi. "bakire değilim salak zaten ben, bunu bile bile bu adam faydalanmıyor benden köpek" deyince ömer abi'nin eli ayağı tutuldu. kızına tiksinti ile baktı.

ben ömer abi'yi tutup daireden çıkardım ve kendi evine soktum. "abi sen köyüne geri dön, olmaz artık bu saatten sonra, sen onları zaten kaybetmişsin bu saatten sonra kazanamazsın. böyle olmaz bu iş" dedim.

adam bana sarılıp ağladı. "affet beni oğul, dünden beri zararımız bir kendimize, bir sana, bugün döneceğim zaten" diyerek gözyaşı döktü.

bazen sadece hayat haklıdır. bizim haklılıklarımız gece gündüz gibidir. güneş dünya'nın kendi aydınlattığı yüzünü görür, ay ise kendi aydınlattığı yüzünü. her ikisi de "dünya'yı ben aydınlatıyorum" der. ikisi de hem haklıdır hem haksız. bu böyle sürüp gidecekti. hiç bir zaman biri diğerinin sözüne gelmeyecekti. rakamın farklı taraflarında durdukları için ömer abi "bu dokuz" dedikçe kübra ve ayşe abla "hayır o altı" diyeceklerdi.

ve ömer abi o gün sessizce ankara hızlı trenine binerek şehri terk etti. evet hızlı treni kaçırmamıştı belki ama, kızıyla iyi bir baba kız olma trenini 20 yıl önce kaçırmıştı. artık yetiştiği hiç bir tren bu gerçeği değiştirmeyecekti.


dusunmeye usenen filozof
"kaç yaşında bekar adamsın, utanmıyon mu genç gızı eve almaya"

aynen böyle söyledi bana ömer abi. eller tokat atma mesafesinde sallanıyordu. kübra hemen arkadan müdahale etmek için hızlıca geldi. kübra'ya "dur" işareti yaptım.

"bizim kültürümüzde kapımıza yardım isteyerek gelen kim olursa olsun geri çevrilmez ömer abi, çay demledik geç içeri konuşalım, bir rahatla, seni kötü hissettirecek bir şey yok" dedim. ayşe abla da kendi kapısından ne olacak diye bakıyordu. "ayşe abla sende gel, çay içeceğiz" dedim. ömer abinin sırtından tutarak elimle salonumu gösterdim. ömer abi kızı ile birlikte salona yöneldi. ayşe abla üzerindeki yün ceketinin ön tarafını iki eliyle kapatarak, terliğini giydi. üç-dört adımda benim kapıma ulaştı ve o da içeri girdi.

yüzümde gülümser bir tavırla, "komşu komşunun külüne muhtaçtır, abicim, bir ihtiyaç olduğunda sizler bana geleceksiniz, ben de size geleceğim" dedim.

olumlu tavrım, ömer abi'yi şaşkınlığına uğratmış, durumu toparlama çabasına girmişti.

"böyük şehir oğlum, güven mi olur" diyordu.

"ben sıkıntı yaratmam abi" dedim.

yaklaşık yarım saat sonra, bana askerlik hikayelerini, köyü hatta hayvancılığı anlatmaya başlamıştı. bir ayağı koltuğun üstünde bağdaş kuracak gibi diğer bacağının altına girmiş dururken diğer ayak aşağı sallanıyordu. "yav baba dostuna geliyormuş buraya bizim kız, biz de ayıp ettik sana anlamadan dinlemeden" diyordu. ömer abinin kalbini fethetmeyi başarmıştık. ayşe abla ile kübra babanın bir pot kırmasından ya da yanlış bir şey söylemesinden tedirginlik duyar bir şekilde istim üzerinde duruyorlar, sonra ben anlatmaya başlayınca yüzlerine rahatlama vuruyordu. kübra yine uzun uzun telefona dalıyor, ömer abi, yanında duran kızının telefonuna "yine ne yapıyor bu" düşüncesiyle bakıyor ve muhtemelen onun ne yaptığını hiç anlamıyordu.

saat epey geç olunca,

"hadi kalkalım geç oldu, çocuk yarın işe gidecek" dedi ömer amca. ayşe abla ile ikisi kalktılar. kübra oralı olmadı. babası "kalksana gız" deyince gözlerini telefon ekranından ayırmadan, "siz gidin ben burada yatıcam" dedi.

ömer abi o an yine zıvanadan çıktı. ben hiç karışmadım. kübra her fırsatta babasından intikam alıyordu. ömer abi elini kaldırınca kübra; "vurursan baba maba dinlemem yolarım seni, deminden nevzat'a yağ çekmeyi biliyordun, hayırdır güvenmiyor musun yoksa?" dedi. ömer abi biraz önce yaptıklarına muhalefet edemedi. "ya resulallah" çekerek kapıya yöneldi. ama yine güvenemedi, bana döndü. "bu deli kız sana emanet, bak dost emaneti" dedi. "abi merak etme, nasıl bıraktıysan öyle alırsın, korkma" dedim.

biraz rahatlamış gözüktü.

sabah daha alarmın çalmasına yarım saat varken kapı zili zırlamaya başladı.

dusunmeye usenen filozof
ayşe abla ile ömer abi 22-23 yıl önce evleniyorlar.

ayşe abla'nın o zamanlar süleyman isminde bir sevgilisi var. süleyman bir çitfçinin yanında çalışan yevmiyeci. ayşe abla'nın babası süleyman'ı beğenmiyor, vermiyor kızını. ayşe ablanın babası da köyün kahvecisi. (kendi holding patronu sanki amk. evladı)

ömer abi'nin babasının 5-10 dönüm arazisi var. onlar da çiftçilik ve hayvancılık yapıyorlar, ankara ovalarında. süleyman askere gidince fırsat bu fırsat deyip, kahveci kızını ömer abi'ye veriyor. acilen düğün dernek kuruluyor. ayşe ablanın psikopat sevdası o günlerden belli. bu süleyman'da da atakan ruhu var. aslen ayşe ablanın babası, ömer abi, onun da babası hep korkuyorlar süleyman'dan. süleyman askere gider gitmez, düğün dernek kurulması o yüzden.

ayşe abla direniyor ama kadın başına karşı koyamıyor. ömer abi, skoru 2-0'a taşımak adına tez elden de ayşe abla'yı hamile bırakıyor. kübra doğuyor.

sonra süleyman'ın askerlik bitiyor. gelince terör estiriyor. ömer'in ve babasının, hatta ayşe'nin babasının tozunu dumana karıştırıyor. bundan cesaret alan ayşe abla, kızını da alıp süleyman'a kaçıyor. ancak bu evlenme olayında süleyman, ayşe abla'nın yeterince direnmediğini düşünmüş olacak ki, bir süre ayşe abla ile gününü gün edip sonra yol veriyor. ayşe abla baba evine dönmek istiyor, sert tepki görüyor.

bir mecbur koca evine dönüyor ancak buradaki tepki, baba evindekinden de sert oluyor. bir akrabaya sığınıyor ama adam akraba falan demeyip, ayşe abla'dan istediğini alma yoluna gidiyor. ve oradan oraya sürüklenme başlıyor. birkaç yerde çalışıyor, ancak bir şekilde hep eninde sonunda birilerinin metresi durumuna geliyor. o hengamede kızını okutmaya çalışıyor ancak en fazla liseyi bitirtebiliyor.

en son atakan'ı buluyorlar. sonrasını zaten biliyorsunuz.

ömer abi ise ayşe abla'dan sonra ikinci evliliğini yapıyor. ancak 2. eşin bir rahatsızlığı meydana çıkıyor. çocukları olmuyor. eşi 3 yıl önce kanser sebebiyle ölüyor. ömer abi 3 yılda malı mülkü yiyor, bir emekli maaşı ve bir köy evi ile kalakalıyor. tabii mal mülk olmayınca, bir bakanı da bulunmayınca son çare ayşe abla'ya ulaşıyor. ayşe abla, hem atakan çıktığında başımızda bir adam bulunsun, hem de bize de 3-5 kuruş faydası olsun diye, ankara'dan dönerken onu da getiriyor, ancak eskişehir'e gelince anlıyor ki, ömer abi'nin durumu kendisinden beter.

şimdilik ferdi'nin ayağı tamamen kesildi. evde denk güçlerin mücadelesi var. kübra baba'yı hiç iplemiyor.

"siktir git lan artist, şimdi mi aklına geldi babam olduğun" diye evden fırlayıp, bana geldi örneğin bir akşam. banyoda bir sandalyenin ne işi olur, kübra'ya anlatmakta zorluk çektim. imdadıma yeni değiştirdiğim ampül yetişti. banyo ampülünü değiştirmiştim dedim.

bu hikayeyi bir okursa bunu nasıl anlatacağım bilmiyorum.

ilerleyen saatlerde kübra ile derin bir sohbete dalmıştık ki, kapı çaldı. gelen ömer abi idi. ilk kez karşılaşıyorduk ve bana sinirli bakıyordu.
dusunmeye usenen filozof
gece 01:00 dolaylarında uyudum. sabah işe gitmek için kalktım, kapının önünde tek bir terlik dahi yoktu. başka iş bulup oraya mı gitti lan bunlar? kübra ankara'ya hiç annesiyle birlikte gitmezdi. o gece de gelmediler, sabahında da yoktular. hani yakınım olsalar polise haber vereceğim, o noktaya geldim. :)

neyse ki 3 gün sonra akşam eve döndüğümde ayşe abla'nın botunu kapının önünde gördüğümde derin bir oh çektim. bir de erkek ayakkabısı var ama bu ayakkabı ne ferdi'nin ne de atakan'ın tarzı bir şey değil.

sabahtan akşama kadar kahvelerde pinekleyen amca ayakkabısı.

ayşe abla ile bu adam yine yarı dalaşır bir biçimde tartışıyorlardı. kesinlikle 3-4 gün önce misafirimin bahsettiği adam bu olmalıydı. çünkü evdeki ferdi olsa ayşe abla konuşur ferdi susardı, atakan olsa, atakan bağırdı mı apartman susardı. bu evde bu yüzden bir erkekle ayşe ablanın tartışması diye bir şey olamazdı.

3. saate geldi. banyoda yarım kilo çekirdeği 1 litre şeftali suyuyla devirdim ama hala bu amca kim anlayamamıştım ki o kritik cümle geldi. amca;

"gördüğün adamın peşinden gide gide, kızımı benden uzakta büyüttün. verdiğin ahlaka bak, senden beter olmuş" dedi

laaaannn...

bu adam kübra'nın babasıydı. gerçek babası. bir zamanlar başka erkeğe kaçıp, sonrasında geri döndüğü ama kabül görmediği ayşe ablanın o meşhur kocasıydı. anam. bak bunu cidden beklemiyordum. ahmet abi mi lan bu diye bile düşünmüştüm ama bu olacağı hiç aklıma gelmemişti.

sonra asıl kavga başladı ve her şey ortaya döküldü. bu amca neden bu evdeydi, her şey birer birer kafamda oturdu.
dusunmeye usenen filozof
sekiz yirmi'de uyandım ve işe yetişmek için apar topar hazırlandım. daire kapısından çıkar çıkmaz ayşe ablanın botlarını ve kübra'nın çizmelerini kapıda gördüm. geri gelmişlerdi.

sokağa çıkar çıkmaz, her sabah altıda kalktığını bildiğim ahmet abimi aradım. "he nevzat aradım seni dün akşam, kapalıydı senin telefon, çekti gitti seninkiler haberin olsun" dedi.

"hayırdır abi ya 3 günde ne oldu?" diye sordum tabii,

"yemek, temizlik, hayvanlara yem vermek zor geldi. zaten kızı telefonla görüşmekten ve telefon oynamaktan bir iş yapmıyor. kavga ettik, gittiler" dedi.

akşam dönüşte kapının önünde erkek ayakkabısı yoktu. kapılarını çaldım. kübra açtı. "hoşgeldiniz" dedim. "hoşbulduk" dedi. "çabuk döndünüz hayırdır" dedim. "ya içeri gir" dedi elindeki telefondan yine bir şeyler yollarken..

ayşe abla içeride incik boncuk diziyordu. bebek şekeri, nikah şekeri, künye, kolye bir şeyler yapıyormuş, sanırım 2-3 günlük kaybolmalarında bu malzemeleri almaya ya da yaptıklarını teslim etmeye gidiyordu, bilmiyorum.

ayşe abla yakınmaya başladı. iş teklifi geldiğinde temizlik, yemek, hayvanlara yem vermek denildiğini, oraya gidince sabahtan geceye kadar 1 dakika bile oturtulmadıklarını anlattı. tabii benim ahmet abiyi tanıdığımı bilmiyor, yardırdıkça yardırıyordu. "ev dedi, sanki tayyip'in sarayı mübarek, iki kat bir de çatı katı var, üç gün temizledim yine bitmedi" diyordu. "aman adamın kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği ayrı, rakısı, mangalı ayrı, ne eşi bitiyor ne dostu, bir sikmediği kaldı. birkaç gün daha kalsak onu da yapardı" diye söylendi durdu.

bugüne kadar çalışma yüzü görmedikleri belliydi. hazır yemeye alışmışlar, üç boncuk dizmeyi ve 8 saat süpermarket kasasında oturmayı iş sanıyorlardı.

benim için sorun yoktu, ben onların kıymetini gittiklerinde anlamıştım. ertesi gün 5 günlüğüne ısparta'ya sınavlarıma gidecektim. hazırlanmam gerekiyordu ve evlerinden çıktım. ısparta dönüşünde benim bir misafirim geldi. misafirim bu komşulardan haberdardı. benim geç uyandığım bir sabah, bir erkek ile ayşe abla'nın kavga ettiğini söyledi.

sümsük ferdi kim, ayşe ablayla kavga etmek kim? atakan mı çıktı diye müthiş heyecanlandım. ama ben uyanana kadar kavga bitmişti. öğrenemedim. bütün gün merakla akşam olması bekledim. akşam eve geldiğimde ise...


evet akşam eve geldiğimde ise evde yine hiç kimse yoktu. "yine mi ankara?" diye düşündüm.

ama kübra'nın evde kalması ve bana damlaması gerekiyordu. gece 23:00 oldu gelmedi. ayşe abla ankara'ya gitmişse ve dün gelen gerçekten atakan ise bunlar atakan ile birlikte kaçmış olmasınlar?

kafamda deli sorular.
dusunmeye usenen filozof
gittim, ayşe abla kızıyla birlik olduklarını, sorunları hallettiklerini, atakan'dan kaçacaklarını söyledi. "onun işi gücü eskişehir'de, aramaz bizi" dedi. bunlardan kurtulmak için bir plan geliştirmiştim. kendimi de güvene aldım. kübra'nın laptopunu istedim. internete bir iş ilanı bıraktık. gerisi kolaydı.

buradan onlara bir teklif gelebileceğini ve gelirse değerlendirmeleri gerektiğini söyledim.

kocaeli sapanca civarında, tamamen doğa ile iç içe yaşam süren bir tanıdığım vardı. epey geniş bir arazinin içinde dubleks villa inşa etmiş ve orayı emekliliğinde çiftlik olarak kullanıyor, cins kuşlar ve tavuklar yetiştiriyordu. ona telefon ettim, "abi yardımcı buldun mu" diye sordum. bulamadığını söyledi. komşularımdan bahsettim, internetten bulmuş gibi yapacak, benim adımı vermeyecekti.

ayşe abla ile 2 gün sonra çöp atmaya giderken karşılaştık. "biri aradı, biz gidiyoruz" dedi. bilgi almış gibi olmak istemiyordum, "peki yolunuz açık olsun" dedim, kısa kestim. planım tutmuştu.

o ara 3-4 günlüğüne memlekete gittim, döndüğümde yoklardı. üzüldüm ama gerçekten. bir anda bütün heyecan hareketlilik gitmişti. boş duran ayakkabılıkları dahi içimi acıtıyordu. tuvalete girince en azından televizyon sesleri gelirdi o bile yoktu. yan ev ile birlikte benim evim de mezarlığa dönüştü.

merak ettim ahmet abiyi aradım.

geldiklerini işe başladıklarını söyledi. şimdilik memnunmuş. 1-2 gün sonra dışarıda iken, telefonumun şarjı bitmişti. gece eve çok geç geldim, şarja takınca bilgi mesajı geldi. ahmet abi 3 kez aramıştı.neyse sabah olsun dönerim diye düşündüm ve yattım.

ama sabah bir sürprize daha merhaba diyecektim
dusunmeye usenen filozof
"bak nevzat sen zeki bir çocuksun ve anladığım kadarıyla geniş bir çevren var" dedi.


- çok sağol abla da herkes kadar işte, zeka da çevre de herkes kadar, dedim

kübra'nın benim hakkımda ona her şeyi anlattığını kısa bir konuşmadan sonra anladım, kübra benim evimdeyken bazı önemli isimlerle telefonla konuşmuş olmamın, onları epey etkilediği görünüyordu.

"bak ablam" dedi. "başımızdaki belayı biliyorsun, görüyorsun, şahit oluyorsun. sen temiz de bir çocuksun. senin başını belaya sokmam, korkma. ancak bu manyak içeriden çıktıktan sonra bizi vurur. delinin biri zaten görüyorsun. yok mu sizin oralarda gideceğimiz bir yerler. ne maaşımız var, ne sigortamız ve güvencemiz. ablam bize ne olur yardım et" diye de devam etti.

önce kendimi önemsiz gösterme çabasına girdim. ama ayşe abla gözyaşı kozuna başvurdu. "abla, ben de burada 1+1'de kirada oturan bir devlet memuruyum, gözünüzde fazla büyütmüşsünüz. tamam elimden geleni yapayım da umutlanmayın" diyerek evden zar zor 1 saat sonrasında çıkabildim.

akşam kübra yine damladı tabii...

bu kız, ya benim bile çözemediğim tam bir çakaldı ya da ne yaptığını bilmeyen saftiriğin tekiydi. bir yandan atakan'ın çıkması için gizliden atakan'a yardım ederken, bir yandan evin masraflarını ferdi'ye yıkıyor, diğer yandan benimle ilgili planlar kurup bir yandan da eskişehir'den kaçmak için annesine yardım ediyordu.

"kızım bak seni sikerim" diye lafa başladım. çakallığının ferdiye, atakan'a sökeceğini benim bu ucuz numaraları yemeyeceğimi söyledim. kimin yanında olduğunu sordum. insanı çıldırtacak derecede götü başı aynı oynuyordu.

"otur burada sakın kıpırdama" dedim, ayağıma bir şey giymeden merdiven boşluğuna çıktım, kapılarını çaldım, ayşe ablayı da bana çağırdım. kadın bir şey oldu sandı koşarak geldi. ayşe ablaya, kübra'nın yediği haltı anlattım. tabii kübra inkar etti. "abla bu şekilde benim başımı belaya sokacaksınız. siz ana kız bile birbirinizin kuyusunu kazıyorsunuz, ne olur bundan sonra merdivende dahi selamlaşmayalım" dedim. gittiler.

20 dakika sonra kübra kapımı tekrar çaldı. "yemek hazırladık gelsene" dedi. haydaaa
dusunmeye usenen filozof
ferdi, atakan'a göre daha düşük profilli bir kişilikti.

atakan'ın kaliteli ayakkabılarını artık kapının önünde göremiyordum. ferdi'nin 3 yıl önce alınmış ağzı burnu yamulmuş çakma caterpillar'larını görmek benim bile yan daireye olan ilgimi azaltıyordu. atakan bakımlıydı. giyinmesini bilirdi. ferdi ise hayatında ilk kez macera görmüş, büyümüş sümüklü bir mahalle çocuğundan başka bir şey değildi. atakan'ı dinlemek keyifliydi. internetten öğrenmiş bile olsa belli bir genel kültürü, siyasi duruşu ve doğuştan gelen bir cesareti vardı. ferdi ise sönük, düşüncesel olarak ayşe ablanın bile etkisine giren, hele cazgır kübra'ya lafı hiç geçmeyen, ne denirse eyvallah çeken embesilin tekiydi. artık çoğunlukla yan dairede konuşulurken dinleme yapma gereksinimi bile duymuyordum. saatler süren diriliş ertuğrul muhabbetleri bütün keyfimi kaçıyordu.

ancak unuttuğum bir şey vardı. erkek olarak hala kübra'nın -atakan'ın yokluğunda bile olsa- gözdesiydim. o önemli bir şey olduğunda düşük profilli ferdi'yi hiç sallamaz ve hep bana koşardı.

kübra yine bir akşam ben eve geldikten kısa süre sonra kapıma dayandı. "girebilir miyim" dedi. "barıştık mı" dedim. "ben kimseye küsmem" dedi. niye selam vermiyordun diye uzatabilirdim, uzatmadım, sustum.

"atakan çıkacak galiba" dedi. "nasıl olacak o" dedim.

atakan'ın avukatı, kübra ve ayşe ablayla samimi çekilmiş ev içi fotoğraflarını ve kendi üstüne olan kira kontratını mahkemeye sunmuş. böylece girdiği ev resmi olarak kendinin oluyor ve haneye tecavüz sayılamıyormuş. ayrıca kübra'nın ferdi ile çekilmiş ve kendisiyle çekilmiş aşırı samimi fotoğraflarını da mahkemeye sunmuş. atakan'ın ferdi ile samimi pozlarını nereden bulduğunu sorduğumda, kübra tuzağa yakalanmış tilki gibi kalakaldı. kıvırdı ancak belli ki avukata atakan'ın isteği üzerine fotoğrafları yollayan yine kübra'ydı. kübra atakan'ın çıkmasını istiyordu. korkuyor ancak paralı yaşamak istiyordu. ferdi gibi bir sümsükle olmaktansa korkulu da olsa atakan ona umut olabiliyordu.

kübra o gece yine elimin altındaydı. ferdi'den cinsel olarak da memnun olmadığı belliydi. ancak ben yine elimi sürmedim. çünkü bu kızın ne yapacağı hiç belli olmayacaktı. küçük bir menfaat uğruna beni de harcatabilirdi. atakan'dan korktuğumu söyleyemem. ama onu düşman edinmek de istemem.

ayşe abla ise atakan'dan umudu kesmek hatta başka bir yaşam kanalı bulmak istiyordu. onun kafasında eskişehir'den kaçmak ve atakan'a izini kaybettirmek vardı.

bu kez kapıma gelen ayşe abla oldu ve beni evlerine davet etti. benimle konuşmak istiyordu, evde kübra yoktu. eve girdim. içeri geçtik. beni karşısına oturttu ve açık degajesinden bana bir görüntü verdi, hayır niyeti sevişmek falan değildi. bunlar beni beyin olarak kullanmak istiyorlardı. çok zeki sayılmazdım. ama onların çevresine göre çok fazlaydım. bana profesör muamelesi yapıyorlardı.

ayşe abla ağzındaki baklayı fazla eveleyip gevelemeden çıkardı.
dusunmeye usenen filozof
evet işler hiç kübra ve ayşe abla'nın umduğu gibi olmadı.

15 gün önce daha yukarı çıkarken kübra kapıdan fırladı "ben de seni bekliyordum" diyerek...

elinde bir kağıt vardı, epey hukuki terim barındırıyordu. "sen devlet memurusunun burada ne demek istiyor ya, biz annemle hiç bir şey anlamadık." dedi. ilk anda bende çok anlamadım ama okudukça epey çözdüm. hatta emin olmak için avukat olan kuzenimi aradım.

atakan'a bu dayak olayı ev içine kadar taştığı için savcılık tarafından kasten adam yaralama ve haneye tecavüz davaları açılmıştı. hatta yaralanan iki kişi olduğundan iki kat ceza isteniyordu. üstelik daha önceden de kesinleşmiş cezası vardı ve aranıyormuş. kısacası atakan'ı içeri attılar. ve atakan kısa sayılmayacak bir süre içeride kalacaktı. kübra bana tahmin soruyordu ama tahmin yapmak zordu. belki 3 yıl belki 5 yıl.

sonra kübra 3-4 gün ve her gün bana geldi. açıkça yeni bir hayat sponsoru arıyorlardı. ancak kendimi tutup onun şirinliğine yenilmedim. ve ona böyle bir şey olmayacağını açıkça söyledim. kübra benimle selamı sabahı kesti.

sonra bir akşam eve geldiğimde kapıda bir erkek ayakkabısı gördüm, hemen tuvalete giderek kulaklarımı açtım.

eve gelen ferdi'ydi. gelir olarak bir atakan değildi elbet, ama denize düşen ferdi'ye sarılmıştı.

şimdi ferdi bazen ayşe abla ile bazen kübra ile sevişmeye başladı bile.

kendinin gol attığını sanıyor ama ofsaytta olduğunu göremiyor
dusunmeye usenen filozof
atakan kübra'nın iş yerini basmıştı. artık kübra'nın sevgilisini mi dövdü yoksa kübra'yı mı zorla eve getirdi orasını çok bilmiyorum. ayşe abla da ankara'dan dönmüştü. artık her şey ayan beyan konuşuluyordu. kübra ile atakan arasında olanlar da ortalığa saçılmıştı. beni daha da hayretler içerisinde bırakan detay ayşe abla'nın bunu çok önemsemiyor olmasıydı. o bir an önce kavga bitsin derdindeydi. anladığım kadarıyla zaten öncesinde de ayşe abla bu ilişkinin farkındaydı ancak bilmiyormuş gibi yapıyor ve düzen bozulmasın diye sevgilisini kızıyla paylaşmakta bir sakınca görmüyordu.

ben evime girmek için kata geldim ama üçlü saç başa merdiven boşluğunda birbirine dolanmış vaziyetteydi. dahil olmak istemedim, aşağı indim. bu sırada kapıya bir polis arabası yanaştı ve kapının zillerine basmaya başladılar. ben içeriden görüp kapıyı açtım. "kavga kaçıncı katta diye sordu" polis memuru "üç" dedim. "sen mi aradın bizi" dedi. "hayır bende şimdi geldim işten daha bende pek bir şey görmedim" dedim. kısa bir yavaşlamadan sonra üç polis memuru hızla yukarı çıktılar. biri atakan'ın kollarına kelepçe takıp aşağı indirdi. arabaya soktu. yukarı çıktım, ayşe abla ve kübra'nın üst baş yırtık, ağız burun kan içindeydi. kapıda iki polis tutanak tutuyorlar ve onlara sorular soruyorlardı. ben sessizce kendi evime girdim. kübra ile kısacık bir göz göze gelme dışında bir iletişim yaşanmadı.

anne kız 1-2 saat merkeze gittiler. sonra geri geldiler. ben hemen tuvalete girerek dinlemeye devam ettim.

oysa ayşe abla atakan'ı damat almaya bile razıymış. iyice anlamıştım ki atakan onlar için sadece geçim kaynağı idi. atakan'ın o evde bulunma konusunda belli bir sıfat seçmesi gerekmiyordu.

kübra bir ara annesine, "ne olacak" diye sordu.

ayşe abla "atakan ikimize de yeter, şikayetimizi geri alacağız, gelsin adam gibi konuşalım. sende ferdi'den ayrıl, atakan'a ayrıldığını söyle, işi de bırak, başka yerde çalış" dedi.

kübra buna dünden razıydı. ama işler umdukları gibi olmadı.

dusunmeye usenen filozof
odamın kapısını açtı, içeri girdi. "tavuk gibi yattık hemen ya, beni uyku tutmuyor sıkıldım içeride" dedi.

istesem seksi o an başlatabilirdim. ama inanın ki yapmadım, istemeden bu hikayeye dahil oluyordum, anlaşılan bundan kaçış yoktu. ancak tam ortasına dalmak gibi de bir aptallığa girmeyecektim. kalkıp ışığı yaktım.

"ne istiyorsun kübra" dedim. "sen ne istiyorsun" dedi.

gözlerine baktım ve "aynı şeyi mi istiyoruz?" dedim. "olabilir, senin istediğin ne ki?" dedi.
"seks yapmak mı istiyorsun?" dedim, "daha kibar sorarsan olabilir" dedi. "belki ilerleyen zamanda daha kibar sorarım, ancak şu anda istediğim bu değil, sana normal gelen şeyler bana normal gelmiyor. evinizin kapısında günde 5 vakit böğüren biri var, seni içeri yardım için davet ettim, belki bana her şeyi anlatırsan daha çok yardımım olur" dedim.

yalan yanlış anlatmaya başladı. sürekli araya giriyor, yalanın dozajı artınca "emin misin öyle olduğuna" diyordum. o biraz kıvırarak, doğruya bir adım daha yaklaşıyordu. sonunda döküldü.

annesi, kübra 2-3 yaşındayken kocasından kaçmış. sonra pişman olmuş ancak, eşi kabul etmemiş. ortada kalmışlar. annesinin sevgililerinin yardımıyla oradan oraya savrulmaya başlamışlar. atakan kaçıncı sevgili artık kübra da çok bilmiyor. kübra 17 yaşındayken, atakan'la yakınlaşmış. 2-3 yıldır onunla birlikte ama pişman. annesinden gizli yürütüyorlar. atakan ona birlikte kaçma sözü vermiş. ancak bu söz bir türlü yerine gelmemiş. kübra da 1 aydır iş yerindeki bir çocukla kıskandırma amaçlı flört ediyormuş, ancak çocuğa elini bile dokundurmamış. atakan'ı seviyor ancak atakan'dan artık koca falan olmayacağını da net biliyor. atakan oto kiralamada ortak. ortağından bol miktarda para kaçırıyor ve bunu ayşe abla ve kübra için harcıyor. kübra da ayşe abla da ekonomik zorluk yaşamak konusunda aşırı endişeli ve bu yüzden ne olursa olsun atakan'dan çok ayrılmaya cesaret edemiyorlar. atakan istekleri karşılandığı ve işler onun istediği şekilde gittiği sürece çok iyi biri. ancak tersi olduğunda psikopatlaşıyor. geçmişte ikisine de şiddet uyguladığı olmuş. küçücük bir olayda öldürmekle tehdit dahi edebiliyor. geçmişinde birkaç yaralama olayı mevcut. atakan gerçekten korkulması gereken, düşünmeden hareket eden biri. kübra'dan aldığım tüm bilgiler bunlardı. sonra gitti mışıl mışıl uyudu. korkmuyordum ama atakan'la karşı karşıya kalmak istemezdim. kübra'nın bende kalması bile eşek cennetini boylamam için sebep olurdu tahmin ediyorum. sabah 7 gibi uyandık. atakan erken uyanan biri değil. bu yüzden kübra sabahları rahat hareket ediyor. evine gitti ve iş için hazırlanmaya başladı. ben kapıyı kilitledim ve işime gittim.

akşam eve döndüğümde ise sabah ki sakinlikten eser yoktu, kızılca kıyamet kopuyordu.
0 /