mersin'de ismail usta'dan yenilmesi elzem olan tatlı. hatay falan hikaye.
gecenin bir yarısı bile yenendir.
türkü kürdü lazı çerkezi atatürk'den sonra bir tek künefede birleşir. şahsen ben bir porsiyon künefe için dinini değiştirecek adam tanıyorum. evet, şahsen ben.
türkü kürdü lazı çerkezi atatürk'den sonra bir tek künefede birleşir. şahsen ben bir porsiyon künefe için dinini değiştirecek adam tanıyorum. evet, şahsen ben.
Beni bu müzikler delirtti.
Uzun zamandır hiç bu kadar kötü uyanmamıştım. Zombi gibi dolaşıyorum 5 saattir.
Tıp dilinde 'hayati' anlamına gelen kelime.
Antibiyotik direncine sahip bakterilerin, penisilin yapısını parçalamak için ürettikleri bir enzim grubu.
Özellikle gram negatif bakterilere karşı güçlü bir yarı sentetik antibiyotiktir.
Klavulanik asitle birlikte bakterilerin direnç enzimlerini yok eder.
Klavulanik asitle birlikte bakterilerin direnç enzimlerini yok eder.
isa'dan önce (İÖ 70-19) roma'da yaşamış latin ozan.
dante, günahlarının sonuçlarını değerlendirirken kendine yol gösterici olarak virgil'i seçmiştir. ilahi komedya'da dante'ye cehennem'den araf'ın tepesine kadar eşlik eder. (pagan olduğu için cennet'e giremez)
bouguereau, dante'nin bu düşsel yolculuğunun cehennem'deki bir anını resmetmiştir. ilgilenenler buyursunlar, dante and virgil in hell:
[url=https://www.musee-orsay.fr/typo3temp/zoom/tmp_4efd451ec0ad22775f3bf34aeaa339ce.gif][/url]
dante, günahlarının sonuçlarını değerlendirirken kendine yol gösterici olarak virgil'i seçmiştir. ilahi komedya'da dante'ye cehennem'den araf'ın tepesine kadar eşlik eder. (pagan olduğu için cennet'e giremez)
bouguereau, dante'nin bu düşsel yolculuğunun cehennem'deki bir anını resmetmiştir. ilgilenenler buyursunlar, dante and virgil in hell:
[url=https://www.musee-orsay.fr/typo3temp/zoom/tmp_4efd451ec0ad22775f3bf34aeaa339ce.gif][/url]
Asit veya baz çözeltisinin kontrollü nötralleltirilme işlemidir.
Asit dolu bir erlene birkaç damla indikatör damlatıldıktan sonra, büretteki baz çözeltisi çok yavaş bir şekilde damlatılır.
Asit çözeltisi renk değiştirmeye başladığı an nötralleşme tamamlanmaya başlamıştır. Bu an kimya dilinde dönüm noktası olarak da adlandırılır.
Asit dolu bir erlene birkaç damla indikatör damlatıldıktan sonra, büretteki baz çözeltisi çok yavaş bir şekilde damlatılır.
Asit çözeltisi renk değiştirmeye başladığı an nötralleşme tamamlanmaya başlamıştır. Bu an kimya dilinde dönüm noktası olarak da adlandırılır.
Analizlerin efendisi. Lord of the Labs.
Bazı durumlarda iyonik, bazı durumlarda kovalent bağ yapar bu insanlar.
Sevgili alışverişi ve sevgili ortaklığı da diyebiliriz. Kızmamak lazım. Tek istekleri kararlı hale geçip bir soygaz gibi hissetmek.
Sevgili alışverişi ve sevgili ortaklığı da diyebiliriz. Kızmamak lazım. Tek istekleri kararlı hale geçip bir soygaz gibi hissetmek.
Eğer olur da icat edilirse; beni de şöyle 2009-2010 seneleri arasında bir yere bıraksın dediğim makinedir.
Hayatımda hiçbir zaman o kadar mutlu olamadım çünkü.
Hayatımda hiçbir zaman o kadar mutlu olamadım çünkü.
sözlüklerde olmaması gereken seçici geçirgenlik durumu. hayatımızı her yönden sarıp sarmalayan sansürün, bu tarz platformlarda olmaması görüşündeyim. her türlü görüşe veya densizliğe açık olması gerektiği düşüncesindeyim. entry girerek herhangi bir yazara atıfta bulunmak, hakaret etmek sansürlenebilir. mesaj yoluyla rahatlıkla sayıp sövebilirsiniz birbirinize.
lan noluyor laaağn?
reklamını yapmış gibi olmayayım, pegasusta hiç öyle bişey olmuyor.
mübarek sanki taksim-sarıyer minibüsü.
taksim-sarıyer minibüsleri hala çalışıyor mu?
özlemişik sabık köroğlunun memleketini.
mübarek sanki taksim-sarıyer minibüsü.
taksim-sarıyer minibüsleri hala çalışıyor mu?
özlemişik sabık köroğlunun memleketini.
Gecenin saat 3'ünde bim övülüyorsa ülke harbiden ekonomik krize girmiş demektir.
(bkz:yaran yanlış okumalar)
Her yaptığını burcuya yükleyen insan.
İlk okuduğumda sırrı süreya önder gibi ne etti la bu burcu size bakışı attım
Her yaptığını burcuya yükleyen insan.
İlk okuduğumda sırrı süreya önder gibi ne etti la bu burcu size bakışı attım
inanmama özgürlüğünü kullananların inanma özgürlüğünü kullananlara yaptığı mobbing gerçekten şairane bir absürtlük taşıyor.
bundan evvel, 'inanmak' kelimesini daha da açmak gerekiyor, ama önce şu açık birayı halledeyim.
iş bu bölüme burçlar hakkında bir girdi gelecek. gelmediği takdirde girdi kendini 3 iş günü içinde imha edecek.
bundan evvel, 'inanmak' kelimesini daha da açmak gerekiyor, ama önce şu açık birayı halledeyim.
iş bu bölüme burçlar hakkında bir girdi gelecek. gelmediği takdirde girdi kendini 3 iş günü içinde imha edecek.
(bkz:#82117)
Kaybettiğim 50 lirayı bularak beni mutluluktan ağlatan yazar. Bu devirde böyle insanlar kaldı mı kuzum?
Bir de petrol ofisinin adresini alabilirsem çok iyi olur xd.
Kaybettiğim 50 lirayı bularak beni mutluluktan ağlatan yazar. Bu devirde böyle insanlar kaldı mı kuzum?
Bir de petrol ofisinin adresini alabilirsem çok iyi olur xd.
ŞANTİYE BLUES
Tek dişi kalmış işçi
Sıkmış kırmış dişi
Pantül düşerken götten
Patron göründü köşeden
"Akşama iş bitecek!"
Alamanyadan haber gelmiş
Orada para çok gibi
İşçinin aklında alaman dişi
Patron göründü köşeden
"Akşama iş bitecek!"
not: bu daha bitmedi, devamı kommen...
Tek dişi kalmış işçi
Sıkmış kırmış dişi
Pantül düşerken götten
Patron göründü köşeden
"Akşama iş bitecek!"
Alamanyadan haber gelmiş
Orada para çok gibi
İşçinin aklında alaman dişi
Patron göründü köşeden
"Akşama iş bitecek!"
not: bu daha bitmedi, devamı kommen...
çünkü uzay çok uzak. nasıl gideceksin o kadar mesafeyi? ayrıca uzaya çıkınca düşeriz. çünkü boş.
bu aşure günü veya haftasında da yiyemediğim tatlıdır. ulan biri de yapıp getirmez mi be! yazıklar olsun! aşuresiz kaldım lan! geçen yıl da yiyemedim. iki yıldır boş geçiyor...
halbuki önceden ev aşure dolardı. bizim evde olurdu, üstüne akrabalar getirirdi, komşular getirirdi...
milletin evinde kazan kazan, tabak tabak aşure varken, ihtiyaç sahibi ben, aşure bekledim. gelmedi.
geçti istemem gelmeni,
yokluğunda yedim browni,
bırak damağımda gölgeni,
gelme artık neye yarar?...
halbuki önceden ev aşure dolardı. bizim evde olurdu, üstüne akrabalar getirirdi, komşular getirirdi...
milletin evinde kazan kazan, tabak tabak aşure varken, ihtiyaç sahibi ben, aşure bekledim. gelmedi.
geçti istemem gelmeni,
yokluğunda yedim browni,
bırak damağımda gölgeni,
gelme artık neye yarar?...
en sevdiğim müzik grubu. yaptığı şarkılarla okült rock'ın belki de en üst seviyesi...
(bkz:tamam bitirmem)
Geçen yılın kitaplarını 2. Elci kişilere satıp yine onlardan bu yılın kitaplarını satın almakla ve doğru yayın evinin kitabını aramakla geçen zamanlar...
siyasi emelleri gerçekleştirmede her yolun mübah olduğunu belirten düşüncelerinden derlenerek ortaya çıkan bir yaklaşımdır.
bu yaklaşımın temellerini atan Niccolo Marchiavelli'ye göre insanlar mala mülke yani maddi konulara önem verirler. Devlet adamının bencil olması gerektiğini savunmaktaydı. Çıkarlarına göre siyasete yön vermeli, gerektiğinde en yakınını harcayabilmeliydi. Ona göre başarıya bu şekilde ulaşılırdı. Dürüst devlet adamları, siyasetin doğasına aykırıydı.
Hükümetin ne kadar gerekli olduğunu göstermek amacıyla halk üzerindeki baskıyı indirgeyerek, kaos ortamı oluşturup daha sonra hükümeti kurtarıcı olarak gösterme gayesi de bu yaklaşımın bir öğretisidir.
bu yaklaşımın temellerini atan Niccolo Marchiavelli'ye göre insanlar mala mülke yani maddi konulara önem verirler. Devlet adamının bencil olması gerektiğini savunmaktaydı. Çıkarlarına göre siyasete yön vermeli, gerektiğinde en yakınını harcayabilmeliydi. Ona göre başarıya bu şekilde ulaşılırdı. Dürüst devlet adamları, siyasetin doğasına aykırıydı.
Hükümetin ne kadar gerekli olduğunu göstermek amacıyla halk üzerindeki baskıyı indirgeyerek, kaos ortamı oluşturup daha sonra hükümeti kurtarıcı olarak gösterme gayesi de bu yaklaşımın bir öğretisidir.
ŞİİR YAZDIRTAN DERTLERDEN BİRİ. ORHAN VELİ'NİN GEÇİM DERDİNİ SANATA DÖNÜŞTÜRDÜĞÜ ÖRNEK EKTEDİR.
Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.
Ne yârdan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.
Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.
Ne yârdan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.
mis gibi defter kokusu barındıran alışveriştir.
- oğlumuz okusun da büyük adam olsun
(12 yıl sonra)
+ ya sizin bi oğlunuz vardı ne oldu ona?
- astronot oldu...
+ ooo... tebrik ederiz. nasa'ya mı alındı?
- yoo...
+ ee nerede?
- çanak anten tamir ediyor. sonuçta o da uzay ile ilgili ya hani...
+ neyse çaylarımızı da içtik biz kalkalım artık.
- yine bekleriz.
+ kısmet...
- oğlumuz okusun da büyük adam olsun
(12 yıl sonra)
+ ya sizin bi oğlunuz vardı ne oldu ona?
- astronot oldu...
+ ooo... tebrik ederiz. nasa'ya mı alındı?
- yoo...
+ ee nerede?
- çanak anten tamir ediyor. sonuçta o da uzay ile ilgili ya hani...
+ neyse çaylarımızı da içtik biz kalkalım artık.
- yine bekleriz.
+ kısmet...
netflix yapımı animasyon tv serisi.
ikinci sezonu yakında geliyor.
ikinci sezonu yakında geliyor.
Soluk Mavi Nokta, Dünya'nın (bkz:Voyager 1) sondası tarafından rekor uzaklıktan çekilen bir fotoğrafı. Fotoğraf, dünyayı uzayın sonsuzluğu içinde tek başına gösterir.
Voyager 1 sondası, dış güneş sistemini incelemek maksadıyla ABD tarafından 5 Eylül 1977'de fırlatıldı. 14 Şubat 1990'da NASA, asli görevini tamamlamış ve artık Dünya'dan hayli uzaklaşmış olan Voyager 1'e yeni komutlar yollayarak Güneş Sistemi'ndeki tüm gezegenleri fotoğraflamasını sağladı. Gelen fotoğraflardan birinde, grenli bir siyah yüzey üzerinde uçuk mavi bir nokta görülüyordu. Bu, Dünya'ydı.
NASA web sitesine göre fotoğraf Dünya'dan 6,4 milyar km uzaklıktan çekilmiştir. Dar açılı bir objektif kullanılmış, mavi, yeşil ve mor filtreler takılmış, tutulum düzleminin 32° üstü hedeflenmiştir. Dar açılı objektifler, geniş açılı objektiflerin aksine, belli bir bölgeden ayrıntı görüntülemek için kullanılır. Dünya, fotoğrafta bir pikselden daha küçük bir alan (NASA'ya göre 0,12 piksel) kaplamaktadır.
11 Mayıs 1996'da, (bkz:Carl Sagan), bir konuşmada fotoğrafı şöyle yorumlamıştır;
"Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.
Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.
Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer.
Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza."
Voyager 1 sondası, dış güneş sistemini incelemek maksadıyla ABD tarafından 5 Eylül 1977'de fırlatıldı. 14 Şubat 1990'da NASA, asli görevini tamamlamış ve artık Dünya'dan hayli uzaklaşmış olan Voyager 1'e yeni komutlar yollayarak Güneş Sistemi'ndeki tüm gezegenleri fotoğraflamasını sağladı. Gelen fotoğraflardan birinde, grenli bir siyah yüzey üzerinde uçuk mavi bir nokta görülüyordu. Bu, Dünya'ydı.
NASA web sitesine göre fotoğraf Dünya'dan 6,4 milyar km uzaklıktan çekilmiştir. Dar açılı bir objektif kullanılmış, mavi, yeşil ve mor filtreler takılmış, tutulum düzleminin 32° üstü hedeflenmiştir. Dar açılı objektifler, geniş açılı objektiflerin aksine, belli bir bölgeden ayrıntı görüntülemek için kullanılır. Dünya, fotoğrafta bir pikselden daha küçük bir alan (NASA'ya göre 0,12 piksel) kaplamaktadır.
11 Mayıs 1996'da, (bkz:Carl Sagan), bir konuşmada fotoğrafı şöyle yorumlamıştır;
"Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.
Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.
Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer.
Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza."
Dünyanın En Önemli Üretim Bitkisiyken Yasaklanan Kenevir Hakkında İlginç Bilgiler.
zenginsozluk.com/foto
1. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.
2. Yine bir dönümlük kenevirden, 4 dönüm ağaça eş kağıt üretilebilir.
3.Kenevir tam 8 kez kağıda dönüştürülebilirken, ağaç 3 kez kağıda dönüştürebilir.
4. Kenevir 4 ayda yetişir, bir ağaç ise 20-50 yılda…
5.Kenevir, gerçek bir radyasyon temizleyicidir.
6. Kenevir dünyanın her yerinde yetiştirilebilir ve çok az suya ihtiyaç duyar. Ayrıca kendisini böceklerden koruyabildiği için tarım ilacına da ihtiyaç duymaz.
7.Kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşırsa, tarım ilacı sektörü tamamen ortadan kalkabilir.
8. İlk kot pantolon, kenevirden yapılmıştır; hatta “kanvas” kelimesi kenevir ürünlerine verilen isimdir.
Kenevir ayrıca ip, halat, çanta, ayakkabı, şapka yapımı için de ideal bir bitkidir.
9.Kenevir, AİDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma; romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılmaktadır.
10. Kenevir tohumunun protein değeri çok yüksektir ve içindeki iki yağ asidi de doğada başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.
11. Kenevirin üretimi soyadan bile daha ucuzdur.
12. Kenevirle beslenen hayvanlar, hormon takviyesine ihtiyaç duymaz.
13. Plastik ürünlerin tamamı, kenevirden üretilebilir ve kenevir plastiğinin doğaya dönüşmesi oldukça kolaydır.
14. Bir arabanın gövdesi kenevirden yapılırsa, dayanıklılığı çelikten tam 10 kat fazla olur.
15. Binaların yalıtımı için de kullanılabilir; dayanıklı, ucuz ve esnektir.
16. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetik ürünler, suyu kirletmez; yani tamamen doğa dostudur.
Sayısız faydası olan kenevir, bir zamanlar dünyanın en önemli üretim bitkilerinden biriydi ama bugün, üretimi yasak.
Nedenini ise, şu bilgiler ışığında anlamak hiç de zor değil:
-W. R. Hearst, 1900'lü yıllarda Amerika'da gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi. Ormanları vardı ve kağıt üretiyordu. Eğer kenevirden kağıt yapılırsa, milyonlarını kaybedebilirdi.
-Rockefeller, dünyanın en zengin adamıydı. Petrol şirketi vardı. Bio yakıt olan kenevir yağı da, elbette onun en büyük düşmanıydı.
-Mellon, Dupont şirketinin ana hissedarıydı ve petrol ürünlerinden plastik üretmek için patente sahipti. Ve kenevir endüstrisi, onun pazarını tehdit ediyordu.
-Sonra ise, Mellon ABD Başkanı Hoover'in hazine bakanı oldu. Bu bahsettiğimiz büyük isimler yaptıkları toplantılarda, kenevirin bir düşman olduğuna karar verdiler. Ve onu ortadan kaldırdılar. Medya aracılığıyla, marihuana sözcüğüyle birlikte keneviri, insanların beynine, zehirli bir uyuşturucu olarak kazıdılar. Kenevir ilaçları piyasadan çekildi, bunun yerini bugün kullanılan kimnyasal ilaçlar aldı. Kağıt üretimi için, ormanlar katledildi. Tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı.
Ve derken dünyamızı plastik çöplerle, zararlı atıklarla donattık…
zenginsozluk.com/foto
1. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.
2. Yine bir dönümlük kenevirden, 4 dönüm ağaça eş kağıt üretilebilir.
3.Kenevir tam 8 kez kağıda dönüştürülebilirken, ağaç 3 kez kağıda dönüştürebilir.
4. Kenevir 4 ayda yetişir, bir ağaç ise 20-50 yılda…
5.Kenevir, gerçek bir radyasyon temizleyicidir.
6. Kenevir dünyanın her yerinde yetiştirilebilir ve çok az suya ihtiyaç duyar. Ayrıca kendisini böceklerden koruyabildiği için tarım ilacına da ihtiyaç duymaz.
7.Kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşırsa, tarım ilacı sektörü tamamen ortadan kalkabilir.
8. İlk kot pantolon, kenevirden yapılmıştır; hatta “kanvas” kelimesi kenevir ürünlerine verilen isimdir.
Kenevir ayrıca ip, halat, çanta, ayakkabı, şapka yapımı için de ideal bir bitkidir.
9.Kenevir, AİDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma; romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılmaktadır.
10. Kenevir tohumunun protein değeri çok yüksektir ve içindeki iki yağ asidi de doğada başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.
11. Kenevirin üretimi soyadan bile daha ucuzdur.
12. Kenevirle beslenen hayvanlar, hormon takviyesine ihtiyaç duymaz.
13. Plastik ürünlerin tamamı, kenevirden üretilebilir ve kenevir plastiğinin doğaya dönüşmesi oldukça kolaydır.
14. Bir arabanın gövdesi kenevirden yapılırsa, dayanıklılığı çelikten tam 10 kat fazla olur.
15. Binaların yalıtımı için de kullanılabilir; dayanıklı, ucuz ve esnektir.
16. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetik ürünler, suyu kirletmez; yani tamamen doğa dostudur.
Sayısız faydası olan kenevir, bir zamanlar dünyanın en önemli üretim bitkilerinden biriydi ama bugün, üretimi yasak.
Nedenini ise, şu bilgiler ışığında anlamak hiç de zor değil:
-W. R. Hearst, 1900'lü yıllarda Amerika'da gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi. Ormanları vardı ve kağıt üretiyordu. Eğer kenevirden kağıt yapılırsa, milyonlarını kaybedebilirdi.
-Rockefeller, dünyanın en zengin adamıydı. Petrol şirketi vardı. Bio yakıt olan kenevir yağı da, elbette onun en büyük düşmanıydı.
-Mellon, Dupont şirketinin ana hissedarıydı ve petrol ürünlerinden plastik üretmek için patente sahipti. Ve kenevir endüstrisi, onun pazarını tehdit ediyordu.
-Sonra ise, Mellon ABD Başkanı Hoover'in hazine bakanı oldu. Bu bahsettiğimiz büyük isimler yaptıkları toplantılarda, kenevirin bir düşman olduğuna karar verdiler. Ve onu ortadan kaldırdılar. Medya aracılığıyla, marihuana sözcüğüyle birlikte keneviri, insanların beynine, zehirli bir uyuşturucu olarak kazıdılar. Kenevir ilaçları piyasadan çekildi, bunun yerini bugün kullanılan kimnyasal ilaçlar aldı. Kağıt üretimi için, ormanlar katledildi. Tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı.
Ve derken dünyamızı plastik çöplerle, zararlı atıklarla donattık…
bitmeye yakın kaybolmaya meyilli olan geçici özgüvendir.
sosyal medyanın hayli ivme kazanmasıyla pabucu dama atılan, gittikçe demode hâle gelen kitle iletişim aracı.
mustafa kemal'in tarih sahnesine ilk kez çıktığı ve sömürgeciliğe karşı mücadele verdiği savaştır.
Sayesinde bir başka miyazaki harikası olan yürüyen şato'yu izledim.
Mükemmeldi...
o neydi gız...
Mükemmeldi...
o neydi gız...
“Bir köpeğin içten bir kuyruk sallamasını, bir insanın dostluğuna tercih ederim.” demiş, schopenhauer. Köpeğiyle yaşarmış zaten.
amsterdam temelli türkçe saykodelikdeşik şarkılar söyleyen grup. çok çok çok başarılar. yolları açık olsun.
kedi sahiplerinin 1. elden tanıklık ettiği garipliklerdir.
*
bazen benimki gecenin bir yarısı güzelce oynarken, sırnaşırken sevdirirken birden bir noktaya gözlerini dikiyor.
hasiktir diyorum bu sefer geldiler, ''inciii, kızııım, bak korkuyorum eheh'' diyorum hafif titrek bir sesle ama yok, ruhunu ele geçirmişler gibi bakıyor bir noktaya. baktığı yere bakıyorum bir şey yok. sıçtın olum valla geldiler diyorum.
sonra öğrendim ki hassas kulakları uçanı kaçanı duyuyormuş da o yüzden bakıyormuş bir yere. yine de ürkünç. shit fak.
*
bazen benimki gecenin bir yarısı güzelce oynarken, sırnaşırken sevdirirken birden bir noktaya gözlerini dikiyor.
hasiktir diyorum bu sefer geldiler, ''inciii, kızııım, bak korkuyorum eheh'' diyorum hafif titrek bir sesle ama yok, ruhunu ele geçirmişler gibi bakıyor bir noktaya. baktığı yere bakıyorum bir şey yok. sıçtın olum valla geldiler diyorum.
sonra öğrendim ki hassas kulakları uçanı kaçanı duyuyormuş da o yüzden bakıyormuş bir yere. yine de ürkünç. shit fak.
sol framede kafka başlığını görünce aklıma hücum etmiş kavram.
kafkaeqeu, kafka'nın eserlerinin karakteristik bir özelliği olan bilinmezlik olgusuna binaen türetilmiş bir kelimedir. kafkaesque konuşma dilinde bürokrasi labirentleri içinde gidip gelmeye zorlanmak gibi, gerek olmamasına karşın karmaşık ve sinir bozucu deneyimleri betimlemek için kullanılmaktadır.
kafkaeqeu, kafka'nın eserlerinin karakteristik bir özelliği olan bilinmezlik olgusuna binaen türetilmiş bir kelimedir. kafkaesque konuşma dilinde bürokrasi labirentleri içinde gidip gelmeye zorlanmak gibi, gerek olmamasına karşın karmaşık ve sinir bozucu deneyimleri betimlemek için kullanılmaktadır.
''simon dö buğa'' diye telaffuz ettiğim, hatta sonra bilen bir abiye ''abicim durum böyle, yanlış mı söylüyorum acaba?'' diye sorunca doğru söylediğim telkinini almama sebep olmuş rahmetli feylesof.
Jean-Paul Sartre ile ilişkisi ile 20.yy'da yükselmiş fransız aktivist, yazar.
Jean-Paul Sartre ile ilişkisi ile 20.yy'da yükselmiş fransız aktivist, yazar.
ölmeden önce yapılacak şeyler listesinde bulunan eylem. ama zaten yaptıktan sonra yaşatmayacakları için listede boşuna yer etmesine gerek yok.
ilk olarak herakleitos'un ortaya attığı sav, öğreti. ona göre evren, karşıtlıklardan, zıtlıklardan meydana gelmiş bir bütündü. bütünün içinde iyinin ve kötünün yeri var. savaş olmasa barışın değeri, hastalık olmasa sağlığın değeri, kış gelmese yazın değeri bilinmeyecekti. haklı ve doğru bir savdır bu. iyilik, değeri bilindiği vakit iyilik olur. herakleitos: ''tanrı hem gece hem gündüzdür, hem kış, hem yazdır, hem savaş hem de barış, hem açlık hem de tokluktur'' demiştir. tanrı sözcüğünü kullanıyor fakat, mitlerdeki gibi bir ''tanrı'' değil filozofun kastettiği. tanrı, kendini tam da sürekli değişen ve karşıtlıklarla dolu olan doğada göstermektedir. doğanın kendisidir hatta.
hatta ''tanrı'' kelimesi yerine çoğullukla 'akıl' anlamına gelen logos sözcüğünü kullanmıştır.
hatta ''tanrı'' kelimesi yerine çoğullukla 'akıl' anlamına gelen logos sözcüğünü kullanmıştır.
binlerce yıl süren medeniyetleşme hikayemiz insanlığın beşiği olan afrika'da başladı.. ilk insanlar bu topraklar üzerinde evrim geçirdi, yürüdü, avlandı, öldü, yeniden doğdu.. bu çorak ve sıcak vahalarda yaşamını sürdüren ilk insanlar, senin benim, hepimizin binlerce kuşak üstü dedelerimiz.. bu hikaye, insanlık tarihinin 70 bin yıllık hikayesi.. savaşların, bilgelerin, kralların ve fatihlerin hüküm sürdüğü dünyanın tarihi.. her şeyin hikayesi biraz uzun...
bölüm 1- yaşam mücadelesi
bilinen hikayemiz 70 bin yıl önce afrika topraklarında başlıyor.. ilk hominid*lerin kökeninin afrika'ya dayandığına inanılır. hominid, insansı canlılardır. tam olarak insan değillerdir ancak insansı maymunlardır. homo sapiens'in (akıllı insan) yani günümüz insanının atasıdır. bilinen hikayemiz 70 küsür yıl önce başlamış olsa da, ilk hominidler, homo habilis, bunyan yaklaşık 2.3 milyon yıl önce yaşamıştır. homo habilis, homo erectus'a evrildi. homo erectus 1.8 milyon yıl önce afrika'dan göç etmeye başladı.. belki dünya tarihini değiştiren bir hareketin başlangıcı oldu bu.. bu hominidler sonraları evrimleşip, modern insan 'homo sapiens'lere dönüştü..
bu insanlar binlerce yıl lisansız bir şekilde avcılık-toplayıcılıkla sürdürdü yaşamını.. dönemin şartları itibariyle en baskın güdü ''hayatta kalmak''tı. doğal afetler bu hayat mücadelesinin başrol oyuncusuydu.. bu afetler, insan soyu için sürekli bir tehlike arz ediyordu. bu afetler, daha güçlü ve organize bünyelerin hayatta kaldığını ortaya çıkardı.. buna doğal seçilim deniyor.. güçlünün güçsüzü mağlup ettiği ve yaşamını sürdürdüğü yol.. binlerce yıl hayvanların göç yollarını takip eden kabileler afrikadan dünyaya yayıldı..
hayat o günlerde sürekli hareket halindeydi. bir yere yerleşip orada yerleşik bir yaşam sürmek ölüm ile eşdeğerdi. yiyecek ve içecek için bitmek bilmeyen uzun yürüyüşler yapılıyordu. yerleşik bir yaşam, kaynakların tükenmesi demektir. tamamiyle tüketici bir toplum hakim olduğu için üretim 0 idi. bu koşulda en iyi yol sürekli hareket etmekti. hayatta kalmak bunu gerektirirdi.. yaz ve ilkbahar aylarında yapılan uzun yürüyüşleri kış ve nispeten sonbaharda mağarada kalmak izliyordu.. doğal bir koruma sağlayan mağaralar, kışın çetin şartlarından bir nebze de olsa koruyordu. ilk hominidler kalabalık aileler halinde bir arada yaşayıp, işleri ortaklaşa yapıyorlardı.. taştan yontulan kesici aletleri kullanarak hayvan postlarından giysiler ve başka eşyalar yapıyorlardı..
dna zincirini takip eden bilim adamlarının yaptığı deney ve incelemeler sonucunda bugün hayatta olan herkesin tek bir kadına bağlandığı öğrenildi. bu kadın hepimizin evrensel annesi yani mitokondriyal havva (mitochondrial eve) olarak kabul ediliyor.
zamanla nüfusumuz artmış ve tüm dünyaya nüfuz etmişiz.. bu evrensel annemizin kabilesinin yürüyüşü bitmedi.. başlarda afrika, arap yarımadası, ve hindistanı izleyerek asya'ya yayılmışız.. hatta bazı atalarımız avustralya'ya kadar ulaşmış. avrupaya yaklaşık 45 bin yıl önce ulaşmışlar.. atalarımız, avrupaya yerleşmeye başladığında yalnız olmadıklarını keşfetmiş.
bir tür ile karşı karşıya gelmişiz.. neandertaller.. aynı kaynaklar için onlarla savaştık. onlar daha iri ve güçlü. ama bizim zekamız, lisanımız vardı.. bu bir çok yönden bizim için artı hanede puan getirmişti.. insanlar avrupada dağılmaya başladıkça, neandertal nüfusu azaldı.. tahminlere göre biz insanlar yok ettik onları.. ama kendi soyumuzun tükenme tehlikesi de vardı.. 25 bin yıl önce ısı hızla düştü.. kuzey yarımkürenin büyük bir kısmı buz kütleleri kapladı.. ya adapte olacakatık, ya ölecektik..zor durumlarda kaldıkça yaşama güdüsü ağır basıp basit araçlar keşfetmeye başladık.. bu gereçler devri yarattı.. örneğin iğne.. hayvan postlarından yapılan elbiseleri dikmek için kullanıldı başlarda.. güney fransada ortaya çıktı ve şimdi 17.000 yaşında. dikili giysiler sayesinde sert buzul çağında hayatta kaldık. insan, dünyanın en büyük yırtıcısına dönüşmüştü.. minik bir iğne tarih yazmıştı, tarihimizi değiştirmişti..
yaratıcı zekasını kullanarak hayvan adelelerini ip olarak kullanıp, iğneyi de bunun için kullanan homo sapiensler, zeki insanlar yalnızca bununla yetinmedi.. adeta tarih yazıcılığına soyunduğunun kanıtı niteliğinde şeyler yapmıştır.. artık hayatta kalmanın ötesinde bir şeyler aramaya başlamış.. fransız pinelerindeki mağaralarda varlığımızı kanıtlar nitelikte mağara resimleri bulunmaktadır.. ilk tarih yazma çalışmalırımız 27. bin yıl önce başladı.. el izleri, işaretleri bulundu.. benzer el izlerine, güney afrika, kuzey amerika, arjantin ve avustralya da da rastlanmıştır. birbirlerinden kilometlerce uzaklarda yaşayan atalarımız adeta biz buradayız diye haykıran el izleri bırakarak kendimizi ve dünyamızı analamlandırma çabamızı ortaya koymuştur..
gelişmemizi sürdürmek için artık tek engel kalmıştı.. doğaya hakim olmak!
15 bin yıl önce, dünyanın ısısı yükselmeye başlıyordu.. dünya ısınıyordu. iklim yumuşadıkça bizim avcı toplayıcı atalarımız, kendilerini doğadan faydalanmak için yeni yollarda atmıştır..devasa bir adım atmak üzereyiz. atalarımız, toprak mahsülü meyve sebze ve tahılları inceleyip, gözlemleyip biz de üretebilir miyiz, kendimiz yetiştirebilir miyiz gibi çok basit ve önemli bir soru sormuşlar. bu basit soru tarihe imzasını devasa harflerle atmıştır.. bu sayede yaklaşık 10 bin yıl önce tarım başlamış oldu..
bu bizi, avcı toplayıcı iken çiftçiye dönüştürdü.. bu, dünya sahnesinde gerçekleşmiş bir çok tarihi olaydan birisidir.. yeni yaşam şeklimiz, ileriyi düşünmemize yol açtı.. emeğimizin karşılığını alıyorduk.. çiftçilik, dünyayı yönlendirme gücümüzün olduğunun bir kanıtı idi. bereketli hilalde başlayan bu devrimi, takip eden 5 bin yıl boyunca tüm avrupa'ya yayıldı.çin, hindistan ve güney amerika halkı da kendi tarım yöntemlerini süreçle birlikte geliştirdi.. üç büyük ürün öndeydi, buğray, pirinç ve mısır.. bugün bile bu 3 gıda temel besin maddelerimizden..
ama gelişmenin de bir bedeli vardı.. avcı ve toplayıcı yaşamı terk edip, çiftçiliğe adım atınca insanlar küçülmeye, daha dayanıksız olmaya başlamış. boylar kısalıyor, eklemlerde kireçlenme başlıyordu ve yaşam süresi kısalmıştı.. tarımla birlikte geçilen yerleşik yaşam, nüfus patlamasını da beraber getirdi.. avcı toplayıcı iken nüfus, olumsuz bir şeydi. oysa yerleşik yaşamda ne kadar çok ekersek, o kadar çok boğaz doyuyordu..
büyük tarım devrimi, yerleşmemize bir 'ev'imizin olmasına ve bu da gelişme adına daha büyük bir adım atmamıza yol açtı..
medeniyetleşme hareketleri
9.000 yıl önce türkiyedeki anadolu sınırları içinde bulunan çatalhöyük, tarihin ilk medeniyetleşme hareketlerine ev sahipliği yapmış.. bu bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar, medeniyetleşme hareketlerinin 'nasıl' olduğuna dair önemli ipuçları veriyor.. çatalhöyük'te bulunan aileler, çamurlu tuğlalardan yapılma evlerde yaşardı. hayvanlarla beraber.. insanlar düz çatıların üstünde yürüyerek gezermiş ve çatıdan merdivenle inerek eve girermiş.. tarım devriminden 3.000 yıl sonra hayat şartlarımız rahatlık ve güven temelinde oluşmuş..
ancak yerleşik hayatın da tehlikeleri vardı.. toplu yaşam, çiçek, tüberküloz ve kızamık gibi bulaşıcı hastalıkları ilk defa getirmiş oldu.. fakat buna çare yoktu, geri dönüşü yoktu.. ilerleyişin bir bedeli de buydu..
-
ancak nüfusumuz artmaya devam etmiş.. toplumlar büyüdükçe fazla mahsul sahibi çiftçiler, takas ve ticarete yönelmiş.. büyük tüccarlar ve zanaatkarlar ortaya çıkmış.. böylece de halk bölünmeye başlamış olup, zengin – fakir kavramı çıkmış ortaya.. toprak sahipleri, krallar, zengin ve fakirler, tarım devriminden sonra ortaya çıkıyor.. ancak doğaya karşı verilen mücadelemiz burada bitmemiş…
doğaya karşı verilen mücadelenin insanları bir araya getirmesinin en dikkat çekici örneklerinden biri çin'de görülmüş. bundan yaklaşık 4000 yıl önce ı çağlarda 4.800 mil uzunluğundaki sarı ırmak şiddetli yağmurlar sebebiyle taşıyor ve tarım alanlarını yerle bir ediyormuş.. yıllar süren fırtınalar, doğal afetlere yani sellere yol açıyormuş.. yoluna çıkan her şey yok oluyormuş. insanoğlu yine doğaya yenik düşmüştü.. bu alanların, toplumun hayatta kalabilmesi için ırmak ehlileştirilmeli idi.. bir kabile şefinin oğlu olan yu isimli bir mühendisi bu işe çözüm bulmakla görevlendirilmiş.. bedeli ağır, başaramazsa öldürülecek. onun planı babasınınkinden farklı idi.. asırlardır süregelen kabile savaşları yu'nun geliştirdiği sistem hayata geçebilsin diye iş gücü adına bir araya gelip projeye yardımcı oldular..
yu'nun muazzam kanal ağı, bir zaferdi.. sonunda proje işe yaramış ve sellere ket vurulmuştu..yu kahramandı artık.. ödül olarak kabile lideri oldu.. da yu olarak yani büyük yu olarak anılmaya başlandı. büyük bir medeniyetin temelleri bu projesiyle atılmış oldu..
*
buraya kadar olan kısımda şunları görüyoruz.. on binlerce yıllık dünya tarihi, insanoğlunun değişme yeteneğiyle yön değişti. doğaya hakim olmaya çalışırken, tarihe yön verdik.. hayatta kalmamız iş birliği yeteneğimize bağlıydı..
ve tarih başlıyor
hala dünyadan öğreneceğimiz bir çok bilimsel bilinmez var.. ama başka bir antik uygarlık insnalığı bilgi ve öğrenme konusunda çoktan yeni seviyelere çıkartmış.. 3200 yıl önce mısır.. antik dünyanın en büyük medeniyeti..yerleşik yaşam burada, sanatın, hukukun, dilin, dinin, tarihin ve edebiyatın gelişmesini sağlamış..
olağanüstü bir icat gelişti.. yazı.. basit resimlerle işe başlayan mısırlılar, simgeleri kullanarak karmaşık fikirleri aktardı.. yazı bulununca insan tarihi kaydedilebilridi.. hikayemiz ve bilgimiz korunabilir ve paylaşılabilirdi artık.
önce çanak çömleğe yazılırdı.. yazı mısırlıların kanunlar düzenleyerek bir hukuk sistemi geliştirmelerini sağlamış.. mısır medeniyeti gelişti.. insanoğlunun gelişimi yeni bir aşamaya gelmişti.. yazı, iletişimimizi geliştiricek ve toplumsal düzen için daha sağlam bir temel oluşturucaktı.. yeni fikirler ve inançlar bundan sonra büyük bir hızla yayılacaktı..
imparatorluk zamanına az kaldı...
yalnızca mısır'da değil, bir çok yerde eş zamanlı olarak medeniyetler filizleniyordu. insanlar yazıp çiziyor, okuyor, ticaret yapıyor, mimariyi keşfediyordu. bu gelişmeler imparatorlukların temelini oluşturacak, devasa medeniyetlerin kapısını aralayacaktı.. öyle de oldu.. yüzlerce yıl hüküm süren krallar, tiranlar ve imparatorlar doğdu..
alıntılar:
ntv yayınları dünya tarihi
history channel dünya tarihi belgesel
kısa dünya tarihi - ali çimen
bölüm 1- yaşam mücadelesi
bilinen hikayemiz 70 bin yıl önce afrika topraklarında başlıyor.. ilk hominid*lerin kökeninin afrika'ya dayandığına inanılır. hominid, insansı canlılardır. tam olarak insan değillerdir ancak insansı maymunlardır. homo sapiens'in (akıllı insan) yani günümüz insanının atasıdır. bilinen hikayemiz 70 küsür yıl önce başlamış olsa da, ilk hominidler, homo habilis, bunyan yaklaşık 2.3 milyon yıl önce yaşamıştır. homo habilis, homo erectus'a evrildi. homo erectus 1.8 milyon yıl önce afrika'dan göç etmeye başladı.. belki dünya tarihini değiştiren bir hareketin başlangıcı oldu bu.. bu hominidler sonraları evrimleşip, modern insan 'homo sapiens'lere dönüştü..
bu insanlar binlerce yıl lisansız bir şekilde avcılık-toplayıcılıkla sürdürdü yaşamını.. dönemin şartları itibariyle en baskın güdü ''hayatta kalmak''tı. doğal afetler bu hayat mücadelesinin başrol oyuncusuydu.. bu afetler, insan soyu için sürekli bir tehlike arz ediyordu. bu afetler, daha güçlü ve organize bünyelerin hayatta kaldığını ortaya çıkardı.. buna doğal seçilim deniyor.. güçlünün güçsüzü mağlup ettiği ve yaşamını sürdürdüğü yol.. binlerce yıl hayvanların göç yollarını takip eden kabileler afrikadan dünyaya yayıldı..
hayat o günlerde sürekli hareket halindeydi. bir yere yerleşip orada yerleşik bir yaşam sürmek ölüm ile eşdeğerdi. yiyecek ve içecek için bitmek bilmeyen uzun yürüyüşler yapılıyordu. yerleşik bir yaşam, kaynakların tükenmesi demektir. tamamiyle tüketici bir toplum hakim olduğu için üretim 0 idi. bu koşulda en iyi yol sürekli hareket etmekti. hayatta kalmak bunu gerektirirdi.. yaz ve ilkbahar aylarında yapılan uzun yürüyüşleri kış ve nispeten sonbaharda mağarada kalmak izliyordu.. doğal bir koruma sağlayan mağaralar, kışın çetin şartlarından bir nebze de olsa koruyordu. ilk hominidler kalabalık aileler halinde bir arada yaşayıp, işleri ortaklaşa yapıyorlardı.. taştan yontulan kesici aletleri kullanarak hayvan postlarından giysiler ve başka eşyalar yapıyorlardı..
dna zincirini takip eden bilim adamlarının yaptığı deney ve incelemeler sonucunda bugün hayatta olan herkesin tek bir kadına bağlandığı öğrenildi. bu kadın hepimizin evrensel annesi yani mitokondriyal havva (mitochondrial eve) olarak kabul ediliyor.
zamanla nüfusumuz artmış ve tüm dünyaya nüfuz etmişiz.. bu evrensel annemizin kabilesinin yürüyüşü bitmedi.. başlarda afrika, arap yarımadası, ve hindistanı izleyerek asya'ya yayılmışız.. hatta bazı atalarımız avustralya'ya kadar ulaşmış. avrupaya yaklaşık 45 bin yıl önce ulaşmışlar.. atalarımız, avrupaya yerleşmeye başladığında yalnız olmadıklarını keşfetmiş.
bir tür ile karşı karşıya gelmişiz.. neandertaller.. aynı kaynaklar için onlarla savaştık. onlar daha iri ve güçlü. ama bizim zekamız, lisanımız vardı.. bu bir çok yönden bizim için artı hanede puan getirmişti.. insanlar avrupada dağılmaya başladıkça, neandertal nüfusu azaldı.. tahminlere göre biz insanlar yok ettik onları.. ama kendi soyumuzun tükenme tehlikesi de vardı.. 25 bin yıl önce ısı hızla düştü.. kuzey yarımkürenin büyük bir kısmı buz kütleleri kapladı.. ya adapte olacakatık, ya ölecektik..zor durumlarda kaldıkça yaşama güdüsü ağır basıp basit araçlar keşfetmeye başladık.. bu gereçler devri yarattı.. örneğin iğne.. hayvan postlarından yapılan elbiseleri dikmek için kullanıldı başlarda.. güney fransada ortaya çıktı ve şimdi 17.000 yaşında. dikili giysiler sayesinde sert buzul çağında hayatta kaldık. insan, dünyanın en büyük yırtıcısına dönüşmüştü.. minik bir iğne tarih yazmıştı, tarihimizi değiştirmişti..
yaratıcı zekasını kullanarak hayvan adelelerini ip olarak kullanıp, iğneyi de bunun için kullanan homo sapiensler, zeki insanlar yalnızca bununla yetinmedi.. adeta tarih yazıcılığına soyunduğunun kanıtı niteliğinde şeyler yapmıştır.. artık hayatta kalmanın ötesinde bir şeyler aramaya başlamış.. fransız pinelerindeki mağaralarda varlığımızı kanıtlar nitelikte mağara resimleri bulunmaktadır.. ilk tarih yazma çalışmalırımız 27. bin yıl önce başladı.. el izleri, işaretleri bulundu.. benzer el izlerine, güney afrika, kuzey amerika, arjantin ve avustralya da da rastlanmıştır. birbirlerinden kilometlerce uzaklarda yaşayan atalarımız adeta biz buradayız diye haykıran el izleri bırakarak kendimizi ve dünyamızı analamlandırma çabamızı ortaya koymuştur..
gelişmemizi sürdürmek için artık tek engel kalmıştı.. doğaya hakim olmak!
15 bin yıl önce, dünyanın ısısı yükselmeye başlıyordu.. dünya ısınıyordu. iklim yumuşadıkça bizim avcı toplayıcı atalarımız, kendilerini doğadan faydalanmak için yeni yollarda atmıştır..devasa bir adım atmak üzereyiz. atalarımız, toprak mahsülü meyve sebze ve tahılları inceleyip, gözlemleyip biz de üretebilir miyiz, kendimiz yetiştirebilir miyiz gibi çok basit ve önemli bir soru sormuşlar. bu basit soru tarihe imzasını devasa harflerle atmıştır.. bu sayede yaklaşık 10 bin yıl önce tarım başlamış oldu..
bu bizi, avcı toplayıcı iken çiftçiye dönüştürdü.. bu, dünya sahnesinde gerçekleşmiş bir çok tarihi olaydan birisidir.. yeni yaşam şeklimiz, ileriyi düşünmemize yol açtı.. emeğimizin karşılığını alıyorduk.. çiftçilik, dünyayı yönlendirme gücümüzün olduğunun bir kanıtı idi. bereketli hilalde başlayan bu devrimi, takip eden 5 bin yıl boyunca tüm avrupa'ya yayıldı.çin, hindistan ve güney amerika halkı da kendi tarım yöntemlerini süreçle birlikte geliştirdi.. üç büyük ürün öndeydi, buğray, pirinç ve mısır.. bugün bile bu 3 gıda temel besin maddelerimizden..
ama gelişmenin de bir bedeli vardı.. avcı ve toplayıcı yaşamı terk edip, çiftçiliğe adım atınca insanlar küçülmeye, daha dayanıksız olmaya başlamış. boylar kısalıyor, eklemlerde kireçlenme başlıyordu ve yaşam süresi kısalmıştı.. tarımla birlikte geçilen yerleşik yaşam, nüfus patlamasını da beraber getirdi.. avcı toplayıcı iken nüfus, olumsuz bir şeydi. oysa yerleşik yaşamda ne kadar çok ekersek, o kadar çok boğaz doyuyordu..
büyük tarım devrimi, yerleşmemize bir 'ev'imizin olmasına ve bu da gelişme adına daha büyük bir adım atmamıza yol açtı..
medeniyetleşme hareketleri
9.000 yıl önce türkiyedeki anadolu sınırları içinde bulunan çatalhöyük, tarihin ilk medeniyetleşme hareketlerine ev sahipliği yapmış.. bu bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar, medeniyetleşme hareketlerinin 'nasıl' olduğuna dair önemli ipuçları veriyor.. çatalhöyük'te bulunan aileler, çamurlu tuğlalardan yapılma evlerde yaşardı. hayvanlarla beraber.. insanlar düz çatıların üstünde yürüyerek gezermiş ve çatıdan merdivenle inerek eve girermiş.. tarım devriminden 3.000 yıl sonra hayat şartlarımız rahatlık ve güven temelinde oluşmuş..
ancak yerleşik hayatın da tehlikeleri vardı.. toplu yaşam, çiçek, tüberküloz ve kızamık gibi bulaşıcı hastalıkları ilk defa getirmiş oldu.. fakat buna çare yoktu, geri dönüşü yoktu.. ilerleyişin bir bedeli de buydu..
-
ancak nüfusumuz artmaya devam etmiş.. toplumlar büyüdükçe fazla mahsul sahibi çiftçiler, takas ve ticarete yönelmiş.. büyük tüccarlar ve zanaatkarlar ortaya çıkmış.. böylece de halk bölünmeye başlamış olup, zengin – fakir kavramı çıkmış ortaya.. toprak sahipleri, krallar, zengin ve fakirler, tarım devriminden sonra ortaya çıkıyor.. ancak doğaya karşı verilen mücadelemiz burada bitmemiş…
doğaya karşı verilen mücadelenin insanları bir araya getirmesinin en dikkat çekici örneklerinden biri çin'de görülmüş. bundan yaklaşık 4000 yıl önce ı çağlarda 4.800 mil uzunluğundaki sarı ırmak şiddetli yağmurlar sebebiyle taşıyor ve tarım alanlarını yerle bir ediyormuş.. yıllar süren fırtınalar, doğal afetlere yani sellere yol açıyormuş.. yoluna çıkan her şey yok oluyormuş. insanoğlu yine doğaya yenik düşmüştü.. bu alanların, toplumun hayatta kalabilmesi için ırmak ehlileştirilmeli idi.. bir kabile şefinin oğlu olan yu isimli bir mühendisi bu işe çözüm bulmakla görevlendirilmiş.. bedeli ağır, başaramazsa öldürülecek. onun planı babasınınkinden farklı idi.. asırlardır süregelen kabile savaşları yu'nun geliştirdiği sistem hayata geçebilsin diye iş gücü adına bir araya gelip projeye yardımcı oldular..
yu'nun muazzam kanal ağı, bir zaferdi.. sonunda proje işe yaramış ve sellere ket vurulmuştu..yu kahramandı artık.. ödül olarak kabile lideri oldu.. da yu olarak yani büyük yu olarak anılmaya başlandı. büyük bir medeniyetin temelleri bu projesiyle atılmış oldu..
*
buraya kadar olan kısımda şunları görüyoruz.. on binlerce yıllık dünya tarihi, insanoğlunun değişme yeteneğiyle yön değişti. doğaya hakim olmaya çalışırken, tarihe yön verdik.. hayatta kalmamız iş birliği yeteneğimize bağlıydı..
ve tarih başlıyor
hala dünyadan öğreneceğimiz bir çok bilimsel bilinmez var.. ama başka bir antik uygarlık insnalığı bilgi ve öğrenme konusunda çoktan yeni seviyelere çıkartmış.. 3200 yıl önce mısır.. antik dünyanın en büyük medeniyeti..yerleşik yaşam burada, sanatın, hukukun, dilin, dinin, tarihin ve edebiyatın gelişmesini sağlamış..
olağanüstü bir icat gelişti.. yazı.. basit resimlerle işe başlayan mısırlılar, simgeleri kullanarak karmaşık fikirleri aktardı.. yazı bulununca insan tarihi kaydedilebilridi.. hikayemiz ve bilgimiz korunabilir ve paylaşılabilirdi artık.
önce çanak çömleğe yazılırdı.. yazı mısırlıların kanunlar düzenleyerek bir hukuk sistemi geliştirmelerini sağlamış.. mısır medeniyeti gelişti.. insanoğlunun gelişimi yeni bir aşamaya gelmişti.. yazı, iletişimimizi geliştiricek ve toplumsal düzen için daha sağlam bir temel oluşturucaktı.. yeni fikirler ve inançlar bundan sonra büyük bir hızla yayılacaktı..
imparatorluk zamanına az kaldı...
yalnızca mısır'da değil, bir çok yerde eş zamanlı olarak medeniyetler filizleniyordu. insanlar yazıp çiziyor, okuyor, ticaret yapıyor, mimariyi keşfediyordu. bu gelişmeler imparatorlukların temelini oluşturacak, devasa medeniyetlerin kapısını aralayacaktı.. öyle de oldu.. yüzlerce yıl hüküm süren krallar, tiranlar ve imparatorlar doğdu..
alıntılar:
ntv yayınları dünya tarihi
history channel dünya tarihi belgesel
kısa dünya tarihi - ali çimen
42 sayısını hayatımın ortasına sokan(!) douglas adams neşriyatı.
herakleitos fikri, öğretisi. ona göre her şey hareket halindedir ve hiçbir şey aslında o ''şey'' olmaz. sürekli ve kendini tekrar eden sonsuz bir hareketlilik içinde olan ''şeyler'' aslında hiçbir zaman ''o şey'' olmamıştır ve hiçbir ''şey'' de sonsuza dek kalmaz. bu yüzden de ''aynı ırmağa iki kez giremeyiz.''
sözlükten bir yazar nickini görünce aklıma gelmiş kalıp.
kısaca varoluş sancısı. tanımı serpiştirdiğimize göre, yoruma geçebiliriz;
kişinin kendi bütünlüğünü sorgulamaya başladığı andan başlar bu sancı, sinsi sinsi gelir önce... sonra kemirir vücudunuzun, beyninizin dört bir yanını. siz isteseniz de gitmezler. peki nasıl gider bu sancı, merhemi nedir, kimdedir?
düşünmekten geçer bunun yolu... çok ama çok düşüneceksiniz, beyninizden geriye kırıntı kalsa dahi düşünün. sonunda kazanan siz olacaksınız zira...
ayrıca özellikle bir yaratıcı fikrini reddeden, içten içe inanmak da isteyen fakat inanması için ''inandırıcı'' sebepler gör(e)meyen ben ve benim gibi insanlar adına, bir tür içsel boşluktur bu.
çağımız tüketim çağı malum...
reklamlar, hızlı arabalar, uzay gemisi kıvamında telefonlar, en uzun ömrü 1 hafta olan ilişkiler, yeni yetme hastalıklar..
tüket. tüket. tüket.
birey, toplum içinde salına dururken, günlük yaşamdan çeşitli edinimler edinir. yani amprik bilgi. ancak şuralarda bir yerlerde bir sorun var...
herhangi bir birey, bir x kişisi, bu tarz -yani bir yaratıcı fikrinin varlık temelinde sorunlara sahip olduğunu düşünen - bir düşünce sistemine sahip iken, -mesela kendi adıma bunu söyleyebilirim- çok kolay yaşadığı söylenemez.
bir defa, aidiyet kavramı, yıllardır, kişinin kendisini bildi bileli sahip olduğu o yaratıcı fikri, o farkındalık, büyüme -adına ne derseniz- çağından itibaren kayboluyor.
peki bu ne demek?...
bu, öz olarak, bu mevhumun yerini dolduracak 'manevi' kıvamda bir olguya sahip olamamak, dolayısıyla bir içsel savaş, buhran pozisyonuna geçmek demek.
bu duruma sebebiyet olabilecek envai çeşit, ansiklopedilerce sebep bulunabilir... modernleşmeden tutun da, küreselleşmeye, bireyin gittikçe artan içe dönüşünden tutun da, kişinin kaderinin bu olduğunu düşünmesine kadar..
ayrıca simon de beauvoir adlı feylesof ablamız, bu ve benzeri konulara sıkça eğilmiştir.
kısaca varoluş sancısı. tanımı serpiştirdiğimize göre, yoruma geçebiliriz;
kişinin kendi bütünlüğünü sorgulamaya başladığı andan başlar bu sancı, sinsi sinsi gelir önce... sonra kemirir vücudunuzun, beyninizin dört bir yanını. siz isteseniz de gitmezler. peki nasıl gider bu sancı, merhemi nedir, kimdedir?
düşünmekten geçer bunun yolu... çok ama çok düşüneceksiniz, beyninizden geriye kırıntı kalsa dahi düşünün. sonunda kazanan siz olacaksınız zira...
ayrıca özellikle bir yaratıcı fikrini reddeden, içten içe inanmak da isteyen fakat inanması için ''inandırıcı'' sebepler gör(e)meyen ben ve benim gibi insanlar adına, bir tür içsel boşluktur bu.
çağımız tüketim çağı malum...
reklamlar, hızlı arabalar, uzay gemisi kıvamında telefonlar, en uzun ömrü 1 hafta olan ilişkiler, yeni yetme hastalıklar..
tüket. tüket. tüket.
birey, toplum içinde salına dururken, günlük yaşamdan çeşitli edinimler edinir. yani amprik bilgi. ancak şuralarda bir yerlerde bir sorun var...
herhangi bir birey, bir x kişisi, bu tarz -yani bir yaratıcı fikrinin varlık temelinde sorunlara sahip olduğunu düşünen - bir düşünce sistemine sahip iken, -mesela kendi adıma bunu söyleyebilirim- çok kolay yaşadığı söylenemez.
bir defa, aidiyet kavramı, yıllardır, kişinin kendisini bildi bileli sahip olduğu o yaratıcı fikri, o farkındalık, büyüme -adına ne derseniz- çağından itibaren kayboluyor.
peki bu ne demek?...
bu, öz olarak, bu mevhumun yerini dolduracak 'manevi' kıvamda bir olguya sahip olamamak, dolayısıyla bir içsel savaş, buhran pozisyonuna geçmek demek.
bu duruma sebebiyet olabilecek envai çeşit, ansiklopedilerce sebep bulunabilir... modernleşmeden tutun da, küreselleşmeye, bireyin gittikçe artan içe dönüşünden tutun da, kişinin kaderinin bu olduğunu düşünmesine kadar..
ayrıca simon de beauvoir adlı feylesof ablamız, bu ve benzeri konulara sıkça eğilmiştir.