ben ne zaman bu arkadaşın mahlasını görsem aklıma edgar allan poe'nun annabel lee şiiri geliyor. şiiri kendisine hediye etmek istiyorum, cinsiyetini bilmiyorum ve absürt bir durum olmasını istemiyorum ama şiir güzel ve okuması keyifli.
Seneler, seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni.
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,
Evet! bu yüzden (şahidimdir herkes Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana, kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni.
her şey bir yana satranç ustalarının hepsinin ıq ölçümleri ortalamanın oldukça üzerindedir.
örneğin:
Judit Polgar, ( IQ -170) satrançta Grandmaster rütbesini elde etmiştir. bir diğer ıq canavarı tüm zamanların en iyi satrançısı sayılan Gary Kasparov'u (IQ-194) yendiği için IQ değeri ölçüldü ve şaşırtmadı.
örneğin:
Judit Polgar, ( IQ -170) satrançta Grandmaster rütbesini elde etmiştir. bir diğer ıq canavarı tüm zamanların en iyi satrançısı sayılan Gary Kasparov'u (IQ-194) yendiği için IQ değeri ölçüldü ve şaşırtmadı.
türkiye'nin acı tablosu bu.
2010 yılından beri 1915 kadın cinayetlere kurban gitmiş. üstelik bu sayı bilinen cinayetleri kapsıyor. medyaya düşmeyen cinayet sayısı da bir hayli fazla.
Kadın cinayetleriye ilgili resmi verilerin paylaşılmaması nedeniyle bianet'in erkek şiddeti çetelesindeki cinayet bilgilerinden yola çıkarak yürütülen çalışmaya göre, öldürülen 1915 kadının 1193'ünün faili (yüzde 62'si) kocası, erkek arkadaşı, eski kocası ya da eski erkek arkadaşıydı. 213 kadın babası, oğlu ya da erkek kardeşi tarafından öldürüldü. 114 kadının faili ise erkek akrabası oldu.
2010 yılından beri 1915 kadın cinayetlere kurban gitmiş. üstelik bu sayı bilinen cinayetleri kapsıyor. medyaya düşmeyen cinayet sayısı da bir hayli fazla.
Kadın cinayetleriye ilgili resmi verilerin paylaşılmaması nedeniyle bianet'in erkek şiddeti çetelesindeki cinayet bilgilerinden yola çıkarak yürütülen çalışmaya göre, öldürülen 1915 kadının 1193'ünün faili (yüzde 62'si) kocası, erkek arkadaşı, eski kocası ya da eski erkek arkadaşıydı. 213 kadın babası, oğlu ya da erkek kardeşi tarafından öldürüldü. 114 kadının faili ise erkek akrabası oldu.
attila ilhan'ın; deniz gezmiş, yusuf aslan, hüseyin inan'ın infaz edildiğini öğrendiği anda yazdığı şiir.
......
bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
gittiler akşam olmadan ortalık karardı.
.......
......
bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
gittiler akşam olmadan ortalık karardı.
.......
''sana bakarak
bütün yüzleri unutmak
kendimden
ve arap saçı olmuş
bir sürü
hikayelerden bıkarak
sana misafir geliyorum
denizlerin sesi içinde
ve gündüz güneşlerinde
şaşırmış
sana misafir geliyorum
biraz daha uykuya yakın
biraz daha dalgın
biraz daha başka şeylerden uzak.''
bütün yüzleri unutmak
kendimden
ve arap saçı olmuş
bir sürü
hikayelerden bıkarak
sana misafir geliyorum
denizlerin sesi içinde
ve gündüz güneşlerinde
şaşırmış
sana misafir geliyorum
biraz daha uykuya yakın
biraz daha dalgın
biraz daha başka şeylerden uzak.''
hatırlamaktan ibaret her şey. sokrates'i yerden yere vurma geleneği nietzsche'yle başlasa da benimle bitiyor. ne sen beni tutmayı biliyorsun ne de ben seni. bu cehalet değil mi ikimizi bir araya getiren bir şekilde? rüyada bir araya gelmiş olanların gerçeğe ihtiyacı kalır mı?
son 20 yılda belirli periyotlarla birer tepki olarak patlayageldiğini düşündüğüm alışkanlık. aslında artık bir alışkanlık da değil; zira alışmak acıklı bir süreçtir -artık kitap okumak insanlara iyi geliyor. kötü olunuyor; kitap okunuyor; kitap, okuyucusuna iyi geliyor ve ilişkiye ara veriliyor. bir tür süper-kaçışın kanallarından yalnızca biriymiş gibi artık kitap okumak. birbirlerine kitap hediye eden insanların oluşturduğu manzaraya bakın; antidepresanını arkadaşıyla paylaşan insanı nasıl da çağrıştırıyorlar...
kaçışın, tepkinin sebebi bir nevi boşluk olmalı. insanların boşluktan kaçması, boşluğu daha da büyütürken, kaçışın kendisine darbe vuruyor; onu yavaşlatıyor (masal anlatıcısı insanlara her zaman iyi gelir)her şeye rağmen bu kutsal boşluğun, insanlığı bir arada tuttuğunu söyleyebilir). bir gün kaçış da eskisi gibi sürmediğinde, değil kitap okumayı, boşluğu bile yeniden tanımlamak zorunda kalacak gibiyiz.
kaçışın, tepkinin sebebi bir nevi boşluk olmalı. insanların boşluktan kaçması, boşluğu daha da büyütürken, kaçışın kendisine darbe vuruyor; onu yavaşlatıyor (masal anlatıcısı insanlara her zaman iyi gelir)her şeye rağmen bu kutsal boşluğun, insanlığı bir arada tuttuğunu söyleyebilir). bir gün kaçış da eskisi gibi sürmediğinde, değil kitap okumayı, boşluğu bile yeniden tanımlamak zorunda kalacak gibiyiz.
elimizdeki akrep. başkalarını sokacağına bizi soksun diye elimizde tutmaya devam etmeye benzetiyorum..
allah adaleti emreder. (nahl 90.ayet)
gezi'de, gazi'de, soma'da, ermenek'te, sivas'ta, fatsa'da, maraş'ta, reyhanlı'da, roboski'de ve daha birçok yerde katledilen insanlarımız için orada olup adaleti savunacağız!
oğulları 1980 cuntası tarafından götürülen ve bir daha oğullarından haber alamayan cumartesi anneleri için orada olup adaleti savunacağız!
dünya da işçi ölümlerinde 1.sıradayız ve bunu fıtratla kaderle geçiştirmek isteyen insanlara inat orada olup işci kardeşlerimizin haklarını savunacağız!
ösym'nin sınavlarını silgi kullanmadan yapan cemmatlere karşı orada olup adaleti savunacağız!
musa kart başta olmak üzere, fetö ve başka hiçbir örgütle ilgisi olmayan insanlar sırf muhalif diye hapishanelere atıldı, o insanların özgürlüklerine kavuşmaları için orada olup adaleti savunacağız!
sanata ve sanatçıya saldırıp heykellere ucube diyenlere inat, sanatı yakarak yok edeceğini sanan zavallılara inat orada olup adaleti savunacağız!
adana'da cemmat yurtlarında yanan çocukların hesabını sormak için adaleti savunacağız!
ülke kurucularına hakeret eden sözde din adamı deyyuslara karşı orada olup adaleti savunacağız!
yarın saat 18.00'da maltepe miting alanındayız, sizi de bekleriz.
gezi'de, gazi'de, soma'da, ermenek'te, sivas'ta, fatsa'da, maraş'ta, reyhanlı'da, roboski'de ve daha birçok yerde katledilen insanlarımız için orada olup adaleti savunacağız!
oğulları 1980 cuntası tarafından götürülen ve bir daha oğullarından haber alamayan cumartesi anneleri için orada olup adaleti savunacağız!
dünya da işçi ölümlerinde 1.sıradayız ve bunu fıtratla kaderle geçiştirmek isteyen insanlara inat orada olup işci kardeşlerimizin haklarını savunacağız!
ösym'nin sınavlarını silgi kullanmadan yapan cemmatlere karşı orada olup adaleti savunacağız!
musa kart başta olmak üzere, fetö ve başka hiçbir örgütle ilgisi olmayan insanlar sırf muhalif diye hapishanelere atıldı, o insanların özgürlüklerine kavuşmaları için orada olup adaleti savunacağız!
sanata ve sanatçıya saldırıp heykellere ucube diyenlere inat, sanatı yakarak yok edeceğini sanan zavallılara inat orada olup adaleti savunacağız!
adana'da cemmat yurtlarında yanan çocukların hesabını sormak için adaleti savunacağız!
ülke kurucularına hakeret eden sözde din adamı deyyuslara karşı orada olup adaleti savunacağız!
yarın saat 18.00'da maltepe miting alanındayız, sizi de bekleriz.
hayal kurmak köklerini salacak toprak, yapraklarını uzatacak gök bulmak demek. toprağı, göğü bilmek demek. varacağı bir yere sahip olmak demek. hedefler hayallerden sonra gelir. hayal kurmak kalbin, nefsin ve birçok şeyin arzuladığı şeylere aklın, maddenin, acziyetin prangasından kurtulup uçmak demek. bunun dozajı çok fazla arttığında hayalperest oluyor insan. yaşamıyor esasen. yapmıyor, uğraşmıyor. dışarıda savaş varken kulaklarını tıkayıp şarkı söyler gibi bir hal içinde oluyor. ümidi olmayan hayal kuramaz. sadece, ümitlerini gerçek dünyada yapamadığı için, hayallerde gerçekleştirir. hayallerinden vazgeçtiğinde ölür insanın ümidi.
nazım hikmet ran şiiri.
seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
ağır posta paketini -neyin nesi belirsiz-
telaşlı sevinçli kuşkulu açar gibi
seviyorum seni
denizi uçakla ilk defa geçer gibi
istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan birşeyler gibi
seviyorum seni
"yaşıyoruz çok şükür!" der gibi..
seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
ağır posta paketini -neyin nesi belirsiz-
telaşlı sevinçli kuşkulu açar gibi
seviyorum seni
denizi uçakla ilk defa geçer gibi
istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan birşeyler gibi
seviyorum seni
"yaşıyoruz çok şükür!" der gibi..
askıda kalmış soluklar,
donmuş, kırılgan gözler..
kaldırımı zımparalayan ayaklar..
burulmuş minareden gelen ezan,
son karanlığın üzerinde yankılan..
çalar takunyaların türküsü,
halsiz bırakır mantar ürküsü..
sokak köpekleri arkadaş,
silüet silinir yavaş yavaş..
gıcırdayan küflü salıncak,
sessizlikte kaybolacak..
elektrik tellerine asılmış,
kirli çarşaflar birbirine yapışmış..
eğilmiş anten çok çaresiz,
içeriden naralar gelir edepsiz..
kuru kuru örtünmek neye yarar?
kanar durur derinde yaralar..
ay bakar arasından bulutların,
çapkınca sırıtır aşüftenin ardından..
köşede duran taş hüzünlü,
adımlara takılmaktan yükümlü..
siyahı üzerine çekmiş deniz,
zannedilir ki bir o dertsiz..
haber gönderir bacalar,
karşıdaki delinin aklını kurcalar..
bırak direği, yelken yakan kokular;
çaresizdir buruna sarılmış fular..
sinsice büyür telaş,
hasetle uyanır birçok meslektaş..
kaldırımlar başlar mesaiye,
yazık, yoktur ona yevmiye..
eser arada fırından simit rüzgarı,
nasılda açtır, kalabalığın karnı..
bir lokma ile doyacak iken,
hırslar boğazda oldu diken..
tanıktır, köşedeki dilenci çocuk;
insanlık ölü, vicdan buruk..
donmuş, kırılgan gözler..
kaldırımı zımparalayan ayaklar..
burulmuş minareden gelen ezan,
son karanlığın üzerinde yankılan..
çalar takunyaların türküsü,
halsiz bırakır mantar ürküsü..
sokak köpekleri arkadaş,
silüet silinir yavaş yavaş..
gıcırdayan küflü salıncak,
sessizlikte kaybolacak..
elektrik tellerine asılmış,
kirli çarşaflar birbirine yapışmış..
eğilmiş anten çok çaresiz,
içeriden naralar gelir edepsiz..
kuru kuru örtünmek neye yarar?
kanar durur derinde yaralar..
ay bakar arasından bulutların,
çapkınca sırıtır aşüftenin ardından..
köşede duran taş hüzünlü,
adımlara takılmaktan yükümlü..
siyahı üzerine çekmiş deniz,
zannedilir ki bir o dertsiz..
haber gönderir bacalar,
karşıdaki delinin aklını kurcalar..
bırak direği, yelken yakan kokular;
çaresizdir buruna sarılmış fular..
sinsice büyür telaş,
hasetle uyanır birçok meslektaş..
kaldırımlar başlar mesaiye,
yazık, yoktur ona yevmiye..
eser arada fırından simit rüzgarı,
nasılda açtır, kalabalığın karnı..
bir lokma ile doyacak iken,
hırslar boğazda oldu diken..
tanıktır, köşedeki dilenci çocuk;
insanlık ölü, vicdan buruk..
Şu "yazar engelleme" butonu çalışmıyor.
Diğer sözlüklerden kaçma nedenim burda da tekrarlanmaya başladı. rahatsız olduğum kişileri engelleyebilmeliyim.
Garantisi neyin geçmediyse bir servis çağırın.
Birde balkondan halı silkeleyenler var. Hep bizim balkona geliyor. Uyarırsanız sevinirim.
Diğer sözlüklerden kaçma nedenim burda da tekrarlanmaya başladı. rahatsız olduğum kişileri engelleyebilmeliyim.
Garantisi neyin geçmediyse bir servis çağırın.
Birde balkondan halı silkeleyenler var. Hep bizim balkona geliyor. Uyarırsanız sevinirim.
karamsarlıktan doğan iç sızısı ya da tersi. neticeten aynı kapıya çıkıyor.
bakın hakkında ne demiş sait faik abasıyanık.
akşam üstleri geliyor
tam insanlar işten çıkarken
salkım salkım tramvaylardan
bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
namussuz, akşam üstleri geliyor
neremden yakalıyor, bilmiyorum
ben tam sevmeye hazırlanırken
on altı yaşındaki sevgilimi
elini elimle tutmak
yirmi dört saatte bir
sıcak bir laf dinlemek isterken
rezil... tam o saatlerde geliyor...
bakın hakkında ne demiş sait faik abasıyanık.
akşam üstleri geliyor
tam insanlar işten çıkarken
salkım salkım tramvaylardan
bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
namussuz, akşam üstleri geliyor
neremden yakalıyor, bilmiyorum
ben tam sevmeye hazırlanırken
on altı yaşındaki sevgilimi
elini elimle tutmak
yirmi dört saatte bir
sıcak bir laf dinlemek isterken
rezil... tam o saatlerde geliyor...
Alnını kuşatan çizgiler var.
Çapraşık öpüşler altında,
siperlere koşuyorlar.
Konuşuyorlar benimle;
Geç kalmışım sana...
Böyle söylüyorlar.
Keza,
Aldırışım azalealara.
İyi bak,
Onlar senin çizgilerini taşıyorlar.
Yaşını söylediğimde kız bana,
Ölümden bahsettiğimde etimi sık.
Asık suratlı kadife çiçeklerim olsun koynunda;
Lûtfeyle, güldür onları
Hiç gülmediğimi söyle bana sonra,
Bizi çiçeklerinden ayırma.
Okurken bu cümleleri,
Yazanın adını anma derim
Hem en çok da onu unutmak gerekmez mi?
Eğer acıysa hislerin,
Tatlı anıların arasında kaybolmak isterim.
İzlerim,
Deniz feneridir bir yüzüm;
Bir yüzüm gemi direği.
Sularımda ebedi izlerin...
Azgın bir okyanussam şayet,
Dalgalarımdan vazgeçmeyi;
Yüzünü seyre dalacağın,
Uslu bir göle dönüşmeyi dilerim.
Bana uzak dansın bitmesin;
Yüzünü zarafetle beynime yazan şu saatler,
Zamanın gürzünü yüzlerimize indirmesin.
Öldürmesin dünyanın ayıbını hiçbir şair!
Saçların kamçısı bende şimdi,
İşte, her şey kara dair.
Çırılçıplak dünya...
Tutkular zayıf, arzular dantel.
Bilmem, siyahı nasıl yaşatmalı;
Bunca sevabın ortasında,
Bilemedim,
Nasıl gizlemeli bembeyaz seni ?
Çapraşık öpüşler altında,
siperlere koşuyorlar.
Konuşuyorlar benimle;
Geç kalmışım sana...
Böyle söylüyorlar.
Keza,
Aldırışım azalealara.
İyi bak,
Onlar senin çizgilerini taşıyorlar.
Yaşını söylediğimde kız bana,
Ölümden bahsettiğimde etimi sık.
Asık suratlı kadife çiçeklerim olsun koynunda;
Lûtfeyle, güldür onları
Hiç gülmediğimi söyle bana sonra,
Bizi çiçeklerinden ayırma.
Okurken bu cümleleri,
Yazanın adını anma derim
Hem en çok da onu unutmak gerekmez mi?
Eğer acıysa hislerin,
Tatlı anıların arasında kaybolmak isterim.
İzlerim,
Deniz feneridir bir yüzüm;
Bir yüzüm gemi direği.
Sularımda ebedi izlerin...
Azgın bir okyanussam şayet,
Dalgalarımdan vazgeçmeyi;
Yüzünü seyre dalacağın,
Uslu bir göle dönüşmeyi dilerim.
Bana uzak dansın bitmesin;
Yüzünü zarafetle beynime yazan şu saatler,
Zamanın gürzünü yüzlerimize indirmesin.
Öldürmesin dünyanın ayıbını hiçbir şair!
Saçların kamçısı bende şimdi,
İşte, her şey kara dair.
Çırılçıplak dünya...
Tutkular zayıf, arzular dantel.
Bilmem, siyahı nasıl yaşatmalı;
Bunca sevabın ortasında,
Bilemedim,
Nasıl gizlemeli bembeyaz seni ?
insan ırkının icra ettiği tüm meslekler. istisnasız, tüm meslekler.
bu konuda güzel derlenmiş bir makale serisi okumak isteyenleri şuraya alalım;
https://waitbutwhy.com/2015/01/artificial-intelligence-revolution-1.html
çeviri isteyenleri de şöyle alalım;
http://www.evrimagaci.org/makale/559
http://www.evrimagaci.org/dosyalar/icerikler/62422958_1401x788-ai-openerjp.jpg
bu konuda güzel derlenmiş bir makale serisi okumak isteyenleri şuraya alalım;
https://waitbutwhy.com/2015/01/artificial-intelligence-revolution-1.html
çeviri isteyenleri de şöyle alalım;
http://www.evrimagaci.org/makale/559
http://www.evrimagaci.org/dosyalar/icerikler/62422958_1401x788-ai-openerjp.jpg
Adı geçen gemi armatörü bildiğim kadarıyla pek tekin bir adam değil ama yunan sahil güvenliğinin uluslararası sularda bir gemiye ateş etmesi hiçbir şekilde savunulamaz.
ACT GEMİSİ ve HİKAYESİ...
Yunanistan'ın ateş açtığı bu geminin sicili biraz ilginç. Türk sahil güvenliği de bu ve aynı şirkete ait bazı gemilerde defalarca arama yapmıştı. 2012'de gemi Yunanistan Piraeus limanında teknik sebeplerle tutulmuştu. Bir gece limandan kaçarak kurtulmuştu.
Geminin AKP Mardin milletvekili Abdürrahim Dündar'ın akrabası Yusuf Dündar'a ait olduğu biliniyor.
2013'de aynı kişiye ait Zeynep Dündar adlı gemide "İskenderun Limanı'nda yapılan aramalarda 3 bin 400 obüs topu mermisi bulunmuştu. Gemi Ukrayna'dan Yemen'e giden, yükünü mutfak malzemesi olarak beyan etmişti....
2014de göçmen taşıyan Barış gemisi de aynı şirkete aitti ve Yunan Tsakos Shipping'e kiralanmıştı.
ACT gemi kaptanı Haluk Sami Kalkavan ise 2010' da Mavi Marmara yanındaki diğer geminin kaptanıydı ve İsrail'de tutuklu kalmıştı.
Sonuç. Hiçbir sey göründüğü gibi değil ve neler döndüğünü anlamak zor... izleyelim
http://www.7deniz.net/mobil/haber/4526/sir-gemide-ak-parti-izi.html
ACT GEMİSİ ve HİKAYESİ...
Yunanistan'ın ateş açtığı bu geminin sicili biraz ilginç. Türk sahil güvenliği de bu ve aynı şirkete ait bazı gemilerde defalarca arama yapmıştı. 2012'de gemi Yunanistan Piraeus limanında teknik sebeplerle tutulmuştu. Bir gece limandan kaçarak kurtulmuştu.
Geminin AKP Mardin milletvekili Abdürrahim Dündar'ın akrabası Yusuf Dündar'a ait olduğu biliniyor.
2013'de aynı kişiye ait Zeynep Dündar adlı gemide "İskenderun Limanı'nda yapılan aramalarda 3 bin 400 obüs topu mermisi bulunmuştu. Gemi Ukrayna'dan Yemen'e giden, yükünü mutfak malzemesi olarak beyan etmişti....
2014de göçmen taşıyan Barış gemisi de aynı şirkete aitti ve Yunan Tsakos Shipping'e kiralanmıştı.
ACT gemi kaptanı Haluk Sami Kalkavan ise 2010' da Mavi Marmara yanındaki diğer geminin kaptanıydı ve İsrail'de tutuklu kalmıştı.
Sonuç. Hiçbir sey göründüğü gibi değil ve neler döndüğünü anlamak zor... izleyelim
http://www.7deniz.net/mobil/haber/4526/sir-gemide-ak-parti-izi.html
Hâlâ geçerli midir bu bilmiyorum ama birkaç yıl öncesine kadar rtük, kanalların ceza alan programlarının yayın saatlerinde belgesel ve bilumum bilgilendirici yayını koyuyordu. Bana göre milletçe cehaletimizi çok güzel özetleyen bir vaka bu.
Düşünsene, mesela bir evlilik programındaki uygunsuz bir hareket ceza alıyor ve biz bunun karşılığında bilgileniyoruz. Bu kadar bilgiyi hak edecek ne yapmış olabiliriz ki biz? Demek öyle... Al sana bilgi! Al sana genel kültür! Kafana geldi di mi?! Beter ol!
Düşünsene, mesela bir evlilik programındaki uygunsuz bir hareket ceza alıyor ve biz bunun karşılığında bilgileniyoruz. Bu kadar bilgiyi hak edecek ne yapmış olabiliriz ki biz? Demek öyle... Al sana bilgi! Al sana genel kültür! Kafana geldi di mi?! Beter ol!
2 temmuz 1993'te sivas madımak oteli katliamında devletin zamanında müdahale edememesini savunan dönemin cumhurbaşkanı. "Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz" diyerek ilgilileri uyarması adeta ilgili devlet kurumlarının elini kolunu bağlamıştır. Yaşananları, " Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş.." şeklinde yorumlaması olaydan en az yobazlar kadar sorumlu olduğuna delalettir. olaya müdahalenin gecikmesi can kayıplarının artışında ve yobazların daha da cesaretlenmesinde en önemli etkendir. zira ne dönemin başbakanı tansu çiller ne de başbakan yardımcısı erdal inönü ekstra bir girişimde bulunamamıştır. hasılı onun açıklamalarını müteakip dönemin sivas valisinin tüm yardım çağrıları yanıtsız kalmıştır.
ruhu şad, mekanı cennet olsun aşık veysel usta'nın çok çok güzel bir türküsü.
beni hor görme gardaşım
sen altınsın ben tunç muyum
aynı vardan var olmuşuz
sen gümüşsün ben sac mıyım
ne var ise sende bende
aynı varlık her bedende
yarın mezara girende
sen toksun da ben aç mıyım
kimi molla kimi derviş
allah bize neler vermiş
kimi arı çiçek dermiş
sen balsın da ben çeç miyim
topraktandır cümle beden
nefsini öldür ölmeden
böyle emretmiş yaradan
sen kalemsin ben uç muyum
tabiata veysel aşık
topraktan olduk gardaşık
aynı yolcuyuz yoldaşık
sen yolcusun ben baç mıyım
beni hor görme gardaşım
sen altınsın ben tunç muyum
aynı vardan var olmuşuz
sen gümüşsün ben sac mıyım
ne var ise sende bende
aynı varlık her bedende
yarın mezara girende
sen toksun da ben aç mıyım
kimi molla kimi derviş
allah bize neler vermiş
kimi arı çiçek dermiş
sen balsın da ben çeç miyim
topraktandır cümle beden
nefsini öldür ölmeden
böyle emretmiş yaradan
sen kalemsin ben uç muyum
tabiata veysel aşık
topraktan olduk gardaşık
aynı yolcuyuz yoldaşık
sen yolcusun ben baç mıyım
2010 yılında toronto'da kurulmuş kadife sesli bir soliste sahip kanadalı bir müzik grubu.
https://www.youtube.com/watch?v=PAhidSK_T1A
https://www.youtube.com/watch?v=gyy9kG0IKOc
https://www.youtube.com/watch?v=PAhidSK_T1A
https://www.youtube.com/watch?v=gyy9kG0IKOc
(Karikatürist)
1958 yılında Yozgat'ta doğan sanatçı Kırşehir Eğitim Enstitüsü'nü bitirdikten sonra öğretmenlik yapmaya başladı.
Daha sonra istifa ederek Ankara'ya gitti ve burada kişisel sergiler açtı. Yaşamının son 14 yılını karikatürist olarak geçiren Asaf Koçak'ın çizimleri Sorun, Yapıt, Yeni Olgu, Türkiye Yazıları, 2000'e Doğru, Bilim ve Sanat, Yarın, Edebiyat 81, Cumhuriyet, Günaydın ve Yeni Çuval'da yayımlandı.
Sinemada da şansını deneyen Koçak, Simbad isimli kısa metrajlı bir filmde oynadı. Ayrıca musluk tamirciliği de yapan Asaf Koçak, Özgür Gelecek isimli derginin görsel danışmanlığı ve Pir Sultan Abdal dergisinin karikatüristliği görevlerini de üstlendi.
sivas katliamında hayatını kaybetti.
1958 yılında Yozgat'ta doğan sanatçı Kırşehir Eğitim Enstitüsü'nü bitirdikten sonra öğretmenlik yapmaya başladı.
Daha sonra istifa ederek Ankara'ya gitti ve burada kişisel sergiler açtı. Yaşamının son 14 yılını karikatürist olarak geçiren Asaf Koçak'ın çizimleri Sorun, Yapıt, Yeni Olgu, Türkiye Yazıları, 2000'e Doğru, Bilim ve Sanat, Yarın, Edebiyat 81, Cumhuriyet, Günaydın ve Yeni Çuval'da yayımlandı.
Sinemada da şansını deneyen Koçak, Simbad isimli kısa metrajlı bir filmde oynadı. Ayrıca musluk tamirciliği de yapan Asaf Koçak, Özgür Gelecek isimli derginin görsel danışmanlığı ve Pir Sultan Abdal dergisinin karikatüristliği görevlerini de üstlendi.
sivas katliamında hayatını kaybetti.
zenginsozluk.com/foto
tam 24 yıl önce, nice güzel insanın içinde yanarak can verdiği, şerefsizlerce yakılan otel. ne yazık ki o zamandan beri durum daha da vasatlaştı, yozlaştı...
batsın bu gerici kokuşmuş kafalarınız! unutmadık, unutmayacağız!!
2 temmuz 1993 yılında pir sultan abdal etkinliklerini protesto eden gericiler tarafından kül edilen utanç oteli. vahşet. lanetlemek için alevi olmak değil insan olmak yeterlidir.
24 yıl önce bugün sivas madımak otelinde muhlis akarsu, behçet aysan, asım bezirci, asaf koçak, hasret gültekin ve şimdi adı aklıma gelmeyen 37 kişiyle birlikte yobazların çıkardığı yangının dumanıyla boğularak ölen usta şair.
iki kelimeye, üç satıra dünyaları sığdıran üslubu daima hafızalarda.
"yaşamak görevdir yangın yerinde
yaşamak insan kalarak.."
iki kelimeye, üç satıra dünyaları sığdıran üslubu daima hafızalarda.
"yaşamak görevdir yangın yerinde
yaşamak insan kalarak.."
14 Mart 1941 yilinda İzmir Bergama'da doğdu. Ilk ve orta ögrenimini burada tamamladi. Ankara'da Dil ve Tarih Cografya Fakültesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Memurluk ve ögretmenlik yapti.
Şiirleriyle tanindi. 2 Temmuz 1993 yılında Sivas katliamından ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti.
Eserleri
1978 Yerleşik yabancı
1979 Kendinin avcısı (Ahmet Telli ile 1980 Ö. F. Toprak şiir ödülü)
1981 Küçük tragedyalar
1987 İpek ve klabtan
1990 Gerçeğin öte yakası (Cemal Süreya şiir ödülü)
1990 Dörtlükler ve desenler
1991 Süveyda
1992 Alaturka şiirler
1992 Şiirin ilk atlası
1993 Hesap işi şiirler
1998 Bir acıya kiracı (bütün şiirleri)
Şiirleriyle tanindi. 2 Temmuz 1993 yılında Sivas katliamından ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti.
Eserleri
1978 Yerleşik yabancı
1979 Kendinin avcısı (Ahmet Telli ile 1980 Ö. F. Toprak şiir ödülü)
1981 Küçük tragedyalar
1987 İpek ve klabtan
1990 Gerçeğin öte yakası (Cemal Süreya şiir ödülü)
1990 Dörtlükler ve desenler
1991 Süveyda
1992 Alaturka şiirler
1992 Şiirin ilk atlası
1993 Hesap işi şiirler
1998 Bir acıya kiracı (bütün şiirleri)
bir çocuğun erkek ebeveyni olmak.
şeklinde tanımlansa da gerçek hiç öyle değil. çocukları cümlelerle tanımlamanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. hele bunlardan biri size "baba" diyorsa, dünya durur, cümleler susar, her şey başka başka akar.
bir oğlum var ve bunu yaşıyorum. dünyanın gerçekten bir sırrı var mı bilmiyorum? bildiğim şu ki, bu sırra birisi erişirse bu kesinlikle bir ebeveyn olacak.
"baba olunca anlarsın" evet baba oldum anladım hayatımın nasıl bizzat baba eliyle sikilip atıldığını... burayı ağlama tahtasına çevirmeden diyebiliyorum ki, yükselme devrim, iki ayağımın üzerinde durunca başladı. ve anladım ki iyi bir baba olmak babanızın size yapmadıklarını yapabilmekle başlıyor.
iyi bir baba olduğumu söylüyorlar. ancak ben yapamadıklarımın acısını yaşayarak ilerliyorum. en önemlisi onun bir aile içinde büyümesini sağlayamadım. boşanmış bir ailenin çocuğu olmaması için mücadele verdim. hayatımın en zor mücadelesiydi ama kaybettim.
belki onun benden çok daha iyi baba olması için benim de eksiklerim olması ve onun kendi yaşamında bu eksiklerinde üstüne koymasıyla mümkün olacak.
oğlum, sen doğdun diye baba olmadım, beş yıldır baba olmak için çabalıyorum. bu bir süreç. baba olabildim mi, senin ulaştığın noktadaki konum bunu belirleyecek. bakalım bekliyorum, umarım başarırsın ve beni iyi bir baba yaparsın.
şeklinde tanımlansa da gerçek hiç öyle değil. çocukları cümlelerle tanımlamanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. hele bunlardan biri size "baba" diyorsa, dünya durur, cümleler susar, her şey başka başka akar.
bir oğlum var ve bunu yaşıyorum. dünyanın gerçekten bir sırrı var mı bilmiyorum? bildiğim şu ki, bu sırra birisi erişirse bu kesinlikle bir ebeveyn olacak.
"baba olunca anlarsın" evet baba oldum anladım hayatımın nasıl bizzat baba eliyle sikilip atıldığını... burayı ağlama tahtasına çevirmeden diyebiliyorum ki, yükselme devrim, iki ayağımın üzerinde durunca başladı. ve anladım ki iyi bir baba olmak babanızın size yapmadıklarını yapabilmekle başlıyor.
iyi bir baba olduğumu söylüyorlar. ancak ben yapamadıklarımın acısını yaşayarak ilerliyorum. en önemlisi onun bir aile içinde büyümesini sağlayamadım. boşanmış bir ailenin çocuğu olmaması için mücadele verdim. hayatımın en zor mücadelesiydi ama kaybettim.
belki onun benden çok daha iyi baba olması için benim de eksiklerim olması ve onun kendi yaşamında bu eksiklerinde üstüne koymasıyla mümkün olacak.
oğlum, sen doğdun diye baba olmadım, beş yıldır baba olmak için çabalıyorum. bu bir süreç. baba olabildim mi, senin ulaştığın noktadaki konum bunu belirleyecek. bakalım bekliyorum, umarım başarırsın ve beni iyi bir baba yaparsın.
sürekli bir hüzün halini tanımlaması gerekmez. güçlü zihinleri ayakta tutar, zayıf zihinleri ezer. sanatsal kaygıyla birinci dereceden akrabadır. bunu da içe yöneliş destekli oluşuna bağlayabiliriz. dışarıya yönelmeyi salık veren bütün ilgi odaklarından daha güçlü bir içe yöneliş, kendi tekilliğinde (singularite) sonlanabilecektir. böylece karakter, o çok büyük kütlesini (melankolisini) tek bir noktaya çökerterek kara deliğe dönüşecektir. kuvvetle muhtemeldir ki, bu aşamadan sonra birçok kurbanı olacaktır onun. mesele bu noktada kurbanı kurtarmak değil, onu daha iyi bir ölüme yolculamaktır. içe yönelmemenin sonucunda ise karakter, enerjisinin tümünü dışarıya dağıtarak uzaya dağılacaktır. karakterler arası uzaydaki imzası, belki de başka herhangi bir karakter üzerindeki yaşanmışlık düzeyinde olur..
" despot ancak içinden diğerlerine duyduğu düşmanlığın bilincinde kaldığı sürece despottur. Bu onun özüdür ya da belki de buna onun gerçek şekli demek gerekir. Despotun dönüşümleri, bu özü ya da gerçek yapısını her zaman mükemmel bir biçimde işler tutacak olan dönüşümlerle sınırlıdır. Gerçek yapısından yayılan dehşeti saklamak bazen despotun işine gelebilir ve bu amaçla çeşitli masjelerdej yararlanabilir. Ama bu maskeleri yalnızca bir süre için takacaktır ve bu onun gerçek doğası olan iç yapısında en ufak değişikliğe asla neden olmayacaktır " - elias canetti.
Milli görüş gömleğini çıkardık, değiştim, değişmedim gelmiştim, kindar nesil, Rabia duraklarna uğrayan bir demokrasi treninde okumak daha da anlamlı oluyor.
Milli görüş gömleğini çıkardık, değiştim, değişmedim gelmiştim, kindar nesil, Rabia duraklarna uğrayan bir demokrasi treninde okumak daha da anlamlı oluyor.
vücudun çürüyüp dökülürken yeryüzünün kaynamasına bak, ölmeyi bekle. ne olursa olsun, önce ölüme karşı savunmasız olduğunu unutma. diyelim bir gün yine yürüyorken birden tanrı misafiri bir sancı saplandı boynundan leğen kemiğine kadar. tanrı armağanı davet beklemez. ne yapacaksın? oturmana bile izin vermeksizin seni kaldırıp yere vurduğunda onunla da dalga mı geçeceksin? bunun için acele edip seveceksin; yani sırf ölüm var diye. düşmemek için midir, bilinmez, bir yaprağın ucunda titreyen çiğ damlasına benzer hayatın kendisini de aşıp seveceksin. toprakla ilgileneceksin sonra. insan sevdiğini toprağa düşürmeli. eninde sonunda yine toprağa düşürecek, lakin önceden toprakla yıkamalı insan sevdiğini. madem ki maşuk, aşığı toprağa düşürüp arıtır, aşık da maşuğu toprağa düşürmelidir. asterea tanrıların yanından dünya'ya doğru baktığında hiç yıldız göremediği için ağlar, gözyaşları tanrıların yanında dökülmüş olsa da, eninde sonunda toprağa düşer. topraktan sır gibi bir çiçek bitiverir; sırlar bu çiçeklerde saklanır. yapılmış bütün hataların affolunduğu anne kucağı, insana iki kez açılır..
öldükten sonra kıymeti bilinen halk ozanı. teber idi ölünce muteber oldu.
kimseler bilmez çektiğini. ne bulgaristan cezaevlerinde kaldığını bilir ne de parmaklarının felç olduğunu. ne almanya'ya göçmek zorunda bırakıldığını bilir ne de parasız kaldığı geceleri. neşet baba memleketine küsüp sessiz sedasız gittiği almanya'da düğünlerde çaldı söyledi. ısrarlara dayanamayarak istemeye istemeye geri döndü. döndüğü hafta verdiği konsere binlerce insan akın etti. güzel çalar güzel söylerdi. onu herkes biliyor zaten. asıl diyeceğim, bu coğrafyanın en ulu ozanlarından biri olmasına rağmen mütevazılığı ile bilindi. gerek nil karabilmemne münasebetsizi ile girdiği münasebeti gerekse seyirciden müsaade isteyerek ceketini çıkartması mütevazılığına güzel bir örnektir. toprağın bol olsun ulu ozan.
şimdi kadim dostu aşık mahsuni şerif babayla cennetin bir köşesinde demlenip türkü söylüyordur. devrin daim olsun.
kimseler bilmez çektiğini. ne bulgaristan cezaevlerinde kaldığını bilir ne de parmaklarının felç olduğunu. ne almanya'ya göçmek zorunda bırakıldığını bilir ne de parasız kaldığı geceleri. neşet baba memleketine küsüp sessiz sedasız gittiği almanya'da düğünlerde çaldı söyledi. ısrarlara dayanamayarak istemeye istemeye geri döndü. döndüğü hafta verdiği konsere binlerce insan akın etti. güzel çalar güzel söylerdi. onu herkes biliyor zaten. asıl diyeceğim, bu coğrafyanın en ulu ozanlarından biri olmasına rağmen mütevazılığı ile bilindi. gerek nil karabilmemne münasebetsizi ile girdiği münasebeti gerekse seyirciden müsaade isteyerek ceketini çıkartması mütevazılığına güzel bir örnektir. toprağın bol olsun ulu ozan.
şimdi kadim dostu aşık mahsuni şerif babayla cennetin bir köşesinde demlenip türkü söylüyordur. devrin daim olsun.
29. uluslararası istanbul film festivalinde altın lale ile ödüllendirilmiş, felix van groeningenın dram ve absürd komediyle harmanlanan, sürekli kaybeden, yalnız insanların hikayesini anlatan belçika yapımı güzel filmi..
''"hayatımın içinden akıp giden tren, yoluna devam ediyordu..
ancak trenleri birçok nedenden dolayı affedebiliriz. en basiti, o bir trendir.
arabaların tersine, trenler dünyanın arka tarafında ilerler.
istasyona yakın kenar mahalle evleri diğerlerinden biraz daha iyi haldedir.
ama raylarda yol alırken yalnızca kötü halde olanları görebilirsiniz.
hiçbir araba yolculuğu, bir memleket hakkında tren yolculuğu kadar fikir veremez.
bahçelerimize, çatı katlarımıza ve barakalarımıza bakarsınız.
iplerde kuruyan iç çamaşırlarımızı görürsünüz.
bahçe süslerimize, kerevizlerimize, pırasalarımıza, verandalarımıza ve tuğladan yapılma barbekülerimize bakarsınız.
flaman topraklarında boy gösteren, mahkeme kararınca onaylanmış ama tadı olmayan otları ağır ağır yiyen inekleri görürsünüz.
rayların kenarındaki, yere sabitlenmiş tozlu mermer ve granitlerin, sevdiklerimizin son durağı olan yeri simgelediklerini görmek istiyorsanız, trene binin."
''"hayatımın içinden akıp giden tren, yoluna devam ediyordu..
ancak trenleri birçok nedenden dolayı affedebiliriz. en basiti, o bir trendir.
arabaların tersine, trenler dünyanın arka tarafında ilerler.
istasyona yakın kenar mahalle evleri diğerlerinden biraz daha iyi haldedir.
ama raylarda yol alırken yalnızca kötü halde olanları görebilirsiniz.
hiçbir araba yolculuğu, bir memleket hakkında tren yolculuğu kadar fikir veremez.
bahçelerimize, çatı katlarımıza ve barakalarımıza bakarsınız.
iplerde kuruyan iç çamaşırlarımızı görürsünüz.
bahçe süslerimize, kerevizlerimize, pırasalarımıza, verandalarımıza ve tuğladan yapılma barbekülerimize bakarsınız.
flaman topraklarında boy gösteren, mahkeme kararınca onaylanmış ama tadı olmayan otları ağır ağır yiyen inekleri görürsünüz.
rayların kenarındaki, yere sabitlenmiş tozlu mermer ve granitlerin, sevdiklerimizin son durağı olan yeri simgelediklerini görmek istiyorsanız, trene binin."
Yayının son dakikalarındayız ama yine de baştan bi başlayıp izleyin. Cahilliğimiz azalsın.
rt erdoğan'ın, adalaet yürüyüşü ilgili yaptığı yorum.
bir toplantıda konuşan erdoğan'ın bu sözleri bana yakın dönemde gelişen bazı olayları hatırlatmıştır.
“Elinde adalet pankartıyla dolaşmak adalet gelmez. Halkı sokaklara çağırmak kimsenin yararına değildir. Yollar yürümekle aşınmaz. Eğer bu yolla hukuk elde edeceklerini sanıyorlarsa bu da mümkün değildir. Adaleti aramanın yeri parlamentodur. Yargı yarın sizi de davet ederse şaşmayın.”
enis berberoğlu suçludur değildir, buna oturduğum yerden ben karar veremem lakin ortada hala mecliste ayan beyan bir şekilde gerek pkk gerek fetö sempatizanı ve militanı varken bu tür bir açıklama fazlasıyla manasızdır.
bir toplantıda konuşan erdoğan'ın bu sözleri bana yakın dönemde gelişen bazı olayları hatırlatmıştır.
“Elinde adalet pankartıyla dolaşmak adalet gelmez. Halkı sokaklara çağırmak kimsenin yararına değildir. Yollar yürümekle aşınmaz. Eğer bu yolla hukuk elde edeceklerini sanıyorlarsa bu da mümkün değildir. Adaleti aramanın yeri parlamentodur. Yargı yarın sizi de davet ederse şaşmayın.”
enis berberoğlu suçludur değildir, buna oturduğum yerden ben karar veremem lakin ortada hala mecliste ayan beyan bir şekilde gerek pkk gerek fetö sempatizanı ve militanı varken bu tür bir açıklama fazlasıyla manasızdır.
türkçe yazılmış en iyi şiirlerden otuz beş yaş şiirinin yer aldığı cahit sıtkı tarancı'ya ait şiir kitabı.
ön not: keskin nisanci uyardı. şiirin ismi otuz beş yaş şiiri. bu ise şiirin yer aldığı kitabın ismidir. fakat silmeye kıyamadım.
öncelikle demem gereken şu ki; işbu otuz beş yaş şiiri otuz beş yaşından sonra anlam kazanıyor sanırım.
ortaokul ve lisede "hehe adam 35 yaş yolun yarısı demiş, on sene sonra ölmüş" gibi sığ ve salak yorumlarla üstünkörü okuyup geçtiğimi hatırlıyorum.
zaten son kıtada "Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?" diyerek kadere de teslim etmiş kendini merhum.
işte o şiir:
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
ön not: keskin nisanci uyardı. şiirin ismi otuz beş yaş şiiri. bu ise şiirin yer aldığı kitabın ismidir. fakat silmeye kıyamadım.
öncelikle demem gereken şu ki; işbu otuz beş yaş şiiri otuz beş yaşından sonra anlam kazanıyor sanırım.
ortaokul ve lisede "hehe adam 35 yaş yolun yarısı demiş, on sene sonra ölmüş" gibi sığ ve salak yorumlarla üstünkörü okuyup geçtiğimi hatırlıyorum.
zaten son kıtada "Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?" diyerek kadere de teslim etmiş kendini merhum.
işte o şiir:
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
sadece hikâyeler yazmıyordu. düzenli bir biçimde günlük de tutuyordu. ve şaşırtıcı bir biçimde askerî bir disiplinle mektuplar yazıyordu, bilhassa kadınlara, hayatı boyunca doğru dürüst ilişki kuramamış olduğu kadınlara.
kadınlar yazmasına yardımcı olduğu ölçüde onun yaşamında yer alabiliyorlardı. kafka sürekli yazıyordu. ama çoğunlukla kadınlara, zihnini tetikleyebilecek kadınlara.
ein käfig ging einen vogel suchen.
onun en sevdiğim sözlerindendir.
bir kafes bir kuş aramaya çıktı.
kafka yazdığı/yazabildiği takdirde yaşadığını hissediyordu.
yaşamak için yazmaya ihtiyacı vardı.
işte bu yüzden kafesleyecek bir kuşa ihtiyacı vardı. bu amacına ulaşabilmek için de harekete.
oysa kafes sabit iken, kuş hareket halindedir.
kafka hareket etmeyi bilmezdi ki!
yapabileceği tek şey kapısını açık tutmaktı. bir de ağır gövdesini mümkün mertebe kımıldatmak, ne kadar mümkünse o kadar kımıldatmak.
sevmeye ve sevilmeye hasret bir ruhtu onunkisi.
biraz yaşam enerjisi, hepsi bu!
çürüyen akciğerlerine inat, nefes almasını sağlayacak başka bir nefes.
muhakkak prag'ı görmelisiniz. kafka'nın zindanını...
rutubet kokan bir şehir prag.
bir kafes gibi.
kafka gibi.''
kadınlar yazmasına yardımcı olduğu ölçüde onun yaşamında yer alabiliyorlardı. kafka sürekli yazıyordu. ama çoğunlukla kadınlara, zihnini tetikleyebilecek kadınlara.
ein käfig ging einen vogel suchen.
onun en sevdiğim sözlerindendir.
bir kafes bir kuş aramaya çıktı.
kafka yazdığı/yazabildiği takdirde yaşadığını hissediyordu.
yaşamak için yazmaya ihtiyacı vardı.
işte bu yüzden kafesleyecek bir kuşa ihtiyacı vardı. bu amacına ulaşabilmek için de harekete.
oysa kafes sabit iken, kuş hareket halindedir.
kafka hareket etmeyi bilmezdi ki!
yapabileceği tek şey kapısını açık tutmaktı. bir de ağır gövdesini mümkün mertebe kımıldatmak, ne kadar mümkünse o kadar kımıldatmak.
sevmeye ve sevilmeye hasret bir ruhtu onunkisi.
biraz yaşam enerjisi, hepsi bu!
çürüyen akciğerlerine inat, nefes almasını sağlayacak başka bir nefes.
muhakkak prag'ı görmelisiniz. kafka'nın zindanını...
rutubet kokan bir şehir prag.
bir kafes gibi.
kafka gibi.''
(bkz:#17139)
şu entryde belirtmiştim, mayıs ayı sözlük sıralamaları aldatıcı olabilir diye nitekim dediğim gibi de oldu. mayıs'ta üç haftada 16 bin küsur entry yazılmıştı ama haziran'da iki haftada 4 bin entry bile girilmemiş sözlüğe, üzerine koyarak devam etmediğiniz sürece aylık başarılar hiçbir anlam ifade etmez. eğer daha iyisi isteniyorsa, hatta mevcut durum korunmak isteniyorsa biraz daha gayretli olmak lazım.
şu entryde belirtmiştim, mayıs ayı sözlük sıralamaları aldatıcı olabilir diye nitekim dediğim gibi de oldu. mayıs'ta üç haftada 16 bin küsur entry yazılmıştı ama haziran'da iki haftada 4 bin entry bile girilmemiş sözlüğe, üzerine koyarak devam etmediğiniz sürece aylık başarılar hiçbir anlam ifade etmez. eğer daha iyisi isteniyorsa, hatta mevcut durum korunmak isteniyorsa biraz daha gayretli olmak lazım.
gezgin rüyalar ne kadar telaşlı!
koşuşturuyorlar,
bilincin arkasındaki kara perdede..
bir an durmalarını beklemek var,
belki uzanılabilecek anlık karede..
tebessümle süslenmiş umudu;
çoktan gölgelemiştir, mor halkalar..
o tek nefes beklenen..
tutunmak için güç verecek,
kağıttan düşlerin geçidine..
güneşin ilk ışıklarıyla yanıncaya dek,
okunacaktır, o güzel sayfalar..
koşuşturuyorlar,
bilincin arkasındaki kara perdede..
bir an durmalarını beklemek var,
belki uzanılabilecek anlık karede..
tebessümle süslenmiş umudu;
çoktan gölgelemiştir, mor halkalar..
o tek nefes beklenen..
tutunmak için güç verecek,
kağıttan düşlerin geçidine..
güneşin ilk ışıklarıyla yanıncaya dek,
okunacaktır, o güzel sayfalar..
limon ağacından yeşermiş bir ısırgan çiçeğine dokunuyorum artık her gün, ruh evimden çıkarken. her seferinde de aynı yerde düşülmez ki.. düşüyorum. biraz alçak bir kapı kemerine başımı çarpmam gibi bir şey bu. hiçbir zaman, hiç kimsenin aklına kemeri biraz yükseltmek gelmiyor; her geçen gün boyum kısalıyor, aksine. "alışmak acıklı bir süreçtir .." derdim oysa ve devam etmek gelmezdi içimden.
sen, ah, ne kadar az anlatıyorum sana; ne kadar çok ses çıkarıyorum ve ne kadar az şeye karşılık geliyor bunlar.. bıraktığın izleri gördüğüm ilk anda, seni sahil şeridinin ucundan izliyordum; gerdanında taşıdığın pembeyi o izlerden görebilen çok fazla kişi yoktur, eminim. çoğu gözlerine ihtiyaç duyar görebilmek için. gerdanındaki pembenin asılı durduğu o zarif asma köprünün her bir hareketini bir yandan yürüyerek, günceme öyle bir hızla not alıyordum ki, kaçırdığım şey yaşamaktı seni izlerken. bir güruh için icra ettiğin o eski çağlara ait, lanetli dans sırasında seni sahnenin en umulmadık köşesinden izleyen bu siyah, uzun ceketli ve silindir şapkalı adam elbette dikkatini çekmemiştir. güneş'i sevmiyorsa eğer, tek gerçeği karanlıksa, ortalarda görünmesi bile bir "şey" idi. senin kalabalığa savurduğun saçların, o güruhu kendinden geçirmeye yetiyordu da, benim yüzümü kamçılamasına rağmen senin olduğun tarafa geçemiyordum. dansın hızlandıkça, başta sıkı sıkı sarıldığım o kara şemsiyeyi pek iyi tutamamış olacağım; dansının en sessiz yerinde düşüverdi elimden. aldım oradan yaktım; sahnenin tam karşısı, bambaşka bir sahneydi o anda. senin, müziği-kendisinden-antik-dansını hangi mafsalından böldüğümü hatırlamıyorum. öyle bir gürültü ki, dansının müziksizliğini kabullenemeyen; mantık silsilelerinden soyutlanıp, ayaklarını yerden keserek düşünemeyen benim ortaya koyduğum bir tepki gibi. bir şemsiye insanın elinden düşemez mi? düşebilir elbette; ancak bir şemsiyenin düşüşü bile bir yağmur damlasının düşüşünden daha fazla sanat barındırıyorsa elden ne gelir? tarkovski "dünya mükemmel olmadığı için sanat var." diyordu. bu bana bir fikir vermişti: sanat da mükemmel değil; sanat mükemmel olmadığı için adın, renklerin ve müziksiz dansın var. mütemadiyen devam edecek bir kaygı hali boğazımın altında, kasıklarımda ve kol eklemlerimde bu yüzden. araya girişim; günah müziği partisyonuna dahil edişim senden çok beni rahatsız etmiş olmalı. "yanlışlıktır, olur." deyip geçilecek şey değil.?
etrafında arzu naraları atarak seni pencereye çağırmayacaktım ki. o denli sarhoş değildim; onların kan damarlarında kanla karışık alkol dolaşıyordu, benimkinde oldum olası absent. absent insanın damarlarıyla anlaşınca, karşı gelinmesi zor bir ittifakı oluşturuyor. dolaşıyorsun, senin peşinden yürüdükçe yürüyorsun arada sırada yolumdan çevirmeye kalkışıyor flamingo sürüleri; ama absent yeşil. pembeler, bir sonraki adımlarımızın hesaplanmışlıklarının arasındaki fark kadar uzakta. senin adımların bir kraliçe arının, soy tohumunu bağışlayacağı işçi arı karşısındaki adımları kadar törensel, benimkiler uyuyakalmaktansa ölmeyi tercih edecek olan bir askerinkiler kadar hiyerarşik. evet, seni takip ediyorum hala. müziksiz dansına konuk oldum; o dans karşısında tüm vakarımı kaybettim; büründüğüm siyahları sırça vitrin eyledim. buna rağmen hala saklıyorum kendimi ve yanaklarına yayılan renkleri takip ediyorum. sorsalar gurur çamurunun içine düşmüş bir altın sikkeyim ben; değil. söylesem, canım yanmış, saklıyorum, "yürümeyi" unutmuşum; değil. sen, "yıldızlar biz bakmasak da oradalar mıdır?" diye sormuştun ya; bana değil, başka birine. hem sen bilir misin bu sorundan mahrum kalmanın, bu sorunla muhatap olamamanın ne demek olduğunu? sormuştun işte. cevabını bulamadı. belki de hiç aramadı. ben sana bakmasam da senin orada olacağına inanmayacak denli kaçığım; kaçmışım ama bitmemiş olacak ki, hala kaçıyorum. bu nasıl kaçmaksa; şehrinin kapılarından girerken, dün gece sen uyuduğun sırada başucuna koyduğum eros heykelciğini bulacağım. kaçtığım sen olsaydın, ateşinin içine atmıştım kendimi çoktan; kaçmak en az bu denli onursuz olurdu ve cezası da bu denli hafif.
resmedilen hep birlikte kaçışlardı aşıklar söz konusu olunca. hele bir tanesi vardı ki, rüyamda rastladığım, bir demet gülü göğüsleri hizasında gökyüzüne çıkardığını sandığım bir kadın ve aslında kollarında bir erkek. gökyüzünü seçiyorlar, çünkü gidecek hiçbir yer yok artık! düşünsene, savaşacak kimsemiz yok! ne dehşet dolu bir manzara.. öldürecek kimsemiz yok, yalanlar söyleyebileceğimiz, inandırabileceğimiz kimsemiz yok. bu yüzden yüzünü shakespeare'e dönüyor insanlar. işte, kendimle savaştığımın bile farkında değilken; kılıcı, kalkanı organlaştırmışken savaşın bitmesi ve bana yalan söylenebileceğinin, öldürülebileceğimin, inanabileceğimin ve günah işleyebileceğimin güvencesini verişin vardı sonraki sahnede, yumuşak bir mağlubiyetle. sana karşı hiç savaşmadığımı düşünürken taş kesilmiş derimin üzerinden akan absenti gördüm yeşilce. senin gözyaşın mıydı, benim kanım mıydı, bilemedim. iyi yolu görüp takdir etmek, ancak kötü yoldan gitmek yeni bir mefkure değil; buna mesnet de aramıyorum. ancak gittiğim yol, tarafından, hz. hızır'ın bir zamanlar kıblesini şaşırmış ayasofya'yı kıbleye çevirmesini andırırcasına değiştiriliyor. hayır, ben yine aynı yoldayım; elbette söz dinlemezim, baş belası bir çocuğum senin için. ancak yolun sonu değişiyor. hissediyorum..
sevgili sen, kaçtığım bir şehirden yazıyorum sanki sana. burada fazla kalmayacağım. mektuplarına sinen kokuyu iyi muhafaza etmesi için, onları, bende kalan fularının içinde saklıyorum. bazı geceler sevişme sesleri duyuyorum fularından; cümleler firar ediyor gizli dindarlığımdan ötürü. onlar, yazdığın hiçbir yerde kalmayacaklar. tutmayacağım. yine de bir gün ya ellerim beni unutursa; ya bu yaba ellerim, cümlelerinle bir olup ikimize karşı sevişirse diye korkuyorum.
köprücük kemiğine kurduğum salıncakta kal lütfen.
sen, ah, ne kadar az anlatıyorum sana; ne kadar çok ses çıkarıyorum ve ne kadar az şeye karşılık geliyor bunlar.. bıraktığın izleri gördüğüm ilk anda, seni sahil şeridinin ucundan izliyordum; gerdanında taşıdığın pembeyi o izlerden görebilen çok fazla kişi yoktur, eminim. çoğu gözlerine ihtiyaç duyar görebilmek için. gerdanındaki pembenin asılı durduğu o zarif asma köprünün her bir hareketini bir yandan yürüyerek, günceme öyle bir hızla not alıyordum ki, kaçırdığım şey yaşamaktı seni izlerken. bir güruh için icra ettiğin o eski çağlara ait, lanetli dans sırasında seni sahnenin en umulmadık köşesinden izleyen bu siyah, uzun ceketli ve silindir şapkalı adam elbette dikkatini çekmemiştir. güneş'i sevmiyorsa eğer, tek gerçeği karanlıksa, ortalarda görünmesi bile bir "şey" idi. senin kalabalığa savurduğun saçların, o güruhu kendinden geçirmeye yetiyordu da, benim yüzümü kamçılamasına rağmen senin olduğun tarafa geçemiyordum. dansın hızlandıkça, başta sıkı sıkı sarıldığım o kara şemsiyeyi pek iyi tutamamış olacağım; dansının en sessiz yerinde düşüverdi elimden. aldım oradan yaktım; sahnenin tam karşısı, bambaşka bir sahneydi o anda. senin, müziği-kendisinden-antik-dansını hangi mafsalından böldüğümü hatırlamıyorum. öyle bir gürültü ki, dansının müziksizliğini kabullenemeyen; mantık silsilelerinden soyutlanıp, ayaklarını yerden keserek düşünemeyen benim ortaya koyduğum bir tepki gibi. bir şemsiye insanın elinden düşemez mi? düşebilir elbette; ancak bir şemsiyenin düşüşü bile bir yağmur damlasının düşüşünden daha fazla sanat barındırıyorsa elden ne gelir? tarkovski "dünya mükemmel olmadığı için sanat var." diyordu. bu bana bir fikir vermişti: sanat da mükemmel değil; sanat mükemmel olmadığı için adın, renklerin ve müziksiz dansın var. mütemadiyen devam edecek bir kaygı hali boğazımın altında, kasıklarımda ve kol eklemlerimde bu yüzden. araya girişim; günah müziği partisyonuna dahil edişim senden çok beni rahatsız etmiş olmalı. "yanlışlıktır, olur." deyip geçilecek şey değil.?
etrafında arzu naraları atarak seni pencereye çağırmayacaktım ki. o denli sarhoş değildim; onların kan damarlarında kanla karışık alkol dolaşıyordu, benimkinde oldum olası absent. absent insanın damarlarıyla anlaşınca, karşı gelinmesi zor bir ittifakı oluşturuyor. dolaşıyorsun, senin peşinden yürüdükçe yürüyorsun arada sırada yolumdan çevirmeye kalkışıyor flamingo sürüleri; ama absent yeşil. pembeler, bir sonraki adımlarımızın hesaplanmışlıklarının arasındaki fark kadar uzakta. senin adımların bir kraliçe arının, soy tohumunu bağışlayacağı işçi arı karşısındaki adımları kadar törensel, benimkiler uyuyakalmaktansa ölmeyi tercih edecek olan bir askerinkiler kadar hiyerarşik. evet, seni takip ediyorum hala. müziksiz dansına konuk oldum; o dans karşısında tüm vakarımı kaybettim; büründüğüm siyahları sırça vitrin eyledim. buna rağmen hala saklıyorum kendimi ve yanaklarına yayılan renkleri takip ediyorum. sorsalar gurur çamurunun içine düşmüş bir altın sikkeyim ben; değil. söylesem, canım yanmış, saklıyorum, "yürümeyi" unutmuşum; değil. sen, "yıldızlar biz bakmasak da oradalar mıdır?" diye sormuştun ya; bana değil, başka birine. hem sen bilir misin bu sorundan mahrum kalmanın, bu sorunla muhatap olamamanın ne demek olduğunu? sormuştun işte. cevabını bulamadı. belki de hiç aramadı. ben sana bakmasam da senin orada olacağına inanmayacak denli kaçığım; kaçmışım ama bitmemiş olacak ki, hala kaçıyorum. bu nasıl kaçmaksa; şehrinin kapılarından girerken, dün gece sen uyuduğun sırada başucuna koyduğum eros heykelciğini bulacağım. kaçtığım sen olsaydın, ateşinin içine atmıştım kendimi çoktan; kaçmak en az bu denli onursuz olurdu ve cezası da bu denli hafif.
resmedilen hep birlikte kaçışlardı aşıklar söz konusu olunca. hele bir tanesi vardı ki, rüyamda rastladığım, bir demet gülü göğüsleri hizasında gökyüzüne çıkardığını sandığım bir kadın ve aslında kollarında bir erkek. gökyüzünü seçiyorlar, çünkü gidecek hiçbir yer yok artık! düşünsene, savaşacak kimsemiz yok! ne dehşet dolu bir manzara.. öldürecek kimsemiz yok, yalanlar söyleyebileceğimiz, inandırabileceğimiz kimsemiz yok. bu yüzden yüzünü shakespeare'e dönüyor insanlar. işte, kendimle savaştığımın bile farkında değilken; kılıcı, kalkanı organlaştırmışken savaşın bitmesi ve bana yalan söylenebileceğinin, öldürülebileceğimin, inanabileceğimin ve günah işleyebileceğimin güvencesini verişin vardı sonraki sahnede, yumuşak bir mağlubiyetle. sana karşı hiç savaşmadığımı düşünürken taş kesilmiş derimin üzerinden akan absenti gördüm yeşilce. senin gözyaşın mıydı, benim kanım mıydı, bilemedim. iyi yolu görüp takdir etmek, ancak kötü yoldan gitmek yeni bir mefkure değil; buna mesnet de aramıyorum. ancak gittiğim yol, tarafından, hz. hızır'ın bir zamanlar kıblesini şaşırmış ayasofya'yı kıbleye çevirmesini andırırcasına değiştiriliyor. hayır, ben yine aynı yoldayım; elbette söz dinlemezim, baş belası bir çocuğum senin için. ancak yolun sonu değişiyor. hissediyorum..
sevgili sen, kaçtığım bir şehirden yazıyorum sanki sana. burada fazla kalmayacağım. mektuplarına sinen kokuyu iyi muhafaza etmesi için, onları, bende kalan fularının içinde saklıyorum. bazı geceler sevişme sesleri duyuyorum fularından; cümleler firar ediyor gizli dindarlığımdan ötürü. onlar, yazdığın hiçbir yerde kalmayacaklar. tutmayacağım. yine de bir gün ya ellerim beni unutursa; ya bu yaba ellerim, cümlelerinle bir olup ikimize karşı sevişirse diye korkuyorum.
köprücük kemiğine kurduğum salıncakta kal lütfen.
eğer dünya dönüyorsa şu güzel yürekli amcanın hatrına dönüyor...
not: yan tarafta niye yer veriyorsun diyen kadına ne desem boş...
not: yan tarafta niye yer veriyorsun diyen kadına ne desem boş...
"Neden yer veriyorsun " diyen kadının ağzına kürekle vurmak istedim. Yavrum benim, ben olsaydım kucağıma alır , huzurla uyumasını sağlardım. İçim acıdı. " Anası babası salmış, size ne oluyor " diyor aynı kadın, acımasız pislik.
'' o, hep bildiğin, tanıdığın; ama hiç karşılaşmadığın. karşılaşmayacağını sandığındır. şimdi bütün bilgi yörüngen değişecek. artık bambaşka yataklardan akacak, düşünce ırmağın.
oysa, hep ona göre ayarlamıştın kendini. ama, başka gezegenlerle, başka nehirlerle....
yepyeni bir gelecek haritası çizeceksin şimdi. bugüne dek yaşadıklarının ötesine geçen. ötelerden bir yerlerde yeni yerlere götüren yeni yollar belirleyen bir harita. kendine doğru artık yokoluş olarak dokunmayan. varoluş yerlerini de yeniden belirleyen bir harita...
evrenin ve dünyan. gökyüzün ve yeryüzün. değişecek artık, şimdi işte!''
oysa, hep ona göre ayarlamıştın kendini. ama, başka gezegenlerle, başka nehirlerle....
yepyeni bir gelecek haritası çizeceksin şimdi. bugüne dek yaşadıklarının ötesine geçen. ötelerden bir yerlerde yeni yerlere götüren yeni yollar belirleyen bir harita. kendine doğru artık yokoluş olarak dokunmayan. varoluş yerlerini de yeniden belirleyen bir harita...
evrenin ve dünyan. gökyüzün ve yeryüzün. değişecek artık, şimdi işte!''
küçük yaşta abd'ye göç etmiş lübnan asıllı şair filozof. batılıların kıymetini bildiği, eserlerinin bir çok dile çevrildiği, şairliği kadar ressamlığının da hayranlık uyandırdığı müthiş bir beyin.
''suların yükseldiği sırada nil kıyısında bir sırtlan ile
bir timsah karşılaştılar; durup selamladılar birbirlerini.
sırtlan konuştu ve dedi, "günleriniz nasıl geçiyor,
efendim?"
ve timsah cevapladı ve dedi "kötü geçiyor. gün oluyor
acılarım ve hüznüm içinde ağlıyorum, ve yaratıklar
diyorlar ki, 'bunlar yalnızca timsah gözyaşları.' ve bu
beni her sözün ötesinde yaralıyor."
ve sırtlan dedi, "acınız ve hüznünüzden söz ediyorsunuz;
ama bir an için beni düşünün. dünyanın güzelliğine,
harikalarına, mucizelerine bakıyorum ve salt bir sevinçle,
günün güldüğü gibi gülüyorum. ve ormanın
insanları diyorlar, "bu yalnızca bir sırtlan gülüşü."
''suların yükseldiği sırada nil kıyısında bir sırtlan ile
bir timsah karşılaştılar; durup selamladılar birbirlerini.
sırtlan konuştu ve dedi, "günleriniz nasıl geçiyor,
efendim?"
ve timsah cevapladı ve dedi "kötü geçiyor. gün oluyor
acılarım ve hüznüm içinde ağlıyorum, ve yaratıklar
diyorlar ki, 'bunlar yalnızca timsah gözyaşları.' ve bu
beni her sözün ötesinde yaralıyor."
ve sırtlan dedi, "acınız ve hüznünüzden söz ediyorsunuz;
ama bir an için beni düşünün. dünyanın güzelliğine,
harikalarına, mucizelerine bakıyorum ve salt bir sevinçle,
günün güldüğü gibi gülüyorum. ve ormanın
insanları diyorlar, "bu yalnızca bir sırtlan gülüşü."
İnsanın içinde değişen mevsimlerdir yaşlandıran ruhu, ruhumuzun gördüğü baharlar kadardır çiçek açmalarımız, meyve vermelerimiz. Ve ruhumuzun gördüğü kışlar kadardır üşümelerimiz. Evsizliğimiz, yalnızlığımızdan anlaşılmamışlığımızdan sarılamamışlığımızdandır. Ve üşümelerimiz de hep bundandır. Evimiz bildiğimizin içinden kovulursak, evimiz bildiğimizi “ o” yapan her şey çatırdar ve yıkılırsa başlar evsizliğimiz. Rüzgarların uğultusu bize seslerin hayaletlerini taşır. Silüetler, gökyüzünde ve denizin yüzünde çizer o hiç unutmadığımız tebessümleri, bakışları, dudak kıvrımlarını, saçların akışını, bize yaklaşan adımlarını hatırlarız ve bizi koyup giderken ardında sürüklediği her şeyin sesini. Çöken karanlık sessizliği.
"Bir Zulme Engel Olamıyorsanız Onu Herkese Duyurun."
Hz. Ali (ra)
''zulmün olduğu yerde tarafsız olmak namussuzluktur.''
cemil meriç
Hz. Ali (ra)
''zulmün olduğu yerde tarafsız olmak namussuzluktur.''
cemil meriç
'hayırlı olsun, olmamış buralar, şuranın aynısı, buranın benzeri' gibi sözlerle yayın hayatına başlamış olan sözlük. sadece 25 günde ve neredeyse sıfır reklam ve tanıtımla 16 bin entrye ve daha da önemlisi burayı benimseyen kaliteli yazar kitlesine kavuşmuş olan sözlük.
“bu sözlük ne ki, bir sürü sözlük var. farkı nedir?” diye soranlara, bu sözlüğün en temel özelliği “sözlüğü sözlük yapan yazara verdiği değer.” diye cevap verebilirsiniz çok rahatlıkla.
“nerede bu değer?” diye soranlara, “henüz bir ay oldu ve daha çok yeni.” demenizi isterim.
Sizlerin, sosyal medya ve diğer bilumum mecralarda tanıtım ve fikirlerinizi görmek isteriz.
biz ekip olarak sözlükler dünyasındaki eksikleri net olarak gördük. “bir yazar ne ister? ne bekler?” sorularının net cevaplarını yıllar içinde sözlüklerde çok iyi gözlemledik ve iddialıyız: 'zenginsozluk.com' adresi, internet ortamına adım attığınızda ilk gireceğiniz ve en uzun süre kalacağınız mecra olacak.
iddialıyız çünkü kalitenin asla tesadüf olmadığını biliyoruz, iddialıyız çünkü bu işi bilen insanlarla yola çıktık.
iddialıyız çünkü insanların değer yargılarını çok iyi biliyoruz.
kısacası bizler sizlere hem zengin bilgi kaynağı hem de kaliteli bir platform hazırlayacağız.
her şey o kadar hızlı gelişti ki, olayların içinde eksiklerimizi tamamlayamadık.
bu eksiklikler, diğer bilindik sözlüklerde hiç gündeme bile gelmemiş şeyler.
buraya akın akın insanlar gelirken, onları daha düzgün ve hızlı karşılayabilmek adına yapılan işlemler.
zengin sözlük sıradan bir sözlük sitesi haline asla gelmeyecektir, düzenli olarak argesi yapılacak ve hep daha iyiye gidecektir.
sizlere bizimle olduğunuz için teşekkür eder, her birinizin birbirinizden özel insanlar olduğunuzu hatırlamak isterim. bilginin en büyük zenginlik olduğunu tüm dünyaya ispatlayacağız. Tabii ki sizlerle!
“bu sözlük ne ki, bir sürü sözlük var. farkı nedir?” diye soranlara, bu sözlüğün en temel özelliği “sözlüğü sözlük yapan yazara verdiği değer.” diye cevap verebilirsiniz çok rahatlıkla.
“nerede bu değer?” diye soranlara, “henüz bir ay oldu ve daha çok yeni.” demenizi isterim.
Sizlerin, sosyal medya ve diğer bilumum mecralarda tanıtım ve fikirlerinizi görmek isteriz.
biz ekip olarak sözlükler dünyasındaki eksikleri net olarak gördük. “bir yazar ne ister? ne bekler?” sorularının net cevaplarını yıllar içinde sözlüklerde çok iyi gözlemledik ve iddialıyız: 'zenginsozluk.com' adresi, internet ortamına adım attığınızda ilk gireceğiniz ve en uzun süre kalacağınız mecra olacak.
iddialıyız çünkü kalitenin asla tesadüf olmadığını biliyoruz, iddialıyız çünkü bu işi bilen insanlarla yola çıktık.
iddialıyız çünkü insanların değer yargılarını çok iyi biliyoruz.
kısacası bizler sizlere hem zengin bilgi kaynağı hem de kaliteli bir platform hazırlayacağız.
her şey o kadar hızlı gelişti ki, olayların içinde eksiklerimizi tamamlayamadık.
bu eksiklikler, diğer bilindik sözlüklerde hiç gündeme bile gelmemiş şeyler.
buraya akın akın insanlar gelirken, onları daha düzgün ve hızlı karşılayabilmek adına yapılan işlemler.
zengin sözlük sıradan bir sözlük sitesi haline asla gelmeyecektir, düzenli olarak argesi yapılacak ve hep daha iyiye gidecektir.
sizlere bizimle olduğunuz için teşekkür eder, her birinizin birbirinizden özel insanlar olduğunuzu hatırlamak isterim. bilginin en büyük zenginlik olduğunu tüm dünyaya ispatlayacağız. Tabii ki sizlerle!