bugünkü iktidarın durumunu, ve daha da önemlisi iktidara destek veren geniş kitlenin psikolojisini ''makyavellist'' bir propagandayla açıklamak iyi niyetli bir çaba da olsa, yanılgı içinde bir tabloya bakıyor olmak demektir.
son üç yıldır yaşadığımız siyasetin ruhu faşizmin esin kaynağı kitle psikolojisi teorisinin mimarlarından fransız sosyolog gustave le bon'un tarif ettiği ruhtur.
gustave le bon; kitlelerin telkine yatkın, bilinç dışının egemenliğine girme güdüsünün kuvvetli olduğunu söyler. olgulara göre değil, imgelere göre hareket ederler. le bon'un fikirlerini çevirmiş osmanlı'nın son dönem aydınlarından abdullah cevdet, kitle psikolojisinin kalabalıklar içindeki bireylerin 'aklını alan' bu dinamiğine, 'cumhur ruhu' der.
bugün muhalefete yaratıcı hiç bir eylem ve tutum içinde olmadığı için deli gibi kızıyoruz. anca durum koşullarının tahlilini yapıyorlar. demem o ki dostlar, bunu bile beceremiyorlar.
mao sağlığında derdi ki; ''maşallah herkes maocu ama beni anlıyabilen bir kişi bile yok etrafımda''. tamam maşallahı ben ekledim. mao ve freud'un ne ilgisi var, çıktık yola birkez kurarız.
''hoca da her şeyi cinselliğe bağlıyor'' demek, her ne kadar kendisine sığ bir yaklaşım olsa da doğru bir yaklaşımdır.
karl marks'a göre tarihte olmuş bütün savaşlar ve ileride olacak savaşlar iktisadi temellere dayanan savaşlardır. dinmiş, vatanmış, milletmiş, onurmuş, hepsi işin lezzetli sosları sadece. tarihin gördüğü en büyük savaşlardan biri olan ''truva savaşında da'' helen, bir özne değil objedir. olayın baş rolü değil, özünde fügranıdır.
''amaaannn, sigmund freud'da her şeyi cinselliğe bağlıyor, sapıtık adam canım'' diyenler şu an sözlüğümüzün sol framine bir baksınlar.
sigmund freud, beynimizin en karanlık dehlizlerine doğru bir bıçak sapladı diye kendisini recm etmek işin kolayıdır. hocabey, herşeyi cinselliğe bağlıyarak bunun böyle olması gerektiğini söylemez. insan beyninin en karanlık noktalarına bir ayna tutarak tedaviye başlar. sonra ki amacı o bölgeleri ışıkla temizlemektir. ama bir bütün halinde insanlığımız, mao'yu da çok yanlış anlamış hocabeyi de.
bağladım işte sonunda mao'ya. bunu yapabileceğimi hiç sanmıyordum ama yaptım.
''hoca da her şeyi cinselliğe bağlıyor'' demek, her ne kadar kendisine sığ bir yaklaşım olsa da doğru bir yaklaşımdır.
karl marks'a göre tarihte olmuş bütün savaşlar ve ileride olacak savaşlar iktisadi temellere dayanan savaşlardır. dinmiş, vatanmış, milletmiş, onurmuş, hepsi işin lezzetli sosları sadece. tarihin gördüğü en büyük savaşlardan biri olan ''truva savaşında da'' helen, bir özne değil objedir. olayın baş rolü değil, özünde fügranıdır.
''amaaannn, sigmund freud'da her şeyi cinselliğe bağlıyor, sapıtık adam canım'' diyenler şu an sözlüğümüzün sol framine bir baksınlar.
sigmund freud, beynimizin en karanlık dehlizlerine doğru bir bıçak sapladı diye kendisini recm etmek işin kolayıdır. hocabey, herşeyi cinselliğe bağlıyarak bunun böyle olması gerektiğini söylemez. insan beyninin en karanlık noktalarına bir ayna tutarak tedaviye başlar. sonra ki amacı o bölgeleri ışıkla temizlemektir. ama bir bütün halinde insanlığımız, mao'yu da çok yanlış anlamış hocabeyi de.
bağladım işte sonunda mao'ya. bunu yapabileceğimi hiç sanmıyordum ama yaptım.
senaristlerin psikopat bir karakter yaratayım derken, çığır açtığı delikanlı bir abimizdir. walter white hoca, bu güzel insana ''maşallah'' dedikten sonra altı ay yaşamıştır. işte bu bir dramdır.
''insan olmak'' cümlesi belki de kurulmuş kurulabilecek en altı doldurulması gereken cümlelerden biri iken nasıl başarabilmeşssek bunu ağzımızda sadece bir pelesenk olarak kullanırız.
sevgili barış manço bu şarkısında, insanlara insan olmayı olabilecek en insanca şekilde anlatmıştır. barış abi bunu her ne kadar sade bir dille yapmaya çalışmış olsa da, özünde derin ironiler taşıyan bir eserdir. bir bakımdan da, büyük sanatçının insanlığa bir isyanı ve sitemidir.
insanoğlu haddin bilir kem söz söylemez iken
elalemin namusuna yan gözle bakmaz iken
bir sofra kurulmuş ki halil ibrahim adına
ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok
bir sofra kurulmuş ki halil ibrahim adına
ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok
daha çatal bıçak kaşık icat edilmemişken
ismail'e inen koç kurban edilmemişken
bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok
bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok
yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası
topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası
bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok
bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
alnı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye
kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye
nefsine hakim olursan kurulursun tahtına
çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına
halat gibi bileğiyle yayla gibi yüreğiyle
çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler
buyurun sizde buyurun
buyurun dostlar buyurun
barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa
dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa
sapa kulba kapağa itibar etme dostum
içi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
sapa kulba kapağa itibar etme dostum
içi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
sevgili barış manço bu şarkısında, insanlara insan olmayı olabilecek en insanca şekilde anlatmıştır. barış abi bunu her ne kadar sade bir dille yapmaya çalışmış olsa da, özünde derin ironiler taşıyan bir eserdir. bir bakımdan da, büyük sanatçının insanlığa bir isyanı ve sitemidir.
insanoğlu haddin bilir kem söz söylemez iken
elalemin namusuna yan gözle bakmaz iken
bir sofra kurulmuş ki halil ibrahim adına
ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok
bir sofra kurulmuş ki halil ibrahim adına
ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok
daha çatal bıçak kaşık icat edilmemişken
ismail'e inen koç kurban edilmemişken
bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok
bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok
yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası
topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası
bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok
bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
alnı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye
kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye
nefsine hakim olursan kurulursun tahtına
çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına
halat gibi bileğiyle yayla gibi yüreğiyle
çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler
buyurun sizde buyurun
buyurun dostlar buyurun
barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa
dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa
sapa kulba kapağa itibar etme dostum
içi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
sapa kulba kapağa itibar etme dostum
içi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
yıllardır ortadoğu halkları kıllı bıyıklı, en fazla kabile şefi olabilecek donanıma sahip erkeklerin testesteron gel gitlerinin keyfine göre yönetilir. halklarımız bu zulúm altında yoksulluktan inim inim inlese de, bu histeri kaplı iğrenç yönetimler altında kendilerini güvende hisederler.
batı medeniyetinin bizden en büyük farkı siyasette bu kirliliğe dayanan erki ortadan kaldırmalarıydı. bundan yüz yıl önce evrensel bir anayasa yapıp (anayasalar bir toplum sözleşmesi olarak nitelense de, özü itibatariyle devletle toplum sözleşmeleridir. devrimden sonra bu burjuva anlayış yok edilecek olsa da, şimdilik ortadoğu feodalizminden ileridir) virgülüne dokunmamışlardır. devlet, toplum ve erkinin uzlaşısı halinde yönetilir.
bu titrine abd başkanı denen sarı çiyan 100 yıllık demokrasi medeniyetini menfî surette ters yüz etmekte. bu çıyanın, başkan olmadan önce seks yaptığı kadınları anlattığı bir tapesi düşmüştü medyaya. günlük hayatta bu kadar iğrençleşen bir arkadaşımı evimin eşiğinden sokmam ben. abd halkı başına tac etti. başlarına gelecek herşey de müstehaktır.
batı medeniyetinin bizden en büyük farkı siyasette bu kirliliğe dayanan erki ortadan kaldırmalarıydı. bundan yüz yıl önce evrensel bir anayasa yapıp (anayasalar bir toplum sözleşmesi olarak nitelense de, özü itibatariyle devletle toplum sözleşmeleridir. devrimden sonra bu burjuva anlayış yok edilecek olsa da, şimdilik ortadoğu feodalizminden ileridir) virgülüne dokunmamışlardır. devlet, toplum ve erkinin uzlaşısı halinde yönetilir.
bu titrine abd başkanı denen sarı çiyan 100 yıllık demokrasi medeniyetini menfî surette ters yüz etmekte. bu çıyanın, başkan olmadan önce seks yaptığı kadınları anlattığı bir tapesi düşmüştü medyaya. günlük hayatta bu kadar iğrençleşen bir arkadaşımı evimin eşiğinden sokmam ben. abd halkı başına tac etti. başlarına gelecek herşey de müstehaktır.
anayasa kavramı fakültelerde okutulurken "toplum sözleşmesidir" diye tanımlanarak anlatılmaya başlansa da, burjuva siyasetin öznel koşulları altında hiç de öyle bir yapısal durum içermezler. burjuva hukukun pratiği içinde, anayasayı tanımlayacak olursak, devlet erkini elinde bulunduran hegemonya ile halkın bir sınır sözleşmesidir diyebiliriz.
stalnist arkadaşların, ilerici yönleriyle pek övündüğü 1938 sovyet anayası da, biçim itibariyle bu burjuva anlayışla ele alınmış bir anatayasıdır.
ülkemizde ise durum tam olarak yerli ve milli bir muhteviyat içerir. ne yazık ki bizim devletimiz, bin dokuz yüz kırklardan itibaren topluma karşı bir savaş içerisindedir. kanuni esasi ve 1921 anayasası hariç, bütün anayasalarımız bir toplumsal sözleşme olması gerekirken, hegemonya tarafından, topluma açılan savaşta güçlü bir silah olacak şekilde hazırlanmış ve uygulanmışlardır.
stalnist arkadaşların, ilerici yönleriyle pek övündüğü 1938 sovyet anayası da, biçim itibariyle bu burjuva anlayışla ele alınmış bir anatayasıdır.
ülkemizde ise durum tam olarak yerli ve milli bir muhteviyat içerir. ne yazık ki bizim devletimiz, bin dokuz yüz kırklardan itibaren topluma karşı bir savaş içerisindedir. kanuni esasi ve 1921 anayasası hariç, bütün anayasalarımız bir toplumsal sözleşme olması gerekirken, hegemonya tarafından, topluma açılan savaşta güçlü bir silah olacak şekilde hazırlanmış ve uygulanmışlardır.
bir süredir evde amatör olarak solucan deliği yapıyorum. cern bu işe benden 2-3 yıl önce başladı. ha bir de yaklaşık 300 milyar dolar gibi bir bütçeyle başladı ama olsun. neden zaman makinası yapmaya çalışmadığımı soranlara söyleyeyim. zaman makinası demode birşey. şöyle de bir paradoks içerir. zaman makinasıyla şimdinin geçmişine gidemezssin. ancak icat ettiğin an'ın geleceğine ve geçmişine gidebilirsin. yani son vidayı taktıktan sonra, ''gelmişini geçmişini sikeim böyle işin'' demek istemiyorum. tabii ki, uzayda bizden başka medeniyetler zaman makinasını bizden önce icat etmişlerse şimdinin geçmişine gitmek mümkündür. ama ibinalar kesin şifre koymuşlardır, bu yaştan sonra uzaylı götü yalamak bize yakışmaz. hem zaman makinasıyla paralel evrenler arası yolculuk da yapılmaz.
sanırım istanbul türkçesiyle söylenişi "akgül", aşık veysel şivesiyle "ağgül" olan çok güzel bir kadın ismi. son iki gündür büyük ozanımız veysel'in bu türküsünü günün ve gecenin değişik zamanlarında kendime saplamaktayım. hayır yahuu, akgül diye bir kadına aşık falan olmadım, akgül diye kimseyi tanımıyorum bile, hem delirdim mi ki ben bu yaştan sonra bir insana aşık olayım. ama farz-ı misal oldum, bir kızım olsun ve ismi "ağgül duygu" olsun diye hayallere dalıyor insan işte. hayal kurmak mı daha büyük delilik, aşık olmak mı? aslında ikisi de aynı şey mi? peki bir offf çeksem karşıki dağlar yıkılır mı?
içerimde bir bokluk var
yıkıyorum, yıkıyorum, yıkılmıyor
yüzümde bir maske var
çekiyorum, çekiyorum, çıkmıyor
böğrümde bir ölü çocuk
ölüyorum, ölüyorum, ölmüyor
gözümde bir çakmak var
çakıyorum, çakıyorum, çakıyor
suratınıza!
can yücel
yıkıyorum, yıkıyorum, yıkılmıyor
yüzümde bir maske var
çekiyorum, çekiyorum, çıkmıyor
böğrümde bir ölü çocuk
ölüyorum, ölüyorum, ölmüyor
gözümde bir çakmak var
çakıyorum, çakıyorum, çakıyor
suratınıza!
can yücel
güzel bir can yücel şiiridir;
marx'ın da pek sevdiği bir latin sözünü anımsıyorum
nihil humanum mihi alienum est
bu sözün altına ben de imzamı basıyorum
insana ilişkin ne varsa kabulüm
şu hümanistler hariç
can yücel.
marx'ın da pek sevdiği bir latin sözünü anımsıyorum
nihil humanum mihi alienum est
bu sözün altına ben de imzamı basıyorum
insana ilişkin ne varsa kabulüm
şu hümanistler hariç
can yücel.
güzel bir can yücel şiiridir;
ince uzun bir hayvan
çarpıyor
çarpıyor
çarpıyordu kendini taşlara.
canı mı sıkılıyor
can mı çekişiyordu yoksa?
yok efendim dedi yanımdaki adam
gömlek değiştiriyor yılan
bu hallerden anlarız dedi az çok
biz de sınıf değişmiştik bi zaman
can yücel
ince uzun bir hayvan
çarpıyor
çarpıyor
çarpıyordu kendini taşlara.
canı mı sıkılıyor
can mı çekişiyordu yoksa?
yok efendim dedi yanımdaki adam
gömlek değiştiriyor yılan
bu hallerden anlarız dedi az çok
biz de sınıf değişmiştik bi zaman
can yücel
sevmek sahiplenmenin en güzel yoludur, sahiplenmekse sevmenin en kötü yolu.
selman arapçada ''kapı'' anlamına gelen bir sözcük ve ali'nin farsi bir kölesidir. ilgili kişinin gerçek adını bilmiyorum, ama ali ile aralarında olan yüksek sevgi bağından ötürü ''ali'nin kapısı''anlamına da gelen ''selman'' lakabını almıştır. selman ali'nin vefatından sonra iran'a gider ve şiilik mezhebini kurar.
koskoca sovyetler birliğini yıkan olgunun bile sorumlusu bu yabancılaşmak psikozudur. bir işçi devleti olmak hayaliyle kurulan sovyetler birliğinde işçiler sistem eliyle emeğe yabancılaşmışlardır. reel sosyalizmi yenen güç, kapitalizm değil esas itibarıyla buna benzer olgulardır.
günümüzde insanımız kapitalist modernite eliyle her şeye yabancılaştırılmış durumda. günümüzdeki sistem, insana ve topluma karşı açtığı savaşta, bireyin elinden özgün bütün tanımlarını almıştır. insanımızın kendini tanıma çabasında bile sistem onu en korkunç yöntemlerle manipüle etmektedir. insanımızın gönlünden sevgi alınmış, eline kirli tüketim maddeleri sıkıştırılmıştır.
son dönemde acil servislerde anksiyete bozuklukları nedeniyle acılar çeken sayısız genç görmekteyim. kanaatimce gençlerimizin sağlığındaki bu hızlı bozulmanın bile müsebbipi bu yabancılaşma psikozudur.
günümüzde insanımız kapitalist modernite eliyle her şeye yabancılaştırılmış durumda. günümüzdeki sistem, insana ve topluma karşı açtığı savaşta, bireyin elinden özgün bütün tanımlarını almıştır. insanımızın kendini tanıma çabasında bile sistem onu en korkunç yöntemlerle manipüle etmektedir. insanımızın gönlünden sevgi alınmış, eline kirli tüketim maddeleri sıkıştırılmıştır.
son dönemde acil servislerde anksiyete bozuklukları nedeniyle acılar çeken sayısız genç görmekteyim. kanaatimce gençlerimizin sağlığındaki bu hızlı bozulmanın bile müsebbipi bu yabancılaşma psikozudur.
antik yunanda ''müzik yoluyla arınmak'' demek olan kavramın adıdır. bende ki tam karşılığı ise alevi nefesleriyle arınmaktır.
usta şairimiz cahit sıtkı tarancı'nın '' abbas'' şiirini mustafa keser sayesinde artık herkes biliyor da, yazık ki cahit'in ''abbas'' öyküsü çok bilinmez. ''abbas'' şairimizin hayatında gerçekten de çok önemli yeri olan bir şahsiyettir. tarancı çocukluğunda ninesinden bir şehzade masalı dinlemiş. bu şehzade aşkı yolunda memleket memleket gezerken, yoksul bir teyzeye yardım eder. teyze de ermiş bir kişiymiş meğerse. şehzadeye saçından iki tutam verir. ne zaman darda kalsa bu iki saçı birbirine vurmasını öğütler. o zaman karşısına ''abbas'' adında bir cin gelecek ve ne emri olursa yapacaktır.
cahit büyür ve askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine katılır. bölük komutanı ilk iş olarak kendisine bir emireri seçmesini söyler. cahit askerlerin adının olduğu listeye bakar. orada askerin birinin isminin ''abbas oğlu abbas'' olduğunu görür. aklına hemen ninesinin masalı gelir ve abbas'ı emir eri yapar. abbas mardin midyad'lı çakı gibi bir askerdir. türkçesi kıttır. ama kendisi de bir kürd olan tarancı yazık ki neden abbas'ın türkçesinin kıt olduğu bahsine değinmemiştir. şarimizin her türlü hizmetine koşan bu saygılı çocuk sadece cahit gündüz vakti rakı sofrası istediği zaman ''akşam komutanım akşam'' diye geçiştirirmiş. öyle bir akşamda cahit içerken abbası da karşısına alır ve der ki;
-abbas sen istanbul'u bilir misin?
- bilirim komutanım.
- beşiktaş'ı bilir misin?
-bilirim komutanım.
- tamam o zaman, gideceksin yarın oradan benim ilk sevgilimi alıp buraya getireceksin.
- emredersin komutanım.
tarancı o gece sızar. sabah uyandığında abbas'ı sivillerini giymiş olarak görür.
-niye böyle giyindin oğlum?
-dün siz dediniz yaa komutanım sabah gideceksin ve beşiktaş'tan ilk sevgilimi bana getireceksin.
şimdi sözü şiire bırakıyorum.
haydi abbas, vakit tamam;
akşam diyordun işte oldu akşam.
kur bakalım çilingir soframızı;
dinsin artık bu kalb ağrısı.
şu ağacın gölgesinde olsun;
tam kenarında havuzun.
aya haber sal çıksın bu gece;
görünsün şöyle gönlümce.
bas kırbacı sihirli seccadeye,
göster hükmettiğini mesafeye
ve zamana.
katıp tozu dumana,
var git,
böyle ferman etti cahit,
al getir ilk sevgiliyi beşiktaş'tan;
yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
cahit büyür ve askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine katılır. bölük komutanı ilk iş olarak kendisine bir emireri seçmesini söyler. cahit askerlerin adının olduğu listeye bakar. orada askerin birinin isminin ''abbas oğlu abbas'' olduğunu görür. aklına hemen ninesinin masalı gelir ve abbas'ı emir eri yapar. abbas mardin midyad'lı çakı gibi bir askerdir. türkçesi kıttır. ama kendisi de bir kürd olan tarancı yazık ki neden abbas'ın türkçesinin kıt olduğu bahsine değinmemiştir. şarimizin her türlü hizmetine koşan bu saygılı çocuk sadece cahit gündüz vakti rakı sofrası istediği zaman ''akşam komutanım akşam'' diye geçiştirirmiş. öyle bir akşamda cahit içerken abbası da karşısına alır ve der ki;
-abbas sen istanbul'u bilir misin?
- bilirim komutanım.
- beşiktaş'ı bilir misin?
-bilirim komutanım.
- tamam o zaman, gideceksin yarın oradan benim ilk sevgilimi alıp buraya getireceksin.
- emredersin komutanım.
tarancı o gece sızar. sabah uyandığında abbas'ı sivillerini giymiş olarak görür.
-niye böyle giyindin oğlum?
-dün siz dediniz yaa komutanım sabah gideceksin ve beşiktaş'tan ilk sevgilimi bana getireceksin.
şimdi sözü şiire bırakıyorum.
haydi abbas, vakit tamam;
akşam diyordun işte oldu akşam.
kur bakalım çilingir soframızı;
dinsin artık bu kalb ağrısı.
şu ağacın gölgesinde olsun;
tam kenarında havuzun.
aya haber sal çıksın bu gece;
görünsün şöyle gönlümce.
bas kırbacı sihirli seccadeye,
göster hükmettiğini mesafeye
ve zamana.
katıp tozu dumana,
var git,
böyle ferman etti cahit,
al getir ilk sevgiliyi beşiktaş'tan;
yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
çok başarılı bir ispanyol filmidir. sıradan yaşantısı, güzel bir karısı olan bir beyfendinin tesadüfler sonucu zaman yolculuğu kısır döngüsüne girmesi mevzuularından oluşur. ''ormanda veya evde yalnız olduğunuz için korkmazssınız, belki de yalnız olmadığınız için korkarsınız'' deyimini aklımdan defalarca geçirten filmdir. belki yönetmenin bile öyle bir amacı yoktur ama bu filmi kendi uydurduğum bir sinema türüne oturtmak isterim. ''sosyal bilimkurgu'' film dram desen dram değildir, bilimkurgu desen bilimkurgu değildir. sade bir bilimkurgu üzerinden insan hayatındaki en acı verici kısır döngüleri seyircinin yüzüne bir tokat gibi çarpmaktadır.
uzun uzun intihar mektupları yazıp intihar etmemek. zamanında tesadüfü bir yolla iyi geldiğini anlamıştım. benim amacım ciddi ciddi intihar etmekti mektupları yazarken. 8-10 sayıfa mektuuplarım vardır ama hepsini yaktım birisi bulur da endişelenir acıma duygusula beni tekrar intihar eşiğine getirir diye korktuğum için. mektuplarımdan aklımda kalan en önemli şey sevdiğim insanlara bol bol okunacak kitap ve izlenecek film öneriyordum. ulan aptal adam geberirken bile ukelalık peşindeymişssin, kısa bir özür notuyla sktrp gitsene işte.
neyse, mektuplardan sonra gerekli araç gereci hazırlıyordum. sürekli listesini değiştirdiğim ama üç aşağı beş yukarı aynı olan 5-7 şarkı oluyordu kafamda son kez dinlemek için açıyordum onları. mis gibi rakım, paraya kıyıp aldığım uzun morlboro soft. ulan içine sıçayım benim gibi intihar edecek adamın konformistliğine. neyse öyle bir hıçkırıklarla ağlardım ki o şarkıları dinlerken herşeyi sonraya ertelerdim. oysa ki o şarkıları dinleme amacım konformistliğimden falan değil, sktr olup gitmeyi garantiye almak amaçlı bana motivasyon olsun diye idi. ama hayır yapamadım yapamadım. gün içinde tesadüfen o şarkıları duysam ölüm gibi birşeyler hisediyordum ama herşey hazırken kendime son vuruşu yapamıyordum işte.
çok sonraları okuduğum bir makaleye göre, gözyaşlarının insan bünyesinde çok önemli bir antidepresan etkisi olduğunu öğrendim. şimdi iyi ki mi o şarkıları dinliyormuşum diyim, hayy kafama sıçayım mı deyim kararsızım. sakın siz intihar etmeyin. ama ilaa edecek olursanız da, kısa bir notla falan gitmeyin. giderken uzun uzun kafa skmeyeceksiniz ölümün zevki nerede kalır ki.
bu da böyle bir anımdır. öyle işte.
neyse, mektuplardan sonra gerekli araç gereci hazırlıyordum. sürekli listesini değiştirdiğim ama üç aşağı beş yukarı aynı olan 5-7 şarkı oluyordu kafamda son kez dinlemek için açıyordum onları. mis gibi rakım, paraya kıyıp aldığım uzun morlboro soft. ulan içine sıçayım benim gibi intihar edecek adamın konformistliğine. neyse öyle bir hıçkırıklarla ağlardım ki o şarkıları dinlerken herşeyi sonraya ertelerdim. oysa ki o şarkıları dinleme amacım konformistliğimden falan değil, sktr olup gitmeyi garantiye almak amaçlı bana motivasyon olsun diye idi. ama hayır yapamadım yapamadım. gün içinde tesadüfen o şarkıları duysam ölüm gibi birşeyler hisediyordum ama herşey hazırken kendime son vuruşu yapamıyordum işte.
çok sonraları okuduğum bir makaleye göre, gözyaşlarının insan bünyesinde çok önemli bir antidepresan etkisi olduğunu öğrendim. şimdi iyi ki mi o şarkıları dinliyormuşum diyim, hayy kafama sıçayım mı deyim kararsızım. sakın siz intihar etmeyin. ama ilaa edecek olursanız da, kısa bir notla falan gitmeyin. giderken uzun uzun kafa skmeyeceksiniz ölümün zevki nerede kalır ki.
bu da böyle bir anımdır. öyle işte.
yakında beni walahala'nın kapısında "gardaşım hoşgeldin kardaşım, birşeye ihtiyacın var mı gardaşım, şarap getirin ulan turuncu abinize" diye karşılayacak olan tanrımız amin.
onun yerine loki karşılarsa yaraa yering şaraplarıyla idare ederiz artık
onun yerine loki karşılarsa yaraa yering şaraplarıyla idare ederiz artık
bunu iddia eden insanlar tarihin en büyük trolleridir diyeceğim de, bunlar kendileri de olayın böyle olduğuna inanıyorlar. gerçi yurdumda troller son yıllarda öyle bir evrim geçirdi ki, kendi söylediği saçmalığa kendi inanan troller bile türedi. geçen yüzyılda büyük bilim insanları insanlık adına sayısız yararlı buluşa imza attı. bu yüzyılda ise biz ''derin sığlık'' diye bir kavram icat ettik ve korkarım hergün daha hızla mükemelleştiriyoruz bunu.
türk şiiri, türk edebiyatı, biz türkiye'lilerin dünya da en çok gurur duymamız gereken üretimlerinin başında gelmelidir. asla antik yunan, antik roma, veya antik arap edebiyatı kadar köklü bir geleneğimiz olmasa da modern türk edebiyatı evrensel anlamda büyük saygınlık kazanmıştır. hatta türkçe den yabancı dillere çevrilen eser sayısı modern yunan edebiyatından kat be kat fazladır.
ferhan şensoy'dan okumuştum. paris'te o zamanlar çok büyük bir tiyarocudan ders almak için yanına gider. adam kibirli mi kibirli, ters mi ters bir adam. ferhan ustayı önce geri çevirir. sonra çağırır ve sorar ''sen nazım hikmet'in türkiye'sinden mi geliyorsun?'' evet yanıtını alınca, bu kibirli adam yelkenleri suya indirir. ferhan şensoy'un dediğine göre türk olmak dünyada bir tek o zaman işine yaramıştır.
şiirlerimiz çok güzeldir. ve şiirlerimizi enaz o şiirin kalitesi değerinde besteleyen modern bestecilere de sahibiz iyi ki de. büyük şair ve demokrasi şehidi metin altıok'un kavaklar şiiri de bu nitelilktedir.
bedenim üşür, yüreğim sızlar.
ah kavaklar, kavaklar...
beni hoyrat bir makasla
eski bir fotoğraftan oydular.
orda kaldı yanağımın yarısı,
kendini boşlukla tamamlar.
omzumda bir kesik el,
ki durmadan kanar.
ah kavaklar, kavaklar...
acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
ferhan şensoy'dan okumuştum. paris'te o zamanlar çok büyük bir tiyarocudan ders almak için yanına gider. adam kibirli mi kibirli, ters mi ters bir adam. ferhan ustayı önce geri çevirir. sonra çağırır ve sorar ''sen nazım hikmet'in türkiye'sinden mi geliyorsun?'' evet yanıtını alınca, bu kibirli adam yelkenleri suya indirir. ferhan şensoy'un dediğine göre türk olmak dünyada bir tek o zaman işine yaramıştır.
şiirlerimiz çok güzeldir. ve şiirlerimizi enaz o şiirin kalitesi değerinde besteleyen modern bestecilere de sahibiz iyi ki de. büyük şair ve demokrasi şehidi metin altıok'un kavaklar şiiri de bu nitelilktedir.
bedenim üşür, yüreğim sızlar.
ah kavaklar, kavaklar...
beni hoyrat bir makasla
eski bir fotoğraftan oydular.
orda kaldı yanağımın yarısı,
kendini boşlukla tamamlar.
omzumda bir kesik el,
ki durmadan kanar.
ah kavaklar, kavaklar...
acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
''iktidar her yerdedir der. okul, kışla, kilise, fabrika, buralar iktidarın üretildiği yerlerdir ve buralarda iktidara boyun eğme, itaat etme öğretilir. örneğin; ilk olarak okulda öğrendiğimiz, kapıyı çalıp içeri girmek, zil çalınca sınıftan dışarı çıkmak.
akıl hastaneleri ve hapishanelerin ise toplum üzerinde dolaylı baskı kurmak yoluyla iktidarı sağladığını söyler. ona göre, ne hapishanelerin amacı mahkumu ıslah etmek ne de akıl hastanelerininki akıl hastalarını tedavi etmektir. bu sayılan yerler, dışarıdakiler üzerinde dolaylı bir kapatılma tehdidi oluşturarak, onları itaat etmeye, iktidara boyun eğmeye koşullandırır. bu anlamda modern toplum da bir nevi hapishanedir. kim olduğunu bilmeyiz ama izlendiğimizi bilerek davranırız.''
akıl hastaneleri ve hapishanelerin ise toplum üzerinde dolaylı baskı kurmak yoluyla iktidarı sağladığını söyler. ona göre, ne hapishanelerin amacı mahkumu ıslah etmek ne de akıl hastanelerininki akıl hastalarını tedavi etmektir. bu sayılan yerler, dışarıdakiler üzerinde dolaylı bir kapatılma tehdidi oluşturarak, onları itaat etmeye, iktidara boyun eğmeye koşullandırır. bu anlamda modern toplum da bir nevi hapishanedir. kim olduğunu bilmeyiz ama izlendiğimizi bilerek davranırız.''
mesleğini devrimci bir namusla ele alan dostları tenzih ederim ki, pek çoğu yasal torbacılardır.
aslında türkler bulmuştur. batılılar bizden çalmıştır. özü itibariyle yerli ve millidir. ben artık fiili ve sürekli hale gelen ohal yönetimine tepki gereği öpüşmüyorum.
bazen dünyanın kurtuluşu ve güzelliği için çok mu makro laflar ediyoruz diye düşünüyorum. her birimiz bu yiğit fotoğrafçı karakerinde insanlar olabilsek dünya binkat daha yaşanılabilir bir yer olmaz mı zaten?
olayın şu şekilde ceryan ettiğine eminim. bu yiğit fotoğrafçı kendi derdi olmayan bir şeyi dert ediniyor. o mükemmel vicdanına laf geçiremiyor ve gereken neyse onu yapıyor. şimdi bu yiğidin yüreğini bir düşleyin. size hiçbir zararı olmayan, hatta bir miktar da maddi yararı olacak bir kötülük var ortada. kötülüğe itraz ettiğinizde fiziksel linç olasılığınız yüksek. siz hiç düğün sahibine düğününde posta koyabilir misiniz? dünyanın en iğrenç testesteronlar gezegenidir düğün yerleri. bu konuyu da bir ara irdeliyeceğim. ama siz kendi canınızı hiçe sayarak, hiç tanımadığınız bir cana edilen kötülüğe kafa atıyorsunuz.
ey yiğit dost; öperim o tertemiz alnından ve ellerinden.
olayın şu şekilde ceryan ettiğine eminim. bu yiğit fotoğrafçı kendi derdi olmayan bir şeyi dert ediniyor. o mükemmel vicdanına laf geçiremiyor ve gereken neyse onu yapıyor. şimdi bu yiğidin yüreğini bir düşleyin. size hiçbir zararı olmayan, hatta bir miktar da maddi yararı olacak bir kötülük var ortada. kötülüğe itraz ettiğinizde fiziksel linç olasılığınız yüksek. siz hiç düğün sahibine düğününde posta koyabilir misiniz? dünyanın en iğrenç testesteronlar gezegenidir düğün yerleri. bu konuyu da bir ara irdeliyeceğim. ama siz kendi canınızı hiçe sayarak, hiç tanımadığınız bir cana edilen kötülüğe kafa atıyorsunuz.
ey yiğit dost; öperim o tertemiz alnından ve ellerinden.