bonus:
''bir gün ölürsem öldüğüm günü değil doğduğum günü hatırlayın''
demiş rahmetli büyük usta. doğumgünü kutlu olsun, onsuz adam olacak çocuklar boynu büyük kaldı.
demiş rahmetli büyük usta. doğumgünü kutlu olsun, onsuz adam olacak çocuklar boynu büyük kaldı.
benim hayat felsefem bu. planlı insanım. plansızlığa gelemiyorum. plansız olan biriyle de haşır neşir olmam çok zor. bu sebeple de dakikimdir. tam zamanında bulunmam gereken yerde olurum.
Bazen hayatı tersten yaşamak düz yaşıyor olmaktan daha kârlıdır. Çünkü benim gibiler sadece gecelerin ıssızlığında üretebilenlerdir.O kadar alışmışım ki, gürültüsüz ortamlara; tıkırtı duydum mu tüm yazının ruhu bozulabiliyor.
Geceleri yelkenlerini açıp yol alan eser sahipleri, hedefi tam onikiden vurmak için yazının tam orta noktasına doğru atış yaparlar.
Beni sormanıza zaten gerek yok.
Her gece gemim, akıntıyla beraber gideceği yöne ulaşmaya çalışıyor. Limanda demirli kalmayan gemim sürekli hareket halinde anlayacağınız…
Bir okuyucum; “-Lütfen geminizi biraz dindendirin dedi.
” Ben de; “-Hayır olmaz” diye yanıt verdim. İyi de neden?
Çünkü “son durak” henüz gelmedi ve hiç gelmeyecek…
Ben gecelere mecburum, geceler de bana!
Çareyi gecelerde aramak ne denli mantıklı bilinmez ama benim için “geceler” tutkunu olduğum içimdeki yansımanın ta kendisi…
Sabahların soğukluğundan ve kalabalıklığındansa geceler sokakların tenha olduğu, trafiğin kesildiği anlardan biridir. O an, içimdeki tüm kapılar ardına kadar aralanır ve “üretim” içeri girer hem de bir daha hiç çıkmamak üzere…
Herkes uykusuna çekilmişken, ben yazar dururum. Sabah uykusundan uyananlar yazdıklarımla nahoş hallerini üzerinden atarlar. O esnada sanırım ruhum huzur buluyor.O kadar kolay işte…
Kendimle baş başa kaldığım anlarda boşa vakit geçirmektense, yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak kodlamasını yaparım. İşe yarasa da yaramasa da yüreğimin derinliklerinde bir yerde ben varım!
Tüm bunlar işin olumlu tarafıyken hiç olumsuz etkenler yok mu? Elbette var.
Geceler her daim karanlıktır. Bazen o karanlık sizi iyice boğar. Boğazınızda sizi boğmak isteyen bir el hisseder ve karşı koyamazsınız. Bir bakmışsınız karanlığın içinde can vermişsiniz.
Karanlık henüz bana dişlerini geçiremedi. Tabiri caizse; karanlık tıpkı bilinçaltımın ücra köşelerinde yer alan bir virüs…
Zehrini bana bulaştırmaya çalışıyor ben ise “başaramayacaksın!” deyip baskın çıkıyorum.
Şınu unutmayın ki; bir yanım karanlığa diğer yanımsa aydınlığa bakıyor. Gece ve gündüzün kombinasyonu buna iyi bir örnek aslında.
Her zaman o kombinasyonda gece olan tarafım.
Aydınlığın beni tanımlayıp tanımlamadığını soranlar olmuştu geçenlerde. Aydınlık beni tanımlıyor ancak beni en iyi tanımlayan “iç dinginlik…”
O; olmazsa olmazlarımdan biridir. Zirâ gecelerin şafağında bir yüzü aya dönük diğer yüzü ise yıldızlara dönük oturanların sayısının çok olmasına karşın ay ışığı ve yıldızların parlaklığı ile yolunu bulan da bir o kadar az…
İşte bendeniz ta karşınızda duruyorum!
Geceleri yelkenlerini açıp yol alan eser sahipleri, hedefi tam onikiden vurmak için yazının tam orta noktasına doğru atış yaparlar.
Beni sormanıza zaten gerek yok.
Her gece gemim, akıntıyla beraber gideceği yöne ulaşmaya çalışıyor. Limanda demirli kalmayan gemim sürekli hareket halinde anlayacağınız…
Bir okuyucum; “-Lütfen geminizi biraz dindendirin dedi.
” Ben de; “-Hayır olmaz” diye yanıt verdim. İyi de neden?
Çünkü “son durak” henüz gelmedi ve hiç gelmeyecek…
Ben gecelere mecburum, geceler de bana!
Çareyi gecelerde aramak ne denli mantıklı bilinmez ama benim için “geceler” tutkunu olduğum içimdeki yansımanın ta kendisi…
Sabahların soğukluğundan ve kalabalıklığındansa geceler sokakların tenha olduğu, trafiğin kesildiği anlardan biridir. O an, içimdeki tüm kapılar ardına kadar aralanır ve “üretim” içeri girer hem de bir daha hiç çıkmamak üzere…
Herkes uykusuna çekilmişken, ben yazar dururum. Sabah uykusundan uyananlar yazdıklarımla nahoş hallerini üzerinden atarlar. O esnada sanırım ruhum huzur buluyor.O kadar kolay işte…
Kendimle baş başa kaldığım anlarda boşa vakit geçirmektense, yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak kodlamasını yaparım. İşe yarasa da yaramasa da yüreğimin derinliklerinde bir yerde ben varım!
Tüm bunlar işin olumlu tarafıyken hiç olumsuz etkenler yok mu? Elbette var.
Geceler her daim karanlıktır. Bazen o karanlık sizi iyice boğar. Boğazınızda sizi boğmak isteyen bir el hisseder ve karşı koyamazsınız. Bir bakmışsınız karanlığın içinde can vermişsiniz.
Karanlık henüz bana dişlerini geçiremedi. Tabiri caizse; karanlık tıpkı bilinçaltımın ücra köşelerinde yer alan bir virüs…
Zehrini bana bulaştırmaya çalışıyor ben ise “başaramayacaksın!” deyip baskın çıkıyorum.
Şınu unutmayın ki; bir yanım karanlığa diğer yanımsa aydınlığa bakıyor. Gece ve gündüzün kombinasyonu buna iyi bir örnek aslında.
Her zaman o kombinasyonda gece olan tarafım.
Aydınlığın beni tanımlayıp tanımlamadığını soranlar olmuştu geçenlerde. Aydınlık beni tanımlıyor ancak beni en iyi tanımlayan “iç dinginlik…”
O; olmazsa olmazlarımdan biridir. Zirâ gecelerin şafağında bir yüzü aya dönük diğer yüzü ise yıldızlara dönük oturanların sayısının çok olmasına karşın ay ışığı ve yıldızların parlaklığı ile yolunu bulan da bir o kadar az…
İşte bendeniz ta karşınızda duruyorum!
Yüzünün Masumiyeti Düşmüş Umut Yaprağına…
Dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi ne olacağını bilmeden gülücükler saçıyorum etrafa…
Masumiyetin krallığında daha yeni doğmuşum Naif duygular içinde çıpınan ufacık bir bebeğim…
Dünyadan habersiz bir şekilde anne şefkatiyle başbaşayım
Kimbilir belki de başım düşmüş yastığa mışıl mışıl uyuyorum
Kötülüklerden uzak bir şekilde…
Keşke hep o kadar ufak kalsam!
Başımın okşandığı o günleri o kadar çok özledim ki, anlatmak istesem kelimeler yetmez İnsanlık sevgiden o kadar yoksun ki…
Sevilmeyi özlemek, özlediğini sevmek gibisi yok
Gerçek sevgi uzaklaştıkça uzaklaştıkça uzaklaşıyor, neredeyse Ferhat misali dağları deldik
Bulabildik mi sevgiyi…?
Sanırım orası muamma…
Sevgiyi değil ama “ego”yu bulduk.
Biz de aslında sinema starları gibiyiz hergün egonun oyunları ile cebelleşip duruyoruz
Hey ego sana sesleniyorum: “Geliyorum yakında seni yenmeye ben senin en büyük düşmanınım”
Benim ufaklığıma bakmayın siz! İrade-cesaret-istek üçlüsü düşmanları yenmek için gayet yeterli
Seviyorum tüm kalbimle düşmanlarımı bile
Tüm dünyayı sevelim ve o da bizi sevsin
Arınalım egolarımızdan
Atalım maskelerimizi suya…
Zaten su onu götürecekltir ıraklara…
Kendine ait giysiyi giymeyip maske takmaya özenenler her geçen gün giderek artmakta
El ele verirsek belki yeneriz ne dersiniz…?
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyeceğimiz günler gelecek mi acaba…?
Umut yapraklarına soralım bir de;
-Umut yaprakları kurtaracakmısın bizi?
-Evet, kurtaracağım
Seni dört gözle bekliyoruz.
Dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi ne olacağını bilmeden gülücükler saçıyorum etrafa…
Masumiyetin krallığında daha yeni doğmuşum Naif duygular içinde çıpınan ufacık bir bebeğim…
Dünyadan habersiz bir şekilde anne şefkatiyle başbaşayım
Kimbilir belki de başım düşmüş yastığa mışıl mışıl uyuyorum
Kötülüklerden uzak bir şekilde…
Keşke hep o kadar ufak kalsam!
Başımın okşandığı o günleri o kadar çok özledim ki, anlatmak istesem kelimeler yetmez İnsanlık sevgiden o kadar yoksun ki…
Sevilmeyi özlemek, özlediğini sevmek gibisi yok
Gerçek sevgi uzaklaştıkça uzaklaştıkça uzaklaşıyor, neredeyse Ferhat misali dağları deldik
Bulabildik mi sevgiyi…?
Sanırım orası muamma…
Sevgiyi değil ama “ego”yu bulduk.
Biz de aslında sinema starları gibiyiz hergün egonun oyunları ile cebelleşip duruyoruz
Hey ego sana sesleniyorum: “Geliyorum yakında seni yenmeye ben senin en büyük düşmanınım”
Benim ufaklığıma bakmayın siz! İrade-cesaret-istek üçlüsü düşmanları yenmek için gayet yeterli
Seviyorum tüm kalbimle düşmanlarımı bile
Tüm dünyayı sevelim ve o da bizi sevsin
Arınalım egolarımızdan
Atalım maskelerimizi suya…
Zaten su onu götürecekltir ıraklara…
Kendine ait giysiyi giymeyip maske takmaya özenenler her geçen gün giderek artmakta
El ele verirsek belki yeneriz ne dersiniz…?
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyeceğimiz günler gelecek mi acaba…?
Umut yapraklarına soralım bir de;
-Umut yaprakları kurtaracakmısın bizi?
-Evet, kurtaracağım
Seni dört gözle bekliyoruz.
farklı nesneler arasındaki ısıyı harekete geçiren bir fizik dalıdır. Ayrıca cisimlerin basınç ve hacimdeki değişimini de inceler. küçük atomların dünyasının her gün görülen büyük ölçekli dünyayla nasıl bağlantı kurduğunu anlamamıza yardımcı olur.
klasik termodinamik ve istatistiksel termodinamik olmak üzere iki ana dala ayrılır.
dört termodinamik yasası vardır.
(bkz:Termodinamiğin sıfırıncı yasası)
İki sistem ileri geri eşit ısı akışına sahipse ve iki sistemden biri diğer sistemle eşit ısı akışına sahipse, üç sistemin birbirleri ile eşit ısı akışına sahip olurlar.
(bkz:Termodinamiğin birinci yasası)
Bir sistemdeki enerjik bir artış, bir sisteme ısı biçiminde verilen enerjiyle aynıdır.
(bkz:Termodinamiğin ikinci yasası)
Farklı sıcaklıklarla temas eden bir çift sistem verildiğinde, sistemin sıcaklığı eşit olacak şekilde sıcaktan sıcaktan soğuka doğru akacaktır.
(bkz:Termodinamiğin üçüncü yasası)
Bir sistem 0 kelvin, en düşük sıcaklık olan mutlak sıfır sıcaklıkta olduğunda, entropi 0'dır.
motor yapımından kara delik okumaya, Kimyada hangi reaksiyonların etkili olacağını ve hangilerinin reaksiyon göstermeyeceğini açıklamaya kadar her alanda kullanılır.
klasik termodinamik ve istatistiksel termodinamik olmak üzere iki ana dala ayrılır.
dört termodinamik yasası vardır.
(bkz:Termodinamiğin sıfırıncı yasası)
İki sistem ileri geri eşit ısı akışına sahipse ve iki sistemden biri diğer sistemle eşit ısı akışına sahipse, üç sistemin birbirleri ile eşit ısı akışına sahip olurlar.
(bkz:Termodinamiğin birinci yasası)
Bir sistemdeki enerjik bir artış, bir sisteme ısı biçiminde verilen enerjiyle aynıdır.
(bkz:Termodinamiğin ikinci yasası)
Farklı sıcaklıklarla temas eden bir çift sistem verildiğinde, sistemin sıcaklığı eşit olacak şekilde sıcaktan sıcaktan soğuka doğru akacaktır.
(bkz:Termodinamiğin üçüncü yasası)
Bir sistem 0 kelvin, en düşük sıcaklık olan mutlak sıfır sıcaklıkta olduğunda, entropi 0'dır.
motor yapımından kara delik okumaya, Kimyada hangi reaksiyonların etkili olacağını ve hangilerinin reaksiyon göstermeyeceğini açıklamaya kadar her alanda kullanılır.
Ergenlikte olan veya ergenliği uzayan biriyse ne alâ. Ancak dünyası seksten ibaret olan insan, ”seks dışında her şey seksle alakalıdır” fikrini çok yanlış benimsemiş olabilir.
1562'de, yaşlı pieter bruegel tarafından çizilen bu pano, ortasında baş melek mikail'in zırhlı figürünü göstermektedir.
uzun kılıcı ve dirilişin kırmızı haçıyla işaretli kalkanını kullanan mikail, şeytan'ı ve tanrı'ya isyan etmiş olan melekleri yener.
isyankarların cennet'ten hemen düşmeleri, figürlerin resmin tepesinde bir ışıktan çıkan bir girdapta yuvarlanmaları ve mikail'in beyaz elbiseli galip meleklerinin neşeli bir şekilde fırıl fırıl dönmeleri ile vurgulanır.
düşen melekler kaba şeytansı formlara dönüşür ve şeytan'ın kendisi mikail'in ayaklarının altında ezilen ejderhadır.
yalnız, panonun fotorafını koyacaktım ama fotoğraf koyma şeysi çalışmıyor, bu konuda beni bilgilendirecek olan olursa mutlu olacağım.
uzun kılıcı ve dirilişin kırmızı haçıyla işaretli kalkanını kullanan mikail, şeytan'ı ve tanrı'ya isyan etmiş olan melekleri yener.
isyankarların cennet'ten hemen düşmeleri, figürlerin resmin tepesinde bir ışıktan çıkan bir girdapta yuvarlanmaları ve mikail'in beyaz elbiseli galip meleklerinin neşeli bir şekilde fırıl fırıl dönmeleri ile vurgulanır.
düşen melekler kaba şeytansı formlara dönüşür ve şeytan'ın kendisi mikail'in ayaklarının altında ezilen ejderhadır.
yalnız, panonun fotorafını koyacaktım ama fotoğraf koyma şeysi çalışmıyor, bu konuda beni bilgilendirecek olan olursa mutlu olacağım.
Eskilerin en değerlileri.
Şimdilerde atı alan Üsküdarı geçti ama arkasında bizim avratla, avratın belinde de bizim silah var. At zaten bizim. Çok edepsiz bir toplum olduk, hayasızlık diz boyu kimin eli kimin cebinde belli değil.
Şimdilerde atı alan Üsküdarı geçti ama arkasında bizim avratla, avratın belinde de bizim silah var. At zaten bizim. Çok edepsiz bir toplum olduk, hayasızlık diz boyu kimin eli kimin cebinde belli değil.
Normalde kimsenin kusurunu, o an veya o günkü zaafını kimsenin yüzüne vurmam da kardeşim geçen gün laptopu satmak için biriyle buluştum. Adamın ağzı ağır metal kokuyordu ya. adeta bir demir-çelik fabrikasının bacası gibiydi. Ne verdiyse kabul ettim. Bir ara kahve içelim dedi ama düşman başına aga. Olmaz.
Tanım; ağız ve diş sağlığı ile alakalı sorunlu bir gidişata delildir.
Tanım; ağız ve diş sağlığı ile alakalı sorunlu bir gidişata delildir.
Bazen başlık açmaktan daha keyif verendir. Başlığı ukde bırakırken bazen kahkahalara, bazen hüzne boğulunulur. Ayrıca, ukde bırakmayı seven biri olarak şöyle de bir not düşeyim, ukde bıraktığım her başlık kişisel fikrim değil. Mesela böyle bir başlığı ukde bırakmadım ama;
“Tecavüz etme serbestisi”
Tecavüzü meşrulaştıran birtakım içeriklere haiz olabilme potansiyeli olan bir başlık ama fikrim elbette tecavüzün meşrulaşması değil o an ancak birileri acaba ne düşünüyor bu konuda diye düşünülerek ukde bırakılmış bir başlık.
Edit 1.0: ekleme.
Edit 1.1: düzeltme.
“Tecavüz etme serbestisi”
Tecavüzü meşrulaştıran birtakım içeriklere haiz olabilme potansiyeli olan bir başlık ama fikrim elbette tecavüzün meşrulaşması değil o an ancak birileri acaba ne düşünüyor bu konuda diye düşünülerek ukde bırakılmış bir başlık.
Edit 1.0: ekleme.
Edit 1.1: düzeltme.
İnsanın ömründen ömür alır. Bir de renk duvarda tutmazsa işkence uzar.
yine de perde asmaya yeğlerim.
yine de perde asmaya yeğlerim.
Canım sıkılıyor, ruhum sıkılıyor, içim sıkılıyor. Bir limon gibiyim. Hayatta en çok sıkılan şeyleri sıralasak ilk sıra için limon ve ben kapışırdık. Bir de insanlarda yüz ekşimesine sebep olma sıralamasında da kapışırdık. Benim de en büyük rakibim limon sanırım.
Çok sıkıldım. Her gün yedide işe gitmekten, durakta minibüs beklemekten, uzattığım minibüs parasının üstü olan 25 kuruşun bana verilmesini beklemekten, haftasonları işe geç kalmayayım diye saat tam 07:04'te "Hoop" mesajı atıp uyandığımı kontrol eden iş arkadaşımdan, gece on ikide eve dönmek için yürümekten, aynada gördüğüm pejmürde heriften ve benzeri şeylerden... Sabah sekizden akşama beşe kadar hiç durmadan alt altta "sıkıldım." Yazmak istiyorum oğuz atay gibi.
Çok sıkıldım. Her gün yedide işe gitmekten, durakta minibüs beklemekten, uzattığım minibüs parasının üstü olan 25 kuruşun bana verilmesini beklemekten, haftasonları işe geç kalmayayım diye saat tam 07:04'te "Hoop" mesajı atıp uyandığımı kontrol eden iş arkadaşımdan, gece on ikide eve dönmek için yürümekten, aynada gördüğüm pejmürde heriften ve benzeri şeylerden... Sabah sekizden akşama beşe kadar hiç durmadan alt altta "sıkıldım." Yazmak istiyorum oğuz atay gibi.
zorluğu, o insanı hayatımızda koyduğumuz yerle ölçülen durum.
dün b*kken bugün kokmaya başlamış insandan vazgeçmek için gözümü bile kırpmazken beni ben yaptığını hissettiğim birinden öyle kolayca vazgeçmemi bekleyemez benden kimse. her ne kadar "hiç kimse vazgeçilmez değildir." minvalinde beylik lâfları kişinin özel durumunu bilmeden etmeden har vurup harman savursalar da.
dün b*kken bugün kokmaya başlamış insandan vazgeçmek için gözümü bile kırpmazken beni ben yaptığını hissettiğim birinden öyle kolayca vazgeçmemi bekleyemez benden kimse. her ne kadar "hiç kimse vazgeçilmez değildir." minvalinde beylik lâfları kişinin özel durumunu bilmeden etmeden har vurup harman savursalar da.
10 kasım 1999 rouen doğumlu, bu yılın 10 kasımında ilk albümünü yayınlamış hoş şarkılar yapan dj kardeşimiz.
ilgilenenler için şarkısı geliyor!
ilgilenenler için şarkısı geliyor!
Memeye duyulan cinsel istek, uyarılma.
Şahsım adına üzüldüğümde üzüntümü, sevindiğimde sevincimi, öfkelendiğimde sinirimi özgürce, kendi evimde bomboş duvarlara haykırıyormuşum gibi rahatça atabildiğim bir kaçış rampası. Bir yandan da hayatlarımızda bulunmak zorunda olduğumuz statülerimizde takmakla yükümlü olduğumuz yeterli sayıda maskemiz zaten varken yüzümü gözümü hiçbir maskeyle örtme ihtiyacı duymadan gözlerine bakabiliyorum burada insanların.
Bu söylediklerimi zaten yapabildiğim onlarca, yapabileceğim de belki binlerce mecra varken burayı benim için özel kılan ise özellikle kırmızı temasıyla evimi çok andırıyor oluşu.
Neyse. Özetle hepimiz farklı amaçlar için buradayız, bazılarımızın amacı hiçbir amaca sahip olmama özgürlüğünü yaşayabilmek hatta. Hâl böyleyken kendimizi nasıl mutlu hissedebileceksek o yüzümüzle burada olalım, başkalarının özgürlük alanlarına müdahil olmadığımız sürece dilediğimizce takılalım. Tabii bunları yaparken formatı unutanlar için cetvelimi her daim arka cebimde taşıdığımı da unutmayalım!
687 üyemizin tamamına teker teker keyifli sözlükler; daha da önemlisi dertsiz tasasız, mutlu yaşamlar!
Bu söylediklerimi zaten yapabildiğim onlarca, yapabileceğim de belki binlerce mecra varken burayı benim için özel kılan ise özellikle kırmızı temasıyla evimi çok andırıyor oluşu.
Neyse. Özetle hepimiz farklı amaçlar için buradayız, bazılarımızın amacı hiçbir amaca sahip olmama özgürlüğünü yaşayabilmek hatta. Hâl böyleyken kendimizi nasıl mutlu hissedebileceksek o yüzümüzle burada olalım, başkalarının özgürlük alanlarına müdahil olmadığımız sürece dilediğimizce takılalım. Tabii bunları yaparken formatı unutanlar için cetvelimi her daim arka cebimde taşıdığımı da unutmayalım!
687 üyemizin tamamına teker teker keyifli sözlükler; daha da önemlisi dertsiz tasasız, mutlu yaşamlar!
Bir penis atasözü.
daha çiçeği bile burnunda iken benle rekabet etmeye çalışan kişi. kardeş önce o çiçeği eline alacan eline burun nedir ya allasen. bak bana harikayım harika.
slav asıllı hint-avrupa halklarının mö 1. binyıla uzanan ilk yerleşim yerleri, karpatlar'ın kuzeydoğu bölgesi ile oder ve dinyeper nehirleri arasındaki geniş havzada bulunmuştur. başka kültürlerle daima yakın ilişkiler kurmuş olan slav halkları 4. yüzyıla kadar temelde batı avrupa tarihinin hemen dışında yer alırlar. ancak kendilerine özgü yerleşik karakterlerinin 4. yüzyılın ortalarında hem nüfus artışı hem de güney rusya'dan hunların gelişi üzerine değişime uğradığı görülür; aziz ambrosius luka incili hakkında yorumlar'da hunların gelişini orta ve doğu avrupa'daki yerleşik kültürlerin çöküşünün başlıca nedeni olarak etkileyici bir şekilde tarif eder: “kaç tane savaşın ve felaketin haberi ulaşıyor bize! hunlar alanlarla, alanlar gotlarla, gotlar taifali ve sarmat kabileleriyle savaşıyor; kendi topraklarından sürgün edilmiş olan gotlar bizi ıllyria'da sürgün ettiler ve bu işin sonunun nereye varacağı hiç belli değil...”
önce hunlar tarafından ezilen, sonra da avarların ilerleyişi sırasında bazı bölgelerde katledilen slavların 5. yüzyıldan itibaren hissedilmeye başlayan yayılma hareketleri 7. yüzyıl ortalarından itibaren olgunluğa erişir. bu yayılma, günümüzdeki yunan topraklarından doğu almanya'ya, balkan yarımadasından da polonya, ukrayna ve beyaz rusya'ya kadar, buradan da daha sonraları orta rusya'ya kadar uzanan geniş bir bölgenin istilası şeklinde gerçekleşir. batı slavlarının germen halkları tarafından terk edilmiş geniş bölgeleri kapsayan ve büyük ölçüde barışçıl bir şekilde gerçekleşen istilası, birkaç yüzyıl içerisinde doğu almanya'nın tamamını kapsayacak hale gelir ve burada doğmakta olan frank krallıklarıyla çarpışmalar yaşanır. bu bölgede bir yüzyıl boyunca gerçekleşen gerileme germen halklarının lehine olup germen avrupa'sı ile slav avrupa'sı arasındaki sınırı yeniden doğuya itecektir.
uzun süreli direniş akımlarına neden olacak olan bütün bu hareketler batı slavları, doğu slavları, ve güney slavları arasında tarih ve dil açısından gelişecek olan farklılıklar üzerinde etkili olur.
slav halklarının yayılması; avrupa halklarının tarihi içerisinde çok farklı tipoloji, alışkanlık ve fiziksel özellik ile de karşılaşmasını içerir. bu unsurlara, 6. yüzyıldan itibaren önce bizanslı, sonra da arap ve yahudi yazarlar, eserlerinde ve seyahat günlüklerinde vurgu yaparlar. örneğin slavların saçlarının kızıla çalan rengi, güney akdenizli halklara alışkın olan caesareah prokopius'un dikkatini çeker ve bundan birkaç yüzyıl sonra iranlı tarihçi ve coğrafyacı bin el-fakih de ciltlerinin açık renginden ve saçlarının kuzeyli halklar gibi sarı olduğundan söz eder. bu halkların farklı fizyonomilerinin yanı sıra ortaçağ avrupa'sında çok değer verilen savaş kabiliyetleri ile sıradışı fiziksel güçleri de zihinlerde iz bırakır. 10. yüzyıla ait mezar alanlarında yürütülmüş arkeolojik kazılarda ortalama boyun avrupa'nın geri kalanına göre daha uzun olduğu teyit edilmiştir. ortak hayal gücü, bu halkların kas gücüne ve fiziksel zindeliğine dayanarak hem ileri gelenlerin hem de kadınların tipolojisi açısından sağlık, doğurganlık ve boy pos arasında doğrudan bir bağlantı kurar. giyim alışkanlıkları da farklılığıyla yazarların dikkatini çeker: tarihçi tacitus tarafından 1. yüzyılda tasvir edilen germen halklarının geleneklerine bazı açılardan benzer şekilde, farklı farklı slav halklarının ortak giysileri arasında kenevir veya yünden pantolonlar ve gömlekler, kürkler, deri veya huş ağacı ve ıhlamur ağacı kabuğundan şapkalar ve çizmeler vardır ve ilk dönemlere dayalı bu gelenekler sonradan güneyli halklarla karşılaşmaları sonucunda zenginleşir ve farklılaşır.
slav topraklarının çeşitli bölgelerinde yürütülmüş olan arkeolojik araştırmalar sonucunda, bu halkların uzun bir süre boyunca sahip oldukları yaşam koşullarıyla ilgili oldukça kesin bir tablo karşımıza çıkar. ukrayna ve polonya bölgelerinde yaşayan grupların ortak adıyla bilinen ve slav ırkının ataları olan sklavenler, genelde “koruma hendekleri” adı verilen toprağa kazılmış küçük ve mütevazı birimlerden oluşan yerleşim yerlerinde dağınık şekilde yaşarlar. kayda değer antropik katmanların yokluğu, yarı yerleşik yaşam koşullarına ve hem hayvan yetiştiriciliğine hem de tarım yapılan arazilerin çoraklaşmasına bağlı olarak gerçekleşen hareketliliğe işaret eder; yerleşim alanlarında ve ölülerin genelde yakıldığı nekropollerde yapılan kazılarda az sayıda çanak çömlek izine rastlanmıştır. antaların slav ağırlıklı dallarıyla ilgili verilerin analizi de aynı tabloyu ortaya çıkarır; 5. yüzyılda ukrayna'nın güneydoğusunda yaşadığı bilinen bu halklardan 7. yüzyıldan itibaren söz edilmemesi dağılmış olduklarını gösterir. ölülerin yakılmış olması ve ilkel tarım aletleri aynı kültürel düzeye işaret eder. ilk yerleşim dönemlerinden itibaren hayvan yetiştiriciliği, balıkçılık ve av ile geniş çapta tahıl ve sebze tarımına dayalı ekonomi slav halklarının ortak noktasını oluşturur.
slav halklarının toplumsal yapısı ise ortak bir kabile düzenine, yani güçlü soy veya kan bağlarıyla birbirine bağlı ataerkil bir aile düzenine işaret eder. germen dünyasında da genelde olduğu üzere halk, bir kralın yönetimi altında birleşen çeşitli kabilelerden oluşur. hür olan halkın yanı sıra slav dünyası kölelikle de tanışır, öyle ki ortaçağ da birçok kölenin slav dünyasından devşirildiği bilinir.
hıristiyanlığın yayılmasından önceki dönemde slav dinleri hakkında çok az bilgi vardır, çünkü yazının kullanımı da ancak slav halklarının kademeli olarak hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra yaygınlaşır. buna rağmen bazı hıristiyan kaynakları sayesinde slav inanışları hakkında birtakım bilgilere ulaşabiliriz. her ne kadar prokopius slav dünyasına, üstün bir ilaha ibadet etmeye bağlı tek tanrılı bir din atfederse de muhtemelen hiçbir zaman sistematik bir düzene oturmayan slav panteonunun, çoğu yerli olmak üzere farklı tanrıların bir arada yer aldığı animist ve çok tanrılı bir din olarak tarif edilmesi daha doğru olur. özellikle kievli slavlar arasında perun adlı gök gürültüsü ve yıldırım tanrısı daha baskın bir role sahipken diğer halklar arasında da güneş, gökyüzü ve ateş tanrısı rod veya genelde ahiret tanrısı olarak bilinen veles gibi ilahlar daha öncelikliydiler. bunların yanı sıra kanatlı köpek veya köpek başlı kuş şeklindeki bereket tanrısı simargl, rüzgâr tanrısı stribog veya bazı araştırmacılar tarafından slavların magna mater, yani büyük ana adı verilen yağmur tanrıçası mokos gibi başka bazı önemli figürler de sayılabilir.
slav dünyasının 9. yüzyıla kadar büyük ölçüde pagan olmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. bu dönemde rakip iki misyonerlik merkezinin, yani roma ile konstantinopolis'in çalışmaları daha yoğun hale gelir. bugün bile rus, sırp ve bulgarların ait olduğu ortodoks dünyası ile hırvat, sloven, çek, slovak ve polonyalıların oluşturduğu, roma hıristiyanlığına bağlı dünya arasında var olan çatlak bu dönemdeki değişimlerden kaynaklanır.
her ne kadar 7. yüzyıldaki yayılma hareketinden sonra slav dünyasında frank, irlanda ve roma misyonerleri rol oynarsa da, konstantinopolis kilisesi'nin bu konuda üstünlük elde ettiği ve daha büyük yayılma gücüne sahip olduğu anlaşılmaktadır; doğu dünyası, ortodoks dininin yayılmasını özellikle kirillos ile methodios kardeşlerin ve müritlerinin çabalarına borçludur. ancak doğulu hıristiyan ibadet şekillerinin kabulü, siyasi yöntem ve nedenlerle bağlantılı olarak da düşünülmelidir; örneğin francis dvornik'in slavların orta avrupa'daki “ilk büyük siyasi organizmamı olarak tarif ettiği büyük moravya'da konstantinopolis'in ibadet seçiminin, moravya krallarının katolik frankların moravya ve tuna havzalarında giderek yayılmalarına direnme çabasına bağlı olduğu bilinir. aynı şekilde 1. vladimir'in kiev prensliği olarak ortodoksluğu kabul etme kararında da hem sofya'da bir kilisede bizans dini törenleriyle tanışmış olmaktan kaynaklanan hayranlık duygusu, hem de bizans imparatoru 2. basileios'un kız kardeşi anna porphyrogenneta'yla evliliği rol oynar. 1. mieszko'nun 966'da vaftiz olma kararında ise, 9. yüzyıldan itibaren papaların özellikle dalmaçya bölgesinde uyguladığı ve hırvatlarla slovenlerin hıristiyanlığı kabul etmesiyle sonuçlanan baskının yanı sıra polonya dünyasının roma törenlerine olan yakınlığı da göz önüne alınmalıdır. germen kolonların giderek yayıldığı doğu almanya toprakları da 1. heinrich ile 1. otto yönetimi altında roma hıristiyanlığı dünyasına dahil olurlar.
önce hunlar tarafından ezilen, sonra da avarların ilerleyişi sırasında bazı bölgelerde katledilen slavların 5. yüzyıldan itibaren hissedilmeye başlayan yayılma hareketleri 7. yüzyıl ortalarından itibaren olgunluğa erişir. bu yayılma, günümüzdeki yunan topraklarından doğu almanya'ya, balkan yarımadasından da polonya, ukrayna ve beyaz rusya'ya kadar, buradan da daha sonraları orta rusya'ya kadar uzanan geniş bir bölgenin istilası şeklinde gerçekleşir. batı slavlarının germen halkları tarafından terk edilmiş geniş bölgeleri kapsayan ve büyük ölçüde barışçıl bir şekilde gerçekleşen istilası, birkaç yüzyıl içerisinde doğu almanya'nın tamamını kapsayacak hale gelir ve burada doğmakta olan frank krallıklarıyla çarpışmalar yaşanır. bu bölgede bir yüzyıl boyunca gerçekleşen gerileme germen halklarının lehine olup germen avrupa'sı ile slav avrupa'sı arasındaki sınırı yeniden doğuya itecektir.
uzun süreli direniş akımlarına neden olacak olan bütün bu hareketler batı slavları, doğu slavları, ve güney slavları arasında tarih ve dil açısından gelişecek olan farklılıklar üzerinde etkili olur.
slav halklarının yayılması; avrupa halklarının tarihi içerisinde çok farklı tipoloji, alışkanlık ve fiziksel özellik ile de karşılaşmasını içerir. bu unsurlara, 6. yüzyıldan itibaren önce bizanslı, sonra da arap ve yahudi yazarlar, eserlerinde ve seyahat günlüklerinde vurgu yaparlar. örneğin slavların saçlarının kızıla çalan rengi, güney akdenizli halklara alışkın olan caesareah prokopius'un dikkatini çeker ve bundan birkaç yüzyıl sonra iranlı tarihçi ve coğrafyacı bin el-fakih de ciltlerinin açık renginden ve saçlarının kuzeyli halklar gibi sarı olduğundan söz eder. bu halkların farklı fizyonomilerinin yanı sıra ortaçağ avrupa'sında çok değer verilen savaş kabiliyetleri ile sıradışı fiziksel güçleri de zihinlerde iz bırakır. 10. yüzyıla ait mezar alanlarında yürütülmüş arkeolojik kazılarda ortalama boyun avrupa'nın geri kalanına göre daha uzun olduğu teyit edilmiştir. ortak hayal gücü, bu halkların kas gücüne ve fiziksel zindeliğine dayanarak hem ileri gelenlerin hem de kadınların tipolojisi açısından sağlık, doğurganlık ve boy pos arasında doğrudan bir bağlantı kurar. giyim alışkanlıkları da farklılığıyla yazarların dikkatini çeker: tarihçi tacitus tarafından 1. yüzyılda tasvir edilen germen halklarının geleneklerine bazı açılardan benzer şekilde, farklı farklı slav halklarının ortak giysileri arasında kenevir veya yünden pantolonlar ve gömlekler, kürkler, deri veya huş ağacı ve ıhlamur ağacı kabuğundan şapkalar ve çizmeler vardır ve ilk dönemlere dayalı bu gelenekler sonradan güneyli halklarla karşılaşmaları sonucunda zenginleşir ve farklılaşır.
slav topraklarının çeşitli bölgelerinde yürütülmüş olan arkeolojik araştırmalar sonucunda, bu halkların uzun bir süre boyunca sahip oldukları yaşam koşullarıyla ilgili oldukça kesin bir tablo karşımıza çıkar. ukrayna ve polonya bölgelerinde yaşayan grupların ortak adıyla bilinen ve slav ırkının ataları olan sklavenler, genelde “koruma hendekleri” adı verilen toprağa kazılmış küçük ve mütevazı birimlerden oluşan yerleşim yerlerinde dağınık şekilde yaşarlar. kayda değer antropik katmanların yokluğu, yarı yerleşik yaşam koşullarına ve hem hayvan yetiştiriciliğine hem de tarım yapılan arazilerin çoraklaşmasına bağlı olarak gerçekleşen hareketliliğe işaret eder; yerleşim alanlarında ve ölülerin genelde yakıldığı nekropollerde yapılan kazılarda az sayıda çanak çömlek izine rastlanmıştır. antaların slav ağırlıklı dallarıyla ilgili verilerin analizi de aynı tabloyu ortaya çıkarır; 5. yüzyılda ukrayna'nın güneydoğusunda yaşadığı bilinen bu halklardan 7. yüzyıldan itibaren söz edilmemesi dağılmış olduklarını gösterir. ölülerin yakılmış olması ve ilkel tarım aletleri aynı kültürel düzeye işaret eder. ilk yerleşim dönemlerinden itibaren hayvan yetiştiriciliği, balıkçılık ve av ile geniş çapta tahıl ve sebze tarımına dayalı ekonomi slav halklarının ortak noktasını oluşturur.
slav halklarının toplumsal yapısı ise ortak bir kabile düzenine, yani güçlü soy veya kan bağlarıyla birbirine bağlı ataerkil bir aile düzenine işaret eder. germen dünyasında da genelde olduğu üzere halk, bir kralın yönetimi altında birleşen çeşitli kabilelerden oluşur. hür olan halkın yanı sıra slav dünyası kölelikle de tanışır, öyle ki ortaçağ da birçok kölenin slav dünyasından devşirildiği bilinir.
hıristiyanlığın yayılmasından önceki dönemde slav dinleri hakkında çok az bilgi vardır, çünkü yazının kullanımı da ancak slav halklarının kademeli olarak hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra yaygınlaşır. buna rağmen bazı hıristiyan kaynakları sayesinde slav inanışları hakkında birtakım bilgilere ulaşabiliriz. her ne kadar prokopius slav dünyasına, üstün bir ilaha ibadet etmeye bağlı tek tanrılı bir din atfederse de muhtemelen hiçbir zaman sistematik bir düzene oturmayan slav panteonunun, çoğu yerli olmak üzere farklı tanrıların bir arada yer aldığı animist ve çok tanrılı bir din olarak tarif edilmesi daha doğru olur. özellikle kievli slavlar arasında perun adlı gök gürültüsü ve yıldırım tanrısı daha baskın bir role sahipken diğer halklar arasında da güneş, gökyüzü ve ateş tanrısı rod veya genelde ahiret tanrısı olarak bilinen veles gibi ilahlar daha öncelikliydiler. bunların yanı sıra kanatlı köpek veya köpek başlı kuş şeklindeki bereket tanrısı simargl, rüzgâr tanrısı stribog veya bazı araştırmacılar tarafından slavların magna mater, yani büyük ana adı verilen yağmur tanrıçası mokos gibi başka bazı önemli figürler de sayılabilir.
slav dünyasının 9. yüzyıla kadar büyük ölçüde pagan olmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. bu dönemde rakip iki misyonerlik merkezinin, yani roma ile konstantinopolis'in çalışmaları daha yoğun hale gelir. bugün bile rus, sırp ve bulgarların ait olduğu ortodoks dünyası ile hırvat, sloven, çek, slovak ve polonyalıların oluşturduğu, roma hıristiyanlığına bağlı dünya arasında var olan çatlak bu dönemdeki değişimlerden kaynaklanır.
her ne kadar 7. yüzyıldaki yayılma hareketinden sonra slav dünyasında frank, irlanda ve roma misyonerleri rol oynarsa da, konstantinopolis kilisesi'nin bu konuda üstünlük elde ettiği ve daha büyük yayılma gücüne sahip olduğu anlaşılmaktadır; doğu dünyası, ortodoks dininin yayılmasını özellikle kirillos ile methodios kardeşlerin ve müritlerinin çabalarına borçludur. ancak doğulu hıristiyan ibadet şekillerinin kabulü, siyasi yöntem ve nedenlerle bağlantılı olarak da düşünülmelidir; örneğin francis dvornik'in slavların orta avrupa'daki “ilk büyük siyasi organizmamı olarak tarif ettiği büyük moravya'da konstantinopolis'in ibadet seçiminin, moravya krallarının katolik frankların moravya ve tuna havzalarında giderek yayılmalarına direnme çabasına bağlı olduğu bilinir. aynı şekilde 1. vladimir'in kiev prensliği olarak ortodoksluğu kabul etme kararında da hem sofya'da bir kilisede bizans dini törenleriyle tanışmış olmaktan kaynaklanan hayranlık duygusu, hem de bizans imparatoru 2. basileios'un kız kardeşi anna porphyrogenneta'yla evliliği rol oynar. 1. mieszko'nun 966'da vaftiz olma kararında ise, 9. yüzyıldan itibaren papaların özellikle dalmaçya bölgesinde uyguladığı ve hırvatlarla slovenlerin hıristiyanlığı kabul etmesiyle sonuçlanan baskının yanı sıra polonya dünyasının roma törenlerine olan yakınlığı da göz önüne alınmalıdır. germen kolonların giderek yayıldığı doğu almanya toprakları da 1. heinrich ile 1. otto yönetimi altında roma hıristiyanlığı dünyasına dahil olurlar.
günahkar-masum/güzel-çirkin ve benzeri, sayılabilecek bütün zıtlıkların en büyük ortak paydası.
hep müzik. daha çok müzik.
hep müzik. daha çok müzik.
dün yayınlanan skandal khk'da bununla da ilgili bir düzenleme var. daha önce, 1 ocak 2015'ten önce çalışanlara kadro verilecek denmişti ama dün yayınlanan khk'da 4 aralık 2017'den önce çalışanlara kadro verilecek deniyor. bu da bizi bir önceki yazımdaki haklılığımı ortaya koyuyor.
taşeron işçilerine kadro verileceği andan beri birçok kurumda ne hikmetse 4 aralık 2017 tarihinden önce toplu işe alımlar gerçekleşmiş. bu da demektir ki birilerinin adamları yine emek sarf etmeden devlet kadrolarına yerleşecekler.
daha önce defalarca kez söylediğim gibi akp zihniyeti asla ve asla halkın menfaatini düşünüp bir şey yapmaz. mutlaka birilerinin yakınları için yapmışlardır bunu ama bunu millete sizin için yaptık diye satıyorlar, halk da buna inanmaya dünden hazır ama biz dilimizde tüy bitene, nefesimiz kuruyana kadar neyin ne olduğunu anlatacağız. kimseyi ikna edemezsek de en azından vicdanımız rahat olur.
taşeron işçilerine kadro verileceği andan beri birçok kurumda ne hikmetse 4 aralık 2017 tarihinden önce toplu işe alımlar gerçekleşmiş. bu da demektir ki birilerinin adamları yine emek sarf etmeden devlet kadrolarına yerleşecekler.
daha önce defalarca kez söylediğim gibi akp zihniyeti asla ve asla halkın menfaatini düşünüp bir şey yapmaz. mutlaka birilerinin yakınları için yapmışlardır bunu ama bunu millete sizin için yaptık diye satıyorlar, halk da buna inanmaya dünden hazır ama biz dilimizde tüy bitene, nefesimiz kuruyana kadar neyin ne olduğunu anlatacağız. kimseyi ikna edemezsek de en azından vicdanımız rahat olur.
gaz sancısı ve bol bol gece uyuyayama içerecek bir cevaptır. çocuğunun olması güzel şey, sabırlı ol, tavsiyelere her zaman açık ol ve ona sımsıkı sarıl hep.
çok sevdiğim bir arkadaşımın bu konuda şöyle bir sorusu mevcut;
''Yazmak, bir hazin başlangıç mıdır yoksa bir hazin başlangıcın sonu mu?''
bu soruya tek bir cevap verebilecek kadar -amiyane tabirle- yürek yemiş biri değilim. sanırım akıl sahibi kimseler de benim gibi düşünür. çünkü yazmak ne bir şeyin sonu, ne bir şeylerin başlangıcı. iki sorunun da iki farklı cevabı var. salt doğru olmadığı gibi salt yanlış da değil. çünkü bunun bilgisine henüz kimse vakıf değil. fakat yine de, bir miktar netlik kazandırılabilir.
yazmak hem, hazin bir başlangıçtır, hem, hazin bir başlangıcın sonudur.
yazmak aynı zamanda hazin bir başlangıç değildir, ancak bu hazin bir sonun gelmeyeceğini de garanti edemez.
tüm bunlardan çok da bağımsız olmayacak şekilde yazmak, fikrime göre hastalıktır. gerçek manada 'yazabilen' ya da 'yazan' insan, mutlu değildir. bir şeyleri biliyordur çünkü ve bilgi yüktür, zuldür.
bilgi zenginlik olabilir, ancak zenginliğin iyi olduğunu kim söyleyebilir? mesela, herkes parasızlık, fakirlik ile sınanmaz hayatta.
para ile de sınanır insan. hatta en çok para ile sınanır. özellikle günümüz toplumlarında.
tüm bunlardan... diye başlayan paragrafa dönecek olursam, 'yazmak', güzel bir hayata denk düşmez. anlatabilen, yazabilen insan, anlatabilse kendini etrafına, aktarabilse benliğini, içini, niye yazsın? yazabilen, yazan birinin kendinden başka, en çok tükettiği şey kalemidir. ancak anlaşıldığı gün de, o kişinin sümerler dahil olmak üzere yazıya ve yazmaya dair her şeyi unuttuğu gündür.
''Yazmak, bir hazin başlangıç mıdır yoksa bir hazin başlangıcın sonu mu?''
bu soruya tek bir cevap verebilecek kadar -amiyane tabirle- yürek yemiş biri değilim. sanırım akıl sahibi kimseler de benim gibi düşünür. çünkü yazmak ne bir şeyin sonu, ne bir şeylerin başlangıcı. iki sorunun da iki farklı cevabı var. salt doğru olmadığı gibi salt yanlış da değil. çünkü bunun bilgisine henüz kimse vakıf değil. fakat yine de, bir miktar netlik kazandırılabilir.
yazmak hem, hazin bir başlangıçtır, hem, hazin bir başlangıcın sonudur.
yazmak aynı zamanda hazin bir başlangıç değildir, ancak bu hazin bir sonun gelmeyeceğini de garanti edemez.
tüm bunlardan çok da bağımsız olmayacak şekilde yazmak, fikrime göre hastalıktır. gerçek manada 'yazabilen' ya da 'yazan' insan, mutlu değildir. bir şeyleri biliyordur çünkü ve bilgi yüktür, zuldür.
bilgi zenginlik olabilir, ancak zenginliğin iyi olduğunu kim söyleyebilir? mesela, herkes parasızlık, fakirlik ile sınanmaz hayatta.
para ile de sınanır insan. hatta en çok para ile sınanır. özellikle günümüz toplumlarında.
tüm bunlardan... diye başlayan paragrafa dönecek olursam, 'yazmak', güzel bir hayata denk düşmez. anlatabilen, yazabilen insan, anlatabilse kendini etrafına, aktarabilse benliğini, içini, niye yazsın? yazabilen, yazan birinin kendinden başka, en çok tükettiği şey kalemidir. ancak anlaşıldığı gün de, o kişinin sümerler dahil olmak üzere yazıya ve yazmaya dair her şeyi unuttuğu gündür.
kış mevsiminin içinde iken titreten havalarla birlikte uyuşuk modda güzel bir belgesel izlemesini tavsiye ettiğim yazar. hatta ben şuraya blue planet'in linkini koyayım bakar belki.
çok iyi olması gereken şeydir, zira heriflerin elinde ocağımıza incir ağacı dikecek teknoloji, bilim var. öyle bir şey sunulmalı ki, memnun ayrılsın gezegenden. ben bu şeyin ot olduğunu düşünüyorum.
+abicim elimde tam size göre bir mal var, bunu içiyorsun, saman yolu ayaklarının altında. sağdan dönüyoruz bu arada.
-mis.
+abicim elimde tam size göre bir mal var, bunu içiyorsun, saman yolu ayaklarının altında. sağdan dönüyoruz bu arada.
-mis.
köprü metni ve çevre teknolojileri hakkında 50 dakikalık bir belgesel film. Douglas Adams tarafından yazılmış ve Max Whitby tarafından yönetilmiştir. Douglas Adams'ı bir bilgisayar kullanıcısı ve Tom Baker'ı bir yazılım aracısının bir kişiliği olarak canlandırdı.
Gösteride Adams'ın çeşitli medyaya göz attığı bir rüyası var. Adams tarama yaparken, köprü metin ve multi medya genel temasıyla ilgili birçok kişi ve projeler sunuluyor;
-Vannevar Bush ve Memex konsepti.
-Ted Nelson köprü metni ve Xanadu Projesini açıklıyor.
Hans Peter Brøndmo, animasyonlu simgeler fikrinden bahsediyor.
-Robert Winter, Beethoven'ın 9. Senfonisinin etkileşimli bir versiyonu hakkında konuşuyor.
-Kurt Vonnegut'un Palm Sunday adlı kitabından bir fikir sunulmuştur, Öyküler ve anlatı yapılarının grafiksel olarak matematiksel olarak temsil edilebilen şekilleri vardır.
-Robert Abel, Picasso'nun Guernica'sının multi medya versiyonunu gösteriyor.
-Apple Multimedia Lab çalışanları Steve Gano, Kristee Kreitman, Kristina Hooper, Michael Naimark ve Fabrice Florin, DNA yapısının 1953 keşfinin BBC TV filmi dramatizasyonunda yer alan Life Story'in multi medya sürümü hakkında konuşuyorlar.
-Amanda Goodenough, Hipercard'ı kullanan çocuklar için interaktif bir hikaye olan inigo Gets Out'u sunar.
-Brad deGraf ve Michael Wahrman dijital kuklası Mike Normal hakkında konuşurlar.
-Bir NASA Ames Araştırma Merkezi bilim adamı Cyberiad denilen bir Prototip Sanal Gerçeklik kaskı sunuyor.
-Marc Canter, Adams tarafından "tıklanmamış" animasyonlu bir simge olarak bir kameo görünümünü üretiyor; izleyici hiçbir zaman görüşmesini görmez.
Rüya, bilginin 2005 yılında nasıl erişilebileceğine dair bir vizyonla sona eriyor. Hyperland modern web'in bir dizi özelliklerini anlatıyor. Bu, özellikle ilk Web tarayıcısının genel yayın tarihinden yaklaşık bir yıl önce olduğundan dikkat çekicidir.
Gösteride Adams'ın çeşitli medyaya göz attığı bir rüyası var. Adams tarama yaparken, köprü metin ve multi medya genel temasıyla ilgili birçok kişi ve projeler sunuluyor;
-Vannevar Bush ve Memex konsepti.
-Ted Nelson köprü metni ve Xanadu Projesini açıklıyor.
Hans Peter Brøndmo, animasyonlu simgeler fikrinden bahsediyor.
-Robert Winter, Beethoven'ın 9. Senfonisinin etkileşimli bir versiyonu hakkında konuşuyor.
-Kurt Vonnegut'un Palm Sunday adlı kitabından bir fikir sunulmuştur, Öyküler ve anlatı yapılarının grafiksel olarak matematiksel olarak temsil edilebilen şekilleri vardır.
-Robert Abel, Picasso'nun Guernica'sının multi medya versiyonunu gösteriyor.
-Apple Multimedia Lab çalışanları Steve Gano, Kristee Kreitman, Kristina Hooper, Michael Naimark ve Fabrice Florin, DNA yapısının 1953 keşfinin BBC TV filmi dramatizasyonunda yer alan Life Story'in multi medya sürümü hakkında konuşuyorlar.
-Amanda Goodenough, Hipercard'ı kullanan çocuklar için interaktif bir hikaye olan inigo Gets Out'u sunar.
-Brad deGraf ve Michael Wahrman dijital kuklası Mike Normal hakkında konuşurlar.
-Bir NASA Ames Araştırma Merkezi bilim adamı Cyberiad denilen bir Prototip Sanal Gerçeklik kaskı sunuyor.
-Marc Canter, Adams tarafından "tıklanmamış" animasyonlu bir simge olarak bir kameo görünümünü üretiyor; izleyici hiçbir zaman görüşmesini görmez.
Rüya, bilginin 2005 yılında nasıl erişilebileceğine dair bir vizyonla sona eriyor. Hyperland modern web'in bir dizi özelliklerini anlatıyor. Bu, özellikle ilk Web tarayıcısının genel yayın tarihinden yaklaşık bir yıl önce olduğundan dikkat çekicidir.
bir planck zamanı -43 sanıienın 10'da biri demek. yani ondalık sayı düzenine göre 42 tane sıfır ve ardından gelen bir adet bir rakamı. hayal edemeyeceğimiz kadar küçük bir zaman dilimi.
(bkz: 0.000000000000000000000000000000000000000001)
*
az önce evrenin oluşurken harcadığı zamanı yazdım. saniyenin 43'de birinde oluşan evrenin 13.7 milyar yıldır müdahimleriyiz.
(bkz: 0.000000000000000000000000000000000000000001)
*
az önce evrenin oluşurken harcadığı zamanı yazdım. saniyenin 43'de birinde oluşan evrenin 13.7 milyar yıldır müdahimleriyiz.
Galaksilerin listesi ve galaksi kümeleri;
(bkz:Abell 1835 IR1916)
(bkz:Abell 2142)
(bkz:Andromeda galaksisi) (M31)
(bkz:Andromeda Ben)
(bkz:Andromeda II)
(bkz:Andromeda III)
(bkz:Andromeda XIX)
(bkz:Bebek patlaması galaksisi)
(bkz:Barnards galaksisi) (NGC 6822)
(bkz:Siyah Göz galaksisi) (M64)
(bkz:Bode'nun galaksisi) (M81)
(bkz:Canis Major cüce galaksi)
(bkz:Cartwheel galaksisi)
(bkz:Centaurus Bir galaksi) (NGC 5128)
(bkz:Circinus galaksisi)
(bkz:Puro galaksisi) (M82)
(bkz:GN-z11) (bilinen en eski galaksi)
(bkz:Hoag'ın nesnesi) (yüzük gökadası)
(bkz:IC 10)
(bkz:IC 1101 bilinen en büyük galaksi)
(bkz:IC 1613)
(bkz:Büyük Magellan Bulutu)
(bkz:Leo ben)
(bkz:Leo II)
(bkz:LGS 3)
(bkz:Messier 49) (NGC 4472)
(bkz:Messier 83 Güney Çark Gökadası)
(bkz:Messier 84) (NGC 4374)
(bkz:Messier 87) (NGC 4486)
(bkz:Messier 100) (NGC 4321)
(bkz:Samanyolu) - Güneş sisteminin ev galaksisi
(bkz:Magellan Bulutları)
(bkz:NGC185)
(bkz:NGC147)
(bkz:NGC 205) (M110)
(bkz:NGS 221) (M32)
(bkz:NGC 4526)
(bkz:NGC 6822)
(bkz:Fırıldak galaksisi) (M101)
(bkz:Küçük Magellan Bulutu)
(bkz:Sombrero galaksisi) (M104)
(bkz:Mil galaksisi) (M102)
(bkz:Denizyıldızı galaksisi)
(bkz:Ayçiçeği galaksisi) (M63)
(bkz:Triyangulum galaksi) (M33)
(bkz:UDFy-38135539) (HUDF.YD3)
(bkz:Whirlpool galaksisi) (M51)
(bkz:Wolf-Lundmark-Melotte) (WLM)
(bkz:Abell 1835 IR1916)
(bkz:Abell 2142)
(bkz:Andromeda galaksisi) (M31)
(bkz:Andromeda Ben)
(bkz:Andromeda II)
(bkz:Andromeda III)
(bkz:Andromeda XIX)
(bkz:Bebek patlaması galaksisi)
(bkz:Barnards galaksisi) (NGC 6822)
(bkz:Siyah Göz galaksisi) (M64)
(bkz:Bode'nun galaksisi) (M81)
(bkz:Canis Major cüce galaksi)
(bkz:Cartwheel galaksisi)
(bkz:Centaurus Bir galaksi) (NGC 5128)
(bkz:Circinus galaksisi)
(bkz:Puro galaksisi) (M82)
(bkz:GN-z11) (bilinen en eski galaksi)
(bkz:Hoag'ın nesnesi) (yüzük gökadası)
(bkz:IC 10)
(bkz:IC 1101 bilinen en büyük galaksi)
(bkz:IC 1613)
(bkz:Büyük Magellan Bulutu)
(bkz:Leo ben)
(bkz:Leo II)
(bkz:LGS 3)
(bkz:Messier 49) (NGC 4472)
(bkz:Messier 83 Güney Çark Gökadası)
(bkz:Messier 84) (NGC 4374)
(bkz:Messier 87) (NGC 4486)
(bkz:Messier 100) (NGC 4321)
(bkz:Samanyolu) - Güneş sisteminin ev galaksisi
(bkz:Magellan Bulutları)
(bkz:NGC185)
(bkz:NGC147)
(bkz:NGC 205) (M110)
(bkz:NGS 221) (M32)
(bkz:NGC 4526)
(bkz:NGC 6822)
(bkz:Fırıldak galaksisi) (M101)
(bkz:Küçük Magellan Bulutu)
(bkz:Sombrero galaksisi) (M104)
(bkz:Mil galaksisi) (M102)
(bkz:Denizyıldızı galaksisi)
(bkz:Ayçiçeği galaksisi) (M63)
(bkz:Triyangulum galaksi) (M33)
(bkz:UDFy-38135539) (HUDF.YD3)
(bkz:Whirlpool galaksisi) (M51)
(bkz:Wolf-Lundmark-Melotte) (WLM)
istanbul film akademi'nin youtube kanalında yayınladığı, yönetmen ilker canikligil'in sinema ve sinemacılık dünyasındaki klişelerden, doğru bilinen yanlışlardan bahsettiği güzel bir youtube projesi. hem eğitici hem eğlendirici.
bu entry flood kapsamına girer mi bilmiyorum; fakat konu önemli aslında.
gerek yerli gerekse de yabancı sitelerde olsun windows 10'a -yani aslında bilgisayara- kapatma komutu verilmesine rağmen sistemin aslında kapanmadığı, bunun yerine hazırda bekleme (hibernate) konumuna geçtiğine dair tartışmalar var. windows 10'u biraz kurcaladım ve "konuyu aydınlatayım" dedim.
bilgisayarınızda windows 10 sistemini kullanıyorsanız kapatma komutu verdiğinizde gerçekten de bilgisayarınızı aslında kapatmış olmuyorsunuz. cihazınız "hazırda bekleme" olarak tercüme edilen "hibernate" durumuna geçiyor. microsoft'un bunu yapmasındaki sebep, sistemin hızlı açılmasını sağlamak olmalı.
görev yöneticisi -> performans -> cpu sekmesine gelin ve çalışma zamanını kontrol edin. cihazınızın en az 1 gün boyunca açık olduğunu görebilirsiniz. ama aslında bilgisayarınızı yeni açmıştınız.
peki bu nasıl oluyor?
windows 10 işletim sistemini bilgisayarınıza yüklediğinizde, sistem hard disk kapasitenize bağlı olarak yaklaşık 500 mb. büyüklüğünde gizli bir partisyon oluşturuyor. bu partisyon windows 10 tarafından önbellek olarak kullanılıyor. hazırda bekletme dosyaları burada depolanıyor ve sisteme "kapat" komutu verdiğinizde windows 10 bu partisyonu kullanıyor.
herhangi bir boot edilebilir hdd yazılımı kullanarak bu partisyonu sildiğinizde bilgisayarınızı kucağınıza almasanız bile windows 10'u tekrar yüklemek zorundasınız. hatta evvelce almış olduğunuz imajlar bile devre dışı kalabiliyor.
çözüm :
bu aslında bir sorun sayılmaz. dolayısıyla da buna bir çözüm diyemeyiz. fakat görev yöneticisindeki kronometre canınızı sıkıyorsa sisteminizi "restart" edin, kronometre resetlenecektir.
evet. bunca edebiyatın sonunda tek çözüm bu.
teamül ve kurallar gereği tanım : microsoft firmasının en son ürettiği, yazdığı ve programladığı işletim sistemi.
gerek yerli gerekse de yabancı sitelerde olsun windows 10'a -yani aslında bilgisayara- kapatma komutu verilmesine rağmen sistemin aslında kapanmadığı, bunun yerine hazırda bekleme (hibernate) konumuna geçtiğine dair tartışmalar var. windows 10'u biraz kurcaladım ve "konuyu aydınlatayım" dedim.
bilgisayarınızda windows 10 sistemini kullanıyorsanız kapatma komutu verdiğinizde gerçekten de bilgisayarınızı aslında kapatmış olmuyorsunuz. cihazınız "hazırda bekleme" olarak tercüme edilen "hibernate" durumuna geçiyor. microsoft'un bunu yapmasındaki sebep, sistemin hızlı açılmasını sağlamak olmalı.
görev yöneticisi -> performans -> cpu sekmesine gelin ve çalışma zamanını kontrol edin. cihazınızın en az 1 gün boyunca açık olduğunu görebilirsiniz. ama aslında bilgisayarınızı yeni açmıştınız.
peki bu nasıl oluyor?
windows 10 işletim sistemini bilgisayarınıza yüklediğinizde, sistem hard disk kapasitenize bağlı olarak yaklaşık 500 mb. büyüklüğünde gizli bir partisyon oluşturuyor. bu partisyon windows 10 tarafından önbellek olarak kullanılıyor. hazırda bekletme dosyaları burada depolanıyor ve sisteme "kapat" komutu verdiğinizde windows 10 bu partisyonu kullanıyor.
herhangi bir boot edilebilir hdd yazılımı kullanarak bu partisyonu sildiğinizde bilgisayarınızı kucağınıza almasanız bile windows 10'u tekrar yüklemek zorundasınız. hatta evvelce almış olduğunuz imajlar bile devre dışı kalabiliyor.
çözüm :
bu aslında bir sorun sayılmaz. dolayısıyla da buna bir çözüm diyemeyiz. fakat görev yöneticisindeki kronometre canınızı sıkıyorsa sisteminizi "restart" edin, kronometre resetlenecektir.
evet. bunca edebiyatın sonunda tek çözüm bu.
teamül ve kurallar gereği tanım : microsoft firmasının en son ürettiği, yazdığı ve programladığı işletim sistemi.
Zenginliği sözlükte değil reel hayatta yaşamak istiyorum.
En büyük zenginliğimin bilgide değil cüzdanımda olmasını istiyorum.
Bugünü verene de şükür o da ayrı bir konu.
En büyük zenginliğimin bilgide değil cüzdanımda olmasını istiyorum.
Bugünü verene de şükür o da ayrı bir konu.
yerden göğe kadar doğru bir ifade ama aynı ölçüde de bir anlam ifade etmeyen cümle. neden? çünkü birleşmiş milletler'in 193 üyesi var ama beş daimi üyeden biri yasayı veto ettiği zaman geri kalan 192 ülkenin elinden bir şey gelmiyor. eğer bununla ilgili sorununuz varsa ya bm'nin yapısını değiştirecek bir lobiniz olacak ya da bm'den çıkacaksınız. beş ülke istedikleri gibi at koşturuyor, geriye kalan 188 ülke de onlar ne derlerse onu yapıyor. dediğim gibi yapının halihazırdaki şekli uygun değilse 188 ülke bm'den ayrılıp her ülkenin eşit oy hakkına sahip olduğu yeni bir yapı oluşturabilir ama ben eminim 188 ülkenin en az 170'i adı geçen beş ülkeyi karşılarına almaya cesaret edemezler. kudüs oylaması bir istisna, çünkü abd bir tarafsa diğer tarafta da birliğin daimi dört üyesi var ve israil'in teröre varan politikalarından herkes rahatsız.
"duygusal açıdan kafası karışık bir kadınla ilişki kurmayın. o kafasını toparlayınca sizden kurtulmak ister. siz de kırılırsınız"
kalem berberi
kalem berberi
zamanında ne yağız delikanlıların dilini yakmış, ne aşkların önünü kesmiş, kimleri kimleri intihara kadar sürüklemiş durumdur. bir defa böyle bir şey kesinlikle var, inkâr edemeyiz. nedenini açıklayacağım. ancak şunu söylemeden geçemem, bu durum her millet'e haiz kadında bulunur. hatta hayvanlarda bile bulunur. esasen hayvanlarda tam olarak ''piç'' olarak gerçekleşmese de, kabaca ''güçlü-çığırtkan-eli kolu uzun'' diyeibleceğimiz şekilde işliyor. türk kadınında da böyle bir durumun varlığının hiçbir anormal tarafının olmamasıyla birlikte bu kadar sırıtmasının sebebi türk kadınlarının sanırım çok afişe edici şekilde,
tabiri caizse bağıra bağıra bunu gerçekleştirmesidir.
sevgili zengin sözlük yazarları, kardeşlerim, bu biraz komplike bir konu. biraz uzun bir yazı olabilir yani. bu ve bununla bağlantılı olabilecek bir konuyu da içeren bir yazı olacak.
bir defa bu ve benzeri başlıklarda hiç değişmeyen 2 öğe vardır. biri kadın, diğeri erkek ve ikisi de genelde türk. türk olmak bir yana, farklı cinslerden olmaları esasen olmuş ve olabilecek sorunların kaynağı. hatta daha kendi cinsinin yani kendinin bile farkında olunmaması da kaynaklardan biri.
günümüzde kadın dediğimiz canlı, farklı şeylerin içerisinde olan, o şeylerden etkilenen, etkileyen, etkileşim halinde olan bir varlık. yüzlerce türden insan var. çeşit çeşit. bir kadının gözü yılı silicon valley'de bitirmekte iken, bir başka kadının gözü finalleri atlatıp uzatmadan okulu bitirmektir, diğerinin gözü mesleki yükseltme almak, bir başkasının tek düşüncesi 3 aylık çocuğunun karnını doyurmaktır.
bu farklı yaşamlara sahip insanların ortak olan tek bir yönü var, kadın olmaları. bir başka ortak noktaları daha var ama. o da kadın olmanın yanında karşımıza çıkan hipergami diye bir kavram.
hipergami, doğada bulunan bütün canlılar, cinsler arasında erkek ve kadın uyumunu sağlayan, dişi olanın eş seçiminde her zaman kendinden en azından biraz daha, bir erkekle çiftleşmesi, onunla olması, kendini ona adaması, ondan çocuklarının olmasını istemesi ve dolayısıyla onu seçmesine olanak sağlayan mekanizma. yani dişi, çiftleşeceği, birlikte olacağı erkeğin güç sahibi olmasını istiyor bu mekanizmaya göre. bu kadın ister ofis çalışanı olsun, ister tarlada ırgat olsun, isterse channel'in bölge sorumlusu olsun.
bu gayet doğal, içgüdüsel ve olağan. keza evrimsel süreçler içinde de bu eğilimsüregeldi. olması gereken de buydu. ne yani, çocuklarını koruyamayacak bir erkekle kim birlikte olmak ister ki? daha güçlü bir erkekle? maddi olarak çok daha iyi duruma sahip bir erkekle kim olmak istemez? evi birileri tarafından yağmalanıp, çocuklarına tecavüz edilirken bir kadın kocasının onu ve çocuklarını korumasını istemez mi? kocasının güçlü olup onu ve ailesini korumasını?
günümüzde, parayla hemen her şeyin satın alınabileceği günümüz dünyasında mesela, sosyal konumu dolayısıyla maddi olarak çok hoş bir noktada bulunan bir erkekle kim birlikte olmak istemez?
buna bariz şekilde. herkes şahit olmuştur ister birinci elden, ister çevreden aldığı duyumlardan olsun, en basitinden, bir kadın her daim en düşük ölçekte, evleneceği, birlikte olacağı erkeğin kendinden yaşça büyük olmasını tercih eder. en kötü ihtimalle aynı yaşta olmasını tercih eder.
ne kadar efendi olunursa olunsun, çeşitli içgüdüsel istekleri tatmin etmeyen erkek, istediği kadar efendi olsun, olmaz. bir defa baştan terstir o erkek, kadına göre. çünkü kadın karşısında bir erkek görmek istiyor. olgun bir insan, sığınacak güvenli bir liman arıyor karşısında. efendi erkek de bunu verebilir, ancak ''piç'' diye tasvir edilen erkek, yapısı ve habitatı gereği bunu daha çok vaat ediyor kadına.
''hayır, ben istemem o tür erkeği, benden daha düşük olacak o erkek, ben daha çok kazanacağım ondan, boyum daha uzun olmalı ondan, daha atılgan veya girişken olacağım ondan''
diyen bir kadının daha ciddi sorunları vardır. kendine sorması ve cevaplaması gereken birkaç soru vardır, ancak bu girdinin konusu bu değil ne yazık ki.
neyse. ''piç erkek-efendi erkek'' konusuna gelirsek, piç erkek daha atılgan, efendi erkeğe göre çok daha geniş arkadaş-iş çevresi olan, istediği vakit çok daha kısa sürede borç para bulabilecek olan, birlikte olacağı kadını efendi erkeğe göre daha emin şekilde koruyabilen üstelik bunları yaparken eğlenmesini daha iyi bilen, biraz tanrısal kıvamda bir izlenime, yapıya, görüntüye sahip erkektir. ''serseriyim kızım ben, üzerim seni.'' cümlesini kuran bir erkek ile birlikte olan kadınları gördük, görüyoruz ve göreceğiz de.
kadınların bu sebeple efendi erkek yerine piç tercihi doğrudur, yerindedir, olması gereken şeydir, kimsenin ama kimsenin ''yok öyle bir şey'' diyemeyeceği bir durumdur. peki ama bu durum neden türk kadınlarında patlıyor? o da başka yazıya.
tabiri caizse bağıra bağıra bunu gerçekleştirmesidir.
sevgili zengin sözlük yazarları, kardeşlerim, bu biraz komplike bir konu. biraz uzun bir yazı olabilir yani. bu ve bununla bağlantılı olabilecek bir konuyu da içeren bir yazı olacak.
bir defa bu ve benzeri başlıklarda hiç değişmeyen 2 öğe vardır. biri kadın, diğeri erkek ve ikisi de genelde türk. türk olmak bir yana, farklı cinslerden olmaları esasen olmuş ve olabilecek sorunların kaynağı. hatta daha kendi cinsinin yani kendinin bile farkında olunmaması da kaynaklardan biri.
günümüzde kadın dediğimiz canlı, farklı şeylerin içerisinde olan, o şeylerden etkilenen, etkileyen, etkileşim halinde olan bir varlık. yüzlerce türden insan var. çeşit çeşit. bir kadının gözü yılı silicon valley'de bitirmekte iken, bir başka kadının gözü finalleri atlatıp uzatmadan okulu bitirmektir, diğerinin gözü mesleki yükseltme almak, bir başkasının tek düşüncesi 3 aylık çocuğunun karnını doyurmaktır.
bu farklı yaşamlara sahip insanların ortak olan tek bir yönü var, kadın olmaları. bir başka ortak noktaları daha var ama. o da kadın olmanın yanında karşımıza çıkan hipergami diye bir kavram.
hipergami, doğada bulunan bütün canlılar, cinsler arasında erkek ve kadın uyumunu sağlayan, dişi olanın eş seçiminde her zaman kendinden en azından biraz daha, bir erkekle çiftleşmesi, onunla olması, kendini ona adaması, ondan çocuklarının olmasını istemesi ve dolayısıyla onu seçmesine olanak sağlayan mekanizma. yani dişi, çiftleşeceği, birlikte olacağı erkeğin güç sahibi olmasını istiyor bu mekanizmaya göre. bu kadın ister ofis çalışanı olsun, ister tarlada ırgat olsun, isterse channel'in bölge sorumlusu olsun.
bu gayet doğal, içgüdüsel ve olağan. keza evrimsel süreçler içinde de bu eğilimsüregeldi. olması gereken de buydu. ne yani, çocuklarını koruyamayacak bir erkekle kim birlikte olmak ister ki? daha güçlü bir erkekle? maddi olarak çok daha iyi duruma sahip bir erkekle kim olmak istemez? evi birileri tarafından yağmalanıp, çocuklarına tecavüz edilirken bir kadın kocasının onu ve çocuklarını korumasını istemez mi? kocasının güçlü olup onu ve ailesini korumasını?
günümüzde, parayla hemen her şeyin satın alınabileceği günümüz dünyasında mesela, sosyal konumu dolayısıyla maddi olarak çok hoş bir noktada bulunan bir erkekle kim birlikte olmak istemez?
buna bariz şekilde. herkes şahit olmuştur ister birinci elden, ister çevreden aldığı duyumlardan olsun, en basitinden, bir kadın her daim en düşük ölçekte, evleneceği, birlikte olacağı erkeğin kendinden yaşça büyük olmasını tercih eder. en kötü ihtimalle aynı yaşta olmasını tercih eder.
ne kadar efendi olunursa olunsun, çeşitli içgüdüsel istekleri tatmin etmeyen erkek, istediği kadar efendi olsun, olmaz. bir defa baştan terstir o erkek, kadına göre. çünkü kadın karşısında bir erkek görmek istiyor. olgun bir insan, sığınacak güvenli bir liman arıyor karşısında. efendi erkek de bunu verebilir, ancak ''piç'' diye tasvir edilen erkek, yapısı ve habitatı gereği bunu daha çok vaat ediyor kadına.
''hayır, ben istemem o tür erkeği, benden daha düşük olacak o erkek, ben daha çok kazanacağım ondan, boyum daha uzun olmalı ondan, daha atılgan veya girişken olacağım ondan''
diyen bir kadının daha ciddi sorunları vardır. kendine sorması ve cevaplaması gereken birkaç soru vardır, ancak bu girdinin konusu bu değil ne yazık ki.
neyse. ''piç erkek-efendi erkek'' konusuna gelirsek, piç erkek daha atılgan, efendi erkeğe göre çok daha geniş arkadaş-iş çevresi olan, istediği vakit çok daha kısa sürede borç para bulabilecek olan, birlikte olacağı kadını efendi erkeğe göre daha emin şekilde koruyabilen üstelik bunları yaparken eğlenmesini daha iyi bilen, biraz tanrısal kıvamda bir izlenime, yapıya, görüntüye sahip erkektir. ''serseriyim kızım ben, üzerim seni.'' cümlesini kuran bir erkek ile birlikte olan kadınları gördük, görüyoruz ve göreceğiz de.
kadınların bu sebeple efendi erkek yerine piç tercihi doğrudur, yerindedir, olması gereken şeydir, kimsenin ama kimsenin ''yok öyle bir şey'' diyemeyeceği bir durumdur. peki ama bu durum neden türk kadınlarında patlıyor? o da başka yazıya.
25 haziran 1961 tarihinde kaydedilmiş olan bill evans trio albümü. piyanoda bill evans, basda scoot lafaro davulda da paul motian'ın birlikte yaptıkları son kayıttır bu tarihten on gün sonra lafaro trafik kazasında hayatına kaybetmiştir. albüme dönecek olursak caz tarihinin en iyilerinden biridir.
Fenerbahçe futbol takımını sevmeyen taraftar grubu.
Bana göre, futbol sadece insanların eğlenmek için izledikleri bir spor dalı olmalıdır. Ancak yaşadığımız coğrafyada uğruna adam bile öldürülebiliyor.
Birileri 1 aylık maaşını vererek maça gidiyor, adam yaralıyor, darp ediyor, adam öldürüyor.
Uğruna katil olduğunuz kişilerde aşağıdaki örnekteki gibi evlerde hayat sürüyor. Olaya neresinden bakarsam bakayım mantıksız gibi geliyor bana.
Ne için birbirinize düşman oluyorsunuz? desteklediğiniz takım futbolcuları daha iyi hayatlar sürsün diye mi?
zenginsozluk.com/foto
Bana göre, futbol sadece insanların eğlenmek için izledikleri bir spor dalı olmalıdır. Ancak yaşadığımız coğrafyada uğruna adam bile öldürülebiliyor.
Birileri 1 aylık maaşını vererek maça gidiyor, adam yaralıyor, darp ediyor, adam öldürüyor.
Uğruna katil olduğunuz kişilerde aşağıdaki örnekteki gibi evlerde hayat sürüyor. Olaya neresinden bakarsam bakayım mantıksız gibi geliyor bana.
Ne için birbirinize düşman oluyorsunuz? desteklediğiniz takım futbolcuları daha iyi hayatlar sürsün diye mi?
zenginsozluk.com/foto
Bende yerini an itibarıyla ölme isteğine bırakmış his.
Yarın İstanbul'a gitmek için tüm hazırlıkları yaptım. Yarın için izin formumu doldurdum, uçak biletimi aldım, para iadesiz otel rezervasyonum da tamamdı. Paraları Leyla'ya bastım da bastım, sadece beş adet kendini bilmez göt yüzünden İstanbul'da katılacağım eğitim iptal oldu! Arkadaşım ben İzmir'deyim ve önümdeki her engele tekmeler savura savura kendimi eğitim tarihine uydurarak katılacağımı taahhüt ediyorum, eğitimin olacağı yer kıçlarının dibinde olan şımarık çocukları prigrimlirini iydirimidikliri için eğitime iki gün kala katılımlarını topluca iptal ediyorlar! Üstelik bu eğitim, çalıştıkları kurumlar tarafından kendilerine zorunlu tutulmuş fakat benim ise sadece hobi olarak yaptığım uğraşta zevkimi tatmin edecekken!
Neyse ki dünya çapında profesyonelliğiyle nam salmış bir kurumun eğitimiydi de beni mağdur etmediler. Yaptığım onca masrafa karşılık birkaç ay sonrası için tarihi yeniden planlanacak olan eğitimde tüm masraflarımı karşılayacaklarını söylediler.
Neyse, bugün de günlüğüm olarak kullanmak için bu başlığı seçmiş oldum. Özetle gergin ve insanların vurdumduymazlıklarına karşı öfkeliyim!
Yarın İstanbul'a gitmek için tüm hazırlıkları yaptım. Yarın için izin formumu doldurdum, uçak biletimi aldım, para iadesiz otel rezervasyonum da tamamdı. Paraları Leyla'ya bastım da bastım, sadece beş adet kendini bilmez göt yüzünden İstanbul'da katılacağım eğitim iptal oldu! Arkadaşım ben İzmir'deyim ve önümdeki her engele tekmeler savura savura kendimi eğitim tarihine uydurarak katılacağımı taahhüt ediyorum, eğitimin olacağı yer kıçlarının dibinde olan şımarık çocukları prigrimlirini iydirimidikliri için eğitime iki gün kala katılımlarını topluca iptal ediyorlar! Üstelik bu eğitim, çalıştıkları kurumlar tarafından kendilerine zorunlu tutulmuş fakat benim ise sadece hobi olarak yaptığım uğraşta zevkimi tatmin edecekken!
Neyse ki dünya çapında profesyonelliğiyle nam salmış bir kurumun eğitimiydi de beni mağdur etmediler. Yaptığım onca masrafa karşılık birkaç ay sonrası için tarihi yeniden planlanacak olan eğitimde tüm masraflarımı karşılayacaklarını söylediler.
Neyse, bugün de günlüğüm olarak kullanmak için bu başlığı seçmiş oldum. Özetle gergin ve insanların vurdumduymazlıklarına karşı öfkeliyim!
blockchain alternatifi olan diğer kripto paraların aksine tangle altyapısını kullanan kripto para. iot sistemlerin birbiriyle iletişimi sırasında kullanılmasını öngörüyor. örnek olarak: kargo işlemi yapan bir drone var. bu drone kargoları dağıttıkça müşterilerden iota topluyor ve kendi enerjisi ( bataryası ) bitmeye yakınken enerji satın almak için enerji istasyonundan elektriği iota ödeyerek alıyor.
özet olarak: hafif yapısıyla ileride oluşacak otonom cihazların kendileri arasındaki ekonomiyi otomatik hale getirdiği dönemde bu ekonomide dönecek para olmak istiyor.
web sitesi: https://iota.org/
ekleme: mineable değildir ve ticaret yapısı oturduktan sonra iota'nın herhangi bir transfer ücreti olmayacak.
özet olarak: hafif yapısıyla ileride oluşacak otonom cihazların kendileri arasındaki ekonomiyi otomatik hale getirdiği dönemde bu ekonomide dönecek para olmak istiyor.
web sitesi: https://iota.org/
ekleme: mineable değildir ve ticaret yapısı oturduktan sonra iota'nın herhangi bir transfer ücreti olmayacak.
Hoş gelmiş yazar.
Yeniden doğar doğmaz ilk nefesini sözlüğümüzde almış yeni yazarımız.
Kendisine bir adet türkçe klavye armağan etmek isterdik ancak maaşlarımızı zamanında alamadığımızdan elimizdeki imkânlar sadece aşağıdakilere yetiyor, buyursun:
(bkz: zengin sözlük manifestosu)
(bkz: entry girme rehberi)
Sözlükten tamamen sıyrılırsam kendisi çok sevdiğim ve kötü günümde de yanımda olduğunu gördüğüm, kıçı başı ayrı oynamayan bir arkadaşımdır. Kim migren atağında deli gibi kusan birini hastanelere taşır ki? Kendisini ısrarla seviniz.
Kendisine bir adet türkçe klavye armağan etmek isterdik ancak maaşlarımızı zamanında alamadığımızdan elimizdeki imkânlar sadece aşağıdakilere yetiyor, buyursun:
(bkz: zengin sözlük manifestosu)
(bkz: entry girme rehberi)
Sözlükten tamamen sıyrılırsam kendisi çok sevdiğim ve kötü günümde de yanımda olduğunu gördüğüm, kıçı başı ayrı oynamayan bir arkadaşımdır. Kim migren atağında deli gibi kusan birini hastanelere taşır ki? Kendisini ısrarla seviniz.
ingilizcem iyi değil ama sanırım yeniden doğuş anlamına gelen kelime.
Yeni yazar hoş geldin.
Yeni yazar hoş geldin.