zengin sözlük yazarlarının denemeleri

antik acilar carsisi
beklenen gelir mi?
kaçış yok, uzaktan bir akraba gibi bakıyorum ben de hepsine. kimse yabancılık çekmesin. yürüyorum gibi görünüyor ama koşuyorum. şampanya rengi gecekondunun üflesek düşecek pencerelerinin önünde iki güvercine rastlıyorum. düşmese bari. şimdi atılan ekmek ufaklarını parçalıyor gagaları. bekliyorlarmış meğer. “insan neyi bekliyor acaba?” diye bir soruyu geçiriyorum içimden. altından ırmaklar akan yeri değil şimdilik; kimi bir kadını, kimi yapımı süren evini, kimi kucağına verilişi aylara bölünmüş bir meleği. herkesin aradığı yarı buçuk bir cennet..
benim beklediğim ise farâzi cevaplar sonucu vardığım biraz daha gece, biraz daha kahveden ötesi. masa başı bir iş bulunca feraha kavuşacağını sanan bir memurun aldanışı kadar sahici bir şeyi bekliyorum ben de. bir memurla ortak yönlerimizi bulmuş olmam, canınızı sıkmasın ama durum aslında öyle değil. biz hiç benzemiyoruz. o, masasında memnun ve ruhunu teslim edeceği güne kadar memur, ben de kavuşunca memnun ve o zaman teslimi gerçekleşmiş bir ruh.. onun masasında hesaplar ve konsantre, benimse zencefil çayı, çayın şekeri, şekerin kaşığı.. ona mehdi, hızır hatta ara ara ilham bile gelirken, bana varsa yoksa cinnet. ama hala bekliyorum. belki gelir diye.
iç sesimin asistanı:
beklerken de boş durmuyorum. “hangi geminin gelişi beni süresiz bir neşeye gark eder ki?” diye bir soruyu duvarıma tedbir niyetli asıyorum. gelmezse beklenen diye.
ama sahi gelse ne iyi olur?
kozmos
\satılık..\
''uzay'' der, ''büyüktür. gerçekten büyüktür. ne kadar engin, ne kadar uçsuz bucaksız ve ne kadar akıllara durgunluk verecek büyüklükte olduğuna inanamazsınız.''
''...temeli oluşturan mecazın gerçeküstücülüğü ...''
bunu bir an değerlendirdi sonra zalimce bir gülümsemeyle defterini kapattı.
''ölüm onlar için fazla iyi bir son,'' dedi.
bir süre sonra üslup biraz oturur ve en büyük asal sayı bir köşede sessizce tek bir vücut haline gelir, kendini sonsuza dek gizler. ışıkla bile beş yüz bin yıl boyunca katedilecek bir yolu, soluk bir kelimenin içinde yaşamaya çalışmak mı? kurtulmanın olasılığı iki üzeri iki yüz yetmiş altı bin yedi yüz dokuzda bir üstelik!
''bugünden itibaren''in üzerinden geçmiş zaman, şimdiki zamanın mahiyetinde mi anlam, tanıdığın herkesi terk edip kimseyi bir daha hiç görmemek üzere buralardan gitmek. tüm saniyeleri onlara kalsın, mirası da bölüşsünler aç köpekler. parçaların tek tek mezun olsun. bir vogon gemisinin restoranında çalışmayı yeğlerim. kızlar? deri? maçoluk?
madem ki görülen, görülmesi istenen, ne tür bir ahmak azraili suçlayabilir?
''eee...'' dedi şövalye, ''eee ... eeee.. bilmiyorum. galiba... yalnızca ... yalnızca yapıyorum...''
kozmos
uzak,
âdemsiz bir durak, son durak olamaz.
birileri çizebilir boşluğu. o bir şeylerin tutukluluğu, tükürülecekken yutulan kan. acısı şeylerin, salınım. son hecesi aşkın. şifa dilenen dudakların kokusu dağlarda süzülen. öpmedim onu, deniz tabanını gezdim. sarılmadım ona anlamı kuşandım. dudaklarını da koklamadım zaten. temiz, sari parçaların içinde gördüğüm muhtemel bir hülya idi. başını koyduğu yastık bir kod. her nefes bir pasaj.
sokaklar onunla dolu, görmediğim her yerde o var. belli kokular doluyor burnuma, bildik gözyaşları pusuda. tadı dahi dudaklarımda. çelik öğütüyorum sanki, özlem demir leblebi. yol arkadaşı kıskançlık, nefsin bencilliğine direnilemeyen, o mavi ateşten meydana gelen. küçülüyorum, nokta haline gelene kadar bi kenarda veremli gibi ölümümü bekliyorum.
asılıyorum elimin kavrayamadığı her şeye. benliğim, yakasına yapıştığım. renklerim meydana geliyor. kaynıyorum onun kazanında, azalıyorum, kendimden çekiliyorum. canıma bakıyorum, canıma son kez.
olmadı mı hiç, müziğin de yorulup yavaşça yere serildiği anları bilmedim mi? ya o tatsız haller? kan ve boşlukta yüzen bağırışlar neydi? beyaz ellerimiz teşhir.
beyaz.
yersiz ve yeterince sebepsiz yorgunlaşmış acı, acılaşan yorgunluk; 'an'a dik inen cevval, patavatsız bir çizgi. odur, insanın boğazına oturan yumruk, kahkahaları yırtan anı artık soluk. dokunulmayı bekliyor dökülmek için, dokunulmuyor.. dokundurulmuyor, baygın öz, ölü sanki. onunla birlikte yaşamaya devam edecek evde istenmeyen biri gibi. bilinenler ama dile getirilmeyenler, söze gelmez duyguların gücü nasıl korkutmasın.

fotoğraflarda kalmaması adına gülümseme dişlisi kendi kendinin emekçisi. görkemli, rahatsız edebilecek potansiyelde evhamlı çarkın yıkılmaz kalesi. bir öpücük mesafesinde sesler, kokular, aşktan yükselen sıcak, nadide iniltiler.
bir kara deliğe tükürmek, yere değiş sesi beklemek, bitiş, çakılış emaresi bir yitiş özlemi. aramak, bakmak ve görmeyi akledebilecek kudrete nail olmak süreçle, boğazına yapışmak kendinin, uyandırmak kendini. tokatlamak son defa acımadan, son defa acıtarak.
42 milyon yıl öncesi bugün, bir seyahat gemisinde okuduğum tozlu bir kitapta yazıyordu;
''sevmek, sevişmek. güzellik vermek kendinden, güzelleşerek, kendiliğine ve ötekine, ötekinden.''
çiçekleri eziyorlar.
yıldızları titizlikle yontuyorlar.
maket bıçağıyla düzeltilen yerlerde biriken tozlara üflüyorlar..
kozmos
bfaoc-

nemli, boğuk bir `mağara`da göllenmiş suya tavandan düşen `birikmiş` su damlalarının çıkardığı sesin mağara boşluğunda yankı yapmasına benziyor. hiçten hiçe bir karış.

aklın boyunduruğunda olmadığına göre, akıldan da üstte veya akıl kadar üsttedir.
öyleyse akıl nedir? zorlama bir tanımla; kıyaslandığı diğer yaratıklara oranla ''daha iyi'' düşünebildiği varsayıla-gelmiş insanın eylemlerini anlamlandıran, rasyonel bir temele oturtan kavram. kapsamlı `özgürlük`. engin bir bahçe, kapısı olan bir orman. kelime daha, şimdiden ne kadar kaygan. söz bahçesinde konuk edilmeyecek bir başka konu olmasın bu. söz bu kadar düşman, bu kadar `öteki`, bu kadar yok olmasın.
aşk var bedendeki `yok kişi`yi bulma çabası, kendimize ettiğimiz saklı iyilik. sessiz bir güç duygusu ancak bu denli çeken, bir sır gibi, rengin her tonunda parlayan bir tülün ardından çağıran. o kızıl, o ustaca ışık. o ışık; talihi, husumeti, günahı ve saadeti bağrına basar. `ışık`, her şeyin özünü aydınlatarak alev alev yanar.

aşka düşmüş bir insanın aklın öldürücü pençelerinden kurtulurmuşçasına daha da derine `dalmak` istemesi neden? gerilmiş akıl mengenesi, sonu bilinmeyen, özünde yer alan olası hüsranlara yalvarırcasına koşmak isteyen bir insan için bu denli kötü olabilir mi gerçekten? mantığı yaratan mı yok etti?
bitmemiş bir eser mi, sanatçının gerçek eseri? bilinçsiz gerçekleştiği düşünülmek istenen bir an, bu denli değerli mi? sadece, öylece oluvermesi bir şeylerin, bu kadar özgür hissettirecek mi, öyle olmasa neden gölgelerin hareket ettiği karanlık yerlerde gezinsin tanrı eseri?

içinde pişmanlık olmayan bir hayatın bomboş bir şeye benzeyeceğinin saklı idrakı ve korkusu mu tüm bu yönelim? aşk adı verilmiş, tüm bu mantıksızlık perdesinden görülen, tanımlanamadığı için son çare olarak akıldan, mantıktan da üstte bir yere oturtulan ve yine o kaçılan yere varılan?

insan; seyre dalınmış alemde zerre-i miskal. taşıyamıyor `kendi`ni, bırakamıyor da. avuntu sayılabilecek bu yönelim ise eser miktarda mantık çerçevesinde.
samurai
birkaç şarkının sessizliğinden sonra ayağa kalkıp aynaya bakmaya cesaret ediyorum, iki yakamı birleştiren bir boğaz köprüsü. üzerinde binlerce insan aynı yöne koşuyor. elim boğazımda, ben boğazımı sıktıkça insanlar hızlanıyor, hızlanıyor düşünceler. güneş utancından gözlerini yumuyor, ay kahkahalarla yüzüme gülüyor. ardımda kalan hiçbir şey yokken, aklımda kalmış bir şarkı sözüyle yağmur damlalarına ayak uydurmaya çalışıyorum ama nafile. durmuyor zaman, tam karar verecekken nefesimin şiddetiyle bir başka düşün kapısı aralanıyor, elimde bir fırçayla odalara renk katmak için sorgusuz sualsiz atıyorum adımlarımı. farkında değilim karanlığın, söylesene karanlığın içinde hangi rengi görebilir ki insan? ayrılığın, ölümün, yalnızlığın rengi nedir? sevginin, aşkın, içten bir gülüşün rengi.. hayat mı çok karanlık yoksa biz mi, neden seçemiyoruz renkleri?

beyaz bir güvercin kanadının dövdüğü havayı çekiyorum içime, elimde gökyüzünü griye boyamaya hazır bir sigara. bir ona yöneliyorum bir ötekine. bugünlerde şarkılar kadar yalnızım, beni çok uzaklarda dinliyorlar haberim yok hiçbirinden.
kozmos
-22-
kapatamıyorum gözlerimi. bu caddeler, sokaklar, bu insanlar.
git gide uzuyor ve git gide daha da çekilmez bir hale geliyor..

“bana dua et” diye para verdiğim dilenciler, hepsi. sanki hepsi gizli bir
anlaşma
yapmışlar şimdi.

hepsi birbirinden o kadar bağımsız ve bir o kadar da bağlantı içinde.
kusursuz bir cinayeti planlayan bir katil gibi hissediyorum bir an.
her şey yerli yerinde olmalı ve her şey, ahenkle dans etmeli birbiriyle.
bir “sen” mevzusu var zira.

zaman sanki bana bir tür oyun oynuyor. hakeza aynalar da öyle..
gerçekle hayalin içine girip çıkıyorum her saniye. zamanın zerreden de küçük
bir diliminde karşılaşıyoruz seninle bir sokakta. gözlerimiz birbirine bir o kadar
yabancı ve bir o kadar yakın.

ne çok tümsek birikmiş aramızda öyle?

en koyu rengiyle geceyle yatıp geceyle uyanıyorum güne.
en karanlık gecelerin içinde dumana boğuyorum küçük bir otel odasını.

sadece merak ediyorum…
sen de bazen, nefes alamıyormuş gibi oluyor musun benim gibi?
boğazına bir yumruk oturuyor mu seninde? gün içinde bir işle uğraşıyorken birden
aklına geliyor muyum senin de?

birden kokumu alırmış gibi oluyor musun sen de?

açmalıyım artık bu sayfayı da, yirmi iki kere düşünmeliyim.
kozmos
''Tik tak''
''tik tak''
eski bir saat, odaların birinde koridorlardan yankılanıyor vuruşlar. masada bir sürahi, saat ve bir kafka eseri. böyle hissetmekten nefret ediyorum. çaresiz, umutsuz ve hastalıklı. ayrıca ben, böyle bir adamım. tüketim çağında bir prototip. 'olur öyle' deyip de geçemiyorum, üstünden atlayamadığım gibi. günlerim parasız ve kadınsız olarak mağaza vitrinlerinde geçiyor. söylememe gerek yok, fersahlarca uzaktan fark edilen biriyim. saçlarım kirli ve dağınık. kaba bir burnum, bilye kadar gözlerim var.

çirkinliğim fakında olmakla beraber, kitlelere karşı direnmek de istemiyorum. hem, acılarımla beraber büyümek güzel, eğlenceli de.. bütün 'olamazsın'lara 'yapamazsın' lara ''rağmen'' işte, buradayım ve onlara kendimi gösteriyorum.. bu cümbüşe davet edilmemiş herkesin diyetidir bu.. alaşağı edilmiş ne kadar ego varsa şimdi onlardır beni var eden.

''cehennemde çürü''

kafamdaki böcekler, yarasa ve baykuşlar bu cümleyi kafamın duvarlarına kazıyor.. dışarı çıkmaya çalışır gibi bir havaları var.. tutmakta zorlanıyor, direndikçe terliyorum. aklımın odalarına tıktığım bu koca evren, artık kabına sığmıyor, sonsuzdan küçük mutluluklarımı da elimden almak istiyor.

''zamanın azalıyor..''
''tik tak..''

yeter ve sus! öyle sus ki çığlıklara benzesin sessizliğin.. karanlık odalarda sessizce, sus.. öteden beri en büyük suçu zamana attım, kolayı buydu.. hiç, bir aynaya bu denli farklı bakmamıştım.. kendi kendimin fobisiyim.

''tik tak''

kafamı parçalamam gerekiyor derin ve vakur bir susuş için. parçalayıp, içinden böcekli fikirleri ayıklamam gerekiyor. hayır, bu kadar zor bile değil belki. böcek ilacım bitti. belki de böcekler değildir, asıl sorun. ''ortamın kendisi'' dir. belki aklım, bir böcek mahzenidir. sorunlu olarak gördüğüm şey, normalin ta kendisi, ''normalin kendisi'' sorunun kendisidir, kim bilir.

''son bir adım''

çoktan tükenmiş zamana bir parça anı. yorulmuş ve silik bir anı, birkaç gram suç.

tik, tak.
kozmos
Saçmaya ve ötesine - 5
kelimeler akıyor parmaklarımdan aşağı. kanlı, kirli kelimeler. ne tutabiliyor, bırakabiliyorken olmuş olan. kafamın içerisinde bir cümbüş, her gece.

her gece.
her gece.
her gece.

bazen gözüm morarmış bir şekilde dönüyorum. asgari miktarda suç işledikten sonra yığılıyorum yatağa. yatak dediğim, telleri kıçıma batan, pislikten sararmış, iğrenç kokulu bir çeşit çile aslında. sarhoş olmadan kafamı o yastığa koyamıyorum, evet, ev büsbütün bir karmaşa. her zaman duştan sonra kirli bir bornoza sarılıyor, kirli evimin kirli odasının kirli yatağında büsbütün kirli bir halde temiz kalma çabasıyla kıvranıyorum. her şey ne kadar da kirli böyle. seks bile sıkıcı gelmeye başlayınca, kendimi sokaklara attım. mağaza vitrinlerinde, sınav çıkışı yemek yiyen liseli kızlarda ve şarapçılarda bir nebze huzur vardı. artık o da yok, onu da kaçırdılar. o sinir bozucu şarkıları dinleyip, gazete okuyorlar.

böcekleri kovamadım. galiba evi komple patlatacağım bir gün. umarım içinde ben de olurum. üst kattan yakarışla karışık bağırış sesleri geliyor.. “birileri ürüyor” gen havuzu yeterince kirli değilmiş gibi.. “kancık piçler, tavşan gibi sikişmeyi bırakın artık!” ses 10 saniye filan kesiliyor. sonra tekrar devam ediyor.. bu hemen her gece oluyor.

her gece.
her gece.

ışıklar üzerinde, dikkatler onda.. diyor ki: “aldın mı mesajı?”. ne bir mesaj, ne bir arkadaş. hem ayrıca sen, nereden geliyorsun? kimsin?.. aldım mesajı.. bir hafta sonu tatilindeymişim gibi davranıyorum.. felaketlere doğru koşuyorum.. olmayan elmaları topluyor, ejderhalarla savaşıyorum. çok ciddi bir işin ortasındayım burada.. yarım kalacak yine. yarın..
kozmos
Saçmaya ve ötesine - 4
üstleri tozlanmış anıları çıkardım raftan. sigara dumanı doluyor gözlerime, külleri yere düşüyor. bunca yıl bunca mektup, bunca acı. insanı boğuyor olsa gerekti. fonda çalan milenyum müzikleri daha bir loş hava katıyor. oda karanlık olabileceği kadar karanlık, içerisi tozlu olabileceği kadar tozlu.

anılar cangılından ufak kesitler sunuyorum şahsıma. ilk dönem korkutucu hikayelere konu olan bir orman düşünüyorum.. düşündüm mü? güzel, şimdi ise o ormandaki uzun ağaçlardan bir ağaç belliyorum, beni ve kesin gövdemin bir noktasından. ne oldum ben şimdi? yarım ağaç mı, evet yarım ağaç. ayrıca sizi temin ederim, bu yarımlık, ormandaki diğer ağaçlardan daha fazla bir tamlık değil. işte, sevgili dostum, bu tozlanmış ve boğaz yakan anılarda bir çeşit yarımlık barındırıyor. gittikçe kısalıyor cümleler. zamanda silik birer yara şimdi, acılar. çilemin hatırıına bir kaç cümle sarf etmem gerekiyor mu? çok uzun olmasın mı? ne mümkün, eski dostum. NE MÜMKÜN. çalsın telefonlar, yıkılsın kapılar. sokayım orta yerinize de, kirlenmiş, pus tutmuş ve paslanmış karakterlerinize de.

her bir fotoğraf, ZAMANIN masaya bıraktığı bir alacaklı defteri gibi. borcum birikmiş, çok verdiğimi düşünmüştüm oysa. saçlarımın siyahına kadar, vermiştim. ne idi peki bu alacaklı gözlerle karşımda dikilmiş anılar, acılar, zaman?.. bilmiyor musun? pekala.. takriben anıları geri bıraktım rafa, daha ilk sayfayı açmadan ürpermiş, irklimiştim. ne kadar güçlü olabilirlerse o kadar güçlü, ne kadar karanlık olabilirlerse o kadar karanlık işte..
kozmos
Saçmaya ve ötesine - 3
Uzun süredir merak ediyorum.. İçinde bulduğum halin sebebi ben miyim ve ya, Kendi kendimi delirtmem mümkün mü? 'kader işte' diyip içinden sıyrılmak ta işin kolayı. Belki de çok derin anlamları olmayan bir durumdur bu. Çok düşünmek istememekle beraber, biraz da olsa düşünmek istiyordum. Şehirlerin birinde saat çoktan gece yarısı. ilaç işe yaramadı. kusmak için lavaboya koşuyorum. çilemin taşkın saatleri. uyuyor olmam gerekirdi. huzurlu bir biçimde, derin bir uykunun içinde olmam.

Yine sesler, yine. yakarışla karışık bir çığlık.

…içim taşıyor, 4 duvarın içinde bir oraya bir buraya gidip duruyorum.. gözüme kestirdiğim bir köşeye çöküp kulaklarımı ve gözlerimi kapatıyorum. Dipsiz bir karanlığın içinde, mükemmel sessizliğim yanı başımda. tek eksiğim bir adet sigara, yakıyorum. Külünü yere dökerken içim acımıyor. ev benim değil. kimin olduğunu da bilmiyorum. her yer sadece karanlık..

Bir şeyler deniyorum.. çabalıyor, peşinden nefessiz bir şekilde koşuyorum.. ancak hedef her defasında ne kadar hızlı koşsam da, daha uzağa yerleşiyor. Bir çeşit şaka arıyor gözlerim.. gözümün feri hüzne teşne.. aklım mı bana oyun oynuyor bilmiyorum, bir kapana sıkılmış gibi hissediyorum.. kapattığım gözlerimi açıyorum. Bu sefer dikkatliyim.

Beni gerçekten, 'gerçekten' uzaklaştıran ne varsa ona meylettim.. Bazen yasak meyve en güzeli.. Tadından yenmiyor 'Gerçekten'. Fazlasıyla 'gerçekten'.. yine de.. düşünmeden edemiyorum, içinde bulduğum halin sebebi ben olabilir miydim.. hem, öyle ise bile, bunu ben istememiştim…
kozmos
Saçmaya ve ötesine - 2
Bir komutanın tok ve gür seslenişine, bağırışına fazlasıyla benzer bir ses duyuyorum.. aklımın odalarında her odayı ziyaret eden bu yakarışla karışık bağırış, suya düşen bir taş gibi dalgalanmalara yol açıyor.. Son odayı da ziyaretinde altın vuruşa ramak kalıyor.. Delirmeme, sınırı aşmama.. Bir fark da yok oysaki ikisinin arasında.. İkisini birbirinden ayıran kalın ve geniş çizgileri yok edeli çok oldu..

İstemsizce gülümsüyorum. anlamsız gülümsemelerimin sebebini sorgulamayı bırakalı da oldu bayağı. Hala üşüyorum. Oysa sigaramın içimi ısıtması gerekirdi. manevi dost.

Kendimden başka kimse yok, yalnızca benim olduğum bir ülke.. birkaç gramlık bir suç aralığım var. günlük kotamı tamamlayınca rahatlıyorum. Üşümem geçmeyince çıplak tenimi fark ediyorum. çok katlı bir binanın 2. Katında çırılçıplak bir şekilde sigara içiyorum. şimdi anlıyorum, gaipten gelen ayıplama sesleriyle karışık, sorgular bakışları..

Bir şeyler bekler bakışları, ister bakışları, alıcı bakışları.. onların bakışları. İnsan bir kere kendi tekilliğine düşünce insanlar 3.tekil şahıslara dönüyor. Hayatı piç eden üçüncü şahıslar. bir dolu küfür birikiyor ağzımda. 'Onlara olan' nefretim öyle derinlerde, öyle dipsiz kuyularda yaşıyor ki, sadece kendimi öldürürsem bu sızıdan kurtulabileceğimi düşünüyorum.. bir terapi grubunda konuşma sırasının bana geldiği bir anda utangaçlığı bir kenara bırakıp bütün psikolojik temelli saçmalık kokan fikirlerimi arza sunuyorum.. ortaya atıveriyorum hepsini. Kapışın dostlar! Hepsi sizin! Hepsi sizsiniz!

gürültülü bir şekilde Bir kapıyı çarpıp diğerini açıyorum sessizce.. yep yeni bir ben, yep yeni bir ben.. baştan sona ben.. yaşamım, bundan ibaret. Aynı hataların sürekli ve sürekli bir biçimde farklı formlarda tekrarlanışı.. Aynı bokun yeşili, mavisi, beyazı..
kozmos
Saçmaya ve ötesine
Yasakların uzun zaman önce delindiği Fazla ışık almayan bir oda. Pencereden içeri giren ışık hüzmesi havadaki tozları ortaya çıkartıyor..en az Fikirlerim kadar kirli bir oda. Sağır edici bir suskunluk duyuyorum.. ağzına kadar yüklü. Derken soğuk bir şeyler hissediyorum. Bir adam konuşuyor, sinirli ve sabırsız.. 2 cümle önce ne dediğimi soruyor.. Ne mi dedim?..

Ne mi dedim? Diyorum içinden. Bir piç olmandan başka ya da fazla bir şey değil. Umrumda da değilsin göt herif. Nasıl da ironik. Dün bu saatlerde kız arkadaşımla biralarımızı yudumlarken şu an içinde bulunduğum durum gerçekten trajikomik.. Mr.kurtz'ın ormanındayım sanki, her yerde gregor samsalar ve infılak parçaları.. bir kıyamın ortasındayım sanki.. Her yer kan, her yer iftira..

Aynı soğukluğu tekrar hissedince gerçeğe döndüm. Durumun saçmalığına dayanamaz durumdaydım.. …Ancak direnemiyorum da.. gerçekle düşler arasında bir noktadayım.. her ne kadar Durduğum nokta yerinde durmuyor olsa da gerçeğe tutunmalıydım.. Bu deli saçmalığına son vermeliydim.. Piç.. Buradan yakamı kurtarınca götüne koyacağım senin.

Odayı adım adım ezberlemiş gibi içeride dolanıyor.. ayakkabıları tahta zeminde tok sesler çıkartıyor.. Büsbütün çaresizlik, yaşadığım.. Filmlerde böyle olmuyordu ama.. Gözüm duvardaki tabloya çarpıyor.. Gerçek bir göz cümbüşü.. Renkler adeta birbiriyle sevişiyor… İçinde bulunduğum durumu ne kadar da masumane bir havaya sokuyordu.. Katkısını unutamam.. Kendisini de. ''Buradan kurtulduğumda'' ilk iş bu tabloyu bir yerden bulup almak.. Ya da, hikayem bu odada sonlanacak.. Asıl maceram, bütün umudum tükenince mi başlayacak? Öyle oturup ölmeyi mi beklemeyim yani?..

''Ne susuyorsun lan konuş!!''

Omuzlarımda hissettiğim yük beni eziyor. Konuşamıyorum. Kendi sessizliğimin içinde kayboluyorum.. duygu yüklü bir şarkının en taşkın noktasında buluşan iki kadehin çıkarıdğı ses gibi bir ses duyumsuyorum…

Düşün, düşün, düşün…

Kendi kendime konuşalı çok olmuş.. bu yoğunluğun ortasında Silahı indiriyor, yere koyuyorum.. Artık buna alıştım.. Farkında olmadan intihar etmek istemem.. Alışkanlıklarım ihtiyaç halini aldı bile.. Gemi çoktan kalktı, güverteden mendiller son kere sallandı.. Bir kere demir aldım realitenin kucağından hayaller dünyasına.. En büyük avuntum, lanetimin bir gün şansım olacağı..

Tarih kitaplarında benden bahsedilmeyeceği gerçeği uzun süredir aklımı meşgul ediyordu.. evet, şimdi bunu düşünmeliyim diye geçiriyorum içimden.. nasıl biri olduğum sorununu bir kenara koyup, bu konuya eğilmeliyim.. delirdim ne de olsa, korkacak, çekinecek neyim kaldı?.. bazan da yavaş yavaş, yıpratarak kendimi öldürdüğümü düşünürüm… dinlendirmediğim canı çekilmiş yazılarımın sorumlusu da benim mesela.. her şeyin sebebi benim.. hatalarımın ve seçimlerimin bir sonuca ulaştığını rüyalarımda bile göremedim zaten. aşağı yukarı 6 yıldır aynı konular etrafında, ışığa konmaya çalışan sinek gibi dönüp duruyorum..evet, aşağı yukarı..

pis sakallı aşağı yukarı. 20'lerinin ortasında, aşağı yukarı. aşağı yukarı kendince çok yaşamış birinin yorgunluğu var gözlerinde.

tümceler parmaklarımın ucundan akarken ben bile ne dediğimi bilmiyordum.. sözcüğün tam anlamıyla saçmalık cangılında avlanıyordum.. en güzel kıçları öpüyor, kocaman bir canavarı avlayıp mağarama getiriyor, pişirip afiyetle yiyordum.. Bir şeyler yazıyorum , kelimeler benim solucan deliğim.. ancak onlar sayesinde saçmalığın orta yerinde yaktığım sigaramla düşüncelerimle baş başa kalabilirim.. kelimeler.. benim. solucan deliğim..
kozmos
Aklımın odaları - 4
Çaldığım her kapının arkasında bir enginlik. Evet, tabiat kendi vaktini belirliyordu, şeylerin doğasında vardı bu.. Bavulumu toplamış, en güzel kıçları öpmüş, yanıma birkaç kitap aldıktan sonra trenimin gelmesini bekliyorken oldu her şey.. 13 ekim 2006 öğle saatleri. Kavurucu güneş, küfür edercesine üstümüzde duruyordu. İstasyon insanları olarak bu şöleni kaçırmamız ihtimaller dahilinde bile bulunmuyordu. Bir fikir demir aldı durakların birinden. Zamandan ve mekandan.

Yalnız Zamanın değil, mekanın da doğasında vardı bu. Olması imkansız 'şeyler' olma ihtimaline bile yanaşmıyorken bu istemim, çok bencilce hatta alçakça idi. Hem, ne istiyordum ki ben?. Ben, kimdim ki?. Bir kibre kapıldığım çok bariz, üzerime sıçrayan iftiralardan da nasibimi aldım. Sadece bekliyorum şimdi. Bir fikir aydınlatır koridorlarımı belki. Yarısı da olur. Ötesini ben tamamlarım.

Kanıma girip aklımı zapt eden bu fikirlerle yaşadığım düşüşler yaşam serüvenimin özneleri.. Kendimi kenara çekmiş, tüm boşluk büsbütün onların olmuş.. Kendi yok oluşumun mimarı benim. Köklerini yıkımdan alan bir düş.. Alabildiğine saçmalık.. Kadim yakarışlarımdan birine rastlıyorum istasyonda. Aklımın odaları gibi, tıpkı istasyonları da küçük, sevimsiz.. kişiler, üçüncü tekil şahıslarımın berikisi, ötekisi..

Aksırana, tıksırana kadar içiyordum.. Bir nasihat gibi, kulaklarımda çınlayan sesler.. çaldığım her kapının arkasında bir muamma. Aklımın odalarında yankılanan bu sesler uzaklardan bir cümbüşün habercisi.. evet, bavulumu toplamıştım.. ancak bir şey eksikti.. bir şey, beni ben yapan.. iki çift kelam ettikten sonra aklıma geldi.. güz gülleri kadar sakin, vakur bir şekilde beni seyreden zamana karşı savunmasız, bir o kadar da çaresizim..

Bavulumu toplayıp, en güzel kıçları öptükten sonra işte buradayım.. Çaldığım her kapı.. birer muamma..
kozmos
Geniş Bir Hapishane
Bir köşeye sıkıştırdığım fikirlerimden birisi.. ''kötü''

gözlerini birden gökyüzüne çeviriyor ve aniden yok oluyor, derken arkamda beliriveriyor.. bu kedi-fare kovalamacasında kendimi kedi sanmam ne büyük ahmaklıkmış oysa. Kimlerle, nelerle aşık attığımı şimdi fark ediyorum.. en zoru da, kendine karşı yenik düşmekmiş.

Yine Bir kutudayım. Çok geniş bir hapishane aklım. Alabildiğine kıstırılmışlık, alabildiğine sömürü..çilehanemin içindeki odalar.. her biri zamanın bıraktığı silik yaralara haiz hücreler.. kurtuluş macerama, çıkış biletime denk geliyor her bir oda.. önce unutmalı, sonra öğrenmeli.. her oda sonsuzluğa kadar uzuyor. Derin ve mükemmel sessizlik içime işliyor.. çıkış bileti buralarda olmalı.. kendimi sadece ben kurtarabilirim. Yine kendimden.

Fikirler kirli botlarıyla basıp geçiyor en güzel romanların üstünden.. atlayıveriyorlar en sadık düşlerin orta yerine ve alıcı gözlerle bir şeyler istiyorlar, bir çeşit haraç. zaman'ın gönderdiği bir tür vekil. direnemiyor, bağıramıyor, düşünemiyorum... en nihayetinde kendime karşı savaşıyorum. kanserli fikirlerimi kesip atma istemim, yine kendim tarafından durduruluyor.

mazereti yok. açıklaması da. Baştan sona saçmalık, tıka basa çaresizlik. büsbütün içindeyim yalnızlığın. Yokluğumun tek 'var' tarafı bu. Çok geniş bir hapishane aklım. Alabildiğine kıstırılmışlık, alabildiğine sömürü.
kozmos
Aklımın odaları - 3
Bir yaz günü, alışık bir şekilde ayaklarım üşürken sigaram vakur bir biçimde içime doluyordu.. düşünüyordum.. ''Şimdi, Düşüncelerim felçi. oysa ölmeleri için uğraşmıştım.'' Diye. derken Aklımın odalarının önce kilidini, sonra sürgüsünü açtım. birer birer yokluyordum odaları. Bir şeyler arıyor gibiydim ve aynı zamanda bir şeylerden kaçıyor gibi. bilirsiniz bazen, takılı kalıyor insan bir şeylere…

Aklımın içinde gün, her akşam saat 03.00'da başlıyor. Zaten 3 rakamını kendimi bildim bileli sevemedim. bir uğursuzluk var sanki bu rakamda. kötü bir şeyler olacakmış gibi. Odaların içerisine kadar gelen ses, koridorlarımda yankı yapıyor. fikirler uyanıyor, fikirler ölüyor. zaman birden hiç alışık olmadığım bir şekilde işlemeye başlıyor.

Merhametle kaplı sözcüklerle karşılıyorum her darbeyi. bir zaman artık sabredemiyor, hançerimi kınından çıkartıyoru.. beynime hücum eden katil fikirler, katil fikirleri doğruyor sonra. herkes bir anda herkesleşiyor. üçüncü tekil şahıslarım tek sıra halinde önümde. Sevimli bir başlangıç değil. az sonra koridorlardan taşan bu yankı, tekrarlanıyor.. rüyada gibi, gerçekte gibiyim. Rüyalar ve gerçekler arasında bir yerlerde sıkışmış, kendimle baş başa bırakılmıştım..

En kötüsü de buydu galiba.. ''kendinle baş başa olmak''. Kendine katlanmak eylemlerin en zorudur. Kimseye kendini için şikayet edemezsin, ağlayarak anlatamazsın. hem, ne diyebilirsin ki?.

Sözün özü, Betondan çevrili bir hapishane aklım. Ne kadar serbest olabilirsem o kadar ''serbest'' im işte.. üçüncü şahıslarımla birlikte oynadığım bu kumar oyunu, dipsiz kuyularıma vip giriş bileti.. kazansam da kaybetsem de, istemediğim bir sonuçla yüz yüzeyim..
kozmos
Karmaşanın ortasında bir fikir 2
Soruşturan gözlerle bakan insanlar.. hepsi, yarının yitik hatıralarıma haiz birer silik gölge.. bir şeyler öğrenmek için birbirini eziyor, kalabalığı yararak yanıma doğru uzanıyorlar.. bir fikir, bir ses peşinde hepsi.. alacaklı gibi bir havaları var. Oysa, verecek hiçbir şeyim yok, zamandan başka.

Öteden beri kendimle kavgamı çözemediğim için bu hastalıklı halim, hal değil. bir tertip getirmek gayesinde idim uzun zaman. Fikirlerime ve aklıma.. aklımın odaları gayet karışık, gayet dolu.. hınca hınç bir bolluk, taşarcasına bir fazlalık..

Basit bir zerafetle önümde serili vaziyette duran bir cisim. belki bir kadın, 20'lerinin ortasında. Bütün günahların üzerine sünger çektirecek kadar güzel.. suçlarımın sorumlu mevkiinde aklım, ve düşüncelerim sessizce oturmakta. gök alabildiğine açık, yıldızlar sere serpe uzanmış. çetrefilli duyguların tam ortasında gök kubbeyi, tanrının bu şaşaalı şölenini seyretmekte, derin düşüncelere dalmaktayım.

Kuru hıçkırıklarla sarsıldığım anlardan birinde açık pencereden içeri keskin bir soğuk atlar. göz yaşlarım yanaklarımdan daha süzülmeden kalkıp pencereyi örtmeye ilişirim. uzun bir sükut çöker, yalnız odanın içine.

Arkamı döner dönmez bir cümbüşle karşılanıyorum. patlayan konfetiler bir partinin habercisi. güzeller güzeli karşımda beliriyor. Hem yakın, hem uzak. bunun da hayal olduğunu fark etmem uzun sürmüyor. Bu realitenin yapmacıklığını fark eder etmez, insanlar da değişiveriyor. Ne hikmet, benim değişmem bir şeylerin startını vermiş oluyor.. kendimle birlikte tüm evren değişmiş oluyor..

Hayat, hayat diye bir kelime var ya… kelime, bir kelimecik.. insan değişti mi, o da değişiyor işte. İnsan aynı kalınca, o da yerinde sayıyor. ''değişim sizde başlar'' gibi bir kişisel gelişim safsatasından öte, bunun bir realite olduğunu kavrayınca farklılaşıyor her şey.. değişim bile değişiyor hatta.. sonra, sonrası, lafü güzaf..
kozmos
Karmaşanın ortasında bir fikir
Sahifelerini çevirdiğim bu umut dolu defteri çöpe atmak mecburiyetindeydim. Saat 3'ü çoktan geçmişti. mükemmel sessizliğimin tam orta yerinde kendi başıma sigaramdan derin nefesler çekmekte, düşünmekteydim.

Aklımın köşelerine ilişmiş vaziyette duran isimlere takılıyorum. Gözlerimin önündeki sis perdesini araladıkça isimler berraklaşıyor zamanda ve uzayda. adeta, bir cangıldayım sanki. Eriyip giden anıların hatırına isimlere odaklanıyorum. Simalara ve eylemlere.

Büsbütün düğümleniyor boğazım. kaskatı kesilen vücudumdan soğuk terler boşalırcasına iniyor aşağı. bir isme takılı kaldım son aylarda. Yağmur altında ismini dahi bilmediğim sokaklarda yürüyorum. bir isme takılı kaldım.

Aklımda bir cümbüş tertiplenmiş. onur konuğu olarak katil fikirlerim baş gösteriyor. vay ki ne vay... köşede süslü bir şekilde oturmuş ve piposundan derin nefesler çeken zaman. Vakur bir şekilde beni seyretmekte, başlı başına bir sorgulama içinde beni süzmekte.

Coşkun bir müzik çalınıyor. Yankı yapıyor aklımın odalarında her biri. Caz, klasik ve rock. bazen Anadolu rock. komik, gülümsüyorum... bıçak kesiği gülüşlerim zamanın bıraktığı birer silik yara.. o, hala beni süzmekte. amacı nedir, neden burada bilmiyorum.. kafamın içine sızdığına göre, alacaklı gibi bir havası olsa gerek...

Akıl Sahnemde bir Avrupai dansın en çarpıcı motifleri alabildiğine uzanmakta.. sahne ıkış tıkış, salon hına hınç düş.. buz soğukluğunda bilincimle kendimi seyrediyorum.. zamanla takas ediyoruz yerlerimizi adeta. Şimdi görsünler bakalım beni!

Perde yavaş yavaş kapanıyor. Perdenin sol tarafından sahneye doğru ok gibi fırlayan kurşun ağırlığında bir düşünce.. hayallerim ve umutlarım.. çılgın bir alkış.. gökler ağlamak üzere.. Arkamdan taaccüple bakan hayallerim ve umutlarım.. Bir tesadüf, bir isim imdadıma yetişebilir..

Çaresiz hali büsbütün belli varlığımın özündeki isme odaklanıyorum. Geç de olsa gelmiş, hayat getirmiş..

Aynı zamanda Yok oluşumun altındaki imzaya haiz o fikir.. Geç de olsa gelmiş, hayat getirmiş..
kozmos
Fikrime Dair
Fikirlerim kınıdan çıkmış bir hançer gibi hücum ediyordu aklımın sınırlarına. zorluyor ve ilerliyorlardı.. halkaların içinden atlıyor en güzel kıçları öpüyor, birinin düşünmek dışında yapacağı ne varsa yapıyordum.. Ara sıra mükemmel sessizlikte yukarı, yıldızlarlara bakıyor, uzun sigarasından bir nefes daha çekiyordum.. bazen birkaç gram suç ile buluyordu kendinim.. sardığı cigara kendisi uzaklaştırıyordu şeylerden. ''Bir Kadın Bekliyor Beni şehirlerin birinde.. bir trende rastladığımız.. '' diyordu mükemmel sessiliğe.. ah, mükemmel sessizlik.. bağıra çağıra bir susuş.

Karbon kağıdından yapılmış hayallerim tekrar çarpıyor suratıma ve soruyorum kendi kendime müthiş karanlığın tam ortasında ''Siz, güzel kadınlar ne ile meşgulsünüz şimdi?. nerelerdesiniz?''Gözümün feri hüzne teşne, tadını alıyorum adeta. kelimelerimin etrafında dolanıp duruyorum. Hastalık sıçramış fikirlerime atıyorum suçu. En kolayı bu çünkü. Derken Yoldan geçen bir yabancıya sormak istiyorum tanrım. gerçekten, mutlu musunuz?.

Çok süslü bir kaldırım görüyorum.. yoldan geçen yabancılar basıyor üstlerine. “O kaldırımın da bir hikayesi var mıdır acaba?'' diye istemsizce sorguluyorum kaldırımın varlığını.. çocukluk ettiğimi fark etmem geç sürmüyor..Düşüncelerimin çok dağınık ve sürekli parçalar haline bölünüp birleştiğini özümsüyorum. Tekrar ve tekrar ve tekrar.. hastalıklı fikirlerimi absorbe eden bir mekanizma var. Sürekli kendimden birinci tekil şahıs kullanarak bahsetmekten ne kadar da nefret ediyorum.. kendi tekilliğimde sıkış tıkış fikirlerimle asılı kaldım. Bir kurtarıcı arıyor gözlerim.. stabil haldeki bu çaresizliğime bir yara bandı istiyorum istemsizce. Mecburum buna. Beni kendimden uzaklaştıracak her şeye razı gibi bir havam var.

Oturuyorum en tehlikeli soruların karşısında. hala kendimden bahsediş şeklimi düzeltemedim bir türlü. salt bir şekilde arınma talep ediyorum. tanrıvari bir güç tarafından ölüme çekilmek. neyse, belki bu sefer başarırım. Kendimden ne kadar uzaklaşırsam o kadar iyi..

Boğazlanmış bir şekilde yerde yatar vaziyette duran benliğime göz gezdiriyorum. Fazlasıyla bencil, fazlasıyla çaresiz.. kendi içime sokup sokuşturduğum bu bencillik omuzlarımda bir yük, bilincimde bir kara leke... Mükemmel sessizliğin dipsiz kuyularından birinde otururken aklımdan geçenleri tek tek eliyordum bu şekilde. mükemmel sessizlik, bağıra çağıra bir susuş. o kadar çoktular ki, hangi biri ile uğraşsam diye düşünüp kontrolü zamana bırakıyordum… acımasız, vakur, sabırlı..

Varoluşsal sorgulamalarımın doruklarındayım. Kendimden bahsediş şeklimi değiştirememekle beraber, buna bir çare de bulamıyorum. Öze yönelimimin 1.yılındayım. evrildiğim bu yön, zor da olsa benim için iyi.. kanalize ettiğim acılarımı bir süredir saklıyorum.. onlar için üzülmem için henüz erken.. geç olansa, kendime duyduğum hasret, tanımlamalar bütünü.. sonra.. başka biri olurdum her halde.. yeterince oldum zaten, başkalarıyla başka biri..

Kendime dair duyduğum vahşi hasret Neden?
kozmos
Hastalıklı bir fikir
hastalık bulaşmış fikirlerimle Tam bir çeyrek saat hemhal olduktan sonra sigaramı tazeledim ve uzaklara bakmaya, düşünmeye devam ettim.. Boğuk bir gülüş kesti bütün dikkatimi, odağımı. gülen bendim. Neye güldüğümü bilmemekle beraber umursamamıştım da.

Gece geç saatlerde fikirlerimi salıveriyordum aklımın sonsuz bayırlarına.. biraz hava alsınlar, gezip geri gelsinler diye. bazıları sıvışıyor, dönmemek üzere kaçıyor. Tutamıyorum da. Karanlık bir köşede oturmuş vaziyette, avuçlarını sıvazlayan Zamanla aralarında gizli bir akrabalık var. Fikir ensesti bu olsa gerek. Derken soruyorum; Zavallı düşlerim, bulup buluşturduğum aklımın içinde ıkış tıkış yaşıyorlar.. dışarı çıkmak istiyorlar mıdır acaba? ancak bırakamam onları, bukowski'nin dediği gibi ''there is a blue bird in my heart he wants to get out'' ben onlar için güçlüyüm..

Azgın bir boğanın hıncı gibi sıkıca sarmış vaziyetteyim onları. Zor sahip olduğum bilincimi fikilerime borçluyum. Bırakamam onları Ve çoğu, İçi ürkütücü karanlıklarla dolu birer tapınak kapısı gibi olan bu fikirler, tezat enteresan bana iyi geliyorlar. Aklımın dehlizlerini fazla büyük olmayan, iğrenç bir 1860 lı yılların venediği haline getiren bu fikirler en aktif olduğum zamanlarda zihnime sıçrıyor, siyaha, kırmızıya çalan renklerle kafamın içinde sirenler çalıyordu.

Onlardan kurtulamıyordum, görmediğim için savaşamıyordum da. beri yandan onlar beni görüyor, içime dokunuyor ve benimle adeta oyun oynuyorlardı.. bir zaman ıkına sıkına kabul etmeye çalıştım onları, orada olduklarını kendime öğütleyip, onların bu gammazlıklarını alttan almaya çalıştım.. üstelik filozofça bir tavırla da değildi bu eylemim. Gayet sükunet içinde bir boyun eğişle kabullenmiştim onları..

Fikirlerimden kurtulamadığım gibi onlarla yaşamıyordum da.. onlar yüzünden herkesin içinde şunu söyleyecek bunu söyleyemeyecektim. Fikirlerimin zincirlerime dönüştüğünü fark etmem, pek uzun sürmedi. bir çıkış yolu, bir kapı arıyordum.. araladağım onlarca dipsiz kuyulara çıkan kapılara rağmen aramayı sürdürüyorum.. olmuyor, bazen.. sadece galiba sadece 'şeyler' olmak istemiyor. Rengi kızıllaşan güneş, rüzgarla bir olup yüzümü okşuyor, Ben uykusuzum. Kim bilir, başkaları da benim gibi düşünüyor muydu?.. fikirlerinin arkası ne kadar serin olsa gerekti.. göz alabildiğine yeşillik, göz alabildiğine özgürlük. ağaçlarının kokusu nasıldı kim bilir.. kokusu burunlarına gelir miydi.. benim payıma çözümsüzlüğün keskin ve ekşimtırak kokusu düştü. Yüce tanrım, beni, ayak üstü mü yarattınız?.. bana ulaşamayan o kokuları ''onlar'' daha mı hak ediyordu yoksa?.. eylemlerim miydi beni kendimle uğraşmak zorunda bırakan, işsizlik miydi..

Tembelliğin tadını aldıktan sonra Zayıfladım, boyum uzadı ve hatta yüz hatlarım çöktü, birkaç tane beyaz belirdi saçlarımda.. kurşun gibi ağır fikirlerimin atlında ezildikçe ezildim.. nokta haline gelene kadar peşimi bırakmayacak olan anılarım, fikirlerimle işbirliği yapıyor, adeta beni yok etmek için mesai harcıyordu.. ''hiçbir şeyim yok''

Evet, yasak zevkleri tadış senesini sanıyorum atlattım. işsizliğime kılıf uydurmak değil niyetim, bilakis, bunu anlamlandırdıktan sonra getireceğim isimlendirmeler beni çeken unsurdu.. hele bir de şu zaman olmasaydı..

hastalık bulaşmış fikirlerimle işte Tam bir çeyrek saat böyle hemhal olduktan sonra sigaramı tazeledim, bakmaya devam ettim. bir sessizlik dağıttı dikkatimi. yalnız olduğumu anımsadım bir an. hiçbir şeyim yok.
kozmos
Ruh kanseri
baştan sona bir yalnızlık. Günlerden Perşembe. Baygınlaşmış ve arsız arsız, uyumaya teşne gözlerimle bilgisayar ekranındaki yazılara bakıyorum. Saat sabah beşi çoktan geçmiş..Saatler geçmiş.. Yıllar, yaşımı anımsıyorum.. Kaç saattir bilgisayar başında yazı yazdığımı hatırlamıyorum, en son ne zaman uyuduğumu da.. uyku gözlerimden akıyor gibi dursa da, direniyorum buna. Garip bir şekilde zevk de alıyorum. Gaipten sesler duyuyorum.. karanlıkta gördüğüm silüetlerin sesleri.. sigaramın ucundan çıkıveren görüntü çekmiş olmalı onları.. 'ben' temelli cümlelerden nasıl da nefret ediyorum oysa, kullanmaya devam ettiğim halde.

Bir şarkıdolanıyor dilime. Ürperiyor içim sabah saatlerinin soğukluğuyla üstüme hırka almadığımı fark ediyorum. nasıl bir yaşamak bu böyle? Baştan sonra boşluk, baştan sona boşluk.. emeğimin karşılığı verilmeyen işlerimi anımsamadan duramıyorum. Oysa hala devam ediyorum onları yapmaya.. galiba hayatın ruhunda da bu var.. ''celladına aşık olmak'' en kötüsü de bu değil mi zaten.. ruh kanseri, direnmeniz çaresiz, yetersiz.. ondan da öğrenecek şeylerimiz vardır elbet.. yadırgamıştım başta.. ta ki bir doktor'un dudaklarından dökülen tıbbi terimleri duyana kadar… garip bir şekilde inanıvermiştim.. işini iyi bilen bir insana her zaman böyle yaklaşırım.. inanırım..

Biraz sonra kendime geldim. Etimin çekildiğini hissediyordum.. yine doz aşımı yapmıştım.. ilaçlarımı düzensiz alıyor, yeterince beslenmiyor, pislik içinde yüzüyordum.. en son 3 hafta önce yıkanmış bulaşıklar bir dağ edasıyla mutfakta beni bekliyordu.. hiçbir şey yapmak istemiyordum.. sadece içmek, sadece yazmak.. yazmak ölürcesine ve sonsuz bir iştahla..

Herhangi bir kitabın bir sayfasını açıyor ve oradan bir cümle seçiyorum.. gerçekten ilginç.. arkasından sayfalar geliyor. Yazılar, yazılar.. her şey birbirini takip eden birer kopya.. dalıveriyorum bütün güzel yazıların orta yerine. Basmakalıp kelimeleri ayıkladıktan sonra, cımbızlanmış acılar kalıyor geriye.. konu başlıkları gayet açık, bariz.. orta yerde duran büyük bir hüzün. Masanın üstündeki sürahi, kapı kolu.. saçmalık bu! Düpedüz yalan..

Bir ritüel edasıyla her gün, Uyanır uyanmaz bir sigara yakıyorum.. bal tadında bir şey bu. Bilgisayarın düğmesine bastıktan sonra 'mesai başlasın' diyorum, kendi kendime yaptığım bir milyonuncu espiri.. kimsenin gülmediği, herkesin sustuğu bir odanın içindeki bir münzevi.. fazlasıyla yalnız. Fazlasıyla gerçek.. bu gerçek, fazla bana.. özümsediğim gerçek, salt hüzün, salt trajedi.. seviyorum ama bunu.. uzun süredir bununla yaşıyorum.. baştan sona bir yalnızlık… Günlerden Perşembe.. ben yazıyorum..
kozmos
Gaipten Gizler
Ne zaman Bir çıkış noktası arasam, kendi realizmime kayarım, ona tutunurum. Aklımı yitirdiğimi düşündüğüm her an bir kazaç gibi görünür.. hayır hayır, sonuna kadar burada oturacağım ve çünkü biliyorum.. buradan kalkarsam yapmak istemediğim şeyler yapacağım..

''ruhumu sarstın, kalbimi kırdın'' bu kelimeler 15 ekim 2008 baharında bir kadının dudaklarından öylece dökülüverdi orta yere.. kapış kapıştı acılar. Saat 17'yi geçerken çöreklenmiş acılar. Acılar, sadece kırarak içeri giren acılar.. anılar.. bir marifetmiş gibi ulu orta sergilemezdim anılarımı, acılarımı.. şimdi paylaşmaktan sapıkça ve garip bir şekilde zevk aldığımda su götürmez bir gerçek. ''yazmasam deli olacaktım'' belki de. hala deli iken.

Şimdi, içimde bir sızıdır.. kırıntılarını toplarken kırık kalplerin.. ama bunlar tatlı birer hüzünden başka nedir ki? Söyleyin bana.. söyleyin de kurtulayım kendimin pençesinden..acılarımdan, sapkınlıklarımdan.. söyleyin bana.. kurtarın..

Bir adam konuşuyor dahası, bağırıyor karşıdan:
''Pişman olurum diye yapmadıklarınız, yeni pişmanlıklarınızdır''
İçten içe imreniyor, kıskanıyorum onu.. Neden?! Ben de gayet tabii onun dediklerini diyebilirim.. Hayır, o kadar cesur değilim. Bir defa bağıramam uluorta.. Sergileyemem tüm gür varlığımı orta yere koyamam.. Peki neden?. İşte cevap: Bilmiyorum. Bundan sonra tekrar neden? Diye soramıyorum kendime. İki kere ikinin dört etmesi ne kadar mantıklı ise bu da en az o kadar mantıklı bir açıklama işte..

Bir şeyler karalamayı seviyorum. mağaramı, kitapları tütünü.. kelimelerle öteden beri bir yakınlığımız var.. gönül bağı bu galiba. İnsanlarla uyuşamadığım kadar ortak yanımız var onlarla.. ben onları bir araya getirdikçe onlar benim yokluğumu anlamlı kılıyor, hatta belki var ediyorlar.. en sancılı ve sarsıcı çığlıkların orta yerinde beliriveriyorlar gözlerimin önünde, yana yana kalem kağıt aratıyor bana. kimi buna garip bakar kim bilir. işte, İki kere ikinin dört etmesi ne kadar mantıklı ise bu da en az o kadar mantıklı.
kozmos
Cımbızlanmış bir fikir
Yine zihnimin derinliklerini kurcalarken buluyorum kendimi.. Kullanmayı sevdiğim kelimeler beliriveriyor önümde. Anlamıyorum, neden böyle bir sanrı içerisinde olduğumu.. bir türlü anlayamıyorum.. anlamlandıramadığım gibi, adlandıramıyorum da.. doktorum da çileden çıkmak üzere.. teşhis koymak için geç kalınmış bir vak'aymış gibi bakıyor bana.. görebiliyorum, acıyor bana.. kim bilir, belki bu da bir yanılgıdır. Diğer şeyler gibi.. doktora görünmeme filan gerek yok aslında, bariz delirdim işte. 20'lerinin ortasında, ''hayatımın baharında'' bir kış. İnsanlara gerekli olan umudu veremiyorum. Ruh kanseri diyorum buna. Adlandırmaya yeltendiğim tek şey 'bu'..

Hah! Hah! Hah.. ne kadar da mürekkep yalamış bir kimsenin sözleri bunlar. hasta benliğimden, veremli ruhumdan akan kanın berraklığı ilişiverdi gözüme. Çok taze.. direnmek gereksiz, çırpınmak da bir o kadar yapmacık.. diğer şeyler gibi, bu da yitecek, soluklaşacak.. en güzel sonatların mısralarında savruluyorum.. şiirlerde vücut buluyorum, vuku bulduğum mısralara dönüyorum.. afili bir üşüme alıyor sonra. ilacımı içmediğimi hatırlıyor, saati kontrol ediyorum.. galiba yine dozaşımı yapacağım.. hayatım gibi. her şeyim fazlalık. uzay ve zamanda sürüklenen basit bir münzeviyim ben, kelimeler benim solucan deliklerim.

Varlık sorunumla öteden beri ilgilenirim. kendimi adlandırmak konusu bende bir takıntı haline dönüştü.. zamanla kötü yaraya çevirdim bunu.. ayaklarımla yürüdüm darağacıma.. kendi yarattığım. Ellerimle geçirdim boynuma ipi ve zevk aldım bundan.. evet bundan sapıkça zevk aldım.. nasıl da alçakça bir yöntemmiş, kendimi bulmak için yaptığım ''şeyler bütünü''. Keşkelerle avutuyorum şimdi kendimi. Keşkeler ve sigaralar.. uzaklara bile dalamıyorum artık. Bir sigara yakıyorum, elimde bitiyor. diğerini yakıyorum.. en iyi niyetli kötü alışkanlığım.. tüm kelimelerimin çıkış noktası sigaralardır. Yanan şeylere hep ilgi duydum, galiba yüreğimden dünyaya saçılan alevlerin de tek açıklaması bu.. kendime acı çektirmek hep sapıkça olduğu kadar tinsel bir haz da sağladı bana.. ''BEN'' bu kelimeden nefret ediyorum.. bu kelimeden ve diğerlerinden..

'Bunlar ve şunlar' ötekileştirdiğim acılarım.. ötelediğim ve silmeye çabaladığım..
Hiçbir akıllı kimse yoktur ki, çektiği acıdan zevk alan.. kendim bunu sorguladım yaşamım süresince. acılardan aldığım zevki hep bir yere oturtmaya, bir kalıba yerleştirmeye çalıştım, olmadı.. veda şölenimin 2. Perdesinde alkışlanıyorum şimdi. Hayat sahnesinde çok durdum ve artık fazlalığım. Olanca yokluğumla işte buradayım ve 'varım' olanca varlığımla, yokum.

Göz alabildiğine bir yalnızlık, tıka basa bir boşluk.. bu bitmek tükenmez çilemin açıklanması için kendime getirdiğim kelimeler bunlar.. neden bilmiyorum, yalnızım diyemiyorum.. sanki, bunu deyince utanılacak bir şey yapmışım gibi hissediyorum. Çoğullukla böyle hissediyorum ve sanki, çok ayıp, iğrenç bir şey yapmışım gibi yaşıyorum.. utanıyorum. Yapmadığım şeylerden.. başkasının günahına ağlamıyorum, olmayan günahlarıma utanıyorum.. saçmalık bu! Dolu dizgin bir hiçlik.. tanrım. Gerçekten, ne için yarattınız beni? Delirmek üzereyim. bir nokta görüyorum artık, o noktayı aşmam gerektiği hissiyle doluyorum. İki nokta getirdiğim tüm cümle sonlarının tek noktaya düşmesi için çabalıyorum.. bir kurşun kadar ağırlık hissediyorum kafamda.. hareket ettiremiyorum, konuşamıyorum.. çığlık çığlığa bir susuş duyumsuyorum. duyumsamak olsa yine iyi, tüm benliğimle tadıyorum bunu.

İşte, bir Perşembe günü yalnızlığıma artık dayanamaz duruma geldiğimde aklımdan geçen bunlardı ve ben hiç perşembeleri sevmezdim.
kozmos
Kitaplarım
Bir çok zaman düşündürüyor beni, bu kadar çok kitabı ne yapacağım konusu.. elbette okuyacağım tabi.. ancak kitaplarımda bir şey var, onları sahiplenmemde.. psikolojik gerekçeleri ve sebepleri mutlaka vardır.. ancak bilişsel temelde onlarda huzur bulmam, çok garibime kaçıyor hep.. bir gün öleceksem eğer, bir kütüphanede ölmeyi yeğlerdim.. her zaman kitaplar bana yardım etmiştir.. en büyük dosttan daha dost olmuşlardır.. gözlerimi açmışlar, gözlerimi kapattırmışlardır.. kitaplarım..

Kazık attıklarını da görmedim hem. İnsanlardan öğrendiklerimin hemen aynısını Kitaplardan öğrendim.. varlığımı anlamlı kılacak bilgiler bütününe sahip olan o varlıklar, varlığıma varlık katmışlardır..

Bir çok zaman okurken uyurum. gözlerim yorgun düşer ve bırakırım kendimi derin ve naif uykunun kucağına.. öylece uyurken kitabımın kokusu da burnuma gelir.. korkutur bazen bir kitabın orada bir yerde varlığı.. bazen birikir de birikir okuyacaklarım.. altını çizeceklerim, not alacaklarım.. anlatacaklarım ve dinleyeceklerim... sudanlı bir çocuğun sesini duyarım bazen bir kitapta, bazen bir generalin girdiği zafer sarhoşluğunun fısıltıları gelir kulağıma..

Bir kitaptır beni anlamlı kılan ve bir kitaptır, tüm kitapları okutan. başlatan, bitiren.. kitapları ölürcesine sevdiğim doğrudur.. ben, gözlerim benden vazgeçinceye kadar okuyacağım kitaplarla birlikteyim. diğerleri, kaçamak. diğerleri hep 'diğerleri' olarak kalacaktır.. bunu ben istemedim, onlar da istemedi. İşin garibi kitaplar hiç istemedi.. sadece böyle işte.. baştan sona kitaplar..

Kafe masalarında cümleleri cımbızlayıp alıntı yapmak için okumaksa bir kitabı! Okunmamalıdır böyle bir gaye için kitaplar.. kitaplar, okunmak için okunmamalıdır.. yaşamak için onları, özümsemek, hissetmek ve realiteye dökmek.. işte kitapların varlığı bundan ileri gelir.. benim kitaplarımsa, onları çok severim. Aynı kitabı defalarca okuduğum da doğru. bir kitap, sönmez hemen yüzlerce yıl var olur.. kefenin cebi yoktur ama bir kitap alacak kadar yer vardır herhalde bir mezarda. sahiden, birkaç kitapla gömseler ya beni.

Bir giz gibi yaşadım, yıllarca kitaplarla. kitaplar ve sigaralar. bu da bir kitaptı galiba. kitaplar. Bir çok zaman düşündürüyor beni, daha ne kadar okuyacağım düşüncesi.. Nereye kadar? Sanıyorum baylar, gittiği yere kadar.. gitmediği yerde de bir Dostoyevski neşriyatı yardımcı olur bana, yazamadığım ne varsa, yazmadığım, cehaletimdendir, aptallığımdandır.. kitaplarım benim, onlar beni ben yapanlardır..

Beni, kitaplarımla gömsünler..
kozmos
Soğuk anılar
Hayatım boyunca üşüdüğümü anımsıyorum.. sıcak yaz günlerinde bile bazen, içime bir ürperti otururdu.. uzun cümleler kuran herkes, üşür müydü yoksa?. bana özgü olması bir çeşit lanet olurdu yoksa. varlığımı anlamlandırırken başvurduğum bu yollar aslında benim için bir çeşit tehlike arz ediyor.

Doğduğum topraklar doğunun en soğuk, zifiri yerlerinden ve ben. bir yaz günü doğmuşum... bir yaz günü sabaha karşı gelmiş varlığımın habercisi.. 'yok' olarak doğmuşum belki. Zamanla 'var' olmuşum.. yine de, üşümek kadar hatırımda olan bir şey yoktur. yaşıtlarım gibi kızgın kumlar, serin sular değildi anımsadığım.. alabildiğine üşümek, alabildiğine soğuk. içimin derinliklerine üflenen bu soğukluk, karakterimi de şekillendirdi zamanla.. bir 'ben' doğdu 'soğuktan'..

En hüzünlü mısraların ortasında üşüdüm, en güzel anlarda. genç bir sevi ile yaşanan güzel bir anın tam ortasında.. ürperdim birden.. bir zaman bunun benim bir lanetim olduğunu düşünerek yaşadım… ciddi ciddi üşüyordum. Evet, bunun için doktora gittim. 'doktor beyler' bana kansızlıktan bahsetti.

Bir çeşit hastalığım daha olmuştu.. haneye hoş geldin dedikten sonra, ona da alışmaya çalıştım.. ne çok hastalık sahibi bir insandım.. hastalık hastası değildim oysa. Sadece şanssızdım galiba.. baştan sona şanssız bir münzevi. Baştan sona soğuk ve salt yalnızlığımla bir münzevi..

Sakallarımın donduğu, ayak parmaklarımın hareket edemediği diyarlarda olduğum zamanları anımsıyorum.. yakan soğuk içime işledi.. amansız hastalıklarımın fitili oldu soğuk.. kar bile sıcaktı.. oysa soğuk, çok başkaydı.. beni tüketen bir kavramdı..

Nereye gidersem gideyim peşimden gelecek olan bu lanet, tüm benliğimin artık tamamıyla kabullendiği bir realite.. ne kadar kabul etsem de, bunu yaşaması güç.. fiziksel olduğu kadar ruhsal bakımdan da hissettirdikleri belki, bir yarar çerçevesindedir diye düşündüm bunu bir zaman.. 'o kadar da' kötü olmadığını fark etmemle birlikte bundan beslendim.. evet, hatta bundan zevk bile aldığım oldu bazen.. beni ben yapan bir şey haline dönüştü 'soğuk'

Hayatım boyunca üşüdüğümü anımsıyorum.. sıcak yaz günlerinde bile bazen içimin bir anda soğukla kaplandığını sıcak bir içecek aradığım anları unutamıyorum.. üst üste dört beş tane çorap giyindiğimi.. yorganlara sarılıp, yorganın içinde kahve içtiğim anlar.. gülümseyerek anımsıyorum onları.. ''fazlasıyla soğuk anıları''
kozmos
Zamanın kanattığı yaralar
ne çok acı var, garip ve çaresiz insanın omuzlarında.. bir çok hikaye, bir çok yarım kalmışlık.. hayat da budur zaten, yarım kalmışlıkların, pişmanlıkların ve hataların toplamı.. zamanın getirdikleriyle götürdükleri arasında pek fark da yoktur.. ne Getirdikleri gelmek istemiştir, ne aldıkları.. gitmek

Orada bir yerde pislik ve leş kokan bir apartman dairesindeki adamın çığlıklarında delirmeden önceki son anlarında yanı başında durur zaman.. sessizce izler, eserini.. kırıntılar bırakmıştır artık.. düşündüm de şimdi.. nasıl da zalimdir zaman?.. acımasız bir komutanın dilinden dökülen kan gölleridir.. afrika'da bir çocuğun daha açlıktan ölmesidir bir köşe başında.. çok, çok zalimdir.. öyle zalimdir ki bir mahkumun dilindeki beraat gününe kalan sayı kadar zalimdir.. öyle zalimdir ki, başkasının günahı yüzünden hayatından vazgeçen bir kızın hüznü kadar zalimdir..

silik silik anılar bırakmıştır, ay'ın zeminindeki uçsuz bucaksız büyüklükteki çukurlar kadar geniş acılar. acılar ve anılar. benliğimizden gitmeyen, kazınan zihinlerimizin en derin bölgelerine.. hiç gitmeyecekmiş gibi oturan ve hiç gitmeyecek olan.. bir şeyler dolup dolup boşalıyor içimden.. her şeyde bir tatsızlık hakim. Ne insanlar o eski insanlar, ne ben o eski ben.. sahi, onlar ve ben kim ki? Kimdik ki. yüklediğimin anlamların yükünü taşıyorum şimdi.. beklentilerimin karşılık görmemesi değildi beni yıpratan, beklenti beslemiş olmamdı hüznümün tüm acısı..

Zaman en lezzetli zehirlerle geldi kapıma, önce zile bastı. Sonra soframa oturdu.. karşımda bütün ihtişamıyla dururken beni izledi üstten bakan gözlerle.. ona üstün gelemezdim ve böyle isteğim de vardı açıkcası.. onun beni seyredişini tamamlamasını beklerken iğrenç bir duygu kapladı içimi.. bu his bir ağız dolusu küfürle çıktı dudaklarımdan.. zamanın yaptıklarıma ve yap(a)madıklarıma binaen benden aldığı bu intikam oysa ne kadar haklı ve tatlıydı..

Öyle tatlı idi ki, karşı koymak bile istemedim ona.. kendi ölüm fermanımı verirken ne de gülümsemiştim.. zevklerimin temelinde oturan saçmalıklarım. Ben, buyum galiba.. varlık sorunuma binaen getirdiğim açıklama bu işte.. çelişkinin dayanılmaz çekimi.. ben, buyum galiba.. zamanın tekrar tekrar sildiği ve yazdığı birkaç kelime, ismim.. karalanıp karalanıp yırtılan bir kağıt parçasındaki..

Zamana karşı durmak zor.. ve hatta imkansıza teşne.. zamandan kaçamayız, saklanamayız, savaşamayız onunla..ona karşı yapılabilecek en mantıklı hamle onu kabullenmek. Sinsi planlarla gidemeyiz ona, fark eder çünkü. Fark eder ve intikamını en ince yöntemlerle alır.. biz gibi gördükleri çoktur..

Zamanın kanattığı yaralar kolay geçmiyor. taş kesiliyor, yüreğinde insanın. yakıcı bir soğuk yerleşiyor yüreğinin tam ortasına. zamanla silinir gibi olsa da varlığı kesinleşiyor. ön sıralardan bir yere oturuyorr o yaralar.

birinci kalite yaralaramızın müsebbibi olan zaman, şimdi bizi seyretmekte.. eylemlerimizi tartmakta, değerlendirmekte .. umursamadan kanattığı yaralarımızı, yenilerini açmak için fırsat kolluyor. Ve biz, bunun farkına varmadan o, yeni yaralar açmaya teşne bir şekilde çalacak kapımızı..

biz farkına varmadan.