zengin sözlük yazarlarından şiirler

ontolojik sancilarimin merhemi
zamanı durduruyorum, benliğim akıyor o ana..
aşkın tutkusu ile sarılmış kırmızının arasında,
siyah beyaz bir gelgitin uzantısını yaşıyorum..
bir firuze taşının renginde huzurla soluklanıyorum.. kolların açık gökyüzüne karşı, o kadar davetkar.. kayboluyorum kucağında, tüm bedenimle..
o kadar küçüldüm ki sığıyorum avuçlarına..
yanakların ki kıskandırır, ulaşılmaz zirveleri..
bir küçük damla gibi düşüyorum ellerinden,
dokunuyorum ihtişamlı gözlerine, parlıyorum;
ardından süzülüyorum yanaklarından aşağı,
ulaşıyorum; suskun, beni kabul eden dudaklarına..
kaptonur
Bu şiir şelalelerin bile akarken yanında sönük kaldığı bir kadına atfen yazılmıştır.

Arkasına bakıp önüne küsen gözler var deniz.
Bakarken hayat penceremden,
dalgalarınla dolduramadığın lumbuzumun utanarak seyrettiği gözler.
Alesta çekmiş gibi beklerken güverteye çıkmamı,
"Son sigaramı bekle lan!" diye kafa tutuşum.
Belli ki cahil cesareti benimki,
Büyüklüğünü yenemem ama ölene kadar savaşırım...
ihtiras limani

ey aynam
sen mi başkasın şimdi ben mi
çiçek bozuğu yüzünde hiçbir şey
tanıdık değil hatırandan başka
donmuş bir göl gibi soğuk
içini açmaz bakışlarınla
kendimin kayboluşu
sır tutmaz artık ışığımız
bilmiyorum şimdi kimim
kaptonur
Bu şiir tırnaklarımın beyazına şiir yaz diyen bir kadına atfen yazılmıştır...

Heybeti dünyayı kaplayan bulutlar, beyaz umutlar...
Aşıkları görür, aşklarını yüceltmek için gölgeleri ile saraken beklemez heybetini kaybetmeyi,
bir anda parçalara ayrılır, tutamaz göz yaşlarını,
yer izmir semaları...
Kılıçtan daha keskin olan kalemler...
Mürekkebini doğururken kağıtlara acımaz,
bilir en güçlü olduğunu ağlamaz!
O titreyen kalem mi yoksa?
Bir çift el var kalemin korktuğu,
"Ya beni seçerse" diye konuşan kalemler titrek titrek beklerken solan umutları ile
"neden ben?" Diye üzülen kalemler.
Yer izmir semaları...
bir kalemin ağıtı duyulur kulakları parçalayan,
Neden ben bağırışları arasında bir elin tutsaklığında kağıta doğru giderken...
Onu tutan elin tırnaklarının beyazlığını bırakıp adı beyaz olan bir kağıda doğurmak istemez kararlarını.
Ondandır bu feryadı,
yer izmir semaları...
ontolojik sancilarimin merhemi
kırılmış bir kalemin,
açılmayan ucundan uzandım..
kömürün ıslak yansıması;
gözlerinden dökülürken,
kışın ortasın dondum kaldım..
deprem olacak,
kırılacak yeryüzü..
düşeceğim uçurumlarına
dudaklarımı ısırmış,
korkak titreşimlerle..
güneşin ışıkları vuruyor yüzüme,
yine üşüyorum sensiz;
kaldığım her nefeste..
bir dokunuşun çözecek,
yorgun buzlarımı.
ihtiras limani
yıllar gölgeler gibi düşer yollarıma
yaşanmış güzel şeylerin hepsi
fısıldar bir fotoğraf gibi tebessümümü
içinde sen olan, içimde sen olan
silüetinden kaçamam her şiirde can bulan
şarkılar hep sesinin tadına yakınsar
uykularımda bulurum seni
tenin ve sıcaklığın dolar ruhuma ve avuuçlarıma
benimliğin kokar bütün dünya
uyanışlarımı çirkin kılar yokluğun
sanki seninle büyüdüm
ve sanki
göğe yükselen hislerimin sarmaşığı
sensizlik boşluğunda salınır
hislerim büyür kırılmalara doğru
içinde yayılıp rengimi vermek isterken
dokunmazsan çatlayan toprak oldum sana
yüzümdeki ve ellerimdeki kir
bana yasaklar seni
vurulmaya utanılacak bir kapı gibi durur
beni adam bilişin
ama aşk ölümcül bir rüzgar gibi
fırtınalaşıp dünyamda
cüretini yüksekliğine taşır
mor bahçelerine yeniden düşmek için
utanç ve hasretle
mor dünyanın kapısında bir şiirdir sesim
pestenkerani
Yaşam çizgilerini bulutlara değdir,
Kalplerine dokunacaksın meleklerin.
Yerde, bir imâm sana soracak;
'bu gün Allah için ne yaptın?'
Çiçeklere su verdim,
Yetim bir kedinin başını okşadım,
Çocuklar için ceketimi ilikledim.
Dersin,
O da bir şeydir der Allah;
İmâm dudaklarını esef ile dökerken.
turarmy
İ şim yoktur benim
Ş ansımda pek azdır
S anmayın ki böyle sürecek
İ şsizlik bedbahtlığım
Z ira başvurdum bi çok yere
İ ş beklerken de bunaldım
M arifet bunu anlatmakta cancağızım.
pestenkerani
Resmi dilde konuşuyor,
yürek dilimle hayal kuruyor,
ana dilimde rüyalar görüyorum.

Üç dilim var benim,
üç ayrı dünya, ayrı harf bükülmeleri
çekimleri, heceleri
üç ayrı dilim var,
dilimin din bellediği.

Birinde mazbut anlamlarım,
birinde karışıklığım, susuşlarım
birinde annemi özlemişliğim,
babamla aramızdaki gri defterlerim.

Üç dilde severim ben,
sevdiğim zaman lafazan olurum.
Ağzımın iyi laf yaptığını söyler durur,
Sedef Hanım, kapı komşum.

Şiirlerim resmi dilde,
herkes anlasın diye.
Dizelerimde uyuttuğum açmazlar var,
yürek dilimde.

Öptüğüm zaman
üç ben olurum dudağımda,
öpüştüğüm zaman dörtlenirim,
gözümü yumar,
sevişmenin aydınlığını yaşarım.

Eşref saatimde biraz kafirim,
oturur böğrüme imânsız bir ses.
Nüzûl olan ayetler bildirir,
yerim cehennem, yemişim zakkum.

"Zakkum nedir bilir misin?"

Merkep saatimde insan olurum,
yeni baştan isim konulur,
Havva'ya Âdem diye yazılırım.
Bir günah işler,
bin tövbe ederim.
Kurulurum hikmetin divanına,
suâl meleklerine sorular sorarım.

Üç dilim var benim,
bir dinim,
nar taneleri gibidir kalbim
her hâbbesiyle severim.
Üç dilim var benim,
bir rabbim,
tanrılar mezbelesine çiçekler ekerim.
Üç dilim var benim,
hayalden mamûr birkaç sevgilim
şiire imân etmişliğim.
Üç dilim var benim,
sonsuz sayıda hüznüm, kederim,
Allah'a giden yolları severim.

Gel dinim ol demiyorum,
gel benim dördüncü dilim ol
Bir Fizan'a sürgün gidelim.
skordan sorumlu devlet bakani
Her şey zoruma gidiyor,
Kaldırımlar, ay ışığı ve yıldızlar,
Umutlarım,
Eriyip giden kar taneleri gibi
Bir bir yok olurken,
Sen, duygularımın prensesi,
Sen de zoruma gidiyorsun.
Hayallerim, gözyaşlarım, gözlerin,
İnan bana içimde büyüyorlar.
Yalnızlığımı anlamadan,
Umursamadan anlamsızlığımı
İşte, yine gidiyorsun.
Ben kapılar kapadıkça yalnızlığın üzerine,
Sen, gözlerinin mührünü çekip alıyorsun içimden.
Öyleyse kurtulmalı mı senden,
Yoksa göze mi almalı çaresiz
Yanmayı ateşinden.
Bir tek ben miyim yenebildiğin?
Ya da
Aşkına göğüs gerebileceğini bildiğin.
Bir farkım var demek ki,
Sevinmeliyim öyleyse.
Çekilmeye değer tek acı aşksa,
Durmalıyım karşında,
Aşkına göğüs germeliyim.
ontolojik sancilarimin merhemi
askıda kalmış soluklar,
donmuş, kırılgan gözler..
kaldırımı zımparalayan ayaklar..
burulmuş minareden gelen ezan,
son karanlığın üzerinde yankılan..
çalar takunyaların türküsü,
halsiz mantar ürküsü..
sokak köpekleri arkadaş,
silüet silinir yavaş yavaş..
gıcırdayan küflü salıncak,
sessizlikte kaybolacak..
elektrik tellerine asılmış,
kirli çarşaflar birbirine yapışmış..
eğilmiş anten çok çaresiz,
içeriden naralar gelir edepsiz..
kuru kuru örtünmek neye yarar?
kanar durur derinde yaralar..
ay bakar arasından bulutların,
çapkınca sırıtır aşüftenin ardından..
köşede duran taş hüzünlü,
adımlara takılmaktan yükümlü..
siyahı üzerine çekmiş deniz,
zannedilir ki bir o dertsiz..
haber gönderir bacalar,
karşıdaki delinin aklını kurcalar..
bırak direği, yelken yakan kokular;
çaresizdir buruna sarılmış fular..
sinsice büyür telaş,
hasetle uyanır birçok meslektaş..
kaldırımlar başlar mesaiye,
yazık, yoktur ona yevmiye..
eser arada fırından simit rüzgarı,
nasılda açtır, kalabalığın karnı..
bir lokma ile doyacak iken,
hırslar boğazda oldu diken..
tanıktır, köşedeki dilenci çocuk;
insanlık ölü, vicdan buruk..
pestenkerani
İ

Hengâme dolu zihnini taşı bilgeliğime
durular, miski âmber ederim bulanıklığını
içimdeki burç tahtın olur
kurulursun kalbimin otağına
uçurumlar bahşederim varlığına
esef döktüğün ne varsa silerim
dökersin zülüflerini göğsüme
ilmin olurum, kıraat edersin beni
kırk okunmuş tasla yıkarım
Azize kılar, saçlarını tararım
düğümlere sihirler üfleyenlerin şerrinden
dirilerin gazabından
ölülerin anılarından
şarabın ve isyanın siyahından
be'ri olursun, korunursun
tapınak olursun, koruyucun olurum
baykuş bilgeliğinden nefesler toplar
suskunluğuna nefesini sürersin

ii

Yedi iklim hasadının bereketini topladım
bereket tanrıçası olur musun?
mabet olur kalbim, içimin arşında
tesbih eder, yüceltir, mırıldanırım
tok seslerime üryan olursun
göğüs sesim seda olur
sesimin sevişmesinde özne
ismime ile diye ram olursun
Havva olursun faraza
hiçliği varlık kılarsın
Âdem olan beni adam edersin
alnımdaki terin mükafatı
ayalarımda olan nasırın nâsırı
güneş içmiş bir Melike
ay doğuran hülya olursun
yarım ben seninle tastamam olur
bir bûtimâr açık denizlere uçar
hür olurum, mesut olurum
dünyaya hürriyetle kanat çırpan
sana tutsak, sana tutuklu
seninle özgür olurum

iii

Buğulu yerlerde silüetin geziniyor
hayalin külliyat neşrediyor
meczup bir âlim oluyorum
Mecnun'a kârındâş, Leyla'ya dertdâş
Hayyam'a yoldâş, haşhaşilere ruhdâş
efkârlı oluyorum
senin fikrederek nefesim tutuşuyor
kanat çırpınışlarım hârlıyor ateşi
nâr oluyorum,
hâr bir nâr, binlere bölünmüş nar
kırmızı, demli, alev alev bir hâr
nâr ve nar gibi
bûtimâr oluyorum

iv

Bir sancı, kırıkça geceler dolusu
geceyi yaşayan, güneşte ölen bir yazgı
baykuş gibi abus suretliyim
cemâlinse irem cenneti.
ihtiras limani
keşfedilmiş bir sırrın
koyu sıcak denizindeyim
umutlu suskunluğunda
güneşine aşık bir gezegen gibi
ışığından kendimi sakınmadan
saklarım seni
dağılan ve aşınan dünyadan

tahtaları çürümüş sandallarla
açılmak gibiyken yaşam
sen bana geceler boyu
okyanuslara yelkenler dikmenin
sabrını bahşettin

sakın boynunu soğuk rüzgarlardan
nefesim ısıtır bedeninin saklısını
ellerim ellerine uzanınca
her yanın öpücük tomurcukları
bütün bedenin baharlar giyinir
ince ve yumuşak sarılmalarda birikir
heyecan kıvrılmalarıyla açılır
ruhumuzun yakaları

kucaklamak bir deliliktir
ateş için barutu ama
küllerinden yeniden doğuluyorsa
hüküm sürendir aşk
ve yanmak gerekliliktir.
ontolojik sancilarimin merhemi
buzun yakıcı sıcaklığını tutmaya çalışan çıplak ellerim,
kendilerine tutunan bir rüyanın ağırlığını kaldırmak ister
yükün ağırlığı maddesel dünyada bir katre su gibi,
lakin buz gibi görünen hislerin buharı dolar ciğerlere
güneşin ışığı altındaki kırılmaları seyretmek var ki,
bir gök kuşağının gözlere bağlanmasına eşdeğer
renkleri ayırt etmek için yalın bir his fazlasıyla yeter
sadece siyah ve beyaz üzerine kurulu dünyaların,
gri kalelerinin üzerini kaplayan ufuğa süzülen renkler
devleşmiş bir ruhun kalemini dolduracak mürekkep,
işte ortada, sadece destanını yazmayı bekler
donmuş ruhların hislerini bir cam gibi dökecek,
kalplerin sırça köşklerini yeniden inşa edecek,
bir şarkının dizeleri, sessizce ve sabırla bekleyecek..
ontolojik sancilarimin merhemi
kıskanmıyorum,
gökyüzünde;
özgürce uçan kuşları..
vatanım,
oldu senin kalbin..
sonsuz bir dünyadayım..
tüm hayallerim, isteklerim,
sana olan göçüm üzerinde;
birer mihenk taşı..
her gün,
bir kez daha ulaşıyorum;
sana..
sende kaybolduktan sonra.
ihtiras limani
Bir gün gelecektim sana
Beyaz dumanlı ihtiyar trenlerle
Geçip dağların omuzlarından
Her gece bakıp resmine
Kurduğum bütün hayalleri gerçek
Seni göçülmüş hayaller ülkesi
Şiirimi dilinden şarkı kılmak için
Bir gün gelecektim sana

Ne her gece koynuma aldığım seni yalan
Ne her şarkıda ismini hecelediğim
Bütün dünya davetkar
Size deniz olurum diyen gökyüzü
Yatak olurum diyen kumsal
Bütün defterler ismimize razı
Bize ses olma arzusunda satırlar


Soyundum dünyadan
Beni ruhunun sıcağına sar
Tuvaline değsin parmaklarım
Ben boyarım dudaklarını
Aydınlanmış bir kalbin atışını
Tenimizin dans eden ritmiyle
Yeni bir aşk diliyle
Ben yazarım.
ihtiras limani

Dünyasını sırtında taşır insan
karanlıkta alır nefeslerini
insan aydınlığıdır gündüzleri
saklasa da yabani gerçeğini
ne zaman ki boynunda
kalabalıkların nemli rüzgarı dolaşır
çekilir dünyanın çıplak saklısına
bütün yargılardan uzak
kurar çadırını benliğin çölünde
yıldızlı göğü bekler
ve koynundan çıkarır sevdasını
utanç şehirde kalmıştır
toz bağlar insan tuzakları
sızılarla sevilen de dahil
bütün sıcaklıklar yıldızca uzaklaşmıştır
bir yılkıya sahip olma tutkusu gibi
yılları, anıları dolaşır
karmaşık bir çaresizlik hali
şehir içinde şehir
insan içinde insan
utanarak sever sevmişliğini
sevilmemişliğiyle savaşır.

Leyla, çölde unutulur ancak
geceyi bekleyen kum akrepleri
yoldaşım ve sırdaşım olur
akar zehirlenmiş kanım
yıldızlı gök altında gülümser kainat
geçilmez uzaklıklar sığar avucuma
düşürür peçesini gerçek
deniz rüzgarlarının nemi kaybolur
yüzümdeki izleri dolaşır
gözlerimi kısarım mızraklamak için serapları
kutup ışıkları geçer üzerimden
kristal hikayeler ufalanıp düşer kuma
ayak izlerinin o tek silicisi zaman
çölün yıldızlı göğünde çizer imgesini
ölümün cennetindeki hakikat çiçekleri
söyler : kum saatinde deveran etmektir yaşam
çöl uyandırır içimdeki akrebi
anlarım, kendi zehrimdedir devam.
mudaran
Nedir bu içimdeki hissiyat
Enteresan belki ölüm
Tuhaf belki aşk
Sıkıntı belkide korku

Nasıl bir ağırlık üzerimdeki
Elbet çıkar yakında kokusu
ropte
yürek salıncağın boş kaldı çocuk
şimdi ayrıldı sevda limanından son gemi
bir daha tutmamak üzere bıraktı ellerini
sana sığınak yok hiçbir yerde
savunmasızsın
medet de umma başka tenlerden
avunamazsın
hiçbir gözde bulamayacaksın aradığını
duymak istediklerini söylemeyecek hiçbir söz
bulutların üzerini de düşleme artık
yürek salıncağın boş kaldı çocuk
ihtiras limani
savrulup fırtınaların birinden diğerine
bir yalnızlık kayasına tutundu
 deniz bir kabardı bir durdu
ve kimi zaman mavi aynalarda kendini bularak
kimi zaman ufuklara bakarak
el sallayarak uzaklara
uçuşan kuşlarla arkadaş olarak
ezberleyerek yağmurun düşmanlığını
bir yalnızlık kayasının matemli kuğusu oldu
gözleri doldu göklerini bulutlar kapladıkça
güneşe mektuplar yazdı
eğer onu duysalar yıldızlar utanacak
bulutları delip geçemeyen ışıklarından
ve tüm gemiciler suçlu bulunacak
ellerindeki her nasır izinden ve gözyaşlarından
bir gün elbet bir rota kesişecek 
tutunduğu kayalıklarında bitecek toprak
açacak o beklediği mor çicek
 bir bahar yaşanacak
 ve gemiler demirleyecek limanlarına
saçlarına bahar kelebekleri koşturacak
deniz yıldızları konacak avuçlarına
bir gemi bir gün onu kurtaracak
onu denizlerle barıştırıp
son verecek ıssız kışlarına.






ihtiras limani
keşfettiğim her güzellikte
gülümsedi bana yansıman
öğrendim kendimi öğrendikçe
insan nasıl işlermiş içten içe
bir insanın saklısına
kendimi tanımamışım seni tanımadan
ve tatmamışım yaşamanın böylesini
senin bile bilmediğin kuytularda
beni beklemiş anlamların
kaybolmak için sızıp kaldığım limanlarda
yakamozlarda göz kırpan
kayıp bir deniz kızıydın
saçları ay ışığından.
ihtiras limani
etimizdeki tuzdan
sıcak gözyaşından
sevilmiş birinin sesinin şefkatinden başka
seni kitap sayfalarıyla kaplamak isteyen adam
bir tür aşk becerisiyle
yüzünü sarı kağıtlardan oluşturan
ve koruyan bütün soğuklardan
bir denize bakıp deniz kızını arar gibi
bütün kitap sayfalarına
sana bakar gibi bakmak
bu senin bana bahşettiğin
ikimizin varlığından
ikimizin dünyasına bir bahş
bildiğim en seksi kitapsın
ve en sıcak kağıt dokusu
en sarsıcı roman
en dokunaklı şiir
en tatlı kıpırtı
bu şiir burada biter
ve ben tenindenbir yudum daha içerim.
ihtiras limani
kalbimin akrebinde düzensiz bir ritim
pas tadında geçmemeli pazar günleri
ama kaderin zamanı yok gönlün arzuhaline
ölüme katarlar kalkıp durur her an
ben sadece lokomotifin sesini unutmanın
tatlı uykusunu özlemiş biriyim

güzel bir kadının kıvrak beline
sarılmanın verdiği sıcak güveni
aşk soluduğum günleri özlemiş biriyim
ağlarımda tanrıdan bir nimet olan balık
ve bedenime bir tapınak bulmanın
hayata gol atmışlığın
dudaklarımı aşka daldıırmışlığın
taşın ve toprağın ufalanan düzenine
meydan okumuşluğumun
gözlerinin sesinin ve sesinin sevgisinin
özleminde durmuş kalbimin akrebi.

quares
karanlığa gömülen gökkuşağı ve firavun

şimdi şehrin en dibindeyiz,
şehrin en dibinde ki insanlar biraz mazlum,
mazlumlar allaha yakın.
uçurumun kenarında olsa bile fazlasını istemiyor mazlum,
sen ise öyle değilsin hain.
şimdi bir mazlum yürüyor uçurumun kenarında sen seyrediyorsun,
senin gökkuşağın karanlık başkalarının acılarıyla besleniyorsun.
allah görüyor, insan görüyor, ruh görüyor,
allah mazlumdan yana ama zalimler yaşıyor.

şimdi şehrin en dibindeyiz,
sokakta bir televizyon, duvarda yıllar önce durmuş bir saat,
saatin önünde yaşlı bir amca,
zaman ve mekandan haberiz öylece duruyor.
yıllar önce durmuş saattin önünde bekliyoruz beraber,
hafif yağmurr ciseliyor,
amca çekingen bir sesle bana sigara soruyor,
ilk defa o an sigara içmediğim için utanıyorum.
yıllar önce durmuş saatin önündeyiz ve saatin üzerinde allah yazıyor.
yaşlı amca kendi elleriyle kazımış onu saatin üzerine,
çünkü allahtan başka kimsesi yok.
çünkü allah ve cahilliğe karşı ayaklanan bir din her daim mazlumdan yanadır,
bunu mazlumlarda biliyor.
yağmur hızlanıyor,
saatin önünde ki televizyonda bi haber,
haberde bir şarkıcı yat almış sevgilisine 9 trilyon paraya!
ne o haber ne de başka bir şey umrumuzda değil o an,
dünya dışı olaylardan bağımsız hareket ediyoruz biz.
yanımızdan bir tren geçiyor o sıra,
tren camında yeşil gözlü bir adam, bilekleri kanlar içinde yeşil gözlü bir adam.
adı, umut.
gittikçe betonların arasında gözden kayboluyor tren,
umut olmadan yaşanmaz diyor bilge bir şeyh.
gök gürlüyor tam o esnada,
bu gök gürlemesi zamanın firavunlarına yapılmış bir uyarı!
20.yy'da insanoğlunun yaptığı zulüm, acılar, gözyaşı, vahşet ve kan.
21.yy'da ki firavunları yarattı.
günümüz firavunları insanlığı zehirledi.
insanların beyinlerini ele geçirdi.
günümüzde kan akan bir nehir yok ama kanayan sokaklar var,
günümüzde kan akan bir nehir yok ama kanayan insanlık var.
şimdi senin elinde bir asa yok ama bu seyre dalman için bir bahane değil.
bekleme de kimseden bir şey, firavunlara karşı ayaklanmak farzdır, ve unutma;
allah daima haklıdan yanadır.
yağmur hızlanıyor,
bilge şeyh yavaş yavaş uzaklaşıyor.
trende artık şehrin griliğinde tamamen gözden kayboldu sayılır,
trenin içinde umut adında yeşil gözlü bir adam, bilekleri kan içinde,
umut olmadan insan da olmaz demişti bilge şeyh.
gök gürlüyor ard arda,
hemen yanıbaşımızda 3 silah sesi,
yıllar önce durmuş saatin önünde bekleyen yaşlı amca kanlar içinde yığılıyor,
ve saat calışmaya başlıyor büyük bir inatla.
gökyüzünden 2 güvercin düşüyor yere.
saat çalışıyor çalışmasına da üzeri nil nehrini aratmayacak bir kan içinde,
allah yazısına bakıyorum uzun uzun
ve o amcanın umudunu öldürenler firavun gibi hesap vericek bunu biliyorum,
yağmur kesiliyor, ve derin bir sessizlik kaplıyor her yeri...
2 /