confessions

giz

1. nesil Yazar - Geleceği parlak

  1. toplam entry 0
  2. takipçi 16
  3. puan 1105

bir insanı sahiplenmek

kaptonur
Bir insanı sahiplenmek ona her dediğinizi yaptıracaksınız anlamına gelmez. Kimi zaman mutluluğunu sahiplenirsiniz kimi zaman da mutsuzluğunu. Bu onun kişiliğini sahiplenmek değildir aksine ona değer vermek anlamına gelir. Mutluluğunu sahiplenirsiniz daha fazla mutlu olur, mutsuzluğunu sahiplenirsiniz daha az mutsuz olur ve bunlar sahiplenen kişiye de mutluluk verir. Ayrıca kim ister yanında her komutuna uyan insanı! Böyle bir sahiplik istiyorsanız köpek alın çok sadıklar hem yavruyken alırsanız istediğiniz komutu da öğretirsiniz!

bir insanı sahiplenmek

essekar
sen kim köpek!bırakın o insan kendi özgürlüğünde yalnız hissedip nerdesin diye sızlansın.
Ama sahiplenmek hiç olmasın o kişi kendini sana ait hissetsin eğer bunu yapabildiyseniz zaten sahiplenmeni gereken hiç bir durum olmayacaktır.
eğer onu sahiplenmek istiyorsanız o zaten sizin olmamıştır demektir ayrıca sahiplenip yaptığı şeylere laf saydıracağınıza bir oyuncak alıp mutlu olmaya bakın.
ama yine de yerinde sahipleniceksin ki,karşındakinin nerde susacağını kalbinin neresinde bulunduğunu bilmesini isteyeceksin.

bir insanı sahiplenmek

neptune
bu söz öbeğindeki "sahiplenme" sözcüğü, ister istemez başka çağrışımlara da yol açabildiğinden, beşeri ilişkilerde, benim kullanmaktan çok haz etmediğim bir kelimedir.hatta sadece insanlar değil, hayvanlar ile olan ilişkilerde bile "sahip" sözcüğünü kullanmayı pek sevmem.

aslında, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, "sahiplenme" kavramı, iki veya daha fazla canlıyı gerektiren bir eylem bütünüdür. yani şayet bir insanı sahiplenmekten söz ediyorsanız, "sahip olan" ve "sahip olunan" gibi iki yönlü tarafı olan bir eylemden söz ediyorsunuzdur. her ne kadar bazıları sahiplenilmekten hoşlandığını söylese de, aslında karşı tarafın kendisine kol kanat germesi veya ilgi alakasını üst düzeyde tutmasından hoşnuttur. bunu sahiplenme olarak algılamak, sahiplik kavramının materyalist tarafını ne yazık ki ortadan kaldırmaz. insan sosyal bir varlıktır evet. lakin aynı zamanda irade kullanabilme yetisi de mevcuttur. yani bir başkası tarafından sahiplenilmeyi istemek, olaya bu açıdan bakınca, kendi iradesini başkasına teslim etme anlamına gelir ki, bunun, sağlıklı bir davranış olup olmadığı tartışmaya çok açıktır.

bir insanı sahiplenmek

ropte
o insanı boğup sizden uzaklaşmasına neden olan olay. er ya da geç böyle oluyor. eh sahiplenmesen de olmuyor. gerçi bazen daha kıymete biniyorsun böyle. birgün sahiplenirsin umuduyla karşındaki seni sahipleniyor. ama ne zaman ki amacına ulaşıp elde ediyor, o zaman bütün büyü bozuluyor.

suriyeli göçmenlerin kabullenilmemesi

indim derelerine
Bu ülkede ne Bulgaristan 'dan gelen göçmenlere , ne Irak'tan gelen sığınmacılara karşı en ufak bir tepki olmadı.
Ne de bu gelenler kimseyi rahatsız ettiler.
Ancak bu Suriyeliler ( ki savaştan kaçmış çocuk-yaşlı ve kadınları tenzih ederim ) sosyal yaşamdan bihaber olup son derece saldırgan tavırlar sergiliyorlar.
Bir gün benim de ailemden birine biri saldırıda veya tacizde bulunursa tepki verme hakkım doğacaktır.
Ayrıca sosyal yardım diye bir sürü şey dağıtırken , kendi insanın sokaklarda kağıt toplayıp mendil satarak geçinmeye çalışıyorsa bu işte bir tezatlık olduğu da aşikardır.

adalet yürüyüşü

mia
keşke ankara'da olsam da katılsam dedirten yürüyüştür. geç kalınsa da umarım sorunsuz, provokasyonsuz ve başarılı bir şekilde sonuçlanır.

akrandayız anadolu'nun kemal'i! varış noktasında sizlerle sağ salim görüşmek üzere!


zenginsozluk.com/foto

edit: fav'ı geri çeken yazar, davranışını asla ve asla doğru bulmuyorum...

patates yemeği

indim derelerine
Orta direk ailenin az masraflı ve doyurucu yemeğidir.
Üst entriye ilave olarak bazen tavuk da koyacak para olmazdı.
Yanına yapılan kıvırcık salata ve taze ekmekle beraber gömerdik.
Bir nevi salça-ekmek gibi bu yemek. Çocukluğu hatırlatır.
Şimdi yiyecek çok daha güzel şeyler ve almaya da para var ama o lezzetler yok.

ilişkinin ilk dönemlerinde yaşanan mesajlaşmalar

pestenkerani
Düzgün bir imla familyasına tabii olan mesajlar. Zaman her şeyi yarım ve kırık ettiği gibi bunu da ediyor maalesef. "Merhaba azizim''den konu "napiyon"a gidiyor. İmlâ torna tesviye atölyesinden geçen mesajları özlüyor insan zaman geçtikçe. Azizim ve azizem dururken, ıstanbul (evet ıstanbul) Türkçesi varken, neden harfleri içinden göçmüş sözcükler ve Kastamonu lehçesi. İnsan hüzün doluyor hüzün!

uykusuz dergi

oblomov
haftalık mizah dergisi. yiğit özgür, uğur gürsoy, ersin karabulut, otisabi gibi sağlam çizerlerle yola çıkmışlardı ve ilk zamanlar muhteşem işler çıkıyordu. sonraları ne oldu bilmiyorum kalite düşmeye başladı. hala atmaya kıyamadığım ilk 2 yılın arşivini arada kitaplıktan çıkarıp okurum. şu sıralar yeni sayısını almaya elim gitmiyor.

neşet ertaş

diko
öldükten sonra kıymeti bilinen halk ozanı. teber idi ölünce muteber oldu.
kimseler bilmez çektiğini. ne bulgaristan cezaevlerinde kaldığını bilir ne de parmaklarının felç olduğunu. ne almanya'ya göçmek zorunda bırakıldığını bilir ne de parasız kaldığı geceleri. neşet baba memleketine küsüp sessiz sedasız gittiği almanya'da düğünlerde çaldı söyledi. ısrarlara dayanamayarak istemeye istemeye geri döndü. döndüğü hafta verdiği konsere binlerce insan akın etti. güzel çalar güzel söylerdi. onu herkes biliyor zaten. asıl diyeceğim, bu coğrafyanın en ulu ozanlarından biri olmasına rağmen mütevazılığı ile bilindi. gerek nil karabilmemne münasebetsizi ile girdiği münasebeti gerekse seyirciden müsaade isteyerek ceketini çıkartması mütevazılığına güzel bir örnektir. toprağın bol olsun ulu ozan.
şimdi kadim dostu aşık mahsuni şerif babayla cennetin bir köşesinde demlenip türkü söylüyordur. devrin daim olsun.

fenerbahçe erkek basketbol takımı

neptune
biz fenerbahçe taraftarının, ne kadar övünse yetersiz kalacağı güzellikte ki bir takımdır. gerçekten, gerek tüm organizasyonlarda yaşadığımız "zirve heyecanları", gerekse bu heyecanların sonunda gelen şampiyonluklar anlamında, olağanüstü bir sezon geçirdik. avrupa kıtasında yer alan bir basketbol takımı için, bir sezonda yaşanabilecek tüm güzellikleri bize yaşatan, başta coach zeljko obradovic olmak üzere, kadromuzda bulunan tüm oyuncularımız, teknik ekibimiz, yönetim kadromuz, başkanımız aziz yıldırım ve tabii muhteşem taraftarımıza sonsuz teşekkürler. şüphesiz ki, tarihe adımızı altın harflerle kazıdık. söz konusu bu başarı, bizi sadece yurt içinde değil, yurt dışında da saygı duyulan bir takım haline getirdi. artık fenerbahçe avrupa basketbolunda bir marka haline geldi. marka haline gelmek ise, tek başına bu sezon ile alakalı bir durum değil. zira 3 sene üst üste euroleauge' de final four a kalıp, bunların ikisinde final oynayan ve birini kazanan bir takımdan söz ediyoruz. yani "tesadüfi" bir başarı yok ortada. aslında çok çok zor olsa da, her takımın euroleague şampiyonu olma ihtimali şüphesiz ki vardır. ancak marka olmak için bu başarının sürekliliği şarttır. işte fenerbahçe erkek basketbol takımının "gerçek başarısı" da burada yatmaktadır. şahsi fikrim, bu değeri daha uzun yıllara yaymak ve taşımak artık mümkündür ve demin saydığım mevcut tüm faktörler "kurumsal" bir niteliğe dönüştüğü için, gerisi de gelecektir. cska moskova, real madrid, olympiakos gibi marka değerini çok önceden yakalamış takımların yanında, artık fenerbahçemizin de yer aldığını bilmek başlı başına mutluluk kaynağıdır.

euroleague şampiyonluğunun keyfini sürmeye devam ederken, hemen akabinde ezeli rakiplerimizden beşiktaş ile karşılaştığımız, spor toto basketbol süper ligi final serisinde 4-0'lık net bir sonuç ile gelen dünkü şampiyonluk, kesinlikle ve kesinlikle çok önemli ve anlamlıdır. ve söz konusu keyfimize keyif katmıştır. açıkçası ezeli rakibimizin gerek sezon boyunca, gerekse final serisinde ortaya koyduğu mücadele de takdire şayandır. zira seriye başlamadan 1 hafta önce euroleague şampiyonluğu apoletini takmış bir takıma karşı, gerek basketbol şubelerine ayırdıkları bütçe farkı, gerekse "basketbol kültüründen" henüz nasibini almamış bir taraftar kitlesine sahip olmalarına karşın, takım olarak kelimenin tam anlamıyla, terlerinin son damlasına kadar mücadele etmişlerdir. karakterli bir takım duruşu sergilemeleri, final serisindeki tüm maçların dengeli bir pozisyonda geçmesine, ve seyir zevki açısından da, finale yakışır bir tablo ortaya çıkmasına neden olmuştur. nitekim serinin son 2 maçının normal süresi beraberlik ile tamamlanıp, uzatma süreleri sonucunda kazanan belli olmuştur. ve ikisinde de beşiktaş'ın önde olduğunu ve fenerbahçe'nin mucizevi geri dönüşler yaşadığının altını çizmekte fayda var.dünkü son maçın nasıl bir mücadeleye sahip olduğunu izleyemeyenler için, maçın 3.çeyreği ve sonrasının yer aldığı görüntüleri izlemekte fayda var ;

[youtube]

Futbolu da çok seven bir taraftar olmama rağmen, basketbola duyduğum sevginin "spor sergi sarayının" açık dönemlere, dolayısıyla; Calvin Roberts'lı, Paul Dawkins'li, Efe Aydan'lı, Erman Kunter'li ve Aytek Gürkan'lı yıllara kadar dayandığını bilinmesini isterim.

Basketbol, ana vatanı kabul edeceğimiz Amerika Birleşik Devletleri haricinde, çoğu zaman için; komşumuz Yunanistan, dağılan Yugoslavya ve S.S.C.B topraklarında da futboldan daha fazla ilgi gören bir spor dalıdır. Diğer ülkelerde ise takım sporları açısından futboldan sonra ikinci sıradadır demek genel olarak çok yanlış bir ifade olmaz. Gerek futbolu, gerekse basketbolu yakından takip eden biri olarak; iki sporun, sporcu kimlikleri ve camia kıyaslaması açısından, oldukça farklı bir profil çizdiğini söylemem mümkündür. Basketbolun daha elit bir kesime hitap eden spor dalı olduğu ve izleyici profilinin, kültürel açıdan daha eğitimli insanların takip ettiği bir spor olduğunu söylemek de çok yanlış bir tespit olmaz. Elbette benim gibi hem futbolu takip edip, hem de basketbol sever olup, her iki tribünde de bulunabilen taraftarlar da mevcuttur. Öte yandan futbola övgüler düzüp, basketbola burun kıvırmak, cehaleti savunmak ile eşdeğer bir kavramdır. Zira dediğim gibi camia açısından bakıldığında, basketbol camiasının genel kalitesi, çok daha farklı bir konumdadır. Ancak bu durum futbola da burun kıvırmayı elbette gerektirmez. Neticede görsel açıdan hangisi sizi daha fazla tatmin ediyorsanız o yöne ilgi duyarsınız. Bu tamamen kişisel bir tercih. Aynı şey diğer spor branşları için de geçerli elbette. Aynı şekilde başarı kıyaslaması yapmayı da doğru bulmadığımı ifade etmek isterim. Her spor branşına, kendi içinde değerlendirmeyi gerektirir. Bu nedenle, futbolda Galatasaray'ın Uefa kupası ve süper kupayı kazanmış olması ile Fenerbahçe'nin Euroleague şampiyonluğunu kıyaslamak, Amasya elması ile Diyarbakır veya Adana karpuzu'nu kıyaslamak kadar abes ve gereksiz bir karşılaştırma yapmak demektir.

Son olarak basketbolu ve Fenerbahçe basketbol takımını, sadece spor olarak değil, başka nedenlerden dolayı bu kadar yakından takip etme nedenime gelince. Aşağıda linklerini vereceğim videoları izlemenizi rica edeceğim. Buram buram kalite kokan bu röportajlar bile, bu camianın geneline saygı duymak için, şahsım için yeterli bir nedendir ;




Bir kez daha teşekkürler Fenerbahçe.










narsisizm

freud da sollardi
Adını göldeki yansımasına bakıp, aşık olan ve bir daha oradan ayrılamayan narkissos'tan alan akım. Hatta hikayenin başka bir versiyonunda, narkissos gölün başında aç ve susuzluktan öldükten sonra, göl her gün onun için ağıt yakmaya başlamış. Oradaki ağaçlar ve hayvanlar göle isyan edip, "biz de narkissos'un güzelliğini artık görmediğimiz için üzülüyoruz, belki en çok sana baktı ama seninki de biraz fazla değil mi kardeş?" Demişler. Göl de," narkissos değil benim özlediğim, onun gözlerinde kendi yansımam" demiş.
Herkes aslında biraz bencildir demek için lafı biraz fazla dolaştırdım belki ama insanlar sevdiklerini seçerken bile biraz olsun kendini görebildiği kişilerden seçiyor.

bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak

monster degree
Çoğunlukla patavatsızlıkla sonuçlanmakla birlikte bazı istisnai durumlarda o kadar da tü kaka bir durum değildir.

Bazı konularda bilgi sahibi değilken bilgi sahibi olmak istemeye o konularda ürettiğimiz fikirler sayesinde karar veririz. Kafamızda birtakım fikirler oluşur ve bu fikirlerin gelişimi için bünyemiz bizi o konuda bilgi sahibi olmaya iter.

İlk durum kör cahillikken ikinci durum olgunluğun ulaşabileceği son noktaya bence çok yakındır.

doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar

keskin nisanci
atasözlerimizden en önemlilerinden biridir. yanlışa yanlış demek bazılarının hoşuna gitmez, herkesten düzene ayak uydurmaları beklenir ama işte birileri çıkar, dışlanma pahasına yanlışa yanlış der. tabi mevlana:'' ne kadar anlatırsan anlat, anlattığın karşındakinin anladığı kadardır'' demiş ama her koşulda doğruyu söylemek insanlığın gereğidir.

al pacino

keskin nisanci
dünya sinema tarihinin en önemli oyuncularından biri bana göre en iyisi.

Alfredo James Pacino, 25 Nisan 1940 yılında New York,ABD'de doğdu. Hollywood'un baş aktörlerinden olan Pacino, genç yaşta oyunculuk eğitimi almaya başladı ve pek çok oyunda ödüller de kazanarak yer aldı. Broadway'de sahneye çıktığı ilk oyun Does the Tiger Wear a Necktie? ile Tony Ödülü'nün sahibi oldu. Kariyerindeki ilk filmi, 1969 yılında çevirdiği Me, Natalie oldu. Bu filmdeki performansı ile yapımcılığını Paramount'un üstlendiği, Francis Ford Coppola'nın efsane The Godfather (Baba) filminde Michael Corleone rolünü oynamaya hak kazandı. Bu filmdeki performansı ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar'ına aday gösterildi ve dünya çapında hızlıca üne kavuştu. Baba 2 ile üçüncü defa Oscar'a aday gösterilen Al Pacino, 1975 yılında çekilen " Dog Day Afternoon " da, homoseksüel sevgilisinin cinsiyet değiştirme ameliyatının parasını karşılamak için banka soymaya kalkan bir aşığı canlandırdı. Broadway oyunlarına döndü ve başrolünü oynadığı The Basic Training of Pavlo Hummel ile ikinci kez Tony ödülünün sahibi oldu. 1983 yılında Brian De Palma'nın yönettigi, şiddeti bol Scarface (Yaralı Yüz) filminde başrol Tony Montana'yı canlandırdı. Film, sinemanın kült filmleri arasındaki yerini aldı. Bir süre başarısız filmlerde yer alan aktörün dönüşü, 1989'da çekilen Sea of Love (Aşk Denizi) filmi ile oldu. Film büyük sükse yaptı. 1990'da gösterişli bir gangsteri oynadığı Dick Tracy ile 6. kez Oscar'a aday olan Pacino, aynı yıl "The Godfather Part III" (Baba 3)'de yer aldı. Tekrar uzun süren sessizliğin ardından Scent of a Woman(Kadın Kokusu) filmindeki oyunculuğu ile nihayet Oscar ödülünü kazandı. Al Pacino bu filmde emekli olmuş kör bir subayı canlandırdı. Pacino, canlandırdığı karaktere hazırlanmak amacıyla 6 ay körler okulunda yaşamış, film çekimlerinde devamlı sabit bir noktaya baktığı için gözleri zarar gördü ve gözlük takmaya başladı. 1995'te Michael Mann'in yazıp yönettiği ve Robert De Niro'nun canlandırdığı bir hırsızın peşindeki polisi oynadığı Heat filminde rol aldı. 97'den sonra başarılı filmlerde rol almaya devam etti. Önce Johnny Depp ile Donnie Brasco ve sonra Keanu Reeves ile The Devil's Advocate (Şeytanın Avukatı) Al Pacino, 1999 yapımı The Insider (Köstebek) ile sinemaseverlerin karşısına çıktı. 2003 yılında rol aldığı Angels in America adlı mini dizi 12 dalda Emmy ödülü aldı, Al Pacino da bu dizi ile ilk Emmy ödülünü aldı. Kariyerine aynı hızla devam eden Pacino, hiç evlenmedi. 1996 yılından 2003 yılına kadar birlikte olduğu aktris Beverly D'Angelo'dan 3 çocuğu vardır.

kültürel gecikme

mia
maddiyatın gelişip manevi unsurların bu gelişmenin gerisinde kalmasıdır. arap yarımadası'nın petrol zengini olup maneviyat açısından bir o kadar fakir olması bu terime verilebilecek en güzel örnektir.

saçma

parody
Mantığa uymayan durumlar için kullanılır. insanlar daima bir kalıba sığıp, sisteme uygun davranmak gerektiğine inandıklarından dolayı bazısı için hayati önem taşıyan şeyler bazısına saçma gelebilir. Bu nedenle fazla önemsememek gerekir bu sözcüğü.

Nasıl iyi hissediyorsan, nasıl doğru olduğuna inanıyorsan öyle davranmak ve başkalarının peşin hükümlü söylemlerine kulak tıkamak gerek.

din kültürü ve ahlak bilgisi dersi

mia
başıma bir şey gelmeyecek ise zannımca son derece gereksiz ve temcit pilavı misali her yıl tekrarlanan müfredatıyla ortaokuldayken geçer not alamama sorunu yüzünden proje aldığım ve ucundan geçtiğim için sinirlerimi yıpratan, sadece islam dinini içerip diğer dinler ya da ahlak hakkında bahsetmeyen dersimsi.

pizza

mia
hamurun düz bir çember haline getirilip yüzeyine domates sosu, peynir, baharat ve isteğe bağlı bilumum şarküteri ürünlerinin konması ile sayılan ilk üç malzemeden oluşan margharita'dan 'varyasyon evrenine' adım atılan, apenin yarımadası'na özgü yiyecek.

turşu suyu

parody
Bizzat turşunun kendisi hayatımızda büyük bir yer edinirken turşu suyunu inkar etmek olmazdı. Oldukça şahane bir içimi vardır, ağız tadı yerleşmiş kesimin sevdiğidir.

Turşu ile kendimi bildim bileli süren ilişkimizin yanı sıra salt turşu suyuyla tanışmamız eminönü'nde balık ekmek yerken oldu. O nefis ekmek arası norveç uskumrusu ile birlikte ne de güzel gidiyor turşu suyu, muazzam bir şey!

ayna kırmak

mechul amca
motorcuların bazen haklı olarak bazen de kazara yaptıkları şeydir.
maalesef dünya genelinde motorları araçtan saymayan sürücüler oldukça fazla. hal böyle olunca, motorcuları trafikte sıkıştıran, yol vermeyen, üzerlerine süren davar sürücülerle dolu bir trafikte motorcular deliriyor.
sabırlı motorcuların defalarca uyarmasına rağmen hala oralı olmayan sürücüler bence hak ediyor bunu. motorcunun hayatını tehlikeye atacak şekilde sıkıştıranlar da aynı şekilde. sonuç olarak o ayna kırılıyor. ama bir de zevk için park halindeki araçların bile aynalarını kıran haysiyetsiz motorcular var ki, onların yatacak yeri bile yok..

yasaya göre motorlar da trafikte araçlar kadar hakka sahiptir!


seyyar tavuk pilav seven insan

monodi
acıkmıştır.
kesinlikle seyyar pilavcıları kötüleme amacım yok, ancak müşteri kitlesinin en büyük bölümü gece boyunca içmiş, acıkmış ve alkolün de etkisiyle o an ne yese güzel gelecek insanlardan oluşur, ki içilen miktara ve açlık durumuna göre o pilavcı gözünüzde gordon ramsay'e dönüşebilir. bunun dışında dışarıdasınızdır, acıkmışsınızdır ve çok para/zaman harcamadan doymak istersiniz veya görürsünüz ve canınız çeker, yine benzeri bir durum oluşur.
kısacası, yaptıkları pilavın ve tavuğun, evde düzgün bir şekilde yapılanla kapışması mümkün olmasa da, o anın şartları yüzünden hep daha güzelmiş gibi gelir, şahsen ben planlı olarak seyyar pilavcıya gidildiğini hiç görmedim.

seyyar tavuk pilav seven insan

parody
Lüks restoranlardan ziyade salaş bahsi geçen seyyar tavuk pilavcılar tercih edilirse tadına doyum olmayan enfes bir yiyecektir. Hatta bilhâssa tavuklu nohutlu pilav da tercih edilebilir. Samimi ve oldukça sıcak bir ortamı olur. oraları tercih eden insanlar da sokağı yaşayan, hayatın tadını çıkaran ve gerçekten mutlu olabilen kesimdir.

halam geldi

olacak o kadar
ülkemiz kırsallarında kadınların yaşadığı sıkıntıları gözler önüne seren, modern! toplum bireylerinin kürekle ağzına vuran, insan psikolojisini ufaktan sarsan, ana tema olarak çocuk gelinleri ve bu eksende gelişen trajedileri anlatan bir erhan kozan filmi.

filmin en çarpıcı ve akılda kalan sahnesi için;

öğrenci evi

parody
Herhangi bir üniversiteyi kazanıp da memleketlerinden kalkıp başka kente gelen öğrencilerin yaşamaya çalıştığı; kiralara, aidatlara, elektrik, su, doğalgaz faturalarına direnen evlerdir. Öğrenci evleri çok fonksiyonludur. Her amaçla kullanılır. Yeri gelir vize ve finallere çalıştığın kütüphane işlevini görür, yeri gelir batakların atıldığı, yüzbirlerin oynandığı kahvehane vazifesini üstlenir. Bir arkadaşın gelir ansızın kanka evi bir saatliğine boşaltabilir misin der. Bunu teklif eden kıza bile denk geldim, tabi zevkle reddettim. Kerhane mi lan burası? Hıı! Gördüğünüz gibi oldukça geniş bir yelpazeye sahip kullanım amaçları açısından.

Öğrenci evlerinin en büyük sorunsalı mutfak tezgahında dağ gibi biriken bulaşıklardır. Ayrıca zift katrana dönen ocaktır. Çözümü yoktur bunların, hâlâ herhangi bir bilim dalının araştırma kapsamında yerini bulmamıştır. Haa bir de çöp sorunsalı var. Apartmanın çöp kapasitesini barındıran öğrenci evlerine şahit oldu bu bünye. Çöpler hiç bitmez!

Eee bu öğrenciler ne yer ne içer? Onu bunu bilmem de dört yılda ev olarak tükettiğimiz çay, yumurta, patates, makarna ve peynirin haddi hesabı yok. Öğrenci evlerinin vazgeçilmezi çaydır. Pardon o öyle değildi. Şöyleydi: "kanka ayaktayken bi çay koysana." Ayrıca gereksiz bir biriktirme hevesi vardır öğrencilerin sigara paketleri, bira şişeleri... böyle uzar gider... Nolacak tekel bayii için kosgeb proje açacak da bi gün onu mu bekliyorsunuz?

Öğrenci evlerinin olmazsa olmazını unuttum. Sizden rahatsız olan komşulardır. Ailelerin yaşadığı bir binaysa tercihiniz çok yanlış bir karar almışsınız demektir. Akşamları ve geceleri ister istemez ses olur, neticede öğrenci evi bu sus pus olmaz. Gürültüler yükselir, kıyametler kopar. Tabii gecenin saat biri siz bağır çağır sohbet ediyorsunuz, alt kattaki komşular sevişiyorlar tam en heyecanlı yerinde konsantre olamıyorlar ve kabak size patlıyor hâliyle. Zaten yaşlar 45'e dayamış tüm kabahat sizde tabii... ertesi gün şikayete gelirler kapınızı çalıp. Siz de her seferinde hiç olmamış gibi davranırsınız.

-kim? biz mi gürültü yapıyoruz, hayır ablacım vize haftamız zaten ders çalışıyoruz yan taraftan gelmiştir ses.

Bu döngü böyle devam eder öğrencisiniz ya günah keçisi suçlu olsanız da olmasanız da sizsinizdir.

Evde üç kişi kalırsınız ama bu sayı semboliktir sürekli artış gösterir... Öğrenci evi anlatmakla bitmez, zira o kadar çok yaşanmışlık barındırır ki hayatınızın en güzel yıllarının kesitidir âdeta.

hayvan tecavüzü

blackandwhitememories
Hastalıktır. Bunu abazanlıkla falan bağlayanlar var fakat çok yanlış yapıyorlar. Sakın öyle bir hataya düşmeyin ve böyle biriyle bir şekilde denk gelirseniz kesinlikle tedavi olması gerekiyor ya da diyecektim ama neyse suç teşkil edecek ifadeler kullanmayayım.

waffle

parody
Özel olarak waffle makinesinde yapılan waffle hamurunun üzerine (evde tost makinesinde de yapabilirsiniz) eritilmiş siyah veya beyaz çikolata sürülür onun üzerine her çeşitten taze meyveler eklenir. Akabinde farklı güzel soslar, isteğe göre fıstık, hindistan cevizi gezdirilerek yapılan hamur tatlısıdır.

Enfes bir tadı vardır. her şehirde, isim yapmış iyi cafelerde kaliteli waffle yeme imkânına sahipsiniz efendim.

hande yener

ihtiras limani
Piyasaya ilk çıktığında " yalanın batsın yalancısın" diyen siyah saçlı masum yüzlü bilindik Türk kızı formunda bir şarkıcıydı, yıllar içinde " ahahaha siz erkekler ve aşağılık duygularınız " kıvamında şarkıları olan demet akalın- çakma Madonna karışımı bir şeye dönüştü.

yarı cahil

peho
cahilliğe giden yolda çiçekli yol, 3. köprüdür.

önce her şey ''acaba biliyor muyum?'' sorusuyla başlar, ardından iç sesin verdiği ''tabii ki biliyorsun aslansın sen'' cevabıyla cahilliğin kurdelesi kesilir.

hoş geldiniz cahilliğe.
artık her şeyi biliyor, her konuda fikir beyan edebiliyor ve her durumda en doğru sözü siz söylüyorsunuz.