Daha ameliyat olalı 1 ay, enfeksiyon sebebiyle ölümlerden döneli 2 hafta oldu. Sen de hoş geldin yüzümün yarısını hissettirmeyen yirmilik dişim.
sözlük yazarlarının söylemek istedikleri
Ense kökümde güzel mi güzel bir ağrı var. Bunun sebebini bilmiyorum ama dayanacak gücümün kalmadığını biliyorum.
Son 4 yıl içerisinde çok fazla ölüm gördüm. Hepsi de candan öte olanlarımdı. Bugün bir ölümü atlattım gibi ama tam atlattım denemez.
Onun ölümle yaşam arasındaki farkı bir adım. Bir ayağı yaşamda, bir ayağı ölümde.
Yaşı daha çok küçük, bu yaşta ölmesine gönlüm razı değil. Bir sağlıkçı olarak onun hayata dönmesi için hiçbir şey yapamadığım aklıma geliyor da... beynimin her bir köşesi yanıyor.
Ne demek ya, onun durmuş olan o küçücük kalbini çalıştıramamak ne demek? Dakikalarca oksijensiz kalması ve beyninde kalıcı bir hasar olabilitesi ne demek?
Üzgünüm küçüğüm, belki sana daha erken gelebilirdim ama gelemedim. Cidden, çok üzgünüm.
Son 4 yıl içerisinde çok fazla ölüm gördüm. Hepsi de candan öte olanlarımdı. Bugün bir ölümü atlattım gibi ama tam atlattım denemez.
Onun ölümle yaşam arasındaki farkı bir adım. Bir ayağı yaşamda, bir ayağı ölümde.
Yaşı daha çok küçük, bu yaşta ölmesine gönlüm razı değil. Bir sağlıkçı olarak onun hayata dönmesi için hiçbir şey yapamadığım aklıma geliyor da... beynimin her bir köşesi yanıyor.
Ne demek ya, onun durmuş olan o küçücük kalbini çalıştıramamak ne demek? Dakikalarca oksijensiz kalması ve beyninde kalıcı bir hasar olabilitesi ne demek?
Üzgünüm küçüğüm, belki sana daha erken gelebilirdim ama gelemedim. Cidden, çok üzgünüm.
Burayı Sevgili günlük gibi kullandığım için öncelikle çok özür dilerim ama çok uzatmayacağım. Bakıp da unutmamak, unutur gibi olursam da okuyup hatırlamak için buraya yazıyorum. Bu kendimi ilk ve son defa aptal konumuna düşürmem olacak. Bu defa kafamı vura vura değil canımı yakmadan dersimi alacağım. Her zaman olduğum gibi bencil varlığımla sadece kendime odaklanınca çok daha mutlu olacağımı sürekli kendime hatırlatacağım...
Bu giriyi silmiştim ama cidden unutkan bir insanım demek ki sürekli okuyup, tekrar etmem gerekiyor. O yüzden de bu hep burada duracak ve aptallığımın bir nişanesi olacak.
Bu giriyi silmiştim ama cidden unutkan bir insanım demek ki sürekli okuyup, tekrar etmem gerekiyor. O yüzden de bu hep burada duracak ve aptallığımın bir nişanesi olacak.
O değil de 26 yaşımın ortalarında gezdiğim şu dönemler ağır yıkık, asosyal hıyar ağasının teki olduğumu fark ediyorum.
Sanırım yavaştan kadere inanmaya başlıyorum. Bazı şeyleri değiştiremiyorsun çünkü. Ne yaparsan yap değişmiyor. 'Önce kendini değiştir, bak nasıl değişiyor her şey' dediler, değiştirdim. Ama yine de değişen hiçbir şey olmadı. Artık ben de pek değişim denen zırvayla uğraşmamaya karar verdim.
Bir şeyler bunca çabaya rağmen değişmiyorsa bunun adı kaderdir aga. Hani ilkokuldan beri en arkada kimseyle muhatap olmadan, hiçbir gruba ait olmamış, hiçbir insanla bağı olmayan çocuk 20 yıl sonra bile aynı oluyorsa bunun adı net kaderdir.
Kolu kırıldığında acıdan sürüne sürüne yalnız eve giden 6 yaşındaki çocukla, 26 yaşında kimseye haber vermeden ameliyat olan, baloya giderken kendine eşlik edecek bir insan bile bulamayan ve yarım saat sonra eve dönen de aynı insandır. Bunun aynısı bu çocuğun başına 23 Nisan 1999 yılında da gelmiştir. 23 Nisanda dans provalarında kimse kendisi ile eş olmak istemediği için gösteriden de çıkarılmıştır bu çocuk.
Bunları edebiyat yapmak, depresiflik yapmak adına söylemiyorum. Çoğu şey üzmüyor beni gerçekten. Yukarıda saydıklarım bile o an üzülüp sonra boş gözlerle andığım ve anacağım saçma salak şeyler.
Ama artık değiştiremediğim şeyler için enerji de sarf etmeyeceğim. Zira beni yoran şey yaşadıklarım değil, değişim için çabaladığım enerji. Evrenin bana biçtiği bu role boyun eğecek ve kendimi ciddi anlamda kapatacağım kendi içime doğru. İnsanlarla aramdaki duvarı şöyle bir iki kat daha kalınlaştıracağım.
Sanırım yavaştan kadere inanmaya başlıyorum. Bazı şeyleri değiştiremiyorsun çünkü. Ne yaparsan yap değişmiyor. 'Önce kendini değiştir, bak nasıl değişiyor her şey' dediler, değiştirdim. Ama yine de değişen hiçbir şey olmadı. Artık ben de pek değişim denen zırvayla uğraşmamaya karar verdim.
Bir şeyler bunca çabaya rağmen değişmiyorsa bunun adı kaderdir aga. Hani ilkokuldan beri en arkada kimseyle muhatap olmadan, hiçbir gruba ait olmamış, hiçbir insanla bağı olmayan çocuk 20 yıl sonra bile aynı oluyorsa bunun adı net kaderdir.
Kolu kırıldığında acıdan sürüne sürüne yalnız eve giden 6 yaşındaki çocukla, 26 yaşında kimseye haber vermeden ameliyat olan, baloya giderken kendine eşlik edecek bir insan bile bulamayan ve yarım saat sonra eve dönen de aynı insandır. Bunun aynısı bu çocuğun başına 23 Nisan 1999 yılında da gelmiştir. 23 Nisanda dans provalarında kimse kendisi ile eş olmak istemediği için gösteriden de çıkarılmıştır bu çocuk.
Bunları edebiyat yapmak, depresiflik yapmak adına söylemiyorum. Çoğu şey üzmüyor beni gerçekten. Yukarıda saydıklarım bile o an üzülüp sonra boş gözlerle andığım ve anacağım saçma salak şeyler.
Ama artık değiştiremediğim şeyler için enerji de sarf etmeyeceğim. Zira beni yoran şey yaşadıklarım değil, değişim için çabaladığım enerji. Evrenin bana biçtiği bu role boyun eğecek ve kendimi ciddi anlamda kapatacağım kendi içime doğru. İnsanlarla aramdaki duvarı şöyle bir iki kat daha kalınlaştıracağım.
Duygusuzlaştım.
Tanısanız belki bana hak verirsiniz ama nasıl tanıyacaksınız? Kendim bile zor tanıyorum. Hatta aşırı kalabalıkta kendimi kolaylıkla seçemeyebilirim.
Hayatta, devasa acılar yaşadığımı sandığım olaylar geçti başımdan bir dönem. Sonra ne olduysa, birden bire her şey değişti. Aslında birden bire demek de haksızlık olabilir. Biraz zaman aldı. Ancak henüz çocukken bile bugünlerimi sezebiliyordum zaten. Olaylar ya da kişiler yüzünden bu noktada değilim yani kesinlikle. Ancak niçin böyle olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Yaratılış meselesi olabilir, eğer yaratıldıysak, ya da iç yolculuklarımdan birinde kaybolmuş olabilirim belki de çocukken daha.
Çok değil İki sene öncesine kadar duyguları dibini sıyırarak yaşıyordum ve hayatın akışı içerisinde bu bana hiç anormal de gelmiyordu. Şimdi durup baktığımda yaşadığım olaylar karşısında hissettiğim duyguları çok daha iyi anlıyorum ve kendi irademle analiz ediyorum.
Vardığım sonuç tam bir facia.
Hissettiğim duyguların tamamı kendi düşüncelerimin ve anlamlarımın sonucunda oluşan şeylerdi. Kendinizi çok boktan duygularla boğuşurken bulduğunuzda bu söylediklerimi belki hatırlarsanız eğer ve siz de yeterince farkında olarak olaya dışarıdan bakabilme olanağı yakalarsanız göreceksinizdir. Kaçınılmaz bir şey bu. Hissettiğimizi sandığımız tüm doğal duygular dahil her biri aslında kendi irademizle gerçekleştirebileceğimiz ancak genel olarak farkındalığı kenara bırakarak bilinçaltı ve başka irademiz dışında gerçekleşmesine karar verdiğimiz bir eylemin sonucunda ortaya çıkıyorlar. Anlamlandırma.
Bir şeyin size bir şeyler hissettirebilmesi için bir anlamı olması gerekiyor. Ve siz bir şeyleri devamlı olarak anlamlandırıyorsunuz. Yani hepimiz bunu yapıyoruz. Bir şeylerin anlamlandırılması demek şu demek: örneğin; bir insan sizin arkadaşınız olabilir fakat her arkadaşınızın aslında sizin için ne anlama geldiğine karar veriyorsunuz bir şekilde. Kimisinin pek önemli biri olmadığına, kimisininse herkesten kıymetli olduğuna kanaat getirebiliyorsunuz bilinçli ya da bilinçsizce. Ki genelde bu bilinçsizce yapılır çünkü birinin sizin için önemli olması için onda bir şeyler bulmanız gerekir. Bulduğunuz şeylere göre anlamlandırırsınız. Eğer bilnçli olarak yapıyor olsaydınız kimin önemli kimin önemsiz olacağına istediğiniz an karar verebilirdiniz. Fakat takdir edersiniz ki çoğunuz şu an, en iyi arkadaşını bir çırpıda değiştiremez. Dolayısıyla bilinçdışı bir eylem ile o arkadaşız ile aranızdaki etkileşime bir anlam yüklemiş oldunuz. Peki şimdi düşünelim; bu anlamın, karşınızdaki kişi ile mi yoksa sizin düşünceleriniz ile mi alakası var? Elbette karşınızdaki kişi hakkındaki düşünceleriniz onda gördüğünüz etkiler hakkında daha önce geliştirdiğiniz düşüncelerinizle alakalı. Şöyle: misal eğer hırsızlık sizin için çok harika bir özellik olmuş olsaydı, hırsız birinin en yakın arkadaşınız olma ihtimali daha yüksek olurdu. Fakat siz sadakate, onura, güvene önem verdiniz çünkü bunlara yüklediğiniz ya da yüklemeniz sağlanan anlamlar çok daha çekiciydi. İyi pazarlanmış, yaygın ve iyi olduğu kanıtlanmış niteliklerdi. İyi insan olma hedefinizi doğar doğmaz size empoze etmeye çalışan toplum, iyi cilalanmış nitelikleri size pazarladı ve bu nitelikler sizin için çok daha önemli bir hal aldı. Dolayısıyla bunlara sahip olan kişilerle hem iletişim kolaylığı hem de ortak noktalar yakaladınız. Ve o kişilere aslında o kişilerle, yani şahıslarla, alakası olmayan bir anlamı yükleyiverdiniz. Şimdi çevrenizdeki insanlar birer birer ölmeye başladığında, bu ölümler içerisinde en çok sizin için en anlamlı olana üzülecek ve onun için gözyaşı dökeceksinizdir. Örneğin anneniz. Annelere yüklenen anlam neredeyse evrenseldir.
Sözün özü; eğer bir şeyleri anlamlandırırken ya da sonrasında onlar için bir takım duygular hissederken kontrolü bir an olsun elinize alır ve toplumun ya da evrensel ahlakın size dayattığı anlamlardan kaçınırsanız, Hiçbir duygunun kölesi olmak durumunda kalmazsınız. Ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama şimdilik söylemek istediklerim bunlar.
Tanısanız belki bana hak verirsiniz ama nasıl tanıyacaksınız? Kendim bile zor tanıyorum. Hatta aşırı kalabalıkta kendimi kolaylıkla seçemeyebilirim.
Hayatta, devasa acılar yaşadığımı sandığım olaylar geçti başımdan bir dönem. Sonra ne olduysa, birden bire her şey değişti. Aslında birden bire demek de haksızlık olabilir. Biraz zaman aldı. Ancak henüz çocukken bile bugünlerimi sezebiliyordum zaten. Olaylar ya da kişiler yüzünden bu noktada değilim yani kesinlikle. Ancak niçin böyle olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Yaratılış meselesi olabilir, eğer yaratıldıysak, ya da iç yolculuklarımdan birinde kaybolmuş olabilirim belki de çocukken daha.
Çok değil İki sene öncesine kadar duyguları dibini sıyırarak yaşıyordum ve hayatın akışı içerisinde bu bana hiç anormal de gelmiyordu. Şimdi durup baktığımda yaşadığım olaylar karşısında hissettiğim duyguları çok daha iyi anlıyorum ve kendi irademle analiz ediyorum.
Vardığım sonuç tam bir facia.
Hissettiğim duyguların tamamı kendi düşüncelerimin ve anlamlarımın sonucunda oluşan şeylerdi. Kendinizi çok boktan duygularla boğuşurken bulduğunuzda bu söylediklerimi belki hatırlarsanız eğer ve siz de yeterince farkında olarak olaya dışarıdan bakabilme olanağı yakalarsanız göreceksinizdir. Kaçınılmaz bir şey bu. Hissettiğimizi sandığımız tüm doğal duygular dahil her biri aslında kendi irademizle gerçekleştirebileceğimiz ancak genel olarak farkındalığı kenara bırakarak bilinçaltı ve başka irademiz dışında gerçekleşmesine karar verdiğimiz bir eylemin sonucunda ortaya çıkıyorlar. Anlamlandırma.
Bir şeyin size bir şeyler hissettirebilmesi için bir anlamı olması gerekiyor. Ve siz bir şeyleri devamlı olarak anlamlandırıyorsunuz. Yani hepimiz bunu yapıyoruz. Bir şeylerin anlamlandırılması demek şu demek: örneğin; bir insan sizin arkadaşınız olabilir fakat her arkadaşınızın aslında sizin için ne anlama geldiğine karar veriyorsunuz bir şekilde. Kimisinin pek önemli biri olmadığına, kimisininse herkesten kıymetli olduğuna kanaat getirebiliyorsunuz bilinçli ya da bilinçsizce. Ki genelde bu bilinçsizce yapılır çünkü birinin sizin için önemli olması için onda bir şeyler bulmanız gerekir. Bulduğunuz şeylere göre anlamlandırırsınız. Eğer bilnçli olarak yapıyor olsaydınız kimin önemli kimin önemsiz olacağına istediğiniz an karar verebilirdiniz. Fakat takdir edersiniz ki çoğunuz şu an, en iyi arkadaşını bir çırpıda değiştiremez. Dolayısıyla bilinçdışı bir eylem ile o arkadaşız ile aranızdaki etkileşime bir anlam yüklemiş oldunuz. Peki şimdi düşünelim; bu anlamın, karşınızdaki kişi ile mi yoksa sizin düşünceleriniz ile mi alakası var? Elbette karşınızdaki kişi hakkındaki düşünceleriniz onda gördüğünüz etkiler hakkında daha önce geliştirdiğiniz düşüncelerinizle alakalı. Şöyle: misal eğer hırsızlık sizin için çok harika bir özellik olmuş olsaydı, hırsız birinin en yakın arkadaşınız olma ihtimali daha yüksek olurdu. Fakat siz sadakate, onura, güvene önem verdiniz çünkü bunlara yüklediğiniz ya da yüklemeniz sağlanan anlamlar çok daha çekiciydi. İyi pazarlanmış, yaygın ve iyi olduğu kanıtlanmış niteliklerdi. İyi insan olma hedefinizi doğar doğmaz size empoze etmeye çalışan toplum, iyi cilalanmış nitelikleri size pazarladı ve bu nitelikler sizin için çok daha önemli bir hal aldı. Dolayısıyla bunlara sahip olan kişilerle hem iletişim kolaylığı hem de ortak noktalar yakaladınız. Ve o kişilere aslında o kişilerle, yani şahıslarla, alakası olmayan bir anlamı yükleyiverdiniz. Şimdi çevrenizdeki insanlar birer birer ölmeye başladığında, bu ölümler içerisinde en çok sizin için en anlamlı olana üzülecek ve onun için gözyaşı dökeceksinizdir. Örneğin anneniz. Annelere yüklenen anlam neredeyse evrenseldir.
Sözün özü; eğer bir şeyleri anlamlandırırken ya da sonrasında onlar için bir takım duygular hissederken kontrolü bir an olsun elinize alır ve toplumun ya da evrensel ahlakın size dayattığı anlamlardan kaçınırsanız, Hiçbir duygunun kölesi olmak durumunda kalmazsınız. Ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama şimdilik söylemek istediklerim bunlar.
Askerde olmam gerken bir ameliyatı sırf kaçtı demesinler diye erteledim ve geçen ay oldum. Çok zorlu bir iyileşme sürecinden sonra yaram enfeksiyon kaptı ve kalp kapakçıklarıma kadar yayıldı. İlk defa bugün canım acımadan bir şeyler yedim.
O değil de yutkunmak ne güzel bir şeymiş. Her an yaptığımız için anlamsız gelen şeyler her şeyden önemliymiş aslında. Bundan sonra bunun daha bir bilincinde olacağım...
O değil de yutkunmak ne güzel bir şeymiş. Her an yaptığımız için anlamsız gelen şeyler her şeyden önemliymiş aslında. Bundan sonra bunun daha bir bilincinde olacağım...
Gün boyunca, içimden bu dizeleri tekrar ettim. Şimdi ise sanki yaşıyorum. İnsan çok kalabalıkken nasıl böylesi bitmeyen bir yalnızlıkla boğulabilir ki... Rol yapmaktan çok yoruldum. Sadece çok yorgunum...
ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
eskimiş şeylerle avunamıyoruz
domino taşları ve soğuk ikindiler
çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
gölgemiz tortop ayakucumuzda
sevinsek de sonunu biliyoruz
borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
iyice kurulamıyorum saçlarını
bir bardak şarabı kendim için içiyorum
halbuki geyikli gece ormanda
keskin mavi ve hışırtılı
geyikli geceye geçiyorum
uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
Turgut Uyar
ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
eskimiş şeylerle avunamıyoruz
domino taşları ve soğuk ikindiler
çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
gölgemiz tortop ayakucumuzda
sevinsek de sonunu biliyoruz
borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
iyice kurulamıyorum saçlarını
bir bardak şarabı kendim için içiyorum
halbuki geyikli gece ormanda
keskin mavi ve hışırtılı
geyikli geceye geçiyorum
uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
Turgut Uyar
İyi ki doğmana tam bir hafta kalmış. Unutmamak için her telefonumun hatırlatıcısına kaydediyorum. Vicdan ne garip bir yük ki her sene küfeye ekstra ağırlık ekliyor altında kalıp ezilen benliğime hiç acımadan...
Herkes yanlış anlasa, kan bağımız uzak da olsa ben öz kardeşimi bile seni sevdiğim kadar sevemedim. Ne kadar büyümüş zannediyorduk birbirimizi değil mi oysa daha ben on altımda sen de sadece yirmindeydin... Dizlerim kanadığında ağaçla savaşıp kendini şövalye ilan etmiştin, biliyor musun sana gülsem de sen benim güzel kalpli, zırhlı şövalyemdin. Her suçu birlikte işledik, ben okulun çelimsiz uzun kızı olduğum için ilk aşkımı sana anlatamadım ama sen kıvırcık saçlı prensesinin güzelliğini saatlerce dile getirdin. Öylesine kör, öylesine çocuk ve masumduk ki ailelerimiz ne derse desin tam tersini yapmak için suç ortağı olmaktan hiç çekinmedik. Sen arabalar için bense saçma sapan şeyler için birlikte yalanlar söyledik. En fazla ne olabilirdi ki değil mi? Ölüm yoktu ya sonunda...
Bir film kiraladık sözde bizde kalacaktın, kıvırcık saçlına mesaj attın beni merak etme diye sonra saat tam sabahın altısında benim cebimdeki son elli lirayı alıp gittin. Öylesine mutlu oldun ki borç haa demeyi ihmal etmezken bana sarılıp zıpladın. En son o kiraz ağacının orda bana dönüp el salladın kıvırcık saçların rüzgarda o kadar komik sallanıyordu ki kahkaha attım. Sonra gittin ve ben seni unuttum. En fazla ne olabilirdi ki ölüm yoktu ya sonunda...
Akşam üstü baban aradı seni sormak için ki biraz endişeliydi gitme dediği o drift yarışında olabilir miydin acaba? İçime düşen ateşe aldırmadan haberim yok dedim ama kapatır kapatmaz tam on dört defa aradım lakin açmadın. Sonra herkes seni aramanın en kısa yolu beni sıkıştırdı ki anneme itiraf ederken yine düşündüm dedim ki ne bu telaş ne var ki ölüm yoktu ya sonunda... Sonra haberler başladı, hiç unutmuyorum ilk ve flaş gelişme olarak anonsta o gittiğin yarış vardı ve bir araba hızlanıp, direksiyon hakimiyetini kaybederken karşı yolun kenarındaki seyircilerin arasına dalıyordu ve en son havada takla atan o kazak kiraz ağacının altında gördüğüm senin üstündeydi... Havada öyle defalarca dönerken ölmüş olamazdın değil mi? Sonrası benim çığlığım, sonrası hastane morgu, sonrası benim babanla orda yatarken kırılmış kemiklerinin ne kadar canını yaktığını hayal etmem. Sonrası hiçlik, sonrası boşluk... Ben o günden sonra bir daha asla masum olamadım, ben o günden sonra asla kimseye sarılıp ağlamadım, ben o günden sonra bir kere bile mezarına gelip özür dilerim benim yüzümden diyemedim. Ailen senin suçun değil dedi ben ezildim, kıvırcık saçlı prensesin seni affettim dedi ama ben asla affedemedim. Daha bugün konuştuk hamileymiş, erkek olursa adını tahmin etmek zor değil diyip güldü ama ben gülemedim çünkü sen ölmesen o çocuk senin çocuğun olacaktı. Sen yaşasan ve ben ölsem dünya hiçbir şey kaybetmeyecekti. Vicdan ne garip bir yük değil mi, sürekli nefes alanın kim olması gerektiğini ruhu eze eze hatırlatıyor. Kıvırcık saçların yine rüzgarda sallansın, sana yalvarıyorum ölen sen değil ben olayım...
Herkes yanlış anlasa, kan bağımız uzak da olsa ben öz kardeşimi bile seni sevdiğim kadar sevemedim. Ne kadar büyümüş zannediyorduk birbirimizi değil mi oysa daha ben on altımda sen de sadece yirmindeydin... Dizlerim kanadığında ağaçla savaşıp kendini şövalye ilan etmiştin, biliyor musun sana gülsem de sen benim güzel kalpli, zırhlı şövalyemdin. Her suçu birlikte işledik, ben okulun çelimsiz uzun kızı olduğum için ilk aşkımı sana anlatamadım ama sen kıvırcık saçlı prensesinin güzelliğini saatlerce dile getirdin. Öylesine kör, öylesine çocuk ve masumduk ki ailelerimiz ne derse desin tam tersini yapmak için suç ortağı olmaktan hiç çekinmedik. Sen arabalar için bense saçma sapan şeyler için birlikte yalanlar söyledik. En fazla ne olabilirdi ki değil mi? Ölüm yoktu ya sonunda...
Bir film kiraladık sözde bizde kalacaktın, kıvırcık saçlına mesaj attın beni merak etme diye sonra saat tam sabahın altısında benim cebimdeki son elli lirayı alıp gittin. Öylesine mutlu oldun ki borç haa demeyi ihmal etmezken bana sarılıp zıpladın. En son o kiraz ağacının orda bana dönüp el salladın kıvırcık saçların rüzgarda o kadar komik sallanıyordu ki kahkaha attım. Sonra gittin ve ben seni unuttum. En fazla ne olabilirdi ki ölüm yoktu ya sonunda...
Akşam üstü baban aradı seni sormak için ki biraz endişeliydi gitme dediği o drift yarışında olabilir miydin acaba? İçime düşen ateşe aldırmadan haberim yok dedim ama kapatır kapatmaz tam on dört defa aradım lakin açmadın. Sonra herkes seni aramanın en kısa yolu beni sıkıştırdı ki anneme itiraf ederken yine düşündüm dedim ki ne bu telaş ne var ki ölüm yoktu ya sonunda... Sonra haberler başladı, hiç unutmuyorum ilk ve flaş gelişme olarak anonsta o gittiğin yarış vardı ve bir araba hızlanıp, direksiyon hakimiyetini kaybederken karşı yolun kenarındaki seyircilerin arasına dalıyordu ve en son havada takla atan o kazak kiraz ağacının altında gördüğüm senin üstündeydi... Havada öyle defalarca dönerken ölmüş olamazdın değil mi? Sonrası benim çığlığım, sonrası hastane morgu, sonrası benim babanla orda yatarken kırılmış kemiklerinin ne kadar canını yaktığını hayal etmem. Sonrası hiçlik, sonrası boşluk... Ben o günden sonra bir daha asla masum olamadım, ben o günden sonra asla kimseye sarılıp ağlamadım, ben o günden sonra bir kere bile mezarına gelip özür dilerim benim yüzümden diyemedim. Ailen senin suçun değil dedi ben ezildim, kıvırcık saçlı prensesin seni affettim dedi ama ben asla affedemedim. Daha bugün konuştuk hamileymiş, erkek olursa adını tahmin etmek zor değil diyip güldü ama ben gülemedim çünkü sen ölmesen o çocuk senin çocuğun olacaktı. Sen yaşasan ve ben ölsem dünya hiçbir şey kaybetmeyecekti. Vicdan ne garip bir yük değil mi, sürekli nefes alanın kim olması gerektiğini ruhu eze eze hatırlatıyor. Kıvırcık saçların yine rüzgarda sallansın, sana yalvarıyorum ölen sen değil ben olayım...
Hayatı anlamlaştıran ya da anlamsız kılan insandır.
insan, hep bir savaş halindedir.
Bu savaşlara çıkarken diğer insanları kurtarır ya da bataklığa saplar.
insan yine bir insanı soğutur Ya da yaşatır.
insan değerli bir varlık olmasına rağmen bu savaşlarda kendini basitleştirip karakterini sorgulatıp diğer insanlara kötü tecrübe olarak yansıtabilir.
Netice olarak insan insan derler ona.
İnsan çok adi olunca diğer insanlar kaliteyi anlar.
insan, hep bir savaş halindedir.
Bu savaşlara çıkarken diğer insanları kurtarır ya da bataklığa saplar.
insan yine bir insanı soğutur Ya da yaşatır.
insan değerli bir varlık olmasına rağmen bu savaşlarda kendini basitleştirip karakterini sorgulatıp diğer insanlara kötü tecrübe olarak yansıtabilir.
Netice olarak insan insan derler ona.
İnsan çok adi olunca diğer insanlar kaliteyi anlar.
Öncelikle, ülkede satranç oynayacak insan bulmak çok zor.
bir insanın görece olarak pembeye çalan dünyasını griye boyamak kötü bir davranış mıdır? Aslında yaptığınız tek şey ona boyanın altındaki rengi göstermek olsa bile?
Yani, Cypher bifteğin gerçek olmadığını hiçbir zaman öğrenmemiş olsaydı kesinlikle daha mutlu olurdu evet. tüm griliğine rağmen gerçeği tercih eden insanlar ile sahte pembeleri tercih edenler arasında temelde nasıl bir fark var? Bu insanları ilk görüşte ayırt edebilmek mümkün müdür?
Kendisine sorsanız gerçeği duyarak mutsuz olmayı tercih edecek insanlar; o mutsuzluk yaşam tarzları olmaya başladığında, duyarsızlaşma süresi içerisinde yaşayacakları tüm olumsuzluklar karşısında her zaman dirençli olamıyorlar. Ve bu; kendi söylemleri olan, salt gerçeği sahte mutluluklara tercih etme eğiliminin aslında bir hata olduğu ve "gerçeği keşke hiç öğrenmeseydim" itirafını olmasa bile hissiyatını yaşayabiliyorlar.
Misal talep etmeyen birine iyilik yapacağım düşüncesiyle hayattaki bir takım gerçekleri anlatarak onu gelecekteki tehlikelerden korumaya çalıştığınızda, hem onun mutluluğunu bir süreliğine elinden alıyor, hem de evrimsel süreçte kendi başına hayatta kalma çabasını sekteye uğratıyorsunuz. Bu iyilik midir?
Bir sokak kedisini sokaktaki sefil hayatından kurtarıp, onu evinize aldığınızda ona iyilik yaptığınızı düşünmekte haklı olduğunuz gibi niyetiniz kesinlikle iyilik olsa bile aslında kedi türünün insana bağımlı asalak bir canlıya evrilmesinde oynadığınız rolü hesaba katmıyor oluşunuz tabi ki bir suç değil ancak bireysel bir kediye yaptığınız kocaman bir iyilik koskaca bir türe yaptığınız minnacık bir kötülüğün önüne geçiyor. Hem de bundan çıkar da sağlıyorsunuz. Yaklaşım tarzı olarak çok doğal ve normale çok yakın olsa da temelde, koskoca bir türün kendi başına varlığını sürdüremeyecek hale gelmesi için örülen duvara bir tuğla da siz koymuş oluyorsunuz. Bu ikilemler hiç hoşuma gitmiyor.
bir insanın görece olarak pembeye çalan dünyasını griye boyamak kötü bir davranış mıdır? Aslında yaptığınız tek şey ona boyanın altındaki rengi göstermek olsa bile?
Yani, Cypher bifteğin gerçek olmadığını hiçbir zaman öğrenmemiş olsaydı kesinlikle daha mutlu olurdu evet. tüm griliğine rağmen gerçeği tercih eden insanlar ile sahte pembeleri tercih edenler arasında temelde nasıl bir fark var? Bu insanları ilk görüşte ayırt edebilmek mümkün müdür?
Kendisine sorsanız gerçeği duyarak mutsuz olmayı tercih edecek insanlar; o mutsuzluk yaşam tarzları olmaya başladığında, duyarsızlaşma süresi içerisinde yaşayacakları tüm olumsuzluklar karşısında her zaman dirençli olamıyorlar. Ve bu; kendi söylemleri olan, salt gerçeği sahte mutluluklara tercih etme eğiliminin aslında bir hata olduğu ve "gerçeği keşke hiç öğrenmeseydim" itirafını olmasa bile hissiyatını yaşayabiliyorlar.
Misal talep etmeyen birine iyilik yapacağım düşüncesiyle hayattaki bir takım gerçekleri anlatarak onu gelecekteki tehlikelerden korumaya çalıştığınızda, hem onun mutluluğunu bir süreliğine elinden alıyor, hem de evrimsel süreçte kendi başına hayatta kalma çabasını sekteye uğratıyorsunuz. Bu iyilik midir?
Bir sokak kedisini sokaktaki sefil hayatından kurtarıp, onu evinize aldığınızda ona iyilik yaptığınızı düşünmekte haklı olduğunuz gibi niyetiniz kesinlikle iyilik olsa bile aslında kedi türünün insana bağımlı asalak bir canlıya evrilmesinde oynadığınız rolü hesaba katmıyor oluşunuz tabi ki bir suç değil ancak bireysel bir kediye yaptığınız kocaman bir iyilik koskaca bir türe yaptığınız minnacık bir kötülüğün önüne geçiyor. Hem de bundan çıkar da sağlıyorsunuz. Yaklaşım tarzı olarak çok doğal ve normale çok yakın olsa da temelde, koskoca bir türün kendi başına varlığını sürdüremeyecek hale gelmesi için örülen duvara bir tuğla da siz koymuş oluyorsunuz. Bu ikilemler hiç hoşuma gitmiyor.
Şu an tomurcuk olan gençleri bir başına, başıboş bırakmayın. Doğru yönlendirmeye maruz kalmayan yetenekli gençler ileride topal bir şekilde gezinmektedirler. Bu topallığa göz yummayın.
bonnie geçen perşembe gününden beri yorgan göşek hastaymış.
şair ne diyordu :"beni bu havalar mahvetti" değil mi?
aman hocam, canım hocam çok dikkatli olun. çocuklar sınıfta bekler, bu ülkenin güzel insanlara ihtiyacı var. çabuk iyileş lütfen.
çok çok geçmiş olsun bonnie.
bol ıhlamur, içinde limon, zencefil, zerdeçal, tarçın ve karabiber mutlaka olsun.
şair ne diyordu :"beni bu havalar mahvetti" değil mi?
aman hocam, canım hocam çok dikkatli olun. çocuklar sınıfta bekler, bu ülkenin güzel insanlara ihtiyacı var. çabuk iyileş lütfen.
çok çok geçmiş olsun bonnie.
bol ıhlamur, içinde limon, zencefil, zerdeçal, tarçın ve karabiber mutlaka olsun.
Bu sabah yine birileri birilerine sövüyor yine birilerinin hakkı yenilmiş, birileri birilerine bağırıyor. Hava ruhsuz, koyu gri, orada burada paylaşılan yine üç beş samimiyetsiz fotoğraf, yaya geçidinden tam gaz geçen bir tır, battaniye içinde nefessiz kalmak isteyen bir ben, çok mutlu görünüp aslında içi parçalanan ama bunu asla açıklamayan bir insan, okunan kitap hüznü.
Pozitif olmak güzel şey ama tüm bu şartlar ile pozitif olan da ne bileyim sanki biraz yalan. Her neyse.
Pozitif olmak güzel şey ama tüm bu şartlar ile pozitif olan da ne bileyim sanki biraz yalan. Her neyse.
hamlet'in kapanışından sonra bu sabahı bu şarkı ile açıyorum.
çok çok keşke barındıran derin hikayesi olan bir şarkı
çok çok keşke barındıran derin hikayesi olan bir şarkı
lise yıllarımda hayran olduğum, hiçbir programını kaçırmadığım ingiliz bir şef vardı. çok da yakışıklıydı. bu sabah yıllar sonra ilk defa instagramda karşıma çıktı. gözlerime inanamadım. inanılmaz değişmiş. aslında değişmekten çok yaşlanmış desem daha doğru olacak galiba. kaç sene geçti üzerinden hatırlamıyorum. ama onu öyle görünce yüzümü aynada incelemekten kendimi alamadım. yıllar çok çabuk geçmiş ve bir yerim yurdum olmamış.
bunları niye buraya yazdım bilmiyorum. kısacası yaşlanıyoruz dostlar.
bunları niye buraya yazdım bilmiyorum. kısacası yaşlanıyoruz dostlar.
kaç gündür içimde minnoş bir duygusallık besliyorum.
o duygusallık enerjisi birikmiş patlamaya hazır bir kara parçası gibi içimde.
kimseyle de konuşamıyorum doğru dürüst kırarım diye.
ah ulan mevsimler ya gelin ya gidin bir yerde bir sabit durun artık.
o duygusallık enerjisi birikmiş patlamaya hazır bir kara parçası gibi içimde.
kimseyle de konuşamıyorum doğru dürüst kırarım diye.
ah ulan mevsimler ya gelin ya gidin bir yerde bir sabit durun artık.
Seni arada günlük niyetine kullanmakla ayıp mı ediyorum bilmiyorum ama çok mutluyum sözlük. Basit, dümdüz düzenimi çok seviyorum.
İmza: düz adam sami.
İmza: düz adam sami.
çalıştığım hastanenin acil servisinde her gün, ajiteler içinde ayrılık anksiyeteleri geçiren 16 yaşından 35 yaşına kadar kadınlar görüyorum. durumları gerçekten üzücü. bir de, intihar ayağı selfieleri çekebilmek için 20'lerinden 40'larına kadar adamlar görüyorum. maksatları yenge hanımlara kendilerini acındırmak. acayiptir ki genelde işe yarıyor. fakat tabii ki asla önermiyorum.
bahsettiğim kadınların durumları da hiç sağlıklı olmasa da, en azından adamlarınkinden daha saf ve temiz.
nasıl bir zamanda yaşıyoruz ya rab? ne ilişkilerimizi yürütebiliyoruz, ne ayrılıklarımızı sağlıklı şekilde yönetebiliyoruz.
şimdi bu durumu da, 17 yıllık akp hükümetine bağlarsam muhalif dostlarım bile ''yok artık ebesinin ali samisi'' diyebilirler. demesinler. durumun mekanla ve zamanla çok ilgisi vardır kanaatimce. artık yaşadığımız şehirler şehir değil, köyler köy değil. bu durum temelimizi lumpenlikle dinamitliyor. her yerde, her mekanda, her şehirde sıkış tıkış zipli dosyalar gibi yaşıyoruz. hareket yoğun, devinim yok. hiç bir somut ve soyut değer hakkında özgün bir tanımımız yok. her yerden dayatılan, her şeyle ilgili, 3-5 ezber tanımla idare ediyor herkes.
çocuklarımız, her yere götürebildiğimizin, her şeyi alabildiğimizi teşhir edebildiğimiz mülkiyet temelli varlıklara dönüşmüş. bir de artık çocukların eskisinden çok daha sinirli olduğu gerçeği bir tek benim mi dikkatimi çekiyor?
bahsettiğim kadınların durumları da hiç sağlıklı olmasa da, en azından adamlarınkinden daha saf ve temiz.
nasıl bir zamanda yaşıyoruz ya rab? ne ilişkilerimizi yürütebiliyoruz, ne ayrılıklarımızı sağlıklı şekilde yönetebiliyoruz.
şimdi bu durumu da, 17 yıllık akp hükümetine bağlarsam muhalif dostlarım bile ''yok artık ebesinin ali samisi'' diyebilirler. demesinler. durumun mekanla ve zamanla çok ilgisi vardır kanaatimce. artık yaşadığımız şehirler şehir değil, köyler köy değil. bu durum temelimizi lumpenlikle dinamitliyor. her yerde, her mekanda, her şehirde sıkış tıkış zipli dosyalar gibi yaşıyoruz. hareket yoğun, devinim yok. hiç bir somut ve soyut değer hakkında özgün bir tanımımız yok. her yerden dayatılan, her şeyle ilgili, 3-5 ezber tanımla idare ediyor herkes.
çocuklarımız, her yere götürebildiğimizin, her şeyi alabildiğimizi teşhir edebildiğimiz mülkiyet temelli varlıklara dönüşmüş. bir de artık çocukların eskisinden çok daha sinirli olduğu gerçeği bir tek benim mi dikkatimi çekiyor?
Ülkem için yeniden umutların filizlendiğini görmek beni çok mutlu ediyor. Hâlâ çok büyük bir fark yaratacak enerjiyi toplamış değiliz ama bir yerden de başladık gibi hissediyorum. Yürüyemeyen bir insan için yeniden ilk adım neyse bu sabah için ülkemin hissettiği o ilk adımdır bence. Bir taraftan güçsüz ve yorgun bir taraftan da mücadeleci ve heyecanlıyız...
Bu tablodan çok büyük bir zafer sevinci yaşıyoruz demek hayal olur ama bir iyileşme sürecinin başladığını biliyorum. Güzel yürekli, ülkesini seven herkese bu güzel başlangıç için çok teşekkür ediyorum.
Bu tablodan çok büyük bir zafer sevinci yaşıyoruz demek hayal olur ama bir iyileşme sürecinin başladığını biliyorum. Güzel yürekli, ülkesini seven herkese bu güzel başlangıç için çok teşekkür ediyorum.
her zaman söylerim ki, insanın kendisiyle ilişkisi aynı zamanda başkalarıyla ilişkisidir. başkalarıyla ilişkisi de, kendisiyle ilişkisi. mutluluğun tanımlarından biri de, yaşamın farkında olarak yaşamaktır. zannediyorum ki toplumda birey, yukarıda vurguladığım hususu gün içinde gerektiğince aklına getirerek yaşamalıdır. bu sayede, en önemli benlik ilişkimiz olan öz saygının, toplumsal ilişkilerdeki en derin katman olduğu daha da iyi anlaşılacaktır.
söylediklerimde bazı şeyleri bazı şeylere bağlayamazsam affola. adı üzerinde işte, lakırdılarımızı döküyoruz buraya.
bugün, çok da sevmediğim bir çalışma arkadaşımın el yazısı pusulasını aldım. yazdığının muhtevasından önce şu geçti aklımdan ''kadına bak yaa, kaç yıl okul okumuş, el yazısı kıllı kaba etlerimden de çirkin''
sonra kendi el yazımı düşündüm. mesai arkadaşımın yazısı, olabilecek en iyi şekilde tanımladığım gibi olsa da en azından okunabiliyordu. benim öyle bir el yazım var ki, yazı değil sanki esmeralda oyunundaki quasimodo. allahtan şu bilgisayarlar falan epeydir hayatımızdaki, el yazımı uzun süredir güneş altında hiç bir beşere göstermek zorunda kalmıyorum. yazı yazı değil mübarek, böyle bir insani zaaf işte.
mesai arkadaşımı hiç sevmediğim için, kendi çirkinliğime bakmadan oluşturduğum yargıdan çok utandım. ama hayır, sırf bu yüzden o arkadaşımdan özür dileyecek erdemde bir insan da değilim.
diyeceklerimi çok dağınık anlatmış olabilirim fakat ne önemi var. başlık var dediniz yazdık işte. iyi de oldu, rahatladım ama.
söylediklerimde bazı şeyleri bazı şeylere bağlayamazsam affola. adı üzerinde işte, lakırdılarımızı döküyoruz buraya.
bugün, çok da sevmediğim bir çalışma arkadaşımın el yazısı pusulasını aldım. yazdığının muhtevasından önce şu geçti aklımdan ''kadına bak yaa, kaç yıl okul okumuş, el yazısı kıllı kaba etlerimden de çirkin''
sonra kendi el yazımı düşündüm. mesai arkadaşımın yazısı, olabilecek en iyi şekilde tanımladığım gibi olsa da en azından okunabiliyordu. benim öyle bir el yazım var ki, yazı değil sanki esmeralda oyunundaki quasimodo. allahtan şu bilgisayarlar falan epeydir hayatımızdaki, el yazımı uzun süredir güneş altında hiç bir beşere göstermek zorunda kalmıyorum. yazı yazı değil mübarek, böyle bir insani zaaf işte.
mesai arkadaşımı hiç sevmediğim için, kendi çirkinliğime bakmadan oluşturduğum yargıdan çok utandım. ama hayır, sırf bu yüzden o arkadaşımdan özür dileyecek erdemde bir insan da değilim.
diyeceklerimi çok dağınık anlatmış olabilirim fakat ne önemi var. başlık var dediniz yazdık işte. iyi de oldu, rahatladım ama.
Yazacaklarım Sözlük nezdinde tüm evrene mesajımdır;
Bugüne kadar, özellikle son üç yıldır, çok da iyi bir insan olduğumu söyleyemem; kendi kırgınlıklarımı başkalarını paramparça ederek toplamaya çalıştım ve olmadı. Çoğunlukla hiçbir şey yapmadan sadece kendi bencil varlığımı mutlu edecek şeylerle öyle ya da böyle günlerimi geçirdim. İşin özü nasıl bir insan olduğumu iyi ve tüm kötü yanlarımla biliyorum.
Çok sevgili evren, sana gelirsek, sende ne kadar inkar etsende az puşt değilsin, bunu ikimizde biliyoruz. Yaşamış olduğum süre boyunca sürekli ayağıma çelme takıp düşmeme güldün ağzımı açmadım, tam gülerek hayatımdaki en güzel sahneyi izlemek için otururken altımdan sandalyeyi çektin yine ağzımı açmadım. Kısaca senden bugüne kadar nerdeyse hiçbir beklentim olmadı ama şimdi minicik bir ricayla karşındayım. Aslında hem çok yakından tanıdığım ve birçok yönden de hiç tanımadığım biri birkaç saat içinde ameliyat olacak. Dünyanın onun gibi naif, iyi yürekli insanlara ihtiyacı olduğunu sende en az benim kadar biliyorsun. Vakit itlik, puştluk değil birlik vaktidir. O yüzden işbirlikçi yanına sesleniyorum; bu insanın iyi ve sağlıklı olmasını diliyorum, lütfen ona bana davrandığın gibi davranma. Zamanın en kısa sürede iyileştirici formülünü ona fısılda ki çabucak toparlasın. Sonrasında adisyonu bana getir, söz veriyorum nasıl olsa faiziyle geri öderim.
Bugüne kadar, özellikle son üç yıldır, çok da iyi bir insan olduğumu söyleyemem; kendi kırgınlıklarımı başkalarını paramparça ederek toplamaya çalıştım ve olmadı. Çoğunlukla hiçbir şey yapmadan sadece kendi bencil varlığımı mutlu edecek şeylerle öyle ya da böyle günlerimi geçirdim. İşin özü nasıl bir insan olduğumu iyi ve tüm kötü yanlarımla biliyorum.
Çok sevgili evren, sana gelirsek, sende ne kadar inkar etsende az puşt değilsin, bunu ikimizde biliyoruz. Yaşamış olduğum süre boyunca sürekli ayağıma çelme takıp düşmeme güldün ağzımı açmadım, tam gülerek hayatımdaki en güzel sahneyi izlemek için otururken altımdan sandalyeyi çektin yine ağzımı açmadım. Kısaca senden bugüne kadar nerdeyse hiçbir beklentim olmadı ama şimdi minicik bir ricayla karşındayım. Aslında hem çok yakından tanıdığım ve birçok yönden de hiç tanımadığım biri birkaç saat içinde ameliyat olacak. Dünyanın onun gibi naif, iyi yürekli insanlara ihtiyacı olduğunu sende en az benim kadar biliyorsun. Vakit itlik, puştluk değil birlik vaktidir. O yüzden işbirlikçi yanına sesleniyorum; bu insanın iyi ve sağlıklı olmasını diliyorum, lütfen ona bana davrandığın gibi davranma. Zamanın en kısa sürede iyileştirici formülünü ona fısılda ki çabucak toparlasın. Sonrasında adisyonu bana getir, söz veriyorum nasıl olsa faiziyle geri öderim.
Çok üzgünüm sözlük. Sebebi çok saçma gelebilir ama saksıdaki çiçeklerimden biri ölmüş. Ayrım yapamıyorum canlılar arasında. Sırf ses çıkaramıyor diye, bitki işte diyip geçemiyorum. Kedim, köpeğim ölse bu kadar üzülürdüm.
Ve içlerinde en güzel olanıydı. Sabah muhteşem bir şekilde filizlenmişti. Öyle dik duruyordu ki... Akşam geldiğimde bildiğin gövdesi tüm sertliğini kaybetmiş şekilde toprağa yatmış halde buldum.
Onun hayat bulmasına ben vesile olmuştum. Kim bilir onlar da hayvanlar gibi doğduklarında aynı evi paylaştığı insanı tanıyordur ve benimsiyordur belki.
Belki de sabah ben onu çok iyi sanırken bana derdini anlatmaya çalıştı ama işte...
Ve içlerinde en güzel olanıydı. Sabah muhteşem bir şekilde filizlenmişti. Öyle dik duruyordu ki... Akşam geldiğimde bildiğin gövdesi tüm sertliğini kaybetmiş şekilde toprağa yatmış halde buldum.
Onun hayat bulmasına ben vesile olmuştum. Kim bilir onlar da hayvanlar gibi doğduklarında aynı evi paylaştığı insanı tanıyordur ve benimsiyordur belki.
Belki de sabah ben onu çok iyi sanırken bana derdini anlatmaya çalıştı ama işte...
Hasta olduğum için bir süredir salona gidemiyordum. Bu arada da mevsim itibariyle kayıt olup, sonra uğramayan tipler yine türemiş. Bu tiplerin arasında da her zamanki gibi spor salonunda kızlar teklif ediyormuş kafasında birinin daha heder oluşuna tanık oldum.
Olay her zamanki gibi Bahsi geçen 'avcı' arkadaşın bir iki artistik hareketle oflayıp puflayarak kendi kendini gaza getirmesiyle başladı. O anda kafasında nasıl bir sahne oluşturdu bilmiyorum ama ağırlık sehpasına kasıla kasıla kuruldu. Tabii ki hoca ufak alıştırmalara uygun ağırlıklar takarken, o neymiş yaa tak tak bunlar benim için çocuk oyuncağı cümleleriyle havasını da atmıştı ki, takk hazin son; bir yiğit daha ağırlık altında ezilip tüm gazını oraya bıraktı. İşin daha komiği o kenarda sızlanırken vücut çalışan kız arkadaşım aynı ağırlığı iki nefeste tüy gibi kaldırıp attı. O nasıl bir mor surattır, o nasıl bir öfkeyle ayaklarını yere vurmadır. Sayesinde Günüm çok güzel başladı. Ey testosteron sen nelere kadirsin.
Söylemek istediklerimse, spor salonu ya da böyle ortamlar sosyalleşmek için değildir. Herkesin tek bir amacı vardır o da tabii ki spor yapmak. İnsanlar sizin ağırlık çalışmanıza bayılıp, size ilgi duymazlar allaseniz kendinize gelin.
Olay her zamanki gibi Bahsi geçen 'avcı' arkadaşın bir iki artistik hareketle oflayıp puflayarak kendi kendini gaza getirmesiyle başladı. O anda kafasında nasıl bir sahne oluşturdu bilmiyorum ama ağırlık sehpasına kasıla kasıla kuruldu. Tabii ki hoca ufak alıştırmalara uygun ağırlıklar takarken, o neymiş yaa tak tak bunlar benim için çocuk oyuncağı cümleleriyle havasını da atmıştı ki, takk hazin son; bir yiğit daha ağırlık altında ezilip tüm gazını oraya bıraktı. İşin daha komiği o kenarda sızlanırken vücut çalışan kız arkadaşım aynı ağırlığı iki nefeste tüy gibi kaldırıp attı. O nasıl bir mor surattır, o nasıl bir öfkeyle ayaklarını yere vurmadır. Sayesinde Günüm çok güzel başladı. Ey testosteron sen nelere kadirsin.
Söylemek istediklerimse, spor salonu ya da böyle ortamlar sosyalleşmek için değildir. Herkesin tek bir amacı vardır o da tabii ki spor yapmak. İnsanlar sizin ağırlık çalışmanıza bayılıp, size ilgi duymazlar allaseniz kendinize gelin.
Yaşlandığımı iyiden iyiye hissediyorum artık. Daha az heyecanlar bazen pes etmeler falan derken.
Amaaan kim uğraşacaklar var tabii onlarda ayrı dert.
Neyse tam ortasındayım yağmurun, rüzgarın diye devam eden şarkı sözleri belirdi içimde.
Her nerede ne yapıyorsa yapmaya devam etsin.
Yok öyle değil, dayı dedi ki, benden önce ne yapıyorsa aynısını yapmaya devam etsin. Utanmasın!
Evet böyleydi.
Amaaan kim uğraşacaklar var tabii onlarda ayrı dert.
Neyse tam ortasındayım yağmurun, rüzgarın diye devam eden şarkı sözleri belirdi içimde.
Her nerede ne yapıyorsa yapmaya devam etsin.
Yok öyle değil, dayı dedi ki, benden önce ne yapıyorsa aynısını yapmaya devam etsin. Utanmasın!
Evet böyleydi.
ne zaman takılıp düşsem, gölgede duran 56.saniyedeki gibi gülüyor şöyle: