İnsan denen bit yeniği - 1
Ne kadar da insancadır.. eylemlerimiz.. yapılanlar, yapılmayanlar.. ne kadar da insanca.. hiç.. tam olarak terk edildiğimiz olmuş mudur? Cin olmadan adam çarptığımızı sandık hep.. İnandık buna defaten. Kendi yanılgılarımız, ne de güzel sonlar, senaryolar hazırlamıştır bizlere oysa..
Zaman, şimdi gülümsüyordur muhakkak.. Zira patates ettiklerinin sayısı yok. Kimse bilmez. Bazen bir arkadaşın telefonun diğer ucundan gelen kesik sesidir zamanın kendisi. Kendisini belli eden..Dokundurur zaman kendine, dokunur kendisine, bize.. Ne menem bir şeydir bu zaman dedikleri hey ki hey..
Zaman, insanı insan yapar.. İnceltir sivri yanlarını, törpüler zaman.. ve her insan zamanla kendi hikayesini oluşturur. Bir bina misali kat çıkar.. kimi aşağıya doğru kat çıkar.. fakat zaman, illa ki bir şeyleri inşa eder.. İnsan inşa eder zaman hikaye inşa eder.. ve her insan kendi hikayesini bağıra bağıra anlatır... belli eder kendisini.yolları. Yürüdüğü ve yürümediği. zamanın yolları.
Ve Ne küstahtır insanın var oluşu.. milyonlarca galakasinin trilyonlarca yıldızından birinde yaşar bu insan dedikleri.. düşüne biliyor musun sayın okur.. insan denilen bu yenik, bir gezegeni parsellemiş.. fazlasıyla hemde.. ne kaba, ne küstah bir eylemdir bu.. hak etmişcesine yaşamış üzerinde yüzyıllarca.. bir tanrı değil de şükür etmesi gereken.. bir şükürdür etmesi gereken.. bugününe.. parsellediği gibi ölümsüzleştirmeye çalışmış, kendisini, hikayesini.. varlığını. Bunun için kardeşini bile öldürmekten hiç gocunmamış bu insan..
akıtılmış kan nehirleri bir avuç toprak içinse eğer, bu insan dedikleri gerçekten nasıl bir ahmaktır? Hiçbir zaman bizim olmayan ve olmayacak olan o toprak ne de değerlidir...
Ne kadar da insancadır bu kibir. Ne kadar da insanca...
Delirdin mi sen?
Evet. Delirdim. Yavaş yavaş. Bir sızı gibi oturdu kafamın en kudretli bölgesine delilik. içimde bir yumru sanki.. aynı zamanda beni benden uzaklaştıran bir aracı…
Başka ne hissediyorsun? Sürekli böyle mi hissediyorsun? Böyle hissedince ne yapıyorsun?
Bir doktor konuşuyor.. beyaz önlüklü.. otuzlarının sonunda.. 6 yıl okumuş.. uzatmış olması ihtimal dahilinde. Gözleri bozuk.. hafif kır saçlı. ''En az senin kadar delirdim orospu çocuğu'' dedikten sonra cebimdeki bıçağı çıkartıp karnına saplıyorum… böyle planlamıştım. sıram gelince içeri girecek, biraz konuşacak ve işini bitirecektim.. Öyle de yapıyorum!
Birden kendime geliyorum.
Bir doktor konuşuyor.. beyaz önlüklü..
Böyle hissedince ne yapıyorsun?
''Düşünüyorum.'' Diyorum. derin derin çekiyorum sigaramdan ve düşünüyorum..
Hastaneden çıkınca bir buçuk adana yiyorum… En sevdiğim yemektir Mübarek. Sonra bir cigara sarıyorum. Biraz olsun renklendiriyorum Solgun hayatımı. Küçük zevklerin insanıyım.
Yolda düşünüyorum. Otururken, sıçarken, yemek yerken sadece düşünmüyorum.. Yemek yerken tüm dünya yarım saatliğine duruyor.. Herkes slow motion'da en kötü ihtimalle. Kendi filmimin başrol oyuncusuyum adeta.. birinci şahıs oyunlardaki ana karakter gibi..
Su çok soğuk. Biraz sıcak olmalı. Hayır. Sıcağı sevmiyorum. Uyuşturuyor ve insan uyuşmamalı daima hazırlıklı ve tetikte olmalı. hassiktir çekiyorum akabinde.
Neden böyleyim? Bunu soruyorum bir an. Bir sigara daha sararken.. Neyse ne.. Böyleyim işte. Değişemem, kendimden uzaklaşabilirim ama..
Evet. Bunu yapmam gerekli. Gerekli.. Bir köy ismi gibi. Galiba vardı böyle bir köy hem..
Delirdin mi sen ne yapıyorsun?
''Düşünüyordum ya napiyim''
Karşımda bir kız var.. 20'lerin ortasında. Kızıl saçlı. Fantezim var kızıla. Biraz zayıf. Adını paylaşamam. Ben de bilmiyorum.. O zaman siktir git!
Delirdin mi lan sen!
Evet. Delirdim. Yavaş yavaş.
Evet. Delirdim. Yavaş yavaş. Bir sızı gibi oturdu kafamın en kudretli bölgesine delilik. içimde bir yumru sanki.. aynı zamanda beni benden uzaklaştıran bir aracı…
Başka ne hissediyorsun? Sürekli böyle mi hissediyorsun? Böyle hissedince ne yapıyorsun?
Bir doktor konuşuyor.. beyaz önlüklü.. otuzlarının sonunda.. 6 yıl okumuş.. uzatmış olması ihtimal dahilinde. Gözleri bozuk.. hafif kır saçlı. ''En az senin kadar delirdim orospu çocuğu'' dedikten sonra cebimdeki bıçağı çıkartıp karnına saplıyorum… böyle planlamıştım. sıram gelince içeri girecek, biraz konuşacak ve işini bitirecektim.. Öyle de yapıyorum!
Birden kendime geliyorum.
Bir doktor konuşuyor.. beyaz önlüklü..
Böyle hissedince ne yapıyorsun?
''Düşünüyorum.'' Diyorum. derin derin çekiyorum sigaramdan ve düşünüyorum..
Hastaneden çıkınca bir buçuk adana yiyorum… En sevdiğim yemektir Mübarek. Sonra bir cigara sarıyorum. Biraz olsun renklendiriyorum Solgun hayatımı. Küçük zevklerin insanıyım.
Yolda düşünüyorum. Otururken, sıçarken, yemek yerken sadece düşünmüyorum.. Yemek yerken tüm dünya yarım saatliğine duruyor.. Herkes slow motion'da en kötü ihtimalle. Kendi filmimin başrol oyuncusuyum adeta.. birinci şahıs oyunlardaki ana karakter gibi..
Su çok soğuk. Biraz sıcak olmalı. Hayır. Sıcağı sevmiyorum. Uyuşturuyor ve insan uyuşmamalı daima hazırlıklı ve tetikte olmalı. hassiktir çekiyorum akabinde.
Neden böyleyim? Bunu soruyorum bir an. Bir sigara daha sararken.. Neyse ne.. Böyleyim işte. Değişemem, kendimden uzaklaşabilirim ama..
Evet. Bunu yapmam gerekli. Gerekli.. Bir köy ismi gibi. Galiba vardı böyle bir köy hem..
Delirdin mi sen ne yapıyorsun?
''Düşünüyordum ya napiyim''
Karşımda bir kız var.. 20'lerin ortasında. Kızıl saçlı. Fantezim var kızıla. Biraz zayıf. Adını paylaşamam. Ben de bilmiyorum.. O zaman siktir git!
Delirdin mi lan sen!
Evet. Delirdim. Yavaş yavaş.
Gayri meşru duygular - 2
Bir heyecan vardı sanki ilkokula başlamış bir çocuğun gözlerinde.. fazlasıyla heyecan.. temizlenmiş, ter temiz ütülenmiş ve bir beden büyük bir önlüğün içindeki çocukta.. Bir heyecan vardı sanki, bir heyecanı vardı hayatın, insanların dünyanın.. Temiz ciğerlerle çekilen sonsuzluğa teşne havanın bile bir havası vardı..
Yürümenin, durmanın,koşmanın, düşmenin, ağlamanın.. her şey birer heyecan öznesiydi.. Birinci tekil şahıslardan üçüncülere geçmeden..
Topun bile havası vardı yahu. Havanın içinde olmanın bile.. Top peşinde nefessiz koşmanın, kör akşam saatlerinde zorla eve sokulmanın da vardı havası, heyecanı.. zorla atılmanın banyoya Pazar günleri.. o Pazar günleri ki ruhen de paklardı sanki bizleri annelerimiz, babaannelerimiz.. çıkardık banyodan biraz sonra, giyerdik temizleri.. her şey birer heyecan uydu.. o küçük ve büyük dünyada..
Ne bucaksızdı dünya.. sonu yok gibiydi, sınırı.. nasıl da pembe idi gerçekten her şey ama her şey..
Abilere özenmenin heyecanı. İlk sigarasını unutması mümkün mü insanın?. Misal ben, ilk sigaramı amcamın paketinden almıştım. Unutulmayacak kadar kazınmıştır o yıllar, o anılar. İçinden heyecan fışkıran o seneler..
Bir heyecanı vardı sanki.. 'Simiiiiiiiiit' diye bağırmanın.. nefesi kesilince geri dönmenin başlangıç noktasına ve dönene kadar yarın yokmuş gibi dayak yemenin.. tozlu elbiselerle annelerden su istemenin öğle vakitleri güneşli havada toprak sahadan gelip..
Dili damağı kurumanın da vardı heyecanı.. İlk sigarayı içişin de.. temiz aşklara yelken açmanın yaşlarının da vardı heyecanı.. top'tan geldikten sonra kana su içmenin de..
Kalmadı artık. Neyse ki bitti o güzellikler. Bir heyecanı vardı Evet. Fakat başlayan her şey gibi çocukluk da sona erdi. ardından tonlarca yazı yazılsa dahi gelmeyecek olan çocukluk.. Ve dudaklarımda sönük sigarama arkadaş bir söz kalır yine : 'Keşke yine çocuk olsam'..
Bir heyecan vardı sanki ilkokula başlamış bir çocuğun gözlerinde.. fazlasıyla heyecan.. temizlenmiş, ter temiz ütülenmiş ve bir beden büyük bir önlüğün içindeki çocukta.. Bir heyecan vardı sanki, bir heyecanı vardı hayatın, insanların dünyanın.. Temiz ciğerlerle çekilen sonsuzluğa teşne havanın bile bir havası vardı..
Yürümenin, durmanın,koşmanın, düşmenin, ağlamanın.. her şey birer heyecan öznesiydi.. Birinci tekil şahıslardan üçüncülere geçmeden..
Topun bile havası vardı yahu. Havanın içinde olmanın bile.. Top peşinde nefessiz koşmanın, kör akşam saatlerinde zorla eve sokulmanın da vardı havası, heyecanı.. zorla atılmanın banyoya Pazar günleri.. o Pazar günleri ki ruhen de paklardı sanki bizleri annelerimiz, babaannelerimiz.. çıkardık banyodan biraz sonra, giyerdik temizleri.. her şey birer heyecan uydu.. o küçük ve büyük dünyada..
Ne bucaksızdı dünya.. sonu yok gibiydi, sınırı.. nasıl da pembe idi gerçekten her şey ama her şey..
Abilere özenmenin heyecanı. İlk sigarasını unutması mümkün mü insanın?. Misal ben, ilk sigaramı amcamın paketinden almıştım. Unutulmayacak kadar kazınmıştır o yıllar, o anılar. İçinden heyecan fışkıran o seneler..
Bir heyecanı vardı sanki.. 'Simiiiiiiiiit' diye bağırmanın.. nefesi kesilince geri dönmenin başlangıç noktasına ve dönene kadar yarın yokmuş gibi dayak yemenin.. tozlu elbiselerle annelerden su istemenin öğle vakitleri güneşli havada toprak sahadan gelip..
Dili damağı kurumanın da vardı heyecanı.. İlk sigarayı içişin de.. temiz aşklara yelken açmanın yaşlarının da vardı heyecanı.. top'tan geldikten sonra kana su içmenin de..
Kalmadı artık. Neyse ki bitti o güzellikler. Bir heyecanı vardı Evet. Fakat başlayan her şey gibi çocukluk da sona erdi. ardından tonlarca yazı yazılsa dahi gelmeyecek olan çocukluk.. Ve dudaklarımda sönük sigarama arkadaş bir söz kalır yine : 'Keşke yine çocuk olsam'..
Gayri meşru duygular - 1
Üçüncü şahısların ağzında sakızdır şimdi.. o vakur anılar. Bir starbucks masasında kahkahalar eşliğinde geçilen dalgadır.. el emeği göz nuru umutlar..
Oysa, Oysa ne de ince ve güzel bir işçilik vardır o masum umutlarda.. o gayri meşru heyecanda. Nasıl da hırçın bir gururu vardır o umutların heyhat! Bir Tolstoy kitabına malzemedir o.. çekilen sigara değil kahırdır oysa..
Şimdi… şimdi üçüncü şahısların ağzında birer sızıdır belki gidişlerimiz… kalışlarımız.. kalamayışlarımız… gayri meşru umutlarımızın fitilidir bir adet gülümseme.. ne kadar naif.. o kadar küstah!
Bir yerlerde adımıza kalkan ''şerefe'' dir belki umut.. ''şerefe'' ''şerefe'' hangi şerefe? Neredeki? Kimdeki?
Hayal etmek insan işi.. zarar etmez.. şaşkınlıksa aptal işi.. nedir beklenmeyen, bir türlü insandan?.. beklenmeyen belli ise beklenen nedir?.. umudun Sınırı, ölçütü kimdedir? Nerededir?.. Sizden? Bizden?
Siz?
Biz?
Hangi ara değişiverdi böyle.. Güzelim harfler.. Çakallar mı girmiş aramıza?…
Beklenmeyen tehlike. Ne güzel de çelişkisin öyle.. İnsandan..
Üçüncü şahısların ağzında sakızdır şimdi.. o vakur anılar. Bir starbucks masasında kahkahalar eşliğinde geçilen dalgadır.. el emeği göz nuru umutlar..
Oysa, Oysa ne de ince ve güzel bir işçilik vardır o masum umutlarda.. o gayri meşru heyecanda. Nasıl da hırçın bir gururu vardır o umutların heyhat! Bir Tolstoy kitabına malzemedir o.. çekilen sigara değil kahırdır oysa..
Şimdi… şimdi üçüncü şahısların ağzında birer sızıdır belki gidişlerimiz… kalışlarımız.. kalamayışlarımız… gayri meşru umutlarımızın fitilidir bir adet gülümseme.. ne kadar naif.. o kadar küstah!
Bir yerlerde adımıza kalkan ''şerefe'' dir belki umut.. ''şerefe'' ''şerefe'' hangi şerefe? Neredeki? Kimdeki?
Hayal etmek insan işi.. zarar etmez.. şaşkınlıksa aptal işi.. nedir beklenmeyen, bir türlü insandan?.. beklenmeyen belli ise beklenen nedir?.. umudun Sınırı, ölçütü kimdedir? Nerededir?.. Sizden? Bizden?
Siz?
Biz?
Hangi ara değişiverdi böyle.. Güzelim harfler.. Çakallar mı girmiş aramıza?…
Beklenmeyen tehlike. Ne güzel de çelişkisin öyle.. İnsandan..
Zamanın çocukları
istemeye istemeye dönüşümler geçirdik.. başkalaştık rızamız dışında. zorla büyüdük, büyütüldük.. gözümüzün feri çocuksu oyunlara teşne idi. şimdi soğuk birer büyüklük bir bencillik içinde, o küçük çocuk. hayaller ve şekerlerle güzel dünyalarımızda küçük mutluluklarımız vardı bizim.. neredeler onlar?
bütün suç zamanın. bu buz misali soğukluğumuz zamanın getirisi(götürüsü). kaybeden edebiyatı yaptığımı sanır birileri. öyle değil. fakat öyle böyle değil. kaybettiklerimiz, kaybedişlerimiz.. dudaklarımızda sönmeye teşne şimdi.. hayallerimiz de küçüldü, dünyamız da..
bütün.
suç.
zamanın.
belki de değildir. kendi kafamıza sıkmışızdır kurşunu.. tetiği çekerken haz bile duymuşuzdur belki. bu enfes yitme kendi eserimizdir belki. böylesine büyük bir yıkıntının mimarı.. biz miyiz yoksa? zamanı suçlamak kolay olan. hoş.. biz hep kolayı severiz ya..
insan doğası. seviverir. payımız olsa dahi, büyük dilim zamanın. bu kirli bedenlerin suçlusudur zaman. pastacı da zaman. malzeme de. kalan da, giden de.
zamanın suçu.. iki küçük kelime.. bizi bitiren. hatta tek. 'zaman'
istemeye istemeye oldu bunlar.. biz yaparken farkında olmadıysak da.. olduysak da.. böyle bir 'büyüklük' istememiştik.. ne hayal etmiştik ki hem?.. neler istemiştik o çok cömert 'zaman'dan.. kendimizi kandırmışız.. zaman sadece çalar.. hırsızdır. en büyük düşmandır o. en. büyük. düşman..
istemeye istemeye dönüşümler geçirdik.. başkalaştık rızamız dışında. zorla büyüdük, büyütüldük.. gözümüzün feri çocuksu oyunlara teşne idi. şimdi soğuk birer büyüklük bir bencillik içinde, o küçük çocuk. hayaller ve şekerlerle güzel dünyalarımızda küçük mutluluklarımız vardı bizim.. neredeler onlar?
bütün suç zamanın. bu buz misali soğukluğumuz zamanın getirisi(götürüsü). kaybeden edebiyatı yaptığımı sanır birileri. öyle değil. fakat öyle böyle değil. kaybettiklerimiz, kaybedişlerimiz.. dudaklarımızda sönmeye teşne şimdi.. hayallerimiz de küçüldü, dünyamız da..
bütün.
suç.
zamanın.
belki de değildir. kendi kafamıza sıkmışızdır kurşunu.. tetiği çekerken haz bile duymuşuzdur belki. bu enfes yitme kendi eserimizdir belki. böylesine büyük bir yıkıntının mimarı.. biz miyiz yoksa? zamanı suçlamak kolay olan. hoş.. biz hep kolayı severiz ya..
insan doğası. seviverir. payımız olsa dahi, büyük dilim zamanın. bu kirli bedenlerin suçlusudur zaman. pastacı da zaman. malzeme de. kalan da, giden de.
zamanın suçu.. iki küçük kelime.. bizi bitiren. hatta tek. 'zaman'
istemeye istemeye oldu bunlar.. biz yaparken farkında olmadıysak da.. olduysak da.. böyle bir 'büyüklük' istememiştik.. ne hayal etmiştik ki hem?.. neler istemiştik o çok cömert 'zaman'dan.. kendimizi kandırmışız.. zaman sadece çalar.. hırsızdır. en büyük düşmandır o. en. büyük. düşman..
Unutulacaklar listesi
aslı, unutulması gereken şeyler listesi olan listedir unutulacaklar listesi.. beynin içinde bir yerlere çöreklenmiş acılardır bu listedekiler, özlemlerdir, kişi ve kişilerdir.. hayatı piç eden üçüncü şahıslardır bazen bu kişiler.. 'o' dur. 'bu' dur.. 'şu' dur.. bazen kişinin kendisidir, unutulacak olan..
evet, insan kendini de unutmak ister bazı bazı. ne de hoş bir tezattır kendini unutmak.. bunu bilinçli olarak yapmak oysa..ne hoştur.. azgın ve vahşi bir atı uysallaştırmak kadar zordur kendini unutmak. buna karar vermek..
hangisini seçip yazmamı istersiniz?
acıları mı, gidenleri mi, kalıp gibi durup aslında burada olmayan ve de hiç olmayacakları mı?
acılardan devam edeyim.. onların derdi çok, derdi uzun.. onlardır bu yazıyı yazdırtan ve sil tuşuna bastıracak kadar güçlü olan.. ne de kudretli bir şeymişler böyle be! hey ki hey! yağmur yağdıkça tazelenen ruhun içindedir acılar.. 'bu gün de yaşıyoruz' diyen sarhoş dudaklardadır acılar.. tahmin edilmeyecek kişilerdedir.. içtedir acılar.. derinde ve içtedir.. bir odanın duvarlarındadır acılar.. havaya yapışmış çığlıklardadır.. ıssız bir çıkmaz sokaktadır acılar.. bar köşesindedir, okul kantinindedir. yıllarca gitmeyecek olan acılar, kendilerine özel yerler seçerler.. adeta businness class. jantidir de acılar.. havalıdır. sevgi gibi ayaklar altında laçka edilmemiştir. acılar hep özel bir yerlerde, özel zamanlarda yaşanmıştır..
ürkek ürkek bakan tavşanlardadır acılar.. gözlerdedir.. kanlı ve sulu gözlerde.. aslı, unutulması gereken şeyler listesi olan listedir unutulacaklar listesi.. aslında kendimi kandırıyorum. giderken yanımda sizleride götüreyim dedim. olmayacak böyle.. unutulmayacak o 'acılar' 'kişiler' 'anlar' ve zaten unutmak ta istemiyoruzdur bazen.. onlar değil midir bizi biz eden.. nedendir bu yalan söylemeler? maskeler?..
emin olamıyorum.. acılar naif ve gaddar hocalardır.. bizleri biz yapan.. ve değil midir ki onlardır bizi yerlere çalan? hayat bu kadar tezat mıdır?.. güzelliği tezatlığında mıdır?.. anlam acılarda mıdır?..
emin olamıyorum..
gidenler, gitmekle iyi etmiştir.. firarda akıllarımızı hapislerine geri getirmiştir o gidenler.. sükut acılar.. o acılar.. iyi ki varlar..
aslı, unutulması gereken şeyler listesi olan listedir unutulacaklar listesi.. beynin içinde bir yerlere çöreklenmiş acılardır bu listedekiler, özlemlerdir, kişi ve kişilerdir.. hayatı piç eden üçüncü şahıslardır bazen bu kişiler.. 'o' dur. 'bu' dur.. 'şu' dur.. bazen kişinin kendisidir, unutulacak olan..
evet, insan kendini de unutmak ister bazı bazı. ne de hoş bir tezattır kendini unutmak.. bunu bilinçli olarak yapmak oysa..ne hoştur.. azgın ve vahşi bir atı uysallaştırmak kadar zordur kendini unutmak. buna karar vermek..
hangisini seçip yazmamı istersiniz?
acıları mı, gidenleri mi, kalıp gibi durup aslında burada olmayan ve de hiç olmayacakları mı?
acılardan devam edeyim.. onların derdi çok, derdi uzun.. onlardır bu yazıyı yazdırtan ve sil tuşuna bastıracak kadar güçlü olan.. ne de kudretli bir şeymişler böyle be! hey ki hey! yağmur yağdıkça tazelenen ruhun içindedir acılar.. 'bu gün de yaşıyoruz' diyen sarhoş dudaklardadır acılar.. tahmin edilmeyecek kişilerdedir.. içtedir acılar.. derinde ve içtedir.. bir odanın duvarlarındadır acılar.. havaya yapışmış çığlıklardadır.. ıssız bir çıkmaz sokaktadır acılar.. bar köşesindedir, okul kantinindedir. yıllarca gitmeyecek olan acılar, kendilerine özel yerler seçerler.. adeta businness class. jantidir de acılar.. havalıdır. sevgi gibi ayaklar altında laçka edilmemiştir. acılar hep özel bir yerlerde, özel zamanlarda yaşanmıştır..
ürkek ürkek bakan tavşanlardadır acılar.. gözlerdedir.. kanlı ve sulu gözlerde.. aslı, unutulması gereken şeyler listesi olan listedir unutulacaklar listesi.. aslında kendimi kandırıyorum. giderken yanımda sizleride götüreyim dedim. olmayacak böyle.. unutulmayacak o 'acılar' 'kişiler' 'anlar' ve zaten unutmak ta istemiyoruzdur bazen.. onlar değil midir bizi biz eden.. nedendir bu yalan söylemeler? maskeler?..
emin olamıyorum.. acılar naif ve gaddar hocalardır.. bizleri biz yapan.. ve değil midir ki onlardır bizi yerlere çalan? hayat bu kadar tezat mıdır?.. güzelliği tezatlığında mıdır?.. anlam acılarda mıdır?..
emin olamıyorum..
gidenler, gitmekle iyi etmiştir.. firarda akıllarımızı hapislerine geri getirmiştir o gidenler.. sükut acılar.. o acılar.. iyi ki varlar..
Sevilmiş acılar
büyük acılar.. onlar hep, en ıssız yerlerde açar… insan hep yavaş yavaş acılara alışırgibidir.. en derin tutkularda hayat bulan acılara. uysallaşır gibidir ve bile bile katlanır bir şeylere. avuntu kaynakları bulur, yaratır insan. başı sıkıştıkça bunlara koşar. öyle düşlere dalır ki insan, yapacak şeylerin hepsi birer soğuk nesne kalır.. o düşler de olmasa, ne olurdu halimiz?
büyük acılar.. onlar hep en beklemediğimiz anlarda oturur kalbimize. çöreklenir adeta. hem, insan acıyı bekler mi hiç? bu, sapıkça olurdu galiba.. tam adlanlandıramıyorum. anlamlandıramadığımdan ötürü. neden acılar, en güzel günün en güzel saatine çöreklenir.. vakit mi kollarlar? en büyük darbesini en mutlu anlarımızda yaparlar.. kılıcını kınına hiç sokmaz acı.. fırsat buldukça saplar yüreğe. boğazlanan bir çocuğun kanı gibi akar gözyaşları, göz bebeklerimizden aşağı..
birkaç gram suç içerken ortaya çıkar acılar.. birkaç gram huzurun içindedir.. fırsatların göbeğindedir acılar.. kahkahalarımızın yanı başında usulca, sessizce bekler bizi.. bir 'an' kollar.. fahişe acılar.. günahkar acılar… tatminkar.. acılar…
büyük acılar… onlar her zaman bizi biz yapan yüksek oksimoron içeren şeyler taşır.. hem var, hem yok eden, edebilecek olan acılar.. onların sızısı çok başkadır.. acı verdiği kadar sevilir de garip.. çok derinden gelen sızı, geçmişe dair bir gerçekliğin bir kanıtıdır da aynı zamanda. sevilir bazen bu acılar….
gariptir.. büyük acılar.. onlar hep, en ıssız yerlerde açar… insan hep yavaş yavaş acılara alışırgibidir.. en derin tutkularda hayat bulan acılara.
büyük acılar.. onlar hep, en ıssız yerlerde açar… insan hep yavaş yavaş acılara alışırgibidir.. en derin tutkularda hayat bulan acılara. uysallaşır gibidir ve bile bile katlanır bir şeylere. avuntu kaynakları bulur, yaratır insan. başı sıkıştıkça bunlara koşar. öyle düşlere dalır ki insan, yapacak şeylerin hepsi birer soğuk nesne kalır.. o düşler de olmasa, ne olurdu halimiz?
büyük acılar.. onlar hep en beklemediğimiz anlarda oturur kalbimize. çöreklenir adeta. hem, insan acıyı bekler mi hiç? bu, sapıkça olurdu galiba.. tam adlanlandıramıyorum. anlamlandıramadığımdan ötürü. neden acılar, en güzel günün en güzel saatine çöreklenir.. vakit mi kollarlar? en büyük darbesini en mutlu anlarımızda yaparlar.. kılıcını kınına hiç sokmaz acı.. fırsat buldukça saplar yüreğe. boğazlanan bir çocuğun kanı gibi akar gözyaşları, göz bebeklerimizden aşağı..
birkaç gram suç içerken ortaya çıkar acılar.. birkaç gram huzurun içindedir.. fırsatların göbeğindedir acılar.. kahkahalarımızın yanı başında usulca, sessizce bekler bizi.. bir 'an' kollar.. fahişe acılar.. günahkar acılar… tatminkar.. acılar…
büyük acılar… onlar her zaman bizi biz yapan yüksek oksimoron içeren şeyler taşır.. hem var, hem yok eden, edebilecek olan acılar.. onların sızısı çok başkadır.. acı verdiği kadar sevilir de garip.. çok derinden gelen sızı, geçmişe dair bir gerçekliğin bir kanıtıdır da aynı zamanda. sevilir bazen bu acılar….
gariptir.. büyük acılar.. onlar hep, en ıssız yerlerde açar… insan hep yavaş yavaş acılara alışırgibidir.. en derin tutkularda hayat bulan acılara.
'O an'lar
'o an'ları çıkartırsak hayatımızdan, geriye ne kalıyor?
koca bir hiç. koskoca bir sıfır. 'o anlar'dır bizi biz yapan... bazen sevgilinin terk ettiği andır 'o an' büyür insan o an.. yağmurlardan sonra büyür..gözlerinizin içine baka baka bağırır sevgili. gidişini seyrederken büyür insan. bir saniyede değişir insan.. derler de.. yaşayana kadar inanmaz insan.. toz pembe hayat güzeldir oysa..
bazen bir doğum anıdır 'o an' hayatınıza neşe katacak 2 kilo ağırlığında tatlı bir bebeğin doğum anıdır. sevinçten yapılan saçmalıkları görmezden gelinen anlardır işte 'o anlar'..
hayatta yapmam dediğiniz şeyleri yaptığınız andır bazen. o şeydir sizi olgunlaştıran, demir gibi güçlü kılan. 'o an' dan sonra artık siz, eski siz olmazsınız.. çok değişir, çok güçlenirsiniz..
ilk kalp kırışınızda ardınızda bıraktığınız parçalardır 'o an' . gidişidir sevilenin.. gelmeyecek şekilde gidişi. gidiş ki ne gidiş… heyhat!.
zaman zaman kaçak yerlerde yaşar 'o an' birkaç gram suçtur bazen. 'o anlar' da yapılır en güzel hatalar.. en kıyak pişmanlıklar..
hiç affetmez 'o anlar' sizi.. ömrünüzce hatırlayacağınız şeyler olarak gelir zihninize oturur.. defaten çakılır. peyderpey gider gibi olur.. gitmez..
'o anlar' sizi yok edebilir. öyle bir güce sahiptir ki bir sır olmalıdır bazen. bir sır olarak da kalmalıdır.. en kötü zevklerde bitmelidir..
'o anlar' bizi biz yaptı, sizlere de sıra gelecek muhakkak.. 'o anlar' ın tadını çıkartın.. hem, o anlar'ı çıkartırsak hayatımızdan, geriye ne kalır?
'o an'ları çıkartırsak hayatımızdan, geriye ne kalıyor?
koca bir hiç. koskoca bir sıfır. 'o anlar'dır bizi biz yapan... bazen sevgilinin terk ettiği andır 'o an' büyür insan o an.. yağmurlardan sonra büyür..gözlerinizin içine baka baka bağırır sevgili. gidişini seyrederken büyür insan. bir saniyede değişir insan.. derler de.. yaşayana kadar inanmaz insan.. toz pembe hayat güzeldir oysa..
bazen bir doğum anıdır 'o an' hayatınıza neşe katacak 2 kilo ağırlığında tatlı bir bebeğin doğum anıdır. sevinçten yapılan saçmalıkları görmezden gelinen anlardır işte 'o anlar'..
hayatta yapmam dediğiniz şeyleri yaptığınız andır bazen. o şeydir sizi olgunlaştıran, demir gibi güçlü kılan. 'o an' dan sonra artık siz, eski siz olmazsınız.. çok değişir, çok güçlenirsiniz..
ilk kalp kırışınızda ardınızda bıraktığınız parçalardır 'o an' . gidişidir sevilenin.. gelmeyecek şekilde gidişi. gidiş ki ne gidiş… heyhat!.
zaman zaman kaçak yerlerde yaşar 'o an' birkaç gram suçtur bazen. 'o anlar' da yapılır en güzel hatalar.. en kıyak pişmanlıklar..
hiç affetmez 'o anlar' sizi.. ömrünüzce hatırlayacağınız şeyler olarak gelir zihninize oturur.. defaten çakılır. peyderpey gider gibi olur.. gitmez..
'o anlar' sizi yok edebilir. öyle bir güce sahiptir ki bir sır olmalıdır bazen. bir sır olarak da kalmalıdır.. en kötü zevklerde bitmelidir..
'o anlar' bizi biz yaptı, sizlere de sıra gelecek muhakkak.. 'o anlar' ın tadını çıkartın.. hem, o anlar'ı çıkartırsak hayatımızdan, geriye ne kalır?
Deliliğin sınırlarında
dolanır dururuz bu sınırlarda. bir dönem gezer tozar geri geliriz. delilik adeta kürkçü dükkanımızdır. kimse bilmez, delilik ve bilgeliğin kardeşliğini.. kan bağı vardır aralarında. ve kimse deli olduğunu fark etmez.. bunu bilmeden yaşar 'akıllıca' oysa delilik.. güzel bir şeydir.. farklı bir özgürlüktür delilik. bilen bilir aslında.. özel ve matah bir şey değildirse de, delilik.. güzeldir..
sızılarınız acı değil de, zevk vermeye başlar artık.. cümleleriniz daha özgür çıkar, ağzınızdan, kaleminizden, klavyenizden.. ayrı bir tattır delilik.. bizzat doktor raporlu birinin yazısıdır bu yazı mesela.. öylesine özgür hissedilir ki o an, doktorun ağzından çıkan kelimeler adeta parti habercisidir..
askere gitmenize bile manidir bazen. çeşitli işlere girmenize engeldir delilik.. ancak insanların içini görmenize engel değildir.. delilik güzeldir.. bunu bilip te yaşamak daha güzeldir.. kabul etmek özgürleştirir.
deliliğin sınırı veya sırrı yoktur.. bir kaç inceliği vardır belki. ben bilmem. deliler bilir. bir durup dinlemek gerekir.. her şarapçı potansiyel tecavüz zanlısı değildir mesela.. bazıları 'deli' hikayeler taşır dudaklarında.. bir şarapçıdır bazen bir güne çiçek gibi açan.. down bir güne hayat saçan..
kabullenmeli deliliğini kişi.. sevmeli onu. onunla yaşamayı adım adım öğrenmeli.. yoksa, 'akıllı' olmanın ne manası kalır?..
dolanır dururuz bu sınırlarda. bir dönem gezer tozar geri geliriz. delilik adeta kürkçü dükkanımızdır. kimse bilmez, delilik ve bilgeliğin kardeşliğini.. kan bağı vardır aralarında. ve kimse deli olduğunu fark etmez.. bunu bilmeden yaşar 'akıllıca' oysa delilik.. güzel bir şeydir.. farklı bir özgürlüktür delilik. bilen bilir aslında.. özel ve matah bir şey değildirse de, delilik.. güzeldir..
sızılarınız acı değil de, zevk vermeye başlar artık.. cümleleriniz daha özgür çıkar, ağzınızdan, kaleminizden, klavyenizden.. ayrı bir tattır delilik.. bizzat doktor raporlu birinin yazısıdır bu yazı mesela.. öylesine özgür hissedilir ki o an, doktorun ağzından çıkan kelimeler adeta parti habercisidir..
askere gitmenize bile manidir bazen. çeşitli işlere girmenize engeldir delilik.. ancak insanların içini görmenize engel değildir.. delilik güzeldir.. bunu bilip te yaşamak daha güzeldir.. kabul etmek özgürleştirir.
deliliğin sınırı veya sırrı yoktur.. bir kaç inceliği vardır belki. ben bilmem. deliler bilir. bir durup dinlemek gerekir.. her şarapçı potansiyel tecavüz zanlısı değildir mesela.. bazıları 'deli' hikayeler taşır dudaklarında.. bir şarapçıdır bazen bir güne çiçek gibi açan.. down bir güne hayat saçan..
kabullenmeli deliliğini kişi.. sevmeli onu. onunla yaşamayı adım adım öğrenmeli.. yoksa, 'akıllı' olmanın ne manası kalır?..
Bu gecelerdir hep
budur hep. tüm varlığı, yokluğu.. adem oğlunun.. kızgınlığıdır geceleri.. kırgınlığı, nefreti, dinginliği.. bir giz gibi saklanır garip. gecelerdir hayat. varımız da yokluğumuzda bir sessizlikle çıkar ortaya.. bir 'çıt' sesi söküverir her şeyi.. bozuverir.. yüksek seslerdedir huzursuzluk.. bağıra bağıra söyler.. haklı olduğunu.. o ses tonudur onu haklı yapan.. değildir de.. sanır işte..
budur hep. tüm yalnızlığı insanın. gecelerdir ortaya çıkartan salt gerçekliğini, insanın. gecelerdedir insanın maskeleri, yerlere düşen.. yerle sevişen tecrübeleridir geceler, insanın. bir rakı sofrasında derinden çalan bir zeki müren şarkısıdır.. müzeyyen senar'dır geceler ve yine budur.. insanı ağlatan. hıçkıra hıçkıra kendine sarılmak zorunda bırakan..
gaddar ve pis geceler.. iki kalp arasında en uzun yoldur geceler.. bir cellat'ın ellerindeki kandır. bir hakimin dilindeki cezadır geceler.. lanetlidir bazen. korkutucu, soğuk.. yalnızlığın daniskasıdır.. hiçbir şeyi yoktur soğuk ve ürkütücü sokaklardan başka.. gecelerin.. rast gele bir sokaktan geçen bir şarapçının dilindeki türküdür geceler..
ilk gençliğin en eğlenceli anlarıdır bazen geceler. ilk anlarıdır hep 'o an' lardır geceler.. o an'lardadır, geceler. hep oradadır. beklemektedir sessizce. misafirlerini, hazırlıklı hem.
tanrının yarattığı en güzel ve en çirkin şeydir.. büyük çelişkiler barındırır içinde.. fazlasıyla cömerttir, esirgemez lanetini ve şevkini.. bolca bulunur kesesinde insan ne isterse..
kanadı kırık bir kuşun çığlıklarında ses olur geceler.. yankıları evlere sığmaz.. boş ve tehlikeli sokaklarda aşar diyarları.. duyan olmaz bir köpeğin iniltilerini.. karanlıkta gördüğü şeylere bağıran.. bir köpek.. geceleri uyumaz pek. bekçisidir sokağın. gecenin kucağındaki en çok kredisi olan şeydir ses.. bir sestir geceyi yaran. bir sestir geceyi kapatan..
budur hep. tüm varlığı, varlığı. bu gecelerdir hep. sesimize ses olan...
budur hep. tüm varlığı, yokluğu.. adem oğlunun.. kızgınlığıdır geceleri.. kırgınlığı, nefreti, dinginliği.. bir giz gibi saklanır garip. gecelerdir hayat. varımız da yokluğumuzda bir sessizlikle çıkar ortaya.. bir 'çıt' sesi söküverir her şeyi.. bozuverir.. yüksek seslerdedir huzursuzluk.. bağıra bağıra söyler.. haklı olduğunu.. o ses tonudur onu haklı yapan.. değildir de.. sanır işte..
budur hep. tüm yalnızlığı insanın. gecelerdir ortaya çıkartan salt gerçekliğini, insanın. gecelerdedir insanın maskeleri, yerlere düşen.. yerle sevişen tecrübeleridir geceler, insanın. bir rakı sofrasında derinden çalan bir zeki müren şarkısıdır.. müzeyyen senar'dır geceler ve yine budur.. insanı ağlatan. hıçkıra hıçkıra kendine sarılmak zorunda bırakan..
gaddar ve pis geceler.. iki kalp arasında en uzun yoldur geceler.. bir cellat'ın ellerindeki kandır. bir hakimin dilindeki cezadır geceler.. lanetlidir bazen. korkutucu, soğuk.. yalnızlığın daniskasıdır.. hiçbir şeyi yoktur soğuk ve ürkütücü sokaklardan başka.. gecelerin.. rast gele bir sokaktan geçen bir şarapçının dilindeki türküdür geceler..
ilk gençliğin en eğlenceli anlarıdır bazen geceler. ilk anlarıdır hep 'o an' lardır geceler.. o an'lardadır, geceler. hep oradadır. beklemektedir sessizce. misafirlerini, hazırlıklı hem.
tanrının yarattığı en güzel ve en çirkin şeydir.. büyük çelişkiler barındırır içinde.. fazlasıyla cömerttir, esirgemez lanetini ve şevkini.. bolca bulunur kesesinde insan ne isterse..
kanadı kırık bir kuşun çığlıklarında ses olur geceler.. yankıları evlere sığmaz.. boş ve tehlikeli sokaklarda aşar diyarları.. duyan olmaz bir köpeğin iniltilerini.. karanlıkta gördüğü şeylere bağıran.. bir köpek.. geceleri uyumaz pek. bekçisidir sokağın. gecenin kucağındaki en çok kredisi olan şeydir ses.. bir sestir geceyi yaran. bir sestir geceyi kapatan..
budur hep. tüm varlığı, varlığı. bu gecelerdir hep. sesimize ses olan...
Değil mi ki bu sevdadır bitiren seni
hep denir bir silik söz.. vazgeç bu kıyam sevdasından.. vazgeç.. yok.. ötesi de, öncesi de.. var sa yoksa bugün! nedir bu zamanın bizle alıp veremediği? düşmedi bir türlü. yakamızdan da, hayatlarımızdan da..
zaman takıntımı yüzüme vururlar. cümlelerimi suratıma çarparlar. bakmam onlara, bakamadığım kadar bakmam. bakamayacağım gibi duyamam da. hem garip.. nedir bu kelimelerin kendi içinde kavgası.. bir araya gelmezler.. gelince naz ederler.. konarlar garip bir şekilde sessizce bir cümlenin başına peyderpey..
değil mi ki onlardır bizi var eden? bizi 'biz' eden.. kelimeler.. cümleler.. satır başları.. bunlar tehlikeli oyunlar.. küçük insanlara göre değiller. hem küçük insan mı kaldı aramızda? hepimiz büyüdük, hepimiz çektik acılarımızı vasfımızda.. kelimelerin kendi içlerinde yaptıkları toplantılar değil midir ki nobelleri nobel, yazarları yazar yapan.. yazmak… farklı bir heyecan.. yazmak.. okumaktan daha güzelmiş.. yazmak.
değil mi ki bu güzellikleri bizlere getiren kelimeler değil de cümlelerdir.. cümlelerdir kelimeleri 'var' eden.. cümle yoksa kelime de yoktur.. cümle, kelimenin sağlayıcısıdır.. abisidir, babasıdır. cebine parasını koyanıdır. elinden tutup kitaba koyandır kelimeleri, cümle. hem değil midir ki cümle, hayattaki en önemli şeylerden olan.. bu önemlidir. evet. cümle, var ve yok edendir.
vazgeçtim bu sevdadan. ölümün bile temizleyemeyeceği bir pisliktir cümle. dirençli bir bakteri gibi yapışır kanatlara odalara, duvarlara.. seslere hatta. ezilmiş, hor görülmüş numarası yapan? içimizi kanatan? günlerimizi karartan..
değildir.. cümle değildir hiçbir kötülüğün sahibi. cümledir bu kötülüklerin eğrisi.. cümleye göredir eğrisi..
değildir..
değil.
seni yalnız kor bazen cümleler.
cümlenin tanımı biraz da montaigne' nin denemelerini tanımlamak gibi. zor ve çetrefilli biraz..
değil midir ki cümledir montaigne'ı da seni de, beni de var eden.. yok eden.. kıran, güldüren..
şüphesiz öyledir ve hem, değil mi ki bu sevdadır bitiren seni, cümleleri bir araya getirebilme sevdan?..
hep denir bir silik söz.. vazgeç bu kıyam sevdasından.. vazgeç.. yok.. ötesi de, öncesi de.. var sa yoksa bugün! nedir bu zamanın bizle alıp veremediği? düşmedi bir türlü. yakamızdan da, hayatlarımızdan da..
zaman takıntımı yüzüme vururlar. cümlelerimi suratıma çarparlar. bakmam onlara, bakamadığım kadar bakmam. bakamayacağım gibi duyamam da. hem garip.. nedir bu kelimelerin kendi içinde kavgası.. bir araya gelmezler.. gelince naz ederler.. konarlar garip bir şekilde sessizce bir cümlenin başına peyderpey..
değil mi ki onlardır bizi var eden? bizi 'biz' eden.. kelimeler.. cümleler.. satır başları.. bunlar tehlikeli oyunlar.. küçük insanlara göre değiller. hem küçük insan mı kaldı aramızda? hepimiz büyüdük, hepimiz çektik acılarımızı vasfımızda.. kelimelerin kendi içlerinde yaptıkları toplantılar değil midir ki nobelleri nobel, yazarları yazar yapan.. yazmak… farklı bir heyecan.. yazmak.. okumaktan daha güzelmiş.. yazmak.
değil mi ki bu güzellikleri bizlere getiren kelimeler değil de cümlelerdir.. cümlelerdir kelimeleri 'var' eden.. cümle yoksa kelime de yoktur.. cümle, kelimenin sağlayıcısıdır.. abisidir, babasıdır. cebine parasını koyanıdır. elinden tutup kitaba koyandır kelimeleri, cümle. hem değil midir ki cümle, hayattaki en önemli şeylerden olan.. bu önemlidir. evet. cümle, var ve yok edendir.
vazgeçtim bu sevdadan. ölümün bile temizleyemeyeceği bir pisliktir cümle. dirençli bir bakteri gibi yapışır kanatlara odalara, duvarlara.. seslere hatta. ezilmiş, hor görülmüş numarası yapan? içimizi kanatan? günlerimizi karartan..
değildir.. cümle değildir hiçbir kötülüğün sahibi. cümledir bu kötülüklerin eğrisi.. cümleye göredir eğrisi..
değildir..
değil.
seni yalnız kor bazen cümleler.
cümlenin tanımı biraz da montaigne' nin denemelerini tanımlamak gibi. zor ve çetrefilli biraz..
değil midir ki cümledir montaigne'ı da seni de, beni de var eden.. yok eden.. kıran, güldüren..
şüphesiz öyledir ve hem, değil mi ki bu sevdadır bitiren seni, cümleleri bir araya getirebilme sevdan?..
İnfilak parçaları
bugün bende bir hal var. sigara bile farklı tatta. henüz çözemediğim bir incelikte. bugün bende, bir hal var. çözemedim hala...
nasıl olurdu onun gidişleri? gelmeyecek gibi duruşları.. bakışı, gülüşü.. ne de bitmeyecek gibiydi öyle... ne de güzeldi o ilk günler. bir daha gelmeyecek olan. ilk günler. ilk. kıskanırdım seni. söyleyemezdim. söyleyemezdim de ömrümden ömür giderdi. sen de gittin. ardından cümleler döküyorum işte.. tıpkı hayalini kurduğun gibi..
böyle demiştin hatırımda kalmış.. kalan diğer şeylerle beraber.. ah.. senin yüzünden.. kana batacak… şehre yağmur bile yağmıyor artık.. o nisan yağmurları da mı terk etmiştir sevgilim?
saat 12'yi vurunca daha zor geçiyor zaman.. zaman.. buruşturup attı bizleri.. bir sızı bıraktı göğsümün tam ortasına .. zaman.. saat 12 yi vurunca daha zor geçiyor..
çok uzun zamandır daha zor geçiyor günler. zaman şimdi. öylesine gerçek geliyor ki gidişlerin... atamıyorum da.. üzerimdeki bu kırgınlığı.. yüzüme bakışını nasıl unuturum.. bir şarapçının dudaklarında sönük bir sigara gibi şimdi senin sızın.. tek ölüm paklar artık beni..
bugün.. bende bir hal var.. sigara bile farklı tatta. henüz çözemediğim bir incelikte. bugün bende.. bir hal var.. çözemedim hala..
bu soluk masumiyetim bırakmıyor peşimi. mertlik naralarım korkmuş.. sönmüş.. atmışım kendimi bluğ çağındaki kızlar gibi yatağa.. çıkamıyorum kendi içimden.. kendimde takılı kaldım.. kendi tekilliğimde boğuluyor gibiyim… ne kadınsızlık, ne şarapsızlık.. bir sensizlik var ki sevgilim.. sorma gitsin!
bugün bende bir hal var. sigara bile farklı tatta. henüz çözemediğim bir incelikte. bugün bende, bir hal var. çözemedim hala...
nasıl olurdu onun gidişleri? gelmeyecek gibi duruşları.. bakışı, gülüşü.. ne de bitmeyecek gibiydi öyle... ne de güzeldi o ilk günler. bir daha gelmeyecek olan. ilk günler. ilk. kıskanırdım seni. söyleyemezdim. söyleyemezdim de ömrümden ömür giderdi. sen de gittin. ardından cümleler döküyorum işte.. tıpkı hayalini kurduğun gibi..
böyle demiştin hatırımda kalmış.. kalan diğer şeylerle beraber.. ah.. senin yüzünden.. kana batacak… şehre yağmur bile yağmıyor artık.. o nisan yağmurları da mı terk etmiştir sevgilim?
saat 12'yi vurunca daha zor geçiyor zaman.. zaman.. buruşturup attı bizleri.. bir sızı bıraktı göğsümün tam ortasına .. zaman.. saat 12 yi vurunca daha zor geçiyor..
çok uzun zamandır daha zor geçiyor günler. zaman şimdi. öylesine gerçek geliyor ki gidişlerin... atamıyorum da.. üzerimdeki bu kırgınlığı.. yüzüme bakışını nasıl unuturum.. bir şarapçının dudaklarında sönük bir sigara gibi şimdi senin sızın.. tek ölüm paklar artık beni..
bugün.. bende bir hal var.. sigara bile farklı tatta. henüz çözemediğim bir incelikte. bugün bende.. bir hal var.. çözemedim hala..
bu soluk masumiyetim bırakmıyor peşimi. mertlik naralarım korkmuş.. sönmüş.. atmışım kendimi bluğ çağındaki kızlar gibi yatağa.. çıkamıyorum kendi içimden.. kendimde takılı kaldım.. kendi tekilliğimde boğuluyor gibiyim… ne kadınsızlık, ne şarapsızlık.. bir sensizlik var ki sevgilim.. sorma gitsin!
Yitik satırbaşları
akşamları özellikle geceleri. gelir bir garip giz. oturur masaya. oturur da çöker adeta. ne çöküş, heyhat! teri soğumadan konuşur.. ''kalk'' der.. ''aynaya bak!'' bakamaz aynaya.. nefes almaya dahi mecali yoktur.. kırgındır. ''benim aşkım uymaz öyle her saza'' der.. ''zaman der'' sonra garip, ''zaman eskitti bizleri.'' gözünün feri hüzne teşne..
inan bana. kabul edemiyorum bunu. bu soğukluğu, bu sessizliği.. yıllar oldu.. yıllar oldu ve hala bu kanlı ellerimden gitmedi sesler.. kulaklarımda hala kahkahalar.. evet.. eskidik.. kalktı masadan eski dostlar.. evet, ve yine eskidik biz..
fotoğraflarda asılı kalangülümsemeler. ince bir sızısı kalan, kesik gülüşlerin.. günahlarımız.. sevaplarımızı yutacak günahlarımız. ama ah. o gülüş. o gülüş hala taze.. hala minnacık yüzündeki bir çiçek…
akşamları özellikle. geceleri... gelir bir garip. oturmaz hemen. bakar yüzüme baştan aşağı süzer beni.. tutmaya çalışır elimi. hayır, henüz değil.. gitmek daha zormuş.. bir sefer dahi bir yere gitmek, bir yerden gitmek.. hayır.. henüz değil.. ellerin.. ne kadar da güzel.. oysa ben, sana gelemeyecek kadar sevmiştim seni.. oysa.. ellerin ve parmakların.. ne güzellerdi öyle..
açma perdeleri! görmesin seni kimse. zaman çabuk çabuk geçiyor işte.. saatler 12'yi vurdu mu kirli çakallar uluyor göğe doğru inceden inceye.. ah.. geceleri.. geceleri daha acıyor şuram. neden özellikle geceleri diye düşünürdüm bir vakit.. acıyor içim geceleri… acıyor. şuram.
esrarlı bir sigaradan derin nefesler çeker hikayemiz.. başlamadan biten. ne çabuk sevdim seni. kırgınsın bana. bilirim. utanırım gelemem. görürüm seni, gidemem. bir gün gözlerime dokundu gözlerin. gözlerin oldu gözlerim. göz..
akşamları özellikle. geceleri. gelir bir garip bir sızı. oturur şurama. masama. odama. gitmez. ağlatmadan gitmez.
akşamları özellikle geceleri. gelir bir garip giz. oturur masaya. oturur da çöker adeta. ne çöküş, heyhat! teri soğumadan konuşur.. ''kalk'' der.. ''aynaya bak!'' bakamaz aynaya.. nefes almaya dahi mecali yoktur.. kırgındır. ''benim aşkım uymaz öyle her saza'' der.. ''zaman der'' sonra garip, ''zaman eskitti bizleri.'' gözünün feri hüzne teşne..
inan bana. kabul edemiyorum bunu. bu soğukluğu, bu sessizliği.. yıllar oldu.. yıllar oldu ve hala bu kanlı ellerimden gitmedi sesler.. kulaklarımda hala kahkahalar.. evet.. eskidik.. kalktı masadan eski dostlar.. evet, ve yine eskidik biz..
fotoğraflarda asılı kalangülümsemeler. ince bir sızısı kalan, kesik gülüşlerin.. günahlarımız.. sevaplarımızı yutacak günahlarımız. ama ah. o gülüş. o gülüş hala taze.. hala minnacık yüzündeki bir çiçek…
akşamları özellikle. geceleri... gelir bir garip. oturmaz hemen. bakar yüzüme baştan aşağı süzer beni.. tutmaya çalışır elimi. hayır, henüz değil.. gitmek daha zormuş.. bir sefer dahi bir yere gitmek, bir yerden gitmek.. hayır.. henüz değil.. ellerin.. ne kadar da güzel.. oysa ben, sana gelemeyecek kadar sevmiştim seni.. oysa.. ellerin ve parmakların.. ne güzellerdi öyle..
açma perdeleri! görmesin seni kimse. zaman çabuk çabuk geçiyor işte.. saatler 12'yi vurdu mu kirli çakallar uluyor göğe doğru inceden inceye.. ah.. geceleri.. geceleri daha acıyor şuram. neden özellikle geceleri diye düşünürdüm bir vakit.. acıyor içim geceleri… acıyor. şuram.
esrarlı bir sigaradan derin nefesler çeker hikayemiz.. başlamadan biten. ne çabuk sevdim seni. kırgınsın bana. bilirim. utanırım gelemem. görürüm seni, gidemem. bir gün gözlerime dokundu gözlerin. gözlerin oldu gözlerim. göz..
akşamları özellikle. geceleri. gelir bir garip bir sızı. oturur şurama. masama. odama. gitmez. ağlatmadan gitmez.
Umut denilen bit yeniği
çok güçlüdür, umut denilen yenik.. ağır bir sedatif antidepresan gibi.. ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok bu kavramın. iyi midir, kötü müdür?.. nedir umut?
sözlüğüm, 'ummaktan doğan duygu' diyor. daha yeni aldım 40 tl,'ye 2700 küsür sayfalık bir leş.. sözlük manası kadar masum bir kavram değil bu umut. denir ya hep ''şişe durduğu gibi durmaz..'' aynen o model. kolay değildir umut etmek.. beklemek birilerini, gitmesini, gelmesini, kalmasını.. tanımdan ibaret değil hem. zor.. çok zordur umut.. öyle de büyük bir çelişkidir hem. dövdüğü çocuğuna şeker alan anne gibi.
umut etmek mi özgürleştirir insanı, umudu kesmek mi?..çok soru soruyorum. sanki cevapları biliyor muşum gibi. bir bok bildiğim yok aslında. ''derdimi anlatacak kadar'' bile değil bildiğim, gizim.
çürütür insanı, içten içe, derinden derine sömürür umut.. siz iyi şeyler bekledikçe kucağınıza bırakır.
pimi çekilmiş bombaları hayat. siz iyiyi umdukça kötüsü çıkar.. tecrübeyle de sabittir; beklenmediği zaman gelir, iyi şeyler.. nasıl bir çelişkidir? ne kadar da güzel hem.. murphy denilen ibne uydurmuş bunları.. kaynağı da kıçının sol lobuymuş.. peh! umut kadar kötü ve aynı zamanda güzel bir şey yoktur hakikaten.. hem yara, hem yara bandıdır. yıllarca bekletir insanı. bazen bir hiç uğruna, bazen bir o kadar da bekletebilecek güzel bir şey için..
umut güzeldir dostlar. her şeye rağmen, yaşatır. erkan can'ın da dediği gibi ''bizi umut yaşatıyor'' umutla sarılın yarınlarınıza, bugününüze. her gün, yeni bir lütuf olsun size..
çok güçlüdür, umut denilen yenik.. ağır bir sedatif antidepresan gibi.. ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok bu kavramın. iyi midir, kötü müdür?.. nedir umut?
sözlüğüm, 'ummaktan doğan duygu' diyor. daha yeni aldım 40 tl,'ye 2700 küsür sayfalık bir leş.. sözlük manası kadar masum bir kavram değil bu umut. denir ya hep ''şişe durduğu gibi durmaz..'' aynen o model. kolay değildir umut etmek.. beklemek birilerini, gitmesini, gelmesini, kalmasını.. tanımdan ibaret değil hem. zor.. çok zordur umut.. öyle de büyük bir çelişkidir hem. dövdüğü çocuğuna şeker alan anne gibi.
umut etmek mi özgürleştirir insanı, umudu kesmek mi?..çok soru soruyorum. sanki cevapları biliyor muşum gibi. bir bok bildiğim yok aslında. ''derdimi anlatacak kadar'' bile değil bildiğim, gizim.
çürütür insanı, içten içe, derinden derine sömürür umut.. siz iyi şeyler bekledikçe kucağınıza bırakır.
pimi çekilmiş bombaları hayat. siz iyiyi umdukça kötüsü çıkar.. tecrübeyle de sabittir; beklenmediği zaman gelir, iyi şeyler.. nasıl bir çelişkidir? ne kadar da güzel hem.. murphy denilen ibne uydurmuş bunları.. kaynağı da kıçının sol lobuymuş.. peh! umut kadar kötü ve aynı zamanda güzel bir şey yoktur hakikaten.. hem yara, hem yara bandıdır. yıllarca bekletir insanı. bazen bir hiç uğruna, bazen bir o kadar da bekletebilecek güzel bir şey için..
umut güzeldir dostlar. her şeye rağmen, yaşatır. erkan can'ın da dediği gibi ''bizi umut yaşatıyor'' umutla sarılın yarınlarınıza, bugününüze. her gün, yeni bir lütuf olsun size..
Yalnızlık
büyük nimettir yalnızlık. kimse istemez, üvey evlat muamelesi görür de durur yalnızlık.. değeri bilinmez… oysa öylesine hoş ve naif bir hocadır ki yalnızlık.. değeri sonraları bile anlaşılmaz.. şüphesiz ki yalnızlığın kötü tarafları da vardır.. bir ben de mi yoktur bu taraflar.. bilemem. zira kimseyi yalnızlığını konuşacak kadar tanımadım son yıllarda. insanlar uzaktan daha iyi geliyor.. daha değerli. ''hayat uzak çekimde komedi yakın planda trajedidir'' chaplin.. ne doğru der.. fazlasıyla chaplin.
yalnızlık paylaşılmaz dedikleri gibi.. yalnızlık çok güçlü bir arkadaştır insana. sigara gibi. fakat bakın siz şu kalbin işine.. sizi bir türlü rahat bırakmaz ki.. yalnızlığınız sizi çelişkiler içinde bırakmaz.. net, soğuk ve tek'tir yalnızlık. oysa sevgi çok güçlü bir çelişkidir. sizi üzmediği bir zamanı yoktur sevginin.. ikili ilişkilerde bu hep tersine işler.. ''yalnızlık kötüdür! sevgi paylaştıkça çoğalır!'' denir.. yalnızlıktan intihar edenlerin sayısı sevgilisi, karısı, eşi aldattığı için, üzdüğü, kırdığı, terk ettiği için ölenlerin sayısından kat be kat daha azdır.. öyle çoktur ki tabut yetişmez.
yalnızlık daimidir insanda. reddetse de insan bunu, bu ezelden beri böyledir ve böyle olacaktır.. kalabalıklarda yalnızdır insan.. kitleler arasında içindedir yalnızlığının. onu sevmelidir. sevmesini öğrenmelidir öncelikle. onun iyi taraflarını bellemelidir kişi.. yalnızlığından beslenmelidir adeta. onunla bütünleşmeli, karanlık taraf olarak bilinen tarafın aslında daha aydın taraf olduğunu fark etmelidir. işte o zaman. o zaman insan yalnızlığın ne demek olduğunu bilir..
bilmelidir insan bunu. evet kesinlikle bilmelidir. zira tüm hayatı boyunca onu terk etmeyecek olan tek şeyi tanımalıdır. huyunu suyunu kestirmelidir. sevmeli, nefret etmelidir. onunla yaşamalıdır en derin duygularını.. rakı sofrasında onunla başlamalıdır sözleri.. sönük sigaraları onunla canlanmalı, onunla tekrar sönmelidir..
yalnızlığından beslenmeli. onu beslemeli.
büyük nimettir yalnızlık. kimse istemez, üvey evlat muamelesi görür de durur yalnızlık.. değeri bilinmez… oysa öylesine hoş ve naif bir hocadır ki yalnızlık.. değeri sonraları bile anlaşılmaz.. şüphesiz ki yalnızlığın kötü tarafları da vardır.. bir ben de mi yoktur bu taraflar.. bilemem. zira kimseyi yalnızlığını konuşacak kadar tanımadım son yıllarda. insanlar uzaktan daha iyi geliyor.. daha değerli. ''hayat uzak çekimde komedi yakın planda trajedidir'' chaplin.. ne doğru der.. fazlasıyla chaplin.
yalnızlık paylaşılmaz dedikleri gibi.. yalnızlık çok güçlü bir arkadaştır insana. sigara gibi. fakat bakın siz şu kalbin işine.. sizi bir türlü rahat bırakmaz ki.. yalnızlığınız sizi çelişkiler içinde bırakmaz.. net, soğuk ve tek'tir yalnızlık. oysa sevgi çok güçlü bir çelişkidir. sizi üzmediği bir zamanı yoktur sevginin.. ikili ilişkilerde bu hep tersine işler.. ''yalnızlık kötüdür! sevgi paylaştıkça çoğalır!'' denir.. yalnızlıktan intihar edenlerin sayısı sevgilisi, karısı, eşi aldattığı için, üzdüğü, kırdığı, terk ettiği için ölenlerin sayısından kat be kat daha azdır.. öyle çoktur ki tabut yetişmez.
yalnızlık daimidir insanda. reddetse de insan bunu, bu ezelden beri böyledir ve böyle olacaktır.. kalabalıklarda yalnızdır insan.. kitleler arasında içindedir yalnızlığının. onu sevmelidir. sevmesini öğrenmelidir öncelikle. onun iyi taraflarını bellemelidir kişi.. yalnızlığından beslenmelidir adeta. onunla bütünleşmeli, karanlık taraf olarak bilinen tarafın aslında daha aydın taraf olduğunu fark etmelidir. işte o zaman. o zaman insan yalnızlığın ne demek olduğunu bilir..
bilmelidir insan bunu. evet kesinlikle bilmelidir. zira tüm hayatı boyunca onu terk etmeyecek olan tek şeyi tanımalıdır. huyunu suyunu kestirmelidir. sevmeli, nefret etmelidir. onunla yaşamalıdır en derin duygularını.. rakı sofrasında onunla başlamalıdır sözleri.. sönük sigaraları onunla canlanmalı, onunla tekrar sönmelidir..
yalnızlığından beslenmeli. onu beslemeli.
(bkz:#Hobi olarak yine yaparsın)
yazıldığı gibi okunmaz. hobi olarak bile yapılmaz. lafta kalır. silik bir hatıra olur o “hobi olarak yine yap” dedikleri..
yıllar sonra korktuğu için pişman olur insan.. keşke pişman olmaktan korksaydı.. ah insan.. ah keşke şimdiki aklı o zaman olsaydı şahsın..
kendi şahsiyeti başkalarının gölgelerinde sürünür hep. başkalarının ayak izlerine basarak yürür de durur.. kendi yalnızlığıyla bile baş başa kalamaz.. susturamaz insanların sesini.. kısamaz bile. çırpınır durur bu kısır döngünün göbeğinde insan..
kendi gerçekliğini, benliğini hep yanlış yerlerde arar.. hedefi doğru dahi olsa, yürüdüğü yol yanlış yöne çıkar.. başkalarının kirli ağızlarındaki kahkahaların peşinden çürütür ömrü hayatını..
bir fahişenin ağzında bir sönük sigaradır insan hayatı.. değersiz, dertli ve sıkışık.. evet sıkışık. bu kelime çok önemli..
hobi olarak yine yaptığımız bir şey gösterin bana. kenara ittiğiniz. halının altına süpürdüğünüz.. evet..hobi olarak yine becerin hayatlarınızı. başkalarının düşlerinde yine yaşayın yaşamayın demiyoruz..
ancak kendi hayatınızı çekip çıkartın başkalarının ellerinden!
yazıldığı gibi okunmaz. hobi olarak bile yapılmaz. lafta kalır. silik bir hatıra olur o “hobi olarak yine yap” dedikleri..
yıllar sonra korktuğu için pişman olur insan.. keşke pişman olmaktan korksaydı.. ah insan.. ah keşke şimdiki aklı o zaman olsaydı şahsın..
kendi şahsiyeti başkalarının gölgelerinde sürünür hep. başkalarının ayak izlerine basarak yürür de durur.. kendi yalnızlığıyla bile baş başa kalamaz.. susturamaz insanların sesini.. kısamaz bile. çırpınır durur bu kısır döngünün göbeğinde insan..
kendi gerçekliğini, benliğini hep yanlış yerlerde arar.. hedefi doğru dahi olsa, yürüdüğü yol yanlış yöne çıkar.. başkalarının kirli ağızlarındaki kahkahaların peşinden çürütür ömrü hayatını..
bir fahişenin ağzında bir sönük sigaradır insan hayatı.. değersiz, dertli ve sıkışık.. evet sıkışık. bu kelime çok önemli..
hobi olarak yine yaptığımız bir şey gösterin bana. kenara ittiğiniz. halının altına süpürdüğünüz.. evet..hobi olarak yine becerin hayatlarınızı. başkalarının düşlerinde yine yaşayın yaşamayın demiyoruz..
ancak kendi hayatınızı çekip çıkartın başkalarının ellerinden!
Fotoğraflarda Kalmış Gülümsemeler
Geçen gün -nereden estiyse- albümlere bakayım dedim.. 20'lerimin ortasındayım. Herhalde bir olgunlaşma sürecinde gelen olağan isteklerdi bunlar.. Açtım annemin özenle sakladığı dolabın kapağını.. aldım içinden albümleri.. 5 taneydiler.. 5 koca albüm.. neler olmuştu böyle? Neler yaşamıştık. Ben.. Neler yaşamıştım? 'Albümlerde olmayanlar bir bu kadar da eder' diye düşündüm.. Birincisinden başladım.. Numaralı değildi albümler, ancak bir tanesinin kapağını kaldırmamla o birinci oldu benim için..
İlk fotoğraf sünnetimdendi. Yatakta uzanmış kahkaha atıyordum.. 'Ne düşünüyormuşum acaba 5 yaşında' diye düşündüm bir an. Kim bilir.. Belki amcamın yaptığı espirilerden birine gülüyordum yine.. Toprağı bol olsun, sürekli espiriler yapar güldürürdü herkesi.. Son günlerinde ne kadar çabalasa da buruk gülerdik espirilerine ancak hayat doluydu. İçinde dünyalar olan hayat dolu bir insan..
Altındaki fotoğrafa gözüm gitti hemen, düğünüydü dayımın. Ben hatırlamıyorum. Herkesin ağzı kulaklarında. Munzur bakışlarıyla şu an 24 yaşındaki konuşmadığım kuzenim o an orada dil çıkartmış kameraya.. bense annemin yanındayım.. ağlamaklı bakıyorum kameraya.. neydi derdim, oyuncağım mı kırılmıştı, istediğim şekerden mi alınmamıştı.. keşke tek derdim onlar olarak kalsaydı diyorum şimdiye bakarak..
Bir defa daha amcama denk geliyorum.. Şehirlere sığmayan amcama.. Çok uzundu boyu. 196 falan vardı rahat bir şekilde.. Son yıllarını da gülümseyerek geçirmişti.. Dudaklarında sigarası, kafasında cin fikirleri olan bir Anadolu delikanlısıydı amcam… Ne kadar özlediğimi bir daha fark ettim fotoğrafa bakınca.. Gözüme yaşlar doldu, utandım. Ağlayamadım. Sayfayı değiştirdim bende..
Dedemdi fotoğraftaki.. Beyaz elbisesi, bembeyaz sakalları, kar tanesi saçları.. her şeyi beyazdı sanki o adamın.. gerçekten ak sakallı dede dedikleri buydu.. hatırlarım; kuzenimle kavga ederken bana bağırışı hala kulaklarımdadır.. ''kızıma karışmaa'' derdi.. Güleçti.. Mekanı cennet olsun..
Genel olarak o eski fotoğraflarda bir buruk sevinç vardı. Hala dinlenen ancak çok az kişinin istekle açıp dinlediği eski rock parçaları gibiydiler.. Sanki yıllar sonra o an çekilen garip şeylere birileri tarafından bakılacağını biliyormuş gibiydi kişiler.. İnsan bunu pek düşünmez, akıl etmez ancak.. öyle gibi sanki. Belki ben yine kendi kendime kurup oynuyorum.. Her defasında garip bir tecrübe oluyor benim için, albümlere bakmak.. Her defasında aynı buruk heyecanı, aynı hüznü ve sevinci bir arada görmek.. Kim bilir.. Belki bizim de fotoğraflarımıza bakar birileri bir yerlerde.. Aynı şeyleri hisseder belki. Aynı garip mutluluğu paylaşır gülüşlerimize bakınca.. Ne hissederlerse hissetsinler.. Onlar da mutlu ise, ne mutlu..
Geçen gün -nereden estiyse- albümlere bakayım dedim.. 20'lerimin ortasındayım. Herhalde bir olgunlaşma sürecinde gelen olağan isteklerdi bunlar.. Açtım annemin özenle sakladığı dolabın kapağını.. aldım içinden albümleri.. 5 taneydiler.. 5 koca albüm.. neler olmuştu böyle? Neler yaşamıştık. Ben.. Neler yaşamıştım? 'Albümlerde olmayanlar bir bu kadar da eder' diye düşündüm.. Birincisinden başladım.. Numaralı değildi albümler, ancak bir tanesinin kapağını kaldırmamla o birinci oldu benim için..
İlk fotoğraf sünnetimdendi. Yatakta uzanmış kahkaha atıyordum.. 'Ne düşünüyormuşum acaba 5 yaşında' diye düşündüm bir an. Kim bilir.. Belki amcamın yaptığı espirilerden birine gülüyordum yine.. Toprağı bol olsun, sürekli espiriler yapar güldürürdü herkesi.. Son günlerinde ne kadar çabalasa da buruk gülerdik espirilerine ancak hayat doluydu. İçinde dünyalar olan hayat dolu bir insan..
Altındaki fotoğrafa gözüm gitti hemen, düğünüydü dayımın. Ben hatırlamıyorum. Herkesin ağzı kulaklarında. Munzur bakışlarıyla şu an 24 yaşındaki konuşmadığım kuzenim o an orada dil çıkartmış kameraya.. bense annemin yanındayım.. ağlamaklı bakıyorum kameraya.. neydi derdim, oyuncağım mı kırılmıştı, istediğim şekerden mi alınmamıştı.. keşke tek derdim onlar olarak kalsaydı diyorum şimdiye bakarak..
Bir defa daha amcama denk geliyorum.. Şehirlere sığmayan amcama.. Çok uzundu boyu. 196 falan vardı rahat bir şekilde.. Son yıllarını da gülümseyerek geçirmişti.. Dudaklarında sigarası, kafasında cin fikirleri olan bir Anadolu delikanlısıydı amcam… Ne kadar özlediğimi bir daha fark ettim fotoğrafa bakınca.. Gözüme yaşlar doldu, utandım. Ağlayamadım. Sayfayı değiştirdim bende..
Dedemdi fotoğraftaki.. Beyaz elbisesi, bembeyaz sakalları, kar tanesi saçları.. her şeyi beyazdı sanki o adamın.. gerçekten ak sakallı dede dedikleri buydu.. hatırlarım; kuzenimle kavga ederken bana bağırışı hala kulaklarımdadır.. ''kızıma karışmaa'' derdi.. Güleçti.. Mekanı cennet olsun..
Genel olarak o eski fotoğraflarda bir buruk sevinç vardı. Hala dinlenen ancak çok az kişinin istekle açıp dinlediği eski rock parçaları gibiydiler.. Sanki yıllar sonra o an çekilen garip şeylere birileri tarafından bakılacağını biliyormuş gibiydi kişiler.. İnsan bunu pek düşünmez, akıl etmez ancak.. öyle gibi sanki. Belki ben yine kendi kendime kurup oynuyorum.. Her defasında garip bir tecrübe oluyor benim için, albümlere bakmak.. Her defasında aynı buruk heyecanı, aynı hüznü ve sevinci bir arada görmek.. Kim bilir.. Belki bizim de fotoğraflarımıza bakar birileri bir yerlerde.. Aynı şeyleri hisseder belki. Aynı garip mutluluğu paylaşır gülüşlerimize bakınca.. Ne hissederlerse hissetsinler.. Onlar da mutlu ise, ne mutlu..
Milenyum'un Yalnızlığı
Ne demişti nazım; en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı… ve bizde.. biz de öylesine yalnız bir dönemin içinde, öylesine umutsuz bir vak'a haline dönmüşüz ki, herhalde yirminci asırlar bile dönüp şaşırarak bakardı yalnızlığımıza.. umut yok.. ekmek yok.. sevgi yok.. Varsa yoksa, 'para' varsa yoksa 'ilgi' varsa yoksa 'sömürü'
Pervasız taleplerimiz aştı kıtaları, geçti insanlık duvarından.. Kirlettik Dünyayı kirli botlarımızla, bitmek bilmeyen iştahımızla sömürdük öylece. Ellerimizin arasından kaydı gitti güzelim ormanlar.. durduramadık katliamları, kıyımları.. Bu utanç yeter de artar bize yüzlerce yıl..
Milenyumun yalnızlığı derin, milenyumun yalnızlığı soğuk.. çaresiz ve nefessiz.. milenyumun insanının sahip olduğu tek şey. Tek şey 365 gün. 52 boktan hafta. Üşüyerek uyanır güne milenyumun insanı.. yediği darbelere aldırmadan uyanır güne.. istemese de ne kadar uyanmayı, uyanıverir işte.. istemsizce yapar bunu. Önce gözleri açılır. Sonra yorganı atar üstünden.. Dişlerini fırçalar. İşe gider ayakları, saatler sonra geri gelir.. tekrarlar bunu 365 berbat gün boyunca.. Budur milenyum insanı..
Gerçekten.. Nedir milenyum'un bu çaresizliği? Nedir bu yitkinlik? Nedir bu yediğimiz darbedeler? Can kırıklarımız? Rast gitmeyen işlerimiz.. Bacakları kırılmış umutlarımız? Bu mudur milenyumun tüm varlığı?..
''bu ülkede bir eser verdiğin zaman, peşinen bir de özür dilemen gerekir'' demişti mesela Murat Menteş bir keresinde..
İnsan kabullenemiyor.. Bu kadar basit ve aynı zamanda bu kadar derin, zor bir yaşamı.. Olmuyor işte. Olamıyor. Ne oluyor da olmuyor? Bazen sadece olmuyor işte.. Üstüne konuşulsa da, konuşulmasa da.. Olmuyor.
Milenyumun yalnızlığı büyük, milenyumun yalnızlığı dipsiz.. Alçak ellerde milenyum. Kirli ellerde. Kurtarılması gereken bir şey adeta milenyum.. Çekip çıkartılması gereken, kirli ellerden.. Öyle bir çekmek ki, bir daha teslim etmemek.. Gururla taşımak onu..
Milenyum insanının yalnızlığı daim değil ancak! Yeni bir milenyum da gerekmiyor bunun için. Yalnız uyanılan her gün bir kere daha uyanılabildiği için minnet duyulmalı. Küçük şeylerden keyif almalı. 'Basit yaşayacaksın basit' der nazım.. Mutlak mutluluğun sırrı bu değildir belki, ancak mutlak huzura giden yolda bir mihenk taşıdır bu..
Ne demişti nazım; en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı… ve bizde.. biz de öylesine yalnız bir dönemin içinde, öylesine umutsuz bir vak'a haline dönmüşüz ki, herhalde yirminci asırlar bile dönüp şaşırarak bakardı yalnızlığımıza.. umut yok.. ekmek yok.. sevgi yok.. Varsa yoksa, 'para' varsa yoksa 'ilgi' varsa yoksa 'sömürü'
Pervasız taleplerimiz aştı kıtaları, geçti insanlık duvarından.. Kirlettik Dünyayı kirli botlarımızla, bitmek bilmeyen iştahımızla sömürdük öylece. Ellerimizin arasından kaydı gitti güzelim ormanlar.. durduramadık katliamları, kıyımları.. Bu utanç yeter de artar bize yüzlerce yıl..
Milenyumun yalnızlığı derin, milenyumun yalnızlığı soğuk.. çaresiz ve nefessiz.. milenyumun insanının sahip olduğu tek şey. Tek şey 365 gün. 52 boktan hafta. Üşüyerek uyanır güne milenyumun insanı.. yediği darbelere aldırmadan uyanır güne.. istemese de ne kadar uyanmayı, uyanıverir işte.. istemsizce yapar bunu. Önce gözleri açılır. Sonra yorganı atar üstünden.. Dişlerini fırçalar. İşe gider ayakları, saatler sonra geri gelir.. tekrarlar bunu 365 berbat gün boyunca.. Budur milenyum insanı..
Gerçekten.. Nedir milenyum'un bu çaresizliği? Nedir bu yitkinlik? Nedir bu yediğimiz darbedeler? Can kırıklarımız? Rast gitmeyen işlerimiz.. Bacakları kırılmış umutlarımız? Bu mudur milenyumun tüm varlığı?..
''bu ülkede bir eser verdiğin zaman, peşinen bir de özür dilemen gerekir'' demişti mesela Murat Menteş bir keresinde..
İnsan kabullenemiyor.. Bu kadar basit ve aynı zamanda bu kadar derin, zor bir yaşamı.. Olmuyor işte. Olamıyor. Ne oluyor da olmuyor? Bazen sadece olmuyor işte.. Üstüne konuşulsa da, konuşulmasa da.. Olmuyor.
Milenyumun yalnızlığı büyük, milenyumun yalnızlığı dipsiz.. Alçak ellerde milenyum. Kirli ellerde. Kurtarılması gereken bir şey adeta milenyum.. Çekip çıkartılması gereken, kirli ellerden.. Öyle bir çekmek ki, bir daha teslim etmemek.. Gururla taşımak onu..
Milenyum insanının yalnızlığı daim değil ancak! Yeni bir milenyum da gerekmiyor bunun için. Yalnız uyanılan her gün bir kere daha uyanılabildiği için minnet duyulmalı. Küçük şeylerden keyif almalı. 'Basit yaşayacaksın basit' der nazım.. Mutlak mutluluğun sırrı bu değildir belki, ancak mutlak huzura giden yolda bir mihenk taşıdır bu..
dolar ile yakarsanız direk elitler katına çıkartılıyorsunuz. sütlü kahve ikram ediyorlar.
delilik ve bilgelik arasındaki ince çizgi
Delilik denince akla, karışıklık, hengame ve kaos gelir. belki en başta da çaresiz bir hastalık. Sözlük anlamına bakınca, ''Kişinin anlıksal dengesinin sürekli bakım altında tutulmayı gerektirecek biçimde bozulması durumu'' olarak tanımlanır delilik. Tıbbi bir tanımdan öte kültürel ve sosyal bir terim. Birden bire ortaya çıkabileceği gibi, zaman yayılmış bir şekilde de gösterebilir kendisini.
Amiyane tabirle 'sinsi hastalık' tır. Fakat bazen öyle deliler, delilikler görür, işitir, okuruz ki, üç lokmalık aklımızla bizler bile hayranlıkla seyrederiz oluşumu. Hayat bir şekilde yolunu buluyor, zaman akıp gidiyor da, deliler ve bilgeler' in söyledikleri zor unutuluyor.. Tarih kitaplarına kazıtıyor kendini adeta.. Müteveffa piyanist Oscar levant' ın şu sözlerini hatırlayalım : ''Deha ile delilik arasında incecik bir çizgi vardır. Ben bu çizgiyi sildim'' Ya da, ressam ve şair William blake' in şu sözleri mesela: ''Eğer deli, delilikte direnseydi bilge olurdu.''
Sonra, şu soruları soralım kendimize:
Deli olarak okumaya başladığınız bir kitaptan, akıllı/bilge biri olarak kalkabilir misiniz? Ya da tam tersi? Aklı başında biri iken, deliliğe dokunabilir miyiz? Sınır nerede? Çizgi nedir? İkisinin arasındaki ilişki hangi düzeyde?
Tarihteki birçok yazar, şair ve bilim adamlarına baktığımızda, birçoğu hayatlarının bir kısmında zor ve tehlikeli dönemler geçirmiş. Yakılanlar, sürgüne gönderilenler, okuduğu okuldan ''aptal'' diye atılanlar.. Şu an, herhangi bir okulun herhangi bir sınıfındaki ders kitabında ismi geçen önemli bir isim mesela..
Yeni nesiller bir deliyi mi, üst düzey bilince sahip bilge birini mi örnek alıyor kendine? Ya da şöyle diyelim: Delilik kötü bir şey midir? Bilgelik ve delilik aynı şey olabilir mi?
Delilik ve bilgelik sözlüklere yazılmamış bir şekilde kardeştir. Kayıtlara geçmemiş bir şekilde arkadaştır. Şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki, deli bir kimse ile bilge bir kimse arasında çok az fark vardır. Yok düzeyinde az. Çok zeki birinin sözlerini ilk ağızdan duysak bile anlayamayız. Söylediği sözler altın mahiyetindedir belki. Belki de ''deli saçması'' dır. Aynı şekilde bir deli düşünelim. Pek umursanmaz söyledikleri. Fakat iyice kulak verince duyarız ki, uzaktan da yakından da bir deli, bir bilgeye benzer şeyler söyler. Genel' i işaret eder. ''Deli ol'' diyen , kötü bir şey söylemiş olamaz. Toplumun ''önde gelen'' isimleri, aktivistlerinden biri ''deli ol'' derken ne demiş olabilir? Neyi kastetmiş olabilir? '' Normallik denilen şey adı konulmamış bir deliliktir.'' diyen Pascal mesela..
İki tür insan vardır. Akıllı ve akılsız. Bilge ve deli. Ortası yoktur. Boşluktur ortası. Bu ikisi de aslında aynı şeydir. Bilge kimse deliliğe değmiştir.. Deli kimse bilgeliğe dokunmuştur. Çok bilgece davranan, düşünen bir insan, kenarından köşesinden deliliğe varan şeyler yaşıyordur kafasında. ''normal'' diye tabir edilen insanların anlamadığı şeyler için ''saçma'' olarak adlandırdığı şeyler ''mantıklı'' dahi olsa, insanlar o şeye, o kimseye ''deli'' der. O kimselerin dediklerinin hiçbir öneme sahip olmadığını söylemesek te, üst düzey bir bilince erişmiş kimselerin pek umursamayacağını söyleyebiliriz..
Peki nerede sınır? Karanlık taraf olarak adlandırılan delilik, aslında aydınlık taraf mı?
Sınır dozunda. Ayarında. “Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız deli kalırız.” Der beckett. Deli kalsak dahi, usturuplu eylemlerimizde. Ne deli olmak o kadar kötü, ne bilge olmak o kadar iyi..
sen? Deli misin, bilge mi?
Cevap her ne olursa olsun, deliliğini sahiplen, kabullen. Kendini özgür bırak. Sonrasında istemesen de bilgeliğe erişeceksin.
Delilik denince akla, karışıklık, hengame ve kaos gelir. belki en başta da çaresiz bir hastalık. Sözlük anlamına bakınca, ''Kişinin anlıksal dengesinin sürekli bakım altında tutulmayı gerektirecek biçimde bozulması durumu'' olarak tanımlanır delilik. Tıbbi bir tanımdan öte kültürel ve sosyal bir terim. Birden bire ortaya çıkabileceği gibi, zaman yayılmış bir şekilde de gösterebilir kendisini.
Amiyane tabirle 'sinsi hastalık' tır. Fakat bazen öyle deliler, delilikler görür, işitir, okuruz ki, üç lokmalık aklımızla bizler bile hayranlıkla seyrederiz oluşumu. Hayat bir şekilde yolunu buluyor, zaman akıp gidiyor da, deliler ve bilgeler' in söyledikleri zor unutuluyor.. Tarih kitaplarına kazıtıyor kendini adeta.. Müteveffa piyanist Oscar levant' ın şu sözlerini hatırlayalım : ''Deha ile delilik arasında incecik bir çizgi vardır. Ben bu çizgiyi sildim'' Ya da, ressam ve şair William blake' in şu sözleri mesela: ''Eğer deli, delilikte direnseydi bilge olurdu.''
Sonra, şu soruları soralım kendimize:
Deli olarak okumaya başladığınız bir kitaptan, akıllı/bilge biri olarak kalkabilir misiniz? Ya da tam tersi? Aklı başında biri iken, deliliğe dokunabilir miyiz? Sınır nerede? Çizgi nedir? İkisinin arasındaki ilişki hangi düzeyde?
Tarihteki birçok yazar, şair ve bilim adamlarına baktığımızda, birçoğu hayatlarının bir kısmında zor ve tehlikeli dönemler geçirmiş. Yakılanlar, sürgüne gönderilenler, okuduğu okuldan ''aptal'' diye atılanlar.. Şu an, herhangi bir okulun herhangi bir sınıfındaki ders kitabında ismi geçen önemli bir isim mesela..
Yeni nesiller bir deliyi mi, üst düzey bilince sahip bilge birini mi örnek alıyor kendine? Ya da şöyle diyelim: Delilik kötü bir şey midir? Bilgelik ve delilik aynı şey olabilir mi?
Delilik ve bilgelik sözlüklere yazılmamış bir şekilde kardeştir. Kayıtlara geçmemiş bir şekilde arkadaştır. Şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki, deli bir kimse ile bilge bir kimse arasında çok az fark vardır. Yok düzeyinde az. Çok zeki birinin sözlerini ilk ağızdan duysak bile anlayamayız. Söylediği sözler altın mahiyetindedir belki. Belki de ''deli saçması'' dır. Aynı şekilde bir deli düşünelim. Pek umursanmaz söyledikleri. Fakat iyice kulak verince duyarız ki, uzaktan da yakından da bir deli, bir bilgeye benzer şeyler söyler. Genel' i işaret eder. ''Deli ol'' diyen , kötü bir şey söylemiş olamaz. Toplumun ''önde gelen'' isimleri, aktivistlerinden biri ''deli ol'' derken ne demiş olabilir? Neyi kastetmiş olabilir? '' Normallik denilen şey adı konulmamış bir deliliktir.'' diyen Pascal mesela..
İki tür insan vardır. Akıllı ve akılsız. Bilge ve deli. Ortası yoktur. Boşluktur ortası. Bu ikisi de aslında aynı şeydir. Bilge kimse deliliğe değmiştir.. Deli kimse bilgeliğe dokunmuştur. Çok bilgece davranan, düşünen bir insan, kenarından köşesinden deliliğe varan şeyler yaşıyordur kafasında. ''normal'' diye tabir edilen insanların anlamadığı şeyler için ''saçma'' olarak adlandırdığı şeyler ''mantıklı'' dahi olsa, insanlar o şeye, o kimseye ''deli'' der. O kimselerin dediklerinin hiçbir öneme sahip olmadığını söylemesek te, üst düzey bir bilince erişmiş kimselerin pek umursamayacağını söyleyebiliriz..
Peki nerede sınır? Karanlık taraf olarak adlandırılan delilik, aslında aydınlık taraf mı?
Sınır dozunda. Ayarında. “Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız deli kalırız.” Der beckett. Deli kalsak dahi, usturuplu eylemlerimizde. Ne deli olmak o kadar kötü, ne bilge olmak o kadar iyi..
sen? Deli misin, bilge mi?
Cevap her ne olursa olsun, deliliğini sahiplen, kabullen. Kendini özgür bırak. Sonrasında istemesen de bilgeliğe erişeceksin.
Kendi ritmini bulmak
Çıkılmış her yolculuk, aslında en büyük yolculuğun parçacıklarıdır. Hayat içerisinde yaptıklarımız, yapmadıklarımız, kaçırdıklarımız, çıkıp gitmelerimiz, gelmeyenler.. Aslında her fırsatta bizlere bir şeyler gösterir. Girdiğimiz her savaş, yepyeni bir konu başlığı. Kirli ve kırık hatıralar' ın içeriği. Acı çekmelerimiz şeytanın siparişi. Bir yandan yaşarken bir yandan ölümümüz.. Nedir bu yaptıklarımız, ölmek üzere olduğumuz? Nedir bu adlandırmalarımız, yargılarımız? Nedir sınır? İyilik ile şeytanca işlerin ortasındaki çizgi nerede? Bizde mi?
Bir şeyleri yaparken, aynı zamanda diğer şeyleri yapmıyor olduğumuz gerçeği, bizlere seçimler yapma fırsatını verir. O ''yaptıklarımız'' aslında ''yapmadıklarımız'' ın tercihi. Bir şeyleri yapmamayı seçiyoruz diyelim buna. Yapmıyor ve yapmayacak olduklarımız. Bizi biz yapan şeyler. ''Yapmadıklarımız''. Bizi biz yapan. Seni sen, beni ben yapan. Kendi hayat yolculuğumuzda kesiştiğimiz ''diğer'' hayatlar, aslında ne kadar ''diğer'' ise, ''yaptıklarımız'' da o kadar ''yapmadıklarımızın'' tercihi.
Kavramamız gereken bir şey var. Hiçbir şeyin, birbirinden bağımsız gerçekleşmediği gerçeği. Gerçekleşemeyeceği. Mikro' dan makro' ya, atom' dan, evrene kadar her şey, bir ''şey''in parçasıdır.. Büyük bir ''şey''in.
'' Zerreden hücreye bütün varlık, Söyleşir başka dillerden nefessiz'' der, bir aydınımız.. Yapmıyor olduklarımız profilimizi oluştururken, yapıyor olduklarımız ne yapar? Ne icra eder?
–Hayat Yolculuğumuzda, ritmimizi değiştirir. Yeni yönler getirir önümüze. Savruluruz bazen. Kırılırız, üzülürüz. Üzeriz de üstelik. Hayat yolculuğunda kendi ritmimizi bulmaya çalışırken hatalar yapar, düşer, kalkar ve tekrar düşeriz.. Bir zaman, yer ile sevişiriz. Düşmek artık sıradanlaşır, sıkıcılaşır. Bir zaman sonra yerde iken öğrendiğimiz şeyleri ayaktayken öğrenemediğimizi fark ederiz. Hatalarımızın öğrenmenin en zorlu ve en güzel şeyler olduğunu kavratır bize hayat. Kafamıza vura vura kanıksatır. Başka yerlerde ''bir şeyler'' arar dururuz. Yapıyor olduklarımızla uçuruma doğru her şeyden bihaber bir şekilde emin adımlarla gideriz..
''huzur'' ararız daima. Uzaklara gideriz bulmak için, kaşlarımızın üstündeki birkaç santimlik kafesin içinde olmayan mutluluğu. Mutluluk.. Başka yerlerdedir hep mutluluk, başka kollarda. ''bir gün'' dedir. ''ilerde''dir... Yaptıklarımız ile o mutluluğu hep erteleriz, ileride bir tarihe atarız. Sonra da bundan şikayet ederiz. ''kader'' deriz, ''alın yazısı'' deriz, ''şanssızlık'' deriz. Yapmamamız gereken ne varsa yapmalıyız. Yapmaktan geri çekildiğiniz , korktuğunuz şey ne ise, yapın onu. Üstüne gidin! Asıl yapmamız gereken şeyler, ''yapmamamız gereken'' şeylerin içindedir. Bulup çıkartmalı insan. Çekip çıkartmalı kaderini, acının pençesinden. Kendi ritmini hemen bulmalı...
Çıkılmış her yolculuk, aslında en büyük yolculuğun parçacıklarıdır. Hayat içerisinde yaptıklarımız, yapmadıklarımız, kaçırdıklarımız, çıkıp gitmelerimiz, gelmeyenler.. Aslında her fırsatta bizlere bir şeyler gösterir. Girdiğimiz her savaş, yepyeni bir konu başlığı. Kirli ve kırık hatıralar' ın içeriği. Acı çekmelerimiz şeytanın siparişi. Bir yandan yaşarken bir yandan ölümümüz.. Nedir bu yaptıklarımız, ölmek üzere olduğumuz? Nedir bu adlandırmalarımız, yargılarımız? Nedir sınır? İyilik ile şeytanca işlerin ortasındaki çizgi nerede? Bizde mi?
Bir şeyleri yaparken, aynı zamanda diğer şeyleri yapmıyor olduğumuz gerçeği, bizlere seçimler yapma fırsatını verir. O ''yaptıklarımız'' aslında ''yapmadıklarımız'' ın tercihi. Bir şeyleri yapmamayı seçiyoruz diyelim buna. Yapmıyor ve yapmayacak olduklarımız. Bizi biz yapan şeyler. ''Yapmadıklarımız''. Bizi biz yapan. Seni sen, beni ben yapan. Kendi hayat yolculuğumuzda kesiştiğimiz ''diğer'' hayatlar, aslında ne kadar ''diğer'' ise, ''yaptıklarımız'' da o kadar ''yapmadıklarımızın'' tercihi.
Kavramamız gereken bir şey var. Hiçbir şeyin, birbirinden bağımsız gerçekleşmediği gerçeği. Gerçekleşemeyeceği. Mikro' dan makro' ya, atom' dan, evrene kadar her şey, bir ''şey''in parçasıdır.. Büyük bir ''şey''in.
'' Zerreden hücreye bütün varlık, Söyleşir başka dillerden nefessiz'' der, bir aydınımız.. Yapmıyor olduklarımız profilimizi oluştururken, yapıyor olduklarımız ne yapar? Ne icra eder?
–Hayat Yolculuğumuzda, ritmimizi değiştirir. Yeni yönler getirir önümüze. Savruluruz bazen. Kırılırız, üzülürüz. Üzeriz de üstelik. Hayat yolculuğunda kendi ritmimizi bulmaya çalışırken hatalar yapar, düşer, kalkar ve tekrar düşeriz.. Bir zaman, yer ile sevişiriz. Düşmek artık sıradanlaşır, sıkıcılaşır. Bir zaman sonra yerde iken öğrendiğimiz şeyleri ayaktayken öğrenemediğimizi fark ederiz. Hatalarımızın öğrenmenin en zorlu ve en güzel şeyler olduğunu kavratır bize hayat. Kafamıza vura vura kanıksatır. Başka yerlerde ''bir şeyler'' arar dururuz. Yapıyor olduklarımızla uçuruma doğru her şeyden bihaber bir şekilde emin adımlarla gideriz..
''huzur'' ararız daima. Uzaklara gideriz bulmak için, kaşlarımızın üstündeki birkaç santimlik kafesin içinde olmayan mutluluğu. Mutluluk.. Başka yerlerdedir hep mutluluk, başka kollarda. ''bir gün'' dedir. ''ilerde''dir... Yaptıklarımız ile o mutluluğu hep erteleriz, ileride bir tarihe atarız. Sonra da bundan şikayet ederiz. ''kader'' deriz, ''alın yazısı'' deriz, ''şanssızlık'' deriz. Yapmamamız gereken ne varsa yapmalıyız. Yapmaktan geri çekildiğiniz , korktuğunuz şey ne ise, yapın onu. Üstüne gidin! Asıl yapmamız gereken şeyler, ''yapmamamız gereken'' şeylerin içindedir. Bulup çıkartmalı insan. Çekip çıkartmalı kaderini, acının pençesinden. Kendi ritmini hemen bulmalı...
Bir şeyler yazıyorum
Bir şeyler yazıyorum. Neler olduğunu, fikirlerinin nasıl çıktığını bilmiyorum. Benden bağımsız bir şekilde yaşayan kelimelerle buluşuyor parmaklarım. Bana ait olmayan şeyler. Orada bir yerde bekleyen, sessiz varlıklar.
Bir şeyler yazıyorum. Kendimin bile kavrayamadığı. Kendimden öteye gidiyorum. Kelimeler benim solucan deliğim. Olmak istediğim yerlere götürüyorlar beni. Kısa yolum, kestirmem. Tehlikeli arkadaşım.
Bir şeyler yazıyorum. Buruk gururumun yara bandı olan kelimeler. Onlar olmasaydı. Ne yapardım ben?.
Bir şeyler yazıyorum. Neler olduğunu, fikirlerinin nasıl çıktığını bilmiyorum. Benden bağımsız bir şekilde yaşayan kelimelerle buluşuyor parmaklarım. Bana ait olmayan şeyler. Orada bir yerde bekleyen, sessiz varlıklar.
Bir şeyler yazıyorum. Kendimin bile kavrayamadığı. Kendimden öteye gidiyorum. Kelimeler benim solucan deliğim. Olmak istediğim yerlere götürüyorlar beni. Kısa yolum, kestirmem. Tehlikeli arkadaşım.
Bir şeyler yazıyorum. Buruk gururumun yara bandı olan kelimeler. Onlar olmasaydı. Ne yapardım ben?.
deneme denemeleri diye tanım yapılabilecek başlık. deneme denemesinden çıkmış denenmiş denemeler de mevcut...
Sinema salonları
Her insanın mutlaka hayatında bir defa uğradığı yerlerdir sinema salonları. Arkadaşla, sevgili ile, tek başına.. Bazen hatırlanmaz izlenilen ilk film. Adı, konusu, zamanı.. Silik bir hatıradan ibarettir.
İlk gençlik yıllarının kötü anılarını içeren odalardır bazen. Duyguların, karanlıkta ışıdığı yerlerdir. Sırf karanlık olduğu için gidenleri bir kenara bırakırsak, öğretici yerlerdir sinema salonları. Yalnızdırlar da. Bir film süresince yaşayan yalnız odalar. Farklı insanları taşır bünyesinde, farklı yüzleri, farklı hikayeleri. Günahkarı da gider sinemaya. İmanlı(?)sı da gider..
Kültürümüzde büyük bir yere sahip olmamasıyla beraber, hak ettiği değer de verilmiyor üstelik. Genç nüfusun kendi içinde verdiği eğitim savaşı mı buna izin vermiyor, beğeniler mi evrim geçirdi bilinmez ama, sinema salonlarına bir şeyler öğrenmek, sanatsal hazzı yakalamak için giden insan sayısı çok ama çok az.. almasını bilenler için okul mahiyetinde yerlerdir. Hatıralar için biçilmiş kaftandır. Sesler, görüntüler, ambiyans, duygular..
Peki sinema salonları neden boş? Neden hak ettiği yerde değil?
Bu sorunun cevabı aslında yine insanlarda. Sokakta, evde, cüzdanda..
Sinema salonlarına gitmeyen insanların bir sebebi (Yer yer bahane) sinema salonlarındaki bozulan hava. Hak verilebilir bir tutum aslında. Ayaklarını koltukların üstüne atan gençler görüyoruz zira. Karanlıktan faydalanan 15-16 yaşlarında hormonlar.. bu da Saygısızlığın evrimi. Değişen teknoloji, değer yargıları, arkasında yeni nesilleri de sürüklüyor.. Haftalardır beklediğiniz bir filmi en sevdiğiniz yerden izleme imkanına sahip olduktan sonra, arkanızda gülüşen insanlar yüzünden filmi izleyemediğinizi düşünün..
Yine bazı filmlerin bazı şehirlerde gösterilmemesi de, umut kırıcı bir durum. Kendi şehrinde istediği filmi sinema salonunda bile izleme imkanı bulamayan bir insanın salona gitmemesi hak verilebilir bir tutum.
Kısa vadede, dolması istenilen sinema salonları, doldurulması gereken zihinle mümkün. Bütün sosyalliği televizyon izleyip, bilgisayar oyunu oynayan bir neslin, sinema aşkı ile yanıp tutuşması pek mümkün değil. Bu da kapitalizmin görmek istediği bir portre aslında. Ve Maalesef ki Robotlaştırılan bünyeler kadar kar ettiren bir şey yok...
Sinema salonları
Her insanın mutlaka hayatında bir defa uğradığı yerlerdir sinema salonları. Arkadaşla, sevgili ile, tek başına.. Bazen hatırlanmaz izlenilen ilk film. Adı, konusu, zamanı.. Silik bir hatıradan ibarettir.
İlk gençlik yıllarının kötü anılarını içeren odalardır bazen. Duyguların, karanlıkta ışıdığı yerlerdir. Sırf karanlık olduğu için gidenleri bir kenara bırakırsak, öğretici yerlerdir sinema salonları. Yalnızdırlar da. Bir film süresince yaşayan yalnız odalar. Farklı insanları taşır bünyesinde, farklı yüzleri, farklı hikayeleri. Günahkarı da gider sinemaya. İmanlı(?)sı da gider..
Kültürümüzde büyük bir yere sahip olmamasıyla beraber, hak ettiği değer de verilmiyor üstelik. Genç nüfusun kendi içinde verdiği eğitim savaşı mı buna izin vermiyor, beğeniler mi evrim geçirdi bilinmez ama, sinema salonlarına bir şeyler öğrenmek, sanatsal hazzı yakalamak için giden insan sayısı çok ama çok az.. almasını bilenler için okul mahiyetinde yerlerdir. Hatıralar için biçilmiş kaftandır. Sesler, görüntüler, ambiyans, duygular..
Peki sinema salonları neden boş? Neden hak ettiği yerde değil?
Bu sorunun cevabı aslında yine insanlarda. Sokakta, evde, cüzdanda..
Sinema salonlarına gitmeyen insanların bir sebebi (Yer yer bahane) sinema salonlarındaki bozulan hava. Hak verilebilir bir tutum aslında. Ayaklarını koltukların üstüne atan gençler görüyoruz zira. Karanlıktan faydalanan 15-16 yaşlarında hormonlar.. bu da Saygısızlığın evrimi. Değişen teknoloji, değer yargıları, arkasında yeni nesilleri de sürüklüyor.. Haftalardır beklediğiniz bir filmi en sevdiğiniz yerden izleme imkanına sahip olduktan sonra, arkanızda gülüşen insanlar yüzünden filmi izleyemediğinizi düşünün..
Yine bazı filmlerin bazı şehirlerde gösterilmemesi de, umut kırıcı bir durum. Kendi şehrinde istediği filmi sinema salonunda bile izleme imkanı bulamayan bir insanın salona gitmemesi hak verilebilir bir tutum.
Kısa vadede, dolması istenilen sinema salonları, doldurulması gereken zihinle mümkün. Bütün sosyalliği televizyon izleyip, bilgisayar oyunu oynayan bir neslin, sinema aşkı ile yanıp tutuşması pek mümkün değil. Bu da kapitalizmin görmek istediği bir portre aslında. Ve Maalesef ki Robotlaştırılan bünyeler kadar kar ettiren bir şey yok...
binlerce yıl süren medeniyetleşme hikayemiz insanlığın beşiği olan afrika'da başladı.. ilk insanlar bu topraklar üzerinde evrim geçirdi, yürüdü, avlandı, öldü, yeniden doğdu.. bu çorak ve sıcak vahalarda yaşamını sürdüren ilk insanlar, senin benim, hepimizin binlerce kuşak üstü dedelerimiz.. bu hikaye, insanlık tarihinin 70 bin yıllık hikayesi.. savaşların, bilgelerin, kralların ve fatihlerin hüküm sürdüğü dünyanın tarihi.. her şeyin hikayesi biraz uzun...
bölüm 1- yaşam mücadelesi
bilinen hikayemiz 70 bin yıl önce afrika topraklarında başlıyor.. ilk hominid*lerin kökeninin afrika'ya dayandığına inanılır. hominid, insansı canlılardır. tam olarak insan değillerdir ancak insansı maymunlardır. homo sapiens'in (akıllı insan) yani günümüz insanının atasıdır. bilinen hikayemiz 70 küsür yıl önce başlamış olsa da, ilk hominidler, homo habilis, bunyan yaklaşık 2.3 milyon yıl önce yaşamıştır. homo habilis, homo erectus'a evrildi. homo erectus 1.8 milyon yıl önce afrika'dan göç etmeye başladı.. belki dünya tarihini değiştiren bir hareketin başlangıcı oldu bu.. bu hominidler sonraları evrimleşip, modern insan 'homo sapiens'lere dönüştü..
bu insanlar binlerce yıl lisansız bir şekilde avcılık-toplayıcılıkla sürdürdü yaşamını.. dönemin şartları itibariyle en baskın güdü ''hayatta kalmak''tı. doğal afetler bu hayat mücadelesinin başrol oyuncusuydu.. bu afetler, insan soyu için sürekli bir tehlike arz ediyordu. bu afetler, daha güçlü ve organize bünyelerin hayatta kaldığını ortaya çıkardı.. buna doğal seçilim deniyor.. güçlünün güçsüzü mağlup ettiği ve yaşamını sürdürdüğü yol.. binlerce yıl hayvanların göç yollarını takip eden kabileler afrikadan dünyaya yayıldı..
hayat o günlerde sürekli hareket halindeydi. bir yere yerleşip orada yerleşik bir yaşam sürmek ölüm ile eşdeğerdi. yiyecek ve içecek için bitmek bilmeyen uzun yürüyüşler yapılıyordu. yerleşik bir yaşam, kaynakların tükenmesi demektir. tamamiyle tüketici bir toplum hakim olduğu için üretim 0 idi. bu koşulda en iyi yol sürekli hareket etmekti. hayatta kalmak bunu gerektirirdi.. yaz ve ilkbahar aylarında yapılan uzun yürüyüşleri kış ve nispeten sonbaharda mağarada kalmak izliyordu.. doğal bir koruma sağlayan mağaralar, kışın çetin şartlarından bir nebze de olsa koruyordu. ilk hominidler kalabalık aileler halinde bir arada yaşayıp, işleri ortaklaşa yapıyorlardı.. taştan yontulan kesici aletleri kullanarak hayvan postlarından giysiler ve başka eşyalar yapıyorlardı..
dna zincirini takip eden bilim adamlarının yaptığı deney ve incelemeler sonucunda bugün hayatta olan herkesin tek bir kadına bağlandığı öğrenildi. bu kadın hepimizin evrensel annesi yani mitokondriyal havva (mitochondrial eve) olarak kabul ediliyor.
zamanla nüfusumuz artmış ve tüm dünyaya nüfuz etmişiz.. bu evrensel annemizin kabilesinin yürüyüşü bitmedi.. başlarda afrika, arap yarımadası, ve hindistanı izleyerek asya'ya yayılmışız.. hatta bazı atalarımız avustralya'ya kadar ulaşmış. avrupaya yaklaşık 45 bin yıl önce ulaşmışlar.. atalarımız, avrupaya yerleşmeye başladığında yalnız olmadıklarını keşfetmiş.
bir tür ile karşı karşıya gelmişiz.. neandertaller.. aynı kaynaklar için onlarla savaştık. onlar daha iri ve güçlü. ama bizim zekamız, lisanımız vardı.. bu bir çok yönden bizim için artı hanede puan getirmişti.. insanlar avrupada dağılmaya başladıkça, neandertal nüfusu azaldı.. tahminlere göre biz insanlar yok ettik onları.. ama kendi soyumuzun tükenme tehlikesi de vardı.. 25 bin yıl önce ısı hızla düştü.. kuzey yarımkürenin büyük bir kısmı buz kütleleri kapladı.. ya adapte olacakatık, ya ölecektik..zor durumlarda kaldıkça yaşama güdüsü ağır basıp basit araçlar keşfetmeye başladık.. bu gereçler devri yarattı.. örneğin iğne.. hayvan postlarından yapılan elbiseleri dikmek için kullanıldı başlarda.. güney fransada ortaya çıktı ve şimdi 17.000 yaşında. dikili giysiler sayesinde sert buzul çağında hayatta kaldık. insan, dünyanın en büyük yırtıcısına dönüşmüştü.. minik bir iğne tarih yazmıştı, tarihimizi değiştirmişti..
yaratıcı zekasını kullanarak hayvan adelelerini ip olarak kullanıp, iğneyi de bunun için kullanan homo sapiensler, zeki insanlar yalnızca bununla yetinmedi.. adeta tarih yazıcılığına soyunduğunun kanıtı niteliğinde şeyler yapmıştır.. artık hayatta kalmanın ötesinde bir şeyler aramaya başlamış.. fransız pinelerindeki mağaralarda varlığımızı kanıtlar nitelikte mağara resimleri bulunmaktadır.. ilk tarih yazma çalışmalırımız 27. bin yıl önce başladı.. el izleri, işaretleri bulundu.. benzer el izlerine, güney afrika, kuzey amerika, arjantin ve avustralya da da rastlanmıştır. birbirlerinden kilometlerce uzaklarda yaşayan atalarımız adeta biz buradayız diye haykıran el izleri bırakarak kendimizi ve dünyamızı analamlandırma çabamızı ortaya koymuştur..
gelişmemizi sürdürmek için artık tek engel kalmıştı.. doğaya hakim olmak!
15 bin yıl önce, dünyanın ısısı yükselmeye başlıyordu.. dünya ısınıyordu. iklim yumuşadıkça bizim avcı toplayıcı atalarımız, kendilerini doğadan faydalanmak için yeni yollarda atmıştır..devasa bir adım atmak üzereyiz. atalarımız, toprak mahsülü meyve sebze ve tahılları inceleyip, gözlemleyip biz de üretebilir miyiz, kendimiz yetiştirebilir miyiz gibi çok basit ve önemli bir soru sormuşlar. bu basit soru tarihe imzasını devasa harflerle atmıştır.. bu sayede yaklaşık 10 bin yıl önce tarım başlamış oldu..
bu bizi, avcı toplayıcı iken çiftçiye dönüştürdü.. bu, dünya sahnesinde gerçekleşmiş bir çok tarihi olaydan birisidir.. yeni yaşam şeklimiz, ileriyi düşünmemize yol açtı.. emeğimizin karşılığını alıyorduk.. çiftçilik, dünyayı yönlendirme gücümüzün olduğunun bir kanıtı idi. bereketli hilalde başlayan bu devrimi, takip eden 5 bin yıl boyunca tüm avrupa'ya yayıldı.çin, hindistan ve güney amerika halkı da kendi tarım yöntemlerini süreçle birlikte geliştirdi.. üç büyük ürün öndeydi, buğray, pirinç ve mısır.. bugün bile bu 3 gıda temel besin maddelerimizden..
ama gelişmenin de bir bedeli vardı.. avcı ve toplayıcı yaşamı terk edip, çiftçiliğe adım atınca insanlar küçülmeye, daha dayanıksız olmaya başlamış. boylar kısalıyor, eklemlerde kireçlenme başlıyordu ve yaşam süresi kısalmıştı.. tarımla birlikte geçilen yerleşik yaşam, nüfus patlamasını da beraber getirdi.. avcı toplayıcı iken nüfus, olumsuz bir şeydi. oysa yerleşik yaşamda ne kadar çok ekersek, o kadar çok boğaz doyuyordu..
büyük tarım devrimi, yerleşmemize bir 'ev'imizin olmasına ve bu da gelişme adına daha büyük bir adım atmamıza yol açtı..
medeniyetleşme hareketleri
9.000 yıl önce türkiyedeki anadolu sınırları içinde bulunan çatalhöyük, tarihin ilk medeniyetleşme hareketlerine ev sahipliği yapmış.. bu bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar, medeniyetleşme hareketlerinin 'nasıl' olduğuna dair önemli ipuçları veriyor.. çatalhöyük'te bulunan aileler, çamurlu tuğlalardan yapılma evlerde yaşardı. hayvanlarla beraber.. insanlar düz çatıların üstünde yürüyerek gezermiş ve çatıdan merdivenle inerek eve girermiş.. tarım devriminden 3.000 yıl sonra hayat şartlarımız rahatlık ve güven temelinde oluşmuş..
ancak yerleşik hayatın da tehlikeleri vardı.. toplu yaşam, çiçek, tüberküloz ve kızamık gibi bulaşıcı hastalıkları ilk defa getirmiş oldu.. fakat buna çare yoktu, geri dönüşü yoktu.. ilerleyişin bir bedeli de buydu..
-
ancak nüfusumuz artmaya devam etmiş.. toplumlar büyüdükçe fazla mahsul sahibi çiftçiler, takas ve ticarete yönelmiş.. büyük tüccarlar ve zanaatkarlar ortaya çıkmış.. böylece de halk bölünmeye başlamış olup, zengin – fakir kavramı çıkmış ortaya.. toprak sahipleri, krallar, zengin ve fakirler, tarım devriminden sonra ortaya çıkıyor.. ancak doğaya karşı verilen mücadelemiz burada bitmemiş…
doğaya karşı verilen mücadelenin insanları bir araya getirmesinin en dikkat çekici örneklerinden biri çin'de görülmüş. bundan yaklaşık 4000 yıl önce ı çağlarda 4.800 mil uzunluğundaki sarı ırmak şiddetli yağmurlar sebebiyle taşıyor ve tarım alanlarını yerle bir ediyormuş.. yıllar süren fırtınalar, doğal afetlere yani sellere yol açıyormuş.. yoluna çıkan her şey yok oluyormuş. insanoğlu yine doğaya yenik düşmüştü.. bu alanların, toplumun hayatta kalabilmesi için ırmak ehlileştirilmeli idi.. bir kabile şefinin oğlu olan yu isimli bir mühendisi bu işe çözüm bulmakla görevlendirilmiş.. bedeli ağır, başaramazsa öldürülecek. onun planı babasınınkinden farklı idi.. asırlardır süregelen kabile savaşları yu'nun geliştirdiği sistem hayata geçebilsin diye iş gücü adına bir araya gelip projeye yardımcı oldular..
yu'nun muazzam kanal ağı, bir zaferdi.. sonunda proje işe yaramış ve sellere ket vurulmuştu..yu kahramandı artık.. ödül olarak kabile lideri oldu.. da yu olarak yani büyük yu olarak anılmaya başlandı. büyük bir medeniyetin temelleri bu projesiyle atılmış oldu..
*
buraya kadar olan kısımda şunları görüyoruz.. on binlerce yıllık dünya tarihi, insanoğlunun değişme yeteneğiyle yön değişti. doğaya hakim olmaya çalışırken, tarihe yön verdik.. hayatta kalmamız iş birliği yeteneğimize bağlıydı..
ve tarih başlıyor
hala dünyadan öğreneceğimiz bir çok bilimsel bilinmez var.. ama başka bir antik uygarlık insnalığı bilgi ve öğrenme konusunda çoktan yeni seviyelere çıkartmış.. 3200 yıl önce mısır.. antik dünyanın en büyük medeniyeti..yerleşik yaşam burada, sanatın, hukukun, dilin, dinin, tarihin ve edebiyatın gelişmesini sağlamış..
olağanüstü bir icat gelişti.. yazı.. basit resimlerle işe başlayan mısırlılar, simgeleri kullanarak karmaşık fikirleri aktardı.. yazı bulununca insan tarihi kaydedilebilridi.. hikayemiz ve bilgimiz korunabilir ve paylaşılabilirdi artık.
önce çanak çömleğe yazılırdı.. yazı mısırlıların kanunlar düzenleyerek bir hukuk sistemi geliştirmelerini sağlamış.. mısır medeniyeti gelişti.. insanoğlunun gelişimi yeni bir aşamaya gelmişti.. yazı, iletişimimizi geliştiricek ve toplumsal düzen için daha sağlam bir temel oluşturucaktı.. yeni fikirler ve inançlar bundan sonra büyük bir hızla yayılacaktı..
imparatorluk zamanına az kaldı...
yalnızca mısır'da değil, bir çok yerde eş zamanlı olarak medeniyetler filizleniyordu. insanlar yazıp çiziyor, okuyor, ticaret yapıyor, mimariyi keşfediyordu. bu gelişmeler imparatorlukların temelini oluşturacak, devasa medeniyetlerin kapısını aralayacaktı.. öyle de oldu.. yüzlerce yıl hüküm süren krallar, tiranlar ve imparatorlar doğdu..
alıntılar:
ntv yayınları dünya tarihi
history channel dünya tarihi belgesel
kısa dünya tarihi - ali çimen
bölüm 1- yaşam mücadelesi
bilinen hikayemiz 70 bin yıl önce afrika topraklarında başlıyor.. ilk hominid*lerin kökeninin afrika'ya dayandığına inanılır. hominid, insansı canlılardır. tam olarak insan değillerdir ancak insansı maymunlardır. homo sapiens'in (akıllı insan) yani günümüz insanının atasıdır. bilinen hikayemiz 70 küsür yıl önce başlamış olsa da, ilk hominidler, homo habilis, bunyan yaklaşık 2.3 milyon yıl önce yaşamıştır. homo habilis, homo erectus'a evrildi. homo erectus 1.8 milyon yıl önce afrika'dan göç etmeye başladı.. belki dünya tarihini değiştiren bir hareketin başlangıcı oldu bu.. bu hominidler sonraları evrimleşip, modern insan 'homo sapiens'lere dönüştü..
bu insanlar binlerce yıl lisansız bir şekilde avcılık-toplayıcılıkla sürdürdü yaşamını.. dönemin şartları itibariyle en baskın güdü ''hayatta kalmak''tı. doğal afetler bu hayat mücadelesinin başrol oyuncusuydu.. bu afetler, insan soyu için sürekli bir tehlike arz ediyordu. bu afetler, daha güçlü ve organize bünyelerin hayatta kaldığını ortaya çıkardı.. buna doğal seçilim deniyor.. güçlünün güçsüzü mağlup ettiği ve yaşamını sürdürdüğü yol.. binlerce yıl hayvanların göç yollarını takip eden kabileler afrikadan dünyaya yayıldı..
hayat o günlerde sürekli hareket halindeydi. bir yere yerleşip orada yerleşik bir yaşam sürmek ölüm ile eşdeğerdi. yiyecek ve içecek için bitmek bilmeyen uzun yürüyüşler yapılıyordu. yerleşik bir yaşam, kaynakların tükenmesi demektir. tamamiyle tüketici bir toplum hakim olduğu için üretim 0 idi. bu koşulda en iyi yol sürekli hareket etmekti. hayatta kalmak bunu gerektirirdi.. yaz ve ilkbahar aylarında yapılan uzun yürüyüşleri kış ve nispeten sonbaharda mağarada kalmak izliyordu.. doğal bir koruma sağlayan mağaralar, kışın çetin şartlarından bir nebze de olsa koruyordu. ilk hominidler kalabalık aileler halinde bir arada yaşayıp, işleri ortaklaşa yapıyorlardı.. taştan yontulan kesici aletleri kullanarak hayvan postlarından giysiler ve başka eşyalar yapıyorlardı..
dna zincirini takip eden bilim adamlarının yaptığı deney ve incelemeler sonucunda bugün hayatta olan herkesin tek bir kadına bağlandığı öğrenildi. bu kadın hepimizin evrensel annesi yani mitokondriyal havva (mitochondrial eve) olarak kabul ediliyor.
zamanla nüfusumuz artmış ve tüm dünyaya nüfuz etmişiz.. bu evrensel annemizin kabilesinin yürüyüşü bitmedi.. başlarda afrika, arap yarımadası, ve hindistanı izleyerek asya'ya yayılmışız.. hatta bazı atalarımız avustralya'ya kadar ulaşmış. avrupaya yaklaşık 45 bin yıl önce ulaşmışlar.. atalarımız, avrupaya yerleşmeye başladığında yalnız olmadıklarını keşfetmiş.
bir tür ile karşı karşıya gelmişiz.. neandertaller.. aynı kaynaklar için onlarla savaştık. onlar daha iri ve güçlü. ama bizim zekamız, lisanımız vardı.. bu bir çok yönden bizim için artı hanede puan getirmişti.. insanlar avrupada dağılmaya başladıkça, neandertal nüfusu azaldı.. tahminlere göre biz insanlar yok ettik onları.. ama kendi soyumuzun tükenme tehlikesi de vardı.. 25 bin yıl önce ısı hızla düştü.. kuzey yarımkürenin büyük bir kısmı buz kütleleri kapladı.. ya adapte olacakatık, ya ölecektik..zor durumlarda kaldıkça yaşama güdüsü ağır basıp basit araçlar keşfetmeye başladık.. bu gereçler devri yarattı.. örneğin iğne.. hayvan postlarından yapılan elbiseleri dikmek için kullanıldı başlarda.. güney fransada ortaya çıktı ve şimdi 17.000 yaşında. dikili giysiler sayesinde sert buzul çağında hayatta kaldık. insan, dünyanın en büyük yırtıcısına dönüşmüştü.. minik bir iğne tarih yazmıştı, tarihimizi değiştirmişti..
yaratıcı zekasını kullanarak hayvan adelelerini ip olarak kullanıp, iğneyi de bunun için kullanan homo sapiensler, zeki insanlar yalnızca bununla yetinmedi.. adeta tarih yazıcılığına soyunduğunun kanıtı niteliğinde şeyler yapmıştır.. artık hayatta kalmanın ötesinde bir şeyler aramaya başlamış.. fransız pinelerindeki mağaralarda varlığımızı kanıtlar nitelikte mağara resimleri bulunmaktadır.. ilk tarih yazma çalışmalırımız 27. bin yıl önce başladı.. el izleri, işaretleri bulundu.. benzer el izlerine, güney afrika, kuzey amerika, arjantin ve avustralya da da rastlanmıştır. birbirlerinden kilometlerce uzaklarda yaşayan atalarımız adeta biz buradayız diye haykıran el izleri bırakarak kendimizi ve dünyamızı analamlandırma çabamızı ortaya koymuştur..
gelişmemizi sürdürmek için artık tek engel kalmıştı.. doğaya hakim olmak!
15 bin yıl önce, dünyanın ısısı yükselmeye başlıyordu.. dünya ısınıyordu. iklim yumuşadıkça bizim avcı toplayıcı atalarımız, kendilerini doğadan faydalanmak için yeni yollarda atmıştır..devasa bir adım atmak üzereyiz. atalarımız, toprak mahsülü meyve sebze ve tahılları inceleyip, gözlemleyip biz de üretebilir miyiz, kendimiz yetiştirebilir miyiz gibi çok basit ve önemli bir soru sormuşlar. bu basit soru tarihe imzasını devasa harflerle atmıştır.. bu sayede yaklaşık 10 bin yıl önce tarım başlamış oldu..
bu bizi, avcı toplayıcı iken çiftçiye dönüştürdü.. bu, dünya sahnesinde gerçekleşmiş bir çok tarihi olaydan birisidir.. yeni yaşam şeklimiz, ileriyi düşünmemize yol açtı.. emeğimizin karşılığını alıyorduk.. çiftçilik, dünyayı yönlendirme gücümüzün olduğunun bir kanıtı idi. bereketli hilalde başlayan bu devrimi, takip eden 5 bin yıl boyunca tüm avrupa'ya yayıldı.çin, hindistan ve güney amerika halkı da kendi tarım yöntemlerini süreçle birlikte geliştirdi.. üç büyük ürün öndeydi, buğray, pirinç ve mısır.. bugün bile bu 3 gıda temel besin maddelerimizden..
ama gelişmenin de bir bedeli vardı.. avcı ve toplayıcı yaşamı terk edip, çiftçiliğe adım atınca insanlar küçülmeye, daha dayanıksız olmaya başlamış. boylar kısalıyor, eklemlerde kireçlenme başlıyordu ve yaşam süresi kısalmıştı.. tarımla birlikte geçilen yerleşik yaşam, nüfus patlamasını da beraber getirdi.. avcı toplayıcı iken nüfus, olumsuz bir şeydi. oysa yerleşik yaşamda ne kadar çok ekersek, o kadar çok boğaz doyuyordu..
büyük tarım devrimi, yerleşmemize bir 'ev'imizin olmasına ve bu da gelişme adına daha büyük bir adım atmamıza yol açtı..
medeniyetleşme hareketleri
9.000 yıl önce türkiyedeki anadolu sınırları içinde bulunan çatalhöyük, tarihin ilk medeniyetleşme hareketlerine ev sahipliği yapmış.. bu bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar, medeniyetleşme hareketlerinin 'nasıl' olduğuna dair önemli ipuçları veriyor.. çatalhöyük'te bulunan aileler, çamurlu tuğlalardan yapılma evlerde yaşardı. hayvanlarla beraber.. insanlar düz çatıların üstünde yürüyerek gezermiş ve çatıdan merdivenle inerek eve girermiş.. tarım devriminden 3.000 yıl sonra hayat şartlarımız rahatlık ve güven temelinde oluşmuş..
ancak yerleşik hayatın da tehlikeleri vardı.. toplu yaşam, çiçek, tüberküloz ve kızamık gibi bulaşıcı hastalıkları ilk defa getirmiş oldu.. fakat buna çare yoktu, geri dönüşü yoktu.. ilerleyişin bir bedeli de buydu..
-
ancak nüfusumuz artmaya devam etmiş.. toplumlar büyüdükçe fazla mahsul sahibi çiftçiler, takas ve ticarete yönelmiş.. büyük tüccarlar ve zanaatkarlar ortaya çıkmış.. böylece de halk bölünmeye başlamış olup, zengin – fakir kavramı çıkmış ortaya.. toprak sahipleri, krallar, zengin ve fakirler, tarım devriminden sonra ortaya çıkıyor.. ancak doğaya karşı verilen mücadelemiz burada bitmemiş…
doğaya karşı verilen mücadelenin insanları bir araya getirmesinin en dikkat çekici örneklerinden biri çin'de görülmüş. bundan yaklaşık 4000 yıl önce ı çağlarda 4.800 mil uzunluğundaki sarı ırmak şiddetli yağmurlar sebebiyle taşıyor ve tarım alanlarını yerle bir ediyormuş.. yıllar süren fırtınalar, doğal afetlere yani sellere yol açıyormuş.. yoluna çıkan her şey yok oluyormuş. insanoğlu yine doğaya yenik düşmüştü.. bu alanların, toplumun hayatta kalabilmesi için ırmak ehlileştirilmeli idi.. bir kabile şefinin oğlu olan yu isimli bir mühendisi bu işe çözüm bulmakla görevlendirilmiş.. bedeli ağır, başaramazsa öldürülecek. onun planı babasınınkinden farklı idi.. asırlardır süregelen kabile savaşları yu'nun geliştirdiği sistem hayata geçebilsin diye iş gücü adına bir araya gelip projeye yardımcı oldular..
yu'nun muazzam kanal ağı, bir zaferdi.. sonunda proje işe yaramış ve sellere ket vurulmuştu..yu kahramandı artık.. ödül olarak kabile lideri oldu.. da yu olarak yani büyük yu olarak anılmaya başlandı. büyük bir medeniyetin temelleri bu projesiyle atılmış oldu..
*
buraya kadar olan kısımda şunları görüyoruz.. on binlerce yıllık dünya tarihi, insanoğlunun değişme yeteneğiyle yön değişti. doğaya hakim olmaya çalışırken, tarihe yön verdik.. hayatta kalmamız iş birliği yeteneğimize bağlıydı..
ve tarih başlıyor
hala dünyadan öğreneceğimiz bir çok bilimsel bilinmez var.. ama başka bir antik uygarlık insnalığı bilgi ve öğrenme konusunda çoktan yeni seviyelere çıkartmış.. 3200 yıl önce mısır.. antik dünyanın en büyük medeniyeti..yerleşik yaşam burada, sanatın, hukukun, dilin, dinin, tarihin ve edebiyatın gelişmesini sağlamış..
olağanüstü bir icat gelişti.. yazı.. basit resimlerle işe başlayan mısırlılar, simgeleri kullanarak karmaşık fikirleri aktardı.. yazı bulununca insan tarihi kaydedilebilridi.. hikayemiz ve bilgimiz korunabilir ve paylaşılabilirdi artık.
önce çanak çömleğe yazılırdı.. yazı mısırlıların kanunlar düzenleyerek bir hukuk sistemi geliştirmelerini sağlamış.. mısır medeniyeti gelişti.. insanoğlunun gelişimi yeni bir aşamaya gelmişti.. yazı, iletişimimizi geliştiricek ve toplumsal düzen için daha sağlam bir temel oluşturucaktı.. yeni fikirler ve inançlar bundan sonra büyük bir hızla yayılacaktı..
imparatorluk zamanına az kaldı...
yalnızca mısır'da değil, bir çok yerde eş zamanlı olarak medeniyetler filizleniyordu. insanlar yazıp çiziyor, okuyor, ticaret yapıyor, mimariyi keşfediyordu. bu gelişmeler imparatorlukların temelini oluşturacak, devasa medeniyetlerin kapısını aralayacaktı.. öyle de oldu.. yüzlerce yıl hüküm süren krallar, tiranlar ve imparatorlar doğdu..
alıntılar:
ntv yayınları dünya tarihi
history channel dünya tarihi belgesel
kısa dünya tarihi - ali çimen
ignorance is bliss ile çatışma halinde olan motto. bilgi'nin güç ve otorite getirdiği söylenir burada. oysa, 5-6 haneli maaş alan kimselerin kelime dağarcığı 150-200 kelimeden oluşur. bilgi arttıkca sıkıntı artar. kimisi deliriverir. ancak bilgi, daha ziyade özgürleştirir. zincirlerinden kurtarır insanı. idealar dünyasına vip bilet alınmasını sağlar... bilgi, erdem'in dünyadaki izdüşümüdür. kişinin öz farkındalığında açacağı yeni delikler, öğreneceği yeni şeyler kişiyi daha olgunlaştırır. bu minvalde yapılan her ''eylem'' kişiye bir öze-yönelim yaşatır. sonuç olarak bu da, kişinin kendini aşmasına, kendini tekrar etmemesine hatta erdemli bir birey olmasına sebebiyet verir.
bilgi belki para getirmez. ancak paranın getiremeyeceği şeyleri bırakıverir kucağınıza. aklınızın derinliklerine. bilgi her yöne çekilebilir. çok nötr'dür bilgi.. ahlaktan ve zamandan, kişiden ve etikten bağımsızdır.
bilgi belki para getirmez. ancak paranın getiremeyeceği şeyleri bırakıverir kucağınıza. aklınızın derinliklerine. bilgi her yöne çekilebilir. çok nötr'dür bilgi.. ahlaktan ve zamandan, kişiden ve etikten bağımsızdır.