pek değerli kadın bir sosyoloğumuzun da dediği gibi george orwell yaşasaydı erdoğan'ı ayakta alkışlardı. 1984 romanının evrenindeki barış bakanlığını anımsattı bana bu herekat ismi.
zira artık insanın başta kendine sonra soyut somut, iyi kötü her şeye yabancılaştığı bu sistemde normal hal budur. zaten artık ohal'de de değiliz. hal normal haldir.
savaş-barıştır
özgürlük-köleliktir....
fikret kızılok'un kıymeti bilinmemiş muhteşem bir lumpenlik taşlamasıdır.
adidasla tekkelere gidersin
baklavayla whiskyleri içersin
nescafeyle falımıza bakarsın
bu can sana kurban olsun
adidasla tekkelere gidersin
baklavayla whiskyleri içersin
nescafeyle falımıza bakarsın
bu can sana kurban olsun
ferhan şensoy evreninin muhteşem dizisi olan boş gezen ve kalfasının açılış müziğindeki sözdür. bu yapımı övecek kelime bulamıyorum. youtube de bütün bölümleri mevcut. kendinize bir iyilik yapın ve izleyin derum.
ve yine ustamızın dediği gibi, aylak aylak gezmek, aylak aylak oturmaktan iyidir.
ve yine ustamızın dediği gibi, aylak aylak gezmek, aylak aylak oturmaktan iyidir.
solun da solunda bir solcu olarak aşırı sevdiğim insandır. bizzat tanırım kendisini, adam gibi adam değil insan gibi insandır. halkla kollektif bir şekilde başarılarının devamını dilerim.
sağda solda kalitesiz pozlar kesmeyi bırakın da cevaplayın sayın vekil. nadira kadirova'ya ne oldu?
titre metiner geldi gelmekte olan. çıktı iki gözümün çiçeği. bundan sonra demirtaş'a da, yüksekdağ'a da, sırrı abeye de terorist diyene alnını karışlıyarak sorarım. kimsin lan sen? hakim misin savcı mısın? yargı kararıyla aklanan kimseye hiç kimse böyle yaftalar yakıştıramaz.
yaa bu çocuklardan terorist mi olur bir gidin allah aşkına.
işte karşınızda ferhat tunç'un ğaz arkadaşları. polisin attığı var ya işte o.
yaa bu çocuklardan terorist mi olur bir gidin allah aşkına.
işte karşınızda ferhat tunç'un ğaz arkadaşları. polisin attığı var ya işte o.
türkiye halkının neden kitap okumadığına dair asırlık bir yalan vardır. osmanlı'ya matbaa geç gelmişmiş de, ondanmış da. yıllar önce bu hususta doyurucu bir yazı okumuştum. özetle türkiye halkının kendine tahamülü yoktur. kitap okumak bir kendine tahamül işidir diyordu.
kanaatimce kaliteli yaşamın baş harfi insanın kendisine tahamül edebilmesidir. bu insan şunu da anlar ve bilir ki, bireyin kendisiyle ilişkisi başkalarıyla da ilişkisidir. başkalarıyla ilişkisi kendisiyle ilişkisidir.
kanaatimce kaliteli yaşamın baş harfi insanın kendisine tahamül edebilmesidir. bu insan şunu da anlar ve bilir ki, bireyin kendisiyle ilişkisi başkalarıyla da ilişkisidir. başkalarıyla ilişkisi kendisiyle ilişkisidir.
muhteşem bir hasan hüseyin korkmazgil şiiridir;
anlatmak istedikçe herseyi birden yitiriyorum
bir kutupyıldızı bir ben bir dinmeyen ağrılarım
yapayalnız kalıyorum birden güzelim
ve müthiş ağlamak istiyorum
gecenin kanatları kırık bir saati var bilmem bilir misin
ölüm korkusu alkol gibi yayılır damarlara
sakın o saatte sokaklara çıkma
denize bakma
karanlığa
yıldızlara bakma sakın
o saat
işte güzelim o saat
ölüm, o ateşkuşu
ölüm; o mavidüğüm
deniz kızlarının türküsünü söyler
ben yalnızım
orkestrada kırık bir saz
kanayarak koşan bir kurt
yüreğim dağbaşında unutulmuş vakur bir bayrak yırtılırcasına
bir kutup yıldızı bir ben bir dinmeyen ağrılarım
çiftleşen kuşların böceklerin insanların yalnızlığı
ve müthiş ağlamak istiyorum
anlatmak istedikçe herseyi birden yitiriyorum
bir kutupyıldızı bir ben bir dinmeyen ağrılarım
yapayalnız kalıyorum birden güzelim
ve müthiş ağlamak istiyorum
gecenin kanatları kırık bir saati var bilmem bilir misin
ölüm korkusu alkol gibi yayılır damarlara
sakın o saatte sokaklara çıkma
denize bakma
karanlığa
yıldızlara bakma sakın
o saat
işte güzelim o saat
ölüm, o ateşkuşu
ölüm; o mavidüğüm
deniz kızlarının türküsünü söyler
ben yalnızım
orkestrada kırık bir saz
kanayarak koşan bir kurt
yüreğim dağbaşında unutulmuş vakur bir bayrak yırtılırcasına
bir kutup yıldızı bir ben bir dinmeyen ağrılarım
çiftleşen kuşların böceklerin insanların yalnızlığı
ve müthiş ağlamak istiyorum
muhteşem bir hasan hüseyin korkmazgil şiiridir. bir çoğumuzun hayatının en hakikat özetidir;
uyuyup uyuyup uyanıyorum
hah diyorum
herhalde tamam
yağmur yağmayagörsün zifiri karanlıkta
şimşekler çiziçizivermesin penceremin camını
ışıklar kararmasın tren kalkarken
hah diyorum
herhalde tamam
ağaçlara bakıyorum her bahar
ağaçlarda bir telâş bir telâş soluksoluğa
böcekler geziniyor damarlarımda
hah diyorum
herhalde tamam
sigaram bitse geceyarısı
iki kişi karanlıkta birşeyler fısıldaşsa
iki beygir boşansa koşumlarından
bir it kırsa zincirini durup dururken
koşaradım geçenler olsa bulvardan
şunu buna onu ona sarılır görsem
biri bir mantar tabancası patlatsa
bir gazeteyi birkaç kişi birden okusa
uzun uzun düdükler – betonda kahkahalar
hah diyorum
herhalde tamam
durmadan büyüyor büyüyor saksıda çiçek
sıcakların ardından soğuklar geliyor çıkıp
yerelması büyüyor da büyüyor yerin altında
her sabah yeni yeni kitaplar vitrinlerde
gazeteler koca koca başlıklar çekiyorlar
biri bir heykele nutuk çekiyor
biri şifreli bir telgraf çekiyor
cankurtaran geçiyor vınlayarak
hah diyorum
herhalde tamam
ve günler böylece gelip geçiyor
ne it ne at ne yağmur
ne saksıda durmadan büyüyen çiçek
ne vurulan kapım ne çalan zilim
hiçbiri hiçbiri getirmiyor bana
yıllaryılı beklediğim o güzel günü
uyuyup uyuyup uyanıyorum
hah diyorum
herhalde tamam
yağmur yağmayagörsün zifiri karanlıkta
şimşekler çiziçizivermesin penceremin camını
ışıklar kararmasın tren kalkarken
hah diyorum
herhalde tamam
ağaçlara bakıyorum her bahar
ağaçlarda bir telâş bir telâş soluksoluğa
böcekler geziniyor damarlarımda
hah diyorum
herhalde tamam
sigaram bitse geceyarısı
iki kişi karanlıkta birşeyler fısıldaşsa
iki beygir boşansa koşumlarından
bir it kırsa zincirini durup dururken
koşaradım geçenler olsa bulvardan
şunu buna onu ona sarılır görsem
biri bir mantar tabancası patlatsa
bir gazeteyi birkaç kişi birden okusa
uzun uzun düdükler – betonda kahkahalar
hah diyorum
herhalde tamam
durmadan büyüyor büyüyor saksıda çiçek
sıcakların ardından soğuklar geliyor çıkıp
yerelması büyüyor da büyüyor yerin altında
her sabah yeni yeni kitaplar vitrinlerde
gazeteler koca koca başlıklar çekiyorlar
biri bir heykele nutuk çekiyor
biri şifreli bir telgraf çekiyor
cankurtaran geçiyor vınlayarak
hah diyorum
herhalde tamam
ve günler böylece gelip geçiyor
ne it ne at ne yağmur
ne saksıda durmadan büyüyen çiçek
ne vurulan kapım ne çalan zilim
hiçbiri hiçbiri getirmiyor bana
yıllaryılı beklediğim o güzel günü
muhteşem bir hasan hüseyin korkmazgil şiiridir;
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası
ayvalar çiçekteydi
güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
düğünçiçekleri şenlikli
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
bahardan kışa düştüm
acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim
severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası'nı
kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası
ayvalar çiçekteydi
güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
düğünçiçekleri şenlikli
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
bahardan kışa düştüm
acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim
severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası'nı
kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü
muhteşem bir hasan hüseyin korkmazgil şiiridir;
ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım
şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları
masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu
o donuk maviliği masal cennetlerinin
bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız
ama siz aptalsınız aptalsınız
birgün masallaşırsam görün işte cüceliğimi
aktıkca büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız
daha çocuk bile değilsiniz siz
devler çizersiniz altın sarayların kapılarına
sonra durup ağlarsınız ağlarsınız
bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz
neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış
alıcıkuşlar döner ürpertili etlerınize
mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz
atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda
sürülerle kaçarsınız kaçarsınız
aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım
şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları
masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu
o donuk maviliği masal cennetlerinin
bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız
ama siz aptalsınız aptalsınız
birgün masallaşırsam görün işte cüceliğimi
aktıkca büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız
daha çocuk bile değilsiniz siz
devler çizersiniz altın sarayların kapılarına
sonra durup ağlarsınız ağlarsınız
bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz
neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış
alıcıkuşlar döner ürpertili etlerınize
mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz
atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda
sürülerle kaçarsınız kaçarsınız
aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım
aşkın, mücadelenin ve türkçenin en az nazım hikmet kadar önemli bir şairidir. ömrü sürgünler, maphuslar ve suikastlerle geçmiş bir öğretmendir.
bugün bir kez daha hayatını okurken basit bir cümle tüm vücudumu karıncalatmaya yetti. ''ankara'da öldü''
ankara'dan bu kadar uzakta ve hasretle bir kez daha acıyla andım öğretmenimi. epeydir dileklerimi o kadar minimalleştirdim ki, en önemlilerinden biri ankara'da ölmek.
ustamızın ruhuna ve diline saygıyla;
başımı döndürüp bakamıyorum
nasıl kaldı gerilerde onca yıl
karanlık bir gömütlüğü düşte geçmiş gibiyim
tatmadığım bir içkiyi bir akşam
afrikasal bir törende içmiş gibiyim
birdenbire kan yağmurlu bir bulut
birdenbire kan kokulu bir duman
şaşkınlıktan gemileri yakmış gibiyim
ışıklarla oynamayın / dedim ben size
yararı yok karanlıkta sürek avının
dedim ben size
yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların
tutanaklar yanlış yazar
dedim ben size
karanlığı az kullanın / kirliler kokar birgün
birgün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız
kirlilere sığınmayın / dedim ben size
yararı yok oynaşmanın törensel aklıklarda
kaçın kaçabilirseniz uzak sulara
ışıklarla oynamayın / dedim ben size
bugün bir kez daha hayatını okurken basit bir cümle tüm vücudumu karıncalatmaya yetti. ''ankara'da öldü''
ankara'dan bu kadar uzakta ve hasretle bir kez daha acıyla andım öğretmenimi. epeydir dileklerimi o kadar minimalleştirdim ki, en önemlilerinden biri ankara'da ölmek.
ustamızın ruhuna ve diline saygıyla;
başımı döndürüp bakamıyorum
nasıl kaldı gerilerde onca yıl
karanlık bir gömütlüğü düşte geçmiş gibiyim
tatmadığım bir içkiyi bir akşam
afrikasal bir törende içmiş gibiyim
birdenbire kan yağmurlu bir bulut
birdenbire kan kokulu bir duman
şaşkınlıktan gemileri yakmış gibiyim
ışıklarla oynamayın / dedim ben size
yararı yok karanlıkta sürek avının
dedim ben size
yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların
tutanaklar yanlış yazar
dedim ben size
karanlığı az kullanın / kirliler kokar birgün
birgün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız
kirlilere sığınmayın / dedim ben size
yararı yok oynaşmanın törensel aklıklarda
kaçın kaçabilirseniz uzak sulara
ışıklarla oynamayın / dedim ben size
ayırmışlar seni benden
aramızda cam bölme
biliyorum ordasın sen
şu camın arkasındasın
şu incecik
şu zavallı
renkli camın ardındasın
yapayalnızsın
uzanmışsın soylu çıplaklığınla
ama çıplak değilsin
pembesin
yeşilsin
morsun
kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa
akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan
gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa
kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu
biliyorum
biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini yolcu uçaklarını
filmin öbür yarını
sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yanlızlığını
aşkın kedi çığlığını ıslaklığını
içkinin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun
biliyorum
yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin
saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun
biliyorum
bekliyorsun ağlayarak
a mavi kuşu
bense öbür yüzünde zavallı camın
vangölü'nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana:
-tamarraaaa
ah tamarraaa
güzel tamarraaa!
bitmiyor su
bitmiyor su
kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dalgalara
varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar bizden sonra seninle beni
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik
o zavallı
cam bölme.....
hasan hüseyin korkmazgil
aramızda cam bölme
biliyorum ordasın sen
şu camın arkasındasın
şu incecik
şu zavallı
renkli camın ardındasın
yapayalnızsın
uzanmışsın soylu çıplaklığınla
ama çıplak değilsin
pembesin
yeşilsin
morsun
kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa
akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan
gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa
kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu
biliyorum
biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini yolcu uçaklarını
filmin öbür yarını
sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yanlızlığını
aşkın kedi çığlığını ıslaklığını
içkinin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun
biliyorum
yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin
saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun
biliyorum
bekliyorsun ağlayarak
a mavi kuşu
bense öbür yüzünde zavallı camın
vangölü'nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana:
-tamarraaaa
ah tamarraaa
güzel tamarraaa!
bitmiyor su
bitmiyor su
kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dalgalara
varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar bizden sonra seninle beni
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik
o zavallı
cam bölme.....
hasan hüseyin korkmazgil
aslında karşılaştırmalı edebiyata örnek verilemez tabii fakat iki büyük ozanımızdan, farklı cümlelerle güzel bir temenni;
''mevlam ayrılık vermesin gökte uçan kuşa leylam''
neşet ertaş
''istemem çeksin aşk acısını, her kim anarsa barış adını''
barış manço
''mevlam ayrılık vermesin gökte uçan kuşa leylam''
neşet ertaş
''istemem çeksin aşk acısını, her kim anarsa barış adını''
barış manço
ölürken çocuklarımı unuttum
küçük deniz kirpikleriyle sabah
denedim bütün sabahları.
sana sürgünümün şarabını bıraktım al
mumlarını güzelliğin ve hiçliğin
bir de kaygumun soluk ellerini.
denedim bütün ölümleri
ama görmedim büyülü ağaç
ezilmiş sevdaların giysileri.
sana ayrılığın yayını bıraktım al
bir de adını bilmediğim gökyüzünü
lamalar gibi koşar bozkırda.
oysa ölümsüzlük şuracıkta,kar
güneşi gibi doldurmuş odayı,basit,
anlamsız ve tek başına.
ayaklarım hayvan,üstüm başım bitki
denedim bütün vakitleri al
başka türlü geçmeyen bir vakitti.
muhteşem dizelerinin sahibidir.
küçük deniz kirpikleriyle sabah
denedim bütün sabahları.
sana sürgünümün şarabını bıraktım al
mumlarını güzelliğin ve hiçliğin
bir de kaygumun soluk ellerini.
denedim bütün ölümleri
ama görmedim büyülü ağaç
ezilmiş sevdaların giysileri.
sana ayrılığın yayını bıraktım al
bir de adını bilmediğim gökyüzünü
lamalar gibi koşar bozkırda.
oysa ölümsüzlük şuracıkta,kar
güneşi gibi doldurmuş odayı,basit,
anlamsız ve tek başına.
ayaklarım hayvan,üstüm başım bitki
denedim bütün vakitleri al
başka türlü geçmeyen bir vakitti.
muhteşem dizelerinin sahibidir.
Balıklar için deniz lazım,
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını
Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için
Birşey lazım değil.
Melih Cevdet Anday
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını
Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için
Birşey lazım değil.
Melih Cevdet Anday
Bu eylemselliği gerçekleştirecek birey önceden çok dillendirmez genellemesi ne kadar doğru bilmiyorum. İntihar etmek durumunun anlık bir fiil değil süreç olduğu kanaatindeyim.
En az yaşamak kararı kadar intihar etmek süreci de olağan üstü bir süreçtir. İnsan ruhu bir kazana atılmışçasına yoğun kaynar durur bu süreçte. Daha önce bir çok yamayla mükemmeleştirdiğiniz sayısız anlamsallık kaotik bir entropiye dönüşür. Doğadaki ve insanlardaki bütün çelişkiler kıl kıl dağılır, çözülür bu süreçte. Zaten kendinizi çoktan param parça etmişsinizdir. Elinizde tuttuğunuz ruhunuzun yumakları kötü kokusu dayanılmazdır. Ellerinizden zaten nefret ediyorsunuzdur artık.
Gezegenler ve sonsuz uzay yıldızlar kadar çok nedenleri olabilir bu halin. Hepsinin son tahlildeki formülasyonu çaresizliktir. Dayanılmazlık ve dayanışılmasızlıktır.
Uzun süredir herkese çok ayıp olur diye intihar etmiyorum. Ulan yüz binlerce güzellik arasından böyle bir yaşama sebebi süzer mi insan kendine? Her şeyin entropisinden gelen koku burnumun direğini kırıyor.
Viktor hugo'nun da ölmeden önce dediği gibi.
"Işık, ne olur biraz daha ışık"
En az yaşamak kararı kadar intihar etmek süreci de olağan üstü bir süreçtir. İnsan ruhu bir kazana atılmışçasına yoğun kaynar durur bu süreçte. Daha önce bir çok yamayla mükemmeleştirdiğiniz sayısız anlamsallık kaotik bir entropiye dönüşür. Doğadaki ve insanlardaki bütün çelişkiler kıl kıl dağılır, çözülür bu süreçte. Zaten kendinizi çoktan param parça etmişsinizdir. Elinizde tuttuğunuz ruhunuzun yumakları kötü kokusu dayanılmazdır. Ellerinizden zaten nefret ediyorsunuzdur artık.
Gezegenler ve sonsuz uzay yıldızlar kadar çok nedenleri olabilir bu halin. Hepsinin son tahlildeki formülasyonu çaresizliktir. Dayanılmazlık ve dayanışılmasızlıktır.
Uzun süredir herkese çok ayıp olur diye intihar etmiyorum. Ulan yüz binlerce güzellik arasından böyle bir yaşama sebebi süzer mi insan kendine? Her şeyin entropisinden gelen koku burnumun direğini kırıyor.
Viktor hugo'nun da ölmeden önce dediği gibi.
"Işık, ne olur biraz daha ışık"
biz de bir maymun türü olan insanlar olarak evrimi üzerinde direk hükmettiğimiz muhteşem varlık türleridir. belki de doğada yaptığımız bir kaç iyi şeyden biridir bu durum.
bundan on bin sene önce artıklarımızla beslenmek için peşimize takılan kurt, çakal ve tilki hayvanları bizim artıklarımızdan beslenip avlanma yeteneklerini kaybetmişlerdir. zamanla aramızda ortak iş birliği sonucu da günümüzde çeşit çeşit köpek türüne evrimleşmişlerdir.
bundan on bin sene önce artıklarımızla beslenmek için peşimize takılan kurt, çakal ve tilki hayvanları bizim artıklarımızdan beslenip avlanma yeteneklerini kaybetmişlerdir. zamanla aramızda ortak iş birliği sonucu da günümüzde çeşit çeşit köpek türüne evrimleşmişlerdir.
son zamanlarda kemalist olduğunu iddia edip aynı zamanda turancılığa övgüler düzen çokça cahil türedi. oysa teşbihte hata olmaz, gazi paşanın genç cumhuriyeti kurarken ömrü bu ittihatçı tayfanın pisliklerini temizlemekle çürüdü.
gazi paşa daha 1913 yılında bulgaristan'da ateşeyken istanbul'a bir mektup yazarak balkan harbinin vatanı ne büyük felaketlere sürüklediğine işaret eder. ve içi boş hayallerle, almanya'nın kuyruğunda bir savaşa girilmemesini vurgular.
cumhuriyetin kuruluşundan sonra da bu ittihatçı, turancı tayfanın burnunu bile memlekete sokturmaz.
gazi paşa daha 1913 yılında bulgaristan'da ateşeyken istanbul'a bir mektup yazarak balkan harbinin vatanı ne büyük felaketlere sürüklediğine işaret eder. ve içi boş hayallerle, almanya'nın kuyruğunda bir savaşa girilmemesini vurgular.
cumhuriyetin kuruluşundan sonra da bu ittihatçı, turancı tayfanın burnunu bile memlekete sokturmaz.
saçma sapan geçen bugünkü hastane nöbetimden alakasız bir kaç sıradan durumdan bahsetmek istiyorum.
kantinde ismi devrim olan 4 yaşında bir çocuk gördüm. saçma sapan bir şekilde çocuğa sarılıp ağlayasım geldi. sonra kantindeki bütün şeker ve çikolataları ona almak istedim. annesi yanlış anlar diye düşündüm önce. sonra yanımda hemşire bir kadın arkadaşımdan güç alarak biraz oynadım çocukla bir kaç da çikolata alıp içimi sevgi ışığıyla tatmin ettim.
sırf ismini devrim deniz koymak için çocuk yapılmaz mı yahu? tabii ki yapılmaz. fakat can işte bu çekiyor. neyse bakalım hele şu küresel ısınma falan mevzuları ne olacak. bu yaştan sonra bizi sevecek iyi bir kadın çıkar mı? böyle bir kadın aklını peynir ekmekle mi yedi? ben mi aklımı peynir ekmekle yedim? tabii hep bunlar devrim'in yan öğeleri.
sonra otobüs durağında 1 yaşında bebesi kucağında muhteşem bir cennet güzelliğinde uyuyan baba gördüm. çok şiir bilirim de, doğum hastanesinde çalıştığım zamanlarda, doğan çocuklarını ilk defa gören babaların gözlerinden daha güzel şiirler okumamamışımdır bugüne kadar. bu ayrı bir konu tabii. bu arkadaşımız bebesinin ateşini evdeki dijital ateş ölçerle yanlış ölçmüş 39.5 çıkmış. oysa bebenin ateşi normal 38.5. adamı o halde eşi aradı, doktorun ne dediğini öğrenmek için. adam eşini hınçla ''şimdi sana izahhat mı vereceğim, eve gelince konuşuruz'' şeklinde azarladı. bir erkeğin iyi bir insan olduğuna dair belki de yanlış olan bir genellemem vardır. karısını seven erkekler iyi insanlardır. çok az erkek tanıyorum ki karısını seviyor. bir de kız çocuklarının sevdikleri babalar iyi insanlardır. meğer bahsettiğim adam öküzmüş.
son olarak 19-20 yaşlarında iki genç ve annesi yaklaştı yanıma çevrede nöbetçi eczane olup olmadığını sordu. dedim gençler akıllı telefonunuzda gerekli bilgi var. nasıl bakıyoruz ona abi dediler. çıldıracaktım. her ski biliyonuz da akıllı telefonda bunu da ben mi öğreteceğim demedim tabii. googleyin dedim, sigaramı söndürdüm gittim.
bu da böyle bir anım ve hikayem oldu işte.
kantinde ismi devrim olan 4 yaşında bir çocuk gördüm. saçma sapan bir şekilde çocuğa sarılıp ağlayasım geldi. sonra kantindeki bütün şeker ve çikolataları ona almak istedim. annesi yanlış anlar diye düşündüm önce. sonra yanımda hemşire bir kadın arkadaşımdan güç alarak biraz oynadım çocukla bir kaç da çikolata alıp içimi sevgi ışığıyla tatmin ettim.
sırf ismini devrim deniz koymak için çocuk yapılmaz mı yahu? tabii ki yapılmaz. fakat can işte bu çekiyor. neyse bakalım hele şu küresel ısınma falan mevzuları ne olacak. bu yaştan sonra bizi sevecek iyi bir kadın çıkar mı? böyle bir kadın aklını peynir ekmekle mi yedi? ben mi aklımı peynir ekmekle yedim? tabii hep bunlar devrim'in yan öğeleri.
sonra otobüs durağında 1 yaşında bebesi kucağında muhteşem bir cennet güzelliğinde uyuyan baba gördüm. çok şiir bilirim de, doğum hastanesinde çalıştığım zamanlarda, doğan çocuklarını ilk defa gören babaların gözlerinden daha güzel şiirler okumamamışımdır bugüne kadar. bu ayrı bir konu tabii. bu arkadaşımız bebesinin ateşini evdeki dijital ateş ölçerle yanlış ölçmüş 39.5 çıkmış. oysa bebenin ateşi normal 38.5. adamı o halde eşi aradı, doktorun ne dediğini öğrenmek için. adam eşini hınçla ''şimdi sana izahhat mı vereceğim, eve gelince konuşuruz'' şeklinde azarladı. bir erkeğin iyi bir insan olduğuna dair belki de yanlış olan bir genellemem vardır. karısını seven erkekler iyi insanlardır. çok az erkek tanıyorum ki karısını seviyor. bir de kız çocuklarının sevdikleri babalar iyi insanlardır. meğer bahsettiğim adam öküzmüş.
son olarak 19-20 yaşlarında iki genç ve annesi yaklaştı yanıma çevrede nöbetçi eczane olup olmadığını sordu. dedim gençler akıllı telefonunuzda gerekli bilgi var. nasıl bakıyoruz ona abi dediler. çıldıracaktım. her ski biliyonuz da akıllı telefonda bunu da ben mi öğreteceğim demedim tabii. googleyin dedim, sigaramı söndürdüm gittim.
bu da böyle bir anım ve hikayem oldu işte.
şimdi yaşamlarında aşka, aşkın gözü kördür gibi skindirik öğretilmiş ve dayatılan klişelerle yaklaşanlara bir siktirin gidin diyorum.
aşk gözü en çok açık olması gereken olgudur. yüksek bir düşünce eylemi ve öngörü tutarlılığı gerektirir. sevdiğiniz insan sizin için ne kadar emek vermeyi göze alabilir? yaşamında ne kadar tutarlı? aşkın ana amacı olan mutluluk hususunda birbirimizi yaşamda ne kadar ilerletebiliriz gibi ana maddelerin cevapları verilmeyen hiç bir olgu aşk değildir.
bunlar dışında çektikleriniz zavallılık ve kalitesiz pembe dizi senaryolarıdır. aptal saptal ankisiyetelerinizdir.
aşk gözü en çok açık olması gereken olgudur. yüksek bir düşünce eylemi ve öngörü tutarlılığı gerektirir. sevdiğiniz insan sizin için ne kadar emek vermeyi göze alabilir? yaşamında ne kadar tutarlı? aşkın ana amacı olan mutluluk hususunda birbirimizi yaşamda ne kadar ilerletebiliriz gibi ana maddelerin cevapları verilmeyen hiç bir olgu aşk değildir.
bunlar dışında çektikleriniz zavallılık ve kalitesiz pembe dizi senaryolarıdır. aptal saptal ankisiyetelerinizdir.
kürtler gerçekten şanslı bir ulus. çok iyi nitelikte müzik yapan yüzlerce türkçe gruptan haberdar ve dinleyip haz almaktalar. fakat işte bir kısım türk'ün gözünde canavarlaştırıldıkları için türk ulusu o kadar şanslı değil. gerçi o bir kısım türk de, kürt düşmanı değildir, terör düşmanıdırlar.
kürt diline hiç bir düşmanlık beslemedikleri o kadar bellidir ki batman'da bir cafe'de kürtçe aşk şarkısı söyleyen sanatçıya bu yüzyılda hayatı zindan falan etmezler.
neyse. ben hala tanışıp güzelleşeceğimize ve bir birimizden sayısız hisler öğreneceğimize inanıyorum.
gelin hadi buna başlanacak en güzel yerlerden biri olan koma amed'den başlayalım.
(koma kürtçede grup demektir. amed'de diyarbakır'ın geleneksel ismidir.)
kürt diline hiç bir düşmanlık beslemedikleri o kadar bellidir ki batman'da bir cafe'de kürtçe aşk şarkısı söyleyen sanatçıya bu yüzyılda hayatı zindan falan etmezler.
neyse. ben hala tanışıp güzelleşeceğimize ve bir birimizden sayısız hisler öğreneceğimize inanıyorum.
gelin hadi buna başlanacak en güzel yerlerden biri olan koma amed'den başlayalım.
(koma kürtçede grup demektir. amed'de diyarbakır'ın geleneksel ismidir.)
türkiye dışında islam aleminde kullanılmayan, peygamberler ve sahabelerinin isimlerinin başına getirilen sıfattır. toplumda peygamberler ve sahabelerinden bahsedilirken ismin başına getirilir.
bir ateist olarak elbetteki hiç bir din büyüğüne saygısızlık yapma hakkım yoktur. fakat toplumda bu konular konuşulurken, ilgili insanların ismini zikredeceğim zamanlarda bu sıfatı getirmezseniz üzerinizde baskı oluşur. neden inanmadığım bir dinin peygamberi için ''hazret'' diyim ki hiç anlamam. gerçi islam hoşgörü dini, bu dinde asla zorlama ve baskı gibi şeyler yoktur.
bir ateist olarak elbetteki hiç bir din büyüğüne saygısızlık yapma hakkım yoktur. fakat toplumda bu konular konuşulurken, ilgili insanların ismini zikredeceğim zamanlarda bu sıfatı getirmezseniz üzerinizde baskı oluşur. neden inanmadığım bir dinin peygamberi için ''hazret'' diyim ki hiç anlamam. gerçi islam hoşgörü dini, bu dinde asla zorlama ve baskı gibi şeyler yoktur.
en sevdiğim orhan veli şiiridir;
kaybolmak üzre suya düşen bilezik;
bak, bütün kırışıklar silindi sudan.
son saatimde mi uyandım uykudan,
neden boş geçen yıllardan içim ezik?
durdu beni ölüme götüren kervan.
eski bir şarkı söyleniyor rüzgarda.
duydum ki sevmeyi bilen dudaklarda
benim ilahilerim hala okunan.
sevgilim...... ellerime dokunaraktan..
beni çağıran bir eda var sesinde.
bu muydu insanlara son nefesinde
görüneceğinden bahsedilen şeytan?
sular çekilmiye başladı köklerde
ısınmaz mı acaba ellerimde kan?
ah! ne olur bütün güneşler batmadan
bir türkü daha söyliyeyim bu yerde!
kaybolmak üzre suya düşen bilezik;
bak, bütün kırışıklar silindi sudan.
son saatimde mi uyandım uykudan,
neden boş geçen yıllardan içim ezik?
durdu beni ölüme götüren kervan.
eski bir şarkı söyleniyor rüzgarda.
duydum ki sevmeyi bilen dudaklarda
benim ilahilerim hala okunan.
sevgilim...... ellerime dokunaraktan..
beni çağıran bir eda var sesinde.
bu muydu insanlara son nefesinde
görüneceğinden bahsedilen şeytan?
sular çekilmiye başladı köklerde
ısınmaz mı acaba ellerimde kan?
ah! ne olur bütün güneşler batmadan
bir türkü daha söyliyeyim bu yerde!
hakikati muhteşem sade mısralarla dile getiren orhan veli şiiridir;
hakkınız var, güzel değildir ihtimal,
mübalâğa sanatı kadar,
varşova'da ölmesi on bin kişinin,
ve benzememesi
bir motörlü kıtanın bir karanfile,
''yârin dudağından getirilmiş''
hakkınız var, güzel değildir ihtimal,
mübalâğa sanatı kadar,
varşova'da ölmesi on bin kişinin,
ve benzememesi
bir motörlü kıtanın bir karanfile,
''yârin dudağından getirilmiş''