oda meselesinin, ini olduğu sembolizmasıysa şayet belirtilen, doğrudur. ininden nadir çıkabilen bünyeye sahiptir kendileri.
Ben bilmem ki tez falan yazmak. Yani tamam kimse bilmez belki ama ben öğrenemiyorum, katlanamıyorum da. Sorumluluk falan bunlar iyi şeyler de bilader ben sanırım sorumluluk sahibi insan değilim. Bak anlatayım dinle! Ben ne zaman yazmak için klavye başına geçsem, melankoli kokar oda, nem kaparım buluttan mesela, ağlamam ama hüzün çöker içime. Bu nedenmiş biliyor musun? Kendimi kandırıyormuşum. Yenilerde öğrendim bunu. Hani şu salak Bukowski'de şey dermiş ya, 'her sarhoş olma hali bir intihardır' diye. İşte bende de böyle oluyor sanırım. Beynim dopamin mi seratonin mi ne salgılamayı bilmiyormuş. Ben mesela yağmur sonrası havalarda mutlu oluyorum, yağmur yağarken mutlu oluyorum. Ilık rüzgar yüzüme çarparsa mutlu oluyorum, derin bir nefes almak bu havalarda mutlu ediyor beni veya derin bir yudum almak rakımdan mutlu ediyor beni. Mutlu olabiliyorum yani, ama bu mutluluklar süreklilik olduğu durumlarda hayatı felç ediyor sadece. Bu süreklilik olmadığı için bende sürekli mutlu olamıyorum. Herhalde kimse de sürekli mutlu olmak istemez tamam ama, mutsuzluğa katlanabilmekte güzel mesele. Hatta değerlendirebilmekte asıl mesele. Ben mutsuzluklarımı değerlendirirken mutlu oluyorum mesela. Ama bunun sürekliliği de felç ediyor hayatı/hayatımı. Çünkü bu eylemi gerçekleştirirken önce mutsuz olmam gerekiyor, yani mutlu olabilmek için sürekli mutsuz olmam gerekiyor. Kafam karışık sanırım bilmiyorum. Neyse bu karışıklıktan mütevellid gittim tanıdık bir psikoloğa, intihara meyil aleni zaten anladığınız üzere. Birkaç psikolojimden kaynaklanan ağrım sızım da varmış. Ben kanser hücresi taşıdığımı düşünüp, panik atak krizleri geçiriyordum. Daldan dala atlamak gibi olmasın ama iki can ciğer kuzu sarması arkadaşımı yitirdim. Birisi çok derinden mahvetmese de beni, öldükten sonra sürekli rüyalarıma gelip duruyor, 'ben ölmedim oğlum, onyedi aydır hastanedeydim' diyor. Daha ölmesinin üzerinden onyedi ay dahi geçmedi. O zamanı merak ediyorum çıkıp gelecek mi diye? Kuru boş salaklıklar işte, ama etkileniyor insan. İster istemez bekler halde buluyor kendini. Neyse ama ağrılarımın sebebi, diğer arkadaşım. Gerçek yoldaşım, iki gözümün çiçeği işte. O pankreas kanseri denilen bir illete tutuldu da öldü. Tanısı koyulmadan önce de, elini kaburgasının altına koyup 'buram ağrıyor' demişti. Tanısı koyulduğu gün itibari ile benim kaburgamın altı ağrımaya başladı lan. Ben fark etmedim önce. Yani öncesinde salak salak sistit falan gibi tanılar koyardım kendime, böbreğim ağrıyor derdim, içimde derin bir ağrı var derdim. Ne biliyim kendime tanı koymaya bayılıyorum herhalde, hastalık hastası gibi kendime hastalık üretirdim. Bu beni hayata küstürmezdi ama, yani günlük yaşantımın kısıtlanmasına izin vermezdim. Neyse işte uzatmıyalım, sürekli bir hastalık düşünme eğilimim oluştu. Filozof kemoterapi falan görmeye başlasa da çok sürmedi gitmesi. Çabuk gelişti her şey, bir anda oldu hatta. Üç gün önce sevgilim beni aldattı diye diz çöküp önünde dertleşiyordum, üç gün sonra o diz çökmüş onkolojinin göbeğinde ne olduğunu anlamamışcasına etrafıma bakıyordum. Anlatmayacağım aldatılma hikayemi merak etmeyin. Özel bir şey yok ki, beni sistit etti işte, böbreğim ağrımaya başladı, içimde derin bir ağrı başladı, kaburgamın altı ağrımaya başladı, sözüm ona delirdim de anti-depresan kullanmaya başladım. Lan anti-depresan kullanmak delirmek mi demek diyen otuzyedi milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının üzerime yürüyüşlerini görür gibiyim. Haklısınız tamam, deli değiliz ama sağlıklı da değiliz. Yani sağlıklı olmayışımızın adına ben delilik diyince neden bu kadar kızdınız anlamadım? Hadi sizin dediğiniz gibi olsun, sağlıklı değiliz. Şimdilerde de işte alkol kullanmayı azalttım epeyce, kaygılarımı biriktirmemi sağlıyormuş orospu çocuğu. Onca verdiğim parayı biriktirsem zaten 'sağlıksız' kalmazdım. Devlet büyüklerimize çalışmışız yani anlaşılan. Neyse şimdilerde kendime içiyorum, akıllandım. Ara sıra açıyorum işte böyle boş bir sayfa, koyuyorum bir iki kadeh, gidenlere içiyorum, kalanlara içiyorum, kendime içiyorum ve devlet büyüklerimize söverek bitiriyorum ritüelimi.
word'e yazdığın yazıyı başkası yazmış muamelesi yapıyor. kalp kırıyor. bir ayar çekmek lazım ama kopyala+yapıştırcılara da gün doğabilir. bilemedim. bizi kırmayın, ona da izin vemeyin.
Böyle rüya mı olur lan?
Neyi sevdiğimi bilmiyorum ben. Mesela derin bir problemim var çözemediğim. Her zaman da karşıma gelir. En geç geldiği zamanlarda bile iki gün sürer bekletmesi. Boş işlerle uğraşmayı severim. Takip ederim bende onun geliş-gidişlerini. Neyse söyleyeyim de bilin. Alkolle aram hiç kötü olmadı, yani ona karşı cephe almadım hiç. Belki babamdan veya ne bileyim çevremden. Alkolle düzenli ilişkimi, düzenli bir ilişkim olana kadar inişli-çıkışlı ama alt ve üst limitlerinin farkında olarak devam ettirdim. Bir gün düzenli ilişkim oldu, sonra bu düzenli ilişki sırasında düzensiz bir alkol düzenim oluşmaya başladı. Bende bu kadar düzenin olduğu bir yerde bekaretimi koruyamadım. Alkol alışlarım sıklaştı, ama hayatıma giren kadın ile ilgili değildi bu. Etkisi şöyleydi; Onunla içmeyi çok sevdim önceleri. Bir duble içerken, onun kadeh tutuşu ile iki duble içmiş hissederdim kendimi. O kadar naiftir ki, hele de rakıyı içişi. Sonra o ben kadar çok içmek istemedi, ama beni kendisinden de mahrum bırakmak istemedi ve alkol içmeden eşlik etti bana. Bende onun bana alkolsüz eşlik etmelerini sevmeye başladım. O masa da konuştuğumuz her şey çok önemli, çok derin gelirdi bana hep. Sonra beni yalnız bırakmaya başladı masa da, ben içerken aynı oda da ama kendi işleri ile ilgilenmeyi tercih etti. Bende onun yanımda olup benimle ilgilenmeyişini sevmeye başladım. Orada ara sıra kafasını kaldırıp bana bakması, burada olup olmadığımı, sarhoş olup olmadığımı kontrol etmek için göz süzüşleri içimi gıcıklıyordu. Bu geçirdiğimiz evreler epey bir zaman aldı. Üç yıl falan belki de.
İnsan uzun bir ilişki yaşıyorsa, avantaj ve dezavantajlarını hassas bir terazide tartmayı öğreniyor. Değerlerin değişiyor, sen değişiyorsun. İnsansın işte, her gün büyüyor ve gelişiyorsun. İlla olumlu olmak zorunda da değil.
Neyse uzatmayayım artık. Bu özneleri sabit, duyguları değişik konular silsilesi epey sürdü ve değiştik. Değişir insan, değişmeli. Konu benim içerken melankolikleşmeme vardı bir gün. Normaldi buralara gelişi, önceleri çok algılayamadım bu tartışmaları. 'Toplumdan soyutlanmadık ya melankolik olduysak' dedim hep. Gel zaman git zaman ikna ettim onu, ama bu ara bu tartışmaların hepsi bir değişim sürecinin parçası oluyormuş. Bunu o günden önce anlayamıyor insan. Şey gibi mesela, yıllarca Ege'de yaşıyorsun. Sonra yavaş yavaş kuzeye çıkmaya başlıyorsun, kuzey illerinden yaşamaya başlayınca brokoliye özlem duysan bile hamsi yemeye başlıyorsun. Brokoliyi unutmazsın hiçbir zaman, ama hamsi buğlamanın güzel olduğunu kabul edersin artık. Peki kuzeye gitmeden önce seviyor muydun taze hamsi buğlamayı? Bunu kuzeyde yemeden önce bilemezsin.
Bugün artık değiştim tamamen ve hala süren bir değişimin parçasıyım biliyorum ama sonunda ne olacağıma dair hiçbir bilgim yok. Ama içinden çıkamadığım problemim şu;
ben içki içmek için mi düşünmek istemediğim şeyleri düşünmeye başlıyorum, yoksa düşünmek istemediğim şeyleri düşünmeye başladığım için mi içme isteğim uyanıyor?
Ben bunun cevabını hala veremedim. Sanırım bu da değişene kadar veremeyeceğim. Ama cümleden anlaşılacağı üzere içmeye devam ediyorum ve ediyor olacağım. Düzensizce…
Rüyamı sanırım sonra anlatmak zorunda kaldım.
Neyi sevdiğimi bilmiyorum ben. Mesela derin bir problemim var çözemediğim. Her zaman da karşıma gelir. En geç geldiği zamanlarda bile iki gün sürer bekletmesi. Boş işlerle uğraşmayı severim. Takip ederim bende onun geliş-gidişlerini. Neyse söyleyeyim de bilin. Alkolle aram hiç kötü olmadı, yani ona karşı cephe almadım hiç. Belki babamdan veya ne bileyim çevremden. Alkolle düzenli ilişkimi, düzenli bir ilişkim olana kadar inişli-çıkışlı ama alt ve üst limitlerinin farkında olarak devam ettirdim. Bir gün düzenli ilişkim oldu, sonra bu düzenli ilişki sırasında düzensiz bir alkol düzenim oluşmaya başladı. Bende bu kadar düzenin olduğu bir yerde bekaretimi koruyamadım. Alkol alışlarım sıklaştı, ama hayatıma giren kadın ile ilgili değildi bu. Etkisi şöyleydi; Onunla içmeyi çok sevdim önceleri. Bir duble içerken, onun kadeh tutuşu ile iki duble içmiş hissederdim kendimi. O kadar naiftir ki, hele de rakıyı içişi. Sonra o ben kadar çok içmek istemedi, ama beni kendisinden de mahrum bırakmak istemedi ve alkol içmeden eşlik etti bana. Bende onun bana alkolsüz eşlik etmelerini sevmeye başladım. O masa da konuştuğumuz her şey çok önemli, çok derin gelirdi bana hep. Sonra beni yalnız bırakmaya başladı masa da, ben içerken aynı oda da ama kendi işleri ile ilgilenmeyi tercih etti. Bende onun yanımda olup benimle ilgilenmeyişini sevmeye başladım. Orada ara sıra kafasını kaldırıp bana bakması, burada olup olmadığımı, sarhoş olup olmadığımı kontrol etmek için göz süzüşleri içimi gıcıklıyordu. Bu geçirdiğimiz evreler epey bir zaman aldı. Üç yıl falan belki de.
İnsan uzun bir ilişki yaşıyorsa, avantaj ve dezavantajlarını hassas bir terazide tartmayı öğreniyor. Değerlerin değişiyor, sen değişiyorsun. İnsansın işte, her gün büyüyor ve gelişiyorsun. İlla olumlu olmak zorunda da değil.
Neyse uzatmayayım artık. Bu özneleri sabit, duyguları değişik konular silsilesi epey sürdü ve değiştik. Değişir insan, değişmeli. Konu benim içerken melankolikleşmeme vardı bir gün. Normaldi buralara gelişi, önceleri çok algılayamadım bu tartışmaları. 'Toplumdan soyutlanmadık ya melankolik olduysak' dedim hep. Gel zaman git zaman ikna ettim onu, ama bu ara bu tartışmaların hepsi bir değişim sürecinin parçası oluyormuş. Bunu o günden önce anlayamıyor insan. Şey gibi mesela, yıllarca Ege'de yaşıyorsun. Sonra yavaş yavaş kuzeye çıkmaya başlıyorsun, kuzey illerinden yaşamaya başlayınca brokoliye özlem duysan bile hamsi yemeye başlıyorsun. Brokoliyi unutmazsın hiçbir zaman, ama hamsi buğlamanın güzel olduğunu kabul edersin artık. Peki kuzeye gitmeden önce seviyor muydun taze hamsi buğlamayı? Bunu kuzeyde yemeden önce bilemezsin.
Bugün artık değiştim tamamen ve hala süren bir değişimin parçasıyım biliyorum ama sonunda ne olacağıma dair hiçbir bilgim yok. Ama içinden çıkamadığım problemim şu;
ben içki içmek için mi düşünmek istemediğim şeyleri düşünmeye başlıyorum, yoksa düşünmek istemediğim şeyleri düşünmeye başladığım için mi içme isteğim uyanıyor?
Ben bunun cevabını hala veremedim. Sanırım bu da değişene kadar veremeyeceğim. Ama cümleden anlaşılacağı üzere içmeye devam ediyorum ve ediyor olacağım. Düzensizce…
Rüyamı sanırım sonra anlatmak zorunda kaldım.
yazarların başlarına gelen olaylardır.
sabah erken saatte kalktım, epey yorucu bir gün olacak benim için. akşam uyumadan planlama yaparken yorulup uyuyakalmışım, düşünün ne kadar yaşamak istemediğimi o günü. kalkıp bir kahvaltı hazırladım kendime. kahvaltıda alman ekolündenimdir, bol yemeyi tercih ederim. güzel bir çay demleyip kahvaltılık malzemeler çıkardım sofraya. iki yumurtayla tarifini babamdan aldığım omletten yaptım kendime. güzel bir kahvaltı güç vermişti bana. o günlerde kendime güvenimi yitirmiştim, en ufak kıpırdanma can veriyordu bedenime. anlık tebessümler hayat öpücüğü gibi geliyordu. alkolle olan düzenli ilişkimi bir kaç seviye yukarı çekmek zorunda kalmıştım. duşa girdim hızlıca, duşun sonlarına doğru şok etkisi olsun da kendime geleyim diye musluğun soğuk tarafına abandım. kurulandıktan sonra temiz kıyafetlerimi giydim ve artık hazırdım. geçip kuruldum salonda kitaplığın yanında duran koltuğa ve gözden geçirmeye başladım 'o günleri' yeniden. detayları unutmamam gerekiyordu. her detay başka bir gerçeğe vardırıyordu beni.
-rakı sofrasındaki insan dizilimi
-sofradaki şarkılar
-eve dönüş yolundaki sessizlik
-telefonunun git gide uzaklaşması
-konum ve saat belirtmem gereken gidiş-gelişler
-o akşam dışarı gelmek istemeyişi
-çalmayan telefonum
-mekandan erken ayrılan bir adam
-çalmayan telefonum
-sabaha karşı alkolün etkisi azalınca aradığım ve uyumamış bulduğum bir ses tonu
-ertesi günün akşamında uykusuz iki çift göz
-yürek çarpıntılarım
-samimiyetsizliğinde bir saçmalık olan vedalaşma sahnesi
-bitmeyen saat ve konum istekleri
-saçma bir aile ziyareti bahanesi
-bir otobüs yolculuğu
-tedirgin telefon konuşmaları
-iyi düşünülmemiş yalanlar
-4 günlük yolculuk süresinin son gün-gecesinde yapılan tek telefon konuşması
-hızlı süren şoför yüzünden erken biten otobüs yolculuğu
-ve dönüşünde yüzünde güller açan bir kadın!
her bir başlık yeniden ve yeniden gözden geçirilecekti ve geçirdim. bu sırada epey şişe devrilmiş yerde duruyordu. başım çatlıyor sandım. başa dönmem gerekiyordu ve öğlen olmuştu bile. düşündüğüm sırada telefonum çalmış bir kaç kere, yarım kalır da detay atlarım korkusuyla açmadığım telefonuma bir kaç tane de mesaj gelmişti. işe gidememiştim yine. -patron bu kez kesin siktir çekecek. dedim kendi kendime. sesimi duymak iyi gelmişti. yaşadığımı hissettirdi bana. dolapta kalan son birayı içip, öğleden sonra olacak seansım için markete çıktım. ama bu kez kafayı kullanıp, kalan son paramla büyük bir rakı aldım kendime. akşam seansım vardı daha.
sabah erken saatte kalktım, epey yorucu bir gün olacak benim için. akşam uyumadan planlama yaparken yorulup uyuyakalmışım, düşünün ne kadar yaşamak istemediğimi o günü. kalkıp bir kahvaltı hazırladım kendime. kahvaltıda alman ekolündenimdir, bol yemeyi tercih ederim. güzel bir çay demleyip kahvaltılık malzemeler çıkardım sofraya. iki yumurtayla tarifini babamdan aldığım omletten yaptım kendime. güzel bir kahvaltı güç vermişti bana. o günlerde kendime güvenimi yitirmiştim, en ufak kıpırdanma can veriyordu bedenime. anlık tebessümler hayat öpücüğü gibi geliyordu. alkolle olan düzenli ilişkimi bir kaç seviye yukarı çekmek zorunda kalmıştım. duşa girdim hızlıca, duşun sonlarına doğru şok etkisi olsun da kendime geleyim diye musluğun soğuk tarafına abandım. kurulandıktan sonra temiz kıyafetlerimi giydim ve artık hazırdım. geçip kuruldum salonda kitaplığın yanında duran koltuğa ve gözden geçirmeye başladım 'o günleri' yeniden. detayları unutmamam gerekiyordu. her detay başka bir gerçeğe vardırıyordu beni.
-rakı sofrasındaki insan dizilimi
-sofradaki şarkılar
-eve dönüş yolundaki sessizlik
-telefonunun git gide uzaklaşması
-konum ve saat belirtmem gereken gidiş-gelişler
-o akşam dışarı gelmek istemeyişi
-çalmayan telefonum
-mekandan erken ayrılan bir adam
-çalmayan telefonum
-sabaha karşı alkolün etkisi azalınca aradığım ve uyumamış bulduğum bir ses tonu
-ertesi günün akşamında uykusuz iki çift göz
-yürek çarpıntılarım
-samimiyetsizliğinde bir saçmalık olan vedalaşma sahnesi
-bitmeyen saat ve konum istekleri
-saçma bir aile ziyareti bahanesi
-bir otobüs yolculuğu
-tedirgin telefon konuşmaları
-iyi düşünülmemiş yalanlar
-4 günlük yolculuk süresinin son gün-gecesinde yapılan tek telefon konuşması
-hızlı süren şoför yüzünden erken biten otobüs yolculuğu
-ve dönüşünde yüzünde güller açan bir kadın!
her bir başlık yeniden ve yeniden gözden geçirilecekti ve geçirdim. bu sırada epey şişe devrilmiş yerde duruyordu. başım çatlıyor sandım. başa dönmem gerekiyordu ve öğlen olmuştu bile. düşündüğüm sırada telefonum çalmış bir kaç kere, yarım kalır da detay atlarım korkusuyla açmadığım telefonuma bir kaç tane de mesaj gelmişti. işe gidememiştim yine. -patron bu kez kesin siktir çekecek. dedim kendi kendime. sesimi duymak iyi gelmişti. yaşadığımı hissettirdi bana. dolapta kalan son birayı içip, öğleden sonra olacak seansım için markete çıktım. ama bu kez kafayı kullanıp, kalan son paramla büyük bir rakı aldım kendime. akşam seansım vardı daha.
düşüşte der ki bu zat;
doğru konuşalım: Unutkanlıklarımın övgüye değer olduğu da oluyordu. dikkat etmişsiznizdir, inancı, tüm hakaretleri bağışlamak olan insanlar vardır, bu hakaretleri bağışlarlar gerçi, ama hiç unutmazlar. ben hakaretleri bağışlayacak kadar iyi yapıda değildim, ama sonunda onları unutuyordum hep. benim kendisinden nefret ettiğime inanan biri, onu geniş bir gülümseme ile selamladığımı görünce apışıp kalıyordu. o zaman, yapısına göre ya bendeki ruh büyüklüğüne hayran oluyor ya da ödlekliğimi küçümseme ile karşılıyordu, oysa bu davranışımın nedeni daha basitti: adını bile unutmuştum adamın. ilgisiz ya da nankör kılan aynı sakatlık o zaman büyük ruhlu hale getiriyordu beni.
doğru konuşalım: Unutkanlıklarımın övgüye değer olduğu da oluyordu. dikkat etmişsiznizdir, inancı, tüm hakaretleri bağışlamak olan insanlar vardır, bu hakaretleri bağışlarlar gerçi, ama hiç unutmazlar. ben hakaretleri bağışlayacak kadar iyi yapıda değildim, ama sonunda onları unutuyordum hep. benim kendisinden nefret ettiğime inanan biri, onu geniş bir gülümseme ile selamladığımı görünce apışıp kalıyordu. o zaman, yapısına göre ya bendeki ruh büyüklüğüne hayran oluyor ya da ödlekliğimi küçümseme ile karşılıyordu, oysa bu davranışımın nedeni daha basitti: adını bile unutmuştum adamın. ilgisiz ya da nankör kılan aynı sakatlık o zaman büyük ruhlu hale getiriyordu beni.
bak usta! memleket tam senin dizelerinde anlattığın gibi hala. ama güzel günler göreceğiz, biliyorum.
biliyorum, biz kaybedersek kalkar yeniden savaşırız. onlar kayberderse eğer, bir daha kalkamayacaklar, biliyorum.
ışıklar içinde uyu...
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
Çürüyen diş, dökülen et,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle,
işçi tulumuyla,
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman…
biliyorum, biz kaybedersek kalkar yeniden savaşırız. onlar kayberderse eğer, bir daha kalkamayacaklar, biliyorum.
ışıklar içinde uyu...
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
Çürüyen diş, dökülen et,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle,
işçi tulumuyla,
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman…
kapitalizmin ucuz emek gücü arayışı dönemlerinde arayıpta bulamadığı güzellikte bir faşizm sloganıdır kendisi. hoş, arayıp buldukları için sloganıdır zaten de, işte laf salatası benim ki.
benim anlamadığım ise; insan sevmemek için sebebe ihtiyaç duymak zorunda değil mi?
şimdi, sebep muhakkak var ve sevmiyor x kişisi. ama 'memleketin ne kadar kötü toprakları var', 'ne kadar berbat bitkiler', 'ben hayatımda bu kadar kötü bir ağaç görmedim', 'böyle ülke sınırı mı olur?' gibi basitleştirerek söylediğim sebeplerden dolayı nefret etmiyor ki.
başka bir pislik var işin içerisinde. kapitalizmin kapsayamaması var, eşitsiz gelişim var, eğitim var, kültürel birikim var, din var,milliyetçilik var, en önemlisi sömürü var. yani anlayacağımız, var oğlu var!
peki sen bu maddi sebepleri ortadan kaldıramadan - ki kapitalizmi ortadan kaldırmaktır bu- neyi, nereye terk ettiriyorsun?
kapitalizm ihtiyaç duymasa, kimseyi 'ya sev ya terk et' ikileminde bırakmaz, ama kapitalizm o slogansız ayakta da kalamaz. ucuz emek gücünü gökten getirecek değiller ya?
'ya sev ya terk et' dedirttirecek ki, türkün 10 liraya çalışmadığı inşaatlarda 10 liraya çalışmak için yalvaran kürt emekçisini bulabilsin.
suriyeli mültecilerin duasıyla %5 büyüdük diyen orman bakanı veysioğlu, o büyümenin dua ile değil, suriyeli mültecilerin ücretlerinden el koydukları artı değer sayesinde olduğuna emin, ama bunu ifşa edecek hali yok ya! onun için din ile sosluyor ki, emekçi uyumaya devam etsin!
kapitalizmin en kullanışlı entürmanlarıdır, milliyetçilik ve din. üstteki haber, bu enstürmanların ne kadar pervasız dillendirilebildiğine fevkalade bir örnek.
onun içindir ki ;
ya sev ya terk et değil, o kadar sev ki terk etmek zorunda kalsınlar.
benim anlamadığım ise; insan sevmemek için sebebe ihtiyaç duymak zorunda değil mi?
şimdi, sebep muhakkak var ve sevmiyor x kişisi. ama 'memleketin ne kadar kötü toprakları var', 'ne kadar berbat bitkiler', 'ben hayatımda bu kadar kötü bir ağaç görmedim', 'böyle ülke sınırı mı olur?' gibi basitleştirerek söylediğim sebeplerden dolayı nefret etmiyor ki.
başka bir pislik var işin içerisinde. kapitalizmin kapsayamaması var, eşitsiz gelişim var, eğitim var, kültürel birikim var, din var,milliyetçilik var, en önemlisi sömürü var. yani anlayacağımız, var oğlu var!
peki sen bu maddi sebepleri ortadan kaldıramadan - ki kapitalizmi ortadan kaldırmaktır bu- neyi, nereye terk ettiriyorsun?
kapitalizm ihtiyaç duymasa, kimseyi 'ya sev ya terk et' ikileminde bırakmaz, ama kapitalizm o slogansız ayakta da kalamaz. ucuz emek gücünü gökten getirecek değiller ya?
'ya sev ya terk et' dedirttirecek ki, türkün 10 liraya çalışmadığı inşaatlarda 10 liraya çalışmak için yalvaran kürt emekçisini bulabilsin.
suriyeli mültecilerin duasıyla %5 büyüdük diyen orman bakanı veysioğlu, o büyümenin dua ile değil, suriyeli mültecilerin ücretlerinden el koydukları artı değer sayesinde olduğuna emin, ama bunu ifşa edecek hali yok ya! onun için din ile sosluyor ki, emekçi uyumaya devam etsin!
kapitalizmin en kullanışlı entürmanlarıdır, milliyetçilik ve din. üstteki haber, bu enstürmanların ne kadar pervasız dillendirilebildiğine fevkalade bir örnek.
onun içindir ki ;
ya sev ya terk et değil, o kadar sev ki terk etmek zorunda kalsınlar.
herkesten yeteneğine göre emek alıp, herkese ihtiyacı kadar ücret verilecek olan ekonomik sistem.
sosyalizmden farkı, emeğine göre ücret vermiyor oluşudur. fakat cümle anlam düşüklüğü barındırıyor olsa da, ihtiyaca göre ücret vermek konusu daha kapsamlı ve ihtiyaç hiyerarşisinin iyi tahlil edildiği bir biçim üzerinden şekilleneceği için, bilakis daha fazla zenginlik barındırır.
ütopik değerlendirilişi kapitalizmin tahayyülü kısıtlayışından kaynaklanmaktadır. bir de komünizme geçebilmek için, sosyalist bir devrimin aynı anda tüm dünyada olması gerektiği gibi bir durum -altını çizerek, üstüne basarak, tırnak içine alarak söylüyorum- yoktur. bu bakış komünizmi distopikleştirir hatta.
kapitalizmin bireye biçtiği ve aslında güdülerinde var olmayan; kar hırsı, rekabet, risk almak gibi özelliklerin arındırılması evresidir sosyalizm. marx; sosyalist devrimi zorunlu kılışını, devlet aygıtını yıkabilmek için yeni insanın yaratılması gerekliliğine de dayandırır. anarşizmden temel kopuş noktasıdır ve kapitalist kuşaklar var olduğu sürece sınırları kaldırmak, ancak kan dökülmesine yol açar diyerek eleştirir bakunini. yeni insanın yaratılışı ile birlikte, komünizm bir sonuç olarak doğacaktır. öncesi sosyalist iktidardır.
sosyalizmden farkı, emeğine göre ücret vermiyor oluşudur. fakat cümle anlam düşüklüğü barındırıyor olsa da, ihtiyaca göre ücret vermek konusu daha kapsamlı ve ihtiyaç hiyerarşisinin iyi tahlil edildiği bir biçim üzerinden şekilleneceği için, bilakis daha fazla zenginlik barındırır.
ütopik değerlendirilişi kapitalizmin tahayyülü kısıtlayışından kaynaklanmaktadır. bir de komünizme geçebilmek için, sosyalist bir devrimin aynı anda tüm dünyada olması gerektiği gibi bir durum -altını çizerek, üstüne basarak, tırnak içine alarak söylüyorum- yoktur. bu bakış komünizmi distopikleştirir hatta.
kapitalizmin bireye biçtiği ve aslında güdülerinde var olmayan; kar hırsı, rekabet, risk almak gibi özelliklerin arındırılması evresidir sosyalizm. marx; sosyalist devrimi zorunlu kılışını, devlet aygıtını yıkabilmek için yeni insanın yaratılması gerekliliğine de dayandırır. anarşizmden temel kopuş noktasıdır ve kapitalist kuşaklar var olduğu sürece sınırları kaldırmak, ancak kan dökülmesine yol açar diyerek eleştirir bakunini. yeni insanın yaratılışı ile birlikte, komünizm bir sonuç olarak doğacaktır. öncesi sosyalist iktidardır.
nezaket kuralıdır, favori alınca bir teşekkür ile geri dönüş yaparsın. fakat aldığın ve/veya verdiğin favorinin anlamı (en azından ben favori eklediğim giriler için böyle düşünüyorum), bir konu hakkında ilgi çekici bakış açısı, iyi bir bilgi, öne çıkmasına sevindiğin bir konu vb. gibi kriterleri barındırması gerekiyor. geri dönüş yaptığında da seviniyor, sevindiriyorsun gibi hissediyorum.
fakat insanevladı işte, geyik yapıyor bazen. favori de ekliyor, favori de alıyor bu başlıklarda, ama kriterler uygun olmadığından ortaya abuk sabuk bir düşünce fırlıyor. yani favori eklemeye elin gitse de, aldığın favoriye teşekkür etmeyi anlamlandıramıyorum ben. böyle havada asılı gibi duruyor. neyse içimizi falan döktüğümüze göre, çay koyalım. zihin açar.
fakat insanevladı işte, geyik yapıyor bazen. favori de ekliyor, favori de alıyor bu başlıklarda, ama kriterler uygun olmadığından ortaya abuk sabuk bir düşünce fırlıyor. yani favori eklemeye elin gitse de, aldığın favoriye teşekkür etmeyi anlamlandıramıyorum ben. böyle havada asılı gibi duruyor. neyse içimizi falan döktüğümüze göre, çay koyalım. zihin açar.
(bkz:ganyaner)
bir duygu paylaşımıdır sevişmek ve paylaşmak her zaman eşitlik sağlandığında mutluluk üretir. paylaşmak diyorum aloooo. fark etmez bir gecelik, bir haftalık, bir bilmem neylik olduğu. zaman algılarınla, duygusal bir eylemi değersizleştiremezsin. lütfen hissedin!
bana en güzel binanın, en güzel manzarasını hatırlatır bu şair. elinde derleme bir şiir kitabı, şairane bir tavır ile odanın içinde oradan oraya gezinerek şiiri seslendiren, tüm şiirleri o an sevdiren bir yareni hatırlatır. o da en güzel ahmet abilerdendir, şiirler yazdıracak kadar onurlu. onun olamasa da artık, benim dirseğim iskemleye dayalı.
Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
3. sonesinde der ki;
bak aynaya ve söyle aynadaki aksine:
bu suretten bir tane daha yapmanın zamanıdır diye,
yenileyip tazelemiyorsan şimdi bu çehreyi,
kandırıp dünyayı, mutsuz etmektesin bir kadını.
nerededir o eline el değmemiş güzel,
bağrından dölünün ekimi esirgenen
ya da kimdir böylesine budala
ki öz sevgisi mezar olur gelecek kuşaklara?
annenin aynası sensin
ve o sende anımsar tatlı gençliğinin güzelliğini;
sende yaşlı günlerinden baktığında geriye,
yüzün kırışmış olsa da göreceksin altın günlerini.
lakin, seçersen hatırlanma kaygısı olmayan bir yaşamı
yalnız ölürsün, anın da senle birlikte ölür.
bak aynaya ve söyle aynadaki aksine:
bu suretten bir tane daha yapmanın zamanıdır diye,
yenileyip tazelemiyorsan şimdi bu çehreyi,
kandırıp dünyayı, mutsuz etmektesin bir kadını.
nerededir o eline el değmemiş güzel,
bağrından dölünün ekimi esirgenen
ya da kimdir böylesine budala
ki öz sevgisi mezar olur gelecek kuşaklara?
annenin aynası sensin
ve o sende anımsar tatlı gençliğinin güzelliğini;
sende yaşlı günlerinden baktığında geriye,
yüzün kırışmış olsa da göreceksin altın günlerini.
lakin, seçersen hatırlanma kaygısı olmayan bir yaşamı
yalnız ölürsün, anın da senle birlikte ölür.
dede daha buralara gelmemiş. ne mutlu bana onu başka bir platforma taşıyabiliyorum.
efsane bir müzik gücü vardır. insanı alıp, düşünmeye sevk etmek konusunda doktora yapmış bir kişiliktir.
efsane bir müzik gücü vardır. insanı alıp, düşünmeye sevk etmek konusunda doktora yapmış bir kişiliktir.
Öyle uzanıyordu karşımda, uykuya geçer bir hali vardı ama sanki uyumak için değil de, bizi izlemek için uzanmış bir hali vardı. Hiç seslenmedim bende, rahatsız etmedim. İlla uykuya dalacaktır dedim. Biraz zaman geçti ve dediğim oldu, kendi amacından sapmak zorunda kalacak kadar yorgundu. Uyuyakaldı. Eli yastığının altında, güzelliği her hücresinde öylece uyudu kaldı. Durum değerlendirmesi yapmak zorunda bıraktı beni. Onu alıp, çift kişilik olan ama tek kişinin zor uyuduğu yatağa gitmek zorunda hissettim kendimi. Çünkü bizi izlemeye devam ediyordu, emindim. Beni görmese bile oturduğum hislerimden emindi. Hislerim kendini saklamayı pek bilmez, illa gösterirler kendilerini. Ama mutluydum ben onlarla, o anlamasa da. Çünkü beni severdi ama hislerim ile bir sıkıntısı vardı. Yatağa götürme niyeti de, benim hislerimden arındırmak ile alakalıydı. Onlarla kalmamdan huzursuz olur, arındırmaya çalışırdı beni. İnat etmezdim bende genelde, onları odada bırakır, sığamadığımız yatağımıza giderdim. Çok zamanlar uykuya dalmak için kanımın hızlı akmasını sağlayanlara ihtiyaç duyardım o yatakta. Ama kitaplar okuyarak, zamanı ve kanı yavaşlatarak uyuduğum da olmuştur. Ama istisnalar kaideyi bozmazdı. Uyumak için çaba harcamak gerekiyordu beni için artık.
Bu duyguya alışalı epey zaman oldu, hatırlamıyorum bile uyumak için bir şeylere ihtiyaç duyduğum günü. Uyumadığım gün yoktur, rüya görmediğim günler gibi. İnsanlar her gece rüya görürler ama uyandıklarında hatırlamazlar tabusunu yıkmanın güçlülüğü ile uyanırım her sabaha. Bu güç, gördüğüm rüyanın dramatikliği ile karşılaşınca kendini derin sulara bırakan bir yük gemisi gibi bırakır hep kendini. Bu hiç değişmedi, o ilk günden beri. Zamanı hatırlamasam da, bunu unutmak mümkün olmadı. Bende unutmak için mücadele etmedim. Önceleri rüyalarımı hatırlamamaya uğraşmışlığım, rüya görmemeyi umut etmişliğim vardı, ama artık biriktiriyorum. Mesela bu sürece gelmeden önce bir gece, kocaman bir gökdelenden aşağıya sevdiklerimi kurtarmak için atlamışlığım vardı. Onurlu bir düş bu bence. Belirli yaşanmışlıklar sonunda, hiç böyle şeyler görememeye başladım. Çoğu hüzünlüdür… melankolik bir hava yaratmaya çalışmıyorum, gerçekten böyle. Hiç kahraman olamadım o günden sonra. Hiç uyanamadım hatta. O kadar sardı ki çevremi gerçeklikler, kahramanları değiştirdim. Benden başka herkes özne olmaya başladı. Benden gayrı herkes mutlu kaldı.
gülmeyi dahi unuttuk ulan. Tamam, değişmekten korkmuyordum ama mutlu olamamayı getirmemiştim hiç aklıma. Kopuk oldu mesele biraz ama merak buyurmayın, toparlayacağım.
ben sadece onun eli yastığın altında, her hücresi güzel bir biçimde karşımda uzanmasını dilerdim. Olmadı… şundan veya bundan. Çok sebebi, binlerce sonucu oldu bu isteğin. On binlerce yanlış, bazen bir doğruyu götüremez. Sonuçta öss veya lys-ygs-kpss-ales-yds, -adı her neyse o sınavlardan birinde değiliz. Bende rüyalarım, gerçekliklerim ve yaşanmışlıklarım ile dımdızlak kaldım. Bir kaybeden öyküsü değil bu, karşında uzanana bir iki kelam. ama kaybettiğini bildirerek uzanana sitem etmekten başkası da, yalan.
Bu duyguya alışalı epey zaman oldu, hatırlamıyorum bile uyumak için bir şeylere ihtiyaç duyduğum günü. Uyumadığım gün yoktur, rüya görmediğim günler gibi. İnsanlar her gece rüya görürler ama uyandıklarında hatırlamazlar tabusunu yıkmanın güçlülüğü ile uyanırım her sabaha. Bu güç, gördüğüm rüyanın dramatikliği ile karşılaşınca kendini derin sulara bırakan bir yük gemisi gibi bırakır hep kendini. Bu hiç değişmedi, o ilk günden beri. Zamanı hatırlamasam da, bunu unutmak mümkün olmadı. Bende unutmak için mücadele etmedim. Önceleri rüyalarımı hatırlamamaya uğraşmışlığım, rüya görmemeyi umut etmişliğim vardı, ama artık biriktiriyorum. Mesela bu sürece gelmeden önce bir gece, kocaman bir gökdelenden aşağıya sevdiklerimi kurtarmak için atlamışlığım vardı. Onurlu bir düş bu bence. Belirli yaşanmışlıklar sonunda, hiç böyle şeyler görememeye başladım. Çoğu hüzünlüdür… melankolik bir hava yaratmaya çalışmıyorum, gerçekten böyle. Hiç kahraman olamadım o günden sonra. Hiç uyanamadım hatta. O kadar sardı ki çevremi gerçeklikler, kahramanları değiştirdim. Benden başka herkes özne olmaya başladı. Benden gayrı herkes mutlu kaldı.
gülmeyi dahi unuttuk ulan. Tamam, değişmekten korkmuyordum ama mutlu olamamayı getirmemiştim hiç aklıma. Kopuk oldu mesele biraz ama merak buyurmayın, toparlayacağım.
ben sadece onun eli yastığın altında, her hücresi güzel bir biçimde karşımda uzanmasını dilerdim. Olmadı… şundan veya bundan. Çok sebebi, binlerce sonucu oldu bu isteğin. On binlerce yanlış, bazen bir doğruyu götüremez. Sonuçta öss veya lys-ygs-kpss-ales-yds, -adı her neyse o sınavlardan birinde değiliz. Bende rüyalarım, gerçekliklerim ve yaşanmışlıklarım ile dımdızlak kaldım. Bir kaybeden öyküsü değil bu, karşında uzanana bir iki kelam. ama kaybettiğini bildirerek uzanana sitem etmekten başkası da, yalan.
'kitap okumaya başlayacaklara tavsiyeler' diye bir başlığı görmek zorunda kalacak hale kadar geldik demek. bir acı daha nasıl tarif edilir bilemedim?
türkiye'de her 100 kişiden 4.5 kişi kitap okuyor.
şu okuma oranları görüp, içerlenmemek elde değil.
günde otuz sayfa kitap okumaya zorlamalı insan kendini. yaptığımız her işten keyif almak zorunda değiliz. kitap okumak veya bir başka deyişle insanın kendini geliştirmesi meselesi, meşakkatli bir durum ve keyif almayı bırakıp, sorumluluk almayı gerektiren bir iştir.
türkiye'de her 100 kişiden 4.5 kişi kitap okuyor.
şu okuma oranları görüp, içerlenmemek elde değil.
günde otuz sayfa kitap okumaya zorlamalı insan kendini. yaptığımız her işten keyif almak zorunda değiliz. kitap okumak veya bir başka deyişle insanın kendini geliştirmesi meselesi, meşakkatli bir durum ve keyif almayı bırakıp, sorumluluk almayı gerektiren bir iştir.
ismi önceden gören anlamına gelen, yunan mitolojisi tanrısı. kahindir ve gaia (toprak ana)'nın oğludur.
prometheus, ateşi tanrılardan çalıp insanlara vermiş, tanrıların kurduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuştur. bilinç ve özgürlük kavramları için verdiği mücadele, zincire vurulacağını ön görmesine rağmen devam etmiştir.
prometheus, ateşi tanrılardan çalıp insanlara vermiş, tanrıların kurduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuştur. bilinç ve özgürlük kavramları için verdiği mücadele, zincire vurulacağını ön görmesine rağmen devam etmiştir.
arapça kökenli bir kelime. aşama, evre gibi anlamlara gelmektedir.
modern (bkz:agora)lardır kendileri. antik dönemde agoralar, insanları istihdam ve sosyalleştirme amacı güdülerek inşa edilmiş yapılardı. aynı zaman da insanların alışveriş yaptıkları bölgeler olurdu.
fakat modern toplumda, yani 20.yy sonlarında peydalanan avm manıtığı, somut bir biçimde kapitalizmin toplumu etkileme yöntemlerinden birisi olarak kurgulandı. şöyle ki;
avmler tüketiciler ve tüketici adayları olarak insanları ikiye ayırdı. fakat bu aleni gerçeklik, avmlerin cazibezi ve şatafatlı camekanları arasında görünmez bir ayrım olarak kaldı. yani tüketiciler ve özellikle tüketici adayları, kendi misyonlarının farkında olmadan salına salına gezinir ve bir gün tüketici olabilecekleri (bkz:mertebe) ışığında süzülür halde buldular kendilerini.
bu hamle ile sistem, insanların gelir dağılımının eşitsizliği konusunda kafa yormalarının önüne geçebilmiş oldu.
her tüketici adayı, tüketiciler ile aynı havayı solumanın rehaveti ile onlardan olduklarını sanmaya başladı. bu halde; mağazaların belirli dönemlerde, stok fazlası ürünleri ucuzlatarak halkı çekmesi ise, rehaveti derinleştiren bir strateji olduğu gerçeğine vardırdı bizi.
başka bir başlık altında, daha iyi incelenmesi gereken bir konu olarak burada kesmekte fayda olduğunu düşünmekteyim. fakat şunu da demeden geçmeyeyim,
kapitalizm; güçlü bir algı operatörüdür, kendinizi koruyunuz!
fakat modern toplumda, yani 20.yy sonlarında peydalanan avm manıtığı, somut bir biçimde kapitalizmin toplumu etkileme yöntemlerinden birisi olarak kurgulandı. şöyle ki;
avmler tüketiciler ve tüketici adayları olarak insanları ikiye ayırdı. fakat bu aleni gerçeklik, avmlerin cazibezi ve şatafatlı camekanları arasında görünmez bir ayrım olarak kaldı. yani tüketiciler ve özellikle tüketici adayları, kendi misyonlarının farkında olmadan salına salına gezinir ve bir gün tüketici olabilecekleri (bkz:mertebe) ışığında süzülür halde buldular kendilerini.
bu hamle ile sistem, insanların gelir dağılımının eşitsizliği konusunda kafa yormalarının önüne geçebilmiş oldu.
her tüketici adayı, tüketiciler ile aynı havayı solumanın rehaveti ile onlardan olduklarını sanmaya başladı. bu halde; mağazaların belirli dönemlerde, stok fazlası ürünleri ucuzlatarak halkı çekmesi ise, rehaveti derinleştiren bir strateji olduğu gerçeğine vardırdı bizi.
başka bir başlık altında, daha iyi incelenmesi gereken bir konu olarak burada kesmekte fayda olduğunu düşünmekteyim. fakat şunu da demeden geçmeyeyim,
kapitalizm; güçlü bir algı operatörüdür, kendinizi koruyunuz!