Abelardus'a göre de tümeller nesnelerin değil, kelimelerin dünyasına aittir. Ama Roscelliunus'un tersine tümellerin semantik değerini vurgular. Bu kelimeler dinleyen kişinin zihninde birçok bireyin özelliklerini sentezleyen bir kavram doğurur. Örneğin "insan" kelimesi bir res, yani kendinden bir olgu değil, bütün insanlarda bulunan bir dizi özellik anlamına gelir. Nitekim Aristoteles'in de dediği gibi, Abelardus'a göre de tümeller, ''çoğunluğa atfedilen yüklemler"dir, ama bir yüklem atfetme sorunu taşırlar çünkü gerçekte var olanlar sadece bireylerdir. Tümel terimler ve kavramlar varlığı yansıtmaz, farklı bireylerin konumlarına, bir olma şekline dayanır; örneğin insanların ortak noktası, insan olmalarıdır.
Öyleyse tümellerin kaynağı nedir? Tümeller benzer nesnelerle ilgili tekrarlanan deneyimleri ifade etmek için insanın zihninde doğar. Tümellere dayatılan kelimeler onları insanların zihninde çağrıştırma gücüne sahiptir. Tümel kavramı "ortak ve karışıktır," ortak özellikler sergileyen birçok bireyin yerine kullanılan muğlak bir imgedir. Bu düşünceler önemli bir sonuca götürür: Nesnelerin olma şekli, bizim onları algılama şeklimizden farklıdır.
Başka bir deyişle kelimelerle nesneler arasında birbirini yansıtma ilişkisi yoktur. Bu tartışmada Abelardus'un düşünce sisteminin özelliklerinden biri ortaya çıkar: Dil düzeyiyle nesne düzeyinin birbirinden ayrılması, bunu yaparken de birinci düzeyin ve incelenme biçiminin temel alınması.
Çok bilgili ve kültüre önem veren genç bir yazar... kendisini kendime yakın buldum, çünkü bana katacağı çok şey var. Tam bir ayaklı bilgi bankası... her daim okunmalı, her daim sohbet edilmeli, böyle insanlardan pek kalmadı. Işık çok uzakta değil yakında, parlıyor parıl parıl... ona erişmek üzere biliyorum, az bir yolu var.
"kedin de bir şeye benzemiyor." cosmo kramer
dün geceki yayınını pek bir beğendiğim sanal radyo.
etkinliğe katılacak arkadaşlar kunduz modu kullanırsa daha iyi olur bence. zira sol çerçeve tek kelimelik başlıklardan ve entrylerden oluşursa diğer yazarların ilgisi azalabilir.
sözlükte kendinden başka kimse yokmuş gibi, sol çerçeveyi tek başına işgal etmeye çalışmak da bir nevi bencilliktir. herkes tematik seçeneği gelsin diye atıp tutuyordu ama nedense şimdi kimse kullanmıyor. demek ki milletin tek derdi millet alışverişte görsünmüş.
alman gibi başlayıp türk gibi bitirdiğim bir yıl idin. bu yıl ters orantı yapacağım. seni geçmişin tozlu raflarına uğurlarken yeni bir eski yıla merhaba diyorum.
eleştirinin neden bu kadar kötü anlaşıldığını anlamıyorum, eleştiri denilen şey yanlış olan bir şeyin düzeltilmesini sağlamak için yapılır ve hakaret etmeden, aşağılamadan eleştirmek herkesin hakkıdır. yani bunun bir sınırının olması gerekmez, ne kadar eleştirmek gerekiyorsa o kadar eleştiri yapılır. mesela başlıktaki hak etme ifadesinin ayrı yazılması gerektiğini söylemek de bir eleştiridir.
yeniden yazmaya karar verdiğim sözlüğüm.
Kafamı kaldırıp saate bir baktım, tam 15 dakikadır şu sanat eserini seyrediyormuşum meğer.
Çok mu? Bir ömür yetmez ki?
zenginsozluk.com/foto
Çok mu? Bir ömür yetmez ki?
zenginsozluk.com/foto
kelt sözcüğü il kez iö 5. yüzyılda, o döneme kadar son derece genel uzak kuzeyli adlandırması içinde toplanan, ılıman avrupa'nın bazı barbar halklarını adlandırmak isteyen yunan yazarların yapıtlarında ortaya çıkmıştır.
279'da apollon tapınağı'nı tehdit eden keltlere galatialılar denmiştir. dolayısıyla, bu ad, aynı zamanda özellikle anadolu'da bugünkü kızılırmak havzasına yerleşmiş olan ve bu bölgeye adlarını veren doğu keltleri ve de batı keltleri için kullanılır. yunanlı tarihçi polybios, cisalpina ya da transalpina keltleri için keltler ya da galatialılar sözcüğünü kullanır.
galatialılar sözcüğünün latince eşdeğeri belki de yarım yüzyıl sonra ortaya çıkmış olan galatyalılardır. bu sözcük de galatialılar gibi belirli bir bölgeye vermiştir adını: cisalpina gallia ve transalpina gallia. eski yazarların bu adları kullanma biçimleri bunları neredeyse eş anlamlı olduklarını düşünmemize yol açar; bu bağlamda, en yaygın biçimde kullanılan sözcük keltlerdir, çünkü ötekilerden farklı olarak, hiçbir coğrafi yan anlamı yoktur bu sözcüğün ve galya dilinin, sadece özel bir üyesi olduğu hint-avrupa dillerinin her zaman canlı kalmış bir grubunun adıyla özdeşleşmiştir.
dolayısıyla, güncel eğilim, özellikle eski dönem bağlamında, bu sözcüklerden birinin kullanımının bütünüyle kesin olduğu durumlar dışında, tercihen kelt sözcüğünün kullanılmasıdır. öte yandan, eski yazarlardan farklı bir tavır içinde, galyalılar sözcüğünün bu coğrafi anlayış doğrulanmadan önce galya bölgesinde yaşayan keltler için kullanılmaması daha doğrudur. bu anlayış, karışıklıklardan kurtulma ve kelt dünyasının öteki bölgelerine göre daha iyi tanımlanmış bir coğrafi birlik izleniminin vakitsiz ortaya çıkmasının engellenmesi olanaklarını sağlar. ayrıca, bugünkü bilgilerimiz batı keltlerine galyalılar ve doğu keltlerine galatialılar denmesinin uygun görüldüğü dönemle ilgili olarak belirsizlik gösterir.
iö. 5 yüzyıl antik dönem yazarlarında keltler sözcüğünün ortaya çıkışı, arkeoloji alanında, tarih kaynaklarının kelt halklarına mal ettikleri yerlere kadar uzanan bir bölgeye denk düşen ılıman avrupa'nın yeni demir çağı uygarlığının ilk yansımalarıyla örtüşür. roma öncesi demir çağı'nın iki döneme ayıran isveçli bilim adamı hans hildebrand, bu uygarlığın karakterize ettiği döneme günümüze kadar kullanılan la tene dönemi adını vermiştir. bu ad, neuchatel gölü, thielle çıkışında bulunan isviçre komünü marin epagnier'deki eski bir bölgenin adıdır; bu bölgede 1853'ten beri yapılan su altı araştırmalarında bu döneme ait çok sayıda önemli obje bulunmuştur.
fransız gabriel de mortillet'nin araştırmaları daha sonra gerçekleşmiştir ve bu bilim adamı demir çağı'nın ikinci dönemine galya ya da marne dönemi adını vermiştir; bu adlandırma champagne arkeoloji ortamı dışında ilgi görmemiştir ama bu dönemden itibaren ikinci avrupa demir çağı'nın en önemli uygarlığı ve kelt halkları arasındaki bağı hildebrand'ın adlandırmasından daha iyi açıklar.
bununla birlikte, bu eşdeğerlilik anlayışı yavaş yavaş kök salmıştır öyle ki, etnik aidiyet, öncelikle, ortaya çıkışı bütünüyle kültürel bir olgu gibi görülen ve kelt olmayan halkların isteyerek ya da zorla kabul ettikleri arkeolojik uygarlıkla değil, dille belirlenmiştir. dolayısıyla, iki kavramı iyi ayırmak gerekir birbirinden; etnik bir aidiyeti belirten kelt ve kültürel bir aidiyeti belirten la tene.
la tene uygarlığı kelt dilini konuşan eski halkların büyük bölümü için klasik denebilecek bir evre oluşturur ve bu evre tarih öncesinden tarihe ya da geçen yüzyılın kültürel antropolojisinden miras kalmış bir vokabülerin terminolojisine göre barbarlıktan uygarlığa geçişe denk düşer. daha önceki dönemde birinci demir çağı uygarlığı dönemi vardır ve bu uygarlık metin verilerinin tedrici olarak temel işleve sahip arkeolojik tanıklıklara eklendiği bir dönemi başlatır. en dar ve en geleneksel anlamı içinde tarih öncesidir bu. arkasından, ketlerin bir roma ve hıristiyan dönemi kelt uygarlığıyla özerkliklerini korudukları bir dönem gelir.
kimi zaman, la tene uygarlığını geliştiren ve yaygınlaştıran halkları, başka kültür alanlarına ait olan ve kelt dili konuşan eski topluluklardan daha belirgin biçimde ayırabilmek amacıyla tarihsel keltler terimi kullanılır.
kimi zaman la tene döneminden önce yaşadıkları varsayılan halkları adlandırmak amacıyla kullanılan protokeltler sözcüğüne gelince, bu terim kelt etnik oluşumu süreci ve evreleriyle ilgili olarak bizim cehaletimizi maskeler. aslında hiçbir anlamı yoktur bu sözcüğün ve ilk demir çağı halklarını adlandırmak amacıyla kullanılan hallstatyen sözcüğü gibi bunu da kullanmaktan özenle kaçınmak gerekir; bir kez daha kültürler bir olgu bu uygarlığı gelirştiren ya da benimseyen, kelt ya da kelt olmayan halklar arasında ortaya çıkan bir karışıklık söz konusudur.
279'da apollon tapınağı'nı tehdit eden keltlere galatialılar denmiştir. dolayısıyla, bu ad, aynı zamanda özellikle anadolu'da bugünkü kızılırmak havzasına yerleşmiş olan ve bu bölgeye adlarını veren doğu keltleri ve de batı keltleri için kullanılır. yunanlı tarihçi polybios, cisalpina ya da transalpina keltleri için keltler ya da galatialılar sözcüğünü kullanır.
galatialılar sözcüğünün latince eşdeğeri belki de yarım yüzyıl sonra ortaya çıkmış olan galatyalılardır. bu sözcük de galatialılar gibi belirli bir bölgeye vermiştir adını: cisalpina gallia ve transalpina gallia. eski yazarların bu adları kullanma biçimleri bunları neredeyse eş anlamlı olduklarını düşünmemize yol açar; bu bağlamda, en yaygın biçimde kullanılan sözcük keltlerdir, çünkü ötekilerden farklı olarak, hiçbir coğrafi yan anlamı yoktur bu sözcüğün ve galya dilinin, sadece özel bir üyesi olduğu hint-avrupa dillerinin her zaman canlı kalmış bir grubunun adıyla özdeşleşmiştir.
dolayısıyla, güncel eğilim, özellikle eski dönem bağlamında, bu sözcüklerden birinin kullanımının bütünüyle kesin olduğu durumlar dışında, tercihen kelt sözcüğünün kullanılmasıdır. öte yandan, eski yazarlardan farklı bir tavır içinde, galyalılar sözcüğünün bu coğrafi anlayış doğrulanmadan önce galya bölgesinde yaşayan keltler için kullanılmaması daha doğrudur. bu anlayış, karışıklıklardan kurtulma ve kelt dünyasının öteki bölgelerine göre daha iyi tanımlanmış bir coğrafi birlik izleniminin vakitsiz ortaya çıkmasının engellenmesi olanaklarını sağlar. ayrıca, bugünkü bilgilerimiz batı keltlerine galyalılar ve doğu keltlerine galatialılar denmesinin uygun görüldüğü dönemle ilgili olarak belirsizlik gösterir.
iö. 5 yüzyıl antik dönem yazarlarında keltler sözcüğünün ortaya çıkışı, arkeoloji alanında, tarih kaynaklarının kelt halklarına mal ettikleri yerlere kadar uzanan bir bölgeye denk düşen ılıman avrupa'nın yeni demir çağı uygarlığının ilk yansımalarıyla örtüşür. roma öncesi demir çağı'nın iki döneme ayıran isveçli bilim adamı hans hildebrand, bu uygarlığın karakterize ettiği döneme günümüze kadar kullanılan la tene dönemi adını vermiştir. bu ad, neuchatel gölü, thielle çıkışında bulunan isviçre komünü marin epagnier'deki eski bir bölgenin adıdır; bu bölgede 1853'ten beri yapılan su altı araştırmalarında bu döneme ait çok sayıda önemli obje bulunmuştur.
fransız gabriel de mortillet'nin araştırmaları daha sonra gerçekleşmiştir ve bu bilim adamı demir çağı'nın ikinci dönemine galya ya da marne dönemi adını vermiştir; bu adlandırma champagne arkeoloji ortamı dışında ilgi görmemiştir ama bu dönemden itibaren ikinci avrupa demir çağı'nın en önemli uygarlığı ve kelt halkları arasındaki bağı hildebrand'ın adlandırmasından daha iyi açıklar.
bununla birlikte, bu eşdeğerlilik anlayışı yavaş yavaş kök salmıştır öyle ki, etnik aidiyet, öncelikle, ortaya çıkışı bütünüyle kültürel bir olgu gibi görülen ve kelt olmayan halkların isteyerek ya da zorla kabul ettikleri arkeolojik uygarlıkla değil, dille belirlenmiştir. dolayısıyla, iki kavramı iyi ayırmak gerekir birbirinden; etnik bir aidiyeti belirten kelt ve kültürel bir aidiyeti belirten la tene.
la tene uygarlığı kelt dilini konuşan eski halkların büyük bölümü için klasik denebilecek bir evre oluşturur ve bu evre tarih öncesinden tarihe ya da geçen yüzyılın kültürel antropolojisinden miras kalmış bir vokabülerin terminolojisine göre barbarlıktan uygarlığa geçişe denk düşer. daha önceki dönemde birinci demir çağı uygarlığı dönemi vardır ve bu uygarlık metin verilerinin tedrici olarak temel işleve sahip arkeolojik tanıklıklara eklendiği bir dönemi başlatır. en dar ve en geleneksel anlamı içinde tarih öncesidir bu. arkasından, ketlerin bir roma ve hıristiyan dönemi kelt uygarlığıyla özerkliklerini korudukları bir dönem gelir.
kimi zaman, la tene uygarlığını geliştiren ve yaygınlaştıran halkları, başka kültür alanlarına ait olan ve kelt dili konuşan eski topluluklardan daha belirgin biçimde ayırabilmek amacıyla tarihsel keltler terimi kullanılır.
kimi zaman la tene döneminden önce yaşadıkları varsayılan halkları adlandırmak amacıyla kullanılan protokeltler sözcüğüne gelince, bu terim kelt etnik oluşumu süreci ve evreleriyle ilgili olarak bizim cehaletimizi maskeler. aslında hiçbir anlamı yoktur bu sözcüğün ve ilk demir çağı halklarını adlandırmak amacıyla kullanılan hallstatyen sözcüğü gibi bunu da kullanmaktan özenle kaçınmak gerekir; bir kez daha kültürler bir olgu bu uygarlığı gelirştiren ya da benimseyen, kelt ya da kelt olmayan halklar arasında ortaya çıkan bir karışıklık söz konusudur.
bu ağabeyimizin hakkında bilinen tek şey, dördüncü yüzyılda küçük asya'da demre piskoposu olmasıydı.
onun hakkında çeşitli efsaneler vardır, bunların arasında bakire kızlarına drahoma veremediği için onları fahişe yapmayı düşünen asil ama fakir bir adamın öyküsü bulunur. nikolas, kızlar uyurken, evin penceresinden içeriye üç altın kese fırlattı ve kendini gizleyerek çekildi.
böylece kızlar, kaderlerinden kurtulacaklardı...
başka bir efsane ise, şiddetli bir fırtınaya yakalanan ve nikolas'a yakaran denizcilerden söz eder. aziz de fırtına dinene kadar halatlarla onlara yardım etti.
kendisi, denizcilerin ve çocukların koruyucusudur ve noel baba'nın kaynağıdır. bu tanımlama, genelde gece vakti onlara heiye vermesinden kaynaklanır.
onun hakkında çeşitli efsaneler vardır, bunların arasında bakire kızlarına drahoma veremediği için onları fahişe yapmayı düşünen asil ama fakir bir adamın öyküsü bulunur. nikolas, kızlar uyurken, evin penceresinden içeriye üç altın kese fırlattı ve kendini gizleyerek çekildi.
böylece kızlar, kaderlerinden kurtulacaklardı...
başka bir efsane ise, şiddetli bir fırtınaya yakalanan ve nikolas'a yakaran denizcilerden söz eder. aziz de fırtına dinene kadar halatlarla onlara yardım etti.
kendisi, denizcilerin ve çocukların koruyucusudur ve noel baba'nın kaynağıdır. bu tanımlama, genelde gece vakti onlara heiye vermesinden kaynaklanır.
dünya çapında hiç bir dizi bonus bölümler sezon premieri sezon finali dışında 40-50 dakikayı geçmez.en fazla 1 saattir.en fazla o da.bu kadar dizi süresinde ezilen ne yönetmendir ne yapımcıdır ne de oyunculardır.mutfak çalışanıdır.sendikasız sigortasız taşeron bir şekilde gecesi gündüzü olmayan pazarı cumartesi olmayan parasının yarısın alıp yarısını bazen alamayan gecenin bilmem kaçında çağırılınca gelen, set işçisidir. ışıkçıdır, kameramandır.diğer herkes cukkayı zaten fazlasıyla doldurmaktadır.
(bkz:yakup)
christian alvart yönetmenliğindeki 2009 yapımı uzay bilim kurgu-gerilim-aksiyon filmi.dead space tadında.başrolde 3:10 to Yuma'daki performansıyla tanıyıp sevdiğim futuristik rollerde de çok sırıtmadığını bu yapıtla anladığım ama nedense kovboyluğun epeği yakıştığı ben foster var.yanında da ingiliz görünümlü amerikalı pierce brosnan'a feci şekilde çok benzeyen bilindik jön yüzlü dennis quaid var.filmin konusu klasik dünya dışı arayışlar içersinde kolonizasyon adına fırlatılan keşif ve yerleşme gemisinde görevin uzunluğu itibariyle uykuda tutulan askeri mürettebatın uyanması ve işlerin sarpa sarmasıyla ilgili.epeği farklı yönlerde gidiyor.atmosfer olarak bazı yönleri başarısız biraz waterworld dünyası gibi havaya doğru kayıyor zaman zaman konsept dışı ve bunu sevemedim. süpriz sonu ve sürükleyiciliğiyle yine de izlenebilir bir film.
şimdi ben hayatımda ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum. apple'a gönderme yapmış demek yetersiz kalır çünkü reklamda direkt samsung ve apple markalarını konu almış. yani "samsung'un apple reklamlı samsung reklamı" dedim ben buna. belki izlemişsinizdir ama izlemeyenler varsa aşağıda.
samsung'un farklı formattaki reklamıdır.
samsung'un farklı formattaki reklamıdır.
şu reklamdan esinlenilmiş gibi hissettim, sonunda eleman arkadaşlarını aramak yerine zengin sözlüğe giriyor gibi düşünebiliriz.
amatör ruh eseri olduğu için eğlenip geçmek yeterli. eğlendiriyor da.
amatör ruh eseri olduğu için eğlenip geçmek yeterli. eğlendiriyor da.
öyle kasıntı, lüks, çatalı ağza sokmanın bile bir ritüele bağlı olduğu yerler hariç sevgiliyle yapılacak en eğlenceli aktivitelerden biri olabilir.
lahmacun dürmek istiyorum ben mesela sevgilimle, kazık kadar boyuma bakmadan kendime ayrandan bıyık yapmak istiyorum. tabağımın köşesine özenle yerleştirilmiş kuşkonmazları ağzıma santim santim tıkmak değil.
lahmacun dürmek istiyorum ben mesela sevgilimle, kazık kadar boyuma bakmadan kendime ayrandan bıyık yapmak istiyorum. tabağımın köşesine özenle yerleştirilmiş kuşkonmazları ağzıma santim santim tıkmak değil.
Bir mana peşinde olsaydı havada uçmak yerine market kasasında milyonların kendisini açmak için içsel savaş verdikleri yerde, meydanlarda olmayı tercih edecek poşettir.
Bohem bir yaşam tarzı peşindeyse demek...
Bohem bir yaşam tarzı peşindeyse demek...
Jean-christophe grange romanıdır. Arkadaşının ölümünü araştıran bir komiserin doğa üstü gibi görünen ama aslının farklı olduğu sonunda anlaşılan roman. Tavsiye ederim okuyun efendim.
Michel de Montaige diye birinin söylediği idda edilen bir söz var, internette dolaşan. O söylememiş olsa bile doğru bir söz.
Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor.
sadece sen yanlış insanlar üzerinden hayal kuruyorsun.
İnsan belirli bir olgunluğa eriştikten sonra, kimse onu hayal kırıklığına uğratamıyor emin olun.
Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor.
sadece sen yanlış insanlar üzerinden hayal kuruyorsun.
İnsan belirli bir olgunluğa eriştikten sonra, kimse onu hayal kırıklığına uğratamıyor emin olun.
atomaltı parçacıkların hareketlerini açıklayabiliği gibi ışığın yani elektromagnetik enerinin anlaşılmasında da yararlanılır.
(bkz:ışığın hem dalga hem tanecik özelliği göstermesi)
(bkz:ışığın hem dalga hem tanecik özelliği göstermesi)
Üniversite diploması hatta mümkünse yüksek lisans. İyi bir ingilizce yanında fransızca. Tespit ve gözlem yapabilme yeteneği. Sosyal medya farkındalığı. Autocad, Solidwork, Office Word, exel, Power Point tarzı programları adı soyadı gibi kullanabilmeli. Ve elbette esnek çalışma saatleri.
1989-2004 yılları arasında netaş'ın ar-ge direktörlüğü'nü yürüten ali akurgal'ın ilginç bir anısını, bugün gelinen noktaya ışık tutması açısından önemli. siz, yazılımın birimi nedir bilir misiniz? metre! neden metredir bilir misiniz?
1992 yılında, netaş'ta ilk yazılım ihracatını gerçekleştirdik. hazırlanan bir yazılım paketini; tuşa bastık, o zaman internet falan yok, çatıdaki çanak marifeti ile, vallahi de billahi de müthiş bir hız olan 128kb/s ile, ingiltere'ye uydu üzerinden yolladık. faturayı da pullu posta ile yolladık. 2m$ bankaya geldi, kasaya koyduk.
aradan 3-4 ay geçti, vergi memurları geldiler. dediler ki, "siz bir fatura yollamışsınız, 2m$". "evet" dedik. "bu para ödenmiş" dediler. "evet" dedik. "ama mal çıkışı yok, bu hayali ihracat" dediler! bunun üzerine vergi memurlarını arge'ye aldık, bir bilgisayarın başına oturttuk. "şu 'enter' tuşuna basar mısınız" dedik. biri bastı; sonra "ne oldu" diye sordu. "300k$'lık ihracat yaptınız, bunun da faturasını yollayacağız, o da ödenecek" dedik. adam suça ortak olmuş olduğu için çok kötü oldu. sonra yazılım nasıl yazılır, uydu bağlantısı nedir, bu ne kadar para eder bunları gezdirip gösterip anlattık. adamlar "çok iyi anladık ama mal çıkışı olması lâzım, mevzuat böyle" dediler. bunun üzerine dedik ki: "biz bu yazılımı banda kaydedelim ( o zaman cd yok, hatta kaset bile yok, ½" makaralı bant kullanılıyor) onu yollayalım". adamlar bir çözüm bulmuş olmanın sevinci ile "tamam dediler, kaydedin yollayın".
ihraç ettiğimiz yazılımın kaydı iki makara etti. bunlar paketlendi ve gümrük komisyoncusuna verildi. komisyoncu, bunları gümrüğe götürdü ve ihracat işlemine başladı. gümrük memuru, işlemi yapmış ve bir noktada sormuş: "tır'lar nerede?". komisyoncu da "tır mır yok hepsi bu iki zarf" demiş, masanın üzerindeki teyp bantlarını göstermiş. gümrük memuru "bu iki zarf 2m$ edemez, ben bu işlemi yapamam" demiş, bırakmış. mahkemeye gidildi, bilirkişi heyeti kuruldu, bizim o iki makaradaki yazılımın 2m$ edip etmeyeceğini (nasıl baktılarsa?) inceledi. neyse ki, 2m$ eder dediler de hayali ihracattan kurtulduk.
bu sefer, aynı komisyoncu, aynı gümrük memuruna aynı iki makarayı "2m$ eder mahkeme kararı" ile götürüp işlemi yeniden başlattı. ancak, gene işlem sırasında, ihraç malının birim fiyatı, miktarı ve toplam fiyatının girilmesi gerekiyor. mevzuat öyle. ne yapsınlar, iş daha uzamasın diye bakmışlar zarfta teyp bandı var, bir makarada kaç metre bant vardır diye kestirmişler, makarası 1.000 metreden 2.000 metre yazılım ihraç etmiş olmuşuz. yani, yazılımın birimi metre olmuş.
1992 yılında, netaş'ta ilk yazılım ihracatını gerçekleştirdik. hazırlanan bir yazılım paketini; tuşa bastık, o zaman internet falan yok, çatıdaki çanak marifeti ile, vallahi de billahi de müthiş bir hız olan 128kb/s ile, ingiltere'ye uydu üzerinden yolladık. faturayı da pullu posta ile yolladık. 2m$ bankaya geldi, kasaya koyduk.
aradan 3-4 ay geçti, vergi memurları geldiler. dediler ki, "siz bir fatura yollamışsınız, 2m$". "evet" dedik. "bu para ödenmiş" dediler. "evet" dedik. "ama mal çıkışı yok, bu hayali ihracat" dediler! bunun üzerine vergi memurlarını arge'ye aldık, bir bilgisayarın başına oturttuk. "şu 'enter' tuşuna basar mısınız" dedik. biri bastı; sonra "ne oldu" diye sordu. "300k$'lık ihracat yaptınız, bunun da faturasını yollayacağız, o da ödenecek" dedik. adam suça ortak olmuş olduğu için çok kötü oldu. sonra yazılım nasıl yazılır, uydu bağlantısı nedir, bu ne kadar para eder bunları gezdirip gösterip anlattık. adamlar "çok iyi anladık ama mal çıkışı olması lâzım, mevzuat böyle" dediler. bunun üzerine dedik ki: "biz bu yazılımı banda kaydedelim ( o zaman cd yok, hatta kaset bile yok, ½" makaralı bant kullanılıyor) onu yollayalım". adamlar bir çözüm bulmuş olmanın sevinci ile "tamam dediler, kaydedin yollayın".
ihraç ettiğimiz yazılımın kaydı iki makara etti. bunlar paketlendi ve gümrük komisyoncusuna verildi. komisyoncu, bunları gümrüğe götürdü ve ihracat işlemine başladı. gümrük memuru, işlemi yapmış ve bir noktada sormuş: "tır'lar nerede?". komisyoncu da "tır mır yok hepsi bu iki zarf" demiş, masanın üzerindeki teyp bantlarını göstermiş. gümrük memuru "bu iki zarf 2m$ edemez, ben bu işlemi yapamam" demiş, bırakmış. mahkemeye gidildi, bilirkişi heyeti kuruldu, bizim o iki makaradaki yazılımın 2m$ edip etmeyeceğini (nasıl baktılarsa?) inceledi. neyse ki, 2m$ eder dediler de hayali ihracattan kurtulduk.
bu sefer, aynı komisyoncu, aynı gümrük memuruna aynı iki makarayı "2m$ eder mahkeme kararı" ile götürüp işlemi yeniden başlattı. ancak, gene işlem sırasında, ihraç malının birim fiyatı, miktarı ve toplam fiyatının girilmesi gerekiyor. mevzuat öyle. ne yapsınlar, iş daha uzamasın diye bakmışlar zarfta teyp bandı var, bir makarada kaç metre bant vardır diye kestirmişler, makarası 1.000 metreden 2.000 metre yazılım ihraç etmiş olmuşuz. yani, yazılımın birimi metre olmuş.
2048 yılından geldiğini iddia eden sarhoş. kendisini uzaylıların sarhoş ettiğini de iddia etmektedir. şimdi aklıma kenan komutan geldi hani şu istanbulu fetheden ne fark var aralarında? bir de adam yanlışlıkla 2017 yılına gelmiş acaba nasıl bir yanlışlık oldu, demek uzaylı diye bir şey var ve uzaylılar alkolü biliyor!
Metal Yorgunluğu, Sürekli olarak çalışan veya belirli bir yükün sürekli uygulanması sonucu metal malzemelerin istenilen dayanma özelliğini kaybetmesi olarak açıklanır. Örnek olarak; Bir tel sürekli olarak aynı noktadan aşağı yukarı eğilir ise tel büküldüğü noktadan ısınır ve bir süre sonra kopar. Kopma metal yorgunluğunun son noktasıdır. Nasıl bir uçak ilk yapıldığında hatasız çalışırken, zaman geçtikçe metal kaplamaların gevşeyip kendini bırakması sonucu iş görmez hale gelebiliyor ise insanları da zamanla “ruh yorgunluğu” sarıyor ve hastalanmadıkları halde eski performanslarını kaybediyorlar. İşte bu duruma metal yorgunluğu deniyor.
(bkz:Telefona gömülmek)
"her an karanlığını giyinecek gibisin
ne kadar uzun sürüyor
ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin."
ne kadar uzun sürüyor
ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin."
"İnanmayın pencerelere bayım,
Gece hepsi ayna oluyor.."
Gece hepsi ayna oluyor.."
“ayakkabılarını kapımın önünde görmeyi istiyorum!
çünkü bu,
seni seviyorumun içine nal salmak demektir
ve hareketinin bana durduğunu akla uydurur.
oysa seni sevmem toplumu meşru kılar
ve gitmen beni dile indirger sevgilim”
–Ah Muhsin Ünlü
çünkü bu,
seni seviyorumun içine nal salmak demektir
ve hareketinin bana durduğunu akla uydurur.
oysa seni sevmem toplumu meşru kılar
ve gitmen beni dile indirger sevgilim”
–Ah Muhsin Ünlü
Ölüme yaklaştığını hisseden insanların kullandığı cümle. Aynı zamanda arabayla kaza yapıp denize uçma tehlikesi atlattıktan sonra, sarf ettiğim cümledir.
çikolata eritmede kullanılan bir yöntem olmakla beraber bir yemek pişirme yöntemidir.
bir tencereye su eklenir ve ocağa alınır. tencerenin üstüne cam bir kap konulur. kabın içine çikolatalar konulur. çikolatalar kabın suyla temasından aldığı ısıyla erir. isteğe göre kap, suya temas etmeden, sadece sudan aldığı buharla da ısınabilir.
bir tencereye su eklenir ve ocağa alınır. tencerenin üstüne cam bir kap konulur. kabın içine çikolatalar konulur. çikolatalar kabın suyla temasından aldığı ısıyla erir. isteğe göre kap, suya temas etmeden, sadece sudan aldığı buharla da ısınabilir.
kalabalık, insanların okumaktan okunmaktan başka dertlerinin olduğu, ancak popüler başlıkların okunduğu sözlükleri anlıyorum da burada bunun olması gerçekten acayip. sol frame de yaprak kımıldamadığı gibi olan kıpırtıyı oylamamak burayı daha bir cazibe merkezi haline getiriyor haklısınız tabii.
Uzun sürdüğünde, depresyona kadar giden bir ruh halidir. Çevresel faktörler, günlük yaşadığımız sıkıntılar, anlık üzgünlüklerle dönemsel olarak her insanda ortaya çıkar. Fazla uzatmamak lazım. Hayat zevk almama gibi bir lüksü kendine yaşatmak için çok kısa.
çok güzel bir tatil olacağının karşılığıdır. Her zaman yapmak istediğim, ailemin panik huyları yüzünden yapamayacağım tatildir, aynı zamanda. Beş dakikada bir arayıp bütün büyüsünü bozarlar. Tek başına tatile çıkmanında bir adabı vardır ya. O telefon ilk önce kapatılacak. Kendinle baş başa deniz dalgası sesi dinlenecek. Efendime söyliyim, canın isterse yeni insanlarla tanışılacak. Kafan nereye, sen oraya yani. Bunlarda işte yattığım yerden kurduğum hayallerim.
Kalpte datalanmış verilerin, dışa sızması. Çaresizliktir esasında.
amerika'lı bir müzik grubu. türlere ilgi duyanlar progressive metal/rock, alternatif metal, phsycodelic v.s. gibi bazı tür ve terimleri içine katıp ayrıştırmaya çalışacaktır. fakat tool, hiç bir türe ait değil. bir çok akımdan etkilenip, beslenip, müzik ile ilgili çoğu kalıp ve formu harmanlayıp müzik yapan muhteşem bir gruptur. her klibini oscar ödüllü bir film gibi izleyebilirsiniz.
albümleri arasında yaklaşık olarak 3-5 yıl ara veriyorlar. fakat, 2006 yılından beri beklememize rağmen ne yazık ki yeni bir albümle ilgili hiç bir bilgi yok!
bu arada ne kadar can sıkıcı olsa da spotify'da yer almayan ender gruplardan biridir. sanıyorum kolay erişilebilir olmak çok da istedikleri bir şey değil.
yıllara göre albümleri;
1993 - undertow
1996 - aenima
2001 - lateralus
2006 - 10000 days
en popüler işlerinden birini de örnek olarak bırakalım. parabol+parabola
albümleri arasında yaklaşık olarak 3-5 yıl ara veriyorlar. fakat, 2006 yılından beri beklememize rağmen ne yazık ki yeni bir albümle ilgili hiç bir bilgi yok!
bu arada ne kadar can sıkıcı olsa da spotify'da yer almayan ender gruplardan biridir. sanıyorum kolay erişilebilir olmak çok da istedikleri bir şey değil.
yıllara göre albümleri;
1993 - undertow
1996 - aenima
2001 - lateralus
2006 - 10000 days
en popüler işlerinden birini de örnek olarak bırakalım. parabol+parabola
1935 yılında kurulmuş, ankara'nın sıhhıye semtinde bulunan,ankara üniversitesi'nin bir nevi 'edebiyat' fakültesidir. atatürk'ün emriyle kurulan ve dış cephesinde kendi sözü olan 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' yazan bu yapıda toplam 67 bölüm, onların arasında da hindoloji, sinoloji, hungaroloji gibi yurt içinde ve belki dışında, başka hiçbir yerde bulunmayan bölümler yer almaktadır ki onların da, burada bulunan diğer bölümler gibi kurulma amaçları binlerce asırlık türk tarihi hakkındaki kaynakları dilimize çevirilmesi ve tarihimizin aydınlatılmasıdır. ayrıca öncüllerine nazaran 'fakülte' adıyla kurulmuş ilk eğitim yuvasıdır ki adını da mustafa kemal atatürk'ün kendisi koydu.
Bütün tanışmaların ardından bir tanıma evresi gelir. Bir perdeyi yırtma, kapıyı aralama, mahzenlerine inme, gerçeğini görme anı gelir çatar. İnsan kendine kördür ve karşısındaki kişinin de muhatabının gerçeğine uyanacağı bir anın gelmiş olduğunu fark dahi edemez. Ettiğinde artık onun da “ meğer” li cümleleri vardır. İşte o zaman, başka bir “ tanışma” evresi gerçekleşir. Bazı insanlar birbirinden tanıdıkça nefret eder, bazıları tanıdıkça alışır ve tanıdıkça bağlanır. Uzaklaşmalar sisleri dağıtınca, bir başka kendini ve karşındakini tanıma evresi gerçekleşmiş olur. Ama insan, her evrede aslında başkalaşmıştır, bazı özelliklerini ömür boyu korusa da, biz herkesin aynasında başka türlü görünürüz, çünkü herkes gördüğünü kendi iç dünyasının yoğunluğuna göre kırar. Mad men de dendiği gibi :
“ insanlar bize aslında kim olduklarını söylerler, ama biz onların olmalarını istediğimiz kişi olmalarını isteriz. “
“ insanlar bize aslında kim olduklarını söylerler, ama biz onların olmalarını istediğimiz kişi olmalarını isteriz. “
allah razı olsun denilesi melek.
bayramda gel bi 50 lik işler sana.
bayramda gel bi 50 lik işler sana.
Osmanlı Devleti tarihinin ünlü Türk denizcilerinden, kaptan-ı derya olarak Osmanlı İmparatorluğunun ilk kaptan paşası ve Kaptan-ı deryası. Akdeniz'de Osmanlı egemenliğini pekiştirdi, öyle ki bu deniz bazı tarihçilerce bir "Türk Gölü" olarak anıldı.
Hayreddin Paşa'nın asıl adı Hızır Reis'ti. Ona, "dinin hayırlısı" anlamına gelen Hayreddin adını, Osmanlı Devletine yaptığı hizmetinden dolayı Padişah Yavuz Sultan Selim verdi.
"Barbaros" İtalyanca "kızıl sakal" anlamındaki "barba rossa"dan gelir.
Hayreddin Paşa'nın asıl adı Hızır Reis'ti. Ona, "dinin hayırlısı" anlamına gelen Hayreddin adını, Osmanlı Devletine yaptığı hizmetinden dolayı Padişah Yavuz Sultan Selim verdi.
"Barbaros" İtalyanca "kızıl sakal" anlamındaki "barba rossa"dan gelir.
Amerikan İngilizcesinde yazılı dilde kullanılan bir sevinç nidası.
"Yay!"
"Yay!"
Yazarı oylamaya sevk eden uyarılar. Oyladıkça Sağ üst köşede çıkıyor.
eline emeğine sağlık demezsem olmaz dediğim özverili insan.
tam olarak türkçe karşılığı bulunmayan ingilizce kelime. belirli bir nesneyi ya da kişiyi belirtirken kullanılır. belirtilen nesne herhangi bir nesne değil ya herkesin bildiği ya da konuşulan insanın bildiği bir nesnedir.
the book, the pencil, the king, the commander vs.
ukdeci: mia
the book, the pencil, the king, the commander vs.
ukdeci: mia