zengin sözlük yazarlarının karalama defteri

quares
ben zorunluluktan trabzonsporlu oldum aslında. annem ben küçükken evde boncuk dizip kolye falan yapardı. bu işle tanışmasına vesile olup aracılık yapan bizim komşumuz semiha teyze vardı. sık sık istanbula gidip gelirdi. benim de maçlara merak sardığım zamanlardı ama hangi takımı tutacağımı bir türlü bulamıyor ve mahallede ki çocuklara özenip ailemden sık sık forma istiyordum lakin forma alıcak paramızın olmadığından fazla ısrarcı olmuyordum. birgün okul çıkışı geldim eve, ter içindeyim bi baktım yatağımın üstünde hangi takıma ait olduğunu anlamadığım bi forma var. annem semiha teyzeye söylemiş onunda eminönünden geçerken aklına gelmiş ve o zamanın en ucuz forması trabzonsporun forması olduğundan ondan almış bir tane. tabi ben galatasaray formasını daha çok severim deme lüksün yok ne alındıysa giyeceksin. bir daha forma alma şansımızda yok ve ben bunu net bir şekilde biliyorum. o yıllar da ilk başta biraz buruklukla giydiysem de o formayı sonraki yıllarda birdeha hiç çıkarmadım. ve anladım trabzonsporu tutmanın ne demek olduğunu: trabzonsporu tutmak her ne olursa olsun hayata karşı daima umutla bakıp dik durmaktır!

hem ne demiş kazım koyuncu:benim trabzonspor sevdam lokal bir olay değildir. eğer bir takımın peşinden koşulacak ise bu bana göre trabzonspor olmalıdır.

hak yeme hell yeah
Şimdi efenik, ben müziğin sesini kesinlikle duyanlardanım. Müzik benim her şeyim. Bazen İşkence odam, bazen terapi merkezim.

Hele bir şarkıyı bir olayla ilişkilendirdiysem yanmışım demektir. Zihnimde çalar o şarkı ama hayal gibi değil bildiğiniz çalar.

Balık pazarına pek uygun değil belki ama yolu kısaltmak için saptığım bir ara sokak var ki böyle on dakika envai çeşit ağacın içinden geçiyorsunuz. Tabii aklım hemen eve dönmekte olunca sokağa daldım. Ağaçlar o ana kadar aklımda yok.

Neyse refleks olarak yürüyorum ve sokağı geçtiğim anda lanet şarkı introdan itibaren çaldı. Lan dedim, bu şarkı niye çaldı ki. Sonra etrafıma bir baktım yine o ağaçlık yer. Ama nasıl değişmiş. Sonbahar olunca yapraklar sapsarı, yerler sapsarı... En son mayıs'ta geçmiştim yine eve hızlı dönmek için. Mayıs'ta yemyeşil falandı. Ve kulağımda o şarkı vardı.

Beynim resmen oradasın diye beni uyardı lan.

Neyse... Agalloch. Seni iyi ki tanımışım. Sen gerçekten muhteşem bir şeysin.
ontolojik sancilarimin merhemi
Kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği her şeyi taşıyoruz gövdemizde köpüre köpüre. İşte göğsümüzdeki bu boşluğu kızgın bir lav gibi yakıp kavuran bu his. Kaç parçaya ayrıldığını bilmeyen bir yıldızın yağmuru bu ortaya saçılan, ne olduğunu bilmediğimiz renkler..

Bilsem unuturdum bütün renkleri, Bütün hatırlamaları bırakırdım ayak ucuna, kendimi bırakır sen olurdum. Ve hiçbir sesle anlatılamazdı unutmanın sessizliği. Unutmak tahmin edilemez ve bilinmez olan her şeyi saklar gövdesinde.
zeitgeist
yanlışı anlamak, ne yazık, iltifat değil.

herhangi bir başlangıcı sonundan başlatmak gibi kötü bir huyum vardır, sabırsız olmam değil mesele zaten sabırsız da değilim sadece oyalanmak hoşuma gitmiyor. hoşuma gitmeyen şeyleri yapmaya başladığımda var olanı değiştirmenin huzursuzluğu sarıyor her yanımı, boynumdan yukarıya ince bir acı dalgası ve huzursuz atan damarın titreşimi yükseliyor, yükseliyorum, ateşim çıkıyor, alnımı buzdan hücrelere hapsetmenin hesaplarına düşüyorum, aklımdan yol alıyor ve hatta ruhumdan, ne nasıl olacaksa ve ne olacaksa olsun eşiğini aşıyorum. tehlikeli bir hal alıyorum, aynada gördüğüm gözlerimden çekinip, o gözlerin bir yere değmemesi için çaba harcıyorum, yoruluyorum.

biletin yok: işte budur gerçek yolculuk.

herhangi bir toprak parçası üzerinde, herhangi bir zaman diliminde, ayağım ne kadar basmıyorsa toprağa o kadar süzülüp bir kapı önünde buluyorum kendimi. kapı açık, giriyorum, zemin dağılıyor, tavan çöküyor, bir çift göz bakıyor.. yolculuk ne zaman başladıysa o zaman bitirmiş oluyorum, yolda yürümekten değil, yola çıkmaktan imtina ediyorum. ihlallerden hoşlanmıyorum, ihlal ediyorum, herhangi bir sınır ne kadar aşılırsa ondan katre katre kehribar taneleri dökülüyor merkez noktasına, sınır nöbetçilerini vurup, işgal ediyorum. işgalciyim ben. kendinden azade bir işgalci, uslanmaz, korkmaz..

başımı çevirip size baktım.

ben zahmet etmedim, sen baktığım yerde oldun, dağıttık sonra, dağıldık ve parçalandık. herhangi bir sutre arkası bulabilsem, onu da dağıtır parçalardım, her şey görünür olduktan sonra tehlikenin önemi yok, hayatın, nefes almanın bir önemi yok hem zaten soluksuz ne kadar kalabileceğini bilmiyorsun, tedirginliğin önemi yok.

yaradana giderken anayoldan ayrılan, karanlık bir patika kadar güzeldiniz.

korkunç ince bir boyundan çektiğim koku ruhumu teslim aldı, teslim ol çağrılarına ateşle karşılık verdim, vücudumdan yüzlerce çekirdek çıkardılar, kimisi paslı kimisi geceden parlak, kanım akmadı, ölmedim ben zaten ölmeden çok önce ölmüştüm.

sen olacağı beklenen depremsin; çünkü içindeki fay hattı kırık.

canını yaktım, canın yandığında çıplaksın, sapkın düşlerimden daha çıplak, tenin bile yok, koca bir çatlaktan sızan, şaraptan daha koyu, mağrur, başına buyruk iki damla kanın emaneti üzerimde. ha iki damla yaş ha iki damla kan ikisinin de geldiği yer aynı. düzensiz ritimlerin var, hangi heyecan patlatır damarlarını, korkudan daha büyük, deliyle el ele, tutunduğun her yer sallanıyor, düzensiz ritimlerin var, önce elimde sonra yüzümde hissettiğim. bir çift düzensiz ruhuz o kadar.

keskin bir bedenin var, daha dokunmadan ellerimi yaralıyor.

bir süreliğine önce ruhun, biraz bedenin, biraz da göz kapakların titriyor ve sonra alışıyorsun, zaten seviyorsan üşümeyi, zaten hastasıysan donmanın, kalıyorsun orada, adımlarınla terk edeceğin ana kadar. odada kaldım çıkamıyorum, kaç bin adım attıysam yine aynı yerdeyim, kaç bin yıl geçtiği mesele değil zaman yalan, zaman yok..

bir ayyaşın dediği gibi: "çok içmek değil, içtikten sonra ayakta kabilmek muamma"

hadi sarhoş olup ayakta kalalım.
ontolojik sancilarimin merhemi
Yıkıma yönelmiş yaşamım bölük pörçük. olacak, olduracak, dolduracak hiçbir şey yok. tam ya da tamam olma duygusu yok. resimler de artık akla bir şey getirmiyor. dürtmüyor, işaret etmiyorlar. zor mu dersin artık ''yeniden güçlü, yapabilir olmak? bunun için nasıl da tersine çevirmen gerek yaşam yönelimlerini. sen tamamiyle boş vermeye karar vermişken geldi o. bütün yönelimini değiştirmek için. nasıl da zor bu! ama nasıl da güzel yeniden canlanmak, yaşamın toz tutmuş hayallerini silkeleyip bahar güneşine çıkarmak. kendine yeniden bir yıldız çizip gökyüzü haritanı yeniden çıkarmaya girişmek. çıkmak ve çıkarmak yeniden.'' mümkün mü?
singur
Yalnız yaşamaya, her işi kendim görmeye, Sevinçleri, başarı ve başarısızlıkları, keder ve hüzünleri her duyguyu kendi kendime yaşamaya o kadar alışmışım ki, biri zor zamanlarımda yanımda olmaya çalıştığında bunu kendi acizligim olarak görüyorum ve istemiyorum. Ben Sevinçlerimi paylaşayım istiyorum. Birine anlatayım ve o da bu sevinçe ortak olsun. Şu zamanda birinin sevincine ortak olmak kederine ortak olmaktan daha değerli.
ihtiras limani
İnsan bazen çatlayamayan tohumlara dönüyor. Çürümeden taşlaşıp öylece kalan. Olmak istediği her şeyin hayalini kendiyle birlikte donduran. Düştüğü toprağın hayal kırıklığını hissederek iliklerine kadar. Sonra bir gün açılıyor, ve dönmek istediği güneşini bulamıyor bu kez.
ihtiras limani
birbirine paralel olmayan iki doğru uzayda mutlaka kesişir, böyle öğrettiler. insanlar aynı ışınlar gibi engellenemez ve bükülemez şekilde uzanıp uzaklaşıp duruyorlar. kesişmeler neredeyse sıfıra yakınsayan bir sürede olup bitiyor. kimse kimseye gerçekten bakmıyor ya da kimse kimseyi gerçekten hissetmiyor. kremasını yalayıp bırakır gibi atıveriyorlar bir kenara. biz önce düşünceleri öğrenir, sonra düşünceler üzerine konuşur sonra düşünceleri düşünürüz demişti cemil meriç. gerçekten düşünmeye hiç sıra gelmez. aklımızın ayakları hiç o derece güçlenmez bizim, yeni doğmuş cılız ceylan yavruları gibi titrer. aynı bunun gibi, insanların kataloğuna bakıp tabaklarımıza tadımlık alıp geçip gidiyoruz kesişme noktasından.

oysa elektromagnetik dalgalarda elektrik alan ve magnetik alan birbirine 90 derece açılı olacak şekilde ama sürekli olarak birbirini takip ederek sonsuza dek, zayıflaya zayıflaya yayılırlar. boş uzayın bile bir kaybı vardır. birbiriyle tanımlanabilir birbiri cinsinden yazılabilirler.

eğer seni yazsalardı, seni kimin cinsinden yazarlardı, kiminle ifade edilirdin, sadece katsayı farkı mı söz konusu olurdu ? ya da birbrini oluşturan ve doğuran bir alan çifti olmayı, aynı kaynaktan doğan ve aynı noktaya uzanan bir alan çifti olmayı, hiç düşündün mü ?
pestenkerani
Piskoposlar, imamlar ve sultanlar, hahamlar, ruhbanlık ve uhrevi aristokrasinin çekiçleri altında inliyor insan hikayeleri. Çekiç politikacı domuzların elinde... hikaye sahiplerinde Şehadet ülküsü, şerbet kuyrukları, akletmez başlar kalabalığı. Bazen insan diyor ki, tüm her şey bir perde çekmeye baksa ne iyi olurdu. Ah insan, ah vuran ve vurulan, ölen ve öldüren. Bozuk bir hikayeyiz ne yazık.
acilin ben doktorum
son dört senedir sıkılıyorum, bir suru devamli kendilerine ilgi, maharet veya hüner iste isteyen insanlar var. bunlar kisinin kendisini gelistirmesi veya kendi ilgilendigi islere olan yatkinlikla oldugunu anlayamiyor. ne gorse kopyalamaya calisiyorlar. ben, benim. benden baska bir tane daha yok ama insanlar benim gibi olmak istiyor. fazla mi neşe saciyorum etrafa tam olarak bunu da bilemedim (öyle ama öyle) içimdeki fırtınalari kavanozlara dolduruyorum. bir de tam denizi gorsem, hepsini atacagim ama denize de yazik olur.

kendi kendimi "bu dunya soguyacak daha" diye avutuyorum. bu gecenin de karalamasi boyle.
kaptonur
Geçmişte çok büyük hatalarım olmadı ama küçük hatalar yüzünden insanlar kaybettim. Benim için belki de iyiydi bu bana zararları olabilirdi, olurdu da büyük ihtimalle. Denizde olduğum müddetçe çok düşünme fırsatım oldu. Çünkü denizde düşünmekten başka bir bok yapamazsın. Geçmişteki anılarımın kötü olanlarının son anını defalarca farklı senaryolarla devam ettirdim düşlerimde acaba ben nerede hata yaptım diye ama eminim ki kötü anılarımın gerçek hayatta son bulması benim için çok iyi oldu. Şimdi daha farklı düşünebiliyorum, daha farklı bakabiliyorum. Yaptığım saçma hatalar çok çocukça geliyor artık. Peki şimdi bu hataları yapar mıyım?, yapacak mıyım? Sanırsam yapmam. Çünkü insan sevdiklerinin değerlerini büyüdükçe daha iyi anlıyor hele bir de denizdeyseniz öyle bir lüksünüz de olamıyor. Benim size nacizane tavsiyem hayatınıza giren insanları kaybetmemek adına elinizden geleni yapın. Eğer hayatınıza giren insanın size saygısı varsa alın baş tacı yapın. Hayatta hiçbir zaman kendinizden ödün vermeyin ama varsa bir kırıntı kadar sevginiz vermekten çekinmeyin. Çünkü Sevginin küçüğü büyüğü olmaz...
nalbantyani bezirgan
"Durup dururken gelen ağlama isteği"

Aslında hiç de öyle bir şey yok. Sade kendimizi kandırıyoruz. İnsan öylesine kolay görmezden gelebiliyor ki gezerken zihninin sığ sularında, en derinlerinden gelen çığlıkları duyamıyor çoğu zaman.

Yalnız "sevmek" adı altında kurulurken sömürge imparatorlukları alevler içinde yanmış kömür koru yüreklere, hiç farkına varmadığı yalanlar insanın, gerçekliğin üstüne çiçekli battaniyeler sermekte.

İnanıp inanmamak dahi benim elimde derken kaybettiklerinin bilincinde olmayan insan,
Artık göz göre göre bile değil, oldu bittiyle geçirmekte ömrünü.
acilin ben doktorum
sen yapamazsın olmazcılar, senden dinledikten sonra yok abi bu da olmaz diyip de kendileri bak ben buldumcular (bu kadar uzun olacağını sanmıyordum) bir yandan sadece kendi dedikleri olsun kafası yaşayanlar, her boku ben biliyorumcular ... kafa çok dolu. ne kadar sorunlu insan az olunca o kadar iyi olduğunu bizzat test ettim.
indim derelerine
Herkesin işini gördükten sonra , o kişilerin ya sen bunu yaptın sağol ama nasıl altından kalkacaksın demeleri biraz düşündükten sonra canımı yakıyor. Hakikaten de öyle " nasıl altından kalkacağım"
nalbantyani bezirgan
Belki de bazı geceler aynı şeyleri hissettik. belki de yüreğin tuttu ritmini hiç umulmadık saatlerde yalnız gecelerin.
Belki de öyle mutlusun ki, bir gece yarısı neşeyle koşabiliyorsun boş sokaklarda, hiç düşünmeden gündüzleri.
Düşünmeden konuşuyor, utanmadan gülüyor ve hiç sıkılmadan dans ediyorsun bazen.
Ayna sana bir başka, sen ona bambaşka, ben sana bin bir türlü hasretle...
Bakmak ne ki zaten?
dar bir sokağın bitişinde, sadece ikimiz varken, bir küçük şiir okuyup bakabilseydim gözlerine güzel olabilirdi belki de vedalar.
Ama ben sana hiç şiir okumadım.
Kalabalık, gürültülü ve manzarasız olmasaydı en son oturduğumuz bank, sevebilirdim elvedaları.
Ama ben hiç güle güle demedim sana.
Yapamıyorum, biliyorsun. Sadece, öyle işte...
Nedensiz sevmelere daha yeni alışmışken senin sebepli gülmelerin beni neden bu kadar üzüyor, bilmiyorum.
Acı ne garip?
rallici
İnsan kaç kere yapar aynı hatayı? Bu kadar hayalperest olunmaz ki. Hadi oldun. E kardeşim gerçekle yüzleştiğin halde neden devam edersin hayal kurmaya? Kimse kandıramaz seni istemezsen, izin vermezsen. Anca kendini kendin kandırır, sonucunda da gene kendin ağlarsın. Gülerken yanında olanlar da ağlarken yanında olmaz.
adreanna
sevdiğin insana en küçük bir kuşku çatlağı bile bulunmayan bir güvenle sahip olmak, yıldızlarla dolu bir gökyüzünü avuçlarının içine alabilmek gibi tanrısal bir güç ve güven veriyor insana.
ama ne yazık ki insanlara tanrısal güçler bağışlanmamış, onun için hem aşkı hem böylesine geniş bir güveni aynı anda kucağında taşıyabilen kimse yok.
oblomov
Karşımda durmuş sevinç naraları atıyor. İnsan olduğunu biyolojik olarak reddedemem fakat psikoloji ve zeka da insan olmanın diğer büyük parçaları. Her gün aynaya bakıp gördükleriyle, gördüğüyle,görmediği ve görmediğini bilmedikleriyle, mutlu yaşıyor insan olduğundan emin, insan olduğundan şüpheli olduğum varlık. Bir canlının gelişimi nasıl olur az çok belgesellerden öğrenmişizdir. İnsanı diğer canlılardan ayıran yegane özelliğin ise zekasının olması ve kontrol edebilmesidir. Ve bir de duygusal yanımız var ki zeka ile orantılı olup olmadığı tartışılması gereken bir konu. Ölümü bekleyen yaratıklardan başka bir şey değiliz ve doğum-ölüm arasında harcadığımız bunca zaman içerisine kaç ölüm sığdırdık bilmiyoruz. Doğayı öldürdük daha çok katlar yapıp dünyaya daha yükseklerden bakmak için, hayvanları öldürdük kimisi süslesin kemerimizi, çantamızı, kolyemizi, kimisi doyursun asırlardır açlıktan yanıp tutuşan midemizi diye. Doğanın kanunları var elbet reddedemem fakat hiç bir hayvan yiyebileceğinden fazlasını avlamamıştır. İnsanlığın yaptığı yiyecek stoğu sanırım yüzyıllar boyu milyonlarca insanı doyurmaya yetecek seviyede, ki milyonlarca insanın dünyanın çeşitli yerlerinde açlıktan öldüğünü de göz önüne alırsak bu noktada zamandan da kazanmış oluyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde çeşitli sebeplerle her gün yüzlerce insan ölüyor, elbet ölüm doğanın döngüsünü devam ettirmesi için gerekli. Oysa insanın insanı öldürdüğü, toplu katliamların yapıldığı, kirli savaşların yaşandığı bir zamandan, bu pisliğe boğazına kadar batmış, ve pisliğin dışında kalan dişleriyle sırıtıp kahkahalar, sevinç naraları atan bir toplumun bireyleri olarak geçiyoruz. Bir terör saldırısına "oh olmuş onlardan kimse ölmüyordu zaten", "bunlar da zamanında bizimkileri öldürmüşler neyine üzülecem" gibi zeka yoksunu cümleler duymak, karşımdakiyle aynı canlı türünden olup olmadığımı dahi sorgulamama sebep oluyor. Dil, din, ırk, inanç, mezhep insanlığın doğal yaşamında kimisi zorunlu sebeplerle kimisi de sadece uydurma ve korku sonucu ortaya çıkmış ve bugün insanlığın sonunu getirmek üzere olan kavramlardır. İnsan zekasının bugün evrenin sırlarını çözmeye çalıştığı bir dönemde bizler ölüyoruz. Ve öyle sıradan ve öyle boktan ölümler ki bunlar, muhtemelen evrende insanlık dışında bir medeniyet varsa bize açık olan her taraflarıyla gülüyorlardır. Karşımda oturmuş insanların ölümüne naralar atan insan olduğu konusunda ailesinin emin olduğu mahlukat, bugün toplum içerisinde baba olma, yarınların güvencesi olan çocuklar yetiştirme gibi sorumluluklar dahi üstlenmiş durumda. Ölüyoruz. Her gün daha çok, daha kalabalık öldürüyorlar bizi. Bizi insanlar katlediyor. Ve insanlık, insan zekası, insan beyni oturmuş, insan medeniyeti oturmuş ölümleri izliyor.
pestenkerani
Baldırı çıplak bir odam var, İçinde küçücük bir pencere. Pencere o kadar küçük ki, fezadan sadece bir tutam yüzüyor içinde. Bu tavuk bakışlı manzara. Bir de kuş bakışında sonsuz bir uçurum var diplere açılan. Burnumun ucuna bakıp yaşasam, penceremin ahşabı eskimiş, boyaları dökülmüş, bakımsız ve biçare. Oysa ben yüreğimle bakıyorum canlı cansız varlıklara. Yalnız itiraf ediyorum, canlılardan insan yok mu insan: bunaldıkça ondan odama sığınıyorum. Bir zihin kaç metrekare? Zihnim 3+1 ve bu odam Zihnimdeki çatı katından. Hem çatı katı hem kaçak.
monster degree
(bkz:#57794)

O soruyu sordum ve cevap... bingo!
Herkese benden birer dört pump simple şuruplu grande non-fat misto!
(Halay başı hissediyor.)

Monster kızım, sen harikasın. Resmen dünyaya düşen eşsiz bir kar tanesisin. Kıymetini sen eridikten sonra anlayacaklara ise kafan girsin! İhihi.
quares
bu şiirin bir yerinde ismin geçer belki ve sen de bana kızarsın. sen kızarsan bana biz seninle göz göze geliriz ve ben bugüne kadar ki tüm kızmaları unuturum. dur ama benden gözlerine uzun süre bakmamı isteme, bu kadar kafi.
senin gözlerine bakınca aklıma ece ayhan'ın cehennetinin geldiğini söylemiş miydim sevgilim?
gözlerin cennet ve cehennem, senin gözlerin devlet parasız yatılıda okuyan ve ateşler içinde uyumaya çalışan bir çocuğun anne özlemi. senin gözlerin uzun yıllar sonra hapisten yeni çıkmış bir şairin denizi görüp bir şeyler karalaması. senin gözlerin gezi parkında hiç ölmemiş çocuklar ve hâla piyanonun başında fazıl say! dur siyaset hakkında asla bir şey yazmamam gerek çünkü annem korkuyor böyle işlerden. sana da bahsetmiştim annemden biraz evhamdır, aslında merhametli bir ehvamdır. balatta tanıdığım yaşlı amca da evhamdı ama merhametli degildi. insan evhamken dahi merhamet ediyorsa birine ve merhamet, merhamet... tam buraya uygun bir cümle bulamıyorum çünkü en insanı duygu olan merhameti bile çıkar ilişkisine dönüşturen tüm insanlardan ve özelliklede senden nefret ediyorum. hemde gayet rasyonel bir nefret bu, tüm kanun ve din kitaplarında da yeri var sana olan bu nefretimin. öfkeliyim ama bir şey gelmez elimden, bilirsin doğrularımın üzerine gitmektense yanlışlara sığınırım. bilirsin çaresiz adamlar hep böyledir işte, merhamet gemisindeyiz hepimiz, ufukta doğruluk limanı gözükmüyor, yanlışa demir atmaktan başka bir şey gelmiyor ki elimizden, o ara da tam demir attığımız o ara gözlerine bakıyorum, gözlerin biraz mahcup, bu yalancı mahcupluğunu bir kenara bırak. o ara da vaktimiz kısıtlı bana doğrulardan bahsetmek zorundasın, dur söyleme ya da bırak böyle kalsın.

hadi gel de sana mandalina soyayım.
3 /