confessions

ontolojik sancilarimin merhemi

1. nesil Yazar - melek gibi

  1. toplam entry 1315
  2. takipçi 54
  3. puan 41034

anılar

ontolojik sancilarimin merhemi
canlandıkları vakit, zamana ve ölçütlere sarılırlar. yalnızlığın içinde kendi duygularına ve içsel algılarına giderek daha da yakınlaşırsın. yakınlaştıkça da rol kesmeye başlarsın. sahte ben ile asıl duygular arasındaki çelişkiyi fark edene dek..

hayvanlar için bir kap su

ontolojik sancilarimin merhemi
sıcak havaların gelmesiyle birlikte su bulamadıkları için ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan hayvanlar için yapılması elzem olan bir iyilik.

her gün, her sabah, hiç sektirmeden yapıyorum. bahçeye ve terasa su kabı (pet kaplarda) koyuyorum. her gün aynı karga tarafından (tahminen) terastaki su kabı alınıp, komşunun terasına bırakılıyor. bir de diziyor onları adam akıllı. şaka gibi ama gerçek. oyun oynuyor benimle.

yaşam

ontolojik sancilarimin merhemi
her yerde hazır ve nazır olan.

bazı felsefeciler ölümün bulunmadığı yaşamın gerçekten de korkunç olacağını . öyle bir yaşamın ilgiden ve anlamdan yoksun olacağını ileri sürmüşler. sonu olmayan bir yaşamın bıktırıcı, bitmek bilmez bir can sıkıntısı olmasının yanı sıra, bir yaşama sahip olmak demek de yaşamak ile aynı şey olmadığını da vurgulamışlar.

yaşamak demek; aslında ölebilir olmak demektir.

yaşam düşüncesinin kendisi, bir kendinin farkında olma, kendini kavrama ve kendini yönlendirme duygusunu da beraberinde taşır. yani insan ancak kendini dünya içerisine yerleştirerek yaşam deneyimini kazanır. dünyayı ve onun içindeki nesne ve olguları doğru bir şekilde kavrayabilmesi ancak deneyim yolu ile kendisine özgü bir kavrayışla gerçekleşir. neyin önemli olduğuna dair hiçbir duygusu yok gibi görünen ya da herhangi bir anlamlı veya düzenli yaşama şeklinden yoksun olan birine yöneltilen ''kendine ait bir yaşamın, hayatın olsun'' cümlesinde üstü kapalı bir dille yaşama ve dünyaya ilişkin bir anlayışa sahip olması gerekliliği yatar. yani kişi yaşamını ancak kendi yaşamı olarak tanıma yeteneğine sahip olarak anlamlı kılabilir.

zira insanlar yaşam içerisinde zamanla var olurlar. her gün gelişen kavrama yeteneği, yaşamının birliğine dair birleşen öğeleri, eylem ve tutumları yaşayarak, o yaşamı kendi yaşamı olarak görme duygusuna sahip olarak gerçekten var olabilirler. bir yaşama sahip olmak demek , o yaşamın sınırlarına, neyin onun bir parçası olup, nelerin o kadar olanaklı olmadığına dair anlayışa sahip olmaktır. aksi takdirde ilk başta söylediğimiz gibi; bir yaşama sahip olmak demek, yaşamak demek değildir.

sarılmak

ontolojik sancilarimin merhemi
bence bir türlü sarılma var, o da birbirlerine özlem duyan ruhların sarılışı. bir zamanlar ruhlar çok güçlüydü yeryüzünde; o kadar ki, mutlulukları tanrıları korkutmaya başlamıştı. her bir ruh çifti bir tanrıyı korkutmaya adanmış gibiydi. tanrılar bunun üzerine düşündüler ve bu ruhları ayırmaya karar verdiler. ancak bu sayede bu lanetli korkudan kurtulabilirlerdi. böylece mutlu ruhlar ayrıldılar birbirlerinden; tanrısal bir mutsuzluk hakim oldu yeryüzüne. işte bu vaktinde ayrılan ruhların sarılışı mümkün bence sadece.

aslında sarılmak bir çekişmedir, ama sadece tanrısal mutsuzluğa karşı, onunla yapılan bir çekişme. onu bu mücadeleden kurtarıp kendi başına var olmasını isterdim aslında...

kısa öykü denemeleri

ontolojik sancilarimin merhemi
akşamın erken karanlığı bastırdığında, içimin renginin iyice hüzne boyandığını hissettim. dönüp kendime baktım, sonra kafamı tekrar geleceği yöne doğru çevirdim. şehrin boğazına bakan o evden, önce kalabalık caddelere, sonra caddelerin arkasındaki karanlık sokaklara, hiçbir şeyden korkmayacak insanların yaşadığı uçlara doğru yürüdü. ben mi onu zihnimde, kafamın tam üstünde tutuyordum, o mu kafamdan ayrılmıyor, ben mi onun ardından gidiyordum bilmiyorum...

yürüdükçe; " 5 yaşındaki bir çocuk bile ona bakıp anlayabilir, varlığımın halatının onun boynunda asılı olduğunu " diye düşündüm. o yok muydu diye sıkça düşünür olmuştum son zamanlarda. belki hepsini ben ekledim ona. ona, onda gördüklerimin, onda hissettiklerimi... tek bildiğim bunun yaşam içi bir şey olmadığı. bir insan ancak tanrısıyla bunu yaşayabilirdi belki de. kafamdaki düşünce balonlarından sıyrılıp, yöneldiği karanlık dar sokağa doğru hızlandırdım adımlarımı.


daha önce görmediğim bu sokakta, bu yıkık dökük terk edilmiş binada ne işi vardı ? ona doğru ilerledim. sokağın lambasının hafifçe aydınlattığı odanın tam ortasında, yeşil kadife koltuğa uzanmış, sigarasını cebinden çıkarmaya çalışıyordu. yanına oturdum. elimi cebine soktum. paketi aldım. paketten bir sigarayı hafifçe öne doğru çıkarıp, dudaklarının arasına doğru uzattım. aynı anda diğer elimi diz kapağını okşarken buldum. sigarasını yaktım. bir damla gözyaşı indi yanağından... sustum, onun da sustuğunu anlıyordum. soluk alışverişini, duyabiliyordum. yanağını okşadım " tamam bitti artık, geçti " dedim. yıllarca birbirini kaybeden iki aşığın sarılması gibi sıkıca sarıldık birbirimize.

melodramma

ontolojik sancilarimin merhemi
bir andrea bocelli efsanesi. aşkın ilahisi anlamına gelir.

türkçe sözleri ;

bu benim şarkım
aşkın ilahisi
sana onu soyluyorum
kederimle
öyle güçlü öyle büyük ki
kalbimi hançerliyor

ama berraktır sabah
tarlalarının arasında şarap kokusu
ben seni düşünüyordum ve şimdi
seni görüyorum hala orada
ah, ne kadar nostaljik
dağ freskleri
ağlarım ki delilik
gitmekti sonra uzaklara

bu melodi
aşkın ilahisi
sana söylüyorum ve hissediyorum
bütün kederimle
öyle güçlü, öyle büyük ki
kalbimi hançerliyor

ama berraktır sabah
tarlaların arasında bir değirmen
orada doğdu benim kaderim
seviyorum sensiz
seviyorum sensiz

ve bu kalp söylüyor
bir tatlı melodram
aşkın ilahisidir
senin için söyleyeceğim
bir melodramdır
sensiz söylediğim.



bir delinin günlüğü

ontolojik sancilarimin merhemi
Gün, sanki aşağı doğru boşalıyor. bedenimin duvarlarından aşağı boşalan sonra  bir araya toplanan kan gibi. geçip gidemiyorum. bu anlaşılmaz engeli aşamıyorum. günler geçiyor.günden güne her şey yumuşaklığını yitiriyor. bedenim, mum kadar yumuşak. sonra yüzüm yok gibi. hayal gücüyle süslenmiş kaskatı sözcükler dışında hiçbir şeyim yok gibi. ruhumdaki göletler kabarıyor. sonra usulca sessizliğe gömülüyor. karanlık bir gökyüzünde dansını sürdüren kasvetli gri bulutların ardında tüm ihtimamı ile ışığını yansıtmak ve çekimi göstermek isteyen uğursuz bir dolunayın etkisi sarmıştı, ruhumun tüm dünyasını. bir bekleyiş içinde eriyip gitmekten korkuyorum. bir ateş yakmak istiyorum içimde. umudun ateşini. ısıtmak istiyorum onla içimdeki hisleri, aydınlatmak istiyorum onla karanlık köşeleri, yakmak istiyorum onla üzüntülerimi ve öfkemi. bir halat yapıp yukarı fırlattığım sözcüklerime tutunmak istiyorum sonra. içinde bulunduğum mağaradan çıkmak ve beni selamlayan gök yüzüne dokunmak için. kırıyorum beni kabzetmiş tüm engelleri, dokunuyorum hayaller ile süslü gökyüzüne. kızıl ve mor arası güneşin ufuktan doğuşuna bakıyorum. önümde mavi, yeşil bir deniz. beyaz köpüklerinden gelen mutluluk kokusunu alıyorum. bir yelkenli yapıyorum kelimelerimden. gövdesi, direkleri hep kelimelerim. rengarenk yelkenler ise neşem ve coşkum. açılıyorum uçsuz bucaksız görünen denize. başlıyor küçük maceram. kanatlı balıklar, dalgıç kuşlar yoldaşlarım. beraber süzülüyoruz, geleceğe. bir ada yükseliyor, kristal. üzerinde un gibi yumuşak mor toprağı. ağaçlar ve otlar her biri ayrı güzel. her biri umutlarımın bir abidesi. bir geliyor karşıdan, tanıdık bir yüz. hafızamdaki tatlı yankıların sahibi. kalbimin atışlarını duyabiliyorum, adımlarımla senkronize. gülümsüyoruz, birbirimize. tutuyorum sıcacık ellerini. sessizce yürüyoruz kumsalda, ruhlarımız birbirine kenetli..

anlamak

ontolojik sancilarimin merhemi
zordur anlamak bazen. beynin çatısında oluşan su damlası benzer. bazen kupkurudur orası. o anlarda cümlenin son sözcükleri yavaş yavaş azalıp yok olurlar. yüzünün ifadesizliğini ve konuşmamın amaçsızlığını fark eder insanlar..

çatıdan düşen su damlası beynin topraklarına ulaşırsa, orada fikirler yeşerir. kuru olması durumunda beynin çatısının çatlaması gerek. içeri giren ışık ve beynin toprağından boynunu çıkaran fikir, fidanlarına ulaşır ve beslenir.

kuru ve kendini kapatmış bir çatı, kısır döngüler mahkumdur. elbette kendi içinde yeşerttiği fidanlar var ama bunlar ölüme mahkum. tabi bunun da farkına varmadıkları için netice hazin. işte o zaman anlamsızlaşır ifadeler. evet konuşmak amaçsızdır. çorak bir toprak gibi arzı endam eden suratlara!

zengin sözlük yazarlarından şiirler

ontolojik sancilarimin merhemi
sahilin yalnızlığı kaplamıştı etrafı
gün batımına dokunan başka gözler yoktu,
ufuklara demir atmış seninkilerden başka
temiz bir çarşaf deniz, havada tuz kokusu
küçük kıpırtılar bozuyordu bu durgunluğu,
güneşin ışığına tutunmuş kıpırtılar..
kim bilir, belki anlatmak istiyordu hüznünü
derinlere süzülen hasretini anlatacak,
kimse yoktu çaresizce dokunduğu kıyılarda
göğün içi acıdı, dolu gözleri
sahneyi terk ediyordu, güneş,
ardından tatlı sıcaklığı bırakarak..
rüzgar aniden geldi, karakterine uygun şekilde
dalgalar hırçınlaştı, kıyıda sitemkar dokunuşlar
sınırları yarmış gözlerinde manzara,
bütünüyle kendini ele vermişti oysa..
kabaran dalgaların dağınık dansında;
etrafa saçılan köpük köpük,
bembeyaz umut incilerini toplamaya başlamıştı, bakışların..
tekliğin içinde parçalara ayrılmış kalbinin,
aslında hiç de yalnız olmadığını biliyordun
üzerindeki metal yığınlarını görmezden gelen,
kaprisli denize bunu anlatmak elbette zordu..

frygt og baeven

ontolojik sancilarimin merhemi
soren kierkegaard eseri.

"ruhlar aleminde... sonu olmayan ilahi bir düzen hüküm sürer. burada yağmur hem haklının hem de haksızın üzerine yağmaz. burada güneş hem hayır sahibinin hem de günahkarın üzerine parıldamaz. burada her şey yerli yerine oturur. yalnızca çalışan ekmek kazanır; yalnızca muzdarip olan dinginlik bulur; yalnızca soyunu ruhlar diyarında sürdüren, sevgilisinin imdadına yetişir; yalnızca bıçağı çeken ishak'a kavuşur."
46 /