Merhaba Hikmet bey. İhtiyar kulaklarınız duyuyor mu bilmiyorum ama şu anda mükemmel bir müzik çalıyor. İsmi ise Ölüm. Ölüm kelimesini barındıran her bir müziğin, kitabın veyahut şiirin çok güzel olduğunu siz de fark ettiniz mi hikmet bey? Ölümün olduğu yerde daha güzel ne olabilir ki mehmet bey evladım. Böyle bir eylemi dört harfe sığdırabilmek büyük iş olmalı, ben daha iki parça kıyafetimi şu koca dolaba sığdıramıyorken. Her neyse, geçelim bunu bir kalem.
Zatıalinize biraz da olsa şu naciz bedenimden bahsetmek isterim. Benimle dalga geçmeyi şimdi gösteririm sana. Durun hikmet bey, durun. Bana dalga geçmeyi çok iyi öğrettiler, bizzat benim üzerimde öğrettiler. İşi yerinde öğrendim yani. Neyse, bunu da geçelim bir kalem. Bendeniz bir adet mehmet. Hayata kaybeden biri olarak geldim. Bunu da ilk, daha yedi yaşımdayken adıma gelen postadan öğrendim. Üzerinde büyük harflerle MSB yazıyordu, zarfın çok küçük bir yerine de mehmet yazılmıştı. Aslında tam da anlatmak istediğim durum, bu zarf. Bana ait olan bir şeyde bile çok küçük bir yer kaplıyordum hikmet bey. Bir kere de kendini acındırmasan olmaz. Siz de bir kere karışmayın şu hikayeme hikmet bey. Ne güzel hızımı almış gidiyorum. Tamam, tamam. Devam et hadi. Ne diyordum. Heh, MSB. Milli Sevgi Bakanlığı. Zarfta şöyle yazıyordu;
Öylesine mehmet bey,
Hayata bir kaybeden olarak geldiniz. Tüm hayatınız boyunca sevgisiz, yalnız başınıza bir hayat geçireceksiniz. Sakın ola haddinizi aşıp insanlardan sevgi beklemeyiniz. Aksi takdirde yasal işlemler başlatılacaktır.
Sadece bunlar mı yazıyordu mehmet Bey evladım? Olur mu hikmet bey, bunlar hiçbir şey. Asıl bomba haber sonda. Kaderimi yazması için kimi görevlendirmişler biliyor musunuz? Kimi? Yoksa Sünbülzade Vehbi mi? Keşke Vehbi yazsa hikmet bey, Hasan Ali Toptaş. Yapma bee. Onu nereden bulmuşlar mehmet Bey evladım? Söz konusu ben olunca paraya acımamışlar. Kaç para istiyorsan şu çeke yaz, yazmaya başla demişler. O değil de mehmet oğlum, siz bu zarfın size yedi yaşında geldiğini söylemiştiniz. Nasıl okudunuz bu mektubu? Efendim zaten ben yürümeye başlamadan önce canım çok sıkılıyordu. Etraftaki mecmualara göz ata ata okumaya başlamışım, yürümeye başlayınca da doğru sahafa gitmişim. İlginç. Devam edin lütfen. Tabii hikmet bey. İşte ondan sonrası hep bir kaybediş, hep bir kalp kırıklığı...
Oysa ben çok umutluydum. Güzel bir hayatımın, daha doğrusu güzel bir hayatın olabileceğini inanıyordum. Ben zaten çok çabuk inanıyordum hikmet bey. Küçükken bana kabak çekirdeğini kabuklarıyla yememem gerektiğini, yoksa midemde bir ağacın yeşerip ağzımdan gökyüzüne doğru uzuyacağını söylerlerdi. O gece ağzımdan büyük büyük ağaçların yeşerdiği bin beşyüz altmış dört rüya gördüm. Gördüm çünkü dedim ya hikmet bey, ben çok çabuk inanırdım. Hayal gücüm de genişti. Bu yüzden hayatta da var olabileceğimi hayal etmek zor olmamıştı ama hayatta var olmak çok zormuş hikmet bey. Ve insan yine de yaşıyor, yaşadıkça öğreniyor. Bu hayattaki en zor şey ölememekmiş. Bana derslerde öğretilen şey bu oldu. İnsanların neredeyse hepsi ölmekten korkanken ben ölemekten korktum, hatta bir keresinde ödüm patlıyordu. Bir düşünsenize, ölüm yok. Benim de cehennemim bu olurdu heralde. Senin cehennemin bedenin mehmet Bey evladım.
(Dur bir dakika.)
(Acayip bir kavga var kafamda. Mehmetler birbirine girdi. Biri diyor senin cehennemin bedenin, biri diyor senin cehennemin ruhun.)
Neyse... Son bir kalem her şeyi geçiyorum. Artık yazmak eziyet gibi geliyor.
Zatıalinize biraz da olsa şu naciz bedenimden bahsetmek isterim. Benimle dalga geçmeyi şimdi gösteririm sana. Durun hikmet bey, durun. Bana dalga geçmeyi çok iyi öğrettiler, bizzat benim üzerimde öğrettiler. İşi yerinde öğrendim yani. Neyse, bunu da geçelim bir kalem. Bendeniz bir adet mehmet. Hayata kaybeden biri olarak geldim. Bunu da ilk, daha yedi yaşımdayken adıma gelen postadan öğrendim. Üzerinde büyük harflerle MSB yazıyordu, zarfın çok küçük bir yerine de mehmet yazılmıştı. Aslında tam da anlatmak istediğim durum, bu zarf. Bana ait olan bir şeyde bile çok küçük bir yer kaplıyordum hikmet bey. Bir kere de kendini acındırmasan olmaz. Siz de bir kere karışmayın şu hikayeme hikmet bey. Ne güzel hızımı almış gidiyorum. Tamam, tamam. Devam et hadi. Ne diyordum. Heh, MSB. Milli Sevgi Bakanlığı. Zarfta şöyle yazıyordu;
Öylesine mehmet bey,
Hayata bir kaybeden olarak geldiniz. Tüm hayatınız boyunca sevgisiz, yalnız başınıza bir hayat geçireceksiniz. Sakın ola haddinizi aşıp insanlardan sevgi beklemeyiniz. Aksi takdirde yasal işlemler başlatılacaktır.
Sadece bunlar mı yazıyordu mehmet Bey evladım? Olur mu hikmet bey, bunlar hiçbir şey. Asıl bomba haber sonda. Kaderimi yazması için kimi görevlendirmişler biliyor musunuz? Kimi? Yoksa Sünbülzade Vehbi mi? Keşke Vehbi yazsa hikmet bey, Hasan Ali Toptaş. Yapma bee. Onu nereden bulmuşlar mehmet Bey evladım? Söz konusu ben olunca paraya acımamışlar. Kaç para istiyorsan şu çeke yaz, yazmaya başla demişler. O değil de mehmet oğlum, siz bu zarfın size yedi yaşında geldiğini söylemiştiniz. Nasıl okudunuz bu mektubu? Efendim zaten ben yürümeye başlamadan önce canım çok sıkılıyordu. Etraftaki mecmualara göz ata ata okumaya başlamışım, yürümeye başlayınca da doğru sahafa gitmişim. İlginç. Devam edin lütfen. Tabii hikmet bey. İşte ondan sonrası hep bir kaybediş, hep bir kalp kırıklığı...
Oysa ben çok umutluydum. Güzel bir hayatımın, daha doğrusu güzel bir hayatın olabileceğini inanıyordum. Ben zaten çok çabuk inanıyordum hikmet bey. Küçükken bana kabak çekirdeğini kabuklarıyla yememem gerektiğini, yoksa midemde bir ağacın yeşerip ağzımdan gökyüzüne doğru uzuyacağını söylerlerdi. O gece ağzımdan büyük büyük ağaçların yeşerdiği bin beşyüz altmış dört rüya gördüm. Gördüm çünkü dedim ya hikmet bey, ben çok çabuk inanırdım. Hayal gücüm de genişti. Bu yüzden hayatta da var olabileceğimi hayal etmek zor olmamıştı ama hayatta var olmak çok zormuş hikmet bey. Ve insan yine de yaşıyor, yaşadıkça öğreniyor. Bu hayattaki en zor şey ölememekmiş. Bana derslerde öğretilen şey bu oldu. İnsanların neredeyse hepsi ölmekten korkanken ben ölemekten korktum, hatta bir keresinde ödüm patlıyordu. Bir düşünsenize, ölüm yok. Benim de cehennemim bu olurdu heralde. Senin cehennemin bedenin mehmet Bey evladım.
(Dur bir dakika.)
(Acayip bir kavga var kafamda. Mehmetler birbirine girdi. Biri diyor senin cehennemin bedenin, biri diyor senin cehennemin ruhun.)
Neyse... Son bir kalem her şeyi geçiyorum. Artık yazmak eziyet gibi geliyor.