duyguların birbirinin yerine geçmesi olarak tanımlanabilir. bir duygu dominant iken çekinik bir duygu ile yer değiştirebilir..
tıpkı sevgi ve nefret ikilisinde olduğu gibi. düşünceme göre bunlar sadece yer değiştirir, birbirine dönüşmez. bir kişi başka bir kişiyi severken bir yandan içinde ona karşı çekinik olarak az da olsa nefret duyacaktır.. bir kişiyi bütün olarak sevmek mümkün değildir. bu nefretin beslendiği nokta gerek alışkanlıklar olur, gerek fikirleri olur. bu unsur kişilere göre değişkenlik gösterebilir. illa karakterin, çevrenin, koşulların içinde nefreti kök saldıracak bir bir husus bulunur. sevgi dominant iken bu nefretin tohumu toprağın altında kalacaktır. kişiler arası iletişimin, etkileşimin, paylaşımın seviyesi ileriye taşındığında, büyüklükleri arttığında; sevgi ağacı yavaş yavaş solarken nefret tohumu yeşermeye başlayabilir.. belli bir sürenin sonunda sevgi ağacı tohumlarını toprağa bırakarak ölmüş, nefret ağacı büyümüştür. sevginin yerini nefret almıştır. birbirine dönüştükleri söylenemez..
diğer yandan benzer şekilde nefret edilen bir kişinin kişiye karşı sevgi uyandıracak bir tohum bulunacaktır. kişiler siyah ve beyaz olarak tanımlanamaz.. salt kötü ya da salt iyiden bahsetmenin ütopik olması gibi kişilere karşı salt nefret de beslenemez. bir önceki paragrafta belirtilen hususlara benzer şekilde diyebiliriz ki, nefret ağacının gölgesindeki toprakta bir yerde sevgi tohumu yatacaktır. bu da kişilere göre değişecektir. belli bir sürenin sonunda nefretin dominant rolünü sevgi alabilir..
ertelenen.. Sonrasına dair merakımız tüketmez mi bizi ne gelirse sonra. gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş? asit yağmış tabii ki..
kedi gibidir. kimden olduğunun önemi olmayan birazcık ilgi, kucağa oturması için yeterlidir..
Ayrılığın ertesi günü başka bir kadına giden sevgilir. Sorsan ; kafasını meşgul etmek istemiştir, sizi düşünmemek için gibi masumane düşüncelere sahiptir.
Lafa gelince de " çok aşığım"
bokumu aşıksın bokumu..
Lafa gelince de " çok aşığım"
bokumu aşıksın bokumu..
aniden gelir yoğundur ve korkutucudur. her daim korktum kendisinden. zihnimi bulandıracak kadar güçlü gelen ilhamın kendisinden. arada bozdum arada kovdum onu. bazen de ne kadar hızlı yazarsam yazayım, seri halde dökülürken kelimeler altına inancımın ibriğini koydum..
insanlar kendilerine hedef koyarak hayal kuruyorlar. iş konusunda hayaller, tatil emeklilik, çocuk, ev yaşam bla bla.. gerçek dünya içinde tasavvurlar oluşup duruyor. tamam da hayat küstah yani.. biz planlar yaparken o bildiğini okuyor. plan dedim şimdi de evet yani hayalleri planlara ipotek ediyorlar. olmuyor işte.. o . hayale artık hedef demek daha doğru. ulaşıldığında mutluluk hissi geliyor mu ? yani ben zannetmiyorum şunu elde ettim de mutluyum diyebilecek çok fazla kişi olduğunu gerçekten hissederek. oraya ulaşmak bile bu kadar yavan, gerçekliğin içindeki hayallerde. süreç var. neden insanlar süreci küçümsüyor? süreç, yolculuk çok tatlıdır aslında. o hayal kurduğu yere ulaşamasa bile süreçten zevk alsa aslında mutlu olacak biraz. ki hayallere boğmasa da olur kendini gerçeklikte. basit kilometre taşları olsa da yeter. arasında güzel yolculuklar var. bunun dışında hayali bambaşka bir evrende de kurabilir. mesela Sen ve ben bu dünya dışında farklı mekan ve zamanlarda kendimizce yeni hayaller yaratamaz mıyız ? elbette..
insanlar sevdikleri ile hayal kurarken bile bu dünyaya bağlı kalıyorlar. adam diyor ki kadına; şunu bunu yaparım senin için. tamam da hayal işte onu duymak o anda hoş geliyor. elbette gerçek olamama ihtimali var. ki genelde gerçekleşmiyor. zaten romantizm dedikleri bu olsa gerek. ben diyorum olayı başka boyuta taşımalı. ferhat şirin modundan çıkıp yeri gelir anime tadında hayaller kurmalı. hem zararsız hem de acayip tatmin edici..
bambaşka dünyaları düşünemez mi insan ? orada koltuktan uzaklaştığımızı, gökkuşağının bittiği yerde cüceleri dolandırıp altınlarını aldığımızı ve sonra ne bileyim orta çağın sefaletine bir nebze çare olduğumuzu düşünmek!?
gibi gibi..
yapılır yani.
insanlar sevdikleri ile hayal kurarken bile bu dünyaya bağlı kalıyorlar. adam diyor ki kadına; şunu bunu yaparım senin için. tamam da hayal işte onu duymak o anda hoş geliyor. elbette gerçek olamama ihtimali var. ki genelde gerçekleşmiyor. zaten romantizm dedikleri bu olsa gerek. ben diyorum olayı başka boyuta taşımalı. ferhat şirin modundan çıkıp yeri gelir anime tadında hayaller kurmalı. hem zararsız hem de acayip tatmin edici..
bambaşka dünyaları düşünemez mi insan ? orada koltuktan uzaklaştığımızı, gökkuşağının bittiği yerde cüceleri dolandırıp altınlarını aldığımızı ve sonra ne bileyim orta çağın sefaletine bir nebze çare olduğumuzu düşünmek!?
gibi gibi..
yapılır yani.
gitmek bir bakıma "la" demektir, mevcut olanlara. yok ilan etmek! bu o kadar basit değildir, girift koridorlarda pan'ın labirentinde dolaştırır ruhu. hayaller ve gerçekler çoktan karışır. bu girdabın içinde yüzerken bir halat bekler insan. onu çekip kurtaracak. aslında o halatı bulduysa çoktan azgın sulara gözünü kırpmadan atlar. bu kurtuluş noktası. biz yine yok saymanın insanın bünyesindeki etkilerine geri dönelim. dediğim gibi girift bir yol ( bu arada girift farsça bir kelimedir karıştıranlar oluyor..) düşünelim, hayali senaryoları seviyorum. gerçeklikten kaçma şansımız ne kadar ki ?
aşk denilen bağlayıcı ve insanı sarmalayıcı duyguyu yaşadınız diyelim. öyle yani, sarmaşık ile aynı kökenden gelen arapça bir kelime. ya siz birine sarılırsınız ya da başkası size. kimin sarmaşık olduğu da burada önemli değil. üzerinize bir zehir sıkarlar ikinizden biri ölür. neden böyle söyledim? sonuçta ölen kısım gidendir. zehre maruz kalan. dilerim ki ki kimse bununla karşılaşmasın..
zehir dedik ya.. zihniniz paranoyalara açık olup olmasın fark etmiyor. biri gelir zehrinden bir parça damlatır zihninize. tamam zihinde kalsa sorun yok da ta kalbe kalbe kadar inebiliyor arsız. dönüyor dolaşıyor ruhun her sisteminde. sunduğu en güzel yemek şüpheyle pişirilmiş temcit pilavı. yeme de yanında yat..
şüphe denilen unsur kök salarken içeride dış dünyayı duymak zorlaşıyor. işin güzel tarafı da sevdiğinizin sesinden uzak kalmak. acı değil mi? yavaş yavaş irinli bölgeyi temizlemek istersiniz. neşter vurursunuz, yaralarınıza. fayda etmesi çok zordur. kangren gibi yayılmıştır şüphe acımaz..
gitmek işte baltayı kalpten uzak şekilde ruhun yaralı bölgesine vurmaktır. acıtır.. girinin önceki bölümlerinde bir halattan bahsetmiştim ya! işte o halatı bulursanız gerek ilahi gerek beşeri, tutun o sevdanın ucundan...
aşk denilen bağlayıcı ve insanı sarmalayıcı duyguyu yaşadınız diyelim. öyle yani, sarmaşık ile aynı kökenden gelen arapça bir kelime. ya siz birine sarılırsınız ya da başkası size. kimin sarmaşık olduğu da burada önemli değil. üzerinize bir zehir sıkarlar ikinizden biri ölür. neden böyle söyledim? sonuçta ölen kısım gidendir. zehre maruz kalan. dilerim ki ki kimse bununla karşılaşmasın..
zehir dedik ya.. zihniniz paranoyalara açık olup olmasın fark etmiyor. biri gelir zehrinden bir parça damlatır zihninize. tamam zihinde kalsa sorun yok da ta kalbe kalbe kadar inebiliyor arsız. dönüyor dolaşıyor ruhun her sisteminde. sunduğu en güzel yemek şüpheyle pişirilmiş temcit pilavı. yeme de yanında yat..
şüphe denilen unsur kök salarken içeride dış dünyayı duymak zorlaşıyor. işin güzel tarafı da sevdiğinizin sesinden uzak kalmak. acı değil mi? yavaş yavaş irinli bölgeyi temizlemek istersiniz. neşter vurursunuz, yaralarınıza. fayda etmesi çok zordur. kangren gibi yayılmıştır şüphe acımaz..
gitmek işte baltayı kalpten uzak şekilde ruhun yaralı bölgesine vurmaktır. acıtır.. girinin önceki bölümlerinde bir halattan bahsetmiştim ya! işte o halatı bulursanız gerek ilahi gerek beşeri, tutun o sevdanın ucundan...
"eskiden olsaydı, tuzlu düşler anımsardım
ağzımda eriyip yok olan tadını güneşin
alevin ipekle savaşını, saçlarının altından
akan ırmaklarda yıkandığım sabahları anımsardım
tenine dokundukça bıçak sırtı bir nefeste susan
felç olan sözleri hatırlardım.."
ağzımda eriyip yok olan tadını güneşin
alevin ipekle savaşını, saçlarının altından
akan ırmaklarda yıkandığım sabahları anımsardım
tenine dokundukça bıçak sırtı bir nefeste susan
felç olan sözleri hatırlardım.."
İnsan kendi arabasını başka birininkiyle karıştırır mı ? Karıştırır. Kendi arabam diye başka birinin arabasına gidip oturdum. Aynadan, arka koltukta kucağında bebeğiyle oturmuş kadınla göz göze geldiğimiz o anı unutmuyorum.
dünyada eşi benzeri olmayan bir taş, sadece iki heykel yapmaya yetecek kadar var. ikisinin de ustası aynı, ama ikisini de dünyanın farklı noktalarına koymuş. demek ki birbirlerini bulmalarını istemiş. tüm alametler 'o'nu gösterdiğinde geriye sadece bir şey kalır..
Gerilim tipi baş ağrısı. Kafayı duvarlara çarpma isteği doğuruyor. İnsanı süründüren bok bir şey.
Migrenli..
gerçek ile gerçek olduğu sanılan şeyin algıyı bulandırmasıyla gelen kusma. algı bulandığında insanın kusarak tepki vermesi ilginç. mide ile beyin arasındaki esrarengiz bağlantı bu. aslında düşündüm de bu tarz reaksiyonları ecnebi milletinde görüyoruz. kusmak şifadır gerçeğini bizden önce keşfetmiş olmaları gerçeğiyle alakasız tabi bu..
bazı şeyler ayağına bağ olup denize düşene kadar herkes aynıdır hayatta. bir maskenin altından izlerler hayatı. çok zeki çok aptal çok sevecen çok güzel çok yakışıklı çok karizmatik çok çok çok işte.. bir sürü maske vardır. yapması gereken olmak istediği kişiyi seçmektir. bu kadar basittir her şey. ve geriye karşısındakinin duygularını sıkı test sürüşlerine tabi tutmak kalır. seçtiği maskeyi, bilfiil kendisi de yaşar ve kendisine çok yakıştırır. işte bu yüzden! daha önce sadece yüzüne taktığı şey, artık ruhuna yapışmıştır..
bilindiği üzere zaman fizikte tüm varlıkların etrafını sarmalayan 4.boyut olarak tanımlanıyor. zamanın en gizemli özelliği evrende farklı yerlerde farklı akıyor olması. en somut örnek uydular ve dünya saatleri arasındaki fark. çok hassas dijital saatlerle donatılmış tüm uydularda zaman, her gün saniyenin milyarda birinden az bir süre ileri kayıyor. tüm uydular bu saatleri her gün düzeltecek mekanizmalarla donaltılmış. sebep ise enistein'ın yıllar önce ispatladığı üzere dünya'nın kütlesi. kütle arttıkça zaman bükülüyor. bir başka deyişle zaman, gayet somut bir varlık. saatler ve güneş sadece onu fark etmemize yarıyor, tıpkı yol şeritleri gibi. zamanda evrenin bütünlüğüne tabi olarak, gözeneklere sahip. bu gözeneklere fizikte ''solucan deliği'' adı veriliyor atomlardan dahi küçükler. kimi bilim insanları bu solucan deliklerini kullanarak zaman içinde atlama yapılabileceğini ve yolculuğun gerçekleşebileceğini öne sürüyor. hawking'e göre bunun imkansızlığı paradokslardan kaynaklanıyor. ''evrende her şey ileri doğru giden ve kendini imkansız hale getirmeyecek varoluşa sahip. söz gelimi solucan deliğinden geçen bir bilim adamı geçmişteki kendisiyle karşılaştığında kendisine ateş eder ve öldürürse gelecekten kim ateş etmiş olacak? bu ve benzeri paradokslarla geçmişe yolculuğun imkansızlığı ispatlanabiliyor. geleceğe gidiş ise ışık hızı sayesinde mümkün.
"Sevdiğim
Önce kemir bu tel örgüleri gövdemden
Geç derimin altındaki tehlikeleri
Yürek kızgın bir kuma devrilmeden
Yokla beni.."
Önce kemir bu tel örgüleri gövdemden
Geç derimin altındaki tehlikeleri
Yürek kızgın bir kuma devrilmeden
Yokla beni.."
arthur schopenhauera göre; bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak ayakları yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler. evet, hatta bu aşıklık hali sadece daha yakından belirlenmiş, daha özelleşmiş, hatta sözcüğün en dar anlamıyla bireysellemiş cinsel dürtüdür. iki sevenin birbirine gittikçe artan eğilimleri bile bunların meydana getirebilecekleri ve getirmeyi arzu ettikleri bu yeni bireyin yaşama isteğidir.hatta daha onların özlem dolu bakışlarının buluşması esnasında bile bu bireyin yeni hayatı uyanır ve ahenkli, bileşimi iyi oluşturulmuş gelecekteki bir birey olarak varlığını duyurur. sevenler gerçek bir birleşme ve kaynaşma yoluyla bundan böyle sadece bu tek varlık olarak yaşamayı sürdürmek için tek bir varlık olmanın özlemini duyarlar ve bu özlem sonunda içinde her ikisinin de kalıtımsal özelliklerinin kaynaştığı ve birleştiği o tek varlıkta yaşama devam etmeleriyle gerçekleşir.
yani özet; ruhun vücut bulduğu yerde diyor aşk. pardon! ruhun ruhu bulduğu yer..
yani özet; ruhun vücut bulduğu yerde diyor aşk. pardon! ruhun ruhu bulduğu yer..
çözülememiş kilitleri, zorlamaya çalıştığımız anda başlıyor sıkıntı. negatif enerji birikiyor. daha fazla zorladığımızda ise işin içinden çıkılamaz bir hal alıp depresyona dönüşüveriyor. durup dururken ortaya çıkan anlamsız ağrılar hastalıklar hiçbir rahatsızlığımız yokken bizi sarıyorlar. daha fazla zorladığımızda ise fiziksel olarak da hastalanıyoruz. çünkü dipteki isteklerimiz ile bilinçli isteklerimiz arasında ters bir orantı var. yani bir uyumsuzluk söz konusu. hal böyle olunca uygun olan anahtarı o kilide denk getiremiyoruz. sitemimiz böyle çalıyor maalesef..
aşkın içindeki saplantı bir var oluş özlemi..
Aşkın içinde hem var olmak hem de yok olmak var. bir çift sarmaşık gibi birbirine dolanmışlar. bir bütün olmuşlar. beraber var olurken, ayrılıkta yoklar..
saplantılı aşık bazen de sevdiğinin ateşi çevresinde döner durur ve ona dokunamaz. ateşin içinde girse yanar, bir pervane böceği gibi. diğer yandan ateşin çevresinden de ayrılamaz. kendi benliğinde yoktur da ateşin ışıltısında kendine mana bulup var olmuştur..
Aşkın içinde hem var olmak hem de yok olmak var. bir çift sarmaşık gibi birbirine dolanmışlar. bir bütün olmuşlar. beraber var olurken, ayrılıkta yoklar..
saplantılı aşık bazen de sevdiğinin ateşi çevresinde döner durur ve ona dokunamaz. ateşin içinde girse yanar, bir pervane böceği gibi. diğer yandan ateşin çevresinden de ayrılamaz. kendi benliğinde yoktur da ateşin ışıltısında kendine mana bulup var olmuştur..
evcilleştirilmeye direnen bir ego. huzurdan kovulan şey ile ego'nun aynı şey olması çok anlamlı..
Aşk dışında hiçbir şeyi saklamaz. Çünkü sonsuzluk aşk gibidir.
giuseppe verdi tarafından bestelenen üç perdelik bir opera eseridir. eserin liberettosu antonio somma tarafından hazırlanmış,prömiyer sahnelenmesi romada teatro apolloda 17 subat 1859'da yapılmıştır. eser incelediği konu ve sonucu bakımdan bir trajedidir. fakat konunun işlenmesi cok ustaca yapılmış ve kara bir trajedi yanında yapılan ince alaylarla bir parlaklık kazanmıştır..
dünyanın en ünlü iki bilimadamı karşı karşıya. doctor who'nun yıldızı david tennant'ın ingiliz bilimadamı sir arthur stanley eddington'ı, the lord of the rings / yüzüklerin efendisi serisinin gollum'u andy serkis'in ise albert einstein'ı canlandırdığı einstein and eddington , einstein'ın ünlü genel görelilik kuramı'nın çıkış öyküsünü anlatıyor. filmde iki bilimadamı arasındaki ilişki irdelenirken, arka planda birinci dünya savaşı devam ediyor. fizikle ilgilenenler için kaçırılmayacak bir film. ilgilenmeyenler de ilgi uyandıracağına eminim aslında.