Kendime ağır mı geliyordum yahut aksine bir tükeniş miydi beni bu hâle getiren ayırt edemiyorum. Sokaklardan âdeta cenazem kalkıyordu, öylesine bir ölü taşınıyor üzerimde. İnsanlardan mutlak gurbetimin devri gününde aklım tıklım tıklım. Kimsem yokmuş meğer cümlesinin öznesi değil de fiiliydi canımı yakan, kimseler zaten yoktu. Onlar safi etrafımdı, etrafımdalardı. Bir insan nasıl oluyor da yüzlerce insanın içinde bir kalıyor ve birini dahi kendine bir yapamıyordu? İşte kendimden taşmakla kendimi tüketmek arasındaki dört dönüşümün üçüncüsündeyim, belki iki. Büsbütün bir hiçlikti beni esir eden, kendimi esir ettiğim. mutlak boşluk ve anlamsızlığın deveranında hepten bir sürgün.
zengin sözlük yazarlarının karalama defteri
duyamıyorum titrek sesimden başkasını. tenime değen bakışlar üşütüyor, soğuk. ellerimden uçan kuşun ardından bakıyorum. götürüyor sanki göğsündeki yorgun çarpıntıyı. gözyaşlarım bile birleşmiyor yüzümde. onlar da ayrı yollarda, düşüşteki yetimler. kokusunu kaybetmiş mahzun bir çiçeğin. bir esintiye olan hasretinden gelen sitem, sarıyor bir battaniye gibi solgun ruhumu. ısınmaya çalışıyorum boşlukta içim sarhoş. takatim yok ki kalbimi harekete geçirmeye. belki duyarım sesini, kaybolurum ritmde. yitirilmiş olanların uzun listesini okurum. insanlardan birer parça bulma umuduyla. görünmez bir kimseyim kendi halimde. paylaşıp yok edemediğim kara yalnızlıkla..
Her gün bir gün daha ölüyoruz.
ekin idim oldum harman, savursunlar yele beni.
Leylekler göçüyorlar. göçerken aralarına davet ediyorlar. bir sanskrit metninde, gökyüzünü dört mevsimin dışındaki özel bir beşinci mevsimde aşıkların aynı yıldızı arayan yorgun bakışlarının işgal ettiği, kadim bir ülkeden söz edilir. işte bugün gökyüzünü o bakışların esaretinden kurtarıyordu leylekler.
biri bugün bana gelgitte kabaran bir gölün üzerinden göç eden leylek sürüsünün hikayesini hediye etti. gölün güneydoğu kıyılarına yakın bir noktadan başlayan irili ufaklı kayalıklar, arada bir uzun esler vererek kuzeybatı kıyısına doğru uzanıyor; kıyıya henüz uzun bir mesafe varken son buluyordu. olsun, bu da özellikle yabani leyleklerin en güvenli göç yollarını bulmalarına yardım ediyordu. ne var ki bir gün gelgit geldi, gidişine kadar gölü bir okyanusa çevirdi. hatta bir şelalenin çağlayışı vardı şimdi gölde. zeus onu ne zaman cezalandıracaktı? kayalıklar, leyleklerle birlikte gözden kaybolduğunda gölün kibri yeni bir sığınak bulmak zorunda kalacaktı. bu yüzden göl, kayalıkları boğmamak adına sularını çekecekti.
"olduğun yerde kal!" veya "olduğun gibi kal!" derken kolluk kuvvetleri bir sanıktan tam olarak ne yapmasını beklerler? olunduğu halde kalmak, sahnede mephistopheles'in pek iyi icra ettiği, ancak insanın çaresiz titremesine karşılık gelen bir sanat değil midir? kayıtsızlık da titremenin biçimlerinden biri olabilir mi?
biri bugün bana gelgitte kabaran bir gölün üzerinden göç eden leylek sürüsünün hikayesini hediye etti. gölün güneydoğu kıyılarına yakın bir noktadan başlayan irili ufaklı kayalıklar, arada bir uzun esler vererek kuzeybatı kıyısına doğru uzanıyor; kıyıya henüz uzun bir mesafe varken son buluyordu. olsun, bu da özellikle yabani leyleklerin en güvenli göç yollarını bulmalarına yardım ediyordu. ne var ki bir gün gelgit geldi, gidişine kadar gölü bir okyanusa çevirdi. hatta bir şelalenin çağlayışı vardı şimdi gölde. zeus onu ne zaman cezalandıracaktı? kayalıklar, leyleklerle birlikte gözden kaybolduğunda gölün kibri yeni bir sığınak bulmak zorunda kalacaktı. bu yüzden göl, kayalıkları boğmamak adına sularını çekecekti.
"olduğun yerde kal!" veya "olduğun gibi kal!" derken kolluk kuvvetleri bir sanıktan tam olarak ne yapmasını beklerler? olunduğu halde kalmak, sahnede mephistopheles'in pek iyi icra ettiği, ancak insanın çaresiz titremesine karşılık gelen bir sanat değil midir? kayıtsızlık da titremenin biçimlerinden biri olabilir mi?
Vedaların ve umudun aynı anda yaşandığı bir günün kıstası;
Vedalar üzer insanı... her defasında çizik atar yüreklere ve insanın tek gerçek kimliği olan bakışlarına. Dönüp bakıldığında veda edilen şeylere bakışları biraz daha kısılır insanın, sonra biraz daha kısılır, biraz daha taki son nefesine veda ettiğinde tamamen kapanana kadar. Peki son nefese dek kısılan gözler nasıl görür bu dünyayı? İlkokulda öğretmenim bana "daha iyi görmek istiyorsan gözlerini kıs" demişti. O zamanlar anlamamıştım gözlerimi kısmıştım hemen ama kirpiklerimin karanlığını görmüştüm sadece. Şimdi ilkokul öğretmenimi daha iyi anlıyorum. Hayat vedalardaki göz kısılmalarıyla öğreniliyormuş. Her vedama dönüp baktığımda kısıyorum gözlerimi ve şu soruyu soruyorum kendime 'ben doğru bir insan oldum mu?'. Eğer bu sorunun cevabını insanların gözlerinde görüyorsanız 'evet ben doğru bir insanım' diyebilirsiniz kendinize çünkü veda tek taraflı değildir. Onların kısılmış olan gözlerindeki parıltıyı görürseniz işte siz yenilmez bir adamsınızdır artık. Şimdi bir çift göz var görmeye çalıştığım. içinde parlayan yıldızların olduğu ben de burdayım evrenindeyim dediği. Gidiyorum işte o gözlere doğru kim ne derse desin! bu sefer gözlerim biraz daha kısılmayacak!... evrenimdeki yıldızlardan diğer yıldızlara uçup "hani nerdesin?" Diye bağıracağım. Taki en parlak yıldızımı bulana kadar. İşte o zaman kendimi o yıldıza hapsedip 'ben artık burdayım hadi beraber son nefesimizi verelim' diyeceğim...
Vedalar üzer insanı... her defasında çizik atar yüreklere ve insanın tek gerçek kimliği olan bakışlarına. Dönüp bakıldığında veda edilen şeylere bakışları biraz daha kısılır insanın, sonra biraz daha kısılır, biraz daha taki son nefesine veda ettiğinde tamamen kapanana kadar. Peki son nefese dek kısılan gözler nasıl görür bu dünyayı? İlkokulda öğretmenim bana "daha iyi görmek istiyorsan gözlerini kıs" demişti. O zamanlar anlamamıştım gözlerimi kısmıştım hemen ama kirpiklerimin karanlığını görmüştüm sadece. Şimdi ilkokul öğretmenimi daha iyi anlıyorum. Hayat vedalardaki göz kısılmalarıyla öğreniliyormuş. Her vedama dönüp baktığımda kısıyorum gözlerimi ve şu soruyu soruyorum kendime 'ben doğru bir insan oldum mu?'. Eğer bu sorunun cevabını insanların gözlerinde görüyorsanız 'evet ben doğru bir insanım' diyebilirsiniz kendinize çünkü veda tek taraflı değildir. Onların kısılmış olan gözlerindeki parıltıyı görürseniz işte siz yenilmez bir adamsınızdır artık. Şimdi bir çift göz var görmeye çalıştığım. içinde parlayan yıldızların olduğu ben de burdayım evrenindeyim dediği. Gidiyorum işte o gözlere doğru kim ne derse desin! bu sefer gözlerim biraz daha kısılmayacak!... evrenimdeki yıldızlardan diğer yıldızlara uçup "hani nerdesin?" Diye bağıracağım. Taki en parlak yıldızımı bulana kadar. İşte o zaman kendimi o yıldıza hapsedip 'ben artık burdayım hadi beraber son nefesimizi verelim' diyeceğim...
rahatlık siniyor üstümüze. ya da boşunalığın duygusu çökmüş. çabalar beyhude görünüyor. ele geçirebileceğimiz hiçbir şey yok. mütemadiyen biçimlendirilmekten bıktık. değiştik tanınmaz olduk. hiçlik döneminden sonra yeryüzünde beliren hayaletlere benzedik. gerçek dışı varoluşun kokuşmuşluğuyla lekelendik. belki, bu derin ve ortak duygular çekti bizi bu birlikteliğe. belli bir zamanda belli bir yerde buluştuk. adı kolay olsun diye! ''insan olmanın dayanılmaz hafifliği'' diyelim mi buna?
Yine dünya, yine gerçek...
Koşan insanlar görüyorum deniz. Amaçsızca belki de fütursuzca koşan. Peki nereye?
Özlemler görüyorum deniz, özlemler. Yaşanmadıkça anlaşılamayan.
Derdim ya hani "çok bunaldım lan al beni". gözlerimi kapatırdım kucuklaman için beni, açtığımda bir yunusun gözlerinde görürdüm hayatın ne denli amaçsız olduğunu.
Hayat bir yunusun gözlerinde gizliymiş halbuki. baktıkça yeşeren umutlarım benimle yarış yapmasıyla solarken bilmem kaç santimetre farkla kaybettiğim yarış...
Şimdi yine bir bunalımdayım gözlerimi kapattım seni bekliyorum deniz! Ama yunusun gözleriyle gelme artık bütün enginliğinle gel ki sana olan saygım noktalarla bitemesin...
Koşan insanlar görüyorum deniz. Amaçsızca belki de fütursuzca koşan. Peki nereye?
Özlemler görüyorum deniz, özlemler. Yaşanmadıkça anlaşılamayan.
Derdim ya hani "çok bunaldım lan al beni". gözlerimi kapatırdım kucuklaman için beni, açtığımda bir yunusun gözlerinde görürdüm hayatın ne denli amaçsız olduğunu.
Hayat bir yunusun gözlerinde gizliymiş halbuki. baktıkça yeşeren umutlarım benimle yarış yapmasıyla solarken bilmem kaç santimetre farkla kaybettiğim yarış...
Şimdi yine bir bunalımdayım gözlerimi kapattım seni bekliyorum deniz! Ama yunusun gözleriyle gelme artık bütün enginliğinle gel ki sana olan saygım noktalarla bitemesin...
hayallerimi tuvalet pompası gibi gorç gorç alırlarken kafamın içinden ben o sıralar sübaneke duası cenaze namazında hangi eki alıyor diye öğreniyordum. 7 yaşlarında insan hayallerinin çalındığının farkında olmadığı için çok sonra anlayıp yazıya dökecektim hayallerimi. lakin hayallerimden geriye hiç bi sikim kalmadığından bi bok yazamadım. ben de size hayallerimi nasıl yok ettiğimi anlatmaya çalışayım. 7 yaşında bir din kursundaydım. merdiven altı bir yerdi zaten burası. mahallede ki tüm çocuklar gidiyor diye annem beni de gönderme gerekliliği hissetmiş olacak ki tüm yaz tatilinin yarısını burada geçirmiştim. ama iyi oldu aslında annenem öldükten sonra fatiha duasını okuyabildim ardından. neyse bir de din kursunda mustafa kemal diye bir çocuk vardı. tüm laikliğiyle kursa gelir meyöz meyve suyunu şapırdata şapırdata içerdi yani bizden biriydi bu çocukta. o mustafa kemal dahil herkes cüz'ü bitirip kuran okumaya geçtiği sıralarda ben elif harfini okumakla meşgül olduğumdan kurstan sıkılıp bıraktım. sonra bir yüzme kursuna kayıt oldum. manyak yüzme eğitmeni kadın bi anda kolumdan tutuğu gibi havuza atınca korkudan kolyesini kopardım. yüzme kursunuda bıraktım böylelikle. yüzme kursu için bana aldıkları sarı boneyi babam menekşe plajında kafasına geçirince ortaya komik bir görüntü çıktı lakin para verdiğimiz her şeyi sonuna kadar kullandığımızdan garipsemedik biz. o yaz o boneyi kullandıktan sonra babamın saçları döküldü... yüzme kursunda da başarısız olunca gitar kursuna yazılayım dedim. hoca ilk gün en sevdiğiniz yabancı müzik grubu ne diye sordu? ulan sen bi sorsana önce yabancı müzik dinliyormusunuz diye pezevenk herif! birde sırayla ilerliyor herkes şakır sakır cevap veriyor sıra bana yaklaştıkca yüzümden terler boşalıyordu ve nihayet sıra bana geldi biraz biliyormuş gibi düşündüm, içimden ben izzet altınmeşe dinliyorum sen benim müzik zevkime ne karışıyorsun lan yarram diye bağırp kursu terk edesim gelsede babamın kursun parasını peşin verdiğini ve dışarıda olduğunu hatırlayınca bu fikrimden vazgeçtim ve hocayla göz temasını kurup bilmiyormuşum gibi baktım o da hadi la söylesene der gibi baktı ben de bekleme işte devam et geç der gibi baktım. o da sabaha kadar gerekirse buradayız der gibi baktı ve nihayet o kutlu an gelmişti, en önde hoşlandığım kız merve'nin gülümsemesi ve çocukluğumunda getirdiği heyecan ve muzip bir tavırla grup vitamin dedim. ufak bir sessizlik oldu. yanımda ki çocukta metallica dedi. o yıla kadar metallica'yı araba teyibi markası sanan ben ufak bir aydınlanma geçirdim orada. ders sonu hoca yanına çağırıp istersem kursa gelmeyebileceğimi söyledi. bende bunu babama söyledim o da anneme söyledi annemde komşulara söyledi. lakin en son balkonda ki konuşmasında kulak misafiri olduğum kadarıyla alt komşuya bizim cocuğun evde bir sürü madalyası var diyordu annem. madalya dediği şeyleri çok merak ettim çünkü evde madalya yoktu. hem bana niye madalya versinler ki aferin bunu da başaramadınız kurumumuz size bu madalyayı layık gördü mü diyecekler? hem ben madalya yerine çeyrek altın almayı yeğlerim. ne de olsa hergün değerleniyor namussuz. neyse o kurs deneyimlerimizden sonra babamdan rica ettim bi resim kursuna yazılayım diye. hem kulağı kesik bi van gogh niye bizim mahallemizden çıkmasın baba diyerek duygusal bi konuşma yaptım. oda beni sallamayan tavrıyla barcelona maçı 2.5 üst olursa 70 lira garanti dedi. maçı beraber izledik 90. dakika da messi penaltı kaçırdı maç 1-1 bitti. sonra babamla yol boyu hiç konuşmadan sucu recep abinin yanına gittik. al bu cocuk sende çırak olsun işi öğret para falan da istemez dedi. sucunun yanında işe başladım. bel ağrılarıda başladı bununla beraber. yahu bu laz mütahitler ne ara binaya 90. katı çıktı hiç bi devlet görevliside kontrol etmiyor mu bunları. hem bunlar ekmek almak için sürekli asağı inip çıkıyor mu vay enayiler diye düşüne düşüne abonelere suyu dağıtıyordum. o ara bi kapı açıldı içeriden simay çıktı ilkokul 1.sınıftan beri sürekli olarak hoşlandığım kız. beni tanıdı benim sırtımda 1 damacana su ve asansörleride bozuk oldugundan stratosferinci kattaki evlerine kadar yürüyerek çıkmışım, kendimde değilim zaten ve kapıda da simay saçma bir tebessümle bana bakıyor. biraz duraksadık. boş damacanayı aldım, millet fitnesse gidiyor enayiler ben hem spor yapıp kas yapıyor hemde para kazanıyorum der gibi baktım. o da züğürt tesellisini bırakta su ne kadar der gibi baktı. hızlıca gitmek istiyordum oradan, bu su bizim müessesemizin ikramı deyip düşen pantolon belimi tuta tuta paldır küldür indim merdivenlerden. sonra içimi kemiren düşüncelere daldım: ulan müessese ney lan biz kaç kişiyiz de müessese olduk sucu recep abi ve benden nasıl bir müessese olabilir? he varsayalım olduk. millet şeker veya çikolata ikram eder.
ulan damacana su ikram edilir mi hiç? biz allahın suyunu gidip paketlemişiz, 5 yıldır aynı damacanayı kullanıyoruz zaten, insan sağlığını falan da siklediğimiz yok birde o suyu ikram mı ettim ben az önce? ulan dağları delen ferhat görse bu halimi kendini bıçaklar. benden sonra erkeklik müessesi buraya kadar düştümü der. bak hâlâ müessese diyorum sinirlerim bozuldu a*ınakoyayım. neyse bu olaydan sonra bir hışımla recep amcanın yanına gidip istifamı verdim ve bizim bir müessese olmadıgımızı daha fazla bu kurum altında çalışamıyacağımı söyledim. o da dünden razı olduğundan mahallede ki çocuklara benim işten çıkışım şerefine küçük hobby çikolatalardan dağıttı. ben bu işide becerememiş bir şekilde eve dönüyordum ki bizim alt komşunun coçuğunu gördüm elinde benim işten çıkmam şeferine dağıtılan hobby çikolatarıyla beraber abi senin çok madalyan varmış bir tanesini de bana versene dedi. yarın yokmuş gibi baktım cocuğun suratına. tamam gelirsin bi ara veririm diyebildim sadece. 1 gün sonra geldi. üzerinde parayla satılmaz yazan bir gazoz açacağını kolye yapıp verdim çocuga tüm gün mahallede madalyam var diye gezdi müptezel. ben böyle saçma işlerle uğraşırken fazla konuşmadığımdan herkes beni dahi zandediyordu. bak bu çocuk ileride büyük adam olur falan diye muhabetler dönüyordu duyuyor ve aldırış etmiyordum. sonuç ne oldu hiç bi sik olmadı. ulan ben konuşmadan duruyorumda dahi oldugumdan değil konuşunca saçmaladığımdan duruyorum. mesela ben kitlenmiş bir şekilde bir masaya bakıyorsan o an düşünce baloncuğumda sadece o masa vardır. millet 5 10 işi bir arada yapabilir ben bisiklet sürerken tek elimi bile bıraksam yuvarlanırım. bu arada yaz tatilindeyiz bu kadar uzun süre sen kurslara ara vermezdin hayırdır ne oldu diye soracak olursanız eğer. kurslara gitmekten vazgeçtim. allah belki de beni default olarak yaratmış olabilir diye düşündüm. hem herkese bir özellik koymak zorunda değil ki, herkesinde bir özelligi olması gerekmez zaten. dünya da milyonlarca düz adam var. ben de bu düz adamlardan biriyim. demek ki neymiş bizim mahalleden kulağı kesik bir van gogh çıkmazmış. hem bi insan niye fakirken kulağını kesip eski karısına yollasın ki lan. vallaha bizim buralarda onu yap hapse atarlar adamı. gerçi yapmasan da atabilirler ohal var neticede. neyse okul zamanı geldi çattı gittim derse girdim bir de ne göreyim simayın elinde su şişesi var. benim sözlerimi kaldıramayan recep amca evini ve arabasını satıp suya yatırım yapmış. bacak kadar çocuk olan benim gazıma gelip büyük bir müessese kurmuş. müşteri hizmetleri telefonu buyurun recep müessesi diye açıyor. sularının sloganı "biz büyük bir müesseseyiz". ulan anladık büyük bir müessese oldunuz da henüz 4. sınıfa gitmekte olan ve hiçbir sikimi başaramayan bir çocuk sayesinde müessese oldunuz haberiniz var mı?
ulan damacana su ikram edilir mi hiç? biz allahın suyunu gidip paketlemişiz, 5 yıldır aynı damacanayı kullanıyoruz zaten, insan sağlığını falan da siklediğimiz yok birde o suyu ikram mı ettim ben az önce? ulan dağları delen ferhat görse bu halimi kendini bıçaklar. benden sonra erkeklik müessesi buraya kadar düştümü der. bak hâlâ müessese diyorum sinirlerim bozuldu a*ınakoyayım. neyse bu olaydan sonra bir hışımla recep amcanın yanına gidip istifamı verdim ve bizim bir müessese olmadıgımızı daha fazla bu kurum altında çalışamıyacağımı söyledim. o da dünden razı olduğundan mahallede ki çocuklara benim işten çıkışım şerefine küçük hobby çikolatalardan dağıttı. ben bu işide becerememiş bir şekilde eve dönüyordum ki bizim alt komşunun coçuğunu gördüm elinde benim işten çıkmam şeferine dağıtılan hobby çikolatarıyla beraber abi senin çok madalyan varmış bir tanesini de bana versene dedi. yarın yokmuş gibi baktım cocuğun suratına. tamam gelirsin bi ara veririm diyebildim sadece. 1 gün sonra geldi. üzerinde parayla satılmaz yazan bir gazoz açacağını kolye yapıp verdim çocuga tüm gün mahallede madalyam var diye gezdi müptezel. ben böyle saçma işlerle uğraşırken fazla konuşmadığımdan herkes beni dahi zandediyordu. bak bu çocuk ileride büyük adam olur falan diye muhabetler dönüyordu duyuyor ve aldırış etmiyordum. sonuç ne oldu hiç bi sik olmadı. ulan ben konuşmadan duruyorumda dahi oldugumdan değil konuşunca saçmaladığımdan duruyorum. mesela ben kitlenmiş bir şekilde bir masaya bakıyorsan o an düşünce baloncuğumda sadece o masa vardır. millet 5 10 işi bir arada yapabilir ben bisiklet sürerken tek elimi bile bıraksam yuvarlanırım. bu arada yaz tatilindeyiz bu kadar uzun süre sen kurslara ara vermezdin hayırdır ne oldu diye soracak olursanız eğer. kurslara gitmekten vazgeçtim. allah belki de beni default olarak yaratmış olabilir diye düşündüm. hem herkese bir özellik koymak zorunda değil ki, herkesinde bir özelligi olması gerekmez zaten. dünya da milyonlarca düz adam var. ben de bu düz adamlardan biriyim. demek ki neymiş bizim mahalleden kulağı kesik bir van gogh çıkmazmış. hem bi insan niye fakirken kulağını kesip eski karısına yollasın ki lan. vallaha bizim buralarda onu yap hapse atarlar adamı. gerçi yapmasan da atabilirler ohal var neticede. neyse okul zamanı geldi çattı gittim derse girdim bir de ne göreyim simayın elinde su şişesi var. benim sözlerimi kaldıramayan recep amca evini ve arabasını satıp suya yatırım yapmış. bacak kadar çocuk olan benim gazıma gelip büyük bir müessese kurmuş. müşteri hizmetleri telefonu buyurun recep müessesi diye açıyor. sularının sloganı "biz büyük bir müesseseyiz". ulan anladık büyük bir müessese oldunuz da henüz 4. sınıfa gitmekte olan ve hiçbir sikimi başaramayan bir çocuk sayesinde müessese oldunuz haberiniz var mı?
Cok doluyum. Cok yoruldum surekli evin icindeki tartismalardan.
Sabah cok erken kalkiyorum ve ilk ben cikiyorum evden. Neresi olursa olsun, gidiyorum. Evdeki tartismayi duymak istemiyorum.
Huzur istiyorum sadece.
Uyumak istiyorum.
Sabah cok erken kalkiyorum ve ilk ben cikiyorum evden. Neresi olursa olsun, gidiyorum. Evdeki tartismayi duymak istemiyorum.
Huzur istiyorum sadece.
Uyumak istiyorum.
ada ben klima taktırmak istiyorum. çünkü son 51 yılın en sıcak yazı geliyormuş. 52 yıl önce bir sebahattin "bu sene çok sıcak of" dememiştir. belki de o kadar sıcak olduğundan habersiz bir sebahattin idi. benim haberim var çünkü haberlerde söylediler. onlara inanırım kardeşim.
evde 40 yaş üstü misafirler varken üstsüz güneşlenemiyor, birbirinden cesur pozlar veremiyor, nefes kesemiyorum ne yazık ki. bize atlet düşüyor. beyaz. onu giydiğimde de yaşıt oluyoruz misafirlerle. hop okey oynamaya!
beyefendi olmak ile hande yener olmak arasında gidip geliyorum. hande yener olmak isteyen yanım ağır basıyor, bu yaza damgamı vurmak istiyorum. o klimayı istiyorum.
evde 40 yaş üstü misafirler varken üstsüz güneşlenemiyor, birbirinden cesur pozlar veremiyor, nefes kesemiyorum ne yazık ki. bize atlet düşüyor. beyaz. onu giydiğimde de yaşıt oluyoruz misafirlerle. hop okey oynamaya!
beyefendi olmak ile hande yener olmak arasında gidip geliyorum. hande yener olmak isteyen yanım ağır basıyor, bu yaza damgamı vurmak istiyorum. o klimayı istiyorum.
hannibal cevdet
hayatımın , yazı yazmak , karikatür çizmek ve ygs sınavına çalışmak mottosuyla sürekli kendini devir daim ettiği bir zaman dilimindeydim . ygs sınavına çalışmak bi süre sonra sıkınca kendimi düzensiz bir şekilde yazdığım absürt ve saçma yazıların içinde bulmuştum , aslında bu yazılarım ailemi ve yakın çevremdeki insanları güldüren cinstendi . ama artık değişik bir şeyler yazmak ve ciddi manada ses getirmek istiyordum , mesela bir kitap yazıp izzet altınmeşeye ithaf edip ünlü olmak da planlarım arasındaydı ama ben daha farklı olmayı seçtim . delirdim , yok yok cidden delirmedim ama delirmiş kadar oldum , en son kendimi marmariste turist kızlara mustafa keserin türk sanatı için önemini anlatırken buldum , bi sarsıldım kendimi toparlamaya çalıştım , ulan napıyordum sahi ben , ne işim vardı burada diye düşündüm , kızlarda şaşkın şaşkın bana bakıyor , ortamda makaram sarı bağlar çalıyor diğer turistler halay çekiyor , allahım istanbuldan hangi kafayla marmarise kadar gelip böyle bir ortama düştüm lan ben diyorum kendi kendime , 1 gün sonra gerisin geri istanbula geliyorum ve her şey öyle başlıyor , benim bakırköy sinir hastalıklarında tedavi görmemi istiyor ailem , ilk başta kabul etmiyorum , hayır deli değilim ben keserist bir insanım sadece (keserist=mustafa keser sevdalası) diyorum , tabi keserizim felsefesini anlamadıklarından dolayı beni hastaneye yatırma fikrinden vazgeçiremiyorum onları , ve bir gün beni hastaneye bırakıp çekip gidiyorlar , biz seni sık sık ziyarete gelicez burada belli bir süre kalıcaksın zaten temelli burada yaşamayacaksın diyerek de motive etmeyi ihmal etmiyorlar . ama ben hayatımın en güzel günlerini bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde geçiriyorum , hannibal cevdet abiylede ordan tanışıyorum , cevdet abi tarihe çok ilgi duyan bi insan , cidden sorsalar hani üniversitede ki hocaları cebinden çıkarır , öyle bilgili bir insan . ilk kaldığım haftalarda şöyle bir olaya şahit oluyorum , gece yatağımda müzik dinlerken paldır küldür 4 5 kişi giriyor , en öndeki adamın elinde bir sopa , biz buna deliler birliği olarak kılıç deriz , kalk ulan kalk ülke elden gitti sen hala yatıyorsun diye bağırıyor , kalkıyorum , odadan çıkıyoruz beraber 5 kişi başımızda da komutanımız hannibal cevdet abi koşuyoruz amansız bir şekilde , karanlık koridorda koşuyoruz , cevdet abi kahrolsun roma yaşasın tam bağımsız kartaca ülkesi diye bağırıyor falan , ulan bi bakıyorum karşı koridordanda ellerinde kılıç yani sopa , 5 deli bize doğru koşuyor yaşasın roma diye bağırıyor , hafif esmer olanlarına afrikalı scipio deyip gaz vermişler , adamın gözü dönmüş , lime lime edicek bizi , yarın yokmuş gibi koşuyor , tam birbirimize yaklaştık dalıcaz , bizim komutan iki tarafa da durun diye bağırıyor , saatine bakıyor , ezan vakti savaş olunmaz diyor , biraz bekliyoruz , biraz dediğim bi 1 saat ezanın bitmesini bekliyoruz , ulan ses gelmiyorki zaten hiç bir yerden , neyse ayağa kalkıyor bizim komutan tam saldırıcaz , hop duruyoruz tekrar , melihcim bu savaşı kim kazandı yahu diye soruyor cevdet abi karşı takımın komutanına , adam yanında getirdiği kitabı açıyor 3. pön savaşına bakıyor ciddi bir araştırma halindeyiz ,biz kazanıyoruz cevdet bey diyor , tamam o zaman biz gidelim diyerek götün götün geri dönüyoruz , cevdet abinin yanına gidiyorum , yahu kartacalı hannibal savaş meydanını terk eder mi hiç diyorum , ne kartacası ne hannibalı yavrum delirdin mi sen diyerek beni tersliyor , lan unuttunuz mu hepimiz deliyiz lan , lan daha demin koridorda savaş yaptık ya romalılarla diyorum , sen onu bunu geçte real maçı üst olur mu bi kupon dolduralım da yolumuza bulalım diyor koskoca kartacalı hannibal , olur abi tabi diyorum oturuyoruz bi kupon yapıyoruz , ortada gazate ve maç yok he , o kafasından bi takım uyduruyor yandaki deli kafasından bi takım uyduruyor , ben tahminde bulunuyorum , bunlar bilek güreşi yapıyor kazananın takımı yeniyor , ortada dönen bir parada yok zaten , yani kaybedeni olmayan bir oyun oynuyoruz , böyle haftalar , aylar geçiyor , kendini balık zandedeni mi dersin , fottbol manager oyununa kendini kaptırıpta kendini morinho zandedeni mi dersin cins cins deli dolu etraf, bizim örgüt iyiydi ama kartacalı cevdet abi , kendini yazar zandeden deli olarak nitelendirdikleri kişi ben , fosil ahmet , tilki gökhan ve hiç konuşmayan bir deli . bahçede toprak üstünde çizilen planlar ve ortak düşman roma , ve hızlıca düşman üstüne koşmak , cevdet abinin ezan numarası , bu taktikle sürekli savaş kazanmamız . yine bir gün plan yapıyoruz , hastahaneden kaçıcaz ekipmanları topluyoruz , mandal ve sopalarımız hazır , mandalın niye hazır olduğunu ve nasıl ne şekilde nerden tedarik ettiğimizi ve ne için kulanacağımızı bende bilmiyorum ama ceplerimi görseniz boydan boya renk renk mandal dolu , planımızı yapıyoruz , bahçe izninde diğer delilerden biri fenalaşma numarası yapıyor , biz inceden yavaş yavaş uzuyoruz , bi taksi çeviriyoruz , atlıyoruz taksiye , tabi öne komutan cevdet abi biniyor , yanımda ki tilki gökhan taksiciye şurdan 3 öğrenci diyerek mandal uzatıyor , cevdet komutan bağırıyor, burada komutanınız varken siz mi ödeyeceksiniz lan , bu sefer de cevdet abi mandallarını çıkartıyor , taksici de dumur olmuş bir şekilde bizi izliyor tabi o sıra , bende mandaları niye yanımızda aldığımızı anlıyorum , meğer mandalllar bizim para birimimizmiş , doların türk lirasına karşı kurundan hallice bence iyi bir para birimiydi aslında mandal , taksiden inip yoldan geçen bi dolmuşa atlıyoruz , cevdet komutan yine rahat durmuyor , şuradan 3 roma diyor , söför efendim abi diyerek saf saf bize bakıyor ve bende müdehale etme gereği hissediyorum artık , cebimde sakladığım on lirayı veriyorum , biz kafamız nerde eserse orda inicez diyorum , yahu düşünsenize deli olmak ne kadar güzel bi şey , istediğimiz karakter olabiliyoruz , istediğimiz yerde minibüsten inebiliyoruz , bi yere bağlı değiliz , sorumluluklarımız yok , bizden bir şey bekleyen insanlar yok , neyse biz beğendiğimiz güzel bi yerde inme hayali kurarken minibüsün polis karakolunun önünde durduğunu fark ediyorum , ve gerisin geri bakırköy sinir hastalıklarına geri dönüyoruz , olan da benim on lirama oluyor ve böyle günler geçiyor , artık hastahanenin güvenliğini falanda artırmışlar , kaçmak imkansız , bi ara kendini vasco de gama zandeden nejdet abi vardı , adam açın kapıları bi yeri keşf etmem lazım dedi , ona bile açmadılar kapıyı yahu , ayıp değil mi koskoca vasco de gama nejdet abiye kapı açmamak , neyse günler geçiyor ve biz yine saldırı ve ezan taktiğimizle toprak feth etmeye devam ediyoruz , yine bir gruba saldırıyoruz , annemle babam da uzaktan beni izliyormuş bizim saldırdığımız o sıra , tabi cevdet komutanın bana verdği gazla arkamda hiç kimse olmamasına rağmen arkamı dönüp benimle misiniz irlandalılar diye bağırıyorum falan ,uzaktan göz göze geldik annemle , hayatımın en anlamsız bakışını orda annemden gördüm , sen ne yapıyorsun der gibi bakıyordu , sahi napıyordum ben , keserist bi insana yakışırmıydı bu yaptıklarım , annem ve babam beni çıkartmak için uğraştı o hastahaneden çıkardılar da 1 haftaya kalmadan , ordumdan kopardılar beni , halbu ki ben kartaca ordusunun birer sıra neferiydim . neyse 1 2 hafta sonra zorda olsa normal yaşantıma döndüm , sadece mandal görünce taksi anımız aklıma gelir gülümserdim bazen , aradan 2 yıl geçtikten sonra ziyaretlerine gidiyim dedim , elim boş gitmiyim bi hediye de alıyım dedim , oyunçak kılıç aldım 3 tane , hediye paketi yaptırdım hastahanenin yolunu tuttum , içeri almadılar ilk başta , sonradan aldılar , ve malesef ki cevdet komutanın öldüğü haberiyle sarsıldım , evet cevdet komutanın yaşamı boyunca örnek aldığı kişi kartacalı hannibal nasıl gebzede intihar etttiyse , bizim cevdet komutanda onu örnek alarak intihar etmişti , gözüm yaşardı , deli işte ne beklersin ki diye teskin etmeye çalışıyordum kendimi ama olmuyordu , ağladım o zamana kadar 1 yada 2 kere ağlayan ben hıçkıra hıçkıra ağladım ve hastahaneden çıktım , elimde ki kılıçlara baktım , yerde bi mandala takıldı gözüm , yahu delilik ne kadar zordu be cevdet komutan , atladım bi taksiye , zamanında paramızın olmadığından binemediğimiz taksiye binip gözlerim yaşlı bir şekilde evin yolunu tuttum ...
hayatımın , yazı yazmak , karikatür çizmek ve ygs sınavına çalışmak mottosuyla sürekli kendini devir daim ettiği bir zaman dilimindeydim . ygs sınavına çalışmak bi süre sonra sıkınca kendimi düzensiz bir şekilde yazdığım absürt ve saçma yazıların içinde bulmuştum , aslında bu yazılarım ailemi ve yakın çevremdeki insanları güldüren cinstendi . ama artık değişik bir şeyler yazmak ve ciddi manada ses getirmek istiyordum , mesela bir kitap yazıp izzet altınmeşeye ithaf edip ünlü olmak da planlarım arasındaydı ama ben daha farklı olmayı seçtim . delirdim , yok yok cidden delirmedim ama delirmiş kadar oldum , en son kendimi marmariste turist kızlara mustafa keserin türk sanatı için önemini anlatırken buldum , bi sarsıldım kendimi toparlamaya çalıştım , ulan napıyordum sahi ben , ne işim vardı burada diye düşündüm , kızlarda şaşkın şaşkın bana bakıyor , ortamda makaram sarı bağlar çalıyor diğer turistler halay çekiyor , allahım istanbuldan hangi kafayla marmarise kadar gelip böyle bir ortama düştüm lan ben diyorum kendi kendime , 1 gün sonra gerisin geri istanbula geliyorum ve her şey öyle başlıyor , benim bakırköy sinir hastalıklarında tedavi görmemi istiyor ailem , ilk başta kabul etmiyorum , hayır deli değilim ben keserist bir insanım sadece (keserist=mustafa keser sevdalası) diyorum , tabi keserizim felsefesini anlamadıklarından dolayı beni hastaneye yatırma fikrinden vazgeçiremiyorum onları , ve bir gün beni hastaneye bırakıp çekip gidiyorlar , biz seni sık sık ziyarete gelicez burada belli bir süre kalıcaksın zaten temelli burada yaşamayacaksın diyerek de motive etmeyi ihmal etmiyorlar . ama ben hayatımın en güzel günlerini bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde geçiriyorum , hannibal cevdet abiylede ordan tanışıyorum , cevdet abi tarihe çok ilgi duyan bi insan , cidden sorsalar hani üniversitede ki hocaları cebinden çıkarır , öyle bilgili bir insan . ilk kaldığım haftalarda şöyle bir olaya şahit oluyorum , gece yatağımda müzik dinlerken paldır küldür 4 5 kişi giriyor , en öndeki adamın elinde bir sopa , biz buna deliler birliği olarak kılıç deriz , kalk ulan kalk ülke elden gitti sen hala yatıyorsun diye bağırıyor , kalkıyorum , odadan çıkıyoruz beraber 5 kişi başımızda da komutanımız hannibal cevdet abi koşuyoruz amansız bir şekilde , karanlık koridorda koşuyoruz , cevdet abi kahrolsun roma yaşasın tam bağımsız kartaca ülkesi diye bağırıyor falan , ulan bi bakıyorum karşı koridordanda ellerinde kılıç yani sopa , 5 deli bize doğru koşuyor yaşasın roma diye bağırıyor , hafif esmer olanlarına afrikalı scipio deyip gaz vermişler , adamın gözü dönmüş , lime lime edicek bizi , yarın yokmuş gibi koşuyor , tam birbirimize yaklaştık dalıcaz , bizim komutan iki tarafa da durun diye bağırıyor , saatine bakıyor , ezan vakti savaş olunmaz diyor , biraz bekliyoruz , biraz dediğim bi 1 saat ezanın bitmesini bekliyoruz , ulan ses gelmiyorki zaten hiç bir yerden , neyse ayağa kalkıyor bizim komutan tam saldırıcaz , hop duruyoruz tekrar , melihcim bu savaşı kim kazandı yahu diye soruyor cevdet abi karşı takımın komutanına , adam yanında getirdiği kitabı açıyor 3. pön savaşına bakıyor ciddi bir araştırma halindeyiz ,biz kazanıyoruz cevdet bey diyor , tamam o zaman biz gidelim diyerek götün götün geri dönüyoruz , cevdet abinin yanına gidiyorum , yahu kartacalı hannibal savaş meydanını terk eder mi hiç diyorum , ne kartacası ne hannibalı yavrum delirdin mi sen diyerek beni tersliyor , lan unuttunuz mu hepimiz deliyiz lan , lan daha demin koridorda savaş yaptık ya romalılarla diyorum , sen onu bunu geçte real maçı üst olur mu bi kupon dolduralım da yolumuza bulalım diyor koskoca kartacalı hannibal , olur abi tabi diyorum oturuyoruz bi kupon yapıyoruz , ortada gazate ve maç yok he , o kafasından bi takım uyduruyor yandaki deli kafasından bi takım uyduruyor , ben tahminde bulunuyorum , bunlar bilek güreşi yapıyor kazananın takımı yeniyor , ortada dönen bir parada yok zaten , yani kaybedeni olmayan bir oyun oynuyoruz , böyle haftalar , aylar geçiyor , kendini balık zandedeni mi dersin , fottbol manager oyununa kendini kaptırıpta kendini morinho zandedeni mi dersin cins cins deli dolu etraf, bizim örgüt iyiydi ama kartacalı cevdet abi , kendini yazar zandeden deli olarak nitelendirdikleri kişi ben , fosil ahmet , tilki gökhan ve hiç konuşmayan bir deli . bahçede toprak üstünde çizilen planlar ve ortak düşman roma , ve hızlıca düşman üstüne koşmak , cevdet abinin ezan numarası , bu taktikle sürekli savaş kazanmamız . yine bir gün plan yapıyoruz , hastahaneden kaçıcaz ekipmanları topluyoruz , mandal ve sopalarımız hazır , mandalın niye hazır olduğunu ve nasıl ne şekilde nerden tedarik ettiğimizi ve ne için kulanacağımızı bende bilmiyorum ama ceplerimi görseniz boydan boya renk renk mandal dolu , planımızı yapıyoruz , bahçe izninde diğer delilerden biri fenalaşma numarası yapıyor , biz inceden yavaş yavaş uzuyoruz , bi taksi çeviriyoruz , atlıyoruz taksiye , tabi öne komutan cevdet abi biniyor , yanımda ki tilki gökhan taksiciye şurdan 3 öğrenci diyerek mandal uzatıyor , cevdet komutan bağırıyor, burada komutanınız varken siz mi ödeyeceksiniz lan , bu sefer de cevdet abi mandallarını çıkartıyor , taksici de dumur olmuş bir şekilde bizi izliyor tabi o sıra , bende mandaları niye yanımızda aldığımızı anlıyorum , meğer mandalllar bizim para birimimizmiş , doların türk lirasına karşı kurundan hallice bence iyi bir para birimiydi aslında mandal , taksiden inip yoldan geçen bi dolmuşa atlıyoruz , cevdet komutan yine rahat durmuyor , şuradan 3 roma diyor , söför efendim abi diyerek saf saf bize bakıyor ve bende müdehale etme gereği hissediyorum artık , cebimde sakladığım on lirayı veriyorum , biz kafamız nerde eserse orda inicez diyorum , yahu düşünsenize deli olmak ne kadar güzel bi şey , istediğimiz karakter olabiliyoruz , istediğimiz yerde minibüsten inebiliyoruz , bi yere bağlı değiliz , sorumluluklarımız yok , bizden bir şey bekleyen insanlar yok , neyse biz beğendiğimiz güzel bi yerde inme hayali kurarken minibüsün polis karakolunun önünde durduğunu fark ediyorum , ve gerisin geri bakırköy sinir hastalıklarına geri dönüyoruz , olan da benim on lirama oluyor ve böyle günler geçiyor , artık hastahanenin güvenliğini falanda artırmışlar , kaçmak imkansız , bi ara kendini vasco de gama zandeden nejdet abi vardı , adam açın kapıları bi yeri keşf etmem lazım dedi , ona bile açmadılar kapıyı yahu , ayıp değil mi koskoca vasco de gama nejdet abiye kapı açmamak , neyse günler geçiyor ve biz yine saldırı ve ezan taktiğimizle toprak feth etmeye devam ediyoruz , yine bir gruba saldırıyoruz , annemle babam da uzaktan beni izliyormuş bizim saldırdığımız o sıra , tabi cevdet komutanın bana verdği gazla arkamda hiç kimse olmamasına rağmen arkamı dönüp benimle misiniz irlandalılar diye bağırıyorum falan ,uzaktan göz göze geldik annemle , hayatımın en anlamsız bakışını orda annemden gördüm , sen ne yapıyorsun der gibi bakıyordu , sahi napıyordum ben , keserist bi insana yakışırmıydı bu yaptıklarım , annem ve babam beni çıkartmak için uğraştı o hastahaneden çıkardılar da 1 haftaya kalmadan , ordumdan kopardılar beni , halbu ki ben kartaca ordusunun birer sıra neferiydim . neyse 1 2 hafta sonra zorda olsa normal yaşantıma döndüm , sadece mandal görünce taksi anımız aklıma gelir gülümserdim bazen , aradan 2 yıl geçtikten sonra ziyaretlerine gidiyim dedim , elim boş gitmiyim bi hediye de alıyım dedim , oyunçak kılıç aldım 3 tane , hediye paketi yaptırdım hastahanenin yolunu tuttum , içeri almadılar ilk başta , sonradan aldılar , ve malesef ki cevdet komutanın öldüğü haberiyle sarsıldım , evet cevdet komutanın yaşamı boyunca örnek aldığı kişi kartacalı hannibal nasıl gebzede intihar etttiyse , bizim cevdet komutanda onu örnek alarak intihar etmişti , gözüm yaşardı , deli işte ne beklersin ki diye teskin etmeye çalışıyordum kendimi ama olmuyordu , ağladım o zamana kadar 1 yada 2 kere ağlayan ben hıçkıra hıçkıra ağladım ve hastahaneden çıktım , elimde ki kılıçlara baktım , yerde bi mandala takıldı gözüm , yahu delilik ne kadar zordu be cevdet komutan , atladım bi taksiye , zamanında paramızın olmadığından binemediğimiz taksiye binip gözlerim yaşlı bir şekilde evin yolunu tuttum ...
Üzerimden büyük bir sorumluluğu attım, ama şimdi kendimi başıboş hissediyorum. Acaba bana ağır gelen sorunlarım-sorumluluklarım mıydı beni yalnız hissettirmeyen? Yoksa onlar olmadan mı özgürüm ve onlar varken özgürlüğün anlamını mı bilmiyordum? Yoksa özgürlüğüm müydü "beni yalnız bırakmayan sorumluluklarım"? Zamanla göreceğim sanırım.
yatmam lazım, sabah hem iş hem idman var. gözümde 1 gram uyku yok.
2 hafta sonra ilk defa bugün 2 bardak kahve içtim sanırım onun etkisi bu, az daha uyanık kalırsam ya yeni bir kitaba başlayacağım, ya da nba final serisini izleyeceğim ki bu da benim için ölümcül bir perşembe demek olur.
umarım az sonra duş alınca uykum gelir, inşallah, amin.
2 hafta sonra ilk defa bugün 2 bardak kahve içtim sanırım onun etkisi bu, az daha uyanık kalırsam ya yeni bir kitaba başlayacağım, ya da nba final serisini izleyeceğim ki bu da benim için ölümcül bir perşembe demek olur.
umarım az sonra duş alınca uykum gelir, inşallah, amin.
Sen ozlersin baskasi sarilir. Sen el ele tutusmayi hayal ederken baskasiyla coktan sevismistir bile.
Bir güzel bahar gibi geldin ve geçtin. Şimdi kim bilir kaç mevsim daha böyle bir baharı bekleyeceğiz.
karalama defterim 1
tam bir deliydi, hayatının 3/2'sini bu duvarları solmuş pansiyonda geçirdi. her sigarasını yaktığında buraya geldiği günü anımsayıp gurur duyuyordu. pansiyonda kimseyle konuşmamıştı, dışarda da herhangi bi akrabası yoktu. adının ne olduğunu bile kimse bilmiyordu. insanlarla göz göze gelmiyor sürekli yere bakarak yürüyordu. pansiyondan hiç dışarı çıkmamıştı. sigara ve gazete almak için 2 günde bi köşede ki büfeye gidip 2 gün içinde çıkan tüm gazeteleri alıyordu, odasının her yerinde gazete tepeleri vardı, her gazete satırını büyük bir dikkatle okur, ufak ufak kağıtlara notlar alırdı. şu hayatta sadece aldığı notlara bakınca gülüyordu, o notlarıda çok geçmeden odada ki eskimiş şömineye atıyor ve büyük bir keyifle yok olmalarını izliyordu, hayallerini yakmanın, hayallerinden vazgeçmenin büyük mutluluğunu yaşıyordu o şömineye bakarken. yıllar önce o şömine tarafından zehirlense bile en yakın arkadaşı o şömineydi. zehirlenince ansızın ölmek istemişsede başarılı olamamıştı, otel resepsiyonu onu o gazete dolu odadan çıkarmayı başarmıştı. onun kaderinde yaşamak vardı. bazen kadere inanıp inanmadığını sorguluyordu, küçükken az bir zaman inanmıştı lakin hayatının o bölümünde de mutlu olmadığı aklına geldi. mutlu olmak insanın hayatta tek amacı mı? dedi. bu soruya bir cevap bulamadı, ve odasının bir köşesinde duran su kaplumbagası dikkatini çekti. o, bu kavonazda yaşamaktan mutlumu diye düşündü, kendini o su kaplumbagasıyla özdeştirmişti. tekrar bi sigara yaktı, elinde tutuğu gazeteleri dikkatle okumaya başladı. sigarasını bitirdi, kurumuş elleriyle sigarasını söndürüp çöpe attı. yatağın üzerinde ki gazateleri büyük bir dikkatle kenara koyup, düşünmeye başladı. tam olarak hangi konuya odaklanacağını kendisi bile bilmiyordu. nefesinde ki hırıltıyı fark etti, yıllar önce annesiyle hastahaneye gittiği günleri hatırladı.
tam bir deliydi, hayatının 3/2'sini bu duvarları solmuş pansiyonda geçirdi. her sigarasını yaktığında buraya geldiği günü anımsayıp gurur duyuyordu. pansiyonda kimseyle konuşmamıştı, dışarda da herhangi bi akrabası yoktu. adının ne olduğunu bile kimse bilmiyordu. insanlarla göz göze gelmiyor sürekli yere bakarak yürüyordu. pansiyondan hiç dışarı çıkmamıştı. sigara ve gazete almak için 2 günde bi köşede ki büfeye gidip 2 gün içinde çıkan tüm gazeteleri alıyordu, odasının her yerinde gazete tepeleri vardı, her gazete satırını büyük bir dikkatle okur, ufak ufak kağıtlara notlar alırdı. şu hayatta sadece aldığı notlara bakınca gülüyordu, o notlarıda çok geçmeden odada ki eskimiş şömineye atıyor ve büyük bir keyifle yok olmalarını izliyordu, hayallerini yakmanın, hayallerinden vazgeçmenin büyük mutluluğunu yaşıyordu o şömineye bakarken. yıllar önce o şömine tarafından zehirlense bile en yakın arkadaşı o şömineydi. zehirlenince ansızın ölmek istemişsede başarılı olamamıştı, otel resepsiyonu onu o gazete dolu odadan çıkarmayı başarmıştı. onun kaderinde yaşamak vardı. bazen kadere inanıp inanmadığını sorguluyordu, küçükken az bir zaman inanmıştı lakin hayatının o bölümünde de mutlu olmadığı aklına geldi. mutlu olmak insanın hayatta tek amacı mı? dedi. bu soruya bir cevap bulamadı, ve odasının bir köşesinde duran su kaplumbagası dikkatini çekti. o, bu kavonazda yaşamaktan mutlumu diye düşündü, kendini o su kaplumbagasıyla özdeştirmişti. tekrar bi sigara yaktı, elinde tutuğu gazeteleri dikkatle okumaya başladı. sigarasını bitirdi, kurumuş elleriyle sigarasını söndürüp çöpe attı. yatağın üzerinde ki gazateleri büyük bir dikkatle kenara koyup, düşünmeye başladı. tam olarak hangi konuya odaklanacağını kendisi bile bilmiyordu. nefesinde ki hırıltıyı fark etti, yıllar önce annesiyle hastahaneye gittiği günleri hatırladı.
karalama defterim 2
Kafasının içinde ki şeyleri düşünmek istemiyordu, çoğu zaman başarılı olamıyordu bu konuda, zaten hayatının büyük çoğunluğu sinir krizleriyle geçmişti. kimseye bir şey anlatmıyor, kendi kurduğu olayları kendi kafasında yaşıyordu. zamanın da uyuşturucu ve bir sürü kafa yapıcı ilaç içmişti ama hiçbiri 21.yy insanın yaptıklarını unutturmaya yetmemişti. zamanın da ailesi tarafından götürüldügü psikologa saldırdığı aklına geldi, yataktan kalktı, bir kaç not alıp, uzun uzun notlara baktıktan sonra, yazdığı her şeyi şömineye attı. o alevleri izlerken aldığı haz yüzünde tebessüm oluşmasına neden oluyordu. dünya da onu gülerken gören kimse yoktu, karşısında duran şömineden başka.
kendi iç sesiyle konuşurdu, sürekli bir sorgulama halindeydi. hayatta her şeyi sorgulamasını ona babası söylemişti. zaten insanlardan kendisini soyutlamasıda babasının verdiği öğütler çok etkili olmuştu. 21.yy insanın girdiği pislik çukurundan kendisini çıkarmaya çabalasada başaramamıştı lakin çukurda kaçıcak boşluklar buldukça en derine ilerlemeyi sürdürüyordu. bazen hızlıca gelen tranvay yoluna atlamak istese de buna cesaret edememişti. hem gerizekalı bir televizyoncu çıkıpta sevdiği kız yüzünden intihar etti derse bu onun hayatında ki en büyük çaresizliği olurdu. çünkü o, intiharı ancak ve ancak kendisi için yapardı, 21.yy insanları gibi ego doluydu. hayatta kimseyi sevmemişti zaten, çok küçük yaşlarda insanlardan soyutlamıştı kendini. kendisine kaçıcak yol olarak yazı yazmayı bulmuştu ve yazılarını kimseyle paylaşmıyordu. insanlara iyiliği dokunsun istemiyordu, belki bu yazılar sayesinde bir kaç kişinin hayatı değişir ve güzelleşir diye düşündü ve yazılarının üzerine hiç düşünmeden sigarasını atıp yaktı. bencil biriydi. ve inanın bana bu insanlardı onu bu bencilliğe sürüklüyen...
Kafasının içinde ki şeyleri düşünmek istemiyordu, çoğu zaman başarılı olamıyordu bu konuda, zaten hayatının büyük çoğunluğu sinir krizleriyle geçmişti. kimseye bir şey anlatmıyor, kendi kurduğu olayları kendi kafasında yaşıyordu. zamanın da uyuşturucu ve bir sürü kafa yapıcı ilaç içmişti ama hiçbiri 21.yy insanın yaptıklarını unutturmaya yetmemişti. zamanın da ailesi tarafından götürüldügü psikologa saldırdığı aklına geldi, yataktan kalktı, bir kaç not alıp, uzun uzun notlara baktıktan sonra, yazdığı her şeyi şömineye attı. o alevleri izlerken aldığı haz yüzünde tebessüm oluşmasına neden oluyordu. dünya da onu gülerken gören kimse yoktu, karşısında duran şömineden başka.
kendi iç sesiyle konuşurdu, sürekli bir sorgulama halindeydi. hayatta her şeyi sorgulamasını ona babası söylemişti. zaten insanlardan kendisini soyutlamasıda babasının verdiği öğütler çok etkili olmuştu. 21.yy insanın girdiği pislik çukurundan kendisini çıkarmaya çabalasada başaramamıştı lakin çukurda kaçıcak boşluklar buldukça en derine ilerlemeyi sürdürüyordu. bazen hızlıca gelen tranvay yoluna atlamak istese de buna cesaret edememişti. hem gerizekalı bir televizyoncu çıkıpta sevdiği kız yüzünden intihar etti derse bu onun hayatında ki en büyük çaresizliği olurdu. çünkü o, intiharı ancak ve ancak kendisi için yapardı, 21.yy insanları gibi ego doluydu. hayatta kimseyi sevmemişti zaten, çok küçük yaşlarda insanlardan soyutlamıştı kendini. kendisine kaçıcak yol olarak yazı yazmayı bulmuştu ve yazılarını kimseyle paylaşmıyordu. insanlara iyiliği dokunsun istemiyordu, belki bu yazılar sayesinde bir kaç kişinin hayatı değişir ve güzelleşir diye düşündü ve yazılarının üzerine hiç düşünmeden sigarasını atıp yaktı. bencil biriydi. ve inanın bana bu insanlardı onu bu bencilliğe sürüklüyen...
Gemi yine sallanıyor. Midem iyi durumda ama uzun sürmeyecek gibi. Bir yandan amaçsızca ülkenin hali ne olacak diye düşünüyorum. Doların artması benim işime geliyor. Neden? çünkü ben maaşımı dolar bazında alıyorum. 3 ay önceki hesabımla şimdi ki hesabım arasında 1000 TL oynuyor. 1000 TL asgari ücretin 3 te 2 si yapar. Ben bu duruma sevinemiyorum ama. Çünkü ülkem kaybediyor ve hala ortalıkta cebinde beş kuruş olmadan amaçsızca destek veren milyonlar var. Kendileri bilirler. Bu hayat kendilerinin ama ileride çocuklarına, çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakamadığımızda ve bizden hesap sorduklarında iş işten geçmiş olacak. Ortalık amaçsızca kendini milliyetçi sanan mallarla dolu. Başımızda da ağzında sürekli mahalle kabadayısı ağzıyla konuşan bir adam. Haa bir de laiklik elden gidiyeah diyen dede var bir de. İlginç bir ülke olduk diyecem ama bu ülke hep böyleydi Atatürk zamanı hariç. Şimdi teknoloji arttığı için bunları görebiliyoruz. Yoksa hayvana tecavüz edenler hep vardı biz bilmiyorduk sadece.
Yeni bir sene...
Her yıl yeni umutlar, yeni planlar...
Bir kez daha kapımızı çaldı yeni yıl ve içeriye aldık.
Almasa mıydık?
Almasak ne olurdu siye düşünenler olmuştur elbet...
Her ne olursa olsun kucaklamak gerek.
Onu bir enerji olarak görüp görmememiz yalnızca bizim elimizde.
Çünkü ne düşünüyorsak o vuku buluyor hayatımızda...
Doğru bir forma büründürmek ve arzulardan bir gemi yapıp yelken almak bu işin sırrı!
Belki de bu bir yansıma, o yansımada kendimizi görüyor ve ona selam çakıyoruz.
Unutmayın evrene ne fırlatırsanız onu aynı şekilde geri alırsınız.
İyilik fırlatın, iyilik alın ama her ne olursa olsun kötülük fırlatmayın yoksa "şiddet" bir hayalet misali yaşamınıza ilelebet musallat olur.
Hepimiz hayaletlerden korkarız öyle değil mi?
İyi hayaletler de var ama...
Var belki ama, karşılaşmak gerek.
Eh ne de olsa ne ararsak onu buluyoruz.
Aradığınız şey aslında ruhunuzda saklı, ruhunuza bakarsanız onu bulursunuz.
Hangi yöne ve nereye doğru giderseniz gidin mutlaka o sizi bulacaktır.
O her zaman sizinle!
Her yıl yeni umutlar, yeni planlar...
Bir kez daha kapımızı çaldı yeni yıl ve içeriye aldık.
Almasa mıydık?
Almasak ne olurdu siye düşünenler olmuştur elbet...
Her ne olursa olsun kucaklamak gerek.
Onu bir enerji olarak görüp görmememiz yalnızca bizim elimizde.
Çünkü ne düşünüyorsak o vuku buluyor hayatımızda...
Doğru bir forma büründürmek ve arzulardan bir gemi yapıp yelken almak bu işin sırrı!
Belki de bu bir yansıma, o yansımada kendimizi görüyor ve ona selam çakıyoruz.
Unutmayın evrene ne fırlatırsanız onu aynı şekilde geri alırsınız.
İyilik fırlatın, iyilik alın ama her ne olursa olsun kötülük fırlatmayın yoksa "şiddet" bir hayalet misali yaşamınıza ilelebet musallat olur.
Hepimiz hayaletlerden korkarız öyle değil mi?
İyi hayaletler de var ama...
Var belki ama, karşılaşmak gerek.
Eh ne de olsa ne ararsak onu buluyoruz.
Aradığınız şey aslında ruhunuzda saklı, ruhunuza bakarsanız onu bulursunuz.
Hangi yöne ve nereye doğru giderseniz gidin mutlaka o sizi bulacaktır.
O her zaman sizinle!
Bazı anlarda o kadar çok sıkılıyorum ki üstüme yorganı çekip bulunduğum yere öylece uzanmak istiyorum. Bu his bazen yaşadığım şehrin meydanında yakalıyor beni, bazen bir iş sahibi olabilmek adına gittiğim dershanenin sınıfında ya da bindiğim şehiriçi minibüslerinde. Bazı minibüslerin tabanı halı kaplı oluyor, bu yüzden de olabilir oradaki uzanma isteğim ama her neyse. Bunun konumuzla pek ilgilisi yok. Öyle uzanmak istiyorum, karşımdaki veya çevremdeki insanlara bir şey demeden. Sıkıntılardan kendi kendime boğmama ramak kala bir anda uzanmak... Uçaklarda düşüş anı aşağı sallanan oksijen maskesi gibi bir durum bu galiba. Bir boka yarayacağı yok da sakinleşmek için bir çaba.
Bugün bir şeyi fark ettim sözlük. Ben İnternetsiz kalınca daha mutlu bir adam oluyormuşum. Hatta benim sürekli agresif olmamın sebebi ülkenin bu haliymiş. Sürekli haber okumaktan vay amk nereye gidiyor bu ülke demekten kendi hayatımın gidişatını unutmuşum. Bir karar aldım artık içinde siyaset olan bir haber okumayacağım. Bana ne lan milletten ne halleri varsa görsünler. Zaten senede 3-4 ay duruyorum ülkede paso dışarıdayım kah Avrupa'nın göbeğinde kah Ukraynada kah Rusya'da. Kazandığım para ile millet fakirleşirken ben lord olma yolunda ilerliyorum ama aynı zamanda milleti düşünüyorum. Bundan sonra ben varım sadece! Getirin lan portakal suyumu!
Hayat insanı bazen çamaşır askısında, kimse görmesin diyerek arkaya asılan don gibi hissettiriyor. Olur olmadık bir anda mandal kırılıp yere düşüyorsunuz. Herkesin önünde acı bir gerçek gibi.
insani bağlar sadece hareket alanınızı ve özgürlüğünüzü kısıtlar. ne kadar az bilgi, ne kadar az samimiyet. o kadar serbest dolaşım.
Herkes bir gün anlayacak milliyetçiliğin beş para etmediğini o zaman iş işten geçecek.