zengin itiraf

ontolojik sancilarimin merhemi
Operalardan, manastır hayatı yaşamış azizlerin hayatlarının yer aldığı ansiklopedilerden gerçek hayata dönmem gerektiği daha önce birkaç kez söylenmiştir ama gerçek hiç cazip değildi o zamanlar. Belki şimdi caziptir. Cazip olanı umursayamadığım oluyor bazen..
monster degree
Her olayın, her davranışın, her kişinin, her anın ihtimallerini kafamda o kadar yoğun şekilde sıralıyor ve onlarla o kadar zaman kaybediyorum ki çoğu zaman özü hiç yakalayamadan geçip gittiğim bile oluyor.

Bundan sonra mottom hâline getirmeye çalıştığım düşünce "Bir şey tarafımdan görülmediyse ya da duyulmadıysa yoktur, hiç var olmamıştır.". Şimdilik el kadar, gözleri bile açılmadı. Bakalım hasta etmeden büyütüp adını da 'motto can' koyabilecek miyim.
tekel savascisi ahmet abinin yegeni
Olasılık hesabı manyağıyım. Hayatta karşıma gelen her mevzuda tüm olasılıkları hesaplamayı düstur edindim. En büyük korkum hazırlıksız yakalanmak. Karşılaşacağım her olayı rn az 2 kere kafamda oynarım. Biriyle mi görüşecem 2 kere kafamda görüşmüşümdür. Toplantı mı olacak. En az 2 kere. Anlık tepki veremiyorum çünkü. Bu da benim sıkıntım. En sevmediğim şey kendime laf söyletmek. Kimse bana laf söylemesin. Buna göre tüm plan programımı yaparım. Bahane uydurmayı da uyduran insanları da sevmem. Hiçbir mazaret başarının yerini tutmaz çünkü. O gün bir şeyin yetişmesi gerekiyorsa gerekirse sabaha kadar çalışır bitiririm. Ölmediğim hastanelik olmadığım sürece bahanelere sığınamam.

Hatta öyle bir olasılık manyaklığı ki şaşırma güdümü kaybettim. İnsanların ölebileceğini bile kabullenip her türlü şeklini düşündüm. Ona bile alıştım. İnsanlar şimdi hayatta karşılarına gelen bazı şeylere üzülünce falan şaşırıyorum. E abi olabilir yani niye bu kadar üzüldün ki diyorum içimden. Ben ise sadece planını yapmadığım, olmaması gereken bir konu beni bulduğunda üzülüyorum.

Bunun dışında çok da rahat 1 insanım. Şaşırtıcı. Kendimle alakalı her şeyde rahatım. Kimsenin bana laf söyleme lüksü yok ya. Ondan herhalde. Bir şekilde hallolur ya gelir geçer yaparız kafası. Allah büyük önüm de açılıyor genelde.

En sevmediğim şey bana bağlı olmayan işlere benim bağlı olmam. Yukarda dediğim, tek üzüldüğüm, evham yaptığım konu bu. Kontrol manyaklığı olabilir bu. Kontrolümde olmayan işlerde de tepkisiz kalıyorum. Direkt pes ederim. Mezun oldum, işsiz kaldım zamanında. Mezun olana kadar iş bulma konusunda haddinden fazla bağlantıya ulaştım, istediğim işe girmek için elimden gelen her şeyi yaptım ve gerçekten hak ettiğimi düşünüyorsum okurken ama okul bitince 7 ay iş bulamadım. Son 3 ayında iş aramayı bıraktım. Sadece bekliyordum. Bi arkadaşım vasıtasıyla buldum sonradan da geçtik çok şükür ama hala istediğim şirket değil. Kader kısmet burada devreye giriyor sanırım. Geçen instagramda dünyanın en patavatsız, afedersin boş okumuş kendini geliştirmemiş birinin olmak istediğim şirkete gittiğini gördüm görüşmeye. Kahroldum ahsmfk üzüldüm yani içim cız etti. Hani platonik aşkınızı sizden gömlek gömlek altta biriyle görürsünüz ya onun gibi. Hayır yakıştıramadığım kıskandığım için değil yahu. Bunlar salt gerçekler.

Neyse, Anlık tepki, anı kurtarma konusunda kendimi geliştirmem gerekiyor. Böyle olmuyor.
john overmars
Bazen sözlüğe giriyorum ama niye girdiğimi bilmiyorum.öyle birileriyle de kaynatmıyorum ya da hali hazırda bir şey de yazmıyorum.bazı girileri okuyorum.sonra öyle kalıyorum.iyice mala bağladım sanırım.sanki diyetteyken buz dolabını açıp içine anlamsızca bakmak gibi yaptığım.
ontolojik sancilarimin merhemi
İyi değilim. Düşüncelerimi duyuyorum. Düşüncelerimi duyup şaşkınlığımla düşüncelerim arasındaki çekişmeyi durduramıyorum. Bir zamanlar ışığıyla ilham veren ay, aynı ay değil. Gelgitleriyle suyumun dinginliğini bozuyor. Bozma !
sos
bazen uzun entry'lerin sadece ilk paragrafını okuyorum + artılıyorum. ama favladıysam bilin ki tamamını okumuşumdur. artılamayıp favladıysam yine tamamını okumuşumdur. fav benim kırmızı çizgim.

(bkz:okumadım kardeş durumumuz yoktu)

edit: favlamadıklarım da okumadım anlamına gelmez.
monster degree
Kimse kadar şair, kimse kadar filozof, kimse kadar aşırı ponçik, kimse kadar önüne gelenin sevgisine karşılık verecek kadar yüce(!) gönüllü olmak gibi bir derdim yok.

Beni ben yapan her şeyden son derece memnunum ve hayattaki uzak ara önceliğim de zaten öz memnuniyetim. 'Bugün var, yarın yok' etiketini bir kere yapıştırdığım hiçbir şeyi baktığım yöne koymuyorum zira bir gün gözlerimi kapatana kadar benimle olacağından emin olduğum tek şey benim.
sos
her 5 entry'den 4'ünü girdikten sonra editliyorum. bir şey eklemek istiyorum veya bir düzeltme yapmak istiyorum. edit yazma gereği duymuyorum ufak değişiklikler olduğu için... fakat anlatımda veya entry'de kökten bir değişiklik yaptıysam veya diğer durumlarda edit olarak belirtiyorum.
sos
belediye 50 metre ilerimde iftar verdi. şimdi de anlamsız bir şekilde güldüremeyen ve de düşündüremeyen vasat bir hacivat & karagöz oyunu oynuyorlar. tabii sesleri geliyor sadece bana. gelen sesler çok sinir bozucu lan.

az önce de apartmandan bir komşu apartmanın önüne araba park edenle tartıştı. güya onun park yerine park etmiş. çift arabalık park yerini sahipleniyor kendisi. hatta park etmesinler diye cam falan kırıyor orada. manyağın teki. tabii adamlar tanımıyor son model lastiklerle park ediyorlar. kırdıkları camlar araba lastiklerine zarar veremiyor. son çare olarak arabaları çizecek galiba.

(bkz:burası yine karışacak vaziyet aldım)
quares
Küçükken mahallede ki tanju abinin oyun kartlarını çalıp mahallede ki çocuklara dağıtarak ilk devrimimi gerçekleştirmiştim. Resmen Mahallede ki mutlak gücün özel mülkiyetini alıp, fakir insanlara eşit bir şekilde paylaştırmışım. Söyleyin a dostlar lenin'den ne farkım var hem de daha 5 yaşımda.
sos
bugün taşındık sözlük. hem de zaten küçücük olan şehrin bir ucundan bir ucuna... şimdi yeni evimizden yazıyorum bu giriyi. kedilerim mahallede kaldı. ben buradayım. uzağım onlara artık. çok kötü bir duygu be! şaka gibi ama gerçek. artık kediler yok... komşu ile beraber besliyorduk onları. artık sadece komşu besleyecek. komşunun onlara iyi bakacağından şüphem olmadığı için içim bir nebze rahat.

merhaba yeni mahalle yeni bakkal yeni ortam...
kozmos
bazı insanların gerçekten birbiri için var olduğunu düşünüyorum, o insanlar ne yazık ki çoğunlukla birbirinden bihaber nefes alsa, ölse de.

bu noktadan sonra da “doğru insan doğru zaman” kalıbı kafamı kurcalıyor.

parçaları, eskileri potansiyelleri ve şeyleri ele alınca oturur gibi oluyor bir şeyler.

bunu düşünebilen, bilen ve azınlıkta olduğunu düşündüğüm o insanlar birbirlerini tanıyabilseler keşke. geri kalanlara acımaktan, birbirini sevmekten günlük hayatlarını yaşayamazlardı..
hunyadi
insanların çoğunlukla hayattan istediklerini alamaması beklenti ve gerçekleşen arasındaki uçurumdur. tabi bunu burada yazar olan herkes biliyordur. asıl mesele hayatın içindeyken, olaylar, insanlar karşımızdayken bunu hatırlayabilmek. beklentilerime aldırmadan karşıma çıkan insanlarda farklı dokunuşlar, görülmeye ve gösterilmeye değer ayrıntılar görüyorum. hepsini ayrı ve özel yapan bu ayrıntılarda saklı her şey. bu yüzden gerçekleşen her şeyde farklı bir amaç sizi hayata ve olacaklara karşı sürekli hazırlar.

bir yolculuğa ( yaya durumda ) çıkacağınızı varsayalım. hava şartları kapalı olsun. yağmur yağacağını tahmin etmek için kara bulutlar gerekir. bu kara bulutların gelişini ilk yolculuğunuzda anlam veremeyip, yağmura hazırlıksız yakalandığınızda bilirsinizki kara bulutlar yağmurun yağacağına işarettir. ilerleyen zamanlarda gerçekleştirdiğiniz gezilerde bulutların rengi, yoğunluğu, yerden yüksekliği, şekli size yağmurun ne süreyle yağacağını, şiddetini, kar yağma ihtimali gibi bilgileri eğer yolculukta bulutları ve yağmuru yani etrafınızı gözetlemeye başlarsanız edinebilirsiniz.

hayat da buna benzer. başımıza gelen kara bulutlardan bir şeyler öğrenmediğimiz, o bulutları anlamlandırmadığımız sürece sürekli olarak yağmura kalırız. ne zaman çevremizde gerçekleşen her şeyi anlamaya çalışırız o zaman gelen bulutların, yağan yağmurun, açan güneşin, gelen baharın, dökülen yaprağın bir anlamı olduğunu görmeye başlarız. bu gerçekleşen olayların hepsinin birleştirdiğimizde birbirinden ayrı olmadığını, birbirini tamamladığını görürüz.

burada insan olarak asıl ulaşmamız gereken şey o güneşi elde etmek yerine bu döngüdeki gerçek gezgin olmaktır. peki bu kadar sözcükten sonra "sen nereye ulaşmaya çalışıyorsun Hunyadi bey?" derseniz,

ben artık yürümekten yoruldum.

sadece yukardaki cümleyi bu şekilde yazsam anlamsız olurdu. böyle bir hikaye en azından birazcık da olsa yardımcı olmuştur hissettiklerimi tarif etmeye.
ontolojik sancilarimin merhemi
Bekliyorum. Ne kadar süredir beklediğinin farkında olmayan amneziyak biri gibi. Tabii bu zamanın izafiliği hakkında konuşacakları yok anlamına gelmez. Yosun tutmak deyimi buradan çıkmış olabilir. Kıl payı bir farkındalık kazanmış; kibirsiz, maymun iştahsız, sadık ama şaşırgan bir ruh hâli. Zamana ucundan kıyısından yenilmeyişime karşılık; Kaya yosun tutar ama yerini bırakmaz. Nirvana'ya giden yol hareketsizlikten geçer felsefesini benimsemiş. Arizona'nın kavruk ıssızlığını gidip görenler bazen çölün metruk ve gayri insani olmak şöyle dursun, tıpkı cennet gibi olduğunu söylerler. Bağımsız mı kalması gerekiyor insanın acaba bu hâli yaşayabilmesi için? Evet, Suyun içinde dik dur, sürüklenen şeyler arkandan akıp gitsin.
icgqhs
arkadaş canlısı olduğum ve aile kavramından bile üstün gördüğüm için çok ciddi yaralar aldım. ama yapamıyorum kötü adam ya da duygusuz adam olamıyorum.
banane diyemiyorum...
sos
hayatımda ilk defa bir şeyi başardım sözlük.

sufle!

internetten tarifini aldım. eksik malzemeleri gidip aldım bakkaldan. önce tarifi ezberledim. birebir tarifi aynen uyguladım. çok basit malzemeleri var. detaylı bir tarifi yok. fakat ben yine de 10 kıtalık şiir ezberlercesine ezberledim tarifi. sufleyi akışkan severim. fırından çıkardım. kaselerin hepsi de akışkan olmuş. herkes sufle yedi sayemde.

ilk defa bir şeyi ilk denemede ve tam olarak başardım!

gece gece biraz ayıp ettim galiba. kusura bakmayın.

yapmak isteyenler için; tarifi buradan aldım.
sos
uzun zamandır hiç arkadaşım yok sözlük. yani çok nadir görüşüyoruz. irtibat kurduğum pek kimse kalmadı. telefonumu sadece internete girmek için kullanır oldum. rehberde bir dünya isim niye kayıtlı ben bile bilmiyorum...

işim olmadığı zamanlar ulan bugün bir gezeyim diyorum. sonra da ulan kiminle gezeceksin ki diyip tek başına yapılabilecek aktivitelere arıyorum. tek başıma kafeye oturup, sinemaya gitmek artık çok sıktı. parkta falan oturuyordum. artık onu da yapamam. kış geldi zaten.

geçen haftalarda yine tek başıma dışarı çıktım. boş boş geziyorum. bir banka oturdum. işlek bir caddedeyim. bir sürü insan oturuyor, yürüyor... ortamı gözetliyorum. ulan acaba şu an burada ben gibi yalnız olan biri daha var mı? diye düşünmeye başladım. etrafa bakındım pek kimse göremedim. yalnız olan birini gördüm onun da kısa süre sonra arkadaşı geldi. biri telefonla konuşuyor. biraz ilerimdeki kafede yalnız oturan biri vardı. kısa süre sonra arkadaşı geldi. yalnız olan birini bulamadım derken... faytonun önündeki at dikkatimi çekti. koca faytonu yüklenmiş sadece bir at... o da tek başınaydı ben gibi. kalabalığın arasında yalnız olan sadece ikimiz vardık. sonra düşündüm. ben ondan daha şanslıydım. çünkü benim ailem var. onun ailesi yok. ben özgürüm. o özgür değil ve gün boyu kırbaç yiyor ve faytonu taşıyor. bir süre kendi yalnızlığımı unutup onun yalnızlığına ve çaresizliğine üzülmeye başladım.

sonra da kalkıp gittim...

eve gelince inandığım dinde yer alan kurban bayramı konusu aklıma geldi. daha doğrusu hiç aklımdan çıkmayan dini konulardan biridir. allah "hayvanlar benim sessiz kullarımdır" demiş. onlara da "kulum" diyerek bizden ayırmamış. peki "kulum" dediği canlıların kesilmelerini emreder miydi? ben bir insanı öldürünce adı "cinayet" oluyordu da... hayvanı öldürünce adı neden "kurban" oluyordu? ben allah'ın bir kulu olarak kurban edilen hayvanın yerinde olmak istemezdim mesela. küçükken "kurban ettiğimiz hayvan acı çekmeden ölüyor" denildiğinde sevinirdim çocuk aklımla.

sonra kedi mamalarını düşündüm. tahıllı kedi mamaları da var elbette fakat çoğu tavuk eti ihtiva eder. kedileri onunla besliyorduk. neticede yine bir canlının beslenmesi için başka bir canlı olan tavuğun ölmesi gerekiyordu. marketten sosis alıp beslemeye kalksam onun da içinde büyükbaş hayvan eti vardı. dünyanın düzeni bu muydu? birinin beslenmesi için bir başkasının ölmesi mi gerekiyordu?

kafamda deli sorularla günü bitirdim.

iyiliği seçmiş, ilkeli olan hiçbir insanın öbür dünyada azap göreceğini sanmıyorum.
sos
zamanında dekan olan teyzemin bile anneme saatlerce öğretmeye çalışıp öğretemediği "tuşlu telefondan sms göndermek" işlemini anneme sadece 5 dakikada öğretmiştim. sonra akıllı telefona geçti. akıllı telefon dediğim şey samsung'un küçük ekranlı akıllı telefon demeye bile bin şahit isteyen telefonuydu. şimdi yepisyeni geniş ekranlı telefon aldı kendisine. biraz interneti öğretmeye çalıştım. az önce whatsapp'tan teyzem bana yazarak anneme not iletti. ben de teyzem sana bir şey diyor mesaj göndermiş diye anneme mesaj attım. bana "ss at" dedi. bunu duyunca bir şaşırdım, bir afalladım, bir aydınlandım. "ss at" nedir ya? bu kadar hızlı ilerlemeseydin iyiydi. yakında "caps at" demesinden korkuyorum. hatta ekşi'ye girip rezalet başlığı falan açabilir... (bkz:coming soon)
john overmars
eski fotolara baktıkça canım sıkılıyo.eli yüzü düzgün az buçuk yakışıklı adamdım.maymuna döndüm nerdeyse.garip hastalıklar üstüne alkol sigara stres.can sıkıcı.
4 /