zenginsozluk.com/foto Japon halk bilimine göre çıktığınız doğa yürüyüşlerinde onunla karşılaşıldığında korkmak yerine yanı sıra getirdiğiniz yemeği (bizim deyimimizle azık) paylaşırsanız minnet göstergesi olarak ağır yükleri taşıyacak olan bir yaratık/yokai.
Bir 11 kasım sabahı,öyle kayıp gitti ellerimden. Eksikliğini hissetmen geçen bir gün bile olmadı. Sevdiklerim konusunda hep paranoyak, hep baskıcı bir ruh hastasına dönüştüm.
Her huysuzlugumun acıdan olduğunu kimseye anlatamadım
bütün yaşamı boyunca amacının evlenmek olduğu kişi beyanı. evlilik böyle bir şey değil evlilik böyle bir şey değil anlıyor musun beni delirtmek mi istiyosun sen?
İnanılmaz duygusal, ailesine düşkün kadındır. Duygusallığını herkese belli etmez, içinde yaşar, içinde biriktirir ve yeri geldiği zaman patlar. Bazen bu patlama ufacık bir tartışmadan çıkar ve siz sebebini o küçücük tartışma sanarsınız. Halbuki olan şey kocaman bir birikim sonucu ortaya çıkmıştır. Arkadaş ve dost ayrımını iyi yapar. Dostlarını ailesinden ayırmazken tüm dünya arkadaşı olabilir. Ancak bu arkadaşlık sadece ismini bilmekten ibarettir. Sevdiklerine çok ama çok önem verir. Bu önemi siz abartı sanarasınız ama aslında onun için ufak bir kıvılcımdır. Sevince çok sever, ama çok sever.
iliklerime kadar zirvede bir yengecim şu sıralar. İyisiyle, kötüsüyle her haliyle. Belki aşık olacağım belki birilerini uzaklaştıracağım bilmiyorum ama her duygum doruklarda.
Bazen günde onlarca kez sorarım aslında bunu kendime. Biri beni kırdığı zaman “sorun yok, hiç problem yok, her şey çok yolunda” diyorum. Ama Öyle değil. Neden yüzlerine çarpamıyorum çünkü hakkım yok. En azından ben öyle düşünüyorum pişman da değilim. Peki değer mi? Ben bu kadar takıyorum değer veriyorum günün sonunda beni kırıyorlarsa gerçekten değer mi? Ertesi gün hiçbir şey gibi olmaması gerçekten hak mı? Gerçekten ya çok merak ediyorum Değer mi?
Bir ara müptelası olduğum şarkıdır. (bkz:Barış manço)
Hatırlarım bugün gibi sessiz geçen son geceyi Başın öne eğik bir suçlu gibi bana verdiğin hediyeyi İki küçük kol düğmesi bütün bir aşk hikayesi İki düğme iki ayrı kolda bizim gibi ayrı yolda
Akşam olunca sustururum herkesi her her şeyi Gelir kol düğmelerimin birleşme saati Usul usul çıkarır koyarım kutuya yan yana Bitsin bu işkence kalsınlar bir arada
Heyhat sabah gün ışıldar yalnız gece buluşanlar Yaşlı gözlerle ayrılırlar düğmeler gibi Bizim gibi bizim gibi ayrılırlar bizim gibi ayrılırlar
çevremdeki insanların çoğu hatta neredeyse tamamı, -yapmam dedikleri her şeyi yapıyorlar. -kınadıkları her şeyi yapıyorlar -bilmeden değil resmen bilerek üzüyorlar şunların aksini iddia edenlerin ağzına kürekle vurmak istiyorum. yapıyorsun kardeşim. al şapkanı eline bir düşün. "ulan gerçekten doğru mu acaba?" diye. çok mu zor cahil? çok mu zor entel bok? çok mu zor? düşünün be. birazcık sadece birazcık kendiniz ile konuşun. delirin ulan azıcık. birinin söylemesini beklemeden düşünün. şu çevremdeki neden en düşünceli insan benim ya kafayı yiyeceğim.
Söylemesi ayıp değildir ama bu herifin ölüsü kesin b*k kokuyordur, o yüzden onun cenazesine bile gidilmez. Kaldı ki atatürk'ü seven cenazesine gelmesinmiş, ulan deli, sen kimsin ki senin cenazene geleyim diyorum ölüsüne.
Bu pislik herif yaşarken de bunları söylediğim için çevremden çok tepki almıştım, çünkü; çevremin çoğu atatürk düşmanı ve çoğu da bu pislik herifin cenazesine gitmeye niyetli insanlar.
Seçime gidecek olan partilere yeni umutlar sağlayan karardır.
Herhangi bir siyasi parti ile işim yok ve bu yüzden de hiçbir partiyi desteklemiyorum. Kimsenin de kazanması taraftarı değilim fakat birisi kazanmak zorunda.
Umarım bu seçim bir an önce gelip geçer de bütün partiler sesini keser. Ardı ardına şehit verdiğimiz şu günlerde bu tarz saçma bir şey ile zihnimin meşgul olmasını istemiyorum.
Ense kökümde güzel mi güzel bir ağrı var. Bunun sebebini bilmiyorum ama dayanacak gücümün kalmadığını biliyorum.
Son 4 yıl içerisinde çok fazla ölüm gördüm. Hepsi de candan öte olanlarımdı. Bugün bir ölümü atlattım gibi ama tam atlattım denemez. Onun ölümle yaşam arasındaki farkı bir adım. Bir ayağı yaşamda, bir ayağı ölümde.
Yaşı daha çok küçük, bu yaşta ölmesine gönlüm razı değil. Bir sağlıkçı olarak onun hayata dönmesi için hiçbir şey yapamadığım aklıma geliyor da... beynimin her bir köşesi yanıyor. Ne demek ya, onun durmuş olan o küçücük kalbini çalıştıramamak ne demek? Dakikalarca oksijensiz kalması ve beyninde kalıcı bir hasar olabilitesi ne demek?
Üzgünüm küçüğüm, belki sana daha erken gelebilirdim ama gelemedim. Cidden, çok üzgünüm.
Hangi firmaya ait olursa olsun, ulaşması ve bağlanması sırat köprüsünde geçmekten daha zor ve uğraştırcı olan birimdir.
Telefonun başında beklerken başına binbir türlü olay gelse gene bağlanamazsın, gene bağlanamazsın.
Hayır yani, sizi bu kadar meşgul eden nedir ki bir türlü o lanet hattı bağlamıyorsunuz. Devletin en derin ve en karanlık sırlarını falan mı alıyorsunuz da bizi bu kadar bekletiyorsunuz.
bir ateist olarak söz söylemek bana düşer mi bilmiyorum ama bu adamı ne zaman tv'de görsem aklıma bir kuranı kerim ayeti gelmekte;
''seni allahın adıyla kandırırlar, kanma''
keşke müslüman halkımız da kendisini kötülüklerden kuran ayetleriyle korumayı başarsa. fakat kim taptığı kitabı okumuş güzel yurdumda o da ayrı bir paradoks. benim gibi bir allahsızın okumuş olması ve hala başvuru kitabı olarak öğrenip faydalanması ayrı bir paradoks.
tevrata da şöyle bir ayet vardır;
''aldanmak isteyen aldanır''
halkımızı aldanmak istemenin kolaylıcılığından kurtarmak için canımı bile veririm fakat kar eder mi bilmiyorum.
''allah aklını çalıştırmayan toplumların üzerine pislik yağdırır''
Sevmediğim hayvanların başında yer alan kanatlılar.
Ulan hiçbir zararı yokken bile saldırıyorlar insanlara. Yok eğer sakınırsan sokar yoksa bir şey yapmaz diyenlere de ağız yüz girişesim geliyor. Bildiğin saldırıyor namussuzlar. Oturmuş efendi gibi çayımı içiyorum, senin ne derdin var benim geniş omuzlarımla da sokmaya çalışıyorsun swh.
Bence yok olsunlar hiç problem değil. Zaten bal yemem. Tozlaşma, hayatın devamı cart curt da önemli değil. Zaten oksijenden de rahatsız oluyorum.
Duygusuzlaştım. Tanısanız belki bana hak verirsiniz ama nasıl tanıyacaksınız? Kendim bile zor tanıyorum. Hatta aşırı kalabalıkta kendimi kolaylıkla seçemeyebilirim.
Hayatta, devasa acılar yaşadığımı sandığım olaylar geçti başımdan bir dönem. Sonra ne olduysa, birden bire her şey değişti. Aslında birden bire demek de haksızlık olabilir. Biraz zaman aldı. Ancak henüz çocukken bile bugünlerimi sezebiliyordum zaten. Olaylar ya da kişiler yüzünden bu noktada değilim yani kesinlikle. Ancak niçin böyle olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Yaratılış meselesi olabilir, eğer yaratıldıysak, ya da iç yolculuklarımdan birinde kaybolmuş olabilirim belki de çocukken daha.
Çok değil İki sene öncesine kadar duyguları dibini sıyırarak yaşıyordum ve hayatın akışı içerisinde bu bana hiç anormal de gelmiyordu. Şimdi durup baktığımda yaşadığım olaylar karşısında hissettiğim duyguları çok daha iyi anlıyorum ve kendi irademle analiz ediyorum.
Vardığım sonuç tam bir facia. Hissettiğim duyguların tamamı kendi düşüncelerimin ve anlamlarımın sonucunda oluşan şeylerdi. Kendinizi çok boktan duygularla boğuşurken bulduğunuzda bu söylediklerimi belki hatırlarsanız eğer ve siz de yeterince farkında olarak olaya dışarıdan bakabilme olanağı yakalarsanız göreceksinizdir. Kaçınılmaz bir şey bu. Hissettiğimizi sandığımız tüm doğal duygular dahil her biri aslında kendi irademizle gerçekleştirebileceğimiz ancak genel olarak farkındalığı kenara bırakarak bilinçaltı ve başka irademiz dışında gerçekleşmesine karar verdiğimiz bir eylemin sonucunda ortaya çıkıyorlar. Anlamlandırma.
Bir şeyin size bir şeyler hissettirebilmesi için bir anlamı olması gerekiyor. Ve siz bir şeyleri devamlı olarak anlamlandırıyorsunuz. Yani hepimiz bunu yapıyoruz. Bir şeylerin anlamlandırılması demek şu demek: örneğin; bir insan sizin arkadaşınız olabilir fakat her arkadaşınızın aslında sizin için ne anlama geldiğine karar veriyorsunuz bir şekilde. Kimisinin pek önemli biri olmadığına, kimisininse herkesten kıymetli olduğuna kanaat getirebiliyorsunuz bilinçli ya da bilinçsizce. Ki genelde bu bilinçsizce yapılır çünkü birinin sizin için önemli olması için onda bir şeyler bulmanız gerekir. Bulduğunuz şeylere göre anlamlandırırsınız. Eğer bilnçli olarak yapıyor olsaydınız kimin önemli kimin önemsiz olacağına istediğiniz an karar verebilirdiniz. Fakat takdir edersiniz ki çoğunuz şu an, en iyi arkadaşını bir çırpıda değiştiremez. Dolayısıyla bilinçdışı bir eylem ile o arkadaşız ile aranızdaki etkileşime bir anlam yüklemiş oldunuz. Peki şimdi düşünelim; bu anlamın, karşınızdaki kişi ile mi yoksa sizin düşünceleriniz ile mi alakası var? Elbette karşınızdaki kişi hakkındaki düşünceleriniz onda gördüğünüz etkiler hakkında daha önce geliştirdiğiniz düşüncelerinizle alakalı. Şöyle: misal eğer hırsızlık sizin için çok harika bir özellik olmuş olsaydı, hırsız birinin en yakın arkadaşınız olma ihtimali daha yüksek olurdu. Fakat siz sadakate, onura, güvene önem verdiniz çünkü bunlara yüklediğiniz ya da yüklemeniz sağlanan anlamlar çok daha çekiciydi. İyi pazarlanmış, yaygın ve iyi olduğu kanıtlanmış niteliklerdi. İyi insan olma hedefinizi doğar doğmaz size empoze etmeye çalışan toplum, iyi cilalanmış nitelikleri size pazarladı ve bu nitelikler sizin için çok daha önemli bir hal aldı. Dolayısıyla bunlara sahip olan kişilerle hem iletişim kolaylığı hem de ortak noktalar yakaladınız. Ve o kişilere aslında o kişilerle, yani şahıslarla, alakası olmayan bir anlamı yükleyiverdiniz. Şimdi çevrenizdeki insanlar birer birer ölmeye başladığında, bu ölümler içerisinde en çok sizin için en anlamlı olana üzülecek ve onun için gözyaşı dökeceksinizdir. Örneğin anneniz. Annelere yüklenen anlam neredeyse evrenseldir.
Sözün özü; eğer bir şeyleri anlamlandırırken ya da sonrasında onlar için bir takım duygular hissederken kontrolü bir an olsun elinize alır ve toplumun ya da evrensel ahlakın size dayattığı anlamlardan kaçınırsanız, Hiçbir duygunun kölesi olmak durumunda kalmazsınız. Ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama şimdilik söylemek istediklerim bunlar.
Askerde olmam gerken bir ameliyatı sırf kaçtı demesinler diye erteledim ve geçen ay oldum. Çok zorlu bir iyileşme sürecinden sonra yaram enfeksiyon kaptı ve kalp kapakçıklarıma kadar yayıldı. İlk defa bugün canım acımadan bir şeyler yedim.
O değil de yutkunmak ne güzel bir şeymiş. Her an yaptığımız için anlamsız gelen şeyler her şeyden önemliymiş aslında. Bundan sonra bunun daha bir bilincinde olacağım...
Benim, daha çok; "durumlar veya yaşanmışlıklar üzerinden hissettiğim" duygudur. Bunun, "kişilere duyulan özlem" den belirgin farkı şudur ki; özlediğiniz bir kişiye ulaşma imkanınız, çoğu zaman ihtimal dahilindedir. ancak, dönemlere veya yaşanmış şeylere karşı özlem duyarsanız, bir nevi özlediğiniz ile kalırsınız. bu noktada da 2 ihtimal ortaya çıkar, ya özlemlerinize saplanır kalır ve hayattan zevk alamaz hale gelirsiniz (bulunduğunuzu anın tadını çıkaramama durumu) ya da mantığınız ile hareket ederek, bu özlem duygusuna kendinizi fazla kaptırmamanız gerektiğini bir şekilde idrak eder, "güzel günlerdi" deyip geçersiniz. kişisel ruh sağlığınız için doğru olanı, elbette ikinci şıktır.
havuz medyasınfan star paçavrası yazarı ersoy dede sıçmığı 5 yaşında cinsel istismara uğrayan çocuk için, "ebeveynleri olmadan çocuk dışarda ne arıyor?" diyor alağılık yavşak. dikkat edin sapığı lanetlemiyor, çocuğu suçluyor. bunlar tecavüzü iyice meşrulaştırdılar. ananın...nı arıyordu 5 yasındaki sabi sübyan.
Aklıma ozan güven'in küfürlü videosu geldi birden. Birileriyle birlikte olmak zorunda değil hiç kimse amk. Birileri birileriyle beraber ve hoş vakit geçiriyor diye birileriyle birlikte olmak istemek çok saçma. İnsanları rahat bırakın, kendinizi de. Ulan öyle bi çağda yaşıyoruz ki zaten her şey özenme üzerine kurulu. Dışarıdan güzel görünen ilişkilere özenmeyin, benim de bir ilişkim olsun diye yola çıkmayın. Bakın ben söylüyorum, siz yine sikinize takmayın ama bu doğru bir yaklaşım değil.
Bir ilişkiniz olsun diye birilerini aramayın, bulmayın. Birini bulduğunuzda zaten ilişki gerekiyorsa ortaya çıkar kendiliğinden. Ki gerek var mı, tartışılır.
Maksat ilişki için birilerini denemekse devam edin ama sonra da mızıklıyonuz ondan diyorum yoksa kimsenin hayatına karışacak değilim. Sırf sizi düşünerek tavsiye veriyorum. Boş işlerle uğraşmayın amk açın sanatla, edebiyatla ilgilenin. Ben zaten ilgileniyorum diyorsanız yanına bir de bilimi ekleyin. İnsanlarla uğraşmaktan çok daha eğlenceli.
16 Nisan 2019 tarihinde Ekrem İmamoğlu'nun sosyal medya hesaplarına düşmüş, otobüste halka el sallarken bir çocuğun kullandığı cümle. Ekrem İmamoğlu bu ifade sonrasında arkadakilerle konuşurken “Çocuğa bak, her şey güzel olacak, şu inanç yeter bize şu inanç.” ve ardından “Aferin, her şey çok güzel olacak, aslanım benim.” demesi de ülkede bir şeylerin değişmeye başladığını gösteriyor.
Öncelikle, ülkede satranç oynayacak insan bulmak çok zor.
bir insanın görece olarak pembeye çalan dünyasını griye boyamak kötü bir davranış mıdır? Aslında yaptığınız tek şey ona boyanın altındaki rengi göstermek olsa bile?
Yani, Cypher bifteğin gerçek olmadığını hiçbir zaman öğrenmemiş olsaydı kesinlikle daha mutlu olurdu evet. tüm griliğine rağmen gerçeği tercih eden insanlar ile sahte pembeleri tercih edenler arasında temelde nasıl bir fark var? Bu insanları ilk görüşte ayırt edebilmek mümkün müdür?
Kendisine sorsanız gerçeği duyarak mutsuz olmayı tercih edecek insanlar; o mutsuzluk yaşam tarzları olmaya başladığında, duyarsızlaşma süresi içerisinde yaşayacakları tüm olumsuzluklar karşısında her zaman dirençli olamıyorlar. Ve bu; kendi söylemleri olan, salt gerçeği sahte mutluluklara tercih etme eğiliminin aslında bir hata olduğu ve "gerçeği keşke hiç öğrenmeseydim" itirafını olmasa bile hissiyatını yaşayabiliyorlar.
Misal talep etmeyen birine iyilik yapacağım düşüncesiyle hayattaki bir takım gerçekleri anlatarak onu gelecekteki tehlikelerden korumaya çalıştığınızda, hem onun mutluluğunu bir süreliğine elinden alıyor, hem de evrimsel süreçte kendi başına hayatta kalma çabasını sekteye uğratıyorsunuz. Bu iyilik midir?
Bir sokak kedisini sokaktaki sefil hayatından kurtarıp, onu evinize aldığınızda ona iyilik yaptığınızı düşünmekte haklı olduğunuz gibi niyetiniz kesinlikle iyilik olsa bile aslında kedi türünün insana bağımlı asalak bir canlıya evrilmesinde oynadığınız rolü hesaba katmıyor oluşunuz tabi ki bir suç değil ancak bireysel bir kediye yaptığınız kocaman bir iyilik koskaca bir türe yaptığınız minnacık bir kötülüğün önüne geçiyor. Hem de bundan çıkar da sağlıyorsunuz. Yaklaşım tarzı olarak çok doğal ve normale çok yakın olsa da temelde, koskoca bir türün kendi başına varlığını sürdüremeyecek hale gelmesi için örülen duvara bir tuğla da siz koymuş oluyorsunuz. Bu ikilemler hiç hoşuma gitmiyor.
Hayatı anlamlaştıran ya da anlamsız kılan insandır. insan, hep bir savaş halindedir. Bu savaşlara çıkarken diğer insanları kurtarır ya da bataklığa saplar. insan yine bir insanı soğutur Ya da yaşatır. insan değerli bir varlık olmasına rağmen bu savaşlarda kendini basitleştirip karakterini sorgulatıp diğer insanlara kötü tecrübe olarak yansıtabilir. Netice olarak insan insan derler ona. İnsan çok adi olunca diğer insanlar kaliteyi anlar.
-Dermansız dert dedikleri olayın en hasıdır. uçurumdan düşüyorsun ama hiç yere çakılmıyorsun. Öyle (bkz:boşluk)ta sallanıyosun. Çarpmıyosun , değmiyosun . Ama o (bkz:boşluk) öyle bir yerine değiyor ki ; beyninin açık tüm kapıları cereyan ederken birden çakıyor şimşekler yıldırımlar. Bir menekşe kokusunda , bir bebek özleminde , bir mavzer çığlığında onu aramak var ya , bu hep böyle böyle gider mi ? - .... -Bende öyle düşünmüştüm... !
İdealist bir yaklaşımla; "yoktur." diyebilmeyi çok isterdim ama biraz düşününce, "çok var amk ya."
Şunu iyi anlamak lazım, her kitap illa ki kendi okuyucu kitlesine hitap ediyordur buna itirazım yok. Ancak şahsım adına kesinlikle vakit kaybı olan çok fazla kitap olduğunu düşünüyorum. Bir kere kendi ideolojisini anlatmaktan ziyade empoze etmeye çalışan misyoner dallamaların, o çok mühim elitist lobilerde rant yapmak için bir takım sözde liderlerin götünü yalayarak yazarlık yapan ve yayın evlerinin yayınlamak için birbirleriyle yarıştığı zihinsel mastürbasyon ürünlerinin üreticilerinin bana bir faydası olabileceğine inanmıyorum ki ben sokak tabelası okuyarak bile bir şeyler kazanabileceğine inanan insanım. "Bir yerde bir bilgi varsa, mutlaka bir işe yaramalıdır." Diye düşünüyor olmama rağmen bazı yazılarda hakikatten bilgi kırıntısına rastlamak mümkün olmuyor. Karakter analizi yapmak için yazılarını okumak istemeyeceğim bir sürü yazar var.
Hem daha okunacak çok fazla klasik eser var... Önce zemin oluşturalım ki kıyas yapabilelim doğru değerlendirebilelim.
Şimdi hiç shakespeare okumamış biri gidip de çok satanlardan bir taklidini bulup okusa ne bileyim kandırılmış olmaz mı biraz? Konunun dışına çıktım biliyorum ama, bence önce klasikleri okuyun. Onları klasik yapan bir şeyler var gerçekten de.
Yine olayı cinsiyetleştiren birkaç pelikanlı görüyorum. Beşyüz gün evde durmaya kimse katlanamaz. Ancak yoğun geçen günlerin ardından üç beş gün full dinlenmeye kimsenin bir şey diyeceğini sanmıyorum.
"Karadutun lekesini sadece kendi yaprağı çıkarırmış Babaannem, insan da aynı bu ağaç gibidir demişti o gün bize.. Yarasına ilacı başka yerde arayan her zaman yanılır.. Her yaranın merhemi kendi dalındadır..." Sinan Sülün / Kırlangıç dönümü Dalken ; köküme fayda veremedim. Kurudu gitti. Söyler misiniz ; yağmurun hiç mi suçu yok yağmadı diye ? Mevsiminde parmağı yok mu sizce , bütün sene kurak geçtiği için ? Kuruyan dallar yeniden yeşerir mi ? Pastayı bu kadar kabartan nedir ? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi ? Tamaaaaaam. Tamaaaam. Reklam yapmıyorummm :/
Bir türlü tamamlayamadığım dönem. Ya bir süre sonra friendzonea düşüyorum ya da soğuyorum. Denge politikası izlenmesi gereken en keyifli dönem aslında.
Bir insan ezber bozan olacağım, popüler olacağım derken neden bu kadar saçmalar anlamış değilim. Hemofili nedir o zaman? Down sendromu nedir?
Hayır arkadaş boşuna mı gördük ettik okulda onca hastalığı biz? Bir de 200 senede ortaya çıkar demiş bak hele! Ulan bu genetik hastalıklar 200 senede ortaya çıkıyor olsaydı yukarıda saydığım hastalıklar bir insan evladında bile görülebilir miydi?
Her insan bugüne kadar ilk atalarının genlerini bile taşır. Zamanla genler çoğaldıkça ilk genler çekinikleşmeye başlar. Genler homozigot hale geldiğinde ise fenotipe yansır. Bu kadar. bitmiştir!
Yani bundan 100 bin yıl önce atalarından gelen bir gen hiç beklemediğin anda seni şizofren, als falan yapabilir. Ha genin uyanma süresini çevresel koşullara göre uzatıp kısaltabilirsin o ayrı. 200 yaşına geldiğinde de uyanabilir genetiğinde saklı bir hastalık. Ama bu genetik hastalıklar 200 yaşında açığa çıkar sonucunu doğurmaz. Saniyelik işler bunlar valla.
Gelgelelim insan vücudu genlerini bir sonraki kuşağa aktardıktan sonra ölmeye programlı bir sistemdir. Öyle 200 yıl falan beklemez ortaya çıkacak hasar.
son zamanlarda iyice zırvalayan ismet özel sosyalist olduğu dönemlerinde şiirde en güzel eserlerini vermiştir. dinci sağcılık özelin şiir ve söylemlerini tesettüre sokmuştur veya kalemine prezervatif takmıştır. gelelim sevmenin mübalağa sanatı olayına. çok doğru ve tesettürlü dizeler. şimdilerde aşk köpekliktir diyenleri görüyoruz. özel gayet güzel bir dile getirmiş. sevgiyi abatın, lütfen abartın.
Ve "-abartın..." Der devamında İsmet Özel. Bunu duyduğumuzda zaten mübalağayı çokça abartmış, "onu düşünme" kısmını "gece boyunca"ya da aktarmıştık. Hatta öyle bir noktaya geldik ki, yeme-içme kısmında kısıtlamalar yaptık kara sevda adı altında. Keşke diyorum, keşke bu kadar abartmasaydık. Ya da İsmet Özel "kendinizi yıpratmayın ama" anektodunu ekleseydi. Böyle diyorum ama kalbim buna nasıl isyan ediyor, anlatamam. Yok, hayır abartmayacağım; Kararlıyım.
Bazı konularda yazarken istisnalardan bahsetmeyi, o kavramın ulvi vasfına saygısızlık olarak düşünüyorum; "baba" da onlardan biridir.
Ayrıntılı düşünmeyen, hasta olmayan, yorulmayan, eğlenmek istemeyen bir düzenek gibi algılanır babalar. Oysa onlar gece uyurken bile düşünmeye devam eder. Hasta olduğunda bazen naz yapar belki ama istirahat etmek yerine erkenden kalkıp eve rızık getirme vazifesi nedeniyle çalışmaya devam eder. Bunlar gibi nice detaylar abidesi olan baba, bana güven duygusunu hatırlatıyor. Ona duyduğunuz güveni "sırtını dağa yaslamak" gibi düşünün. Zihnimdeki baba tarifi imkansızdır. Yaşamımda ise evladı olduğum babam; disiplin ve kuralcı bir ortamda büyümesinden mütevellit sert mizaçlı idi. O böyle gördüğü için bu düstur üzere davranmasını göz ardı ederdim. Kendisiyle ilgili bir anım vardır ki eminim bunu içimde sakladığımı bilse, üzülürdü. 15 yaşlarında iken yaptığım bir sakarlık sonucu bir tabak kırmıştım. Elimden kayan tabak odanın orta yerine paramparça dağılmıştı. Babam bu hali görünce öfkeyle "ne yaptın sen be kızım!" Dedi. Usulca kırıkları topladım ve odama gidip gizlice ağladım. Neden biliyor musunuz? Bana kızdığı için değil, bana "kızım" dediği için...
Haftasonları daha bir eziyete ve bacak ağrısına sebep olan aktivite. Pazar günüyse ve araba alma piyangosu size düşmüşse eğer “oo arabayı kombiwan alıyor o zaman içmeye gidelim” durumu oluşuyor. Pek sorun değil ama pislik olsun diye genellikle bu durumdan sıyrılıyorum. Ayrıca tırların selektör yapıp araba solladığı, servisçilerin uçup kaçtığı, ufak tefek kamyonların camını full açıp öküz gibi baktığı bir bölgedeyim. Veya her bölge böyle ama ben denk geldim. Bir gün yine camını özellikle açıp ölmeye beş kalmış öküz gibi bakan bir sığıra “ne bakıyosun amca” diye bağırmıştım. Tam gaz olay yerini terk etmişti. Eğer kadınsanız ve araba kullanıyorsanız hayat gerçekten zor olabiliyor.