confessions

ontolojik sancilarimin merhemi

1. nesil Yazar - melek gibi

  1. toplam entry 1315
  2. takipçi 54
  3. puan 41036

iz bırakan kitap cümleleri

ontolojik sancilarimin merhemi
''... sevmesini bunlar biliyor. susarak sevmesini. erkek susar, kadın da. "beni seviyor musun?"lar yok. "daha mı az, daha mı çok?"lar yok. maziden ve istikbalden şüpheler yok. emniyet yüzde yüz. fedakârlık bitirmiş. "ben seninim, sen de benim." o kadar. "sözlüyüm" diyorlar. bitti. iki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. sessiz. aşk mektupları, sitemler, tehditler yok. mutfakta bir tıkırtı iclal, mustafa'nın çorbasını pişiriyor. hep onu düşünüyor. yirmi sene, elli senen hep onu düşünecek. mustafa eşikte görünüyor. sessiz. dil dökmüyor. dil olmayan yerde yalan olur mu? onun bir iclali var. dünya o. mağrur, susuyor. vazife saati. iclal daha çorbayı pişiriyor. ne ciddiyet!
sevmesini bunlar biliyor. bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur...


bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, manilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız, küçük görüşlerimiz, kendimize güvenmeyişlerimiz, iç çekişlerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi, aşkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınkisi aşk hastalığı değil, aşk....''

zengin sözlük yazarlarından şiirler

ontolojik sancilarimin merhemi
kırılmış bir kalemin,
açılmayan ucundan uzandım..
kömürün ıslak yansıması;
gözlerinden dökülürken,
kışın ortasın dondum kaldım..
deprem olacak,
kırılacak yeryüzü..
düşeceğim uçurumlarına
dudaklarımı ısırmış,
korkak titreşimlerle..
güneşin ışıkları vuruyor yüzüme,
yine üşüyorum sensiz;
kaldığım her nefeste..
bir dokunuşun çözecek,
yorgun buzlarımı.

içine atmak

ontolojik sancilarimin merhemi
zayıflıktan veya zayıf olmaktan değil! konuşursak, üstüne eklersek eğer dışında fazlalık olarak kalacağımız tamamlanmış bir bütünlüğün içinde buluruz kendimizi. üstüne konuştuğumuz takdirde eksik kalacağımıza dair bir bütünlük bu. biriktirdiğin keşkelerin gölgesine bir çentik daha atmak, sıkıntıları her yutkunuşta zaman aşımına uğratmak daha kolay gelir belkide.

modernist

ontolojik sancilarimin merhemi
modernizm yeninin ve faydalının peşinden koşan bir ideolojidir. batılılaşma Osmanlı dan başlayan, cumhuriyet ile devam eden, önce teknikte, sonra düşünce sanat ve edebiyatta batı gibi olmayı amaçlayan bir akımdır. Bir batılı, klasik müzikten ve Rönesans sanatından hoşlanarak bunlarla haşır neşir olabilir, ama bir modernist geçmişle bağını koparmıştır. Klasik müzikle ve sanatla işi olmaz. Demek ki napıyoruz? İnsanlara hem modernist hem batılılaşmacı demeden önce iki kez düşünüyoruz. Cahil cesaretimizi dizginliyoruz.

Her şey gibi toplum değerleri de kültür de değişir ve dönüşür. Geçmişten bize kalan, ister inanç temelli olsun ister toplumla toprakla bağ temelli, tutarlı olmak zorundadır. Gelenek diye ağaca çaput bağlanır mı? Gelenek diye düğün ve aile ritüelleri terk edilir mi? Birbiriyle yıllardır birlikte yaşayan insanlar için bile bir " kız isteme" söz konusu olabiliyor. Geriye tuzlu kahvenin hatırası kalsın diye.



Davulcu meselesi de böyledir. Fonksiyonel değildir, altını doldurduğu bir anlam yoktur, birileri kaldıran olmaktan korktuğu için kaldırılmamaktadır. En makul insan bile yaz aylarında gereksiz bir uygulama olduğunu kabul eder. Geçmişin putlarını tapmayı kültür zannedenler müstesna.

Bir de çoğunluk kabul eder görüşü çıktı. Cahiller için ev ödevi : mutlak demokrasi. Çoğunluğun sayısı, azınlığın hakkını sınırlandıramaz, kendinizi demokrat zannederken mutlak demokrasinin polisi olmayın.

cahil cesareti

ontolojik sancilarimin merhemi
bilmeme hali yahut az bilme halinin vermiş olduğu özgüvenin tiksindirici girişimidir. enteresan bir durum. baksan tüm bilgi birikimi tek cümleliktir. fakat sizinle savaşa girmekten çekinmez. kızıyorum. az bilenlerin az bildikleriyle ürettikleri bariz olarak niteliksiz olan şeylerin nitelikli gibi görünmesine, gösterilmesine, anlaşılmasına cidden kızıyorum. buna kızmak veya bunun üzerinden eleştirilerde bulunmak nispeten daha çok olan bilginin verdiği üstünlük psikolojisi ile girilen büyüklenme hali zaten en basit cümlede bile bir şekilde sırıtır. kendini saklama gereği hiç duymaz, genelde öfke altına gizlenmiş keyif hali görünür bunda. bilgi sahibinin öfkesi , bilgiye çevrilen yüz ve yüzün döndüğü bayağılık karsışında irrite olmaktan gelir. burada kişi, öfkesini hiddetle sergileyip kalabalığı alaya alırken aslında acı da duyar. bu acı kalabalığa üzülmek de barındırır, kötüye ve körlüğe öfke de. aynı öfkeyi mesela cemil meriç'in satırlarında sıkça rastlarsınız. tüm türk düşünce dünyasını neredeyse yerden yere vurur. bu kibrinden değil, kaçırılan ve haksızca yüceltilenlere karşı, doğru ve gerçek bildiğinin çiğnenmesine karşı duyulan öfkedendir. dili yersiz ve fazla olabilir, ama bu bazen hoşgörü ile karşılayabilmekten uzak derecede bilginin ve değerli olanın onurunun çiğnenmesi, başka şeyler uğruna satılması ile ilgili bir öfkenin eseridir..

modernist tip

ontolojik sancilarimin merhemi
kafa saatini düzenli olarak kontrol eden, saati 2 yüzyıl kadar geri kalmış tipler. insanların farklı düşüncelerde, inançlarda olduğunu, olacağını kavrayamazlar. saygı duyduklarını söylerler ama saygı duydukları sizin uzakta, kuytuda, günahını saklar gibi düşüncenizi saklamanızdır. ramazan günü sokakta su içen birini görse içi kinle dolar ama ramazan davulcunun gerekli bir şey olduğunu zanneder. ne dinde yeri vardır bu geleneğin ne de teknoloji çağında gerekliliği. her şeyi geçtim, milyonların yaşadığı bir şehirde 10 katlı apartmanlarla dolu bir sokakta kaç kişinin yaşadığını düşünün. bu sokaktan bir yaz günü insanlar sıcaktan bunalmış camlarını açmışken gece 1.30 da davul çalmak akıl karı mı ? üstelik insanların erkenden uyuduğu bir çağda da yaşamıyoruz. o saatte çalışan uykuya dalmakla uğraşan şu bu bir ton durum var. osmanlı toplumunda bu gelenek vardı çünkü osmanlı toplumunda " dindar" olmak dışında bir seçeneğiniz yoktu. değilseniz de öyleymiş gibi yaşayacaktınız. yıl olmuş 2017 kendinden olmayanı sindiren bir anlayışın ürünü şeyler " kültür " diye dayatılıyor. hadi kültür olsun, kültürün bile uygulanabilecek olanı uygulanamayacak olanı var.. boğa güreşleri de kültür ama dünyanın her köşesinden tepki topluyor..

jung kuramı

ontolojik sancilarimin merhemi
isviçreli hekim carl gustav jungun ruh bilim kuramıdır. önce fröytçülükten yola çıkar ve sonra ona karşı koyan jung, ruh bilimin çeşitli alanlarında kendine özgü yeni kuramlar ileri sürer. bilinç dışı izlenimlerden meydana geldiğini ileri sürdüğü ortaklaşa bilinçsizlik deyimini ortaya atmış ve düşler, dinsel coşkular, masallar ve hastalık hezeyanlarında bu izlenimlerin meydana çıktığını savunmuştur. jung insanın ruhsal kişiliğini, bütün bir geçmişten soyaçekimle gelen bu ortaklaşa bilinç dışı izlenimlerin onardığını ileri sürer. freudun cinsellik içgüdüsü ve adlerin aşağılık kompleksine karşı çıkarak insanın ruhsal karakterini yaşama içgüdüsünün belirlediğini savunur..

insan

ontolojik sancilarimin merhemi
eğer insan zayıflık olarak algıladığı düşünceleri, bir başkasına anlatıp, algılamaya çalışmaz, kendi acısını yaşayamazsa, bu acıyı başka canlılarda arama ihtiyacı duyar. çünkü bastırılmış acısını yakalamak için başkalarını aşağılayacak, başkalarına işkence edecek hasar verecektir. aynı zamanda kendi ruhsal hasarlarını gizlemek için de bu edimini inkar edecektir..

ramazan davulcusu

ontolojik sancilarimin merhemi
şu davulu savunanların kafasına içinde sinekler olan torbayı geçirip işkence etmek geçiyor aklımdan. sinir bozucu sese maruz kalmak nasıl anlasınlar. irrite edici bir ses. dünyanın hiçbir yerinde yok sanırım bu uygulama. kaçıncı yüzyıldayız, imkanlar hat safhada isteyen evinde davul sesli alarm da kurabilir. nasıl bir dogma olduysa artık, nasıl kutsalımıza laf edersin bre zındık moduna giren çomarları görmek de mümkün. isteyen indirsin netten davulcu performansını çalsın evinin içinde. hem manili falan.. aaa sen şu davulcunun yeni manilerini duydun mu? mest oluyorum yataktan çıkarken. sana tavsiye derim. ya da adam harbiden davulun hakkını vermiş be.. falanca davulcunun bileğine sağlık iyi vuruyor vesselam gibi.. muhabbetlerini yapsınlar.
hatta çok isterlerse iftarda da davul musikisinin rast makamında seçmeler albümünü de dinleyebilirler. bir kadeh milli içecek eşliğinde. fakat artık kalksın bu saçma uygulama.

bilme istenci

ontolojik sancilarimin merhemi
aristotales'nun "bütün insanlarda doğaları gereği bilme istenci vardır." görüşünün doğallık belki evrimsellik korumasını kalkanını kaldırmaya and içmiş foucult bilme istencini sorgularken ki, bu alternatifler ve olanaklılık için önem arz eder, bilginin insan zihninin sanki var oluşsal bir amaç gibi yöneldiği, ele geçirmek istediği bir arzu nesnesi olarak değil de tarihsel süreç içinde objektif bir hakikat olarak düşünülen, doğru ve yanlış mekanizması ile kendisiyle olan ilişkiyi garanti altına almaya çalışılan bir kavram olduğunu öne sürer.

batının bilgiye olan serüvenine takıntılı olan kavramlar ve düşüncelerin çağlar içinde farklılık göstermesini ve aralarındaki kopuklukları irdeleyen bu adama eğer batılı bir zihinle düşünürsek hak vermemek mümkün değil. kendince hz insanı arıyor belki de bilemem.. yalnız bilme istencine minik bir giriş yapacaksak; referans noktasının ve metodun önemini bu adamın genel görüşünden anlamak mümkün. düşününce insanı tetikleyen doğal olarak harekete geçiren unsurlar fiziksel dürtüler. açlık, susuzluk, cinsellik, uyku... maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde piramidin üzerine doğru çıktıkça barınma, güvenlik ve daha sonra sosyal ihtiyaçlar geliyor.. bunların arasında insanın kendini bulmaya yönelmesi bilginin peşinden gitmeye kalkması tüm bunların tamamlanmasından sora mümkün. insan gerekmedikçe bilgiye yönelmez bence. felsefe ve sanata yönelmek refah seviyesi yüksek toplumlarda bu yüzden yaygın. ihtiyaçlar tamamlanmış olduğu için... artisto'nun yaşadığı antik yunanda doygunluk hat safhada olunca bilgiyi aramak doğal ihtiyaç oldu. bu tarihsel süreç içinde insanların ihtiyaçlarının nelere göre nasıl şekillendiği ile bağlantılı bilme istenci..evet kavramlar bir hamur gibi yoğrulup her dönemde yeni pstalar yapılıyor da hakikat kabulü ve doğru yanlış rejimi değişmiyor. bana sorarsanız bir de burada tümden mi geleceğiz yoksa tüme mi varacağız sorunsalı var. "hakikat" i aramaya nereden başlamalı? dünya dışından da adamlar buraya odaklılar.o yüzden buraya bakmalı... söz konusu insan ve insana övgü olanlar ise tümden gelimden yanayım.. yanlışı eleyerek doğruya ulaşmaya çalışmak daha etkili bir yol olacaktır, söz konusu sosyal davranışlar ise...çünkü bir davranışı ya da düşünceyi doğru kabul edip bir çıkarımlar zinciri oluşturmaya çalışmak elbette yol almaya imkan vermeyecektir. bu sadece doğa olaylarında, pozitif bilimlerde işe yarar. sosyoloji gibi bilimlerde sürecin nasıl işlediğini görmek için ilk önce sahaya inmek gerekiyor ki orada hakikatten bahsetmek mümkün değil.


aslında avrupa ahlakı bu eleme sürecinde evrimleşti. normların oluşma sürecinde yapılan yanlışlıklar bir bir terk edildi. yeni doğrular norm olarak kabul edildi. burada yanlış ve doğrunun seçilimi var ki bu da metot. peki bu doğru ve yanlış rejimi kendi içinde sürekli alternatifler ve olanaklılıklar oluşturmayacak mı? her türlü bir çıkmazın içinde olunacak. evet metot etkili... işin içinden bu yaşanılanlar illüzyon deyip çıkmak da basit oluyor o yüzden bitmeyen bir yolculuk bu batı zihniyeti için. ortada kazılması gereken büyük bir tarihsel yığın var. peki bu yığın nasıl kazılacak? nereden başlamalı? ortada bir düzen var da bu düzen içinde doğrunun/yanlışın seçilimi yahut çağın aklı belirleyici oluyorsa kavramları tekelden kurtarıp doğrusal bir dizginin dışına
çıkarmamız mümkün mü? tarihsel süreci kronolojinin dışında bir ağ olarak görebilir miyiz? sıradan, klasik bir tarih perspektifini bıraksak bir kenara diyorum. olabilir mi ? determinizm dışına çıksak yani bir bütün olarak gelecek, şimdiki zaman, ve gelecek ?

zengin sözlük yazarlarının karalama defteri

ontolojik sancilarimin merhemi
gece iyice kıstı gözlerini, ışıklar azaldı. martılar gitmişti. hepsi uyumak için havalandı. simsiyah kuzgunlar kapladı her yeri. bir şehrin aşk kokusuyla geldiği halin acıklı hikayesi gibiydi gece. büyük bir aşkın keskinliği ancak tırmalayıp bölebilirdi ışıkları böylesine baştan ayağa.

her yanı hüzne boyanan kadın, dönüp kendine şöyle bir baktı. sonra kafasını duvara yasladı. bir çift göz öylece içine aktı. kesik parmakları eski yaralarından yeniden sızladı. boşluğa söz biriktirmiş, intikamını toplayamamıştı. içi kararmıştı gece gibi. elleri boştaydı. korkmayacak kadar her şeyini kaybetmiş insanların yaşadığı uçları düşündü. sırtındaki boşluğu hissetti. içinde neler olduğunu merak etti.

yaslandığı yerden kalktı. her yanı uyuşmuştu.
ellerimi tuttu, elmayı ısırdı..

uyumak

ontolojik sancilarimin merhemi
"wang, rüyasında bir kelebek olduğunu görmüştü. çimenlerde, çiçeklerin üzerinde oturuyordu. bir yerden başka bir yere uçup duruyordu. sonra uyandı. kendisinin, rüyasında kelebek olduğunu gören wang mı; yoksa rüyasında wang olduğunu gören bir kelebek mi olduğunu artık bilemiyordu.

Uyuyabilenlere ne mutlu

Böyleleri sırf uyumak yoluyla unutmayı tecrübe edebilirler. Uyumak unutmaktır çünkü.

Gark-olmak. Dalmak. Bilincin derinliklerine. Bilincin dahi uyuduğu derinliklere.

Kayb-olmak. Varlığın en sessiz katmanlarında. En soğuk. En yalın. En sakin. Biçimde.

Kalb-olmak. Dönüşmek yani. Rüyalarında kendisinin Wang olduğunu gören bir kelebeğe.

Olmak, biraz da uykuda olmak demektir, ve dahî uykuyla olmak.






Unut(a)mamak nedir iyi bilirim. Ömrümün büyük bir kısmını, gece kaim, gündüz nâim bir surette geçirdim çünkü.

Gönlümce okuyabileyim diye az mı uykusuzluk dilemiştim rabbimden!

Uyumayayım diye. Acıkmayayım diye. Yorulmayayım diye.

Sonuç itibariyle yıllarca uyumadım, acıkmadım, yorulmadım.

Yanlış anlaşılmasın, mecazen değil, neredeyse hakikaten.

Evet, sanki hiç yorulmadım, adeta hiç acıkmadım, neredeyse hiç uyumadım.

Bir külçe gibi yatağıma yığılıverdim her defasında. Düşlerimde de okumayı sürdürdüm. Bıraktığım yerden hem de.

Sanki, adeta, neredeyse...

Bir hikaye gibi.

Kovalıyorlardı. Ben de koşuyordum.

Kaçmıyordum, çünkü ben beni kovalayanların arkasındaydım. Onları izliyordum sadece.
İnsomnia, yani uykusuzluk ve/veya uyku düzensizliği, bugün artık bir hastalık. Hastalık (illness) bile değil, bozukluk (disorder).

Modern çağda organizma'dan mekanizma'ya dönüşen insanın trajedisi.

Bilincin bir türlü kendini bırakamaması. Denetimi sürekli kendinde tutmak istemesi. Uyumaktan, kendinden geçmekten korkması, yani anne rahmine dönmekten.

Evet, uyumak gerçekte anne rahmine dönmek demektir. Cenin haline. En güvende olduğumuz yere. Varlığın kokusunu duyduğumuz andan itibaren kendimizi bir bütün halinde hissedebildiğimiz yegâne cennete.

Uyumak niçin huzur verir zannediyorsunuz?

Akıldan, hesaptan, kitaptan azad edildiğimiz için.

Hiç değilse bazen kendimizi bir kelebek olarak görebildiğimiz için.

Hayal edebildiğimiz için, ve hayal edebildiğimiz sürece.

Aşk gibi uyku da teslimiyet ister. Hesaptan kitaptan arınabilmek için aklı terketmek gerek. Bilincin kontrolünü.

Kolay mı?

Modern insan zor bela ayakta tutmaya çalıştığı beninin kontrolünü kolayca bırakır mı? Bırakabilir mi?

Kendinden geçmek (ser-mest olmak) ilâhî bir mevhibedir.

Hiç şüphe etmeyin, şayet sarhoş olabiliyor ve aklın hakimiyetinden hiç değilse geceleri vazgeçebilecek denli gözüpek davranabiliyorsanız, Hakkın size yardım elini uzattığına inanabilirsiniz.

Ana rahmine dönebiliyorsanız talihlisiniz demektir.

Uyuyabiliyorsanız.

Unutabiliyorsanız."






zengin sözlük yazarlarından şiirler

ontolojik sancilarimin merhemi
kilisenin orgunda duasız yankılanan notalar,
mihraba yürüyen sade gelinlikli benliğim..
karşımda duran çirkin nedimeler,
sadece çığırından çıkmış yapay rüya..
kutsal ağacın(hollywood) zehirli gölgesinde..
düşündüm; bir mendille silebilir miydim, kalbimi?
belki açılırdı toplumun arzına boyun eğen gözlerim!
bilemem, kaldırımlarda dokunmuş sevdalara;
göklerden damlayan mutluluklara teslim bedenim..
soluk almak zor, diri gömülen ruhumla..
göz yaşlarınız olmadan yeşermez, inancım..
bir dokunun binlerce keder örtü olsun mahreminize,
yükselmenin umudunda benle dolun..
isteklerim bitmiyor değil mi?
ne zor betimlenen, şımarık görünen yolculuğum..
durun bir dakika sahte gülüşleri kokluyorum..
içinde habis dokuları tutmuş, çürük etler..
örtündünüz değil mi, sımsıkı?
sarıldınız kadim, yanılmaz doğrularınıza..
olsun artık bunları yadırgamıyorum..
denilen o ki ben çoktan büyüdüm..
büyüdükçe sizlerle doldum..
günahlarım tenimden belki çıkmayacak, olsun..
ruhuna saplanmış okları söksem,
kan fışkıran her yaramda çocukluğuma gülümsesem,
acılı gecelerin ardından doğan güneş bana yeter..
34 /