zengin sözlük yazarlarının denemeleri

samurai
birkaç şarkının sessizliğinden sonra ayağa kalkıp aynaya bakmaya cesaret ediyorum, iki yakamı birleştiren bir boğaz köprüsü. üzerinde binlerce insan aynı yöne koşuyor. elim boğazımda, ben boğazımı sıktıkça insanlar hızlanıyor, hızlanıyor düşünceler. güneş utancından gözlerini yumuyor, ay kahkahalarla yüzüme gülüyor. ardımda kalan hiçbir şey yokken, aklımda kalmış bir şarkı sözüyle yağmur damlalarına ayak uydurmaya çalışıyorum ama nafile. durmuyor zaman, tam karar verecekken nefesimin şiddetiyle bir başka düşün kapısı aralanıyor, elimde bir fırçayla odalara renk katmak için sorgusuz sualsiz atıyorum adımlarımı. farkında değilim karanlığın, söylesene karanlığın içinde hangi rengi görebilir ki insan? ayrılığın, ölümün, yalnızlığın rengi nedir? sevginin, aşkın, içten bir gülüşün rengi.. hayat mı çok karanlık yoksa biz mi, neden seçemiyoruz renkleri?

beyaz bir güvercin kanadının dövdüğü havayı çekiyorum içime, elimde gökyüzünü griye boyamaya hazır bir sigara. bir ona yöneliyorum bir ötekine. bugünlerde şarkılar kadar yalnızım, beni çok uzaklarda dinliyorlar haberim yok hiçbirinden.
kozmos
deneme denemeleri diye tanım yapılabilecek başlık. deneme denemesinden çıkmış denenmiş denemeler de mevcut...

Sinema salonları
Her insanın mutlaka hayatında bir defa uğradığı yerlerdir sinema salonları. Arkadaşla, sevgili ile, tek başına.. Bazen hatırlanmaz izlenilen ilk film. Adı, konusu, zamanı.. Silik bir hatıradan ibarettir.

İlk gençlik yıllarının kötü anılarını içeren odalardır bazen. Duyguların, karanlıkta ışıdığı yerlerdir. Sırf karanlık olduğu için gidenleri bir kenara bırakırsak, öğretici yerlerdir sinema salonları. Yalnızdırlar da. Bir film süresince yaşayan yalnız odalar. Farklı insanları taşır bünyesinde, farklı yüzleri, farklı hikayeleri. Günahkarı da gider sinemaya. İmanlı(?)sı da gider..

Kültürümüzde büyük bir yere sahip olmamasıyla beraber, hak ettiği değer de verilmiyor üstelik. Genç nüfusun kendi içinde verdiği eğitim savaşı mı buna izin vermiyor, beğeniler mi evrim geçirdi bilinmez ama, sinema salonlarına bir şeyler öğrenmek, sanatsal hazzı yakalamak için giden insan sayısı çok ama çok az.. almasını bilenler için okul mahiyetinde yerlerdir. Hatıralar için biçilmiş kaftandır. Sesler, görüntüler, ambiyans, duygular..

Peki sinema salonları neden boş? Neden hak ettiği yerde değil?

Bu sorunun cevabı aslında yine insanlarda. Sokakta, evde, cüzdanda..

Sinema salonlarına gitmeyen insanların bir sebebi (Yer yer bahane) sinema salonlarındaki bozulan hava. Hak verilebilir bir tutum aslında. Ayaklarını koltukların üstüne atan gençler görüyoruz zira. Karanlıktan faydalanan 15-16 yaşlarında hormonlar.. bu da Saygısızlığın evrimi. Değişen teknoloji, değer yargıları, arkasında yeni nesilleri de sürüklüyor.. Haftalardır beklediğiniz bir filmi en sevdiğiniz yerden izleme imkanına sahip olduktan sonra, arkanızda gülüşen insanlar yüzünden filmi izleyemediğinizi düşünün..

Yine bazı filmlerin bazı şehirlerde gösterilmemesi de, umut kırıcı bir durum. Kendi şehrinde istediği filmi sinema salonunda bile izleme imkanı bulamayan bir insanın salona gitmemesi hak verilebilir bir tutum.

Kısa vadede, dolması istenilen sinema salonları, doldurulması gereken zihinle mümkün. Bütün sosyalliği televizyon izleyip, bilgisayar oyunu oynayan bir neslin, sinema aşkı ile yanıp tutuşması pek mümkün değil. Bu da kapitalizmin görmek istediği bir portre aslında. Ve Maalesef ki Robotlaştırılan bünyeler kadar kar ettiren bir şey yok...
kozmos
delilik ve bilgelik arasındaki ince çizgi

Delilik denince akla, karışıklık, hengame ve kaos gelir. belki en başta da çaresiz bir hastalık. Sözlük anlamına bakınca, ''Kişinin anlıksal dengesinin sürekli bakım altında tutulmayı gerektirecek biçimde bozulması durumu'' olarak tanımlanır delilik. Tıbbi bir tanımdan öte kültürel ve sosyal bir terim. Birden bire ortaya çıkabileceği gibi, zaman yayılmış bir şekilde de gösterebilir kendisini.

Amiyane tabirle 'sinsi hastalık' tır. Fakat bazen öyle deliler, delilikler görür, işitir, okuruz ki, üç lokmalık aklımızla bizler bile hayranlıkla seyrederiz oluşumu. Hayat bir şekilde yolunu buluyor, zaman akıp gidiyor da, deliler ve bilgeler' in söyledikleri zor unutuluyor.. Tarih kitaplarına kazıtıyor kendini adeta.. Müteveffa piyanist Oscar levant' ın şu sözlerini hatırlayalım : ''Deha ile delilik arasında incecik bir çizgi vardır. Ben bu çizgiyi sildim'' Ya da, ressam ve şair William blake' in şu sözleri mesela: ''Eğer deli, delilikte direnseydi bilge olurdu.''

Sonra, şu soruları soralım kendimize:
Deli olarak okumaya başladığınız bir kitaptan, akıllı/bilge biri olarak kalkabilir misiniz? Ya da tam tersi? Aklı başında biri iken, deliliğe dokunabilir miyiz? Sınır nerede? Çizgi nedir? İkisinin arasındaki ilişki hangi düzeyde?

Tarihteki birçok yazar, şair ve bilim adamlarına baktığımızda, birçoğu hayatlarının bir kısmında zor ve tehlikeli dönemler geçirmiş. Yakılanlar, sürgüne gönderilenler, okuduğu okuldan ''aptal'' diye atılanlar.. Şu an, herhangi bir okulun herhangi bir sınıfındaki ders kitabında ismi geçen önemli bir isim mesela..

Yeni nesiller bir deliyi mi, üst düzey bilince sahip bilge birini mi örnek alıyor kendine? Ya da şöyle diyelim: Delilik kötü bir şey midir? Bilgelik ve delilik aynı şey olabilir mi?

Delilik ve bilgelik sözlüklere yazılmamış bir şekilde kardeştir. Kayıtlara geçmemiş bir şekilde arkadaştır. Şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki, deli bir kimse ile bilge bir kimse arasında çok az fark vardır. Yok düzeyinde az. Çok zeki birinin sözlerini ilk ağızdan duysak bile anlayamayız. Söylediği sözler altın mahiyetindedir belki. Belki de ''deli saçması'' dır. Aynı şekilde bir deli düşünelim. Pek umursanmaz söyledikleri. Fakat iyice kulak verince duyarız ki, uzaktan da yakından da bir deli, bir bilgeye benzer şeyler söyler. Genel' i işaret eder. ''Deli ol'' diyen , kötü bir şey söylemiş olamaz. Toplumun ''önde gelen'' isimleri, aktivistlerinden biri ''deli ol'' derken ne demiş olabilir? Neyi kastetmiş olabilir? '' Normallik denilen şey adı konulmamış bir deliliktir.'' diyen Pascal mesela..

İki tür insan vardır. Akıllı ve akılsız. Bilge ve deli. Ortası yoktur. Boşluktur ortası. Bu ikisi de aslında aynı şeydir. Bilge kimse deliliğe değmiştir.. Deli kimse bilgeliğe dokunmuştur. Çok bilgece davranan, düşünen bir insan, kenarından köşesinden deliliğe varan şeyler yaşıyordur kafasında. ''normal'' diye tabir edilen insanların anlamadığı şeyler için ''saçma'' olarak adlandırdığı şeyler ''mantıklı'' dahi olsa, insanlar o şeye, o kimseye ''deli'' der. O kimselerin dediklerinin hiçbir öneme sahip olmadığını söylemesek te, üst düzey bir bilince erişmiş kimselerin pek umursamayacağını söyleyebiliriz..
Peki nerede sınır? Karanlık taraf olarak adlandırılan delilik, aslında aydınlık taraf mı?

Sınır dozunda. Ayarında. “Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız deli kalırız.” Der beckett. Deli kalsak dahi, usturuplu eylemlerimizde. Ne deli olmak o kadar kötü, ne bilge olmak o kadar iyi..

sen? Deli misin, bilge mi?
Cevap her ne olursa olsun, deliliğini sahiplen, kabullen. Kendini özgür bırak. Sonrasında istemesen de bilgeliğe erişeceksin.
kozmos
Milenyum'un Yalnızlığı
Ne demişti nazım; en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı… ve bizde.. biz de öylesine yalnız bir dönemin içinde, öylesine umutsuz bir vak'a haline dönmüşüz ki, herhalde yirminci asırlar bile dönüp şaşırarak bakardı yalnızlığımıza.. umut yok.. ekmek yok.. sevgi yok.. Varsa yoksa, 'para' varsa yoksa 'ilgi' varsa yoksa 'sömürü'

Pervasız taleplerimiz aştı kıtaları, geçti insanlık duvarından.. Kirlettik Dünyayı kirli botlarımızla, bitmek bilmeyen iştahımızla sömürdük öylece. Ellerimizin arasından kaydı gitti güzelim ormanlar.. durduramadık katliamları, kıyımları.. Bu utanç yeter de artar bize yüzlerce yıl..

Milenyumun yalnızlığı derin, milenyumun yalnızlığı soğuk.. çaresiz ve nefessiz.. milenyumun insanının sahip olduğu tek şey. Tek şey 365 gün. 52 boktan hafta. Üşüyerek uyanır güne milenyumun insanı.. yediği darbelere aldırmadan uyanır güne.. istemese de ne kadar uyanmayı, uyanıverir işte.. istemsizce yapar bunu. Önce gözleri açılır. Sonra yorganı atar üstünden.. Dişlerini fırçalar. İşe gider ayakları, saatler sonra geri gelir.. tekrarlar bunu 365 berbat gün boyunca.. Budur milenyum insanı..

Gerçekten.. Nedir milenyum'un bu çaresizliği? Nedir bu yitkinlik? Nedir bu yediğimiz darbedeler? Can kırıklarımız? Rast gitmeyen işlerimiz.. Bacakları kırılmış umutlarımız? Bu mudur milenyumun tüm varlığı?..

''bu ülkede bir eser verdiğin zaman, peşinen bir de özür dilemen gerekir'' demişti mesela Murat Menteş bir keresinde..

İnsan kabullenemiyor.. Bu kadar basit ve aynı zamanda bu kadar derin, zor bir yaşamı.. Olmuyor işte. Olamıyor. Ne oluyor da olmuyor? Bazen sadece olmuyor işte.. Üstüne konuşulsa da, konuşulmasa da.. Olmuyor.

Milenyumun yalnızlığı büyük, milenyumun yalnızlığı dipsiz.. Alçak ellerde milenyum. Kirli ellerde. Kurtarılması gereken bir şey adeta milenyum.. Çekip çıkartılması gereken, kirli ellerden.. Öyle bir çekmek ki, bir daha teslim etmemek.. Gururla taşımak onu..

Milenyum insanının yalnızlığı daim değil ancak! Yeni bir milenyum da gerekmiyor bunun için. Yalnız uyanılan her gün bir kere daha uyanılabildiği için minnet duyulmalı. Küçük şeylerden keyif almalı. 'Basit yaşayacaksın basit' der nazım.. Mutlak mutluluğun sırrı bu değildir belki, ancak mutlak huzura giden yolda bir mihenk taşıdır bu..
kozmos
Fotoğraflarda Kalmış Gülümsemeler
Geçen gün -nereden estiyse- albümlere bakayım dedim.. 20'lerimin ortasındayım. Herhalde bir olgunlaşma sürecinde gelen olağan isteklerdi bunlar.. Açtım annemin özenle sakladığı dolabın kapağını.. aldım içinden albümleri.. 5 taneydiler.. 5 koca albüm.. neler olmuştu böyle? Neler yaşamıştık. Ben.. Neler yaşamıştım? 'Albümlerde olmayanlar bir bu kadar da eder' diye düşündüm.. Birincisinden başladım.. Numaralı değildi albümler, ancak bir tanesinin kapağını kaldırmamla o birinci oldu benim için..

İlk fotoğraf sünnetimdendi. Yatakta uzanmış kahkaha atıyordum.. 'Ne düşünüyormuşum acaba 5 yaşında' diye düşündüm bir an. Kim bilir.. Belki amcamın yaptığı espirilerden birine gülüyordum yine.. Toprağı bol olsun, sürekli espiriler yapar güldürürdü herkesi.. Son günlerinde ne kadar çabalasa da buruk gülerdik espirilerine ancak hayat doluydu. İçinde dünyalar olan hayat dolu bir insan..

Altındaki fotoğrafa gözüm gitti hemen, düğünüydü dayımın. Ben hatırlamıyorum. Herkesin ağzı kulaklarında. Munzur bakışlarıyla şu an 24 yaşındaki konuşmadığım kuzenim o an orada dil çıkartmış kameraya.. bense annemin yanındayım.. ağlamaklı bakıyorum kameraya.. neydi derdim, oyuncağım mı kırılmıştı, istediğim şekerden mi alınmamıştı.. keşke tek derdim onlar olarak kalsaydı diyorum şimdiye bakarak..

Bir defa daha amcama denk geliyorum.. Şehirlere sığmayan amcama.. Çok uzundu boyu. 196 falan vardı rahat bir şekilde.. Son yıllarını da gülümseyerek geçirmişti.. Dudaklarında sigarası, kafasında cin fikirleri olan bir Anadolu delikanlısıydı amcam… Ne kadar özlediğimi bir daha fark ettim fotoğrafa bakınca.. Gözüme yaşlar doldu, utandım. Ağlayamadım. Sayfayı değiştirdim bende..

Dedemdi fotoğraftaki.. Beyaz elbisesi, bembeyaz sakalları, kar tanesi saçları.. her şeyi beyazdı sanki o adamın.. gerçekten ak sakallı dede dedikleri buydu.. hatırlarım; kuzenimle kavga ederken bana bağırışı hala kulaklarımdadır.. ''kızıma karışmaa'' derdi.. Güleçti.. Mekanı cennet olsun..

Genel olarak o eski fotoğraflarda bir buruk sevinç vardı. Hala dinlenen ancak çok az kişinin istekle açıp dinlediği eski rock parçaları gibiydiler.. Sanki yıllar sonra o an çekilen garip şeylere birileri tarafından bakılacağını biliyormuş gibiydi kişiler.. İnsan bunu pek düşünmez, akıl etmez ancak.. öyle gibi sanki. Belki ben yine kendi kendime kurup oynuyorum.. Her defasında garip bir tecrübe oluyor benim için, albümlere bakmak.. Her defasında aynı buruk heyecanı, aynı hüznü ve sevinci bir arada görmek.. Kim bilir.. Belki bizim de fotoğraflarımıza bakar birileri bir yerlerde.. Aynı şeyleri hisseder belki. Aynı garip mutluluğu paylaşır gülüşlerimize bakınca.. Ne hissederlerse hissetsinler.. Onlar da mutlu ise, ne mutlu..
kozmos
(bkz:#Hobi olarak yine yaparsın)
yazıldığı gibi okunmaz. hobi olarak bile yapılmaz. lafta kalır. silik bir hatıra olur o “hobi olarak yine yap” dedikleri..

yıllar sonra korktuğu için pişman olur insan.. keşke pişman olmaktan korksaydı.. ah insan.. ah keşke şimdiki aklı o zaman olsaydı şahsın..

kendi şahsiyeti başkalarının gölgelerinde sürünür hep. başkalarının ayak izlerine basarak yürür de durur.. kendi yalnızlığıyla bile baş başa kalamaz.. susturamaz insanların sesini.. kısamaz bile. çırpınır durur bu kısır döngünün göbeğinde insan..

kendi gerçekliğini, benliğini hep yanlış yerlerde arar.. hedefi doğru dahi olsa, yürüdüğü yol yanlış yöne çıkar.. başkalarının kirli ağızlarındaki kahkahaların peşinden çürütür ömrü hayatını..
bir fahişenin ağzında bir sönük sigaradır insan hayatı.. değersiz, dertli ve sıkışık.. evet sıkışık. bu kelime çok önemli..

hobi olarak yine yaptığımız bir şey gösterin bana. kenara ittiğiniz. halının altına süpürdüğünüz.. evet..hobi olarak yine becerin hayatlarınızı. başkalarının düşlerinde yine yaşayın yaşamayın demiyoruz..

ancak kendi hayatınızı çekip çıkartın başkalarının ellerinden!
kozmos
Soğuk anılar
Hayatım boyunca üşüdüğümü anımsıyorum.. sıcak yaz günlerinde bile bazen, içime bir ürperti otururdu.. uzun cümleler kuran herkes, üşür müydü yoksa?. bana özgü olması bir çeşit lanet olurdu yoksa. varlığımı anlamlandırırken başvurduğum bu yollar aslında benim için bir çeşit tehlike arz ediyor.

Doğduğum topraklar doğunun en soğuk, zifiri yerlerinden ve ben. bir yaz günü doğmuşum... bir yaz günü sabaha karşı gelmiş varlığımın habercisi.. 'yok' olarak doğmuşum belki. Zamanla 'var' olmuşum.. yine de, üşümek kadar hatırımda olan bir şey yoktur. yaşıtlarım gibi kızgın kumlar, serin sular değildi anımsadığım.. alabildiğine üşümek, alabildiğine soğuk. içimin derinliklerine üflenen bu soğukluk, karakterimi de şekillendirdi zamanla.. bir 'ben' doğdu 'soğuktan'..

En hüzünlü mısraların ortasında üşüdüm, en güzel anlarda. genç bir sevi ile yaşanan güzel bir anın tam ortasında.. ürperdim birden.. bir zaman bunun benim bir lanetim olduğunu düşünerek yaşadım… ciddi ciddi üşüyordum. Evet, bunun için doktora gittim. 'doktor beyler' bana kansızlıktan bahsetti.

Bir çeşit hastalığım daha olmuştu.. haneye hoş geldin dedikten sonra, ona da alışmaya çalıştım.. ne çok hastalık sahibi bir insandım.. hastalık hastası değildim oysa. Sadece şanssızdım galiba.. baştan sona şanssız bir münzevi. Baştan sona soğuk ve salt yalnızlığımla bir münzevi..

Sakallarımın donduğu, ayak parmaklarımın hareket edemediği diyarlarda olduğum zamanları anımsıyorum.. yakan soğuk içime işledi.. amansız hastalıklarımın fitili oldu soğuk.. kar bile sıcaktı.. oysa soğuk, çok başkaydı.. beni tüketen bir kavramdı..

Nereye gidersem gideyim peşimden gelecek olan bu lanet, tüm benliğimin artık tamamıyla kabullendiği bir realite.. ne kadar kabul etsem de, bunu yaşaması güç.. fiziksel olduğu kadar ruhsal bakımdan da hissettirdikleri belki, bir yarar çerçevesindedir diye düşündüm bunu bir zaman.. 'o kadar da' kötü olmadığını fark etmemle birlikte bundan beslendim.. evet, hatta bundan zevk bile aldığım oldu bazen.. beni ben yapan bir şey haline dönüştü 'soğuk'

Hayatım boyunca üşüdüğümü anımsıyorum.. sıcak yaz günlerinde bile bazen içimin bir anda soğukla kaplandığını sıcak bir içecek aradığım anları unutamıyorum.. üst üste dört beş tane çorap giyindiğimi.. yorganlara sarılıp, yorganın içinde kahve içtiğim anlar.. gülümseyerek anımsıyorum onları.. ''fazlasıyla soğuk anıları''
kozmos
Bir şeyler yazıyorum
Bir şeyler yazıyorum. Neler olduğunu, fikirlerinin nasıl çıktığını bilmiyorum. Benden bağımsız bir şekilde yaşayan kelimelerle buluşuyor parmaklarım. Bana ait olmayan şeyler. Orada bir yerde bekleyen, sessiz varlıklar.
Bir şeyler yazıyorum. Kendimin bile kavrayamadığı. Kendimden öteye gidiyorum. Kelimeler benim solucan deliğim. Olmak istediğim yerlere götürüyorlar beni. Kısa yolum, kestirmem. Tehlikeli arkadaşım.
Bir şeyler yazıyorum. Buruk gururumun yara bandı olan kelimeler. Onlar olmasaydı. Ne yapardım ben?.
kozmos
Kendi ritmini bulmak

Çıkılmış her yolculuk, aslında en büyük yolculuğun parçacıklarıdır. Hayat içerisinde yaptıklarımız, yapmadıklarımız, kaçırdıklarımız, çıkıp gitmelerimiz, gelmeyenler.. Aslında her fırsatta bizlere bir şeyler gösterir. Girdiğimiz her savaş, yepyeni bir konu başlığı. Kirli ve kırık hatıralar' ın içeriği. Acı çekmelerimiz şeytanın siparişi. Bir yandan yaşarken bir yandan ölümümüz.. Nedir bu yaptıklarımız, ölmek üzere olduğumuz? Nedir bu adlandırmalarımız, yargılarımız? Nedir sınır? İyilik ile şeytanca işlerin ortasındaki çizgi nerede? Bizde mi?
Bir şeyleri yaparken, aynı zamanda diğer şeyleri yapmıyor olduğumuz gerçeği, bizlere seçimler yapma fırsatını verir. O ''yaptıklarımız'' aslında ''yapmadıklarımız'' ın tercihi. Bir şeyleri yapmamayı seçiyoruz diyelim buna. Yapmıyor ve yapmayacak olduklarımız. Bizi biz yapan şeyler. ''Yapmadıklarımız''. Bizi biz yapan. Seni sen, beni ben yapan. Kendi hayat yolculuğumuzda kesiştiğimiz ''diğer'' hayatlar, aslında ne kadar ''diğer'' ise, ''yaptıklarımız'' da o kadar ''yapmadıklarımızın'' tercihi.
Kavramamız gereken bir şey var. Hiçbir şeyin, birbirinden bağımsız gerçekleşmediği gerçeği. Gerçekleşemeyeceği. Mikro' dan makro' ya, atom' dan, evrene kadar her şey, bir ''şey''in parçasıdır.. Büyük bir ''şey''in.
'' Zerreden hücreye bütün varlık, Söyleşir başka dillerden nefessiz'' der, bir aydınımız.. Yapmıyor olduklarımız profilimizi oluştururken, yapıyor olduklarımız ne yapar? Ne icra eder?
Hayat Yolculuğumuzda, ritmimizi değiştirir. Yeni yönler getirir önümüze. Savruluruz bazen. Kırılırız, üzülürüz. Üzeriz de üstelik. Hayat yolculuğunda kendi ritmimizi bulmaya çalışırken hatalar yapar, düşer, kalkar ve tekrar düşeriz.. Bir zaman, yer ile sevişiriz. Düşmek artık sıradanlaşır, sıkıcılaşır. Bir zaman sonra yerde iken öğrendiğimiz şeyleri ayaktayken öğrenemediğimizi fark ederiz. Hatalarımızın öğrenmenin en zorlu ve en güzel şeyler olduğunu kavratır bize hayat. Kafamıza vura vura kanıksatır. Başka yerlerde ''bir şeyler'' arar dururuz. Yapıyor olduklarımızla uçuruma doğru her şeyden bihaber bir şekilde emin adımlarla gideriz..
''huzur'' ararız daima. Uzaklara gideriz bulmak için, kaşlarımızın üstündeki birkaç santimlik kafesin içinde olmayan mutluluğu. Mutluluk.. Başka yerlerdedir hep mutluluk, başka kollarda. ''bir gün'' dedir. ''ilerde''dir... Yaptıklarımız ile o mutluluğu hep erteleriz, ileride bir tarihe atarız. Sonra da bundan şikayet ederiz. ''kader'' deriz, ''alın yazısı'' deriz, ''şanssızlık'' deriz. Yapmamamız gereken ne varsa yapmalıyız. Yapmaktan geri çekildiğiniz , korktuğunuz şey ne ise, yapın onu. Üstüne gidin! Asıl yapmamız gereken şeyler, ''yapmamamız gereken'' şeylerin içindedir. Bulup çıkartmalı insan. Çekip çıkartmalı kaderini, acının pençesinden. Kendi ritmini hemen bulmalı...
kozmos
-22-
kapatamıyorum gözlerimi. bu caddeler, sokaklar, bu insanlar.
git gide uzuyor ve git gide daha da çekilmez bir hale geliyor..

“bana dua et” diye para verdiğim dilenciler, hepsi. sanki hepsi gizli bir
anlaşma
yapmışlar şimdi.

hepsi birbirinden o kadar bağımsız ve bir o kadar da bağlantı içinde.
kusursuz bir cinayeti planlayan bir katil gibi hissediyorum bir an.
her şey yerli yerinde olmalı ve her şey, ahenkle dans etmeli birbiriyle.
bir “sen” mevzusu var zira.

zaman sanki bana bir tür oyun oynuyor. hakeza aynalar da öyle..
gerçekle hayalin içine girip çıkıyorum her saniye. zamanın zerreden de küçük
bir diliminde karşılaşıyoruz seninle bir sokakta. gözlerimiz birbirine bir o kadar
yabancı ve bir o kadar yakın.

ne çok tümsek birikmiş aramızda öyle?

en koyu rengiyle geceyle yatıp geceyle uyanıyorum güne.
en karanlık gecelerin içinde dumana boğuyorum küçük bir otel odasını.

sadece merak ediyorum…
sen de bazen, nefes alamıyormuş gibi oluyor musun benim gibi?
boğazına bir yumruk oturuyor mu seninde? gün içinde bir işle uğraşıyorken birden
aklına geliyor muyum senin de?

birden kokumu alırmış gibi oluyor musun sen de?

açmalıyım artık bu sayfayı da, yirmi iki kere düşünmeliyim.
antik acilar carsisi
beklenen gelir mi?
kaçış yok, uzaktan bir akraba gibi bakıyorum ben de hepsine. kimse yabancılık çekmesin. yürüyorum gibi görünüyor ama koşuyorum. şampanya rengi gecekondunun üflesek düşecek pencerelerinin önünde iki güvercine rastlıyorum. düşmese bari. şimdi atılan ekmek ufaklarını parçalıyor gagaları. bekliyorlarmış meğer. “insan neyi bekliyor acaba?” diye bir soruyu geçiriyorum içimden. altından ırmaklar akan yeri değil şimdilik; kimi bir kadını, kimi yapımı süren evini, kimi kucağına verilişi aylara bölünmüş bir meleği. herkesin aradığı yarı buçuk bir cennet..
benim beklediğim ise farâzi cevaplar sonucu vardığım biraz daha gece, biraz daha kahveden ötesi. masa başı bir iş bulunca feraha kavuşacağını sanan bir memurun aldanışı kadar sahici bir şeyi bekliyorum ben de. bir memurla ortak yönlerimizi bulmuş olmam, canınızı sıkmasın ama durum aslında öyle değil. biz hiç benzemiyoruz. o, masasında memnun ve ruhunu teslim edeceği güne kadar memur, ben de kavuşunca memnun ve o zaman teslimi gerçekleşmiş bir ruh.. onun masasında hesaplar ve konsantre, benimse zencefil çayı, çayın şekeri, şekerin kaşığı.. ona mehdi, hızır hatta ara ara ilham bile gelirken, bana varsa yoksa cinnet. ama hala bekliyorum. belki gelir diye.
iç sesimin asistanı:
beklerken de boş durmuyorum. “hangi geminin gelişi beni süresiz bir neşeye gark eder ki?” diye bir soruyu duvarıma tedbir niyetli asıyorum. gelmezse beklenen diye.
ama sahi gelse ne iyi olur?
kozmos
Yalnızlığımız
bizim yalnızlığımız, kimseye ait olmayan. kimseyle paylaşamayacağımız.. paylaştığımızı sandığımız.. buna inandırıldığımız yalnızlığımız.. bir orospunun dudaklarındaki sönük bir sigaradır şimdi boynu bükük umutlarımız.. bizim yanızlığımız sığmaz göklere, denizlere.. öyle yalnız olmak ki, sonsuzluğu doldurmak. derdimizin de, kederimizin de kadehlerle anlaşması.. bir giz gibi saklı hayallerimiz.. bizim yalnızlığımız, bizim. hepsi bizim, birazıyla bizim..

bizim olan tek şey; yalnızlık. sahip olduğumuz ve olabileceğimiz tek şey.. bizim büyük yalnızlıklarımız.. sessiz çığlıklarımıza ses olan yalnızlığımız.. somut bir şekilde var olan ve soyutlaştıran yalnızlığımız.. bu keder, bu nefret aynı kişiye ait.. üçüncü şahıslara atfedilmiş kırık ümitlerimizin boynu bükük.. kim bilir.. nedir derdi, kimdir derdi.. derdi.. kişiyi yaşatan şey, onu yok edebilecek olan şeydir aynı zamanda. 'şeyler' e verdiğimiz anlamlar onları yüceltir. bari hayallerimizde özgür olalım derken hoyratça yüklediğimiz umutlar yüzümüze patlar.. bu sürekli ve sürekli olur… ahmaktır insanoğlu.. inanmaz kendi ahmaklığına da, görmez hataları, hatalarını..

büyük problem.. çok büyük. gözün önünde olan ve hiç görülmeyecek olan o sorunlar, önceki umutların bir yansımasıdır, ters şekilde. ters.. çok ters. hayatlarımız ters, umutlarımız ters, duygularımız, varlıklarımız, yokluklarımız.. düzgün olan ne kaldı? gerçekten. doğru olan neyimiz kaldı? yıktığımız ahlak kanunları, akıttığımız kan nehirleri.. ne içindi, kim içindi. savaş, barışın habercisidir denir.. aşkta işler değişiyor oysa. üçüncü şahıslar girince işin içine, ki o şahıslar hep orada olanlardır.. her şey doğru görüntüsü veren bir terslikte ilerliyor.. mesela ben bile, şu yazıda hiçbir imla kuralına dikkat etmek istemememe rağmen, onlarca kez tersledim kendimi. çeliştim kendimle bir vakit. düzelt şunları dedim.. düzelttim birazını. birazını da yarım bıraktım. hikayem gibi yarım.

umutlar… bizi var eden, bizi yok eden fahişe duygulardır.. acımasız bir gerçekliktir umut.. kişiyi özgürleştirir mi, esaret altında mı bırakır.. böyle güçlü bir çelişki nasıl 'yok' olamaz? nasıl sürdürür varlığını umarsızca, düşünmeden.. 'bizi umut yaşatıyor' demişti erkan can.. üstat güzel demiş demesine de, eksik demiş.. bizi umuttan çektiğimizi neden çekmişizdir bu kadar?. gözlerimizi yollarda bırakan, tırnaklarımızı yediren, saçlarımızı ağartan, parmaklıklar ardında iç çürüten değil midir umutlar.. yalnızlık oysa, yalnızlığın en büyük düşmanıydı umut.. umut olmasaydı.. ne olurdu halimiz ..

bizim yalnızlığımız. kimseye ait olmayan. kimseyle paylaşamayacağımız. paylaştığımızı sandığımız. bizi var eden, bizi yok eden büyük yalnızlıklarımız...
kozmos
Ruhumun Sokakları
kendi yalnızlığımın karanlık sokaklarında korka korka ilerliyorum bazen.. bazen öyle bir cesaret doluyor ki yüreğime.. bazen insan kendine bile şaşar ya, kendi potansiyelini gördüğü anlar olur.. hah!.. işte öyle anlar oluyor bazen içimde.. o anlarda koşa koşa gidiyorum sokaklara, sokakları.. düşünmeden sapıyorum aralara. oysa, bazen öyle ürkekleşiyor ki ruhum, bir ceylanın su içerken yaşadığı korkuyu yaşıyorum ansızın.. bir sızı oturuyor içime, kalkmıyor. kalkmıyor, beni de kaldırtmıyor masadan.

şerefe! yoksa illa ki vardır kedere..

bir adam konuşuyor. 30 larının ortasında. pis sakallı.

'çok mu salaksın çok mu kurnazsın aslanım?' diyor.. sarhoşum. cevap veremiyorum.. ertesi gün kendi yatağımdayım. dersi kaçırmışım. arkadaşım arıyor:

''gerizekalı neredeydin sen''

sınavı kaçırdığımı, dün gece çok içtiğimi anlatıyorum.. çok içiyorum. gereksiz bir şekilde çok… bu fazlalığa fazla geliyor bu alkol durumu. bıraktım dedikçe içiyorum. acılarımdan bir duvar örüyorum kendime.. geçilmez! kocaman bir geçilmez yazısı olan.. girilmez artık.. sikilmez bu hayat.. ötesine gidilmez, bu dakikadan sonrası zevke girer.. ne derseniz artık.. yorgun hisseden bir adamım ben. hukuk fakültesine geldiğim umutlarım yok artık.. saçım sakalım karma karışık.. umutlarım sönük.. ağzımda geceden kalma şarap tadı.. bazen oluyor böyle.. kendi gerçekliğimin peşinde koşarken sokak isimlerini unutuyorum.. kendi içimde kayboluyorum.. kendime kayboluyorum.. kendimde yok oluyorum. yok.

bazen de bazen öyle bir cesaret doluyor ki yüreğime kaybolsam dahi koşmaya devam ediyorum. yarını düşünmeden.. nedir bu lanetin cevabı? nedir günah, kimde günah?.. bendeki mi.. bendeki, boynu bükük bir masumiyet sadece.. cevabım çok net.. ''boynu bükük bir masumiyet''

bir adam konuşuyor. 30 larının sonunda. pis sakallı, esmer tenli.

''uyan'' diyor.. uyanıyorum. ne adamı tanıyorum, ne evi biliyorum.. ruhum sokaklarında kaybolduğumu anımsıyorum tekrar…garip bir korku doluyor içime. çok garip.. o heyecanı göremiyorum.. sonra, sonrası lafü güzaf..
kozmos
bir adet trajedi
Binlerce, on binlerce görüntünün anlatamadığı bir an.. Yahu böyle olmuyor.. bu giz'i nasıl anlatsam, bilemiyorum. 'şeyler' engel oluyor sanki.. 'O anı' tutamıyorum işte. Kayıyor. Zaman çabuk çabuk geçiyor.. sanki, bir şeyler kaçıyor benden..

Neyi neden yaptığımı bilemiyorum. adlandıramadığım şeyleri genelde anlamlandıramıyorum da. hayat, istemediğimiz şeylerin sahnelendiği sonsuz perdeli bu trajedi... zaman.. çabuk çabuk geçiyor.. yalnızlığımı kontrol ediyorum, her zamanki yerinde sessizce oturuyor..

Cevap veremiyorum kendime.. zor yerden soruyorum hep. Kendimle verdiğim savaşı hiç kimseye karşı vermediğimi anımsıyorum gizlice.. en büyük sınavı kendimle veriyorum.. kalacağım galiba.

Yapıyorum. Hatalar yapıyorum. Sürekli aynı hataları. Yapıyorum.. aslında yapıyorum yerine, beceremiyorum da diyebilirim.. beceremiyorum işte yaşamayı. Mutlu kalabilmek zormuş.. Dertlerimi harmanlıyorum. ortaya çıkan sihirli koku çıkıveriyor. Ürkek bir kısrak gibi siniyorum aniden. O koku, benim.. yüzüme değen yağmur damlaları okşuyor tenimi.. ellerini ve parmaklarını anımsıyorum birden.. irkiliyorum. Ellerin ve parmakların..

Belki Matah bir şey değildi. Sihirli gibiydi biraz. Nasıl da güzeldi. Gidişinin dahi sihirli bir havası vardı sanki.. sanki.. sihirli gibiydi biraz.. kendime salık veriyorum.. durağan ve komplike benliğimin altındaki bu puslu ve ürkek bulutlar yağmur bırakacak.. birazdan sağanak bir hıçkırık başlayacak.. gerçekten.. sevgilim.. bilmiyorum..

Uzun zamandır en çok bu kelimeyi kullanıyorum galiba.. 'bilmiyorum' bilemiyorum.. bu soyut acı, bana fazla geliyor.. kaldıramıyorum artık işte.. dayanamıyorum. Sancım çıkıveriyor bir şekilde dışarı.. artık.. dayanamıyorum. mucize gibi bir şey gerekiyor artık. Bu yalnızlıklar.. bir tek bana mı mahsus?

Tüm evrendeki en yalnız insanmışım gibi hissediyorum bazen.. öyle olmadığımı biliyorum da, neden böyle hissettiğimi bilmiyorum.. ya sahiden öyle isem diye korkarak soruyorum.. cevaplayamıyorum.. galiba yine zor yerden..

Zaman zaman ne de çok Saçmaladığımı fark ediyorum.. Kimim, neyim gibi sorular soruyorum kendime.. kimilerince tehlikeli sorular bunlar.. kelime dağarcığı 150 olan insanların tasavvur dahi edemeyeceği türden sorular.. ancak bu yeterli değil.. sordukça soruyorum. Acı çektikçe çekiyorum.. acım bana yetmiyor sanki.. sapıkça duyduğum bu hazzı tasvir edemiyorum.. yalnız bir şey,

Bu an, o an.. Binlerce, on binlerce görüntünün anlatamadığı bir an..
kozmos
Karbon kağıdından yapılmış
''Bazenli cümleler kurduğuma göre saat dördü geçmiş demektir..'' diye düşündüm, son sigaramı da söndürürken.. dalıp dalıp gidiyordum. Çivi çiviyi söker politikasıyla daha da acıya gömdüm kendimi.. nefes alamıyorum artık, nesef. Alamıyordum.. kendi umutlarımı teker teker söndürdüm.. gür ışıklarımın birer birer sönüşünü seyrettim köşeden.. hayatımın anbean yitişini.. bütün bu kıyamın sorumlusu ben miydim? Bütün bu yıllar, hepsi.. bana mı aitti bu hepsi karbon kağıdından yapılma yaşamım?

Biraz daha acı. ihtiyacım olan tek şey bu.. ne kadar acı çekersek o kadar iyi.. sevgi duvarını yıktım sayılır.. az daha yürümem lazım. Güçlü ol! Eğ başını, usul usul yürü.. bir zeki demirkubuz filmde geçen bu replik kafamın içinde yankılanıp duruyor aylardır.. razı olmak istemiyordum oysa, direnmenin de faydasız olduğunu fark edince, razı olmakla direnmek arasında bir fark olmadığını görünce anladım..

İntihar etmeyi bile beceremiyorken, yaşamak, benim neyimeydi. Kimdim ki ben.. bu soruları uzun süredir soruyorum kendime. Çıkamıyorum içimden. Tıka basa boşum.. alabildiğine bir yalnızlık benimkisi. Ruh kanserine yakalanalı da çok oldu.. bir eksiğim doktor raporuydu.. o da oldu.. istemediğim ne varsa gerçekleşti çok şükür.. sonsuz perdeli bir trajedi sanki, tüm yaşadığım.. bitmek bilmez çilemin tek tanığı zaman.. gölgelerin içinde saklanmış, sigarasını yakmış ve keyifle beni seyreden..

Tek tanığım olan zaman, en büyük çelişkim olan zaman. Alt edemediğim, sevemediğim, nefret edemediğim.. öldürme fırsatım olsa ilk onu öldürürdüm.. oysa gözlerimle göremediğim bir şeye karşı savaşamam. Hayır.. o cesaretim de yok.. korkak bir adamın cümleleri bunlar. Korkak, kibirli ve huysuz.. ve bazen uysal..

Biraz daha acı.. bir adım kaldı sadece. İşte bu kibirli ve huysuz adama dikkat etmenizi isterim. Evet, bunu istiyorum çünkü bazen benim gibi bir adam bile dikkat çekmek ister.. kim istemez? Rutini hüzün olan bir insanım. Hasta ve hüzünlü.. ne acı, bazen insanların manevi üstünlüklerine karşı çeşitli yollara saptığım doğrudur. Kendimi tamamlayamamış oluşumun da sebebi var.. ancak bu, çok başka bir konu..

son sigaramı da söndürürken, güneşin doğmaya teşne havası ilişti gözüme.. gözlerim daldı ve daldı.. birisini bekler gibi bir havam var. Gelmeyecek olan birisi. Ya da hiç olmamış ve olmayacak.. imkansızı isteyen ben! Bitsin ve yeter! Bu karbon kağıdından yapılma yaşamım! İntiharı bile beceremiyorken dilimden dökülenler.. bitsin.. ve yeter.
kozmos
Alabildiğine yanlışlık
Kendime tattırdığım bu acı.. istemiyorken dahi olmuş olan.. kendi kontrolümde sanıyordum oysa.. kendimi. Bir beyaz önlüklü konuşuyor.. 30'larının ortasında, hafif kır saçlı..

-evet, evet anladım, Alzheimer semptomları gösteriyorum..

Bir hastalığımın olduğunu söylüyor.. 'şu şu şu ilaçları alman gerekiyor' ' x tarihinde kontrole gel'. Hastane koridorları uzuyor da uzuyor. ölsem herhalde, daha iyiydi diyorum. delirmek, en kötüsü olsa gerek. Delirmek, çığlık çığlığa.. kendimi dışarı atıyorum ve hıçkırıklar içinde yürüyorum.. günden güne yiteceğimi düşünüyorum.. ailemi, anılarımı ve arkadaşlarımı.. unutacağım. İstemesem de, unutacağım.. bunu kimseye söylememeliyim. Hayır, bilmemeliler.. en iyisi hiçbir şey yokmuş gibi davranmak.. beni böyle hatırlamaları en kötüsü.. hayır, söylememeliyim..

Varlığımın amacını sorgulamaya başlayalı yıllar oldu.. bir sonuca varamamakla beraber, daha fazla soru getirdim haneme.. yanı başımda biriktiler hepsi. Tek tek hepsini büyüttüm ve hatta besledim.. insan, ne için yaşar? İnsan temelli bütün sorular zordur hep.. öğrenmek bile istemeyiz bazılarını.. sahi, neden bu kadar zordur?. Kapılardan içeri giren şen şakrak kızların sesleri kulaklarımın pasını siler.. gözyaşlarım yanaklarımı okşayıp yere düşerken gizlice silerim kendimi. İçimde yaşatırım bir çok soruyu, çoğu cevapsız, çoğu tehlikeli..

Şimdi olmaz, hayır.. alabildiğine çaresizlik, içimdeki.. bu dipsiz kuyuların da bir dibi olmalı diyorum kendi kendime.. çok konuşuyorum, kendi kendime.. yine gözlerim doluyor. Yapamıyorum.. henüz, çok gencim.. bu tükenmişlik kuşatıyor benliğimi.. kurtarmaya gücüm yetmiyor kendimi karanlığın kızgın pençelerinden.. yardım gerekiyor.. yine bir an, çocukluğumu anımsıyorum.. bıçak yarası gibi gülümsüyorum artık. Sözleri unutmaya başlıyorum. İsimleri.. bir rüyada olsam, uyansam.. hepsi geçmiş olsa. Gözlerimi kapatıyorum denemek için ve tekrar açıyorum.. salt gerçekliğin soğuk nefesi yüzüme tokat gibi iniyor.. kendime geliyorken, kendimden veriyorum.. uzaklaşıyorum bütün gerçekliğimden, belki hiç benim olmamış..

İğrenç, aşağılık bir istek doluyor içime.. ''intihar'' yedi harfli bu kelime kağıtta yazılı olduğu gibi durmuyor.. kabına da sığmıyor.. bütün iğrençliği ve çekiciliğiyle işte! Karşımda duruyor ve beni çağırırmış gibi bir havası var.. tükettiğim zamanımı hatırlatıyor bana. Ve zaten artık, olmayacak.. zamanım.. hiç olmamış gibi, her şey birer birer silenecek hayat perdemden.. görüyorum.. görüyor ve duyumsuyorum bu biçare, bu yitik benliğimin nasıl son bulacağını..

Bir intihar tasarlıyorum zihnimin en diplerinde.. kimsenin duymaması için üstümü örtüyorum, sıcak yatağımın içinde üşüme alıyor beni ve düşüncelere atıyorum kendimi.. alabildiğine fikir, alabildiğine soğuk..

''Neler düşünüyorum böyle?''
''Saçmalama''

Düşünmeden edemiyorum.. tanrı beni özlemiştir bakarsın.. belki, budur ahvalimin açıklaması.. yok mudur bu halin bir açıklayıcısı? Belki, tanrı özlemiştir bakarsın.. budur açıklaması..

Ve budur kendime getirdiğim açıklama.. bütün çaresizliğimle gelen budur, elimden.. olmuyor işte, yaşamayı da ölmeyi de beceremiyorum.. ya denklemin bir yerinde yanlışlıklar var, ya da stratejimde bir sorun var.. ikisi de yanlışsa?

Alabildiğine yanlışlık, alabildiğine yalnızlık. işte, budur varlığımın tanımı. yok oluşumun fitili.
kozmos
Zamanın kanattığı yaralar
ne çok acı var, garip ve çaresiz insanın omuzlarında.. bir çok hikaye, bir çok yarım kalmışlık.. hayat da budur zaten, yarım kalmışlıkların, pişmanlıkların ve hataların toplamı.. zamanın getirdikleriyle götürdükleri arasında pek fark da yoktur.. ne Getirdikleri gelmek istemiştir, ne aldıkları.. gitmek

Orada bir yerde pislik ve leş kokan bir apartman dairesindeki adamın çığlıklarında delirmeden önceki son anlarında yanı başında durur zaman.. sessizce izler, eserini.. kırıntılar bırakmıştır artık.. düşündüm de şimdi.. nasıl da zalimdir zaman?.. acımasız bir komutanın dilinden dökülen kan gölleridir.. afrika'da bir çocuğun daha açlıktan ölmesidir bir köşe başında.. çok, çok zalimdir.. öyle zalimdir ki bir mahkumun dilindeki beraat gününe kalan sayı kadar zalimdir.. öyle zalimdir ki, başkasının günahı yüzünden hayatından vazgeçen bir kızın hüznü kadar zalimdir..

silik silik anılar bırakmıştır, ay'ın zeminindeki uçsuz bucaksız büyüklükteki çukurlar kadar geniş acılar. acılar ve anılar. benliğimizden gitmeyen, kazınan zihinlerimizin en derin bölgelerine.. hiç gitmeyecekmiş gibi oturan ve hiç gitmeyecek olan.. bir şeyler dolup dolup boşalıyor içimden.. her şeyde bir tatsızlık hakim. Ne insanlar o eski insanlar, ne ben o eski ben.. sahi, onlar ve ben kim ki? Kimdik ki. yüklediğimin anlamların yükünü taşıyorum şimdi.. beklentilerimin karşılık görmemesi değildi beni yıpratan, beklenti beslemiş olmamdı hüznümün tüm acısı..

Zaman en lezzetli zehirlerle geldi kapıma, önce zile bastı. Sonra soframa oturdu.. karşımda bütün ihtişamıyla dururken beni izledi üstten bakan gözlerle.. ona üstün gelemezdim ve böyle isteğim de vardı açıkcası.. onun beni seyredişini tamamlamasını beklerken iğrenç bir duygu kapladı içimi.. bu his bir ağız dolusu küfürle çıktı dudaklarımdan.. zamanın yaptıklarıma ve yap(a)madıklarıma binaen benden aldığı bu intikam oysa ne kadar haklı ve tatlıydı..

Öyle tatlı idi ki, karşı koymak bile istemedim ona.. kendi ölüm fermanımı verirken ne de gülümsemiştim.. zevklerimin temelinde oturan saçmalıklarım. Ben, buyum galiba.. varlık sorunuma binaen getirdiğim açıklama bu işte.. çelişkinin dayanılmaz çekimi.. ben, buyum galiba.. zamanın tekrar tekrar sildiği ve yazdığı birkaç kelime, ismim.. karalanıp karalanıp yırtılan bir kağıt parçasındaki..

Zamana karşı durmak zor.. ve hatta imkansıza teşne.. zamandan kaçamayız, saklanamayız, savaşamayız onunla..ona karşı yapılabilecek en mantıklı hamle onu kabullenmek. Sinsi planlarla gidemeyiz ona, fark eder çünkü. Fark eder ve intikamını en ince yöntemlerle alır.. biz gibi gördükleri çoktur..

Zamanın kanattığı yaralar kolay geçmiyor. taş kesiliyor, yüreğinde insanın. yakıcı bir soğuk yerleşiyor yüreğinin tam ortasına. zamanla silinir gibi olsa da varlığı kesinleşiyor. ön sıralardan bir yere oturuyorr o yaralar.

birinci kalite yaralaramızın müsebbibi olan zaman, şimdi bizi seyretmekte.. eylemlerimizi tartmakta, değerlendirmekte .. umursamadan kanattığı yaralarımızı, yenilerini açmak için fırsat kolluyor. Ve biz, bunun farkına varmadan o, yeni yaralar açmaya teşne bir şekilde çalacak kapımızı..

biz farkına varmadan.
kozmos
Kitaplarım
Bir çok zaman düşündürüyor beni, bu kadar çok kitabı ne yapacağım konusu.. elbette okuyacağım tabi.. ancak kitaplarımda bir şey var, onları sahiplenmemde.. psikolojik gerekçeleri ve sebepleri mutlaka vardır.. ancak bilişsel temelde onlarda huzur bulmam, çok garibime kaçıyor hep.. bir gün öleceksem eğer, bir kütüphanede ölmeyi yeğlerdim.. her zaman kitaplar bana yardım etmiştir.. en büyük dosttan daha dost olmuşlardır.. gözlerimi açmışlar, gözlerimi kapattırmışlardır.. kitaplarım..

Kazık attıklarını da görmedim hem. İnsanlardan öğrendiklerimin hemen aynısını Kitaplardan öğrendim.. varlığımı anlamlı kılacak bilgiler bütününe sahip olan o varlıklar, varlığıma varlık katmışlardır..

Bir çok zaman okurken uyurum. gözlerim yorgun düşer ve bırakırım kendimi derin ve naif uykunun kucağına.. öylece uyurken kitabımın kokusu da burnuma gelir.. korkutur bazen bir kitabın orada bir yerde varlığı.. bazen birikir de birikir okuyacaklarım.. altını çizeceklerim, not alacaklarım.. anlatacaklarım ve dinleyeceklerim... sudanlı bir çocuğun sesini duyarım bazen bir kitapta, bazen bir generalin girdiği zafer sarhoşluğunun fısıltıları gelir kulağıma..

Bir kitaptır beni anlamlı kılan ve bir kitaptır, tüm kitapları okutan. başlatan, bitiren.. kitapları ölürcesine sevdiğim doğrudur.. ben, gözlerim benden vazgeçinceye kadar okuyacağım kitaplarla birlikteyim. diğerleri, kaçamak. diğerleri hep 'diğerleri' olarak kalacaktır.. bunu ben istemedim, onlar da istemedi. İşin garibi kitaplar hiç istemedi.. sadece böyle işte.. baştan sona kitaplar..

Kafe masalarında cümleleri cımbızlayıp alıntı yapmak için okumaksa bir kitabı! Okunmamalıdır böyle bir gaye için kitaplar.. kitaplar, okunmak için okunmamalıdır.. yaşamak için onları, özümsemek, hissetmek ve realiteye dökmek.. işte kitapların varlığı bundan ileri gelir.. benim kitaplarımsa, onları çok severim. Aynı kitabı defalarca okuduğum da doğru. bir kitap, sönmez hemen yüzlerce yıl var olur.. kefenin cebi yoktur ama bir kitap alacak kadar yer vardır herhalde bir mezarda. sahiden, birkaç kitapla gömseler ya beni.

Bir giz gibi yaşadım, yıllarca kitaplarla. kitaplar ve sigaralar. bu da bir kitaptı galiba. kitaplar. Bir çok zaman düşündürüyor beni, daha ne kadar okuyacağım düşüncesi.. Nereye kadar? Sanıyorum baylar, gittiği yere kadar.. gitmediği yerde de bir Dostoyevski neşriyatı yardımcı olur bana, yazamadığım ne varsa, yazmadığım, cehaletimdendir, aptallığımdandır.. kitaplarım benim, onlar beni ben yapanlardır..

Beni, kitaplarımla gömsünler..
kozmos
Cımbızlanmış bir fikir
Yine zihnimin derinliklerini kurcalarken buluyorum kendimi.. Kullanmayı sevdiğim kelimeler beliriveriyor önümde. Anlamıyorum, neden böyle bir sanrı içerisinde olduğumu.. bir türlü anlayamıyorum.. anlamlandıramadığım gibi, adlandıramıyorum da.. doktorum da çileden çıkmak üzere.. teşhis koymak için geç kalınmış bir vak'aymış gibi bakıyor bana.. görebiliyorum, acıyor bana.. kim bilir, belki bu da bir yanılgıdır. Diğer şeyler gibi.. doktora görünmeme filan gerek yok aslında, bariz delirdim işte. 20'lerinin ortasında, ''hayatımın baharında'' bir kış. İnsanlara gerekli olan umudu veremiyorum. Ruh kanseri diyorum buna. Adlandırmaya yeltendiğim tek şey 'bu'..

Hah! Hah! Hah.. ne kadar da mürekkep yalamış bir kimsenin sözleri bunlar. hasta benliğimden, veremli ruhumdan akan kanın berraklığı ilişiverdi gözüme. Çok taze.. direnmek gereksiz, çırpınmak da bir o kadar yapmacık.. diğer şeyler gibi, bu da yitecek, soluklaşacak.. en güzel sonatların mısralarında savruluyorum.. şiirlerde vücut buluyorum, vuku bulduğum mısralara dönüyorum.. afili bir üşüme alıyor sonra. ilacımı içmediğimi hatırlıyor, saati kontrol ediyorum.. galiba yine dozaşımı yapacağım.. hayatım gibi. her şeyim fazlalık. uzay ve zamanda sürüklenen basit bir münzeviyim ben, kelimeler benim solucan deliklerim.

Varlık sorunumla öteden beri ilgilenirim. kendimi adlandırmak konusu bende bir takıntı haline dönüştü.. zamanla kötü yaraya çevirdim bunu.. ayaklarımla yürüdüm darağacıma.. kendi yarattığım. Ellerimle geçirdim boynuma ipi ve zevk aldım bundan.. evet bundan sapıkça zevk aldım.. nasıl da alçakça bir yöntemmiş, kendimi bulmak için yaptığım ''şeyler bütünü''. Keşkelerle avutuyorum şimdi kendimi. Keşkeler ve sigaralar.. uzaklara bile dalamıyorum artık. Bir sigara yakıyorum, elimde bitiyor. diğerini yakıyorum.. en iyi niyetli kötü alışkanlığım.. tüm kelimelerimin çıkış noktası sigaralardır. Yanan şeylere hep ilgi duydum, galiba yüreğimden dünyaya saçılan alevlerin de tek açıklaması bu.. kendime acı çektirmek hep sapıkça olduğu kadar tinsel bir haz da sağladı bana.. ''BEN'' bu kelimeden nefret ediyorum.. bu kelimeden ve diğerlerinden..

'Bunlar ve şunlar' ötekileştirdiğim acılarım.. ötelediğim ve silmeye çabaladığım..
Hiçbir akıllı kimse yoktur ki, çektiği acıdan zevk alan.. kendim bunu sorguladım yaşamım süresince. acılardan aldığım zevki hep bir yere oturtmaya, bir kalıba yerleştirmeye çalıştım, olmadı.. veda şölenimin 2. Perdesinde alkışlanıyorum şimdi. Hayat sahnesinde çok durdum ve artık fazlalığım. Olanca yokluğumla işte buradayım ve 'varım' olanca varlığımla, yokum.

Göz alabildiğine bir yalnızlık, tıka basa bir boşluk.. bu bitmek tükenmez çilemin açıklanması için kendime getirdiğim kelimeler bunlar.. neden bilmiyorum, yalnızım diyemiyorum.. sanki, bunu deyince utanılacak bir şey yapmışım gibi hissediyorum. Çoğullukla böyle hissediyorum ve sanki, çok ayıp, iğrenç bir şey yapmışım gibi yaşıyorum.. utanıyorum. Yapmadığım şeylerden.. başkasının günahına ağlamıyorum, olmayan günahlarıma utanıyorum.. saçmalık bu! Dolu dizgin bir hiçlik.. tanrım. Gerçekten, ne için yarattınız beni? Delirmek üzereyim. bir nokta görüyorum artık, o noktayı aşmam gerektiği hissiyle doluyorum. İki nokta getirdiğim tüm cümle sonlarının tek noktaya düşmesi için çabalıyorum.. bir kurşun kadar ağırlık hissediyorum kafamda.. hareket ettiremiyorum, konuşamıyorum.. çığlık çığlığa bir susuş duyumsuyorum. duyumsamak olsa yine iyi, tüm benliğimle tadıyorum bunu.

İşte, bir Perşembe günü yalnızlığıma artık dayanamaz duruma geldiğimde aklımdan geçen bunlardı ve ben hiç perşembeleri sevmezdim.
kozmos
Gaipten Gizler
Ne zaman Bir çıkış noktası arasam, kendi realizmime kayarım, ona tutunurum. Aklımı yitirdiğimi düşündüğüm her an bir kazaç gibi görünür.. hayır hayır, sonuna kadar burada oturacağım ve çünkü biliyorum.. buradan kalkarsam yapmak istemediğim şeyler yapacağım..

''ruhumu sarstın, kalbimi kırdın'' bu kelimeler 15 ekim 2008 baharında bir kadının dudaklarından öylece dökülüverdi orta yere.. kapış kapıştı acılar. Saat 17'yi geçerken çöreklenmiş acılar. Acılar, sadece kırarak içeri giren acılar.. anılar.. bir marifetmiş gibi ulu orta sergilemezdim anılarımı, acılarımı.. şimdi paylaşmaktan sapıkça ve garip bir şekilde zevk aldığımda su götürmez bir gerçek. ''yazmasam deli olacaktım'' belki de. hala deli iken.

Şimdi, içimde bir sızıdır.. kırıntılarını toplarken kırık kalplerin.. ama bunlar tatlı birer hüzünden başka nedir ki? Söyleyin bana.. söyleyin de kurtulayım kendimin pençesinden..acılarımdan, sapkınlıklarımdan.. söyleyin bana.. kurtarın..

Bir adam konuşuyor dahası, bağırıyor karşıdan:
''Pişman olurum diye yapmadıklarınız, yeni pişmanlıklarınızdır''
İçten içe imreniyor, kıskanıyorum onu.. Neden?! Ben de gayet tabii onun dediklerini diyebilirim.. Hayır, o kadar cesur değilim. Bir defa bağıramam uluorta.. Sergileyemem tüm gür varlığımı orta yere koyamam.. Peki neden?. İşte cevap: Bilmiyorum. Bundan sonra tekrar neden? Diye soramıyorum kendime. İki kere ikinin dört etmesi ne kadar mantıklı ise bu da en az o kadar mantıklı bir açıklama işte..

Bir şeyler karalamayı seviyorum. mağaramı, kitapları tütünü.. kelimelerle öteden beri bir yakınlığımız var.. gönül bağı bu galiba. İnsanlarla uyuşamadığım kadar ortak yanımız var onlarla.. ben onları bir araya getirdikçe onlar benim yokluğumu anlamlı kılıyor, hatta belki var ediyorlar.. en sancılı ve sarsıcı çığlıkların orta yerinde beliriveriyorlar gözlerimin önünde, yana yana kalem kağıt aratıyor bana. kimi buna garip bakar kim bilir. işte, İki kere ikinin dört etmesi ne kadar mantıklı ise bu da en az o kadar mantıklı.
kozmos
Ruh kanseri
baştan sona bir yalnızlık. Günlerden Perşembe. Baygınlaşmış ve arsız arsız, uyumaya teşne gözlerimle bilgisayar ekranındaki yazılara bakıyorum. Saat sabah beşi çoktan geçmiş..Saatler geçmiş.. Yıllar, yaşımı anımsıyorum.. Kaç saattir bilgisayar başında yazı yazdığımı hatırlamıyorum, en son ne zaman uyuduğumu da.. uyku gözlerimden akıyor gibi dursa da, direniyorum buna. Garip bir şekilde zevk de alıyorum. Gaipten sesler duyuyorum.. karanlıkta gördüğüm silüetlerin sesleri.. sigaramın ucundan çıkıveren görüntü çekmiş olmalı onları.. 'ben' temelli cümlelerden nasıl da nefret ediyorum oysa, kullanmaya devam ettiğim halde.

Bir şarkıdolanıyor dilime. Ürperiyor içim sabah saatlerinin soğukluğuyla üstüme hırka almadığımı fark ediyorum. nasıl bir yaşamak bu böyle? Baştan sonra boşluk, baştan sona boşluk.. emeğimin karşılığı verilmeyen işlerimi anımsamadan duramıyorum. Oysa hala devam ediyorum onları yapmaya.. galiba hayatın ruhunda da bu var.. ''celladına aşık olmak'' en kötüsü de bu değil mi zaten.. ruh kanseri, direnmeniz çaresiz, yetersiz.. ondan da öğrenecek şeylerimiz vardır elbet.. yadırgamıştım başta.. ta ki bir doktor'un dudaklarından dökülen tıbbi terimleri duyana kadar… garip bir şekilde inanıvermiştim.. işini iyi bilen bir insana her zaman böyle yaklaşırım.. inanırım..

Biraz sonra kendime geldim. Etimin çekildiğini hissediyordum.. yine doz aşımı yapmıştım.. ilaçlarımı düzensiz alıyor, yeterince beslenmiyor, pislik içinde yüzüyordum.. en son 3 hafta önce yıkanmış bulaşıklar bir dağ edasıyla mutfakta beni bekliyordu.. hiçbir şey yapmak istemiyordum.. sadece içmek, sadece yazmak.. yazmak ölürcesine ve sonsuz bir iştahla..

Herhangi bir kitabın bir sayfasını açıyor ve oradan bir cümle seçiyorum.. gerçekten ilginç.. arkasından sayfalar geliyor. Yazılar, yazılar.. her şey birbirini takip eden birer kopya.. dalıveriyorum bütün güzel yazıların orta yerine. Basmakalıp kelimeleri ayıkladıktan sonra, cımbızlanmış acılar kalıyor geriye.. konu başlıkları gayet açık, bariz.. orta yerde duran büyük bir hüzün. Masanın üstündeki sürahi, kapı kolu.. saçmalık bu! Düpedüz yalan..

Bir ritüel edasıyla her gün, Uyanır uyanmaz bir sigara yakıyorum.. bal tadında bir şey bu. Bilgisayarın düğmesine bastıktan sonra 'mesai başlasın' diyorum, kendi kendime yaptığım bir milyonuncu espiri.. kimsenin gülmediği, herkesin sustuğu bir odanın içindeki bir münzevi.. fazlasıyla yalnız. Fazlasıyla gerçek.. bu gerçek, fazla bana.. özümsediğim gerçek, salt hüzün, salt trajedi.. seviyorum ama bunu.. uzun süredir bununla yaşıyorum.. baştan sona bir yalnızlık… Günlerden Perşembe.. ben yazıyorum..
kozmos
Hastalıklı bir fikir
hastalık bulaşmış fikirlerimle Tam bir çeyrek saat hemhal olduktan sonra sigaramı tazeledim ve uzaklara bakmaya, düşünmeye devam ettim.. Boğuk bir gülüş kesti bütün dikkatimi, odağımı. gülen bendim. Neye güldüğümü bilmemekle beraber umursamamıştım da.

Gece geç saatlerde fikirlerimi salıveriyordum aklımın sonsuz bayırlarına.. biraz hava alsınlar, gezip geri gelsinler diye. bazıları sıvışıyor, dönmemek üzere kaçıyor. Tutamıyorum da. Karanlık bir köşede oturmuş vaziyette, avuçlarını sıvazlayan Zamanla aralarında gizli bir akrabalık var. Fikir ensesti bu olsa gerek. Derken soruyorum; Zavallı düşlerim, bulup buluşturduğum aklımın içinde ıkış tıkış yaşıyorlar.. dışarı çıkmak istiyorlar mıdır acaba? ancak bırakamam onları, bukowski'nin dediği gibi ''there is a blue bird in my heart he wants to get out'' ben onlar için güçlüyüm..

Azgın bir boğanın hıncı gibi sıkıca sarmış vaziyetteyim onları. Zor sahip olduğum bilincimi fikilerime borçluyum. Bırakamam onları Ve çoğu, İçi ürkütücü karanlıklarla dolu birer tapınak kapısı gibi olan bu fikirler, tezat enteresan bana iyi geliyorlar. Aklımın dehlizlerini fazla büyük olmayan, iğrenç bir 1860 lı yılların venediği haline getiren bu fikirler en aktif olduğum zamanlarda zihnime sıçrıyor, siyaha, kırmızıya çalan renklerle kafamın içinde sirenler çalıyordu.

Onlardan kurtulamıyordum, görmediğim için savaşamıyordum da. beri yandan onlar beni görüyor, içime dokunuyor ve benimle adeta oyun oynuyorlardı.. bir zaman ıkına sıkına kabul etmeye çalıştım onları, orada olduklarını kendime öğütleyip, onların bu gammazlıklarını alttan almaya çalıştım.. üstelik filozofça bir tavırla da değildi bu eylemim. Gayet sükunet içinde bir boyun eğişle kabullenmiştim onları..

Fikirlerimden kurtulamadığım gibi onlarla yaşamıyordum da.. onlar yüzünden herkesin içinde şunu söyleyecek bunu söyleyemeyecektim. Fikirlerimin zincirlerime dönüştüğünü fark etmem, pek uzun sürmedi. bir çıkış yolu, bir kapı arıyordum.. araladağım onlarca dipsiz kuyulara çıkan kapılara rağmen aramayı sürdürüyorum.. olmuyor, bazen.. sadece galiba sadece 'şeyler' olmak istemiyor. Rengi kızıllaşan güneş, rüzgarla bir olup yüzümü okşuyor, Ben uykusuzum. Kim bilir, başkaları da benim gibi düşünüyor muydu?.. fikirlerinin arkası ne kadar serin olsa gerekti.. göz alabildiğine yeşillik, göz alabildiğine özgürlük. ağaçlarının kokusu nasıldı kim bilir.. kokusu burunlarına gelir miydi.. benim payıma çözümsüzlüğün keskin ve ekşimtırak kokusu düştü. Yüce tanrım, beni, ayak üstü mü yarattınız?.. bana ulaşamayan o kokuları ''onlar'' daha mı hak ediyordu yoksa?.. eylemlerim miydi beni kendimle uğraşmak zorunda bırakan, işsizlik miydi..

Tembelliğin tadını aldıktan sonra Zayıfladım, boyum uzadı ve hatta yüz hatlarım çöktü, birkaç tane beyaz belirdi saçlarımda.. kurşun gibi ağır fikirlerimin atlında ezildikçe ezildim.. nokta haline gelene kadar peşimi bırakmayacak olan anılarım, fikirlerimle işbirliği yapıyor, adeta beni yok etmek için mesai harcıyordu.. ''hiçbir şeyim yok''

Evet, yasak zevkleri tadış senesini sanıyorum atlattım. işsizliğime kılıf uydurmak değil niyetim, bilakis, bunu anlamlandırdıktan sonra getireceğim isimlendirmeler beni çeken unsurdu.. hele bir de şu zaman olmasaydı..

hastalık bulaşmış fikirlerimle işte Tam bir çeyrek saat böyle hemhal olduktan sonra sigaramı tazeledim, bakmaya devam ettim. bir sessizlik dağıttı dikkatimi. yalnız olduğumu anımsadım bir an. hiçbir şeyim yok.
kozmos
Fikrime Dair
Fikirlerim kınıdan çıkmış bir hançer gibi hücum ediyordu aklımın sınırlarına. zorluyor ve ilerliyorlardı.. halkaların içinden atlıyor en güzel kıçları öpüyor, birinin düşünmek dışında yapacağı ne varsa yapıyordum.. Ara sıra mükemmel sessizlikte yukarı, yıldızlarlara bakıyor, uzun sigarasından bir nefes daha çekiyordum.. bazen birkaç gram suç ile buluyordu kendinim.. sardığı cigara kendisi uzaklaştırıyordu şeylerden. ''Bir Kadın Bekliyor Beni şehirlerin birinde.. bir trende rastladığımız.. '' diyordu mükemmel sessiliğe.. ah, mükemmel sessizlik.. bağıra çağıra bir susuş.

Karbon kağıdından yapılmış hayallerim tekrar çarpıyor suratıma ve soruyorum kendi kendime müthiş karanlığın tam ortasında ''Siz, güzel kadınlar ne ile meşgulsünüz şimdi?. nerelerdesiniz?''Gözümün feri hüzne teşne, tadını alıyorum adeta. kelimelerimin etrafında dolanıp duruyorum. Hastalık sıçramış fikirlerime atıyorum suçu. En kolayı bu çünkü. Derken Yoldan geçen bir yabancıya sormak istiyorum tanrım. gerçekten, mutlu musunuz?.

Çok süslü bir kaldırım görüyorum.. yoldan geçen yabancılar basıyor üstlerine. “O kaldırımın da bir hikayesi var mıdır acaba?'' diye istemsizce sorguluyorum kaldırımın varlığını.. çocukluk ettiğimi fark etmem geç sürmüyor..Düşüncelerimin çok dağınık ve sürekli parçalar haline bölünüp birleştiğini özümsüyorum. Tekrar ve tekrar ve tekrar.. hastalıklı fikirlerimi absorbe eden bir mekanizma var. Sürekli kendimden birinci tekil şahıs kullanarak bahsetmekten ne kadar da nefret ediyorum.. kendi tekilliğimde sıkış tıkış fikirlerimle asılı kaldım. Bir kurtarıcı arıyor gözlerim.. stabil haldeki bu çaresizliğime bir yara bandı istiyorum istemsizce. Mecburum buna. Beni kendimden uzaklaştıracak her şeye razı gibi bir havam var.

Oturuyorum en tehlikeli soruların karşısında. hala kendimden bahsediş şeklimi düzeltemedim bir türlü. salt bir şekilde arınma talep ediyorum. tanrıvari bir güç tarafından ölüme çekilmek. neyse, belki bu sefer başarırım. Kendimden ne kadar uzaklaşırsam o kadar iyi..

Boğazlanmış bir şekilde yerde yatar vaziyette duran benliğime göz gezdiriyorum. Fazlasıyla bencil, fazlasıyla çaresiz.. kendi içime sokup sokuşturduğum bu bencillik omuzlarımda bir yük, bilincimde bir kara leke... Mükemmel sessizliğin dipsiz kuyularından birinde otururken aklımdan geçenleri tek tek eliyordum bu şekilde. mükemmel sessizlik, bağıra çağıra bir susuş. o kadar çoktular ki, hangi biri ile uğraşsam diye düşünüp kontrolü zamana bırakıyordum… acımasız, vakur, sabırlı..

Varoluşsal sorgulamalarımın doruklarındayım. Kendimden bahsediş şeklimi değiştirememekle beraber, buna bir çare de bulamıyorum. Öze yönelimimin 1.yılındayım. evrildiğim bu yön, zor da olsa benim için iyi.. kanalize ettiğim acılarımı bir süredir saklıyorum.. onlar için üzülmem için henüz erken.. geç olansa, kendime duyduğum hasret, tanımlamalar bütünü.. sonra.. başka biri olurdum her halde.. yeterince oldum zaten, başkalarıyla başka biri..

Kendime dair duyduğum vahşi hasret Neden?
kozmos
Karmaşanın ortasında bir fikir
Sahifelerini çevirdiğim bu umut dolu defteri çöpe atmak mecburiyetindeydim. Saat 3'ü çoktan geçmişti. mükemmel sessizliğimin tam orta yerinde kendi başıma sigaramdan derin nefesler çekmekte, düşünmekteydim.

Aklımın köşelerine ilişmiş vaziyette duran isimlere takılıyorum. Gözlerimin önündeki sis perdesini araladıkça isimler berraklaşıyor zamanda ve uzayda. adeta, bir cangıldayım sanki. Eriyip giden anıların hatırına isimlere odaklanıyorum. Simalara ve eylemlere.

Büsbütün düğümleniyor boğazım. kaskatı kesilen vücudumdan soğuk terler boşalırcasına iniyor aşağı. bir isme takılı kaldım son aylarda. Yağmur altında ismini dahi bilmediğim sokaklarda yürüyorum. bir isme takılı kaldım.

Aklımda bir cümbüş tertiplenmiş. onur konuğu olarak katil fikirlerim baş gösteriyor. vay ki ne vay... köşede süslü bir şekilde oturmuş ve piposundan derin nefesler çeken zaman. Vakur bir şekilde beni seyretmekte, başlı başına bir sorgulama içinde beni süzmekte.

Coşkun bir müzik çalınıyor. Yankı yapıyor aklımın odalarında her biri. Caz, klasik ve rock. bazen Anadolu rock. komik, gülümsüyorum... bıçak kesiği gülüşlerim zamanın bıraktığı birer silik yara.. o, hala beni süzmekte. amacı nedir, neden burada bilmiyorum.. kafamın içine sızdığına göre, alacaklı gibi bir havası olsa gerek...

Akıl Sahnemde bir Avrupai dansın en çarpıcı motifleri alabildiğine uzanmakta.. sahne ıkış tıkış, salon hına hınç düş.. buz soğukluğunda bilincimle kendimi seyrediyorum.. zamanla takas ediyoruz yerlerimizi adeta. Şimdi görsünler bakalım beni!

Perde yavaş yavaş kapanıyor. Perdenin sol tarafından sahneye doğru ok gibi fırlayan kurşun ağırlığında bir düşünce.. hayallerim ve umutlarım.. çılgın bir alkış.. gökler ağlamak üzere.. Arkamdan taaccüple bakan hayallerim ve umutlarım.. Bir tesadüf, bir isim imdadıma yetişebilir..

Çaresiz hali büsbütün belli varlığımın özündeki isme odaklanıyorum. Geç de olsa gelmiş, hayat getirmiş..

Aynı zamanda Yok oluşumun altındaki imzaya haiz o fikir.. Geç de olsa gelmiş, hayat getirmiş..
kozmos
Karmaşanın ortasında bir fikir 2
Soruşturan gözlerle bakan insanlar.. hepsi, yarının yitik hatıralarıma haiz birer silik gölge.. bir şeyler öğrenmek için birbirini eziyor, kalabalığı yararak yanıma doğru uzanıyorlar.. bir fikir, bir ses peşinde hepsi.. alacaklı gibi bir havaları var. Oysa, verecek hiçbir şeyim yok, zamandan başka.

Öteden beri kendimle kavgamı çözemediğim için bu hastalıklı halim, hal değil. bir tertip getirmek gayesinde idim uzun zaman. Fikirlerime ve aklıma.. aklımın odaları gayet karışık, gayet dolu.. hınca hınç bir bolluk, taşarcasına bir fazlalık..

Basit bir zerafetle önümde serili vaziyette duran bir cisim. belki bir kadın, 20'lerinin ortasında. Bütün günahların üzerine sünger çektirecek kadar güzel.. suçlarımın sorumlu mevkiinde aklım, ve düşüncelerim sessizce oturmakta. gök alabildiğine açık, yıldızlar sere serpe uzanmış. çetrefilli duyguların tam ortasında gök kubbeyi, tanrının bu şaşaalı şölenini seyretmekte, derin düşüncelere dalmaktayım.

Kuru hıçkırıklarla sarsıldığım anlardan birinde açık pencereden içeri keskin bir soğuk atlar. göz yaşlarım yanaklarımdan daha süzülmeden kalkıp pencereyi örtmeye ilişirim. uzun bir sükut çöker, yalnız odanın içine.

Arkamı döner dönmez bir cümbüşle karşılanıyorum. patlayan konfetiler bir partinin habercisi. güzeller güzeli karşımda beliriyor. Hem yakın, hem uzak. bunun da hayal olduğunu fark etmem uzun sürmüyor. Bu realitenin yapmacıklığını fark eder etmez, insanlar da değişiveriyor. Ne hikmet, benim değişmem bir şeylerin startını vermiş oluyor.. kendimle birlikte tüm evren değişmiş oluyor..

Hayat, hayat diye bir kelime var ya… kelime, bir kelimecik.. insan değişti mi, o da değişiyor işte. İnsan aynı kalınca, o da yerinde sayıyor. ''değişim sizde başlar'' gibi bir kişisel gelişim safsatasından öte, bunun bir realite olduğunu kavrayınca farklılaşıyor her şey.. değişim bile değişiyor hatta.. sonra, sonrası, lafü güzaf..